Çarkçıbaşı!!!

Doğu Perinçek, kısmen yanlış hatırladığı, kısmen de, kendi zamanından böbürlenmelerine karşı çıkacak az insan kaldığı için savaş ve gençlik yıllarıyla ilgili bol palavra sıkan ihtiyarlara benzemektedir giderek. Yaşanan gerçeklik ona artık ufukta yok olan bir gemi gibi uzak göründüğünden, o geminin ne gövdesini ne yelkenlerini tarif edebilmekte, belleğinde kalmış tortularla yaşadığı ana ilişkin hedeflerini bulamaçlayarak ortaya o gerçeklikle alakası olmayan saçma sapan, eğilip bükülmüş, yüzeyselleşmiş, karikatürleşmiş birtakım çarpıtmaları sürmektedir.

Ben burada elbette, 140 Journos’un Doğu Perinçek’le yaptığı, 26 dakika, 40 saniye süren “Kısmen İktidar” başlıklı röportajında ileri sürülen görüşlerle tartışmaya girecek değilim. Çünkü tartışma için asgari bir ortak zemin gereklidir. Bu asgari ortak zemin bile yoksa ya da artık ortadan kalkmışsa tartışma imkânsız hale gelir. Eleştiri de öyledir. Eğer ortak zemin kalmamışsa eleştirinin yerini kaçınılmaz olarak “saldırı” ve/ya “savunma” alır. Dolayısıyla, ortak bir zeminimiz kalmayan D. Perinçek’le tartışmamız mümkün değildir. Eleştiri düzleminin de ortadan kalktığı şu ortamda ben şahsen, fikri düzey düşüklüğü nedeniyle “savunma” ve/ya “saldırı” zahmetine girmeyi de gereksiz bir zaman kaybı olarak görüyorum. O zaman geriye yapılacak ne kalıyor?

Bence, “savaş anıları anlatırken gerçekleri tamamen saptıran, değiştiren ya da yanlış hatırlayan” bu “ihtiyarın” somut yanlışlarını düzeltme görevi halen önümüzde durmaktadır. Çünkü bunlara aldırış etmez ve başımızı sallayarak geçip gidersek, o günleri yaşamamış ya da o tür mevzuları incelememiş genç insanlar bunları gerçeğin kendisi gibi kabul edebilirler. Bu yüzden bu yazıda, “devenin” eğri hurçlarından en belirgin olanlarını kısaca düzeltmeye çalışacağım. Tekrar olmaması için röportajda geçen ifadeleri buraya almak yerine, okurların izlediğini (ya da izleyeceğini) farz ederek yalnızca düzeltmeleri yazacağım

1961’de Yerel Seçimler Oldu mu?

1961 yılında yerel seçimler olmadı, 15 Ekim 1961 tarihinde genel seçimler oldu. 13 Şubat 1961 tarihinde kurulan Türkiye İşçi Partisi (TİP) doğal olarak bu seçimlere katılamadı. TİP’in katıldığı ilk seçim, 17 Kasım 1963 tarihli yerel seçimlerdir. Dolayısıyla TİP ilk olarak bu seçimlerde radyo konuşmalarıyla sesini duyurdu. Genel Başkan Mehmet Ali Aybar bu seçimlerde radyo konuşması yapmakla birlikte, “işçiler, köylüler, marabalar…” hitabıyla büyük dikkat çeken konuşmaları yapan Aybar değil, Yaşar Kemal ve Avukat Orhan Arsal’dır (Bkz: Yarılma, s. 115-116). Zaten Doğu Perinçek’in “erken ‘60’lar”daki sola ilişkin bilgisi kısıtlıdır ve kulaktan dolmadır. Çünkü kendisi, “1961 yılındaki yerel seçimlerde” Aybar’ı dinlediğini iddia ettiği tarihte, DP’nin mirası için AP ile kavga halinde olan Ekrem Alican’ın Yeni Türkiye Partisi’nin (YTP) Gençlik Kolları üyesiydi, yani henüz solcu değildi. 1963 yılında TİP taraftarı olmuş olsa da, gelişmelerle henüz o kadar ilgili biri değilmiş ki, 1963 yılındaki yerel seçimlerin 1961 yılında yapıldığını sanıyor, emekçilere hitaplarıyla o seçimlerin kahramanları haline gelen Yaşar Kemal’i ve Orhan Arsal’ı hatırlamıyor.

Benerci Hakkında

Doğu Perinçek, Nâzım Hikmet’in Benerci Kendini Niçin öldürdü kitabı hakkında da bazı yanlış bilgilere sahip. Birincisi, kitabın ismi “Nasıl öldürdü” değil “Niçin öldürdü”dür. İkincisi, Benerci Hindistan Komünist Partisi’nin başkanı değil, Kalküta bölgesinde İngiliz emperyalizmine karşı mücadele eden HKP’nin bir üyesidir. İntiharının nedeni ise, arkadaşlarının ona hatalı bir şekilde “polis” yaftası asmalarıdır. İlk olarak 1932 yılında Sühulet Matbaasında basılan bu kitapta Nâzım, aslında, Hindistan’daki gerçek bir olaydan yola çıkarak o sıralar Komintern ve TKP tarafından kendisine “ajan” ya da “Troçkist” damgası vurulmasına anıştırma yapmaktadır.  

Nihal Atsız ve Romanları

Kendisiyle ilgili her şeyi efsaneleştirmeye pek meraklı olan Doğu Perinçek, çocukluğunda okuduğu anti-komünist, aşırı ırkçı yazar Nihal Atsız’ı ve onun Bozkurtların Ölümü, Bozkurtlar Diriliyor romanlarını yanlış tanıtıyor ve bu yazarın olsun, eserlerinin olsun “ilkel komünizm” dönemine ilişkin bir ahlakı savunduğunu iddia ediyor. O dönem ağabeyim Turgay Zileli de bu romanları okur, bize de gözyaşları içinde aktarırdı. Bir toplumsal bilincin gelişmediği koşullarda gençlerin ya da çocukların bu tür bir ırkçı-hamasi edebiyattan etkilenmeleri doğaldır ama aradan neredeyse 70 yıl geçtikten sonra kalkıp bu tür yazarları ve eserlerini “komünist” ya da “ilkel komünal” edebiyat diye takdis etmek, geçmişte yaptıklarını aklama çabasının (ne gerek vardır halbuki) ötesinde, bugünkü siyasi-ideolojik konumuna yeni bir payanda aramaktan başka bir anlam taşımaz.

FKF Kongresinde MDD Manifestosu mu?

D. Perinçek, geçmişteki olayları doğru, olduğu gibi aktarmıyor. Örneğin, 1968 Şubat’ındaki, kendisinin FKF Genel Başkanı olmasıyla sonuçlanan kongreye “MDD fikriyatını savunan bir gençlik manifestosu”yla çıktığını iddia ediyor. Oysa böyle bir şey olmamıştır. Ben de oradaydım da (ve MYK’na seçilmiştim) oradan hatırlıyorum. Tersine, kongrede D. Perinçek’in MDD’ci ve partiye karşı olduğu söylentileri dolaşınca Perinçek çıkıp etkili bir konuşma yapmış ve iddiaları kesinlikle reddetmiş, partiye bağlı olduğunu vurgulamıştır.

Ancak ertesi gün, yeni seçilen Genel Yönetim Kurulu (GYK) toplantısında D. Perinçek yönetimi, “Tartışmada Hoşgörü, Eylemde Birlik” başlıklı, MDD’ci fikirleri belli belirsiz akla getiren bir bildiri sunmuş, MDD fikriyatına karşı olan İstanbul delegasyonu (İbrahim Kaypakkaya da içlerindeydi) bu bildiriye “MDD’ci” olduğu gerekçesiyle şiddetle karşı çıkmıştır.

MDD’nin “Lider”leri?

D. Perinçek, MDD hareketinin birinci liderinin Mihri Belli, ikinci liderininse kendisi olduğunu söylüyor. Mihri Belli, yaşı ve deneyimi nedeniyle MDD’ci gençler tarafından lider kabul edilirdi ama ben Doğu Perinçek’in “ikinci lider” olarak kabul edildiğine ilişkin hiçbir şey hatırlamıyorum.

21 Mayıs 1969 Toplantısı

Benim de Yarılma’da sözünü ettiğim, Mihri Belli’nin annesinin evinde yapılan, o zamanki önde gelen gençlik önderlerini ilk ve son kez bir araya getiren meşhur bir toplantı vardır (Yarılma, s. s. 351-355). Aynı toplantıdan, isim de vererek D. Perinçek de söz etmiş. Fakat son derece tuhaf bir biçimde ve alakasız bir şekilde “o toplantıda” (eğer montaj hatası değilse) Deniz Gezmiş’in kendisinden Filistin’e gitmek için izin istediğini söylüyor. Ben böyle bir şey kesinlikle duymadığım gibi (her şeyi ayrıntısıyla film sahnesi gibi hatırlıyorum), neredeyse on beş kişiyi bulan bir toplantıda Deniz’in böyle bir şey yapması (yani kalkıp Doğu’dan izin istemesi) hem son derece absürttür, hem de sakıncalıdır. Böyle şeyler kesinlikle açık toplantılarda söz konusu edilmezdi. İllegaliteden bir şey anlamasak bile o kadar da salak değildik.  

Dolduruşa Gelmek!

D. Perinçek, silahlı mücadele girişimlerine neyin yol açtığını tahlil etmek yerine, tipik muhafazakâr ve yüzeysel bakış açısıyla, “dolduruşa gelmek” olarak izah etme yoluna gitmiş. Üstelik de bu “dolduruşa getirmeyi” o zamanın saygın sol dergisi ANT dergisinin sırtına yıkmaya çalışarak. Ant Yayınları kapağı “kurşun delikli” kitap yayınlayınca gençler de dolduruşa gelivermişler! Gülünesi düzeysizlikte yorumlar!

Kulaklarını Çekmiş!

Ve D. Perinçek “dolduruşa gelmiş” “çocukların” (Mahir ve Deniz’in) “kulaklarını çeki”vermiş.

Kendini dev aynasında mı görüyor, yoksa “çocukları” “cüce aynasında” mı, belli değil. Sanki kendisi orta yaşta bir öğretmen, Deniz’le Mahir de anaokulu öğrencisi! Oysa gerçeklikte yok böyle bir şey. Mahir’le, bırakın “kulağını çekmeyi” arkadaşça bir diyalogları bile yoktu. Çok sevecen bir insan olan Deniz, Doğu’nun bazı “nasihatlerini” ayıp olmasın diye dinlemiş olabilir, bilmiyorum. Hepsi bu. Tam bir haddini bilmezlik ve geçmişi yeniden ve yalan yanlış yazmak Perinçek’in bu sözleri!

“Sol Komünizm” Çocukluk Hastalığı!

Doğu Perinçek, eskiden var olan teorik düzeyini bile kaybetmiş artık. Her şeyi birbirine karıştırıyor. Örneğin, Lenin’in “Sol Komünist”lere karşı yazdığı Sol Komünizm: Bir Çocukluk Hastalığı adlı kitabın “terörizme” karşı yazıldığını sanıyor. Oysa ne “Sol Komünistler” “teröristti” ya da egemenlerin kullandığı bu deyimi bir kenara bırakalım da “terör yoluyla mücadeleyi” benimsiyorlardı ne de Lenin’in onlara yönelik böyle bir suçlaması söz konusudur? Sol Komünistler, 1917 Devrimi’nin yarattığı ortam içinde, sendikalarda çalışmanın ve parlamentoya katılmanın devrimi geciktireceğini ileri sürmüş, Lenin de onları eleştirmişti. Lenin’in sözü geçen kitabında silaha ya da silahlı mücadeleye ilişkin tek bir sözcük bulunamaz.

300 Ölü mü?

1970’li yıllarda Dev-Yol’la Kurtuluş grupları arasında ölümle sonuçlanan bazı silahlı çatışmalar olduğu ne yazık ki doğrudur. Fakat D. Perinçek yine işkembeyi kübradan atıp “300 Ölü”den söz ediyor. Bu son derece abartılı bir rakamdır ve bence hiçbir araştırmaya dayanmadan kafadan atılmıştır. Kanıtlama yükümlülüğü yoksa ne olacak, at kafadan gitsin!

Marx Kimlerle Uğraşmış?

Her alanda böyle. Örneğin Marx’ın Proudhon’la, Kropotkin’le uğraştığını söylüyor D. Perinçek. Marx, Proudhon’la tanışıyordu, aralarında teorik konularda tartışmalar olduğu herkesin malumudur da, Marx’la (1818-1883) Kropotkin (1842-1921) aynı kuşaktan sayılmazlar ve ben karşı karşıya geldiklerine ilişkin hiçbir bilgiye sahip değilim. Acaba D. Perinçek, Kropotkin’le Bakunin’i (1814-1876) karıştırmış olabilir mi?

Lenin Öldürüldü mü?

D. Perinçek bir ara öfkelenip “Lenin’i kim öldürdü?” diye bağırıyor. Cevabını da kendisi veriyor: “Sosyalist Devrimciler.” Küçük bir detay var! Lenin, Sosyalist-Devrimci Dora Kaplan tarafından vuruldu ama ölmedi. Daha sonra başka nedenlerle felç geçirdi ve bir süre sonra da öldü.

Kelle Koltukta

D. Perinçek’e göre “Tayyip Erdoğan Amerikan emperyalizmine karşı kelle koltukta savaşıyor”muş. Belki haberi olmayan vardır diye bunu da duyurayım dedim bu arada!

Acımasız Parti!

Bir haber daha. Kürtlere karşı en acımasız parti Vatan Partisi’ymiş! Kuşkumuz yok. En ırkçı parti en acımasız parti olur doğal olarak.

Çarkçıbaşı!

Şu anda “bu geminin” kaptanı AKP imiş. Çarkçıbaşını hiç sormayın!

Neyse, siyasete girmeyeceğiz demiştik ya!

Gün Zileli

5 Aralık 2020

www.gunzileli.net

gunzileli@hotmail.com

Hakkında Gün Zileli

Okunası

Soldaki Tevatürler! (ve Bir Açıklama)

Kanıt Göster! Yirmi yıla yakın zaman önce Komün (Yaba, 2007) romanımla ilgili olarak Zürih’te bir …

76 Yorumlar

  1. Birkaç yıl önce gördüğüm şu videodaki adamın Perinçek’e benzerliği dikkatimi çekmişti:
    https://www.youtube.com/watch?v=HXKFyxnKee8

    Şimdi daha da çok benziyor 😀

  2. Zahmet etmişsin,bizim kuşaklar onun ne mal olduğunu biliyor,Yen’i kuşaklarin sa zaten hiçbir şeyden haberi yok

  3. Atsız’ın kitaplarının adı “Bozkurtların Ölümü” ve “Bozkurtlar Diriliyor”.

  4. Benerci hakkında çok çalışma yapıldı, M. N. Roy hakkında olduğu artık biliniyor (zaten kod adı da Bannerjee imiş, Benerci yani). O konuda haksız değil yani Doğu ama evet dediğiniz gibi örnekteki düz bir kadrodur ve kendi örneği de vardır, Doğu bildiğini eksik ifade ettiğinden yanlış oldu.

    İbrahim Kaypakkaya da içlerindeydi demek yerine o dönem İK de içindeydi demek daha doğru olurdu zira “Doğu’nun [yeni kuşak] çömezleri” (İK) bu röportajdan Deniz ve Mahir’in SD savunduğunu anlayıp yazdı, bu ahmaklara malzeme vermemek daha iyi olur.

    Evet bence de Doğu 2. lider değildi (açıkçası ben zaten 2. bir lider olduğunu sanmıyorum zira az bira böyle bir şey olsa, MDD cephesi biraz kaynaşmış bir cephe olurdu, oysa ki birçok gruptan ibaretti) ama bir lider olduğu kesin, o dönem de böyle vurgulanırdı, hedef haline getirilirdi. Belirtilmesi objektiflik adına daha iyi olurdu.

    Doğu’nun Ant’a kitaplarına saldırması yeni değil, yanlış hatırlamıyorsam Halkın Sesi’nde ve Aydınlık’ta da bu argüman ediliyordu, Gün ancak şimdi fark ettiyse bilemem ama kastettiği şey maceracılık düzeyinde dolduruşa gelmek, Belli çevresinin bu anlayışları savunmadığı ve kendi yakın çevresinde Belli’nin şiddetle reddettiği halde gençlik içinde okşaması şeklinde bir dolduruşa gelmek. Ayrıca, sanıyorum ki Gün Zileli de silahlı mücadeleyi zamansız buluyordu bugün, peki sorun nedir?

    Doğu bariz ki Kropotkin ile Bakunin’i karıştırıyor.

  5. İsmail Hakkı cömcü

    Tam bir yalaka olmuş.70 li yıllarda tüm sol gruplarla ilişkim vardı.daha çokta trabzonda dost kitapevi sahibi ile arkadaşlığın sayesinde bu grupla bağlandık vardı.en son dairede kanga jandarmalarının ayaklanmasında çöp ve doğu perinçek lumumbanın katili sesesekoyu destekleyince bu grupla tüm ilişkimi kestim.zaten o zaman dünya sol hareketleri çkp-sbkp arasındaki bölünmede ckp zaman zaman cia ile işbirliği yaptı.örnek che guaveranın katlı angolada cia destekli ünitenin desteklenmesi gibi.bu dönem yalaka hicbir zaman sol olmadı.şimdi ise tam yerini buldu.ayrıca adımın yayınlanmasında hicbir sakınca görmüyorum.ismail hakkı cömcü

  6. Ham hâlini izlemedim ama 140Journos ekibi yaptıkları söyleşileri kurguda bağlamından kopararak kullanmış gibi duruyor. Doğu arkadaş, Deniz arkadaşı anlatırken Filistin bahsini illa ki açar. Ama hiçbir zaman bu konuşmayı 21 Mayıs toplantısına tarihlendirmemiştir. 21 Mayıstan birkaç gün sonra kendisini ziyarete geldiğini (fakülteye?) ve orada Doğu arkadaşın şahsında örgütten/hareketten izin istediğini belirtir. Deniz arkadaş gerçekten izin istemiş midir veya konuşma ne şekilde geçmiştir, bunu bilmemizin imkânı yok. Ben bu konunun bahsinin açılmış olabileceğini, izin alınmışsa bile bunun “icazet” olarak değil, bilgilendirme gibi değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. 140Journos ekibini kurguları hakkındaki soru işaretlerini kaldırmak adına söyleşilerin ham hâllerini paylaşmaya davet ediyorum.

  7. Perinçek solculuğu

    “…Avrupa’dan aldıkları yarım ilimle tefelsüf eden (filozof kesilen) müverrihlerimiz (tarihçilerimiz), muharrirlerimiz…” (Yahya Kemal, Mektuplar Makaleler, 1977 İstanbul, s.17)

    Avrupa’dan aldıkları yarım ilimle solcu kesilen Aydınlıkçılarımız, ulusalcılarımız…

  8. Haklısınız, zaten ben de ihtiyaten parantez içinde (eğer montaj hatası değilse) diye yazmıştım. Eğer öyleyse bunu düzeltmek D.P.’e düşer.

  9. Perinçek, emekli generallerden bile daha geriye düşerken:
    https://www.veryansintv.com/camur-mevziinden-ates

  10. “Vatan savaşı” saçmalığına cephe almadan DP’nin av alanından kurtulamazsınız.

  11. “Vatan savaşı” saçmalığına katılmıyorum zaten. Sadece Perinçek’in hangi konumdan daha geriye düştüğünü göstermek için bir referans noktası olarak o yazıyı koydum.

  12. Evet. O bakımdan önemli.

  13. İşçi Partisi lideriyken işçilerden oy alamayan, vatan partisi liderliğinde de vatandaştan destek görmeyen lider. Ama adamın partisi var arkadaş.
    Birçok kitabın yazarı, yayınevi var, tv’si, radyosu.. Ama kitaplarını almak için de kimse sıraya girmiyor, gazetesine, tv’sine bakaa adamın partisi var arkadaş.
    Şu kötü dünyada herkesin bir tapulu partisi olsa, kimsenin sırtı yere gelmez.
    Ha iş ekmek aş haydar baş, ha vatan matan D.P.
    Zengin çocuğu olmak varmış.
    Akıllı, ağa adam.

  14. “Ortaya çıktığı günden beri sol görünümlü bir gericiliği ve milliyetçiliği savunan Doğu Perinçek ve partisi, her zaman olduğu gibi şimdi de tarihi ve kavramları altüst ederek bugünkü gerici ve ırkçı politikalara sol bir cila sürmeye çalışıyor. Bunlar için olaylar ve kavramlar, o an izlenen gerici politikalara bir sol görünüm kazandırmak için içerikleri boşaltılacak ve istenildiği gibi oynanacak basit araçlardır.
    Türkçü Bonapartist Talat Paşa’yı Jakoben yaptıkları kolaylıkla, Hazreti Muhammet’i de cuntacı yaparlar. Örneğin şöyle yazıyor “Bilim ve Ütopya” dergisinde “Silahlı Peygamber Hazreti Muhammet’in Medeniyet Devrimi” adlı çok bilimsel yazısında bay Doğu Perinçek:
    “Hz. Muhammed de, bütün devlet ve medeniyet kurucuları gibi, elbette silahlı bir güce kumanda etmiştir. Silahlı güç tekeline sahip olmak, devletin ayırt edici özelliğidir. Silahlı güç varsa, devlet vardır. Ve her medeniyet, ancak devletle, silahlı güçle kurulur. İnsanlık kabile toplumundan devlet ve medeniyet kuruculuğuna silahın tekelde toplanmasıyla geçmiştir. İşte İslam Peygamberi’nin büyük başarısı da buradadır.
    Mezopotamya uygarlığı, Mısır, Çin, İran, Türk, Yunan, Roma uygarlıkları, Cromwell’in İngiliz demokrasisi, Washington ve Lincoln’ün Amerikan demokrasisi, Robespierre’in Fransız demokrasisi, Bismarck’ın Alman birliği, Garibaldi’nin İtalyan birliği, hep silahla kurulmadılar mı?”
    Burada yapılan oyunun niteliği çok açıktır. Aynı şekilde, silah ve savaş aracına başvurdukları için, sosyolojik olarak tamamen farklı karakterdeki, farklı sınıfların ve tarihsel dönemlerin ifadesi olan kişi ve hareketler, sadece silaha başvurmalarından hareketle aynı sepete atılmaktadır.
    Bay Perinçek, İslam peygamberinin büyüklüğünü onun başarısında, başarısını da silah kullanmasında bulmaktadır.
    Muhammed’in büyüklüğü Perinçek’in başarısını bağladığı silah kullanmasında değildir; aslında Muhammet başarılı da olamamıştır kurmak istediği düzen gözönüne getirilirse, daha ölümüyle birlikte, cesedi soğumadan, Mekke eşrafı su başlarını kesmiş ve adım adım birkaç on yıl içinde, İslam’ı tipik bir uygarlık ve devlet dini yapmıştır.
    Tümü silahlı ve eşit Müslümanların Camide toplanarak ortak kararlar aldıkları ilk günlerin yerini, Müslümanların silahsız olduğu, silahın sadece devlet ve onun asker ve zaptiyelerinde bulunduğu; Camilerin devletin başındakilerin kararlarının halka duyurulma ve bu karar ve uygulamaları meşrulaştırmanın aracı olduğu, namaz saflarında sembolize olan hukuksal eşitliğin yerine aşılmaz sınıf farklarının geçtiği İslam namlı bir gericilik, soygun ve zulüm düzeni almıştır.
    Muhammet’in büyüklüğü başarısında değil, tam da o başarısız kaldığı noktadadır.
    Eğer Muhammet ile bugün arasında bir paralellik kurmak gerekirse, bugünün Muhammet’i, tüm ulusal devletlere, özellikle bunlar içinde bir ulusu dil, din, etni, soy, tarih vs. ile tanımlayan devletlere karşı, “vatanım yeryüzü milletim İnsanlık” parolasıyla bu devletleri yıkmak için mücadele eden olabilir. O günün putları ve aşiretleri ve soy kardeşliği ne ise ve nasıl Muhammet o soyları, aşiretleri ve onların putlarını parçaladı ise, bugünün Muhammet’i de bugünün dünyasının aşiretleri olan ulusları, bugünün dünyasının putları olan ulusal bayrakları; bugünün soydaşlığı olan ulusçuluğa ve ulus kardeşliğine kutsal cihat açan; bütün ulusal devletleri “darülharp” olarak görendir.”

    Talat Paşa Jakoben miydi? (Jakobenizm Nedir? Osmanlı’da Kim Jakobendi? Bugün Kimdir?)
    Demir Küçükaydın
    https://demirden-kapilar.blogspot.com/2015/04/talat-pasa-jakoben-miydi-jakobenizm.html

  15. Nihal Atsız: Tanrı Dağı kadar ırkçı, Hira Dağı kadar İslam düşmanı
    https://www.haksozhaber.net/nihal-atsiz-tanri-dagi-kadar-irkci-hira-dagi-kadar-islam-dusmani-137968h.htm

  16. Haksözcüler’in ideolojisi de en az Atsız’ınki kadar saçma. AKP yandaşı bu grup, Atsız gibi meczuplara vurarak milliyetçi kesimlere “sakın ha Türk-İslam sentezinden sapmayın” demeye ve onları (özellikle İYİP’i) AKP’nin payandası haline getirmeye çalışıyor.

  17. Haksözcü (dinci) ve Atsızcı (ırkçı) ideolojilere başka bir örnek: Ebubekir Sifil ve Yılmaz Özdil.

    “Erkeğin farklı illerde eşi olabilir” sözleriyle gündeme gelen Yalova Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olan Doç. Dr. Ebubekir Sifil, yine tepki çeken ifadeler kullandı.
    “DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI’NA BİR TEKLİF: Başta Yılmaz Özdil ve Cüneyt Akman olmak üzere dinî sembol ve değerlerle, duayla, namazla… alay edenler, kim olurlarsa olsunlar, öldüklerinde cesetleri camilerimize sokulmasın, cenaze namazları kılınmasın.”
    OdaTV

    Yesinler birbirlerini.
    Cüneyt Akman kim bilmediğimden hakkında konuşmam doğru olmaz fakat öbür ikisi birbirinden beter iki gericidir.

  18. “Ebubekir Sifil adında bir yobaz, Diyanet’e çağrıda bulundu, “gazeteciler Yılmaz Özdil ve Cüneyt Akman öldüklerinde cesetleri camilerimize sokulmasın, cenaze namazları kılınmasın” dedi.”

    Yobazın tehdidi

    Yılmaz Özdil, Sözcü
    https://www.sozcu.com.tr/2020/yazarlar/yilmaz-ozdil/yobazin-tehdidi-6173641/

    Yılmaz Özdil adında bir ırkçı, Ahmet Türk’e atılan yumruğu savundu, Dersim ve Uludere katliamlarını meşrulaştırmaya çalıştı.

    Irkçının ikiyüzlülüğü

  19. Eğilip bükülmeden, AKP karşıtı mücadele ile devrim mücadelesini aynı zeminde yürüten, yeni ve genç bir özne arayanlar için:
    https://dsosyal.com/devrim/sayi-12/
    https://devrim.org.tr/

  20. yabancı ve gayrımilli

    “Sürekli “yerli ve milli” olduklarını iddia edenlerin konu din ile ilgili olunca Arapça ısrarının nedeni nedir?”

    Zülal Kalkandelen : Türkçe ezan üzerinden kopan gericilik fırtınası – Cumhuriyet
    https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/zulal-kalkandelen/turkce-ezan-uzerinden-kopan-gericilik-firtinasi-1801687

  21. Forest Hermit

    Abi, Meral Akşener’in eşi de eski Aydınlıkçı’ymış 😀 😀 😀
    Tanışıyor muydunuz?

    https://odatv4.com/sanirim-dogu-perincek-benden-hic-hoslanmaz-08012135.html

  22. Tuncer Akşener’i tanımıyorum.

  23. Materyalist Hacı Baba

    Tarihte olaylar ilkinde trajedi (Stalin), ikincisinde komedi (Perinçek) olarak tekerrür eder.

  24. Günnur Ünverdi ve Ali Arıcı’yı tanırım. 1975 yılındaki İncirlik yürüyüşünde birlikte yakalanmış ve Adana’da Cezaevi’nde yatmıştık.

  25. Fazlasıyla ulusalcı Hikmet Çiçek. Bu mantıkla VP ile mücadele edeceğinizi mi sanıyorsunuz? O çukur sizi çeker.

  26. Çukur derken?

    “Ulusalcılık” dediğiniz, Saray rejiminin silmeye çalıştığı 150 yıllık modernleşme birkimi ise, bunda “çukur” falan yok. Asıl AKP, MHP ve VP’nin el ele yuvarlandığı çukur, bu birikimin zıttıdır.

  27. Ulusalcı arkadaşların yerinde olsam şunu sorar düşünürdüm: Nasıl oldu da VP bu çukura düştü? Ulusalcı bir hat izlemesinin bunda etkisi oldu mu? Bence fazlasıyla oldu. Siz paradigmanızı halkın çıkarlarına göre değil de devletin çıkarlarına göre kurarsanız (ki ulusalcılıktır bu) günün birinde devleti ele geçiren (bugünkü gibi) en reaksiyoner güçlerin yanına düşersiniz. Ulusalcılık çukuru budur işte. Ulusalcılık derken 150 yıllık modernleşme birikimini kastetmedim. Bu birikimle de bazı önemli çatışmalarım vardır ama sonuçta onu bugün iktidara karşı mücadelede müttefik olarak görürüm. İktidarın karşısındaki ulusalcıları da müttefik görürüm ama onları ulusalcılığın çok kötü noktalara varabileceğiı konusunda (örnek VP) uyarmak gerekir.

  28. VP’nin bu düşüşündeki esas neden, ABD ve AB ile birtakım ciddi gerilimler yaşayan AKP’nin 2015’ten itibaren can havliyle diğer bloka (Rusya ve Çin) yanaşmasıdır. Esas belirleyici etken eğer soyut bir “devlet çıkarları” tapıncı olsaydı, bütün düzen partilerinin (CHP ve İYİP de dahil) VP ile aynı konuma gelmesi gerekirdi, ama durum böyle değil.

    Ek olarak: Farz edelim ki siz devletperver biri olsaydınız, AKP’nin yaptığı gibi devlet kurumlarının cahil, niteliksiz ve tamahkar kadrolarla doldurulmasını, bütün denge ve denetim mekanizmaları ile klasik “devlet aklının” yok edilmesini savunur muydunuz?

  29. Haklısınız, biraz tek yönlü bir yorum benimkisi. Başka faktörler de var belirttiğiniz gibi. Rusya meselesi salt bir taktiktir VP açısından. Staratejik ortalığı ile Çin’ledir, bu doğru. Bu faktör belki de belirleyici. Yine de ulusalcılığın tehlikeleri konusunda ısrarcıyım.

  30. VP’de deprem devam ediyor.

    Basına ve kamuoyuna açıklama:
    Vatan Partisi’nden neden istifa ediyoruz?

    50 yıllık Aydınlık hareketi ve Vatan Partisi, geçtiğimiz beş yıldır yaşanan ve giderek ideolojik bir karaktere bürünen derin siyasal ve örgütsel sorunlar nedeniyle bir yol ayrımına gelmiştir. Yol ayrımını belirleyen temel etken; Genel Başkan ve Genel Merkez yönetiminin, Parti’nin devrimci ideolojik ve siyasal hattından uzaklaşması, Türk Devriminin (MDD) stratejik programından, onun ilke ve değerlerinden kopmasıdır. Böylece, Türk Devrimine ideolojik ve stratejik olarak düşman bir mafyatik-tarikatçı-İhvancı gücün eklentisi, uzantısı haline gelmiş; onun günlük siyaset ve taktiklerinin edilgen bir izleyicisi konumuna savrulmuştur. Bütün eleştiri ve uyarılara rağmen, girilen bu yolda ısrar edilerek geri dönülmez bir noktaya gelinmiştir.

    Devrimci ilke ve değerlerden kopup sağa savrulmanın ve sistemin bir parçası haline gelmenin pratikteki somutlanışı, Parti’nin hem niceliksel hem de niteliksel temel hedefi olan bağımsız devrimci bir kuvvet merkezi olma amacından fiilen vazgeçilmiş olmasıdır. 2015’te Vatan Partisi’nde birleşen ve büyük bir çekim enerjisi oluşturan Türkiye’nin devrimci yurtsever dinamikleri, geçtiğimiz bu beş yıllık süreçte izlenen yanlış siyasal taktik, yöntem, söylem ve usluplar sonucu darmadağın edilmiştir. Aydınlık satışının 1500’lere kadar düşmesi bunun somut göstergesidir. Kısacası, Parti’nin devrimci program ve stratejisi, AKP yandaşı günlük, konjönktürel siyaset ve taktiklere kurban edilmiştir.

    Devrimci bir partinin bütün faaliyetlerinin odaklandığı temel hedef, ideolojik ve siyasal bağımsızlığını koruyarak iktidar olmak için gerekli kuvveti yaratmaktır. Her siyasal parti için geçerli olan bu ilke, devrimciler için bütün çalışmaların özünü, can damarını oluşturur. Bu ilke, aynı zamanda siyasi ve örgütsel çalışmalarda doğru ile yanlışı, başarı ile başarısızlığı ayırdetmenin biricik ölçütüdür. Genel Başkanın bütün söz ve eylemleri, Devrim kavramının gerçek özünün boşaltılıp devrimin önderliğinin Tayyip Erdoğan’lara bırakıldığını, dolayısıyla bağımsız kuvvet yaratmaktan fiilen vazgeçildiğini göstermektedir. Böylece Parti bir fikir kulübüne, AKP iktidarının bir yan örgütüne, stratejik danışma kuruluşuna indirgenmiştir. Bu durum, Vatan Partisi’nin bağımsız bir siyasal özne ve kimlik olma özelliğini yitirdiğini göstermektedir.

    Oysa, hem en etkili eleştiriyi, hem de de en güçlü caydırıcılığı içeren bağımsız devrimci kuvvet olmak, uzun vadeli, kararlı ve tutarlı bir vatan savunması ve vatan savaşının, “tam bağımsız ve gerçekten demokratik Türkiye” hedefine ulaşmanın biricik güvencesidir. Bu nedenle, esas görev, Vatan Partisi’nin merkezinde olduğu bağımsız devrimci bir kuvvet yaratmak iken, ikisi de emperyalizm projesi olan partilerden açıkça birinin yanında yer almayı seçmek, Türkiye’nin devrimci yurtsever dinamikleri açısında kabul edilemez bir sapmadır.

    Sık sık tekrarlanan “çığ gibi büyüyoruz”, “akın akın bize katılıyorlar” gibi gerçek dışı, aşırı abartılı söylemler, Parti’deki muazzam küçülmeyi gizleme, perdeleme amaçlı ve sorunlu bir ruh halini yansıtmaktadır. Üstelik, Tayyip Erdoğan ve AKP sözcülerinin, çoğu yalanlarla örülü, günü kurtarmaya yönelik yapay gündem yaratma amaçlı demagojik söylemleri “devrimci” tavır olarak “altına imza atılıp” yüceltilmekte alkışlanmaktadır. Dahası, iktidarın “milli ve yerli”ci, Batı karşıtı çoğu samimiyetten ve tutarlılıktan uzak yapay açıklamaları, “iktidarı biz yönlendiriyoruz” avuntusuyla sahiplenilerek gülünç duruma düşülmektedir.

    Sözkonusu büyük kuvvet kaybının hesabını veremeyen/vermeyen bir yönetimin devrimci bir önderlik olarak saygın varlığını sürdürmesi, ciddiye alınması, devrimci ilkeleri geliştirmesi ve yaşatması olanaksızdır. Bu durumda ne emekçileri ne de Atatürkçü devrimci yurtsever aydınları kazanması ve onları temsil etmesi mümkündür.

    Cumhur İttifakı’yla birleşme, onunla aynı cephede görünme siyasetinde ısrar etmek, “adaletin altın çağı” diyerek onların hak ve adalet duygusunu yok eden Cumhuriyet karşıtı, sahte millici söylem ve uygulamalarını görmezden gelmek, bunlara teorik kılıflar üretmek, neredeyse VP’nin günlük siyasetlerinin esasını oluşturmaktadır. AKP kuyrukçusu bu tavırların Türkiye’nin gerçekleri ve devrimci dinamikleri ile çatıştığı her noktada gerçeklerin çarpıtılması, hatta sık sık yalanlara başvurulması olağan hale gelmiştir.

    İdeoloji; felsefi-teorik ve siyasi kavramları tekrarlamak değildir. Bunu sahte Marksist liberal solcular kavramların içeriğini boşaltarak yeterince yapıyor. Devrimci ideolojinin ruhunu, özünü oluşturan şey, onu benimseyenlerin, koşulların gerektirdiği siyaset ve taktikler ne olursa olsun, ruhen, manen, bütün benlikleri ve eylemleriyle, sözle eylem bütünlüğünü sağlayarak emekçi halkın özlem ve taleplerinin bir parçası olma çabasıdır. Oysa Vatan Partisi Genel Başkanı ve Merkez yönetimi, lafızda ne söylerse söylesinler, siyasi ve örgütsel pratikleriyle, devrimci ruha yabancılaşmışlardır. AKP yandaşlığı üzerinden nesnel olarak işçi ve emekçilerin karşısındaki mafyatik vurguncu, rantçı, tefeci sınıfların yanında yer alınmaktadır. Aynı zamanda, çağdaş, Atatürkçü ve Cumhuriyetçi büyük kitleden de ruhen, manen kopulmuştur.

    Genel Başkan’ın, “emekçi haklarına neden önem vermiyorsunuz” içerikli sorulara verdiği “servet düşmanlığı yapmayalım”, bir yöneticinin “Tayyip Erdoğan’a ne kadar güvenebiliriz” sorusuna verdiği “sana güvenmem, Erdoğan’a güvenirim” içerikli yanıtları, devrimci ideolojik rotaya ve devrimci ruhtan kopmanın tipik, çarpıcı örnekleridir. Bu tavırlar; kapitalistten işçi haklarını; ortaçağ güçlerinden yurttaşlığı, ulusalcılığı ve vatanseverliği; mafyalaşmış emperyalizmin uzantısı rantçı, vurguncu mafya ve tarikat güçlerinden üretim ekonomisini ve bağımsızlığı savunmalarını beklemek aymazlığı ve boş hayalciliği ile eş anlamlıdır.

    Karşıdevrimci bir kampın trenine eklenmiş bir vagon olmayı kabullenmenin ve bunu Parti’nin devrimci kitlesine anlatma imkansızlığının kaçınılmaz sonucu olarak, sözkonusu gerçeği hatırlatan ve eleştirenlere yönelik hakaret ağırlıklı, kibirli, saldırgan ve dışlayıcı bir tutum alınmıştır. Bunun doğal bir parçası olarak da, demokratik merkeziyetçilik, kurumlaşma / kurumların inisiyatifi, canlı, üretici ve yaratıcı fikir ortamı ortadan kaldırılmıştır. Bunun önemli bir nedeni, kendi üye kitlesine, devrimci dinamiklerine dayanmaktan vazgeçmek, dolayısıyla bağımsız kişiliğine yabancılaşıp başka bir merkezin etki alanına girmektir. Kongre sürecinde bile, üyelerin raporu özgürce ve gönül rahatlığı içinde eleştirme hakkı ortadan kaldırılmış; eleştiride ısrar edenler hot zotlarla, hakaret ve aşağılamalarla susturulmaya çalışılmıştır. Üyelerin görevi, Genel Başkanın konuşmalarını kafa sallayarak ya da alkışlayarak onaylamaya indirgenmiştir.

    Son 4-5 yıllık süreçte oluşan, 50 yıllık emeğin ürünü ve 2015’te zirveye ulaşan büyük devrimci enerjinin yok edildiği bu tablo, VP merkezinin önümüzdeki süreçte Türk Devrimine önderlik etme yeteneği ve güvenini yitirdiğini göstermektedir. Bu tablo, Parti’nin yerini, hayranlık duyulan tek adam Erdoğan benzeri, tek karar sahibi Doğu Perinçek’in aldığı, parti kurum, örgüt ve kadrolarının kişiliksiz, iddiasız, tartışmayan, sorgulamayan, sadece onaylayan, kafa sallayan memurlara ya da müritlere dönüştüğü şeyh-mürit ilişkisi benzeri bir yapıyı resmetmektedir.

    Bütün bu nedenlerle, Vatan Partisi’nde bir devrimcinin yapacağı bir şey kalmamıştır. Başarısızlıkların, yanlışların düzeltilmesi ve aşılmasının koşulları yok edilmiştir. Devrimci kavram ve değerlerin kirletildiği, yozlaştırıldığı böyle bir yapıda kalmak, niyetimiz ne olursa olsun, kirlenmeyi, çürümeyi, yozlaşmayı paylaşmak anlamına gelecektir.

    Bizler Vatan Partisi üyeliğinden istifa ederek, Türk devrimine ve Atatürkçü yurtsever devrimcilere verilecek zararların, enerji kaybının ve vicdanlardaki kirlenmenin bir nebze olsun azaltılmasına, Türk Devriminin dinamiklerine umut ve moral verebilecek yeni ufukların açılmasına hizmet etmiş olacağımıza inanıyoruz.

    Mehmet Ulusoy / Teori dergisi E. Yazı Kurulu Sekreteri ve yazarı, 68’liler Birliği Vakfı E. Y. Kurulu üyesi.
    Cemil Altaylı / İstanbul, Ressam.
    Prof Dr. M. Can Akyolcu / İstanbul, 68’liler Birliği Vakfı E. Yönetim K. üyesi.
    Hasan Toprak / Kağıthane E. İlçe Başk. ve Kurultay delegesi.
    Fikret Babuş / 68’liler Birliği Vakfı E. Yönetim K. ve Mersin ADD E. Yönetim K. üyesi.
    Hüseyin Yalçın / Çanakkale. 68’liler Birliği Vakfı E. Yönetim K. üyesi.
    Fuat Ispalarlı / Haber-Sen (KESK) E. Yüneti K. üyesi.
    Recai Altuntaş / İstanbul E. İl Sekreteri.
    Bahri Karakuş / Şişli.
    Şükran Değrmenci / Balıkesir-Edremit.

  31. Basına ve kamuoyuna açıklama:
    Vatan Partisi’nden neden istifa ediyoruz?

    50 yıllık Aydınlık hareketi ve Vatan Partisi, geçtiğimiz beş yıldır yaşanan ve giderek ideolojik bir karaktere bürünen derin siyasal ve örgütsel sorunlar nedeniyle bir yol ayrımına gelmiştir. Yol ayrımını belirleyen temel etken; Genel Başkan ve Genel Merkez yönetiminin, Parti’nin devrimci ideolojik ve siyasal hattından uzaklaşması, Türk Devriminin (MDD) stratejik programından, onun ilke ve değerlerinden kopmasıdır. Böylece, Türk Devrimine ideolojik ve stratejik olarak düşman bir mafyatik-tarikatçı-İhvancı gücün eklentisi, uzantısı haline gelmiş; onun günlük siyaset ve taktiklerinin edilgen bir izleyicisi konumuna savrulmuştur. Bütün eleştiri ve uyarılara rağmen, girilen bu yolda ısrar edilerek geri dönülmez bir noktaya gelinmiştir.

    Devrimci ilke ve değerlerden kopup sağa savrulmanın ve sistemin bir parçası haline gelmenin pratikteki somutlanışı, Parti’nin hem niceliksel hem de niteliksel temel hedefi olan bağımsız devrimci bir kuvvet merkezi olma amacından fiilen vazgeçilmiş olmasıdır. 2015’te Vatan Partisi’nde birleşen ve büyük bir çekim enerjisi oluşturan Türkiye’nin devrimci yurtsever dinamikleri, geçtiğimiz bu beş yıllık süreçte izlenen yanlış siyasal taktik, yöntem, söylem ve usluplar sonucu darmadağın edilmiştir. Aydınlık satışının 1500’lere kadar düşmesi bunun somut göstergesidir. Kısacası, Parti’nin devrimci program ve stratejisi, AKP yandaşı günlük, konjönktürel siyaset ve taktiklere kurban edilmiştir.

    Devrimci bir partinin bütün faaliyetlerinin odaklandığı temel hedef, ideolojik ve siyasal bağımsızlığını koruyarak iktidar olmak için gerekli kuvveti yaratmaktır. Her siyasal parti için geçerli olan bu ilke, devrimciler için bütün çalışmaların özünü, can damarını oluşturur. Bu ilke, aynı zamanda siyasi ve örgütsel çalışmalarda doğru ile yanlışı, başarı ile başarısızlığı ayırdetmenin biricik ölçütüdür. Genel Başkanın bütün söz ve eylemleri, Devrim kavramının gerçek özünün boşaltılıp devrimin önderliğinin Tayyip Erdoğan’lara bırakıldığını, dolayısıyla bağımsız kuvvet yaratmaktan fiilen vazgeçildiğini göstermektedir. Böylece Parti bir fikir kulübüne, AKP iktidarının bir yan örgütüne, stratejik danışma kuruluşuna indirgenmiştir. Bu durum, Vatan Partisi’nin bağımsız bir siyasal özne ve kimlik olma özelliğini yitirdiğini göstermektedir.

    Oysa, hem en etkili eleştiriyi, hem de de en güçlü caydırıcılığı içeren bağımsız devrimci kuvvet olmak, uzun vadeli, kararlı ve tutarlı bir vatan savunması ve vatan savaşının, “tam bağımsız ve gerçekten demokratik Türkiye” hedefine ulaşmanın biricik güvencesidir. Bu nedenle, esas görev, Vatan Partisi’nin merkezinde olduğu bağımsız devrimci bir kuvvet yaratmak iken, ikisi de emperyalizm projesi olan partilerden açıkça birinin yanında yer almayı seçmek, Türkiye’nin devrimci yurtsever dinamikleri açısında kabul edilemez bir sapmadır.

    Sık sık tekrarlanan “çığ gibi büyüyoruz”, “akın akın bize katılıyorlar” gibi gerçek dışı, aşırı abartılı söylemler, Parti’deki muazzam küçülmeyi gizleme, perdeleme amaçlı ve sorunlu bir ruh halini yansıtmaktadır. Üstelik, Tayyip Erdoğan ve AKP sözcülerinin, çoğu yalanlarla örülü, günü kurtarmaya yönelik yapay gündem yaratma amaçlı demagojik söylemleri “devrimci” tavır olarak “altına imza atılıp” yüceltilmekte alkışlanmaktadır. Dahası, iktidarın “milli ve yerli”ci, Batı karşıtı çoğu samimiyetten ve tutarlılıktan uzak yapay açıklamaları, “iktidarı biz yönlendiriyoruz” avuntusuyla sahiplenilerek gülünç duruma düşülmektedir.

    Sözkonusu büyük kuvvet kaybının hesabını veremeyen/vermeyen bir yönetimin devrimci bir önderlik olarak saygın varlığını sürdürmesi, ciddiye alınması, devrimci ilkeleri geliştirmesi ve yaşatması olanaksızdır. Bu durumda ne emekçileri ne de Atatürkçü devrimci yurtsever aydınları kazanması ve onları temsil etmesi mümkündür.

    Cumhur İttifakı’yla birleşme, onunla aynı cephede görünme siyasetinde ısrar etmek, “adaletin altın çağı” diyerek onların hak ve adalet duygusunu yok eden Cumhuriyet karşıtı, sahte millici söylem ve uygulamalarını görmezden gelmek, bunlara teorik kılıflar üretmek, neredeyse VP’nin günlük siyasetlerinin esasını oluşturmaktadır. AKP kuyrukçusu bu tavırların Türkiye’nin gerçekleri ve devrimci dinamikleri ile çatıştığı her noktada gerçeklerin çarpıtılması, hatta sık sık yalanlara başvurulması olağan hale gelmiştir.

    İdeoloji; felsefi-teorik ve siyasi kavramları tekrarlamak değildir. Bunu sahte Marksist liberal solcular kavramların içeriğini boşaltarak yeterince yapıyor. Devrimci ideolojinin ruhunu, özünü oluşturan şey, onu benimseyenlerin, koşulların gerektirdiği siyaset ve taktikler ne olursa olsun, ruhen, manen, bütün benlikleri ve eylemleriyle, sözle eylem bütünlüğünü sağlayarak emekçi halkın özlem ve taleplerinin bir parçası olma çabasıdır. Oysa Vatan Partisi Genel Başkanı ve Merkez yönetimi, lafızda ne söylerse söylesinler, siyasi ve örgütsel pratikleriyle, devrimci ruha yabancılaşmışlardır. AKP yandaşlığı üzerinden nesnel olarak işçi ve emekçilerin karşısındaki mafyatik vurguncu, rantçı, tefeci sınıfların yanında yer alınmaktadır. Aynı zamanda, çağdaş, Atatürkçü ve Cumhuriyetçi büyük kitleden de ruhen, manen kopulmuştur.

    Genel Başkan’ın, “emekçi haklarına neden önem vermiyorsunuz” içerikli sorulara verdiği “servet düşmanlığı yapmayalım”, bir yöneticinin “Tayyip Erdoğan’a ne kadar güvenebiliriz” sorusuna verdiği “sana güvenmem, Erdoğan’a güvenirim” içerikli yanıtları, devrimci ideolojik rotaya ve devrimci ruhtan kopmanın tipik, çarpıcı örnekleridir. Bu tavırlar; kapitalistten işçi haklarını; ortaçağ güçlerinden yurttaşlığı, ulusalcılığı ve vatanseverliği; mafyalaşmış emperyalizmin uzantısı rantçı, vurguncu mafya ve tarikat güçlerinden üretim ekonomisini ve bağımsızlığı savunmalarını beklemek aymazlığı ve boş hayalciliği ile eş anlamlıdır.

    Karşıdevrimci bir kampın trenine eklenmiş bir vagon olmayı kabullenmenin ve bunu Parti’nin devrimci kitlesine anlatma imkansızlığının kaçınılmaz sonucu olarak, sözkonusu gerçeği hatırlatan ve eleştirenlere yönelik hakaret ağırlıklı, kibirli, saldırgan ve dışlayıcı bir tutum alınmıştır. Bunun doğal bir parçası olarak da, demokratik merkeziyetçilik, kurumlaşma / kurumların inisiyatifi, canlı, üretici ve yaratıcı fikir ortamı ortadan kaldırılmıştır. Bunun önemli bir nedeni, kendi üye kitlesine, devrimci dinamiklerine dayanmaktan vazgeçmek, dolayısıyla bağımsız kişiliğine yabancılaşıp başka bir merkezin etki alanına girmektir. Kongre sürecinde bile, üyelerin raporu özgürce ve gönül rahatlığı içinde eleştirme hakkı ortadan kaldırılmış; eleştiride ısrar edenler hot zotlarla, hakaret ve aşağılamalarla susturulmaya çalışılmıştır. Üyelerin görevi, Genel Başkanın konuşmalarını kafa sallayarak ya da alkışlayarak onaylamaya indirgenmiştir.

    Son 4-5 yıllık süreçte oluşan, 50 yıllık emeğin ürünü ve 2015’te zirveye ulaşan büyük devrimci enerjinin yok edildiği bu tablo, VP merkezinin önümüzdeki süreçte Türk Devrimine önderlik etme yeteneği ve güvenini yitirdiğini göstermektedir. Bu tablo, Parti’nin yerini, hayranlık duyulan tek adam Erdoğan benzeri, tek karar sahibi Doğu Perinçek’in aldığı, parti kurum, örgüt ve kadrolarının kişiliksiz, iddiasız, tartışmayan, sorgulamayan, sadece onaylayan, kafa sallayan memurlara ya da müritlere dönüştüğü şeyh-mürit ilişkisi benzeri bir yapıyı resmetmektedir.

    Bütün bu nedenlerle, Vatan Partisi’nde bir devrimcinin yapacağı bir şey kalmamıştır. Başarısızlıkların, yanlışların düzeltilmesi ve aşılmasının koşulları yok edilmiştir. Devrimci kavram ve değerlerin kirletildiği, yozlaştırıldığı böyle bir yapıda kalmak, niyetimiz ne olursa olsun, kirlenmeyi, çürümeyi, yozlaşmayı paylaşmak anlamına gelecektir.

    Bizler Vatan Partisi üyeliğinden istifa ederek, Türk devrimine ve Atatürkçü yurtsever devrimcilere verilecek zararların, enerji kaybının ve vicdanlardaki kirlenmenin bir nebze olsun azaltılmasına, Türk Devriminin dinamiklerine umut ve moral verebilecek yeni ufukların açılmasına hizmet etmiş olacağımıza inanıyoruz.

    Mehmet Ulusoy / Teori dergisi E. Yazı Kurulu Sekreteri ve yazarı, 68’liler Birliği Vakfı E. Y. Kurulu üyesi.
    Cemil Altaylı / İstanbul, Ressam.
    Prof Dr. M. Can Akyolcu / İstanbul, 68’liler Birliği Vakfı E. Yönetim K. üyesi.
    Hasan Toprak / Kağıthane E. İlçe Başk. ve Kurultay delegesi.
    Fikret Babuş / 68’liler Birliği Vakfı E. Yönetim K. ve Mersin ADD E. Yönetim K. üyesi.
    Hüseyin Yalçın / Çanakkale. 68’liler Birliği Vakfı E. Yönetim K. üyesi.
    Fuat Ispalarlı / Haber-Sen (KESK) E. Yüneti K. üyesi.
    Recai Altuntaş / İstanbul E. İl Sekreteri.
    Bahri Karakuş / Şişli.
    Şükran Değrmenci / Balıkesir-Edremit.

  32. VP’den ayrılanlar sonuna kadar haklıdır. Fakat önlerindeki en önemli handikap, bu kişilerin çoğunun eski kuşaklardan olmasıdır. Yeni bir hareket kuracaklarsa, pratikte bunun mayasının tutabilmesi için VP’den daha önceki yıllarda tasfiye edilmiş veya istifa etmiş olan daha genç kuşaklardan kişileri de bulup onlarla birlikte hareket etmeleri elzemdir.

  33. Gün abi, VP’de istifa haberlerini okurken çekirdek çitliyor musun? Lütfen doğruyu söyle 😀

  34. Ferit İlsever de
    istifa ederse belki 🙂

  35. Gün abi sence bu istifaların tr siyasetine herhangi bir etkisi olması mümkün mü ? Toplumsal bir karşılığı var mı, bir kopuşu temsil ediyor mu ?

  36. Beklenen daha büyük çözülme olursa, bu, iktidar cephesinde yer alanların başına gelecekler açısından önemli olacaktır.

  37. Bu istifaların önemini 3 maddede toplayabiliriz:
    1 – AKP rejiminin yedek lastiklerinden birinin tahrip olması.
    2 – Ulusalcı kesimlerde, AKP rejiminin niteliği hakkındaki karşı kafa karışıklıklarını giderecek yeni bir öznenin oluşması.
    3 – Parti bürokratizmini ve liderlik kültünü en uç noktalara taşıyan bir örgütün ibretlik iflası ve bu iflastan çıkarılabilecek yeni örgütlenme dersleri. Örneğin: http://www.mehmetbedrigultekin.com/2021/01/28/parti/

  38. Perinçek’in Türkiye soluna tek katkısı, Maoizm’in itibarını sıfırlamış olmasıdır 😀

  39. Sizin istifa etmeye bile hakkınız yok, sadece atılmaya hakkınız var demek istemişlerdir.

  40. Gün Ağabey,
    Yıllar önce (çok yıllaaar özce değil, az yıllar önce, belki on yıl falan önce) demiştin ki, Doğu Perinçek’ten sonra partinin başına Aslan Kılıç gelir. İçlerinde en silik kişi o.
    Şimdi durum değişti galiba. Doğu bey partideki ilk iki üç kuşağı tasfiye ediyor, yönetimlere ise dördüncü kuşaktan kişileri getirip duruyor. Başkanlık ihtimali, taliplilerden Adnan Akfırat ile Tugay Şen arasında gidip geliyor galiba. Sen ne dersin abi?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir