Metin Çulhaoğlu’na Teşekkürler…

 

 

Devlet, iktidarın en yoğunlaşmış biçimidir. İktidar mücadelesi her yerde, her birimde, ailede, kardeşler arasında da sürer gider. Dolayısıyla, devlet iktidarına karşı olmak, iktidar ilişkilerinden azade olmak anlamına gelmez. Hatta iktidar mücadelesi, birbirine en yakın olanlar arasında daha da çetin geçebilir.

Birinci Enternasyonal’de de o zamanın iki radikal-devrimci akımı olan Marksizmle Anarşizm arasında bir iktidar mücadelesi cereyan etmiştir. I. Enternasyonal’in kurucuları Marx ve Engels’di ve doğal olarak bu örgütün yönetiminde de Marksistler egemendi. Daha sonra Bakunin ve taraftarları da I. Enternasyonal’e katıldılar. Bundan sonra, Marksistlerle Anarşistler arasında devlete bakış konusu merkez olmak üzere bir mücadele sürdü. Marksistler, Almanya merkez olmak üzere orta Avrupa seksiyonlarında hâkimdi; Anarşistler ise, ağırlıklı olarak, İspanya, İtalya gibi Latin seksiyonlarında. Bir süre sonra Anarşistler, Fransa ve Belçika seksiyonları üzerinden orta Avrupa seksiyonlarında da yayılma eğilimi gösterdiler. Bu yayılmayı önemli bir tehlike olarak algılayan Marx ve Engels, sonunda çareyi, I. Enternasyonal’in merkezini Birleşik Amerika’ya taşımakta buldular. Bu, I. Enternasyonal’in sonu oldu.

Görüleceği gibi, Anarşistlerin devlet iktidarına ve her türlü iktidara karşı olduklarını ilan etmeleri, bir uluslararası işçi örgütünde iktidar için mücadele etmelerine engel olmamıştı. Bu, mirasa ve mülkiyete karşı olan kardeşin, babadan miras kalan mülkiyet konusunda diğer kardeşlerle mücadeleye girmekten imtina etmemesine benzetilebilir.

Daha sonra Marx ve Engels, II. Enternasyonal’i kurdular. (Düzeltme: Marx’ın II. Enternasyonal’i kuranlar arasında olduğu bilgisini, bir arkadaşın uyarısı üzerine düzeltiyorum. Marx, 1883’de ölmüştür. II. enternasyonal’in kuruluş tarihi ise 1889’dur.) Bu örgütün merkezinde de disipline yatkın Alman sosyalistleri önemli ağırlıktaydı. Anarşistler ise bu örgütte hiç yer almadılar. Zaten artık II. Enternasyonal’de ülke seksiyonları değil, ülkelerin sosyal demokrat adlı partileri yer alıyordu.

İkinci Enternasyonal, Avrupa’daki radikal-devrimci harekette belirleyici ağırlıkta  olmasına rağmen, dünya çapında ana radikal akım, 1917 Devrimi’ne kadar Anarşizmdi. 1920’de kurulan Çin Komünist Partisi’nin Mao da dâhil önderlerinin Anarşizmden Marksizme geldiği dikkate alınırsa ne demek istediğim anlaşılır. Asya ülkeleri Japonya ve Çin başta olmak üzere, Latin Amerika kıtası ülkelerinde ve Avrupa’nın güneyinde ana akım Anarşizmdi. Bu durum 1917 devrimiyle birlikte tersine döndü ve Marksizm, 1917 Devriminin büyük prestiji sayesinde dünya çapında hâkim devrimci akım konumuna geldi. Anarşizm ise, egemen konumunu sadece İspanya gibi güney Avrupa ülkelerinde koruyabildi.

İspanya İç Savaşı’nda Anarşistlerin, önce Stalinistler, sonra da Frankocu faşistler tarafından tasfiye edilmesinden sonra Anarşizm neredeyse bitkisel hayata girdi. Aynı şey, bir başka açıdan, Stalinizmin egemenliği altına alınmış Marksizm için de geçerliydi. Liberter ve Devrimci Marksizm, Stalinizm tarafından tam bir baskı altına alınmış ve dışlanmıştı.

1956 Macar Devrimi ve ardından gelen 1968 Dünya Devrimi, öncelikle Avrupa’da Stalinizme ağır darbeler indirdi ve dünya çapındaki hâkimiyetini sarstı. Bununla da kalmadı, Leninist devrim paradigmasının sorgulanmasını da gündeme getirdi. Anarşizme yeniden hayat verdiği gibi, Marksizmde de “yeni sol” arayışları getirdi. Bundan sonraki tarihi süreçte, dünya devrimci hareketinde, anarşizmle devrimci-liberter Marksizm arasında rekabetten çok işbirliği ve birbirinden öğrenme eğilimi daha ağır basar oldu ve bu süreç günümüze kadar geldi.

Devrimci-Liberter Marksizmin dünyadaki önde gelen temsilcilerinden Alain Badiou, geçtiğimiz günlerde, bir diğer Marksist filozof olan Zizek ile birlikte, Bakırköy Belediyesi’nin davetlisi olarak bir konferans verdiler. Alain Badiou, Gezi isyanını değerlendiren bir konuşma yaptı. Okuyabildiğim kadarıyla bu konuşma, devrimci-liberter Marksizmin dünyadaki devrimci gelişmeleri doğru bir şekilde kavradığını, eski Leninist devrim paradigmasını esaslı bir şekilde sorguladığını, anarşizmin önermelerinden yararlandığını ve öğrendiğini ortaya koymaktadır. Tabii ki, aynı öğrenme ve Marksizmin devrimci önermelerine kulakları açık tutma tutumu bugünün Anarşizmi için de söz konusudur.

Bugün saptamamız gereken nokta şudur: Anarşizmle devrimci Marksizm arasındaki, I. Enternasyonal’de cereyan eden çatışma ve rekabetin bugün hiçbir anlamı kalmamıştır. Bugün önemli olan, birinden birinin egemen olduğu bir iktidar savaşı değil, işbirliği, karşılıklı öğrenme tutumudur. Zaten Gezi isyanı gibi devrimci gelişmeler hepimizi böyle bir tutuma zorlamaktadır.

Gezi isyanı gibi hareketler devrimci sürecin nasıl yürümesi gerektiğini pratikte gösterdikçe, dünya devrimci hareketi üzerindeki eski hegemonyasının iyiden iyiye tuzla buz olduğunu gören Stalinizm, sadece anarşizme karşı bilinen argümanlarını sıralamakla kalmamakta, esasen mızrağın ucunu, yeni gelişmelere devrimci bir yaklaşım gösteren devrimci-liberter Marksizme yöneltmektedir. Çünkü devrimci-Marksizm, Stalinizmin çiftliğinde öten horoz olarak büyük tehlike arz etmektedir.

İşte, bizim kuşaktan Metin Çulhaoğlu’nun “Anarşizmin Bir Asalak Olarak Portresi” http://www.gunzileli.com/2013/10/17/stalinizmden-anarsizme-ve-devrimci-marksizme-bir-bayram-hediyesi/ gibi, cevap verilmeye bile değmez, zerafetten uzak, demagojik yazılar yazmasının ve Alain Badiou’nun şahsında, aslında Anarşizmden çok devrimci-liberter Marksizme saldırmasının nedeni budur. Bu yazı, tuzla buz olan Stalinist egemenliğe bir ağıt ve TKP adı altında topladıkları çevrede yer alan, bu tür eğilimlere kapılması muhtemel devrimci gençlere ciddi bir uyarı, hatta gözdağı olarak okunmalıdır.

Yine de bu kısa özetlemeye vesile teşkil eden kötü yazısından dolayı Metin Çulhaoğlu’na teşekkür etmek isterim.

 

Gün Zileli

17 Ekim 2013

www.gunzileli.com

gunzileli@hotmail.com

 

Hakkında Gün Zileli

Okunası

Tarih Felsefesinde Liderlerin Rolü ya da Kılıçdaroğlu Meselesi

Artıgerçek Tarih Felsefesi’nde son derece önemli bir konu olan “Tarihte bireyin rolü” ya da “önderlerin …

44 Yorumlar

  1. gereken gerektiği kadar söylendiğine uzatmanın gereği bence de yok.

  2. Parmaksız Fuat

    1968 yıllarında devrimci liselilerin kuruluş aşamalarıydı.Elimize Anarşizm ile ilgili teksir kağıdından bir kitapçık geçmişti…Biz onu devrimci abilerimizden gizli gizli okurduk…Anarşistlere o zaman küçük burjuva devrimcileri derdi abilerimiz…Mahallede Beatles müzikleri çalan bir orkestra da ben de davul çalmaya çalışırdım…
    Blok apartmanın apartmanın boş kömürlüğünde çalışırdık…Bana da romantik devrimci derlerdi abilerim…
    Kömürlükten Gezi’ye uzanan yol işte…

  3. sevgiler Fuat… Bir başka zaman, bir başka mekân…

  4. özgürlükçü

    özgürlükçünün sürekli eleştirilerine katlanıp bu eleştirilerden(olumlu,olumsuz) yararlandığını ümit ettiğim zileliden beni bile şaşırtacak seviyede harika bir yazı çıkarmış öncelikle kutluyorum.kısa tarihsel süreç anlatımındaki özetten tkp nin bu gün bile kömüntern marxsizmi hegemonyasına sarılarak liberter devrimci marxsizm ve anarşizmi eleştirme ihtiyacı hissetmesini açık eden kısa ve öz vurgularla eleştiriyi bile hak etmeyen bizim stalinistlerimize samimi kitle tabanınıda rencide etmeyen gezi ruhuna uygun süper bir yazı kedi olalı fareyi yakalayıp övgüyü hak ettin zileli.bu arada enternasyonalin merkezinin amerikaya taşınmasının ardındaki gerçeği yani liberter muhalefet anarşizmin etkin olduğu güney avrupadan otra ve kuzeye doğru etkinliğini artırması vurgusuda harikaydı.çulhaoğluna liberalizmin kapitalist sistemin ideolojisi olduğunu anarşizmin insan ideolojisi olduğunu hatırlatma karkısı ile zileliyi kutluyorum

  5. Müfit Özdeş

    Her satırına katılıyorum. (Metin’e nazik teşekkürün dahil)

  6. Çulhaoğlu’nun çelişkilerle dolu yazısına söylenecek söz yok.. bir kıskançlık hezeyanı olarak görüyorum.

  7. müzikte metin-kemal kardeşler güzellik ise,siyasetteki Metin (Çulhaoğlu)-Kemal (Okuyan ) biraderler de rezilliktir..

    http://haber.sol.org.tr/yazarlar/kemal-okuyan/anadilini-de-al-git-80540

  8. Metin Çulhaoğlu’nun ilgili yazısını okuduğumda kafamda oluşan iki şey vardı: ya bu adam anarşizm üzerine hiçbirşey bilmiyordu, ya da ortada art niyet vardı. Çulhaoğlu’nun teorik olarak çok donanımlı olduğunu bildiğim için art niyetli bir yazı olduğunu düşünüyorum. Sanırım bunda partiden koparak anarşizmi seçen birçok insanın etkisi var. Yazının neresini eleştireyim bilemedim, nereden tutsam elimde kalıyor. Sadece şunu söyleyebilirim Metin Çulhaoğlu gibi birine bu kadar tekdüze, teori’den kopuk, sadece hakaret amaçlı, büyük ihtimalle parti içi tartışmalara bir salvo olarak değerlendirilebilecek bir yazı yakışmamış. Stalin’in tek bir kitabından anarşizmi öğrenmeye çalışan genç devrimcilerle aynı zihniyeti paylaştığını düşünüyorum. Klasik tekdüze marksist ezberler üzerinden anarşizm eleştiri oldukça gülünçtür. Kısacası, devletin asalaklarının komik salvoları bunlar.

  9. “Kutsal suları zehirlediler şehvete düşkünlükleriyle, kirli rüyalarına zevk dediler de, kirlettiler kelimeleri”

    Çulhaoğlu’nun yazısı tam da böyle bir yazı. Amacı ancak çok zorlanırsa “şehvet” kategorisine alınabilir. Ama kelimeleri kirlettiği kesin. En komik nokta da “asalak” kelimesini bile kirletmiş olması. Burjuvazi “asalaktır”. Üretim sürecinde çalışanların pasifliğinden beslenir. Temel olarak varolması artık gereksizdir. Devlet asalak bir organizasyondur. Politik arenada insanların pasifliğinden beslenir. Temel olarak varolması artık gereksizdir. Stalinizm asalak bir düşünsel sistemdir. Çalışanların politik arenadaki pasifliklerinden, “birisi yapsın benim yerime” fikriyatından beslenir. Şunu daha önce de alıntılamıştım.

    “Ve bir taraftan da bu işçi devrimleri “kendi kendilerini eleştirirler, her an kendi akışlarını durdururlar, yeni baştan başlamak üzere, daha önce yerine getirilmiş gibi görünene geri dönerler, kendi ilk girişimlerinin kararsızlıkları ile, zaafları ile ve zavallılığı ile alay ederler, hasımlarını, salt, topraktan yeniden güç almasına ve yeniden korkunç bir güçle karşılarına dikilmesine meydan vermek için yere serermiş gibi görünürler, kendi amaçlarının muazzam sonsuzluğu karşısında boyuna, daima yeniden gerilerler, ta ki, her türlü geri çekilişi olanaksız kılıncaya ve bizzat koşullar bağırıncaya kadar:
    Hic Rhodus, hic salta! Gül burada, burada raksetmelisin!”

    Stalinizm, çalışanların, “kendi amaçlarının muazzam sonsuzluğu karşısında daima gerilemesi, geri durması” tekrarlanan hareketinin bir sonucudur. Korkup, sorumluluğu bir partiye, bir entellektüel grubuna, bazen burjuvaziye, bazen bürokrasiye vermesinin bir sonucudur. Bundan beslenir. Kendisine sorumluluğun/iktidarın verileceği anı kollar. Temel olarak varolması gereksizdir.

    Peki ya şu anda Anarşizm neden vardır? Yani mesela “sosyalistlerin pasifliğinden” mi beslenir? Ondan mı yüz bulur? Nedir mekanizması? Nedir işin sırrı? Ne yazıda böyle bir cevap var, ne de düşündüğümüzde böyle bir cevap bulabiliriz. İktidar mekanizmasının tek yüzük gibi Orodruin’e atılması mı gerekir yoksa kullanılması mı gerekir, ayrı bir mesele. Bunu anarşistler ve devrimci marxistler birbirlerini döve döve tartışacaklar zaten. Bu Çulhaoğlu’nun problemi değil.

    Çulhaoğlu’nun “asalakça düşüncelerden beslenen düşünceler” fikri, biyolojiyle analoji kurarak yeniden ayağa kaldırılmış “Kutsal Aile” düşüncesi. Marxlar zamanında bu genç hegelci aileyle özel olarak ilgilenmişti. Ama Çulhaoğlu’nun bu tür detayları hatırlayacak hali yok. Bu arada hem anarşizmi hem de devrimci marxizmi sanki Stalinizme karşı fikirlerden ibaretmiş gibi göstererek düşüncelerden beslenen düşünceler fikrini çocukça bir hale getirmesi de gözden kaçmamalı. Stalinizm bize çok da fifiydi. Ne SSCB’si kaldı, ne Kübası. Bu kurban bayramı, beyaz yakalı güruhlar Küba’ya akın etti mesela. “Sosyalizmi”, sirkteki maymunlara bakar gibi görebilmek için. Bu Küba turlarının ilk başlatıcısının SİP/TKP sirki çığırtkanları olduğunu unutmamak gerek. He para kazandırıyorlar Küba’ya felan. İyi niyetliler aslında yani.

    Zizek’in, bazen mücadele eden insanları felçleştiren, hareket edemez, ne yapacağını bilemez hale getiren korkuların üzerine gitme gibi bir huyu vardı. “İktidarı almaya duyulan korku” gibi mesela. Böyle bir durum yok. Yani şimdi kimse “iktidarı alalım mı, almayalım mı?” gibi bir durumla karşı karşıya değil. Ama sanki böyle bir durum varmış gibi felçleşen, ne yapacağını bilmez hale gelen binlerce mücadeleci insan var. “Biri totalitarizm mi dedi?” de bu korkularla alay eder mesela. Buradaki olaya dikkat etmek gerek: Geleceği düşünüp, bu korkuların gerçek olacağı bir zamanı hesaba katarak yol almaya, ilerlemeye, yöntemler bulmaya çalışmak başka bir şeydir, gelecekte ortaya çıkması olasılığı bulunan problemler için, bugünden şimdiden felç geçirip hiç bir şey yapamayacak hale gelmek başka bir şey. Çulhaoğlu, Zizek’in bu pozisyonunu bile görebilecek durumda değil.

    Metin Çulhaoğlu, insanların solla ilgilerinin kesildiği bir zamanda, bu işe ilgi göstermiş, bu işe “entellektüel” olarak kafa yormuş birisi. Geçmişte “kereste” stalinistlerden farkını ortaya serecek düşünsel girişimlerde bulunmuştu. Belli açılardan değerliydi. Ama bu bir başka çağın öyküsü. O çağda, keçinin olmadığı yerde koyuna Abdurrahman Çelebi demek zorunda kalıyorduk. Şimdi artık bu durum yok. Dolayısıyla Çulhaoğlu’na da Abdurrahman demek zorunda değiliz. O halde adını koyalım. Kocaman bir düşünceler enkazından, paramparça olmuş geminin cesedinden, hurdasından kurtarabildiklerini kurtarıp yeni bir gemi inşa etmeye çalışan insanlara -bizlere- asalak demeyi, bu kelimeyi kirletmeyi, ancak o hurdanın kerestesi olan birileri başarabilir. Bize de “zamanı gelince bu keresteleri şuraya bir payanda olarak kullanabilir miyiz acep?” diye düşünmek kalır.

  10. Eski bir anarşistim, şimdi işçi devrimini ve proletarya diktatörlüğünü savunuyorum. Anarşizmin eleştirdiğim onca yanı var, marksizm çerçevesinden bakıldığında tutarlı olabilecek ciddi bir eleştri yapabilirsiniz.

    Anarko-komünistlere geçiş aşamasının olmayışından, günümüz koşullarında devrim sonrasında işçi cephesinin bir kurmaya ihtiyaç duyduğundan söz edebilirsiniz. Anti otoriterliği dilinden düşürmeyenlere birine doğrultulmuş bir tüfeğin dünyadaki en büyük otorite olduğunu söyleyebilirsiniz (Engels’in dediği gibi). Anarko primitiviste bu kadar nüfusu dünyanın teknoloji olmadan kaldıramayacağını açıklamaya çalışabilirsiniz vs. vs.

    Hakan Gülseven bir yazısında “troçkizmi troçkistlerden kurtarmak”tan bahsediyordu, bence anarşizmi de bu topraklardaki anarşistlerden kurtarmak, mahnovşçina veya cnt çizgizine çekebilmek gerekiyor. Ama yine de, bizim “kötü” anarşistlerimizin bile örgütleri vardır birçok ilde. Anarşizme örgütsüzlük demek düpedüz kara cahilliktir.

    Böyle saçmalıklar görünce düşünmeden edemiyorum, bu yazı bir ısmarlama yazı mı? Malum, bunlar 29 ekim’de bayraklı yürüyüş düzenleyecekler ve çok tepki alacaklar. Böyle yazılar yazarak konuyu değiştirmeye mi çalışıyor TKP? Daha geçen gün Erkan Baş’ın Ufuk Uras’a dair hakaret dolu yazısı tartışılıyordu, böyle ardarda gelmesi tesadüf mü?

  11. Badiou ve Zizek’in sozkonusu konferanstaki konusmalari ile igili, ve bence sapla samani karistiran, suursuz bir yazi.

    http://yenisafak.com.tr/yazarlar/MarkarEsayan/badiou-ve-tum-devrimcilere-agit/40084

    Bir ikincisi de var ama ilkinden sonra okuma geregi duymadim.

  12. özgürlükçü

    insan yaşadığı dünyanın pratiğinden bu seviyede uzaklaşmış bu bizzat yaşanan pratik gerçekliklerden bile öğrenemese neden öğrenecek merak ettik metin efendiye Meksika yerlileri mücadelesi ve zabatistlerde hiç bir şey hatırlatmıyormu?baha tefikin 100 yıl önce görebildiğini yüz yıldır bütün gelişmelerin özgürlükçü toplumsal devrimci insan ideolojisi anarşizme doğru evrildiğini görmemesi mümkünmü?yoksa görüp anlamıştırda elinden bir şey gelmeyince fesatlandığından bu yazıyı yazmış olabilirmi?

  13. Dinle Burjuva

    Metin Çulhaoğlu’nun yaptığı değerlendirmeyi Sungur Savran,Emrah Cilasun vb marksizmin çeşitli eğilim ve görüşlerden yazar ve marksistler de yapıyor dolayısıyla Gün zileli’nin tartışmayı şahsileştirmesini doğru bulmuyorum. Markisizmin anarşizme karşı temel tez ve argümanları bunlar ve bu argümanlar hala geçerli.. Ve bu görüşleri paylaşıyorum.. Gün zileli’nin marksizm içerisinden liberter devrimci bir kanat çıkarması da sorunlu çünkü bu tkp’lilerin cunta içerisinden ılımlı ve ilerici öğeler aramasına benziyor… Bir ara özgürlükçü sosyalizm diye ortaya çıkan ödp ve benzer türevleri kastediyor olmalısın. Avrupayı biraz gezmiş olanlar anarşizmin batı toplumların da anti-politika ve siyaset -iktidar karşıtlığını apolitizme vardırdığını bilirler ve ‘yeni sol’ denen akım ve partiler temel tez ve yönelimlerini buradan devşirdiğini bilirler bunu tek istisnası Yunanistandır anarşizm burada toplumsal ve sosyal boyutu gelişkin bir harekettir ve ciddiye alınmalıdır.. Metin çulhaoğlu keşke anarşizmden ziyade zizek ve badio’nun görüşleri hakkında bir şeyler karalasaydı.. Sanrım çulhaoğlunun bu kadar tepki çekmesinin sebebi metin çulhaoğlunun TKP’li olması.. TKP Türkiye komünist hareketinin bağımsız ve özgün gelişimini engelleyen ve sakatlayan bir partiydi. Burjuvaziyle sınıf kavgasında sınıf işbirlikçi, ulusal sorunda egemen ulus milliyetçisi bir partinin teorisyeni de arkasında böyle siyasal gelenekle yazarsa böyle eleştiri alması normal.. AKP ve CHP başta olmak üzere bu partilerin yanında yedeklenmiş solla mücadele bence daha önemli…

  14. Marksizm bir tanedir. O da ML dir. Proleterya dikatorlugunu savunur. Fransa yenilgisinde devrimci partinin olmadigi icin yenilgiye ugradigini soylerler. Lenin de parti kurup marks ve engelsin dedigini yapti
    Mark ve engels liberter marsizm veya liberter komunizm diye birsey lerden bahsetmedigini hepimiz biliyoruz.
    Simdi bircok yazar, cizer, teorisyenler, mark sin soylemedigi hatta ret ettigi dusunceyi ,marksizme yamalamaktadirlar. Yanis ve kotu sonuclar doguran bu gorusu ,alayip , pullayip, makyaj yapip piyasaya suruyorlar.
    Yok kardesim proleterya parti diktatorlugu veya devlet diktatorlugu diyen bir gorusten liberter paydalar cikarmayin. Gunumuzdeki liberter yaftasi takan ML ler torik cikmazlarindan kutulmak icin demogoji yapmaktadirlar.
    Marksizm evrensel olup, manifestosu yazilmissa gerisi hikaye.
    Tahip de Chp de demokrat haberiniz varmi? Paradokslar icinde yuzuluyor.

  15. Adam “yeni sol” hegemonyayı kırmaya dönük bir yazı yazmış, ki bu kendi açısından anormal ve yeni bir şey değil, geçerken anarşizme de buradaki rolü ve pozisyonundan ötürü sallamış evet.. Siz de buna yanıt vereceksiniz, bu da çok normal, eyvallah da, yazıyı “ciddi bir uyarı hatta gözdağı” olarak değerlendirmek o kadar komik ki.. Ne uyarısı, ne gözdağı allahaşkına? Geçenlerde twitterde TKP’li birinin “bir gün herkes Fenerbahçeli olacak”a benzer bir esprili örgütlenme çağrısının ciddi ciddi “aha itiraf etti hepimizi kesecek” diye değerlendirilmesi gibi..
    Böyle yaparak canavar Stalin mitini de tehlikeye düşürürsünüz, benden söylemesi.. milliyet.com.tr’de Stalin’in insanla hayvan karışımı savaşçı ırk yaratma projelerini okuyup dehşete düşen insanlar yok karşınızda.. Bunlara gülüp geçecek kadar bilim, tarih ve siyaset bilgisine sahip insanları ikna edebilmeniz lazım..
    Not: “lazım” dedim, “benden söylemesi” dedim, inşallah tehdit olarak algılamıyorsunuzdur..

  16. Bugun anarşizmin bitkisel hayatta olmasini nasil kisiler ustunden aciklayabilirsiniz? Belki cok tekil bisey ama ustunde dusunulmesi gereken biseyi anlaticam size. Okudugum universitenin sosyoloji ogrencileri(çok buyuk bir kismi anarsist) gecen donem bir araya gelip tartismalar yapiyordu basligi “vicdani red ve sovyetler birliginde militarizm” 2013 turkiyesinde bu baslik vardi(vicdani red degil ilginc gelen bana ) ve tartisma esad’in dikator,özgur suriye ordusunun direnis orgutu oldugu sonucuyla kapandi. simdi ben sorayim bunun nedeni stalin mi yoksa metin çulhaoglunun isaret ettigi liberalizm ve yeni sol mu.

  17. Ben anarşizmin bitkisel hayatını İspanya devriminin 1939’daki yenilgisinden 1956 Macar Devrimi’ne kadar olan dönem için söylemiştim. Sözünü ettiğiniz konuda bir tuhaflık yok bence. Vicdani Red, Sovyetler Birliği’nde de suçtu. Anarşist arkadaşlar bunu incelemiş olmalılar. Ancak arkadaşlar eğer ÖSO’nun direniş örgütü olduğu sonucuna varmış ve onu destekleyen bir tutum almışlarsa elbette hatalı. Bunun nedeni Stalin veya Metin Çulhaoğlu değil elbette, kimse böyle mantıksız bir sonuca varamaz. Bunun sebebi, anarşizmin çoklu yapısıdır. Yani bir kısım anarşist böyle bir sonuca varabilir. Onlara libero-anarşist diyebiliriz mesela ama bu, onların anarşizmden dışlanmaları sonucunu getirmez. Bu, anarşizmin yapısına aykırıdır. Anarşizmin, Stalinist gelenekten en önemli farklarından biridir bu.

  18. özgürlükçü

    sungur savrandan bahsedince aklıma geldi izmitte bir sempozyumda sarvana kendini marxsist tarif eden bilumum geleneklerin devlet-iktidar eliyle yukardan aşağı yeni bir üretim ilişkisi inşa edilebileceğini savunuyor gibi neden algılanır?diye sorduğumda hazret öyledirde ondan demezmi adam kapitalist üretim ilişkisinin alternatifi başka bir üretim ilişkisinin devlet-iktidar eliyle inşa edilebileceğine inanıp bunuda marxada haksızlık yapıp Marksizm budur diyebildi aslında biz toplumsal devrimciler sisteme gayrımeşru diyerek kapitalist sistemden-devlet-iktidar ve her türden hegemonyadan kopuşla anarşizmi gerek kültürel gerekse politik liberter insan ideolojisinde kendimizi tarif ederek sistemden kopuşu temsil ederiz.bir türlü Marksistler bu günkü değerlerde özgürleşi,p kopuşu kabullenemeyip yeni sol liberter Marksizm gibi kendini yeniden üretme çabasınında Ortodoks Marksizm stalinizm gibi anlayışlardan kopuşla başlayan sürecin buralarda duramayıp dahada özgürleşme eğilimi baskın geleceği şimdiden görünür olmuştur

  19. öulhaoğlu’na fazla takılmanın alemi olmadığı açık…çünkü bilinen marxist “eleştiri” başlıklarını ard arda dizmekten öte yapabildiği tek şey, kendince bir yukardan bakışla “horgörü” izlenimi vermeye çalışmak olmuş.
    bunu da ciddiye almaya değmez, açıkçası…

    ancak, her şerden bir hayrın doğması diyalektiği gereği olarak, marxist solun bu “klasik eleştirilerini” bir vesileyle konuşmak, bu alanda güncelleme yapmak, anarşizm için de gerekli bence…

    ben bu tartışma için,” ideoloji ve bilimle olan farkı ile buna ilişikin din kavramıyla bağıntısı” bağlamında düşündüklerimi kısaca ifade edip, tartışmaya açmak isterim, doğrusu…

    bence “ideoloji”yi sadece bir “dünya görüşü” olarak tanımlamak onu açıklamak için yeterli olmuyor. o takdirde mesele o kadar bulanıklaşıyor ki, ya adeta ideolojik olmayan hiçbir dünya görüşü kalmıyor ve bu nedenle kavramın varlığı için gerek kalmıyor….ya da tersi yönden gidince de bilimle arasında mesafe kapandığından, bilim ideoloji aynı anlama gelecek biçimde bile kullanılabiliyor.

    örnek malum; “bilimsel bir ideoloji olarak marxizm(!)”. burdan ortaya çıkan tahakküm elbette anarşizmin konusu olmak durumunda… (anarşizmin var oluş nedeni, tahakkümü reddetmek ve ortadan kaldırılması ise, elbette).

    kendimce bu kavramlardan çıkardığım anlamları kısaca ifade etme sebebim, yeterli fikri tartışma yapamadığım için, düşündüklerimin haklılığını test etme imkanı bulamamaktır.

    umarım yeterli verim alabileceğim bir sohbete vesile olur. bu açıklamadan maksat; diyeceklerimi daha önce de kısmen ifade ettiğim, bu açıdan tekrarlar içerdiği içindir.

    ideolojinin sadece dünya görüşü değil, “muktedir olunmak üzere, bu amaçla siste-matize edilen dünya görüşü ve düşünceler” diye tarif edilmesi, daha doyurucu gibi geliyor kulağa.. ereksel bir sistematizasyon söz konusu; muktedir kılınmak; rakiplerinin üzerinde kesin hakimiyet sağlanması ve giderek onların tasfiyesi…

    örneğin, şu meşhur “evrim-yaratılış” tartışmasını alalım. her iki ideoloji üzerinden muktediri-yet elde etmek isteyenler, kendi egemenlikleri için, rakip gördükleri muarızlarının görüşlerini çürütmekten öte, o fikri savunanları da ortadan kaldırmak istemektedir. bu durum bu teorileri düpedüz “ideoloji” haline getirmeye yol açıyor. oysa bu her iki teori de biri birlerinden beslenen, bir birlerine sordukları sorular üzerinden gelişip, güçlenen bir diyalektiğe sahipler ve bir birleri için vazgeçilmezler; o kadar ki birinin yok olması, diğerinin de zamanla yok olmasına yol açar.

    ideolojinin bilimle olan farkı, bence, bilimin ispat ya da kanıta dayanması… bu yüzden de, “matematik ve mantık gibi formel bilimler ve laboratuvar deneyleri ile vb kanıtlama imkanı taşıyan doğa bilimleri için “bilim” kavramı kullanmak bana anlamlı geliyor. bunu dışında, örneğin sosyoloji, psikoloji vb beşeri disiplinler olsa olsa bir “ideoloji”ye hizmet etmek için, yani bir iktidar amacı için kullanılan, kesin olmayan yorumlardır.

    örneğin tarihteki gibi bazen kesin kanıtlar da taşısalar ya da ekonomide olduğu matematiksel istatikler de içerseler, bu bilimsel verilerre rağmen, bu disiplinler doğası gereği kesinlikten uzak ve yorum açık oldukları için, bilim değil, ideolojik disiplinler olabilirler, ancak.

    din kavramı toplumsal varlıklar olarak insanların, dünya ve bu dünyadaki yerimiz (birey ve toplum olarak) ve amacımız konusunda oluşturduğumuz anlam demekse eğer; bu durumda “ideolojik disiplinler” buraya oturuyor. bilimin kesin hakikiliğin-den ayrı olarak, sanı ve yorum olmaları açısından…

    biz kesin hakikati, bilimlerin kanıtlı-ispatlı bilgisinden çıkarabiliriz. ama ötesindekiler, sadece inanca ait, öznel hakikatlerdir ve buradan, başkaları üzerinde “hakikat” iddiasında bulunmak güç olacaktır.

    herkesin kendi hakikat algısına uygun toplumlar oluşturma hakkı, bu öznel hakikat üzerinden, anlamlı geliyor bana ve anarşizmin hedef ve arzularına böylesi daha uygundur, bence…

  20. Ayhan Kırdar

    1 – Batılı filozof bozuntularının her fırsatta gelip bize akıl vermelerinden ve bunları ayakta alkışlayan “solcuk”lardan ikrah getirdim artık. İslam’ı da bizden iyi bilirler, buradaki oligarşiyi de, mücadeleyi de.. Yukarıdan yukarıdan konuşan bir dil, yetersiz bilgiyle ve zekayla her işi çözebileceğini sanma, batılı eğitim sisteminin verdiği “avantajları” her fırsatta gözümüze sokam.. O kadar aklınız vardıysa kendiniz için kullanaydınız ya? Kokuşmuş Fransa’nın salon komünisti gelmiş bize akıl öğretiyor. Gün Zileli de Çulhaoğlu’nun çizdiği anarşizm karikatürünü eleştireceğine bu beylere koltuk değneği oluyor. “Stalinist” Metin Çulhaoğlu’nu bu özgürlükçü zibidilere on kez tercih ederim.

    Badiou’nun konuşmasının bir özeti burada yayınlanmış : http://evvel.org/alain-badiounun-gezi-parki-degerlendirmesi

    Gün Zileli’den ricam Badiou’nun çok doğru tespitleri nelermiş bir kez üzerinden geçer mi lütfen ?

    Zizek efendi de şöyle buyurmuş : AKP zeki olaydı Gezicileri desteklerdi olaylar da bu kadar büyümezdi.. Bu lafları eden kişi taksi şoförü ya da kahveci Rasim abi değil, süperstar komünist filozof.. Ne derinlik, ne analiz gücü gözlerim yaşarıyor. Hazretin bize en büyük iyiliği birazcık susması olabilir. Burada da ben Çulhaoğlu’nu alayım lütfen. Çok daha hayatın (ve Gezi direnişinin) içinde bir yazardır.

    Çulhaoğlu’nun bilgiç ve kestirmeci üslubunu savunacak değilim, ama neden Badiou ya da Zizek gibileri savunmayım? Çulhaoğlu’nun alternatifi bunlar mıdır ?

  21. Ben Zizek’ten söz etmedim. Alain Badiou için ise biraz ileri gitmişsin Kırdar. Bu adam Fransa’da barikatlarda yer almış biridir. Doğucu bir aşağılık duygusuyla böyle bir tepki göstermek bana biraz doğu milliyetçiliği kokuyor gibi geldi. Badiou’nun fikirleri açısından sitedeki şu yazımı okumanı salık veririm.http://www.gunzileli.com/2012/10/26/komunizm-fikri-yeniden-hayata-donerken%E2%80%A6/ Zizek’e ise hiçbir şekilde kefil olmadım, olmam da. Kendisini magazinci-filozof olarak görürüm.

  22. gün abi, markar esayan’ın badiou ve zizek’le ilgili iki tane önemli yazısı çıktı kendi gazetesinde. yukarıda zaten link verilmiş. badiou’nun düzenin kendisine sunduğu güvenilir sınırlar içinde barikatlarda yer almış bir akademisyen olduğunu söylüyor markar esayan. tıpkı sartre, derrida gibi falan filan. başkalarının acılarını teorize ederek ekmek yiyen beyaz fransızlar bunlar. sense bu tür yorumları doğulu aşağılık duygusu olarak değerlendiriyorsun.
    bir ara ece temelkuran, hizmetçisine verdiği maaştan daha pahalı ayakkabı giydiğini yazmıştı. ece temelkuran gibi zengin şöhretli solculardan nefret etmek doğulu bir aşağılık duygusu mu sence? samimi olarak ne düşünüyorsun?

  23. Sartre mı başkalarının acılarını teorize ederek ekmek yemiş. Yok canım! Bunu Markar Eseyan sakin kendisi için söylemiş olmasın. Sanırım şu anda Yeni Şafak’tan ekmek yiyor. Ece Temelkuran’ın ne yazdığını bilmem ama onu Mankar Eseyan’la kıyaslamam bile. Nefret duygusunu bir yana bırak da aklını kullan. Bugünkü saflaşmada kim nerede, ona bak.

  24. devlet ve devletli iliskilerin en yogun yasandigi alanlardan biriside en önemlisi sosyalistlerin saflaridir, tüm iliskileri hicbir tartismaya yer birakmayacak bir bicimde iktidar iliskileriyle örülüdür,en siradan bir toplantilarinda bile en cok konusan ve en buyurgan olan liderler, önderler ve cok ama cok bilenlerdir, siradan bir toplantilari bile en ilkel devletin protokolünden daha sikidir,oturuslari, kalkislari,ritüelleri modern burjuva ideolojisinin icsellestirildigi okullardan hicde farkli degildir.Hele ünlü olan solcularin yanina yaklasmak bile olanaksiz gibidir, haydi onlar anladik da onlari agizlari acik ayran delisi gibi dinleyenlere ne demeli.Iste gelecegi kuracagin savlayan sosyalistler bu aglari bir devrimle yikamadiklari icin sözcügün gercek anlaminda yeni olarak karsimiza cikamiyor.yeni olan yepyeni davranis bicimlei yaratarak ve yeni görüngüler sacarak yoluna devam eder,iste sorun buradadir!

  25. Acı Çeken Tanrı. Zizek’le Gunjeviç’in yazdıkları bir kitap. Daha bu ay piyasaya çıktı. “İslam arşivlerine bir bakış” bölümünü Zizek yazmış. Açın bir okuyun. Hacda yapılan neredeyse nevrotik sayılabilecek hareketlerden, yetim vurgusunun neden aşırı olduğuna, kadının islamdaki “merkezi” rolüne kadar her şey var. Eğer İslam üzerine bu düzeyde bir analiz gücünüz varsa siz bir şeyler yazın, ya da olan birisini biliyorsanız bize de söyleyin de biz de yararlanalım. Yoksa saçmalamayın.

    Bana kalırsa Gün Zileli, Zizek’i eksik değerlendiriyor. Adamın maymunluğu malum. Kendisinden mi kaynaklanıyor bilemiyorum. Ama ne anlattığını anlamak gerek. Badiou konusunda ise tam tersi. Bana kalırsa Gün Zileli Badiou’ya fazla anlam yüklüyor. Onun ya da mesela Harvey’in, entellektüel olup da, devrimci fikirleri bir kez daha üstünden geçerek değerlerini yükseltme dışında bir işlevlerini göremiyorum.

    Pek bilinmeselerde Sennett ve yenilerde vefat eden Marshall Berman’ı, Badiou ve Harvey’e tercih ederim. Bana kalırsa bu ikisi ve Zizek, halledilmiş gibi görünen problemlerin üstünden geçerek, yeni yollar bulmaya uğraşıyorlar. Badiou ise malumu anlatırken, kavramların kendi başlarına güçlerine bel bağlıyor. Ki buradaki konuşmasında da aynı şey var. Bence çok çok çok altı boş bir pozisyon. He şu anda değersiz mi? Hiç de değil. En azından Markar Eseyan gibileri kendi konumlarını Badiou’ya göre açık ettikleri için dahi, malumun ilanı değerlidir.

    Esayan’a gelince, Badiou’nun aslında el atından önerdiği pozisyonu, yok-konum, savunulması imkansız, kimsenin orada olmadığı ve olamayacağı konum olarak damgalayarak, aklı sıra gözden uzak tutmaya, bastırmaya çalışıyor. Bunun için kemalist geçmiş, 11 yıllık AKP zart zurtlarını kullanıyor. Tabi ki, Geziciler işçi sınıfıyla dayanışacak, çünkü çoğumuz o sınıftanız, ve tabi ki AKP’ye oy verenleri de kazanmaya uğraşacak. Zaten bunu yapıyoruz.

    Lafı geçmişken daha önce bu sitede de tartıştığımız “AKP’ye oy verenleri kazanmamıza gerek yok” ya da “biz bize yeteriz” düşüncelerinin, Markar Esayan gibilerinin bu lafları edebilmeleri için gerekli argümanları güçlendirdiklerini de hatırlatmadan geçmeyeyim. Sonra başka bir tartışma sırasında bunlar unutuluyor. Gezi ruhundan beslenenler, tüm ezilenleri ne kadar kapsamaya niyetlenirse, Esayan gibilerin bu tür bastırma, yoktan sayma girişimleri de o kadar azalacaktır,anlamsızlaşacaktır. Çulhaoğlu’nun yolunun Esayan’ın yolunun simetrisi olduğu malum sanırım. Badiou-Zizek’in yolu mu, Çulhaoğlu-Esayan’ın yolu mu? Siz karar verin. Ama kim ne anlatıyor, anlamadan dinlemeden, aman karar vermeyin.

  26. markar esayan gibi aşağılık isimlerden örnekler verip sartre,badio,zizek eleştirisi yapacağınızı mı sanıyorsunuz.. “Anarşizmin sefaleti” deyince de marsistlere kızıyoruz..

  27. Sevgili İlke,

    “Ciddi bir uyarı hatta gözdağı” değerlendirmesi hakkındaki yorumuna tamamen katılıyorum. Kesinlikle saçmalık. Birinin ciddi gözdağı yada uyarıda bulunabilmesi için ciddiye alınabilirliği olması gerektiğini düşünüyorum. Karşınızda “Stalin’in insanla hayvan karışımı savaşçı ırk yaratma projelerini okuyup dehşete düşen insanlar ” yok demen üzerine nasıl insanlar varmış diye soL portal isimli haber sitesine girdiğimde sol taraffta soL banner’ı sağ tarafta ise bir online alışveriş sitesinin reklamı ile karşılaştım. Bunun üzerine Metin Bey’in yazdıklarına bir defa daha katıldım. Evet Anarşistler, libarelizmden peydahlanmış asalaklar ve bu toprakların gerçek devrimcileri TKP’liler. Size çıkmış olduğunuz bu yolda ve e ticarette başarılar dilerim.

  28. Sol
    Portal anarşistlerin değil, TKP’nin sitesidir.

  29. Sayın Zileli’nin belirttiği gibi Sol TKP’nin sitesidir. Portallsrı üzerinden sağa sola burjuvasınız, asalaksınız, liboşsunuz nidaları ile antiotoriter oluşumlara ve kişilere saldıran şahıslar ve onların hınk diyicileri ne hikmet kerametse sözde özgür yayın organlarından kredi kartı ile alışveriş yapılan sitelerin reklamlarını yapmakta bir sakınca görmüyor ya da trendyol’u yeni bir fraksiyon sanıyorlar.

  30. markar esayan’ın yazılarıyla ilgili gün abi’ye görüşlerini soran yorumu yazan benim. markar esayan, badiou ve zizek’in katıldıkları “küreselleşme ve yeni sol” konferansı üzerine yeni şafak’ta iki yazı kaleme aldı. bu yazılarda “başkalarının acılarını teorize ederek ekmek yiyen beyaz fransızlar bunlar, tıpkı sartre, derrida gibi” ifadeleri geçmiyor. yazılarını özetlemek için öyle yazdım. onun yazılarından ben bu anlamı çıkardım. böyle bir düzeltme yapayım da insanlar benim yüzümden markar esayan’a “aşağılık isim” gibi ithamlarla saldırmasınlar. yukarıda linkler verilmiş zaten. en iyisi siz kendiniz okuyun da öyle yorum yapın. provokatör değilim. cevap yazdığı için gün abi’ye teşekkür ederim.

  31. Sevgili Karst,
    Yorumum, söylenen sözlerin içeriğiyle tartışmak yerine her komünisti kafanızda potansiyel otokrat olarak kodlayıp onun gizli gündemiyle tartışmanın anlamsızlığına ve bunu yapmanın yapanın güvenilirliğini azaltacağına ilişkindi. Zileli hocanın örneğinde bu, tüm yazı boyunca yapmadığı halde malesef son paragrafta yaptığı tespitlerin yazısının değerini azaltmasıydı. Zira çizdiği resimde Çulhaoğlu, o ne demekse “TKP adı altındaki çevre”nin kandırdığı gençlerden liberter marksizme meyledenlere gözdağı vermek amacıyla yazı yazıyordu ve bu ciddi bir hayal gücü gerektiriyor. Başka bir ideolojiyle mücadele edilir, ayrıca bu hem içeriyi hem dışarıyı etkilemek amacıyla yapılır, ama gözdağı vermek nedir? Her şeye “olay 1930’larda Rusya’da geçiyor” lensleriyle yaklaşırsanız gerçeklikten koparsınız.
    Başa dönecek olursak, içerik tartışmak daha sağlıklı demiştim. Sol portalda reklam çıkmasını eleştirip tartışabilirsiniz tabi, bence de keşke olmasa.. Ama buradan ancak para kaynaklarının yetmediği sonucu çıkar, kapitalizmin lanet olası çarkları çıkar, aidat ve bağışların artırılıp reklamdan vazgeçilmesi gereği çıkar, kapitalizmin payandası olmak çıkmaz, liberalizm övgüsü çıkmaz. Gerçi bu paraların Çulhaoğlu’nun cebine gittiğini iddia edebilirsiniz. Üzgünüm ama ciddiye alınmayacak olan şey budur. Ben siz Çulhaoğlu’nu ciddiye alın diye değil, başkaları sizi ciddiye alsın diye uğraşıyorum. Devrimci fikirlere sahip birinin insanları ikna edebilmesini isterim çünkü..

  32. Alain Badio “Bugün bence halk hareketlerindeki sorun siyasi örgütlü bir çözüm bulunamadığı taktirde bir karşı hareketin ortaya çıkması. Her zaman kargaşadan korkan insanlar olacak bu insanlar düzeni yerine oturtması için sağa oy vermeye devam edecekler. Önemli olan şu yeni siyaset yalnızca hareket,reddetetme, isyan düzeyinde varlık göstermemeli aynı zamanda gerçek olumlayıcı ve yeni bir toplum inşası önerisini de getirmeli. Zor olan bu, altmış sekizde de zor olan buydu ki sağın tepkisini doğurdu.”
    http://www.dailymotion.com/video/x165fxh_ozel-roportaj-alain-badieu_tv

  33. Metin Çulhaoğlu bariz “kendi” insanlarına mesaj verdi. Ama “kendi” insanları olarak düşündükleri TKP’lilerle sınırlı değil. Adeta TKP’nin hinterlandı olan, okumuş etmiş, sola meyleden beyaz yakalılar da hitap ettiği kitlenin içinde. Gezi’yle birlikte bu insanlar Gezi’den etkilendiler. Zaten Türkiye’de ilk kez ortaya çıkmış böyle bir vakanın, hakikat olayı’nın, yani Gezi’nin, ne kadar sağlam dururlarsa dursunlar insanları etkilememesi mümkün değil.

    Boyun Eğme pankartını hatırlayın. Yıllar içinde giderek mükemmeleşmiş Kristal Elma alabilecek reklam tadında kampanyalarının başlangıçta etkilediği binlerce insan oldu. Ama o etkilenme “İyi de şimdi ne olacak?” sorusuna cevap verilememesi sonrasında tuzla buz oldu. TKP, son derece ilginç bir biçimde bu soruya, “Hadi TKP’ye üye olun!” diyerek cevap vermedi. En azından ben böyle bir şey görmedim. Bu belki de yıllar boyunca bizim bastırdığımız onların direndiği “sekterlik” suçlamasına karşı çıkabilmek için güzel bir fırsattı. Hazır Gezi ruhunda da sekterliğin S’si bile yokken. Ama başka bir cevap da vermedi. Veremedi.

    Şimdi Gezi ruhu bir arayış içinde. Sağa sola saldırıyor. Neler yapılabilir diye, Judith Butler’a sorular soruluyor, Badiou’dan bir kelam, Zizek’ten bir maymunluk, yol gösterecek bir şey aranıyor. Böyle bir çabaya TKP’nin sessiz kalması mümkün değil. Eh, hadi hep beraber yol bulalım da diyemeyecekleri için, yapabilecekleri tek şey ellerindekini sallamak. Tek bir mantıklı cümle bile olmasa da. Zaten mantıklı olmasına gerek yok. Hakikat olayı ile karşılaştıktan sonra, bu iş bittikten ve her şey geri gelmeye başlarmış gibi göründüğü anda, hem kendi insanlarının hem de onların hegemonyasındaki diğerlerinin TKP’nin ezberini aynen tekrarlayacağını düşünüyorlar.

    Geçmişte, o her ne demekse “troçkist” eğilimleri sebebiyle yüzlerce kişinin “göz dağı” verilerek SİP-TKP’nin periferisine itildiğini bilmek gerek. Gözdağı, yalıtılma tehdidi, yoldaşları olmadan sudan çıkmış balık gibi olma korkusunu kullanmak demektir. Örgüt adamı ahlakının 21. yyda izdüşümü ve artığı her neyse, onu kullanmak demektir. Bir mahalle sayılabilecek SİP-TKP’nin içinde mahalle baskısını kullanmak demektir. Yoksa mafyavari yöntemlerden bahsedilmiyor herhalde.

  34. okudum (markar esayan) yine aşağılık yine aşağılık hazirandan önce de sonra da..

  35. Sevgili Gün,

    Bana kalırsa, Badiou’ya da kefil olma. Günlerdir “Komünist Hipotez” kitabında ne dediğini anlamaya çalışıyorum. Kültür Devrimi’nden Stalin’e kadar pek çok öyküsü var ama temel şikayet konusu pek net değil. Örgüt mü ideoloji mi, yanlış anlayan köylüler mi?

    Çulhaoğlu, yazdığı o yazıdan daha zeki ve bilgilidir. Daha önce demokrasi ve sosyalizm üzerine yazdıkları da bir faciaydı. Bir yaş dönümü buhranı olabilir mi?

    Marksizmin anarşizmin doğrularına geldiğini söylemene de bayılıyorum. Kimbilir ?

  36. Yusuf Cemal’in yorumu Çulhaoğlu’nun örgüt düşmanlığı olarak mahkum ettiği şeyin ne olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Bu, devletin örgüt algısından farksızdır. Polisin üniversiteyi kazanan öğrencilerin ailelerine mektup gönderip “çocuklarınızın yalnızlığından, sosyalleşme ihtiyacından faydalanarak onları sonunda intihar bombacısı yapan örgütlere dikkat edin” demesinden hiçbir farkı yoktur. Bir partinin periferisine itilmek ne demek zaten anlamadım, yönetici olmamaksa kast edilen, ben partinin “periferisinde” biri olarak hiç rahatsız değilim. Yok arkadaş grubu gibi merkezdeki popüler tipler ve çevredeki az sevilen tipler şekline bir algınız varsa o daha da manasız.. Partiler arkadaş grubu değildir, hasbelkader yaşanan mahalleler değildir, gelip de solculuk adına insanların politik bilincine, seçimlerine, emeklerine, göze aldıklarına hakaret etmeyin, ayıptır. Arkadaş grubu gibi görüp gelen ve politik olarak ikna olmamış insan bir süre sonra gider, gitmelidir, kimse de onu zorla tutmaz, yalnız kalmayayım diye gitmiyorsa o onun karaktersizliğidir, bunun üzerinden tespit yapılmaz, örgüt düşmanlığı üretilemez. Burjuva ideolojisinin “oligarşinin demir yasası” gibi saçmalıklarına, örgüt psikolojisi/sosyolojisi “bulgularına” sol adına itibar edilmesinden gına geldi artık. Yeni bir toplum kurmak gerektiğine inanıyorsanız örgütlü mücadele gerekli ve iyidir, örgütler mücadele araç ve platformlarından ibarettir, ne fazla ne eksik.. Güzelleme yapmaya gerek yoktur. Ama burjuvazinin söylemleriyle, yalan yanlışla onu kötülemeye kalkarsanız Çulhaoğlu’nun yaptığı gibi cevap ve eleştiri alırsınız.
    Zileli hocaya saygımdan yazısını okumuş, yorum yazıp takip etmiştim, ama sanırım amaç hasıl oldu, daha fazla kendi zamanımı da başkasınınkini de harcamaya gerek yok. İyi günler..

  37. zamanında yusuf cemal burada arend hakkında biri bir eleştiri getirmişti yusuf cemal de ama arend oooooo heideger uuuu zizek’e gelince maymun.. olmadı..

  38. 50 yıl Stalinizmi savunduktan sonra bundan vazgeçmek zordur Akın. Çulhaoğlu’na söylenecek tek şey var: “Çanlar kimin için çalıyor deme, çanlar senin için çalıyor.”

  39. İlke gitmiş ama yine de söylediklerine cevap vermek gerek. İlke’nin yaptığı düşünsel hataları sıralarsak… Polis bakış açısı, sizin yalnızlığınızın, ailenizle kurduğunuz ilişkilerin gevşekliğinin örgütler tarafından kullanıldığını, bu şekilde “masum” insanların örgütlere çekildiğini iddia eder. Benim iddiamsa şuydu: Örgütlenmenin olmazsa olmazlarından biri de insanların yaşamlarını ve düşüncelerini -tabi ki onların rızasıyla- işgal etme durumudur. Genel olarak klasik sol örgütlenmeler ise bu doğal durumu, üyelerinin düşünce ve eylem bazında dağılmalarını (ya da çeşitlenmelerini) engellemek için bir koz olarak kullanır. TKP’nin yaptığı da bu.

    Bu durumda polis gibi davranan ve düşünen, liderlikler oluyor malesef. Benim iddiam buydu. Dolayısıyla İlke burada aslında liderliklerin polis gibi düşünmediklerini, davranmadıklarını iddia edebilirdi yalnızca. Ama örgüte üye olanla, örgüt liderliği arasında olabilecek her türlü ayrıksılığı, düşünsel farklılığı otomatik olarak olanaksız kabul ederek, bu olasılığı reddediyor.

    Yeni bir toplum için örgütlü mücadele gereklidir elbette. Ama bu otomatik olarak her örgütün doğru mücadele verdiğini göstermez. Örgütlerin mücadele platformlarından daha fazla bir şey olmadığını da göstermez. İlke’nin elinde, neden öyle olmayabileceğine ilişkin, kendi kesin kanısı dışında hiç bir şey yok. Üstelik, böyle düşünmek, düşüncenin ve onun araçlarının bu dünyadaki herhangi bir şey hakkında tamamen doğru olabileceğine ilişkin inanç sebebiyle metafizik anlamına gelir.

    Bu düşünceyle, “Devletler insanların kendilerini korumak için kurdukları örgütlü bir yapıdır.” düşüncesi arasında hiç bir fark yok. İlke keskin kanısı ile, aslında örgütlerin mücadele araçları ve platformlarından fazla bir şey olmadığını iddia ederken, “fazla”lıklarını saklıyor. Devlet düşüncesi ise, insanların neyden ya da kimlerden kendilerini koruma ihtiyacı duyduğunu saklamaya yarar.

    İşin güzel tarafı, “yeni sol” denilen düşüncelerin şimdilik ortaklaşmış ideoloji tanımı, tam da bu. İdeolojiye kapılan herkesin “Örgütüm, al beni, halkımla yeniden yarat!” diyecek hali yok ya. İlke de, kullandığı aracın (partinin) yalnızca bir araç olduğunu iddia ederek ideolojiye kapılmış durumda.

    Bu arada 33 Anonim, tamam, anlıyorum, işyerleri, işçi sınıfı laflarımdan gına gelmiş sana. Yukarıdaki gibi “düşünsel hataları sıralarsak…” sözlerini de ukala dümbelekliği olarak değil, üniversite söylemi gibi tehlikeli bir “ben bilirimcilik” olarak algılıyorsun. İyi de, Zizek’e ne diyem? Mahmut mu diyem? Maymun işte. Yalnız bir çok durumda haklı bir maymun.

  40. (Metin Çulhaoğlu için) Adam bugün bayram.. Kurban bayramının üçüncü günü demiş ya la.

  41. Buyrun buradan yakın: http://haber.sol.org.tr/yazarlar/kemal-okuyan/marx-cumhuriyetciydi-81716

    Bu insanlar gerçekten oportünizmin zirvesi. Ellerine ne geçiyorsa dandirik fikirleri için araca çeviriyorlar.

    Adam şu anda bu dediğiyle, ABD’de solculuk yapan birisine Amerikan Cumhuriyetini savun demiş oluyor, emperyalist makineyi savun diyor. Ve arkadaki fikrin ne kadar saçma olacağını görebileceği an, yani fikrilerinin nihai sonuçlarıyla karşılaşıp, belki de yanlış olduğunu görebileceği o an, Obama’ya karşı genel geçer fikirleri tekerleme gibi kullanıyor. Adeta, aslanla karşılaştığı an fatiha okumaya kalkan tip gibi.

    Eee? Marx Lincoln’e ilerici demiş. Eee? Leninler Ankara hükümetine altın vermiş, silah göndermiş. Eee? 2013’te ABD cumhuriyetini de, Türkiye Cumhuriyetini de savunmak mı gerekiyor şimdi?

    Çocuk kandırır gibi biraz:
    -O amca bana tokat attı.
    -Ama o amca deden kötü durumda kaldığında ona para vermişti. Cici amca o. Sev onu. Şimdi git elini öp…

    Not: Yazıyı farkettirdiğin için çok sağol James Burnie…

  42. Aynı yorumu, küfürlü sözcükleri çıkararak yollamanızı rica ederiz. Admin.