Deniz Kurtul / Davutoğlu’nun İfade Özgürlüğü

 sitesinden alınmıştır. 26 ARALIK 2014

Deniz Kurtul – Aralık 2014

Boğaziçi Üniversitesi’nde açılan Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Araştırma Merkezi’ninaçılışına Orhan Pamuk’un davet edilmesi ve protesto edilmesi ile beraber ifade özgürlüğü tartışması açılmış gözüküyor… Özet olarak olay SİP geleneğinden gelen insanlar, bildirilerinde  “Nâzım Hikmet’in kişiliğine, aydınlanmacı, barışsever ve anti-emperyalist tutumuna, Nazım Hikmet’in özelliklerine hiç uymayan bir isim, konuşmacı olarak seçilmiştir. Orhan Pamuk, Nazım Hikmet’in adını taşıyan bir kültür ve sanat araştırma merkezinin açılışında konuşma yapma ehliyetine sahip değildir.” ifadesini kullanmış. Açılış günü de aynı grup kampüs içinde bildiri dağıtıp Pamuk’u protesto eden pankart açmışlar. Bu durum, Pamuk’un tepkiler nedeniyle açılışa bizzat gelmekten vazgeçip konuşmasının görüntülü kaydını yolladığı yorumlarına neden olmuş.(1)Orhan Pamuk’un karakterinden bağımsız olarak, “Nazım Hikmet ile ilgili konuşma yapma ehliyetine sahip insanlar”ı belirleme ehliyetini kendisinde gören bu insanlardan izin almamız gerekecek eğer Nazım Hikmet ile ilgili bir faaliyet yapmak gerekirse.

Bu insanlar, açıkca ifade etmeseler de Nazım Hikmet’i tekellerine almaya çalıştıkları izlenimi çok güçlü. Ancak konu Nazım Hikmet değil. Çok açık ki Orhan Pamuk “Liberal olmak ne hoş” konulu bir panele katılacak olsaydı da protesto edilecek ve okula alınmak istemeyecekti. Bu noktada ifade özgürlüğü tartışması açıldı ya da başka tezler için argüman olarak kullanıldı.

Turnusol.biz’de Gökhan Kaya, SİP’lilerin yaptığı eylem üzerinden Birleşik Haziran Hareketini eleştirirken, “Üniversiteden kovduk, sıra memlekette!” ifadesini MHP’nin Ya Sev Ya Terk et sloganına benzetiyor. (2) Kendi adıma öncelikle padişahımız olmak üzere tüm efendilerin bu topraklardan gitmek durumunda kalmasından memnuniyet duyarım. Kim olursa olsun birilerinin gitmesinden memnuniyet duymak MHP ile yan yana düşmek anlamına gelmiyor. Bu sistemden çıkarı olmayan MHP, AKP, CHP tabanındaki onurlu insanlar ile hep beraber inşa edeceğimizi umuyoruz özgürlükçü bir komünizmi. Bu sistemden beslenen asalak sürüsü ise keşke kendileri gitseler de bir de onlar ile ne yapacağız tartışması yaşamak zorunda kalmasak.

Ancak esas tartışmayı bence Gün Zileli açtı. Hazır laf kendisinden açılmışken söylemeden geçemeyeceğim… Libya, Yerel seçimler vs üzerine yazdıklarını hiç onaylamasam da bunları yazmanın siyasi cesaret gerektirdiğini teslim edeyim. (Örneğin bazı yerellerde MHP’ye oy verilmesi gerektiği) Gün Zileli yazısında ”mutlak özgürlük” kavramına dair tezler ortaya atıyor. Üniversite yıllarında solcuların birbirini “burjuva”, “küçük burjuva” vs şeklinde etiketledikten sonra ifade özgürlüğünü ellerinden aldıklarından vs. bahsederek bana göre haklı olan çıkarımlarını anlatıyor.  Orhan Pamuk konusunda ise “Bir insanı konuşturmazsanız onun yanlış bulduğunuz fikirlerinin neler olduğunun öğrenilmesini de engellemiş olursunuz. Yanlışı bastıran aslında kendi doğrusunu da bastırmış olur.” (3) şeklinde bir tez ortaya atıyor. Ertesinde twitter’da aramızda aşağıdaki diyalog gerçekleşti. Soru sorma hakkımızı savunarak, Davutoğlu’nun konuşmasının dahi engellenmemesi gerektiğini savundu. Her şeyden önce adı geçen insan bir fikir insanı değildir. Yaptığı konuşmalarda fikirlerini açıklamıyor. Gemisini yürütmek için söylemesinin çıkarına olduğunu düşündüğü şeyleri tekrarlıyor. Böyle bir insan ile herhangi bir şey tartışılabilir değildir. Ancak yukarıda bahsettiğim şekilde ehliyet veren SİP’liler gibi ne Davutoğlu’na ne de Alçı’ya, Altıok’a ya da Selvi’ye bu ehliyeti vermeye kalkmayacağım. Ancak şu hatırlatmayı yapmayı yerinde görüyorum. Var olan toplum, fikir ayrılıkları üzerinden şekillenmiyor. Sömürü üzerinden şekillenen şiddet ve başta medya ve eğitim yoluyla yapılan ideolojik propaganda ile güç buluyor. Yani “Yetmez Ama Evet”çilerin yaptığı, anayasa oylamasına destekleyen argüman üretirken gerçeklerden kopup, referandum farazi bir dünyada yapılıyormuş gibi tavır almanın sonuçları felaket oluyor/olacaktır. Kendi adıma iktidarda gerici ve baskıcı bir iktidar olmasaydı bu kadar şiddetli bir şekilde bu argümanlara karşı olmazdım. En azından iyi niyetlilerinden bahsedelim sergiledikleri “ilkesel” tutum ile otoriter rejimin daha da güçlenmesine yol açtılar.

Örgütledikleri komanda kampları ile katliam yapma niyeti açık olan faşist bir gruba yerellerde kendisini örgütleme fırsatı vermek intihar etmek değil de nedir? Örgütlü olmayan “kandırılmış” insanlara hayatı zindan etmekten bahsetmiyorum elbette. Bu konuda kafamın çok net olmadığını, iknaya açık olduğumu itiraf edeyim ancak yakın olduğum duruş, ifade (ya da örgütlenme) özgürlüğünü ezilenler için savunmalıyız. Egemen sınıfların imkânlarının zaten haddi hesabı yok. Herhangi bir üniversiteye alınmaması ifade özgürlüğü elinden alınıyor anlamına da gelmiyor diye düşünüyorum.

(1) http://www.radikal.com.tr/kultur/nazim_hikmet_merkezi_orhan_pamuksuz_acildi-1252597

(2) http://turnusol.biz/public/makale.aspx?id=21631&pid=19&makale=Birle%FEik%20Haziran%20Hareketi%20Gezi%92yi%20temsil%20edebilir%20mi?

(3) http://www.gunzileli.com/2014/12/25/orhan-pamuk-olayindan-hareketle-mutlak-ozgurlukten-yana-degilseniz

unnamed

Hakkında Gün Zileli

Okunası

Halil İbrahim Özkurt / Devrim Ama Nasıl?

Olduk olmadık değişimlere, iktidar değişikliklerine hatta burjuva reformlarına bile “DEVRİM” dendi.  Zorunlu giysi gibi tek adamların dayatmaları …

2 Yorumlar

  1. 70 li yılları yaşadım. Yatılı okuldaydım… O yıllarda da o ülkücü gençlerin çoğunun feodal kökenli, iyi niyetli insanlar olduğunu hissediyordum. Hatta zamanında TRT2 de A. İlhan sohbetinde anlatır. 3-5 gençle sohbet ediyordur. Sevgi Soysal gelir, sohbeti kesmez, uzaktan izler. Gençler çıktığında sorar. “devrimcilerdi değil mi?” Hayır, ülkücülermiş… Bu gençler arasındaki diyaloğu kesmek de bir politikaydı.. Sahte düşmanlıklar yaratarak özlemi ve sosyal kökeni aynı insanları birbirine kırdırmak bir “devlet” yöntemiydi.. Yöntemidir… Hatırlar mısınız; o zamanlar MHP anti-kapitalist teorilere de sahipti!
    Birbirlerine karşı “ifade özgürlüğü” bulunan kültürden gelselerdi bu kadar çok trajik hikayeler olmazdı. O günlerde 16-17 yaşındaki gençlerin birbirine bu denli düşman olmaları için ne sebep olabilirdi? Yoktu! Adamlar işi biliyor; birbirleri ile konuşmazlarsa birbirlerini de tanımaz ve kışkırtmalarla, yalanlarla zaten yaşları gereği rekabet arzulayanları böyle kanlı rekabet içine sürükleyebilirdiniz… sürüklediler…
    Komandoların işi de bu idi; başardılar…
    İşte bu yüzden de “ifade özgürlüğü” her şeyin yerli yerine konulmasının; kimin ne olduğunun anlaşılması için de önemlidir. Birileri emrediyor; o konuşmasın; anımsatırım.. o bugün pazar şiirini.. “şu anda ne dalgalar,ne hürriyet, ne karım, toprak, güneş ve ben bahtiyarım..” diyen adam bu şabloncu solculuğa sığar mı? Ya da “sever mişim meğer ay ışığının en küçük burjuvacasını” yazan adam bu mekanik solculuğa sığar mı?
    Hani oldu ya.. tam da devrim arefesindeyiz; oldu olacak oluyor.. Bu bağışlanır bir tutum olabilir… Oysa aksine süreç, sol-sosyalizm için süreç, kuracakları dünyaya ait kültürün oldurulacağı dönemin kendisidir. Tamam, haklıdırlar; peki kim konuşabilir! Bunlar önünde sonunda “konuşulabilir” şeylerdir. Kimin konuşabileceğine kim karar verecek? Bu hikayenin en berbat yanı oradaki gençlerin bu tutumunun sahiplenilmesidir; insan evladının her saçmalığını sahiplenir mi; yanlışsa eleştirmez mi? Oradaki gençler ne “konuşursa şunu yaparız” gibi tehdit bildirmemiş de olabilir sanırım öyle de… Yanlış anlaşılmış da olabilirler.. Ama “ağabeyleri” ise bu olayda “ifade özgürlüğünü” naif, saçma, orantısız buldular…
    Bu olay ve tartışma süreci gösterdi ki, biz hala 60-70 lerden bir şey öğrenmemiş, “düşmanın ekmeğine” yağ sürmekte yarışan “solcularız!” Sol-cu’yuz! Sol satıcısı… Aydınlanma felsefesinden habersiz; sosyalist tarihin tartışmalarına ait felsefeyi umursamayan; “ideallerimiz” ile yöntemlerimiz arasındaki uçurumu son 100 yılın deneyimleriyle kapatmaya çalışan sosyalistler değil…

  2. türkiyede örgütlü solcuların yüzde doksanı stalinist. gün abinin dediğine göre avrupada tam tersi. ingilterede 1 mayısta beş ustayla (mao, stalin resimleriyle) yürüyen solculara tuhaf tuhaf bakıyorlarmış. bizde de elbet günün birinde stalinistler azınlığa düşecekler ve stalinizm bütün çeşitleriyle mahkum olacak ama siz o günleri göremeyeceksiniz gürsel abi. belki biz kıyısından görürüz, yaş otuz civarı.