Timsah, Buldozer, Tank ve Biz…

 (yazı eksik çıkmıştır. Şu saatten itibaren -11.20- tamamı konmuş bulunuyor. Özür dilerim. G.Z.)

 

 

Türkiye’de Anarşizm-Yüz Yıllık Gecikme (İletişim, 2013) kitabında, Barış Soydan’ın benimle yaptığı röportajda, Türkiye’deki anarşistlerin aktüel politikaya ilgisizliğini eleştirerek şöyle demiştim:

“Anarşizmin politikaya uzak olması hem avantaj hem dezavantaj. Politik olmamak apolitik olmaya da dönüşebiliyor. Tamam, timsaha karşıyız ama timsaha karşı olmak başka, timsaha karşı uyanık olmamak başka. Timsaha karşı olmak onunla ilgilenmemek anlamına gelmemeli. Çünkü ilgilenmezsen timsah gelip seni yutar.”

Elbette bu, politika denen şeyi anlatabilmek için kullandığım bir metafordu. Timsah yerine başka bir metafor da kullanabilirdim. Örneğin, “buldozere karşı olmak onunla ilgilenmemek anlamına gelmemeli. Çünkü ilgilenmezsen buldozer seni ezip geçer” de diyebilirdim.

Bu metaforu, bugün (6 Nisan 2013) Taraf  gazetesindeki “Bir Toplantı Üstüne” başlıklı yazısında Murat Belge, politikanın ete kemiğe bürünmüş hâli olan devleti anlatmak için kullanarak şöyle demiş:

“Hep söylerim, devletler, hükümetler iri kıyım nesnelerdir. Örneğin buldozer gibidir. Onlar toprağı düzlemeden yol yapılamaz. Bu demektir ki, onlar olmadan bir şey yapılamaz. Ama açılan yolun kenarına çiçek ekmek buldozerin işi değildir.”

Bugüne kadar “liberal” olarak muhatap aldığımız, eleştirdiğimiz bir yazarın bu devletçi görüşünün eleştirisini yazının sonunda, ayrı bir bölümde ele almak üzere, metaforlardan hareketle bugünün gerçekliğine soğukkanlılıkla bakmaya çalışalım.

Benim röportajda “timsah” metaforuyla anlattığım durum o gün için ve hatta genelde doğru olmakla birlikte, kanımca bugün bir ölçüde geçerliliğini yitirmiş gibi görünüyor. Elbette timsaha (politikaya) karşı ilgisiz kalmamakla, hatta zaman zaman bu alana ani gerilla saldırıları yapmaya devam etmekle birlikte, ilerlemekte olan buldozerin (devletin) karşısında (şoför mahallinde Tayyip Erdoğan oturmakla birlikte yanında oturan ve direksiyonu şu yana sür diyen Murat Belge’yi de uzaktan görebiliyoruz) geri çekilmemiz gerekmektedir.

Çünkü şu anda ne timsaha ne de buldozere direnecek gücümüz var ve politika timsahı kazara yanına yaklaşanı yerken, devlet buldozeri de önüne geleni ezip geçmektedir. Örneğin, timsah, KESK Başkanının kolunu, ardından da 78’liler Vakfı Başkanının bacağını kapıp onları buldozerin önüne atmıştır. Büyük homurtularla ilerleyen buldozer Kürt hareketini ezip geçmek üzeredir ve timsah onun ezdiği gövdeleri mideye indirmek için buldozerin arkasından gelmektedir. Bence bu durumda yapılacak en akıllıca şey, timsahtan da buldozerden de olabildiğince uzak durmaktır. Kendimizi korumamız gerekiyor. Uzak bir yere çekilip timsahın ve buldozerin hareketlerini gözleyelim elbette ama onlarla hiçbir şekilde yakın ve sıcak temasta olmayalım bir süreliğine. Şu an için kendimizi korumanın tek yolu bu gibi geliyor bana.

Böyle düşünmeme yol açan şey sadece timsahın ve buldozerin aç gözlüce ilerleyişleri değil. Bana öyle geliyor ki, yakın bir zamanda buldozerle (bugünkü devlet), karşı istikametten gelen bir tank (eski devlet) arasında şiddetli bir çarpışma da yaşanacak. Gerçi tankın topu çalışmıyor ve paletleri de çıkarılmış ama yine de tank tanktır. Bu iki korkunç makinenin çarpışma veya çatışmasında bizim yer alacağımız bir taraf yok, kesinlikle yok. Üstelik, eğer “düşmanlar arasındaki çatışmadan yararlanalım” gibi politik bir oyuna dâhil olmaya kalkışırsak ikisinin arasında ezilmemiz ya da alesta bekleyen timsahın midesine gitmemiz çok kuvvetli ihtimaldir.

İşte bütün bu nedenlerle yüksek bir yere çıkmayı, timsahın, buldozerin ve tankın hareketlerini uzaktan ama dikkatle izlemeyi öneriyorum.

Kısacası uzak ve uyanık gibi iki kelimeyle de açıklayabilirim önerimi.

İşte bu nedenlerle ben artık güncel politik gelişmeler üzerine bundan sonra ya hiç yazmayacağım ya da çok az yazacağım. Bundan sonraki yazılarım, esasen buldozerin iç yapısı üzerine daha teorik ağırlıklı çözümlemeler olacak. Hem hayatta kalabilmek, hem de gelecekteki gerçek bir toplumsal devrime sağlıklı güçler aktarabilmek ancak böyle mümkün olabilir diye düşünüyorum.

 

***

 

Bundan iki hafta kadar önce, aktüel politika üzerine yazdığım bir yazımda (“İhtiyati Tutuklama, Öyle mi?”) şöyle demiştim:

“Türkiye’de ‘liberal’ olarak nitelendirdiğimiz kesimin gerçekte liberalizmin bilinen temel ilkelerine hiç de bağlı olmadıklarını daha önceki birkaç yazımda belirtmiştim diye hatırlıyorum… Dolayısıyla, Oral Çalışlar hakkındaki ‘liberal’ ya da ‘liberal sol’ nitelemesini geri almayı öneriyorum.”

Murat Belge’nin yukarda en kritik bölümünü aktardığım yazısını okuduktan sonra bu kanaatim iyice kesinleşti. Buldozer şoförünün yardımcılarına, buldozer metaforu aracılığıyla devlete “yol açıcı” misyon yükleyenlere liberal demek, hem liberalizme haksızlıktır, hem de aslında liberalizmle gerçekte hiçbir ilişkisi olmayanlara iltifattır.

Evet, anlıyorum. Yerleşmiş kavramları değiştirmek bir hayli zordur. Örneğin bugün “ulusalcı” olarak nitelendirilenlere bu adı ilk takanlardan ve kullananlardan biriyim (hatta Ulusalcılık [Özgür üniversite, 2007] adlı bir kitabım da var) ve bugün bu nitelendirmeyi kullandığıma pişmanım. Ama deyim onların üzerine öyle bir yapıştı ve kendileri de bu ismi öylesine benimsedi ki, artık değiştirmek isteseniz de bu çok zor.

Bununla birlikte, biz uzak bir tepeye çekilip durumu dürbünle izleyenler, en azından kendi aramızda isimleri değiştirmeyi de deneyebiliriz. Varsın yaygın kullanım “ulusalcılar” ve “liberaller” olsun. Hayatta hangi yaygın kullanımı benimsedik ki. En azından kendi aramızda değiştiririz olup biter.

Bugüne kadar “Ulusalcılar” diye adlandırdığımız kesim, yıkılan ve halen yıkılmakta olan eski dünyanın totaliter devletçileridir. Totaliter devletçiliğin ayırt edici vasfı, mümkün olduğunca monolitik bir tek parti diktatörlüğünü dayatmasıdır. Totaliter oldukları için çoğunlukla Stalinisttirler; keza aynı sebeple Kemalisttirler ve dünya yüzünde yıkılmış veya halen direnmekte olan ne kadar totaliter rejim varsa (Suriye, Kuzey Kore vb.) onun taraftarıdırlar.

Onların karşısında olan ve bugüne kadar “muhafazakâr-liberal” ittifakı olarak adlandırdığımız kesim, Batı kapitalizminin liderliğinde inşa edilen yeni dünyanın otoriter devletçileridir. Otoriter devletçiliğin ayırt edici vasfı, seçime dayalı bir tek parti diktatörlüğünü demokrasi diye yutturma oyununun ustası olmasıdır. Otoriter devletçiler, neoliberal ekonomik politikaları otoriter devletleri (yani Belge’nin benzetmesiyle buldozerleri) aracılığıyla uygularlar. Bunlar, totaliter devletçileri yenilgiye uğratarak ve totaliter devletçi rejimleri yıkarak bunun yerine otoriter devletçi rejimler kurmanın peşindedirler. Önemli nokta, her ikisinin de devletçi olmasıdır.

Böyle bakınca, ne totaliter devletçilerin gerçek anlamda ulusla ve ulusalcılıkla ilgisi vardır (net bir şekilde belirtilmelidir ki, totaliter devletçiler, sadece tabi ulusları değil, kendi dayandıkları ana ulusu da ezerler) ne de otoriter devletçilerin muhafazakârlıkla ve liberalizmle (orijin muhafazakârlık, her şeyi rağmen, kapitalizmin dizginsizliği karşısında belli toplumsal değerleri gerçekten korumak ister; öte yandan, orijin liberalizm, asla devletin buldozerlik işlevlerini savunmaz; anarşizmden farklı olarak devlete karşı olmamakla birlikte her zaman devletin kısıtlanmasından yana olmuştur) ilgileri vardır. Bunlar, günümüzün yeni muzaffer devletçileridir.

Dolayısıyla, uzak tepelere çekilenler olarak, kendi aramızda, totaliter devletçiler ve otoriter devletçiler adlandırmasını kullanmamızı öneriyorum.

 

Gün Zileli

6 Nisan 2013

www.gunzileli.com

gunzileli@hotmail.com

 

 

 

 

 

 

Hakkında Gün Zileli

Okunası

‘68’in İki Merkezi: Paris ve Prag

Artıgerçek Lejant Yayınları, bu ay, ilk kez 2000 yılında basılmış Yarılma (1954-1972)’nin gözden geçirilmiş 8. …

109 Yorumlar

  1. yorumlar yanlışlıkla kapatılmış ve yazı eksik çıkmış. ikisi de düzeltildi arkadaşlar.

  2. özgürlükçü

    kürt hareketini ezip geçmek de nerden çıktı? zileli galiba kürtleri kürtlerdende daha iyi bildiğinimi sanıyor?zileli kürtleri ilk defamı uyarıyor yada uyarıyormuş gibi yapıp eleştiriyor?hayır yıllardır yapıyor ve her defasında yanılıp söylediğinin tam tersine kürtlerin yeni mevzilerle giderek kitleselleşip toplumsal muhalefetin asıl dinamiği olduğunu bildiği halde ısrarla kürt hareketinin ezilip geçildiğini bu gün neden bağırıyor?tam tersine silahlı mücadeleyi bırakıp demokratik siyesettede daha büyük başarı öyküleri yaratmasındanmı endişe ediyor?galiba zileliye göre toplumsal muhalefet eski devlet oluyor iki devletde zileli icadı olmalı asıl kavga eski ve bu günkü devlet arasında derken eski ve yeni efndilerin kavgasını devletler arası kavga zannediyor ve tükenmiş yenilmiş devlettende büyük ölçüde fiziki olarak tasviye edilmiş eski efendilerin şöven,ırkçı,millici devletçi,darbeci anlayışını devletle mücadele eden diye bize göstererek ne yapmaya çalışıyor?asıl devletle eski yeni efendilerle ve bilumum tükenmiş anlayışlarla mücadele ednleri yokmuş yok ediliyormuş yada işbirlikçi imiş gibi göstererek burada asıl mücadelenin ölüleri diriltmek anlamına gelecek bu yazıyı yazmadakı amacı ne olabilir.lami özgen ile 78 liler başkanına laf edecek neyin var?bu sitede övdüğün cin tonikler gibi övmeni beklemeyiz can ile özgeni ama eleştirme hakkını kendinde nasıl buluyorsun?şimdi sen devrimci oluyorsunda can ile özgen senden eksik neleri var?ödün patlıyor değilmi kendini tarihin siyaset çöplüğünde hissetmeye başladın umut bağladıkların sürekli tükenirken öldü bitti dediklerin alternatif olup kitleselleşmesinden feba halde sürekli çuvallamaktan yanılmaktan dahada fesatlanıp gerçek toplumsal devrimcilere saldırmayı kendine iş edinip şöven,ırkçı,millici,asıl devletçilere bir cümle kurmayıp selam çaktığını anlamadığımızımı sandın.celalettine laf edecek biri olup olmadığından eminmisin?

  3. özgürlükcü Kürt ulusal hareketinin politik aklini savunmayi gözü kapali üstlenmek sizi gercek devletciler gibi bir kavrama ulastirmis. Gercek devletçi olmayan bir otoriterlik kavraminada ulasmis bulunuyorsunuz bu sayede….Yakinda ehveni ser olanin savunusunu çok daha aleni yapar hale gelirsiniz.. elestrileriniz , gittikce, söyleneni elestirmekten,sizin söylendigini iddia ettiginizi elestirmeye ha geldi ha gelecek. Iki adim sonrasi kirli propagandadir bilesiniz….

  4. Özgürlükçü, Celalettin Can’a devrimcilik mi atfediyorsun. Hahaha… Sen aklını kaçırmışsın arkadaş. 🙂 🙂 🙂

  5. Türkiye’de sosyalist-solun ezici çoğunluğu, devrim teorisini “iktidarı almak” hedefi üzerine inşa etmiş olduğu için, doğal olarak “somut koşulların somut tahlili” (SKST) dediğinizde onların akıllarına ilk gelen şeyler hakim sınıf kliklerinin iç çelişmeleri, siyasi alandaki çelişmeler ve tepeden ilerletilen “süreçlerdir”. Bu çelişmelerin ve süreçlerin tamamı, ne hikmetse, kimilerine devrimci mücadele için “muazzam imkanlar” sunmaktadır! Halbuki bu örgütler ve bireyler SKST yaparken çok önemli bir gerçeği gözardı etmektedirler: Devrimcilerin bugünkü toplam örgütlü gücü, siyasi alandaki sürekli akıp giden dengelerde ve süreçlerde önemli değişiklikler yapabilmek için hiç mi hiç yeterli değildir. Toplumsal devrim mücadelesinin bugün daha acil sorunları vardır. Bunların bence en önemli olanları: (a) emekçiler içerisinde güç toplamak, (b) kitle mobilizasyonu, (c) yeni yaşam ilişkilerini bugünden inşa perpektifi.
    Devrimcilerin, SKST’yi mücadele taktik ve stratejilerinin merkezine oturtmak yerine, onu sadece ve sadece makro ölçekteki gelişmeleri doğru görebilmek ve yanlış mevzilere sürüklenmemek amacıyla bir çeşit “pusula” olarak kullanmaları daha hayırlı olacaktır kanımca.
    Yukarıda (a), (b) ve (c) şıklarıyla sıraladığım sorunları çözmek için BAŞKA TÜRDEN TAHLİLLERE ihtiyacımız vardır.
    * Mücadeledeki taktik ve stratejilerimizi oturtacağımız tahliller, doğrudan neoliberalizm (ve diğer sömürü tipleri) + bunun uygulayıcısı otorite ile emekçi halk sınıfları arasındaki güncel çelişmeleri an be an takip etmeye dayalı olmalıdır. Pratiğimiz de bu çelişmelere anında müdahale etmek üzerine kurulu olmalıdır.
    * Çevremizde, bölgede ve dünyanın genelinde geçmiş mücadele örnekleri en ince ayrıntılarına kadar incelenmeli ve şu sorulara cevap aranmalıdır: Bu mücadelede kitle mobilizasyonunu sağlayan temel nedenler nelerdir? Bu mücadelenin zaafları nelerdir? Bu mücadelenin getirdiği kazanımlar nelerdir? Bu mücadelede kütleyi bir arada tutan veya onu dağıtan etmenler nelerdir? Sorular daha da arttırılabilir; önemli olan, gelecekteki doğrudan-eylem pratikleri için geçmiş pratiklerden faydalı “örüntüler” çıkarabilmek için uğraşmaktır.
    * Toplumsal-devrimci özne(ler)in müdahil olduğu eylemlerin, edinilen olası kazanımlardan sonra birer “saman alevi” gibi dağılmasını önleyecek, kitlenin de dönüşüm geçirerek toplumsal-devrimci özneyle kaynaşmasını sağlayacak komünal inşa projeleri her zaman gündemde tutulmalıdır. Ayrıca kitledeki her bireyin bu projeleri/ütopyaları, mücadelenin her aşamasında modifiye edebilmesinin de önü açık tutulmalıdır.

    Gün hocam, “buldozerin iç yapısı üzerine daha teorik ağırlıklı çözümlemeler” yapmanın yanı sıra bu yorumda bahsettiğim (veya bunlara benzer başka) sorunlar üzerine de eğilmeyi düşünür müydünüz?

  6. murat belge’nin bir yazısı ve ona yapılan bir yorum;

    http://www.duzceyerelhaber.com/kose-yazi.asp?id=14482&Murat_BELGE-Halk_Partisi

    Doğru bu halk 1930 lar ve sonrası yerine 630 ları benimsiyor.Peki sizin farkınız ne?Siz hangi yılların demokrasisinde 630 ların ülkenin başına bela olmasına destek olarak halkı özgürleştirdiğini gördünüz.Sizin yaptığınız İran devriminde SOL adına mollalara destek olanların yaptıklarının aynısı değil mi.Umarım sonlarıda (Sonunuz da) aynı olmaz. Bence sizde bırakın 1930 ları gelin varolan TÜRKİYE realitesini görerek modern bir anlayışla bu ülke insanının anlayacağı sıfıra yakın bir yerden başlayarak sosyal-hukuksal-ekonomik….demokrasiyi inşa edelim.Sırf CHP yi geçmişle vurarak gideceğiniz yer işte o kadar; 630 lar…orayada sizin canlı gitmeniz biraz zor…Çünkü size sadece dikenli yolda CHP dikenini yok etmek için ihtiyaçları var.Gerisi fasa-fiso..

  7. özgürlükçü

    haklısınız bilumum masa başı pazarlık siyasetçileri yada kendini halkın devrimci öncüsü sanıp halkın yanına yanaşamayanlar.tabiki kendinizi toplumsal devrimciler yerine koyup asıl toplumsal devrimcileri eleştirmek asıl işiniz olmuş sınıfı dilinizden düşürmezsiniz her gün sınıfla sokakta birlikte olanları eleştirmeyi devrimcilik sanınca birde bakmışsınızki müşterisi olmayan dükkanlarınız beyniniz gibi kısırlaşmış devam edin insan ne yapar bildiğini ve elinden geleni sizin en iyi bildiğiniz bu devam edin belki bir gün neden tükendiiğinizi anlarsınız.sizin fesatlanıp itibarsızlaştırmaya çalıştığınız kürt özgürlük hareketi butün toplumsal devrimcilerin birlikte iş yaptığı toplumsal muhalefetin politik örgütünün bileşeni ve öznesi olup geleceğin alternatif demokratik başarı siyasetinin en özgürlükçü hamlelerini yapıp şimdiden toplumsal muhalefetin öznesi olduğunu gördükçe bunu biz yapacaktık neden yapamıyoruz sevmediklerimiz yapıyor diye fesatlanacağınıza kendi halinize bakın güneş balçıkla sıvanmaz siz hala çıracı gibi kendinizi halkın devrimci öncüsü sanın biz halkın devrimci öncülüğü ile yüzleşip olumlu tükettik öncülük yok sistemin mağduru bizzat halkın ve sınıfın kendisi vardır HDK sınıfın ve halkın kendisinden öğrenen örgüttür bu günlere öğrenerek gelmiştir hala öğreneceklerimiz vardır sizden öğrenecek bir şeyimiz yoktur gölge etmeyin yeter.siz kendinizi öncü sanmaya devam edin şimdiye kadar aldığınız yolu alırsınız daha önce hidayete erenlerin yanına gidersiniz yolunuz açık olsun

  8. özgürlükçü

    biraz daha gayret ederseniz chp ve eski efendilerin yayın organına dönüşürsünüz devam edin

  9. Elbette Çıracı kardeşim, teorik derken zaten soyut demek istemedim. Sözünü ettiğin sorunlarla da ilgileneceğim ve yazacağım. Benim demek istediğim, güncel siyasal gelişmeler yerine böyle konulara eğilmenin daha yararlı olacağıydı.

  10. yorumcu 2 ( ozgurlukcu) Celalettin i elestirilmez yapman tuhafdegilmi? gun zilleliye dusmanligin karsisinda herkezi dokunulmazilan etmen senin art niyetinden kaynaklandigini dusunuyorum. Diyarbakir zindaninda Devrimci Solcular vardi. Celalettin de onlardan birisiydi. Celalettin cezaevinde siyaseti biraktigini ilan ederken esi Aytan Can Denkad in sorumlulugunu yapiyordu. 12 eylul geceli 4 yila yakin bir zamanda yukselen ciliz devrimci seslerden Aytenin sesi yukseliyordu. Celaletin sesiz ayten en kiritik donemde herkesin korktugu donem Ayten Demkad baskanligi yapmakla yasamini zorluyordu. Esiyle cezaevine ziyaret yaparak goruyordu. Devrimci sol dan oldugu halde Celaletinle ilskisini surdurdu. Sonunda ayrildilar. Cunku Celaletin artik eski celattin degildi. Aytenle defalarca konustum.
    Rahat donemde 68 liler dernegini kurup basina yerlesmesi bana cok seyler ifade etmiyor. Bu donem herkes konusuyor.
    Gun arkadasi kisisel olarak tanimam ama adini ve yaptiklarini 35 yildir bilirim.
    Gun un bu yazisi gayet guzel bir sekilde devletler tahlili yapmakta. Gun nun senin dedigin gibi populerligini kaybetmenin korkusu oldugunu zanetmiyorum. Populer hastaligi da oldugunu zanetmiyorum.

    Ah sizle sizin bu dar ve komplocu mantiginiz yokmu. Sizlerin bu dusuncesi bende devrimin veya sosyal dunusumun turkiyede olamiyacagini dusunduruyor.

  11. özgürlükçü

    ne alaka kadir arslan günü tanımak için yazılarındaki mesajı anlamamak mümkünmü?cindoruğu övebilecek neden bulabilip az sayıda toplumsal devrimciyi yada toplumsal muhalefeti itibarsızlaştırmak için elinden geleni yapmakta nerde fikret başkaya çizgisi ve anarşizm tam türk tipi milli,ulusalcı,kürt özgürlük hareketi alehtarı yazılar okuduk ne amaçla yazdın diye sorduk cevap yok burnunun dibindeki devasa toplumsal muhalefet dinamiği kitleseleşip başarı siyasetinin en özgürlükçü toplumsal devrimci hamlelerini yapanları görmemeye çalışıp kendince devrimci merkez yaratalım diyecek seviyede kör olomasına imkan yok ne yapıyor zannediyorki ben itibarsızlaştırırsam başka bir merkez yaratılır tam tersine gün gibiler saldırdıkça kitleselleşip daha büyük başarılarla karşısına çıkıyoruz hala anlamıyor.geçenlerde darbeci ergenekoncu eski efendileri demokratik halk direnişçileri diye yazdı daha ne yapsın celalettini ağzına alacak seviyede toplumsal muhalefet cephesinde bir icraatını görmedik tarihin çöplüğüne gitmiş millici ulusalcı şöven geçmişindeki eski arkadaşları düştükleri kuyunun en dibinden günüde kendi yanlarına çekmek için ayaklarına asılmış bende bu durumdan kurtulup özgürleşmesi için uyarıyorum uyardıkça eski efendilere doğru sapıyor.kürt özgürlük hareketine kürt burjuva hareketi diyecek seviyede bir hareketin sınıf karakterinden bi haber olması mümkünmü?sınıf der sınıfla beraber olanı burjuvalıkla suçlar bunları bildiği halde neden yapar?

  12. özgürlükçü

    sitesinde silivri kuşatması ilanları gibi yorumlardan geçilmiyor ne biçim anarşi?devrimcileri öldüren faşist katillerle işkenceci asker polis ile nevruz dönüşlerinde pusuya yatmış eli bıçaklı ırkçi şöven katillerin savunmasına soyunan sitenin anarşizmi türk tipi kemalist torna tesviyeden geçmiş olmalı insan biraz utanır bütün bunlardan sonra özgürlükçü toplumsal devrimcilere laf edbilmek ancak şeytanın aklına gelir hemde kendini devrimci sanıp bunları yapmak çok enteresan

  13. Benim güzel generallerim ne yaparlar taa Silivrilerde

    Daha dün generalimin kollarinda yasarken.
    Anit, anit kabrimin yollarinda kosarken,
    Simdi devrimci olduk medyalari doldurduk,
    Devrimciyiz hepimiz, yasasin iskencecilerimiz.

    Sevgili generallerimiz, iskencecilerimiz, sevgili kizilcik sopasi, manyeto, filistin askisi, sizi çok seviyoruz, generallerimizi de kurtaracagiz bilesiniz.
    Siz evimizin diregi iken ne güzel devrimcilik oynuyorduk. Kardeslerimiz, ruh ikizlerimiz vardi, onlar da ülkücülük oynarlardi. Evimizin bahçesinde birbirimizi vururduk, siz de biz güzel güzel oynarken seyreder eglenirdiniz. Sonra büyüdük; hayatin gerçekleriyle karsilastik, gerçek devrimciler, gerçek milliyetçiler, gerçek insanlar gördük; korktuk, kosup size sigindik, sizi de içeri attilar , ne yapacagiz simdi? Silivri’ye geliyoruz, sizi oradan kurtaracagiz, eski güzel günler geri gelecek, evimizin çiçekli bahçesinde kosup yine devrimcilik oynayacagiz. Kimi zaman “ordu Göreve” diye bagiracagiz, kimi zaman “fasist ordu” diye ama siz gücenmeyin, bunlar hep saka, Atatürk’ün izinden asla ayrilmayacagiz, bir milim ayrilmayacagiz, “Türk çocuklari, Türk çocuklari, baslar ileri, gözler yukari” generallerinin bici bicileri, cici cici devrimcileri, sevsinler sizi, yesinler bicibicileri.

  14. özgürlükçü

    bicibici akp li kendini devrimci sanan millicilerden senin farkın ne?bütün varlığını türk varlığına armağan etmekten çok mutlusun değilmi okulda asimile edip türk,milli,devletçi,sistemin hizmetkarı yapamadığını zorunlu askerlikte yapmaktan mutlu olup rahatsız değilsin devlet-iktidar-sistem semaye ve kapitalizmin hizmetkarlığından çok mutlu görünüyorsun itirazını duymadık.sahte devrimcilerin varlığından çok mutlusun şu gerçek özgürlükçü toplumsal devrimcilerde olmasa değme keyfiine değilmi?merak etme efendilerinin gayrimeşru sistemiyle birlikte bilumum milli,zilli,devletçi anlayışlarıda tarihin çöplüğüne gönderecek seviyede toplumsal muhalefet dinamikleri vardır hepinizin birlikte saldırmanızdanda belli değilmi?

  15. Benim güzel generallerim ne yaparlar taa Silivrilerde

    Durum karisti, rekabet kizisti, ortaya birçok otobüs sirketi birden çikti:

    1.Gerçek özgürlükçü toplumsal devrimciler
    2.Hakiki gerçek özgürlükçü toplumsal devrimciler
    3.Öz hakiki gerçek özgürlükçü toplumsal devrimciler
    4.Esas öz hakiki gerçek özgürlükçü toplumsal devrimciler

    Baris sürecine bagli olarak bir komisyon kurulacak ve teklit ve tagsis yapan firmalar kamoyunda teshir edilecektir.

  16. Bu yeni rejimler “faşist” rejimler değiller, farklı bir hükmetme biçimleri, farklı yöntemleri, farklı bir sınıf ittifakları sistemi var. Ve evet, bu rejimlerin problem çözme stratejileri farklı. Burada gerçekten de, ulusalcı – AKP gerilimini, totaliter devletçi-otoriter devletçi tarzda okumak mümkün. Ama bu adlandırmada bir iki problem olduğunu düşünüyorum.

    İlki, bu tarzların sınıf bileşimleri hakkında. Otoriter devletçi tarz tamamen popülizmi ve serbest seçimler demagojisini kullanıyor. Popülizm deyince hemen yoksullara sadaka akla geliyor ama bu yalnızca işin nasıl yürüdüğüyle ilgili. Gerçekte popülizmin ortak özelliği her sınıfa dayanıyor gibi görünmesidir, değil mi? Yani Demirel’de her sınıftan bir çok birey kendini bulabilir, Tayyip’te de öyle. Böyle olunca, Obama’yı hatta Merkel’i bile dahil edebileceğimiz bir otoriter devletçi dalga görebiliyoruz. Ama öyle olsa bile sınıf bileşenleri çok büyük farklılık gösteriyor. Bunun üzerine biraz düşünmek gerek.

    Bir ikincisi, otoriter devletçi tarzdan totaliter devletçi tarza geçiş ihtimali. Totaliter devletçi tarz başlangıçta popülizmi alabildiğine kullanabilir. Yani sınıf bileşenleri konusunda bu iki tarzın birbirine geçmesini engelleyecek kalın çizgiler yok gibi. Kısacası otoriter devletçi olup, dolayısıyla “ben seçim kazandım” diyerek ortaya çıkan birisi, kendisini totaliter devletçi bir siyasetle sürdürebilir. Başarısız örneği, Chavez. Olmadı, yetmedi diktatör olmaya ömrü. Denemedi değil tabi. Başarılı örneği ise, Fidesz ve Hristiyan Demokrat partinin Macaristan’ı.

    Üçüncü aklıma gelense, Çin ve Rusya’yla ilgili bir konu. Çin totaliter ülkelere desteğiyle, yeni totaliter ülkeler yaratma gayretiyle ve zaten kendisi çoğunlukla totaliter görüntüsüyle orada öylece duruyor. Ama tüm ekonomi politikası otoriter devletçi ülkeler gibi. Serbest piyasa vsden bahsediyorum. Buna karşılık Putin’den tamamen farklı bir ekonomi politika izliyor. Putin otoriter devletçi politika mı izliyor? Evet. Totaliter mi? Belki de. O halde, en büyüklerinden iki kapitalist ülkeyi bu bakış açısıyla çözemedik. Dolayısıyla bana bu tip bir karşı karşıya koyma, Avrupa ve Amerika’yla sınırlandırılmalı gibi geliyor. Yani bu adlandırmalar, dönemi “post-demokrasi” olarak adlandırabilirsek çözüm sağlayabilir sanırım. Bu terime taktığıma bakmayın. Yalnızca sol içinde “demokrasi öldü, merhametinden öldü demokrasi” denilemediği için bu sözü söyleyip duruyorum.

    Son olarak da, şu uzak bir yere (belki de muharebe alanını gören bir dağa) çekilmektense, muharebe sahasının tam ortasında, ama derinliklerinde olmak gerektiğini düşünüyorum. Yani toprağın altında, burnumuzu arada bir etrafı yoklamak için çıkaracağımız bir pozisyonda. Filler tepişirken, sabırla, özenle günü gelince onları düşürebileceğimiz obruklar yaratacağımız o yerde. Ki zamanı gelince desinler, iyi kazmışsın yaşlı köstebek. 🙂 Umarım anıştırmam anlaşılmıştır.

  17. özgürlükçü

    makaledeki mesajı yusuf cemalin anlamaması mümkün değil.bu günkü devlet ile eski devlet arasında asıl şiddetli çatışma olacakmış demek ne olabilir?uzak tepelere çekilenler ne demek ne zaman toplumsal muhalefetin yanında oldunki? aslında bu günkü sınıfsal toplumsal mücadele pratiğini eski devlet ile yeni devlet arasına indirgemek bile olmayan eski efendilere rol biçmek tepelerde değil silivri cıvarına yelken açmak değilmidir?birkaç tane devlet varmış aloo nerdesin 2 devlet değil sisteme ve sistemin devletine en iyi ben hizmet ederim diyen iki anlayış var hala öğrenememiş olabilirmi? yoksa hala eski devlet dediği anlaştan ümidini beklentisini kesemediğinden o na asıl çatışan aktör itibarını vermek sınıf karakterli toplumsal muhalefete ne demek anlamına gelir?bunları hiç düşünemediğini zilelinin farz edebilirmiyiz?kimse kalmadıda işin celalettinemi düştü acaba velalettinmi eski yada yeni devletin hizmetkarı yoksa bu yazının ardındaki amaçmı?

  18. tepelere cikmanin anlami

    Zileli bunu ertugrul ozkok ten apartmis, o da nehrin kenarinda oturup gececek cesetleri seyretmekten soz ediyordu. Nedense zileli gittikce ozkok e benzemeye basladi. Bunu sonra irdelemek gerek.

  19. Silivride olanlarin icinde sucsuz günahsizlar varmidir yada varmi idi ( Ahmet Sik i düsününüz) ,var olabilir. Silivride olanlar arasinda halka karsi suc isleyenler varmidir. vardirlar. hal böyle olunca Liberter degerlere sadik kalmak derdi olan Gün Zileli nin genel yaklasimi , niyeti ne olursa olsun yetersiz kalmakta.

    öte yandan; HDK icinde yada yaninda yöresinde olunuz, en azindan onun politikalari ile uyumlu olunuz. yoksa size ergenekoncu deriz, tarihin cop tenekesine ait deriz, ozgurluk dusmani deriz, kürt düsmani deriz ve oylesinizde diyen bir anlayis totaliterizm olmasa bile kolayci toptanci bir anlayis degilmi? HDK-BDP politikalari icinde olun tilsimlanirsiniz , 2015 lerde gündem olmak isteyen bu topraklarda gözü olan Ermeni Rum lobilerine karsi uyaran bir arguman (ki bu topraklarda yapilan nice katliamin ruhu dur bu) i bile öyle yanlis anlasildi yok böyle yanlis anlasildi diye düzeltiriz. Bazi arkadaslarin tüm elestiri ve söylemlerinin özü bu…….

  20. kürt özgürlük hareketine kürt burjuva hareketi diyecek seviyede bir hareketin sınıf karakterinden bi haber olması mümkünmü

    bir hareketin Politik niteligi , o hareketi su yada bu sekilde destekleyen insanlarin sinifsal kökeninden cikarsanamaz. Bir hareketin Politik ideolojik niteligi o hareketin Politik Programatik istenclerinden çikarsanir.

    Bu baglamda Kürt hareketinin dönüsümünü tespit icin onun bu günkü istemlerinin geldigi yere bakariz.

    Aksi olsa idi eger , AKP ve bilumum Burjuva partilerini oylariyla destekleyen genis emekci yoksul yiginlara bakip bunlari da ezilen siniflarin partileri ilan etmemiz gerekirdi……..

  21. birakalim kürt hareketinin bu anlamda dönüsümünün Burjuva sinirlar icinde kalmasini, Türkiye egemenlerinin Alt Emperyalizm heveslerine hitap eden ön önermelere sahip bir vehamet söz konusu…

  22. yani duralım bekleyelim,izleyelim ha! filler tepinirken çimen olmayalım kaçalım ezilmeyelim diyosun gün..bir halk,işçi sınıfının kazanımları,muhalif her ses ezilirken kaçalım..yok öyle yağma..kapitalizm krizlerden beslenir.devrimcilerin asıl görevi(gücü çapında) bu krizleri devrimci krizlere çevirmektir.en azından bu onurlu olandır..”bir insanın yaşayıp,yaşamadığını öğrenmek istiyorsanız nabzına bakmayın; onuruna bakın,eğer varsa yaşıyordur”che

  23. çok ielginç saptamalar ve sorular. Elbette karma biçimler de çıkıyor ortaya. zaten totaliter devletçi rejimlerin bugünkü kapitaliust sistemin tamamen dışında kalmaları (belki Kuzey Kore hariç) imkânsız gibi. Köstebek metaforu hoşuma gitti. bunu geliştirelim. ben dağ metaforunu biraz da terk edilen dağa vefasızlık etmemek için yapmıştım. bizim terk edilene bir merakımız ardır ya:) Öte yandan en sevindirici olanı, bu kavram çiftinin aramızda anlaşmayı sağlayacak gibi görünmesi.

  24. Totaliter düşünce ise der ki, vatanın, milletin bir yüce Öz’ü vardır. Bu Öz dindir, Kitaptır, Nutuk’tur, Devrim’dir, şanlı atalarımızdır, şanlı proletaryadır, farketmez. Önemli olan o tekil ve yüksek irade kavramıdır. Bu iradeye boyun eğen her şey meşrudur. Akla ve vicdana uymasa da, yalan ve yanlış olsa da meşrudur. Çünkü en yüce değere hizmet eder. Bu iradeye boyun eğmeyen her şey gayrımeşrudur. Gaflet ve dalalet içindedir. İnat ederse vatan hainidir. Her görüldüğü yerde ezilmesi yalnız hak değildir, görevdir.

    http://nisanyan1.blogspot.com/2008/06/mutabakatn-sonu.html?view=classic

  25. totaliter devletçilerle otoriter devletçiler silivri’de yine çatıştı. yetmez ama yesinler birbirlerini.

  26. Bu verileri görünce ben bile şaşırdım :
    http://mustafasonmez.net/?p=2903

  27. Önceki yorumda paylaştığım yazının, AKP’yi “anti-militarist” ve “barış sevdalısı” olarak göstermeye çalışan zevatın yarattığı bilgi kirliliğine karşı tekrar tekrar okunmasını tavsiye ederim. İlaç niyetine…

  28. Sen birak Cumhuriyet’ten bile sutlanmis sahtekar Mustafa’nin saçma rakamlarini da, Akp’yi de bir yana birak da sen kendin baristan yana misin onu söyle, kan içici savas baronu generallerin yalakalari savastan baska ne düsünür ki? Sen ve senin gibi siddet tapicilar zaten baris sürecine karsi degil misiniz?

  29. Generali çok, askeri hiç yok oss…’tan teyyare kuvvetlere yaptigin stratejilere devam et, onlar çok komik, gülmekten katildik, neydi neydi isci sinifini kimlerle ittifakiydi? Isçi sinifiymis, hayatta eline kazma kürek almamis muhallebi çocuguna bak.

  30. Polis sus artık.

  31. Hayır hayır. Bırakalım da polis beyefendi konuşsun! Söylediklerimizin doğruluğunu teyit ediyor kendisi 🙂

  32. Sn zileli , terkedilen daga vefasizlik yapmamak bu ifadeniz beni gulumsetti, daglarin bosalma ihtimalinin sizi mutlu etmedigini hissediyorum

  33. Birgun Nisanyan’i totaliterlik hakkindaki daha olgun fikirlerine nispet yapan demokrasi konusundaki naif fikirlerinden vazgecirmek zorunda kalacagiz. Egemen fikirlerin egemen siniflarin fikirleri oldugunu, demokrasinin yaygin olabilmesi icin sinif catismasinin minimum oldugu ekonomik olarak istikrarli bir ortamin gerektigini ve bu ortamin kapitalizmde uzun sureli olanaksiz oldugunu gostererek. Calisanlarin insanin insan tarafindan emek gucu satin alinarak somurulmesi tamamen ortadan kalkana kadar, en kucuk girisimden devasa holdinglere kadar herseyi kontrol ettigi bir sistemin lehine ikna…

  34. Polis bırak AKPyi kenara diyor.roboskiyi kim yapti?ceylanı öldürenleri kim koruyor?senin demokrat hükümetin.şiddet sevici lafta şiddet karşıtı.
    Senin insafın kurusun.bu fotoya iyi bak.bu da rüyana girsin.
    http://www.cnnturk.com/2013/turkiye/04/04/ceylan.onkol.davasinda.flas.karar/702993.0/

  35. kürtlerin ya da venezuela halkının otoriter devletçi diye mimlenen fillerle iş tutmak zorunda olmasını çok lanetlememek lazım zira hoşumuza gitmese de bizim bekleyin kazıyoruz ya da dağa çıktık dönücez stratejisinden daha rasyonel demek ki.

    alakalı bir kaç yazı:

    “günümüzde imparatorluğa geçiş döneminde köstebeğin kazdığı tünellerin yerini yılanın sonsuz kıvrılışları almıştır [..] XIX. ve XX. yüzyıllardaki devrimci eylemlerin başarılı taktikleri özellikle emperyalist zincirin en zayıf halkasını koparma kapasitesine sahipti […] günümüzde durum pek parlak görünmüyor. bugün tanık olduğumuz yılansı mücadelelerin hiç bir açık devrimci taktik ortaya koymadığı ya da taktikler açısından bakıldığında kesinlikle anlamsız olabileceği elbette doğrudur. Ne var ki, bugünkü gibi emperyalist örgütlerin en üst düzeylerine saldıran bir dizi sert ve yıkıcı toplumsal hareketle karşı karşıya kalındığında, artık eski strateji ve taktik ayrıı yararlı olmayabilir. İmparatorluğun kuruluşuyla iktidarın “dışında bir şey” kalmamıştır, dolayısıyla -eğer zayıf halkadan küresel gücün eklem yerlerinin kırılgan olduğu dışsal bir noktayı anlıyorsak- artık zayıf halkalar da yoktur.”(Negri, imparatorluk)

    http://eksisozluk.com/hugo-chavez–925768/ara?author=babaerenler

    http://haber.stargazete.com/sondakika/newroz-manifestosu/haber-740680

  36. Yusuf Cemal’e;
    Stalinist totaliterizm, devrimden, egemen sınıf, sömürü ve sınıflı toplum gerçeklerinden yola çıkmadı mı? Demek ki bunlar da totaliterliğe yol açabiliyor.

  37. özgürlükçü

    20 21 anonim ismin gibi olmuş yorumun sınıf karakteri ile politik mücadelesi programı ve pratiği sana uymayabilir.uyanlarla uyumlu oluyorsun galiba sistede türk tipi milli,zilli,şöven,özellikle bu topraklarda yaşayan kadim halklardan birine düşman,ulusalcı anlayışların kendini en toplumsal devrimci yerine koyup asıl toplumsal devrimci muhalefet pratiğini itibarsızlaştırmaktan başka işlevi olmayan yazı ve yorumlar seni rahatsız etmiyorsa yolun açık olsun aydınlıkçılardada ilk sapma böyle başlamıştı devam edin efendiler hizmetlerinizden muhakkak membnun olacaktır

  38. Öncelikle her total fikir totalitarizm doğurur denemez değil mi? Yamyamlığın kötü olduğu fikri totalitarizm doğurmuş denebilir mi? Ya da köleliğin bitmesi gerektiği fikri? Bir total fikir, bir total yasaklama ilk dillendirildiğinde, onsuz dünyanın nasıl döneceğine ilişkin belirgin bir isteksizlik direk devreye girer. Postmodernizm, bu fikri kafamızın içine sokarken, yani total fikirlerin totaliterlik doğurduğunu bize kabul ettirirken bu geçmiş deneyimleri kesinlikle hesaba katmıyordu ve o ilk isteksizliği dibine kadar kullanmıştı. Neyse, sonuçta her total fikrin illa totalitarizm doğurmayacağını geçmiş deneyimlerimizden biliyoruz.

    SSCB’yi düşündüğümüzde, bir çok “bahane” bulabiliyoruz. En başta, orası çalışan sınıfların diktatörlüğü felan değildi. Bürokratik ve devlet kapitalisti bir ülkeydi. Ama bu durum Anonim 38’in sorusunu cevaplamıyor. Onun sorusu, oranın gerçekte ne olduğu değil, birilerinin bu fikirleri öne sürüp yine kendi çıkarlarını öne çıkardıkları bir diktatörlük yaratabilme ihtimali.

    Klasik troçkist anlayış “bu başka sınıfın diktasıydı” der, geçer. Kurgusu hep, Almanya’da devrim başarılı olsaydı, ah bir İngiltere grevi başarılı olsaydı, ah Almanya’da Nazileri yenebilselerdi, ah keşke İspanya’da devrimi devam ettirselerdi, ah 21 İtalya, vah 68 Fransa noktasına takılır kalır. Birilerinin ellerinde devrim hep bir şekilde heba olur. Kimse de sormaz, bu şekilde pamuk ipliğine bağlı bir dünya devrimini durduracak birileri hep çıkar zaten, o zaman nasıl olacak bu iş diye. Hep suçlu bürokrasidir, bürokrasinin nasıl SSCB’yi ele geçirdiği ve o totalitarizmi nasıl kurduğu, binlerce insanın bu işe nasıl he dediği ise devlet şiddetine ve tabi ki hep yine son anda olmuş tesadüfi olaylara bağlanır: Troçki hasta olmasaydı, Lenin ölmeseydi, halamın bıyığı olsaydı vs.

    Bu düşünüş şeklinin, tesadüfleri kabul etmeyen versiyonu bazı anarşistlerde var: O bizi kesti, bu bizi sürdü, burada sattılar vs. Yine aynı şekilde milyonlarca insan bu işe nasıl he dedi diye sorulduğunda gerçekçi bir cevap alınamaz.

    Ama SSCB’yi ve Stalin’i gelecekte yaşanacak bambaşka bir dünyaya hümanist bir reaksiyon olarak gören bir başka fikir daha var. Hemen Stalin’e hümanist dediğim için kızmayın. Zizek kullanıyor bu düşünceyi. Kendisinin hümanizmin tarafında olduğunu hiç sanmıyorum. Yani bir anlamda zaten Stalin’i aşağılamak için ona hümanist diyor, ben de ona katılıyorum. Zizek direk böyle söylemiyor ama, bence devrim, felsefe-bilim-teknoloji’nin hakim olacağı bir bilim kurgu dünyasına (disütopya değil) adım atmak üzereyken, Stalin ve bürokrasi, kendi sınıf çıkarlarını özellikle kır yoğunluklu toplumlarda görülen insani/hümanist paradigmayla birleştirip devrimi alt etti. Bu düşüncenin getirdiği şey anlaşılıyordur herhalde, Lenin’lerin girişimi erken bir girişimdi. Çuvalladılar.

    Ve tüm bunların ötesinde, söylediğim şey bir diktatörlük tarafından kullanılamaz bir şey. Stalinist bürokrasi devrimden, egemen sınıf, sömürü ve sınıflı toplum gerçeklerinden yol çıktı. Bu tamamen doğru. Bu “gerçek”leri, bir egemen sınıf inşa etme, çalışan sınıfları sömürme ve sınıflı toplumu sonsuza kadar devam ettirme amacıyla kullandı. Ama bir ütopyayla, bir düşle, bir gaza getirmeyle birlikte kullandı: Komünizm gelecek, dertler bitecek! Bunun anarşist versiyonunu Mülksüzlerde görebiliriz, hatta bana kalırsa o kitabın en gerçekçi yeri de orası zaten: Anares’te bir gariplik var.

    Benim yukarıda söylediğim şey bu tip bir “söylem” değil. Bir ütopya da değil, hatta Sorelci bir mit bile değil. Sınıf iktidara gelecek ve cennet yer yüzüne inecek, tabi bu sırada bir geçiş aşaması var, e bal tutan parmağını yalar, olur böyle vakalar da demiyorum ki. Sınıf dediğin partidir, parti dediğin merkez komitedir, o merkez komite iktidardayken, sınıf iktidardadır da demiyorum. Doğrudan pratik bir şeyden bahsediyorum. Bu lafa “eylem” diyerek değerini arttırmaya çalışmayayım.

    Çalışanlar işyerlerinin ve giderek siyasetin kontrolünü adım adım ele geçirmeliler, burjuvaziyi ve onların vekillerini giderek köşeye sıkıştırmalılar, anlamsız ve işlevsiz hale getirmeliler, devletin ve burjuvazinin reaksiyonu ortaya çıktığında bir devrimle bu işi sonlandırıp, meta ekonomisine ve onun krizlerine bir son vermeliler, diyorum.

    Bu totaliter diktatörlüklerin kendi çıkarları için kullanabilecekleri bir “söylem”, bir ütopya değil. Bir diktatörlük, artı değer olmadan, nasıl var olsun? Ortada diktatörlük, totalitarizm varsa, zaten bir artı değer ve onu yiyen, onu birikim uğruna birikim için kullanan bir egemen sınıf vardır demektir. O egemen sınıfın o artı değerle beslediği bir diktatörlük aygıtı -devlet- var demektir. E o zaman zaten, çalışanlar ekonomiye ve politikaya hakim olamamışlar demektir.

    Neyse, konu neydi, nerelere dallandım, kusura bakmayın.

  39. Özgürlükçü;

    Söz konusu Türk Solu, Türk Sosyal Demokrasi Hareketi veya Türk Devrimciler oldu mu “faşist” , “darbeci” gibi sıfatlarla fütursuz bir şekilde saldırırken konu Kürt Milliyetçilerine, Kürt Katmanlarına ve hareketlerine geldi mi her türlü şımarıklığı ve oportünist tavrı görmezden gelen eleştiriye tahammül edemeyen bir pozisyon alıyorsun. Bir önceki yazıda Yusuf Cemal’in batıdaki Türk Kitlelerinin ikna edilmesi gerektiği yönündeki tespiti dahi seni çıldırtmaya yetti. Tayyibi türk soluna tercih eder yorumlar yapıyorsun. Sürekli salladığın Türk Solunun; kürt hareketinin gelişiminde ve haklar mücadelesinde 60’lardan beri verdiği katkıyı düşündüğünde bir fazla ahde vefasızlık yapıyorsun sanırım.

    Sadece yukarıdaki polisin bile hep destek tam destek şiarıyla senin bütün yorumlarını desteklemeye başlaması dahi bir kere daha düşünmeyi gerektiriyor bence.

  40. Son olarak Silivri yargısal ve hukuksal manada bir rezalettir. Sanıkların nitelikleri bu objektif tespiti ortadan kaldırmaz. Buradaki yargısal zorbalıkların özgürlükçünün çok savunduğu coğrafyalardaki yargısal zorbalıklara emsal olduğu ve birbirlerinden beslendiklerini unutmamak lazım.

  41. Sınıf mücadelelerinin bu günkü panoraması hakkında iyi bir değerlendirme :
    http://petras.lahaine.org/?p=1934

  42. özgürlükçü

    kürt milliyetçiliği kürt şımarıklığı cümlesinde bile efendi arka plan olmasın siz nasıl milliyetçi olabilirsiniz hatta şımarmak sizemi kaldı ilkeller anlamına gelecek efendi dili gibi duruyor haklısın şimarmak milli kimliğini özgürce yeniden üretmek tekeli ve hakkı kimde olduğunu bilip hatırlatıyor galiba isyan.ismin isyan bu olup bitene bile ismin gibi insanların isyan etmesini normal göremeyip beni bile asıl akp ve devlet-iktidarın alternatifi toplumsal devrimci muhalefete sallamağı iş edinerek geldiğin yere bakarsan ne yaptığını anlarsın.çok geride kaldınız bunuda gördüğünüzden olmalı sizin yapmak isteyip yapamadığınızı kürt özgürlük hareketininde içinde diğerleri gibi özne olduğu HDK nın yapıyor hatta başaracak olmasını anlayınca elinizden itibarsızlaştırmak için olmayan milliyetçilik gibi efendilerin aynı suçlamasını yaptığınızdan utanmanızı beklemiyorum geriye düşünce elden fazla birşey gelmiyor istemeden efendilerin diline ve hizmetine girdiğinizi hatırlatmaktan başka elimden bir şey gelmez.devam edin ancak bu şekilde kendinizi bitirebilirsiniz

  43. başka bir sitede bir yorumcu şöyle yazmış, altına imzamı atarım;

    Ben Kürt değilim ama pkk ve bdp ölen Kürt gerillara vede Kürt Halkına ihanet etmiştir yaklaşık 1925 den beri başlayan Kürt isyanları sonunda tc ye teslim olmuştur eğer birgün Kürtler devletleşirse ilk önce bdp ve pkk nın baş kadrolarını idam ederler vede hain ilan ederler.Bu işler tarihtede böyle idi şimdide öyle. Böylece Türk tilkiden kurnazdır lafı tarihe dip not düşüldü vede tescillendi.Ama pkk nın ortadan kalkmasıda Kürtlerin önünü açtı bence kürtler bu süreçten sonra dahada özgür olup kolayca ayrılacaklar zaten devlet dediğinde silahla değil akılla kurulur.ittihatçı vede milliyetçi göçmen kesimde bundan rahatsız zaten.Barış bir nevi Kürtlerin ayrılığını hızlandıracak vede millet olma bilinçlerini artıracak.

  44. Özgürlükçü anladık desturun pragmatiklik ve bu yüzden örtük ve utangaç bir AKP savunusu yapmaya çalışıyorsun. Ne de olsa Öcalan’ın pazarlık ortağı. Ama, bari saçmalama. Devlet ile onun rezil kuruluşu MİT ile masaya oturulup devrimcilik yapılmaz. Bu saldırganlığın ve bocalamaların, kendine devrimci deyip milliyetçi siyaseti savunmandan. Birini seçmezsen ortadan ikiye yarılacaksın.

  45. 007, Kızıldere hakkında tamamen haklısın. Zaten solun ana problemlerinden birisinin de bu olduğunu düşünüyorum. Bu anlattığın çelişkiler bana nedense “Aslında biz yenilmedik de, müttefiklerimiz yenilince biz de yenik sayıldık” türünden bahaneleri hatırlatıyor. Çocuklar yer bunları ancak.

    Ve aşikar olanı inkar edemem. Gerçekten de “asker”in sesi kesildi. Bu çözüm müdür, barış mıdır, silahların bırakılması mıdır her neyse, daha önce dağları deviren, bu olanların onda biri için ona buna gider yapan generaller şimdi susuyorlar. İçlerinden kasap döner sap döner mi diyorlar, gerçekten sivil iradeye bağlıyız mı diyorlar bilemem. Komplolara girecek değilim.

    Ama sorması ayıp, bu değişiklikten sonra, yani generaller artık basın açıklamalarını, “sert” sözlerini vs. kestikten sonra demokrasi standartlarımızdaki iyileşmeleri bir anlatır mısın? Ama soyut olaylar, iyi niyetler, başarısız girişimler değil istediğim, gerçekte neler oluyoru öğrenmek istiyorum.

    Bazı insanlar, kent kültürü olarak gördükleri, anıları olan bir sinemanın yıkılmasına karşı çıkıyorlar. Hükümet yıkılmadığını, taşındığını iddia ediyor. Sonra, bu iş için bir gösteri yapılacakken, o gösteri polis zoruyla dağıtılıyor. Hükümetin açıklaması şu: Cam çerçeveyi indireceklerdi. Hangi cam çerçeve? Yıkılmış bir binanın cam çerçevesi mi? İndirdiler değil, indirmeye niyetlendiler de değil, indireceklerdi. Nereden biliyorsun, müneccim dışkısı mı yedin? Orada Costa Gavras dahil bir sürü yönetmen vardı. Ha onlar ayrıcalıklı mı, elit mi onlar? Değil elbet. Gazı da yerler, copu da yerler. Aynen normal vatandaş gibi. O halde yiyiyorsa gidip Oscar törenine de biber gazı sıksana be adam!

    2001’de 9 tane polis bir muhabire işkence yapıyor. Dava sürüyor da sürüyor ve sonra işkencecilerden 4ü bir şekilde 10 ay ceza alıyor. Ve mahkeme “sanıkların memuriyet halleri ve sosyal durumları nedeniyle bir daha suç işlemeyecekleri kanaatine varıldığı” için hükmü açıklamayı erteliyor. Yani 5 yıl boyunca bir daha ceza almazlarsa (ki yine işkence yapsalar bile alamazlar, çünkü 2013-2001=12 yıl) yaptıkları zulmün hesabını vermemiş olacaklar.

    Lami Özgen hem akil adam “seçiliyor”, hem KESK davasında terörist olarak yargılanıyor. Onun ne ayak olduğu beni ilgilendirmiyor, yalnızca birazdan anlatacaklarıma iyi örnek olduğu için veriyorum. Nasıl oluyorsa bir anda tutuklu sanık kalmıyor. Kimsenin de ya bu adamları neden tutukladınız o halde diye sorası yok.

    İstanbul Üniversitesi’nde küçücük odaya alınıp polisler tarafından sille tokat dövülen öğrenciler, Dicle Üniversitesi’nde olanlar, Ankara’da olanlar, sırf son bir iki günde olanlardan aklımda kalanlar. İnternette arama yapsam daha onlarcası daha çıkar.

    Daha da geçmişe bakarsak, dikkatimi çekenler arasında, hakkını almak isteyen bir taşeron çalışanının bir anonimin buraya post ettiği kendini ateşe verme dramı, THY’de yasaları bile hiçe sayarak sokağa atılanlar, Bosh işçilerinin başına gelenler, Kıdem Tazminatı hikayesi, her önüne geleni bildiğimiz düşünce suçuyla içeri atıp, uyduruk kaydırık örgütlerden girdi demek, dağıtılan yüzlerce gösteri, durmadan kimlik soran polisler, yahu say say bitmiyor.

    Hergün ve hergün, “askeri vesayet” dönemini aratmayacak uygulamalarla karşı karşıyayız. Ya tamam, asker ses çıkarmıyor şimdi, onu anladık da, bunun bizim özgürlüğümüz üzerine etkisi neydi? Onu bi hatırlatsanıza bana?

    Kürtler artık öldürülmüyor hikayesine hiç girmemek gerek. Şahin Öner, hani güya elinde bomba patlayan, gerçekte panzerin ezdiği. Özgür Arda, Murat İzol. Roboski’ye girmiyorum bile. 2009’da “meşru müdafayla” kalaşnikofla göstericileri tarayıp ikisini öldüren şu korucu mesela. Evet, kirli savaş sırasında adlar bile bilinmiyordu. Şimdi adları bilebildiğimize göre daha az kişi öldürülüyormuş birilerine göre. Ama o iş 2000’ler gelmeden, AKP askeri vesayeti bitirmeden önce yine bu düzeye gelmemiş miydi? Kürtlerin öldürülmesinin “azalma”sının askeri vesayetin bitmesi ile birebir ilgisi yok gibi. Yanılıyor muyum?

    Evet, o halde etkisi şu anda Kürt sorunu hakkında daha rahat konuşabiliyor olmamız, değil mi? Ama biraz dikkatli olmakta da fayda var, çünkü bizi daha bir kaç ay önce yargılayan yasalar hala yerlerinde duruyor. Bağımsız yargımızsa, bağımsızlığını kanıtlarcasına yasalar orada durduğu halde doğru dürüst dava açmıyor. İnanılmaz ilginç. Daha önce aynı yasalarla Kürt denilince tepemize binerlerdi bu adamlar. Şimdi ne oldu? Peki ya şimdi var olan, yarın var olmazsa, yine davalar mı açılacak? Ne engelleyecek bunun olmasını? Tayyip mi?

    Bu isteksizlik neden var? Neden bölücülük gibi bir suç hala duruyor? Neden örgüt üyeliği suç sayılıyor? Cürüm işlememiş bir kişi hangi evrensel hukuk değerleriyle sırf birileriyle görüştü diye hapse atılabiliyor? Yoksa, yarın işimize yarayabilir diye bu yasalar kaldırılmıyor olabilir mi? Nasolsa dava aç, hop KCK. Dava açma hop tek bir dava bile yok. 302 mi? Bakan karar verir.

    Kısacası, 007 bana, ilerde güzel şeyler olacak umudu dışında, şu “askeri vesayet”in bitmesinin bizim özgürlüklerimize nasıl yansıdığını bir izah edebilir misin acaba?

    Çünkü eğer izah edemezsen, AKP’nin askeri vesayeti bitirerek, generalleri susturarak yalnızca kendi önünü temizlediğini, toplumsal özgürlüklere kendisinin de en az askerler kadar karşı olduğunu düşüneceğim mazallah. Çünkü pratikte bizim için sonuç aynıymış gibi görünüyor. Yanılıyor muyum?

    Ve son olarak, Almanya’da Kapp darbesi vardır ve 3 günlük genel grevle engellenmiştir, sonrasında zaten Naziler, sonra direk yarı Amerikan yarı Rus işgali var. Askerlere gerek yok. De Gaulle 2. Dünya Savaşı “kahramanı” bir generaldir ve Fransa’da 5. cumhuriyetin kurucusudur. İtalya’da Borghese vardır, meşhur kumandan, 1970’de başarısız darbe yapmaya kalktıydı. Mafya’yı zamanında azdıranlardan biri de bu arkadaştır. Askerlerin etkin olmadığını iddia ettiğin ülkelerden yalnızca İngiltere, o da Cromwell’den sonra askerlerin sivil iktidara karışamadığı tek ülkedir. Onun nedeni ise çok basit. Sivil yönetimler çalışan sınıfların ağzına etmeyi iyi becermişler, askere ne ihtiyaç duyulsun ki? Thatcher’a olan öfkenin mesela Evren’e karşı görülen öfkeden bile fazla oluşunun vardır bir sebeb-i hikmeti.

  46. yusuf ben uzunca detaylara girecek degilim.bilgimde sinirli..
    konuda özelolarak solculukla askerlerin-ergenekon du.
    Akpnin,yada hükümetin politikalari,uygulamalari elestirilebilir,elestrilmeledir. ne kürtsorunu nede demokrasi,özgürlük sorunu bitmistir..
    ama Dünya,avrupada artik 20,30,40li yillari yasamiyor.bu gelismeyide görmek,kabul etmek gerek..bu gelismeleride sadece solcu kesimlerin yaratigini söyleyemezsin..
    bu Akp nerden cikti? hic ama hic ummadigim,kabul edemiyecegim ,bunlari ben siyaset disindan tipler ,Gün Zililenin Tayyipst demesine bile yadirgayacagim hayvanlarda bu arabayi öne cektigini görmek banada aci veriyor..ama bazi seyleri görmek gerek..
    Asker kökenli Churchill gibi sonradan politakacilari kastetmedim. rejim sirasinda askerlerin arkadan dillerini uzatmalarini bu ülkelerde duyulmamis bir olgu ..

    Thatcher gercekten,kapitalizmin en acik,en cesur .keskin savunucusuydu..bu yüzdende sevenide,düsmanida boldu..
    ama onu örnek alan okadar ülkeler,politikacilar olduki..simdi moda bile oldu..Akp bile onun politikasini uyguluyor..

  47. ozgürlükcu ye yazdigim elestiri bir hareketin karakteri uzerine verdigi cevap ayni ben bir aydinlikci ulusalciyim, ama ergumana yanit yok….gercekten baydi artik, yani silivridekiler ve mhp chp olmasa bu arkadaslarin kendilerini solda anti kapitalist olarak tanimlamalari oldukca güçlesecek….

  48. Gitti asker, geldi polis

    ÇORLU’da Emniyet Müdürlüğü pankart asmış.
    Pankartta yazan cümle aynen şöyle:
    “Polis kanun adamıdır. Ona her zaman saygı gösterilmeli ve itaat edilmelidir”.

    * * *

    Eskiden garnizon duvarlarına pankartlar asılırdı.
    Şöyle yazardı pankartlarda:
    “Orduya sadakat şerefimizdir”.

    * * *

    Bizim millete ya “sadakat” görevi verilir ya da “itaat”.
    İşin daha tuhaf tarafı ise şu:
    Milletimiz sadakat isteyeni de, itaat isteyeni de hiç yadırgamaz, basar bağrına bağrına…

    http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/23016155.asp

  49. gitti asker geldi polise itiraz, asker gitti evet , ama polis simdi mi geldi, o hep vardi. demekki asker gereksizlesmis ve giderilmis…e oda bisey.

  50. Tamam tamam. Siz kazandınız, kısa yazacağım, az yazacağım. Söz. Kusura bakmayın.

    Ama şunları söylemek gerek. Burasını basit bir kapışma alanı olarak görmüyorum. Yani 007’nin bence AKP’li olmasından dolayı söyledikleri de, polisin zaman zaman küfüre varan dediğim dedik sözleri de onlara platform sağlamamak için kenara atılamayacak sözler. Neden mi? Çünkü, asıl kapışma alanını sokak, kahveler, basın, meclis, Taksim’in girişi, Yüksel caddesi vs olarak görmüyorum. İşyerleri olarak görüyorum. Ve özellikle islamcı işyerlerinde bu insanlardan binlerce var. Hergün oralarda çalışan arkadaşlarımdan oradaki “müteyeddin” insanların, her çay molasında, her öğlen bunları durmadan birbirlerine anlattıklarını duyuyorum. Küfürlerine küfürle karşılık vermek demek, onlarla hiç bir şey yapamamak demek. Yani, bir ara patrondan, müdürlerden, ustabaşından ağır bir kazık yiyene, mesela atılana kadar beklemek demek.

    Ve onların anlattıklarına karşı her daim taze ve güçlü argüman üretmek gerçekten zor, çünkü aynı bizim polis gibi iki tür insan var kafalarında: CHP’li olanlar ve kendileri. Bu kendilerine MHPliler de çoğunlukla dahil tabi bu arada. Adam bizi CHP’li olarak simgeleştirmiş, general sevici olarak simgeleştirmiş. Kafasından bu zırvaları söküp atmak için çok çabalıyorsunuz. Ve bunu yaparken hem politik olarak onların fikirlerine ve dünya görüşlerine karşı olduğunuzu belirtip, hem de birlikte bir şeyler yapmak gerektiğini anlatmak daha da zor. Yoksa, sırf “ekonomik” mücadele yapabilmek için, açıkça bizi felakete sürükleyecek fikirlerine evet demek zorunda kalırdık. Eskiden buna uvriyerizm derlerdi. Dolayısıyla her fikirleriyle dalaşmayı, her düşüncelerini, her duyduklarının kökenini anlamak zorundayız.

    Kısacası, size bu fikirlere gereğinden fazla değer vermek gibi görünen şey, onları anlama, ruh hallerini ve potansiyellerini çözümleme hadisesi.

    İyi de şimdi ben ne yapacağım? Şu Engin Ardıç hikayesinde kendimi nasıl savunacağım? Buz gibi mantığın, devrimci romantizmle bağını çoktan kopartması gerektiğini, bunun bir yol bulmak isteyen sosyalistler/anarşistler için en doğru yol olduğunu göstermek için nasıl çabalayacağım? Bütün yenilgi dönemlerinde devrimci romantizme sığınan solun, artık bundan çıkması gerektiğini nasıl anlatacağım? “Kısa kes, kısa kes!” Olmaz ki böyle ama. Sansür bu yaptığınız! 🙂

  51. “Bence” dedim 007. O kadar konu tartıştık. Bu kadarcık hukukumuz da olsun artık değil mi? 🙂 Yanılıyorsam gülüp geçeceksin zaten. Yanılmıyorsam, suç değil ya AKP’li olmak? Tartışma sürüp gitsin.

  52. özgürlükçü

    007 de akp liyse biz toplumsal devrimcilerin işi zor.neden derseniz çıtayı 007 den çok daha yükseğe özgürlükçü demokratik bir seviyeye çıkarmak gibi iş önümüzde olacağından biraz daha özgürleşmemize ihtiyaç olacak neyseki ben yusuf cemal gibi düşünmeyip henüz akp 007 seviyesinde özgürleşip demokratlaşamadığını sadece eski efendilerin çıtasını geçebildiğini düşündüğümden fazla enseyi karartmadan akp yide tüketip aşabileceğimize inancım tam darısı kendine güvenmeyip yani aslında halka ve toplumsal muhalefete güvenmeyip başka güçlere bel bağlıyanlara

  53. Yusuf Cemal sorun neyden, hangi yanlistan nasil ayrilip nereye yöneldiginizdir.. Devrimci romantizmden bayagi igrenc küfür e denk düsen bir düzeyde ayrisirsaniz gideceginiz yerler Engin Ardic ve Nagihan Alci lar oldugu yerler olur anca. Yok jestti oydu buydu suydu olmaz bu islerde bu da bir soguk mantik, hayirli yolculukla…..Hem Devrimci romantizm sanildigi gibi cok kötü birsey degildir, hele hele Anti Stalinist bir anarsist Ozgürlükçü solcu icin cok daha fazla böyledir bu. Yok eger Marxist klasik mantigi ve retorigi (ki cok soguk bir mantiga sahiptir) baska kavramlarla ifade etmeyi anarsizm saniyorsaniz, birakin ozgurlukcu anarsizmi o küfrettiginiz Devrimci romantiklerin gölgesinde negatif figürler olursunuz…

  54. entelektuel tek L ilen yazilir..:)

  55. aydinlik ve oda tv cevresinin tehlikelilikleri ortada, en azindan yan bir kol faaliyeti düzeyinde yurt gazetesinde yazan cizenler ve tkp (ilginc barisa degil akp ye kafayi takmislar , hatta kürtlere karsi soven olmaktan daha fazla öne cikiyor cember sakal alerjisi, yinede tabanlarinda soven kürt dusmanligi yok denemez) yi aydinlik ve oda gazetesinden uzaklastiracak bir düsnce iyi olur aslinda…

  56. utandim sindi

  57. Engin Ardıç’ı o hale getiren şey tam da devrimci romantizmin içi boşluğudur. Gerçek dünyayla karşılaşan, çalışmak zorunda olduğunu, yaşamak zorunda olduğunu farkeden devrimci romantik, eğer yok olmayı ya da sürüm sürüm sürünmeyi göze alamıyorsa, bir gün bir anda aslında anlattıklarının, inandıklarının, bir süre önce hayatını verebileceği şeylerin ne kadar saçma olduğunu keşfediverir. Sürünmeyi göze alamaz çünkü zaten o inanç noktasına, o “iman”a romantik olduğu için gelmiştir. Bunun böyle olduğunu hem kendileri anlatır, hem de eğer bir yoldaşınız devrimci bir romantikken dönüyorsa ya da sırf hayatın sıkıcı atmosferinden kaçmak için saçma sapan işler yapıyorsa onun çöküşünde görebilirsiniz.

    Rimbaud olabilir ama emin değilim: Zor olan şey, bir dava uğruna yaşamı boşverip kahramanca ölmek değildir. Zor olan, ölümü boşverip, her saniyesinde kendini o dava uğruna feda ederek bu rezil hayatı yaşamaktır.

    Gün Zileli gibiler istisnadır. Bizim amacımızsa istisnaların yardımıyla, ama yalnızca onlarla ulaşılamayacak bir nokta. O halde insanların çoğunluğuna ulaşmamız, onların hiç de romantik olmayan yaşamlarını, yani yaşamlarımızı daha iyi bir noktaya getirmek için çabalamamız gerek.

    Etiketler, izm’ler, kolay anlaşılabilmek için söylenen ön sözler olmalıydı. Ben anarşistim, dediğim zaman, benim hangi sınıfın olduğundan bağımsız devletle ilgili problemim olduğunu, bir şekilde bolşevikleri sevmediğimi, bir şekilde İspanyol devriminde FAI’yi tuttuğumu anlamanız gerekirdi. Ama bunlardan biri ya da bir kaçı olmadığı zaman, “sen ne biçim anarşistsin” derseniz bu en fazla sen garip birisisin anlamına gelmeliydi.

    “Böyle düşünemezsin, çünkü sen anarşistsin.” zorlaması geldiğinde ise, bu karşı tarafı “Sen erkeksin, erkekler ağlamaz” diyerek avutulan küçük oğlan çocuğu yerine koymakla eş değer olsa gerektir. Kaldı ki ben anarşist değilim. Eskiden, çok eskiden kendisine anarşist diyen ve Sovyetlerde 3. devrimi bekleyen küçük oğlan çocuğuydum yalnızca. Ama büyüdüm…

  58. engin ardic i ve bilcümle eski aydinlikcinin (ve tkp-igd) lilerin o hale düsmelerinin sebebi hic bir zaman inanmadiklari seylere inanmis gibi yaparak katilmis olmalaridir, bakin oya baydar a bakin , sosyalist romanci olmaya ve biseyleri anladigini , anlatmaya calistigi romaninda bile ne kadar elit duruyor, isci sinifi disi , edebiyatiyla sanki kücük burjuva elestiris yapip daha alttakine ait oldugunu soylerken bile , hayatta hic adim atmadigi( bu bagislanabilini) yerleri en sonunda anladigini , anlattigi romaninda bile yine bir yukaridaki, suya sabuna dokunmayan, suca bulasmamis, tertemiz risksiz, steril solculugun , yukaridaki yargici, TKP-IGD ile AYdinligin ortak noktasi nedir bilirmisiniz ( buna türkiye gemen siniflarinin siyasi gucune sonradan eklenen islamci sermaye gibi) aydin cubukcu ustten bakisciligini steril solculugunuda ekliyebilirsiniz, hep bir yolunu bulup yargiliyorlar, gun zileli yargiliyor onlar yargiliyor, anarsizmi bile suya sabuna dokunmayan, tertemiz steril yerlerde ariyorsunuz, militan olan ne varsa ona küfürle basliyor amentünuz, isyanin kendisine hic bulasmamissiniz, isyan edenlerin eksikliginde ariyorsunuz , o noktanisizi, birseyler anliyorum, hissediyorum, ama anlatamiyrum, akademik bir alt yapi yoksunluugu belkide, ama ona sahip olsaydim siz gibi olurdum, cok gencken arayislar icindeyken, cok geri iken aklimca ezilenleri savunmaya kalktigimda, beni akademik seviyesi ile mahvetmeye kalkan bir islamci gericiyi , dikkate alan ödp li lise arkadasim vardi. o gün bu gün bu steril solculugun psikoljik sinifsal kokenini arar dururum, suna vardim , bunlar tkp-tip liler ve aydinlikcilar bunlar anarsist olduk dediklerinde bile , sende bir bayagilik , onlarda bi enteresantlik bulurlar, umarim anarsizmi cok fazla kirletmezler, cunki anarsizm , stalinist olan bir devrimcinin bile kaybetmemesi gereken vicdanidir. ve o vicdan nagehan alci lari engin ardiclari dogru aciklayamayan, sevgili 007 dostumuzun turnusolunda kücülen ruhlarda bulunmaz, devrimci olmak herseyden once bir vicdan isidir…

  59. Ben milliyetçiliği ayaklar altına aldım.Etnik milliyetçiliğe karşıyım.
    RTE
    Asıl milliyetçilik budur. Bakan Çelik
    Alper Tunga öldümü,eşsiz acun kaldımı milliyetçiliği tam gaz

    http://www.radikal.com.tr/radikal.aspx?atype=radikaldetayv3&articleid=1129284&categoryid=77

  60. 009 kendi adına konuş.

  61. oya baydar ve aristokratik solculugu elestrirken , onlarin yukaridanligi ve sucsuzlugu nu elestrirken teorik ideolojik seyleri kistas aldim, yoksa u kesimin hicbir zaman orgutluluge gelemyen bireyleri , ne kadar kötü olduklari konusunda sonsuz oz elestri verebilirler, ama bunlarin hepsi edebi bireysel psikolojik ozelestriler dir ve kendi gunahlarinda , yine o bayagi kaba militanliligi bulurlar, gün zileliyi tanimis oldugunu iddia eden eski bir amcam bana sunu söylemisti, siz ve onlar asla ayni düsünemezsiniz aranizda sinif farki var… dogru demis…

  62. ben hep kendi adima konusurum…
    baska sansim yok zaten

  63. bu steril solculuk Pkk hareketini bile savasirken degil barisirken kutsadi

  64. Bir gece yarisi
    yüreginizin sorunsuz oldugu bir sirada, otlarin ve yildizlarin kokusu bu bilimin pek daha çogunu ögretmemis miydi
    size?
    Nerede
    ayriliyorduk, biliyor musunuz? Siz umutsuzlugu rahatça kabul ediyordunuz, bense etmiyordum. Siz insan
    kaderindeki haksizligi kabul edip hos görüyordunuz, bense dünyanin haksizligiyla savasmak için hakki öne sürmek,
    mutsuzluga karsi koymak için mutluluk yaratmak gerektigine inaniyordum. Siz umutsuzlugu bir taskinliga
    vardirdiniz; bense umutsuzlugu ve bu dertli dünyayi kabul etmeyerek insanlarin birlesmesini ve kötü bahtlarina
    karsi birlikte savunmalarini istiyordum. Görüyorsunuz ya, ayni ilkeden iki ayri töre çikarmisiz. Ben bu dünyanin
    yüce bir anlami olmadigina inaniyorum ama, onda bir sey bulundugunu da biliyorum. Bu sey, insandir. Çünkü bir
    anlam arayan tek varlik odur. Bu dünyada hiç degilse insanin gerçegi var ve bizim ödevimiz onun kaderine karsi koymasina yardim etmektir.
    Dünyanin insandan baska anlami yoktur. Hayat anlayisimizi kurtarmak istiyorsak insani kurtarmaliyiz. Insani
    kurtarmak, onu kesip biçmemek, yalniz onun düsünebilecegi dogrulugu bulmasina imkan vermektir. Siz zaferi
    umutsuzlugun ezici gücünde buldunuz, bizce insanin kazanacagi en büyük zafer, mutlulugudur. Bu zaferse insanin
    kendi kaderine karsi kazanabilecegi bir zaferdir. Madem bu is bitti, artik size ögrendigimizi söyleyebiliriz:
    Kahramanlik hiç de güç bir sey degilmis, güç olan mutlulukmus meger. Dört yildir bize bol bol gösterdiginiz
    korkunç sahnelerde içgüdünüz kadar aklinizin da payi
    vardi. Bunun için yargim topyekun olacak: Siz benim
    gözümde ölmüssünüz. Ama o korkunç davranisinizin hesabini soracagim zaman unutmayacagim ki, siz ve biz ayni
    yalnizliktan yola çiktik, siz ve biz bütün Avrupa’yla birlikte ayni kafa trajedyasinin içindeyiz. Sizin gücünüzü
    yikmak istiyoruz, ruhunuzu degil. Görüyorsunuz ya, sizi bizden güçlü yapan sey gene de sizde kaliyor, ama bizim
    size üstünlügümüzü yapan da budur. Dünyayi suçlandirmakta hiç de gevsemis degiliz. Yeni bilgimizi o kadar
    pahaliya ödedik ki, çagimizi umut kirici görmekte devam ediyoruz. Bütün bunlarla ne kazandik? Birkaç yeni
    düsünce ki, onlarin da, kimilerimizin daha iyi ölmesine yardim etmekten baska bir faydasi olmayacak. Evet bu umut
    kirici bir seydir. Ama biz, bunca haksizliga layik olmadigimizi tanitlamak istiyoruz. Kendimize verdigimiz ödev bu,
    yarin baslayacagimiz is de budur.
    Her seyin anlamsiz oldugu, her seyden umudu kesmek erektigi düsüncesiyle nasil kalir insan? Her seyin anlamsiz
    oldugunu söyledigimiz anda bile anlamli bir sey söylemis oluyoruz. Dünyanin hiçbir anlami yoktur demek, her türlü
    deger yargisini ortadan kaldirmak olur. Oysa yasamak kendiliginden bir deger yargisidir. Ölmeye yanasmadigi
    sürece insan yasamayi seçiyor demektir. O zaman da, yasamaya bir deger veriyor demektir. Su var ki, en koyu
    umutsuzlugum içinde umutsuzlugu asmanin yollarini aradim ben. Kara da olsa, eserimizin göbeginde tükenmez bir
    günes parliyor ki, o da bugün ovada, tepelerde bagiran günestir. Albert Camüs

  65. Yanlış anlama 009. Gıcıklık için değil. Yalnızca “bak bu da var” diyebilmek için…

    “Bana sık sık soruyorlar: kitaplarınızda nasıl bir etik savunuyorsunuz? Bütün hepsinde ortak olan bir etik tutum var mı?

    İşte yanıtım: evet,var, ahlaktan yoksun bir etik savunuyorum – ama Nietzsche’nin bizi kendimize sadık kalmaya, iyinin ve kötünün ötesindeki seçilmiş yolumuzda ısrar etmeye çağıran ahlaksız etiği değil. Ahlak benim diğer insanlarla olan ilişkilerimin simetrisiyle ilgilidir, onun sıfır seviye kuralı “benim sana yapmamı istemediğin şeyi yapma”dır; etikse, tersine, benim kendimle tutarlılığımla, kendi arzuma bağlılığımla ilgilenir. Fakat, etikle ahlakı ayırmak için tümüyle farklı bir yol daha var: Friedrich Schiller’in naifle duygusal karşıtlığı arasında bir yol. Ahlak “duygusaldır”, ötekilerini (sadece), ötekilerinin gözüyle kendime baktığımda, iyi olan kendimi sevmem anlamında içerir; etikse, tersine, naiftir – yapmam gereken şeyi yapılması gerektiği için yaparım, iyiliğim yüzünden değil. Bu naiflik düşünümselliği dışlamaz – hatta ona, insanın yaptığı şeye karşı soğuk, katı bir mesafesi olmasına izin verir.

    Benim durduğum yer işte bu – böyle olmak isterdim: duygudaşlıktan yoksun etik bir canavar, kör bir kendiliğindenlikle başkalarına yardım etme görevini yerine getiren, ama onların iğrenç yakınlıklarından kaçınan bir canavar. Böyle daha çok insan olsaydı, dünya, içinde duygusallığın yerini soğuk ve katı bir tutkunun alacağı hoş bir yer olurdu.”

    Slovaj Zizek – Paralaks

  66. Nazileri yaratan her neyse, çözümünü de ortaya koydu. SSCB için böyle denemeyebilir. Çünkü SSCB’nin en güçlü olduğu zamanla çöküşü olan zamanlar arasında on yıllar var. Zaten bu da neo-nazizmin neden henüz zayıf, oysa stalinizmin hala neden güçlü olduğunu gösteriyor: Çürüme formülü stalinistleri düşünmekten muaf tutuyor. Ama Nazilerin 1939 ile 1944 arasında “çürüdüğünü” iddia etmek kolay değil. Eğer Dick’in Yüksek Şatodaki Adam’ındaki gibi Naziler dünya savaşından galip çıkıp stabil bir sistem inşa edebilselerdi, belki de çürüme formülü Nazileri de kurtarabilirdi. Tabi bir süreliğine.

    THKP-C ve THKO ile ilgili problemim onların 007’nin anladığı tarzda “kendilerini feda etmelerine yol açan fikirlere aşırı bağlılıkları” değil. Dediğim gibi, eğer fikirlere aşırı bağlılık yalnızca Nazilere özgü olsaydı, onları kimse durduramazdı. Oysa, Nazilerin panzehiri, yine “fikirlere aşırı bağlılık”tan güç aldı. Yalnızca Stalingrad’dan bahsetmiyorum. Normandiya kıyılarında zırhlıların çıktığı koydan uzak başka bir koya çıktıkları anda Atlantik duvarına çarpan on binlerce Amerikalı genci de kastediyorum. Eğer 007 Nazilerin karşısında bu fikirleri savunsaydı, yalnızca ezilip giderdi. Ahlaki düsturlar insanları yönlendirmede yetersizdir. Uhrevi “Benim karşıma kul hakkıyla çıkma” düsturu, dünyevi şeriatın katı kurallarının var olduğu bir ortama muhtaçtır. Bence 007’nin fikirleri 89 sonrası dünyanın fikirleri. Ve o dünya yok olmak üzere.

    THKP-C ve THKO’da problem olarak gördüğüm şey, “suç”a bulaşmaları da değil. 009’un steril solculuk dediğini ben de görüyorum ama onun gördüğü yerlerde değil. Grev kelimesinin sabotajı da içerdiği zamanlarla, vizite alma eylemlerine genel grev demek arasında böyle bir starilizasyon dönemi var olmalı. Jan Valtin’in gemi motorlarını sabote ettiği ve Sorel’in Şiddet Üzerine Düşünceler’de tasvir ettiği dünyayla bugünün hımbıl dünyası arasında niteliksel bir fark var.

    THKP-C ve THKO’nun problemi, kurtarıcı kimlikleri. Yöntem olarak tutturdukları yol da, diğer sol/sosyalist insanlara davranışları da, aralarındaki evrimsel “silahlanma yarışı”na kapılmış olmaları da bunun göstergesi. Sınıfsal bakış, kim olarak kimleri kurtarmaya çalıştığımıza dikkat etmeyi de içermeli. Dolayısıyla “suç”u dışlayan steril solculuğun panzehirini bulmaya çalışırken, “suç”u dışlamayan her yolu kutsamamız gerekmiyor. O yolu kimin, kimler için yürüdüğüne de bakmak gerekiyor. Ve tabi, amaçlarımıza ulaştırıp ulaştıramadığına da.

  67. Otoriter-devletçilere ve totaliter-devletçilere karşı duran; sivil-toplumculuk ve postmodernizm gibi hastalıklardan uzak; anti-kapitalist ve anti-emperyalist mücadeleyi esas alan, gayet düzgün bir Troçkist grup :
    http://www.wsws.org/

    Severek takip ediyorum!

  68. “DSİPgillerin antitezidir” desem yeterince açıklayıcı olur herhalde…

  69. 007 nin kendi fikrine faşistçe bağlı olmasınıda gör entel yusuf.

  70. özgürlükçü

    hiç birimizin göremediği yada görüpde terk edemediğimiz hastalık halkın devrimci öncülüğü tezinin virüsüdür.bununla yüzleşeceğimiz yerde öncülüğe en devrimci öncülüğüde ekleyince işin asıl sahibi teferruat kalıyor asıl sahibide uzaktan halimize bakıp burdan bir şey çıkmaz dıyor sanırım

  71. Anonim 112, Türkiye’de bugüne kadar polemikler insanların çelişkilerini bulmaktan ibaret oldu. Her fikrin bir şekilde gerçeklikle ve kendisiyle çelişkisi olmak zorunda olduğu için (Bir başka ölü: Kurt Gödel), üstelik o çelişkiler Türkiye’de bu her zaman da teorinin verdiği sınırlara daha gelmeden çok önce yüzeye çıktığı için, yalnızca tencere dibin kara seninki benden kara muhabbetine döndü geçmişte.

    O halde, iç çelişkilerden oluşmuş argümanları daha önceki solun kullandığı gibi bol keseden sallamaktansa, gerçekten fikri yıprattığı zamanlarda kullanmak daha iyidir. Yoksa gerçekten değersiz oluyor polemikler. Üstelik zaten 007, Nazilere karşı davranışta bunun yapılabilir olduğunu söyleyerek bence çok doğru bir yere sürükledi fikirlerini. Ne yapıyoruz, skolastik doğruları bulmaya mı uğraşıyoruz, yoksa bir şekilde düşüncelerimizi gerçeklikle uyum sağlattırmaya mı çalışıyoruz?

    Gün Zileli, kullanılabilecek iki kavram önerdi. Gerçeklikle binlerce çelişkisi bulunabilir. Kolay mı öyle sosyal konularda, bunlar armut, bunlar da elma diyebilmek? Dünyayı anlamaya çalışırken ve derdimizi anlatırken işimize yarayacak mı? Bence sınırımız bu olmalı.

  72. 1960da elazig haberi gercekde bumu yalan haber?yemek secme,allah ciz yapar.

  73. özgürlükçü, oku bu yazıyı

    Teslim Olmanın Statüsü Yoktur / Hozan Bawer

    Kuzey Kurdistan Kürd Hareketleri içinde,Kurdistan´ın sömürge statüsüne karşı mücadele eden Otonomi, Federasyon, Bağimsızlık talep eden örgütlenmelerden, „Belediyecilik“ konseptiyle Teorik anlamda Ortadoğu demokratik konfederasyonuna kadar giden çözüm önerilerine baktığımızda can alıcı bir gerçekliligin reel yaşamımızda ezici duruşuyla önümüzde olduğunu görürüz.

    Bağimsizlik talebinden “U“ dönüşüyle Belediyecilik talebine dönüştürülen PKK silahlı mücadelesi, Bağımsızlıgı savunan Kuzey Kurdistan anti sömürgeci örgütlenmesinde, sarması, iyilieştirmesi çok zaman alacak büyük yaralar açmıstır. Bu oportunist ideolojik geri dönüşe müdahele etmek istiyen binlerce gencimizde ya hayatindan yada bireysel haklarından olmustur.

    KCK´de bahsedilen statünün, TC´deki azınlıklara verilmesi gereken bir hak oldugu ve Kurdistan´in sömürge statüsünden kurtulma ve bağımsızlık sorununun olmadığıdır. “Kürd“ adının vurgulandığı yerlere çerkez, laz, roman, afrika pigmenleri, kutup eskimoları vs kimlikleri yerleştirin, göreceksinizki bahsedilen Kimlik bizim kimliğimiz değildir. Bize burda dayatılan KCK teslimiyetçiliğidir, evet açikca bütün Ulusal haklarından feragat edip, bir dil ve kültür demagojisine teslim olmaktır. Ama Teslim olmanın statüsü yoktur, Teslim olur, Esir olur, etek öper oturursun. Devamı yoktur !

    KCK, PKK değildir !

    KCK´yi Kürd halkına PKK olarak pazarlayan, TC ve PKK´nin silahlı örgütlenmesini beleşe servis etmeye hazırlanan KCK iradesidir. KCK´nin Belediyeciliği yeni PKK çizgisi olarak Kürd halkına empoze edilecek ve akabinde KCK´yla yapilacak antlaşmayla Hem Bağımsızlık hemde Silahlı güçler TC´ye teslim edilecektir.
    Cok iyi anlaşılması gereken nokta, Kurdistan´ ın Bağımsızlıgı için yola çıkan PKK´ninen son kullanma tarihinin, 2002´de 7. Kongreyle başlayan ve 17 Mayıs 2005´te karara bağlanan, KCK´nin “Barış Projesi” sözleşmesiyle sona erdiğidir. Bu sözleşme Bağimsiz ve Birlesik bir Kurdistan için yola cıkan PKK sürecinin bittiği tarihtir. Cünkü bu tarihten itibaren uygulanan demokratik cumhuriyet ilkesi ideolojik bir dönüm noktasıdır.

    Bunu çok iyi anlamak lazım. Yani KCK sözleşmesi söylenildiği üzere bir taktik veya strateji k degisiklik değil, ilkeli bir sözleşmedir, ideolojik ayrılıktır. Dolayısıyla iki farklı anlayış, Bağımsızlık ve Belediyecilik olduğu için artik burada PKK´dan degil KCK´den sözetmek gerekir. Bunu cok iyi ayırmazsanız, PKK adına KCK´nın değirmenine su taşırsınız.

    Ve bu anlamda PKK´nın esas sahiplerinin/mirasçılarının/temsilcilerinin mücadelesinede ters düşersiniz. Tabi bu yazdiklarımdan PKK´nın “pir u pak“ oldugu anlamıda çikarılmamalıdır.

    Süreci iyi anlamak açısından gündeme damgasını vuran gelişmelerden bir kaç örnekle devam etmek istiyorum.
    TC Başbakanı Recep Tayyib Erdoğanın „Kürd açılımı” başlığı adı altında satişa sunduğu, ileri (!) demokratik yoldan Kürd sorununu (ki bence sorun olan TC´dir) çözme projesi son aşamada bir TRT 6, Kürdçenin Secmeli dil olarak eğitimde kullanılabılmesiyle başlayıp en son aynı sınırlar içinde, Tek Bayrak, Tek Millet ve Tek tekci acıklamalarıylada şimdilik noktalandı demişken karşımıza Kürd Politikacı kimligiyle tanınan BDP Milletvekili Hasip Kaplan´ın çıkmasıdır.

    Hasip Kaplanın Bayramlasmak icin gittigi Nizamiye kapılarından kovulmaktan, en son yaptığı „Bayrakla, resmi dille, sınırlarla ilgili hiç bir problemimiz yok. Türkçe, ortak dilimizdir; inanın hiç bir siyasi parti, hiç bir güç 75 milyonu birbirinden ayıramaz“ acıklamasını alışılagelmis pervazsız ve niteliksiz demeçler olduğu için,ciddiye almadan bir kenara koysak bile, hemen akabinde 28.04.2012 Tarihli Mehmet Serhat Polatsoy´un yaptığı açıklamaların yenilir yutulur yanı yoktur. Bu yazı Kürd ve Kurdistan´ın açıktan reddi ve Kurdistan´ın TC´ye altın tepside bir Dil ve bir Gowend icin teslimiyetinin resmi ifadesidir.

    Polatsoy KCK ve Hasip Kaplanı politik bir dille sorgulayan kitlelere Külhanbeyi tehditlerini savurarak KCK´nin Hasip Kaplanın şahsında, Bağimsızlıkçı Kürdler tarafından hedef alındıgını ifade etmiş ve yaptığı açıklamada:
    “Bu çevreler kesinlikle HPG’nin dünkü uyarısını dikkate almalıdırlar! Dünyanın neresinde olursa olsunlar, uyarıdaki “muhatap çevrelerin” gidebileceği hiç bir yer yoktur“ demisti.

    HPG´yi Kürd halkina yöneltip, TC ile ilişkilerin ve pazarlıkların selametinin garantisi olarak kullanmak çabasında olan bu zihniyet, bu zavallılık, bu düşkünlük, bu bınkevır sevdalısı zat birşeyi unuttu galiba.. Oda, Kürdlerin çok Dogu Perinçek´ler, cok Yalçın Küçük´ler gördügü ve hiçbirine taviz vermediğidir. Cok yüksek telden atanlarin sonunun hicte iyi olmadığını ve kendisininde aynı sona düşmemesi için susmasını samimiyetle temenni ederim.
    Devam edelim.

    Aysel Tuğluk’un en son “Demokratik Özerklikte Ekonomi” Sempozyumu’nda yaptığı konuşmadan bir pasaji inceleyelim.

    “Kürt sorunu, son tahlilde bir demokrasi sorunudur, çözüm projesi de bir demokratikleşme projesi olmalıdır. Tekrar ifade etmek gerekirse, sorunu net bir biçimde tanımlayamazsak doğru çözümü de ortaya koyamayız.”

    Bu hanimefendi aslında kendi kafasina göre Kürd meselesini net bir biçimde tanımladığını iddia ediyor ve Halkımızın kurtuluşunu demokratikleşmeye bağlıyor, TC´nin demokratikleşmesine….. Türkiyeli´lik sözcülüğünü yaparak Kürdleri TC´nin gündemine hapsediyor.. Bu Sempozyumda Kürd ve Kürdistan´la ilgili tek satır çözüm önermiyor. Burda önerilenler Türk Halkina ve onun Siyasi iktidarina yapilan bir çağriıdır. Özellikle Kürdlere sunulmuş bir proje degildir. Bunu A. Tugluk´da „Biz, sadece Kürtler için değil, ülkemizdeki herkes için Demokratik Özerklik istiyoruz!“ cümlesiyle tasdikliyor.

    Ve en son Ulusal şoku BDP Muş Milletwekili Sırrı Sakık´ın 09.05.2012 Tarihinde Sosyal Medya´da yaptığı açıklamalarla yaşadık. Sırrı Sakık Twitter´deki mesajlarinda , bir MHP Milletvekilinden daha pişkin ve daha merhametsizdi :

    TSK’da görev yapan astsubay ve uzman çavuşların özlük hakları başta olmak üzere karşı karşıya kaldıkları sorunların tespiti ve çözümü için bir meclis araştırmasının açılması gereklidir.
    Biz Türkiyedeki bütün eşitsizliklerin, haksızlıkların, ayrımcı uygulamaların karşısında olan bir partiyiz…
    Aynı zamanda savaşın bir tarafı olan ordu içerisinde eşitsizlikler yaşanıyorsa buna da dikkat çekebilmeliyiz.
    Dostlarımızın da bizi anlamamaktaki ısrarınıda anlamakta zorluk çekiyoruz.Bu önerge grubumuzla oturulup konuşularak hazırlanan bir önergedir

    Evet Sırrı Sakık TSK´daki Emek istismarina böyle tepki gösteriyor. Aklınca Sicili bozuk TC Ordusunun fertlerinin Emek istismarina BDP adina karşi duruyor. S. Sakik bu Soykırımcı Ordu´nun Maaşlarına , Halkımızın değil TC´nin hassasiyetine Emek istismarı adına öncelik veriyor ve bu önergenin grup önergesi olduğunuda itiraf ediyor.

    Aslinda burasi sözün bittigi yerdir. Ancak Kürd Halkina verdigimiz özgürlük ve bagımsızlık sözümüz var,.Bu yüzden ne susmak nede yılmak hakkımız var. Halkımıza bunların gerçek yüzünü gösterip, Kurdistan davasının H. Kaplan, M.S. Polatsoy, A. Tugluk ve S. Sakık´a bırakılmayacak kadar önemli, hassas ve hayati olduğunu hergün anlatacağiz.

  74. Biz pekeke'nin ganlisini severiz

    Ne bu yaa baris yapan, haklarini alan, siyaset yapan PKK, böyle Pekeke istemezük, bize savas yapan, gan döken, adam öldüren pekeke gerek. Gan gohiiir burnumuza gaan, biiiiz aydiiiin, uygaaar, ilericiii, kürtlere sünnet olup olmamalari gerektigini bileeeee ögretecek olaaaan pek sanliiii martiri, martiri, terelleli devirimcileeeer, raki bardaklarini ardi ardina devirirken herseyin en iyisiniiii biiiz biliriiiz.

  75. Din yoksullarin ic cekisidir. Ruhsuz bir dunyanin ruhu kalpsiz bir dunyanin kalbidir. O halkin afyonudur.

    Ve afyon kafasiyla hayal gormek ona buna kufretmek cok kolaydir. Bir rekat kil. Kafasi gelmez. Bir ay kullan prozac gibi her derdini cozer. Rahatlarsin. Icin icine sigmaz. Ona buna kendin kan icinde yuzerken Hasan Sabbah misali, kan istiyorsunuz dersin. Cesetlerden olusmus basamaklari tirmanip Allah yuru ya kulum dedi dersin. Gercek hesap gunu gelinceyse kandirildim desen bile yenmez laflarin.

  76. Afyon ve devrimciler ve Marx

    Devrimci Atatürk 1930’larda Istanbul’da 3 adet eroin fabrikasi açtirdi. ABD baskisiyla bu fabrikalar kapatildi. Eroin fabrikalari yüzünden uzun süreTürk denizciligine ambargo konuldu.

    Latin Amerika’daki devrimci gerilla gruplarini çogu narko gerilladir, ABD’ye uçak ve gemilerle kokain göndeririler.

    PKK’nin savasa devam etmesini isteyenler eroin ticareti yapan gruplardir, bunlar arasinda devrimci, sol, sag, askerci , ülkücü görünümde olan çok vardir.

    Türkiye’deki devrimci fraksiyonlarin eroin, esrar, kokain gibi sektörlerde ne faaliyetler yürüttügü bilinmektedir. O nedenle biraz utanin da susun bari.

    Demek ne ne imis? Kendileri tozcu olanlarin mecazi anlamda dahi “afyon” kelimesini agizlarina almamasi gerekmekteymis.

    Marx’in “din afyondur ” dedigi dönemde egemenler kiliseyi politikaya alet etmekte idiler, o ülkelerde bugün kimse kiliseye falan gitmiyor. Simdi iktidar tamamiyle liberallerse ve din yerine seks, gerçek uyusturucu, shox-bizz veya punk -bireyci anarsizm gibi yollarla insanlari uyutmaktalar. Islamiyet ile kiliseyi de sakin ola ki karistirmayalim, kaptalizmin Islam’dan ne kadar rahatsiz oldugunu anlamamak için ya sabloncu olmak gerek ya da kötü niyetli.

    Ayrica bunu yazan zat, Marx’in bu cümleyi hangi metinde yazdigini biliyor mu? Hiç sanmam. Alfabe’yi yeni sökmüs bunlar.

  77. Iphone islamcilar ve Marx

    Faiz haramdir de, sonra kar payi diye o faizi ye. Camilerde resim olmaz de sonra resim islamda yasak degildir de. Ayni anadan sut emmisler evlenemez enseste girer de sonra kuzenini koynuna al. Kul hakki de sonra holdinglerde deveyi hamuduyla gotur. Iki yuzlu alayiniz.

  78. özgürlükçü

    kürt özgürlük hareketi silahlı mücadeleyi sonlandırıp demokratik siyasetle başaracağız derken bu son değil başlangıçtır demişti.beğenmemişsin ve teslimiyet diyorsan senin elini tutanmı var utanmaz adam sen kürt özgürlük hareketinin amirimisinki neden silah bırakıyorsun diye yırtınıyorsun?sılahı ve silahla birlikte ölüme giden çocuğunu veren kürt halkının talebini gerçekleştiriyor.bu hamle ile daha önce kürt seçmeninin yarısını alamayan kürt özgürlük hareketi şimdi %80 ninden fazlasınıda yerel seçimde temsil edeip toplumsal muhalefete alternatif başarı siyasetinin yolunu açacaktır.kürtlerin mücadelesini kürtlere bırakmayıp senin gibi halkın devrimci öncüsü kendini sanıp halkından bi haberleremi bırakacaktık işinize baksanıza elinizden ne geldiğini hala anlamadınızmı?şimdiyedek ne geldiyse ooooo ne geldi bir sağınıza solunuza bakın dükkanınıza bakın müflis siyasetçi gibisiniz hiç olmasa gölge etmeyin

  79. Adam ironi yapiyor dalga geciyor.sende anlamiyorsun adamin dedigini.

  80. Gerçekçi olalım. İleride Türkiye’de devrimci bir kalkışma olursa, durumun Suriye’dekinden farklı olacağını sanmam. Sonu gelmez bir iç savaş çıkar. Ülke yıkıma uğrar. Tunus, Mısır, Libya, Yemen gibi başarılı örnekler bizim durumumuza uymuyor. Suriye ve Bahreyn’dekilerin aksine bu rejimlerin çökmesinin nedeni, iki emperyalist bloktan ve onların bölgedeki alt-emperyalist müttefiklerinden birine dayanma imkanı bulamamalarıdır.

  81. İleride Türkiye’de devrimci bir kalkışma olursa, durumun Suriye’dekinden farklı olacağını sanmam. Sonu gelmez bir iç savaş çıkar. Ülke yıkıma uğrar. Tunus, Mısır, Libya, Yemen gibi başarılı örnekler bizim durumumuza uymuyor. Suriye ve Bahreyn’dekilerin aksine bu rejimlerin çökmesinin nedeni, iki emperyalist bloktan ve onların bölgedeki alt-emperyalist müttefiklerinden birine dayanma imkanı bulamamalarıdır.

  82. bu arada biraz önce başka bir yere daha link atmıştım görünmedi. bazen yorumlar geç görünüyor galiba o zaman. tekrar etmeyim

  83. bu arada biraz önce başka yere link attım görünmedi. yorumlar geç çıkıyor galiba tekrarladım o yüzden

  84. biraz önce başka yere link attım görünmedi. yorumlar geç çıkıyor galiba tekrarladım o yüzden

  85. biraz önce başka yere link attım görünmedi. yorumlar geç çıkıyor galiba tekrarladım o yüzden.

  86. biraz önce başka yere link attım görünmedi. yorumlar geç çıkıyor galiba tekrarladım.

  87. biraz önce başka yere link attım görünmedi. yorumlar geç çıkıyor galiba tekrarladım

  88. biraz önce başka yere link attım görünmedi yorumlar geç çıkıyor galiba tekrarladım

  89. başka yere link attım görünmedi. yorumlar geç çıkıyor galiba tekrarladım.

  90. biraz önce link attım görünmedi. yorumlar geç çıkıyor galiba tekrarladım.

  91. link attım görünmedi. yorumlar geç çıkıyor galiba tekrarladım

  92. link attım görünmedi. yorumlar geç çıkıyor galiba tekrarladım.

  93. link attım görünmedi. yorumlar geç çıkıyor tekrarladım

  94. başka yere link attım görünmedi. yorumlar geç çıkıyor tekrarladım .

  95. link attım görünmedi. yorumlar geç çıkıyor galiba. tekrarladım

  96. link attım çıkmadı. yorumlar geç çıkıyor galiba tekrarladım .

  97. link attım görünmedi. geç çıkıyor galiba tekrarladım .

  98. link attım görünmedi. galiba geç çıkıyor yorumlar bazen tekrarladım .