Ulusalcılar Tartışıyor!

 

 

indir

Attila İlhan

images

 

Yalçın Küçük

 

images (1)

                                                                       Doğu Perinçek

 

 

2000’li yılların başlarında belirginleşen ulusalcı hareketin üç teorisyeni vardı: Attila İlhan, Yalçın Küçük, Doğu Perinçek.

 

Aslında Doğu Perinçek’e teorisyen demek pek doğru olmayabilir. Bir siyasi stratejist demek daha doğru gibi. Bu stratejistliği sonucunda bugün ırkçı-faşist bir noktaya varmış bulunmaktadır. Attila İlhan büyük bir sanatçıydı. Belki de bu yüzden teorisyenliği de son derece özgündür. Ulusalcılıkla ilgili olarak ortaya attığı özgün görüşlerini şu yazıda eleştirmiştim:

 

http://www.gunzileli.com/1998/07/23/galiyev-uzerinde-el-sikismak/

 

Yalçın Küçük, 1960-70 sol hareketinin “sosyalist devrimci” kesiminden geldiği halde, kendine özgün fikirleriyle ulusalcı görüşlere katkıda bulunmuş, fakat daha sonraları “Sabetaycılığın teşhiri” gibi çıkmaz sokaklara sapmıştır.

 

Ulusalcılığın iki farklı temsilcisi Yalçın Küçük ve Doğu Perinçek, dün gece Ulusal Kanal’da Hulki Cevizoğlu’nun yönettiği “Ceviz Kabuğu” programında karşı karşıya geldiler. Bu yazıda kısaca, bu karşılaşmada dikkat çeken noktalar üzerinde duracağım.

 

Genelde şunu söyleyeyim: Doğu Perinçek, tahmin edileceği gibi, ırkçı-faşist ve AKP yanlısı görüşleriyle son derece zayıf kaldı. Hulki Cevizoğlu’nun çaktırmadan yaptığı bütün yardımlara rağmen. Bu zayıflık, Doğu Perinçek’in iyi bir konuşmacı olmamasından değil, görüşlerinin iler tutar tarafı olmamasından, özgürlük ve halk düşmanı karakterinden kaynaklanıyordu. Hele Kürtlere zulüm yapan Türk polisine selam göndermesi, fikirlerinin zafiyetinden de öte, sadece komikti.

 

Tartışmada Yalçın Küçük, tüm ulusalcı ve orducu görüşlerine rağmen görece doğru tarafı temsil etmekle birlikte, bir tartışmacı olarak zayıf kaldı, hatta, İstiklâl Marşı tartışmasının dışında epey çekingen olduğunu söyleyebilirim. Bu da hem Doğu Perinçek’e hem de Hulki Cevizoğlu’na boş sahada serbestçe paslaşma ve top dolandırma fırsatı verdi.

 

Hulki Cevizoğlu, her ne kadar moderatör olarak tarafsızlığını ikide bir vurgulasa da tarafını açıkça belli etmesinin yanında, bir ara polis rolüne bürünüp, Tahir Elçi’ye yapıldığı gibi, “soruyorum, açık net cevap verin, PKK terörist mi değil mi?” gibi sorularla Yalçın Küçük’ü sıkıştırmaya kalkıştı. O kadar ki, Doğu Perinçek bile, yüz ifadesiyle bu sorgulamadan rahatsız olduğunu belli etti ama müdahaleci karakterini bu noktada ortaya koymamayı tercih etti.

 

Yalçın Küçük, tartışmada iyi bir taktisyen olmadığını kanıtladı bence. Fikirlerine ve kitaplarına bu kadar âşık olan birinin tartışmada doğru taktikler uygulayamaması anlaşılır bir şey. Kitaplarım dedi, başka bir şey demedi. Rol olarak mı yaptı bilemiyorum ama ikide bir kaybettiği bir şiiri arar pozlara girerek tartışmadan kaçtı ve tartışmayı verimsizleştirdi.

 

Birinci raundu oluşturan ve bence böyle bir programda hiç yeri olmayan (muhtemelen Doğu tartışma öncesinde Hulki’nin kulağına fısıldadı bunu, böyle bir tartışmaya pek teşne olan Yalçın da cumburlop üstüne atladı)“İstiklâl Marşı” tartışmasında Yalçın Küçük tam anlamıyla çuvalladı diyebiliriz. İstiklâl Marşı’nın Mehmet Akif Ersoy’a ait olmadığına ilişkin getirdiği argümanlar, aynı birilerinin Sabetaycı olduğunu ispatlamaya çalıştığında olduğu gibi mesnetsizdi; hiçbir ikna ediciliği yoktu. Bu konudaki başarısızlığı tartışmaya neredeyse baştan 1-0 yenik girmesine neden oldu.

 

Doğu Perinçek’in gemi azıya almış faşizmi karşısında Kürtlere yapılan zulmü onaylamayan doğru bir tutum alan Yalçın Küçük, argümanlarını “ordunun şerefi”, “komutanların kaymakamların peşine takılması” gibi gerekçelere dayandırmaya çalışınca yine pek ikna edici olamadı. Böyle durumlarda savaşın mantığını temelden reddetmediğiniz zaman daima en azgın savaş yanlılarının kazanmasına neden olursunuz. Ulusalcı mantıktan kurtulamayan Yalçın Küçük’ün argümanları, ulusal azgınlığın yanında sönük kaldı. Galiba Hulki Cevizoğlu’nun yukarıda sözünü ettiğim saldırısı da çekingenliğini arttırdı.

 

Yalçın Küçük, “paralel örgüt” tartışmasında da görece doğru bir yerdeydi ama bu son rauntta iyice çekingen bir görünüme bürünmüştü (Belki de reklam aralarında kendisini ürkütecek bazı müdahaleler oldu, bilemiyorum. Çünkü sonlara doğru, şu program bitse de çekip gitsem der gibilerden saatine bakıp duruyordu). Sadece “Paralel” tutuklamalarına karşı olduğunu söylemekle yetindi. Doğu’nun AKP işbirlikçiliğine de işaret etti ama bunu da güçlü bir şekilde yapamadı. Üstelik, Cumhuriyet, Sözcü ve CHP’yi Fethullah işbirlikçisi ilan ederek kendi bindiği dalı kesti ve Doğu’ya önemli bir avantaj sağlamış oldu. Üstelik Cumhuriyet ve CHP’yi Fethullahçı gösterdikten sonra Cemaatin önemli bir güç olmadığını ileri sürmesi iyice tutarsızdı. VP’nin AKP işbirlikçiliği noktasına nedense fazla vurgu yapmadı. Bunun sebebi, belki, kendisinin de bir ara böyle bir işbirlikçiliğe cevaz vermesi ve buna fazla vurgu yaparsa, “sen de öyle düşünmüyor muydun?” türü bir teşhirle karşılaşacağı korkusu olabilir.

 

Sonuç olarak, dünkü tartışma, bütün cepheleriyle ulusalcılığın hal-i pürmelalini gösterdi diyebiliriz. Attila İlhan hayatta olsaydı, belki daha tutarlı bir ulusalcı çizgiyi savunabilirdi.

 

 

Gün Zileli

13 Mart 2016

www.gunzileli.com

gunzileli@hotmail.com

 

 

 

Hakkında Gün Zileli

Okunası

1937 – Moskova Duruşmaları ve Kızıl Ordu Generallerinin Tasfiyesi

Artıgerçek Sovyetler Birliği’ndeki 1930’lu yılların “Büyük Temizlikleri” konusuyla ilgilenenlerin ne zamandır beklediği, Sovyetler Birliği’nin akademisyenlerinden …

81 Yorumlar

  1. Sonlara dogru bir kitap gösterip durdu Kucuk `mahsur`mahsur kaldim tirsiyorum demek istedi sanirim.

  2. Dogu Perincek tartismalarda isi fiziki kavga dövüs kufre götürecek kadar bayagi bir tiptir,baska türlü savunamaz görüslerini. Kücük bundan korkmus olabilir, haksiz bir korku degildir.Oh olsun Yalcin Kücük e eglenmedim desem yalandir.

  3. “Hayat değişir, düşünceler sonra değişir…”
    Türkiye’de bilinen Kemalist Ulusal Devletçi ideoloji “en parlak” zamanları sonrası bu hale gelmişse, RTE’den bile medet umanları varsa, o yalnızca gömülmeyi bekleyen çürümüş cesettir. Yalnızca “devletçi” tarafı ile bir totaliterizmin “alllama-pullamaları” burada ulus, din güzellemeleri..
    Gülünç olanı bu tip totaliter yapılar dünyada artık asgari bir ekonomik refah bile sağlayamaz; akıllı gençler kaçar, gider; Petrol, maden vb. de yok!
    Bir tek Kürt halkını sömürerek refah mı sağlanacak?
    *
    Özgürlükçü, düşünce-hayat tarzında liberal, ekonomide , sosyal devletçi, gevşek federatif sistemler… Kısa vadede “makul” görünüyor. Sosyalistler “dışarıda” durarak; toplumsal, tarihsel olgunlaşma sürecini hızlandırma programı içinde bu tür gelişmeleri eleştirerek, “engel olmamayı” seçebilir…
    İktidara hazır olmadan iktidar istemek-almak bilinen korkunç sonuçlara yol açar…
    *
    Yaşadığımız hayat, Ulusalcıların da eseridir; konuşurken biraz da utansalar iyi olacak…

  4. Sayın Uzman Doktor Paracomandante Salih Beyefendi de Yalçın hocacı çıktı: https://twitter.com/yetti_lan/status/708759643540086789

  5. Su anki durumuyla perincek in yumusak karni Suriye meselesi. perincek diyorki Akp benim milli cizgime geldi bati emperyalizmine karsi mucadele ediyor. Ama Perincek in AKP si Suriye meselesinde hala Emperyalizmin tetikciligini yapiyor.

  6. RTE anti-emperyalizmi, kendisine ortadoğu sömürge valiliği verilmemesine ait bir şey; “yavru emperyalist” hayalcinin mızıkçılığı!
    Orta Doğu çıkar paylaşımında bir siyasal kavram aramanın gereği yok; mafya çeteleri arasındaki ilkesiz itiş, kakış.. Haraç alacakları-enerji havzası denetimine ait sömürgecilik politikaları; elbette tabelada Sünni Kardeşlik, demokrasi, ulusal özgürlük vs. yazacak.. yoksa insanlar birbirine nasıl öldürtülür?

  7. Yazıda bir noktayı ihmal etmişim: Yalçın, eğer isteseydi, Doğu’yu hem AKP’yi destekleyip hem de Rusya’yı en büyük müttefik görmesi açısından bir güzel sıkıştırabilirdi. Rusya meselesini koydu ama fazla tartışma konusu da yapmadı nedense.

  8. yıllar önceydi. çok yıllar önceydi. dev-lis olarak siyasala gelirdik. beyaz aydınlıkçılar, ki zileli de dahildi gövde gösterisi ile gelirler, perinçek “yeni oportinizm”e atıfta bulunarak yani savunarak saatlerce konuşma yapardı… aman tanrım hiçbir şey anlamazdık. o konuşur biz anlamazdık… konuştukça salon boşalır veya kavga çıkardı. hala merak ederim, isteseydi solda bölünme önlenir miydi ve sol daha güçlü bir konuma gelir miydi acaba… neyse, a.ilhan ile aynı yazıda ismi geçmesi bile traji komik…

  9. Önlenebilirdi tabii. Bölünmelerin temelinde gerçek fikir ayrılıkları değil, liderlerin hırsları vardır.

  10. Dün akşam Yalçın hocanın, tüm çuvallamalarına ve mesnetsiz iddialarına, can simidi Cevizoğlu olmuştur.

    Perinçek ve Cevizoğlu, düz mantık ithamlarıyla ve Cevizoğlu tek taraflı bindirmeleriyle, Küçük hoca dün ki maçı en az beraberlikle kırtarmıştır. :))

  11. Atila İlhan’ın teorileri,stratejileri kağıt üzerinde daha kendi içinde tutarlı gözükebilir.

    Ama gerçek hayatta sınanmışlığı,pratiği çok çok azdır.

    İyi bir düşün adamıdır fakat örgütçü pratik yönünden, varlığı tartışılır.

  12. 5. yorumcu olarak bunu kasdetmistim zaten Zileli kimse perincege bu sekilde yönelmiyor.(gerci perincek, Putin BOP un parcasi oldu gibi on aciklamalar yapti ama, adamin ulusalciliktan anladigi kurt dovmek)

  13. 68 lerde ki ayrimlarin ideoljik nedenleri yoktur kisisel hirslar vardir demek ultra kaba bir yaklasim degilmi?

  14. Dünkü kapışmada, Twitter’daki seküler trollerin ağırlıklı olarak Yalçın hocayı desteklemesi hakkında ne düşünüyorsun?

  15. Tartışmanın başına biraz baktım, doğru dürüst bir tartışma olmayacağını, zırvalaşacağını fark edip, izlemeyi bıraktım. Sonra tarafların neler söylediğini internette okuyunca yanılmadığımı gördüm. Doğrusu iki isim adına da üzüldüm, çünkü ikisi de davaları için uzun süre hapis yatmış, büyük sıkıntılar çekmiş insanlar. Değerli bir söz söylenmeyeceğini tahmin ediyordum ancak ettikleri sözlerin bu kadar yüzeysel, tartışmanın bu kadar sığ olmasını beklemezdim doğrusu. Ama baya bir rating almışlar anlaşılan, sanki amaç da buydu zaten.

  16. İstiklal marşı konusu bi yana yalçın küçük doğuya karşı kompleks bi tutum koydu. Doğunun savunduğunun zıddını konuşma adına genelde savunduğu doğrularını bile savunamadı. Doğu iyi bir polemikçi gerçekten.ölene kadar solun son karizmatik lideri olarak kalmaya devam edecek.

  17. iyi ki örgütçü olmamış. Doğu’dan farkı kalmazdı.

  18. değil. Bugün baktığımız zaman ortada önemli bir ayrılık göremiyoruz.

  19. desteklemeleri normal. Doğrusu ben de içten içe destekledim desem yalan olmaz.

  20. özgürlükçü

    Gün Zileli yazık!!!!!!
    Çok yazık!!!!!! başından beri mili zilli duyguların zihninde örümcek bağlamış dediğim günlerden sonra bayağı özgürleşme belirtileri göstermiştin bu yazıyla hatta bu gün ulusal kanalda izleyecek bir şey bulmak yukardakileri solcu sanıp bu sitede tartışmaya bile değer bulmak hızla hidayete erdiğinin onların yanına gitme eğiliminin çok açık dışa vurumu değilmi???bir türlü milli zilli duygularını ÖKSÜREMEDİN hade kapitalizmi öksürmeni bekleyemeyiz de hiç olmasa bunca kendi pratiğinden gezi deneyinden sonra senden milli zilli duyguları öksürmeni beklerken şu REZİLLİĞE bak neyi tartıştırıyorsun bu gün bunlar çok mu lazım ………orya kadar yolları var
    yoksa o tartışmada neden yoktum diye FESATLANDINMI???
    YUH olsun bu sitedeki özgürleştirme çabalarımız gözüne dursun
    mutlumusun bu yazıları yazdıkça benzerleri siteye doluşacak onlarla yatan onlar gibi kalkar ?????

  21. Ve halklarin birlesik devrimci hareketi catisi altina imza atar solun bir kismi… Ve Güven parkta bomba patlar. Ve Anf haber Ajansi haberi verirken Cevik kuvvet odakli verir patlamayi. Ve solun intihari. Bitmistir.

  22. Serdar senin anladigin sol ne? karizmatik lider ne? varmi boyle birsey? karizmatik lider diyorsan cok arama acarsin 12 eylul askeri mahkemeleri tutanaklarini, 1974 den sonra boyali basini acip bakarsin gorursun, devrimcilerin karizmatik liderinin kim oldugunu. Bu kisi milyonlari arkasina katan Devrimci Yolun eski onderi Oguzhan Muftuogludur. Gecmis zamanda D. perincekin tayfasi, Oguzhanin tayfasinin ceyregi kadar yok. 1976 dan sonra Devrimci yolun oldugu eylemliklerde Aydinlikcilar gelemezdi. Dogu Perincek olsa olsa devletin, gazetelerin, askerin, Mit in karizmatik ulusalcisi olabilir.

  23. İsmail Cengiz

    Tartışmayı izlemedim. Yapacağım yorum tartışmayla ve onun içeriğiyle ilgili olmayacak. Ancak, Yalçın Küçük geçmişte, 1970 öncesinde, Türk ordusunun kemalist geleneğine seslenerek, Madanoğlu ve (ajan provokatör) Mahir Kaynak’la elele 8 Mart “devrimci” darbesini destekleyen gruptan değil miydi? Yani Yalçın Küçük “özgün” fikirleri olan ulusalcı olduğunu hiç gizlemedi. Bütün ulusalcıların düştüğü gerici tuzağa tutulmak zorundaydı. Kürt “ulusalcı”larının safında yer aldı.
    Doğu Perinçek ise PDA saflarındaki en gerici unsur olduğunu, TİİKP’nin çizgisini sürekli “merkezci” antidemokratik anlayışa çektiğini (siz daha iyi) bilirsiniz. Kıbrıs işgalinin başka bir ülkenin iç işlerine karışmak (işgal) olduğunu savunan devrimcilere karşı durduğunu ve partiyi kendi tarikatı haline getirdikten sonra faşist ırkçı Milli Mukavemet Teşkilatı’nın mücahiti Rauf Denktaş’la kol kola girdiğini hatırlatayım istedim.
    Konuyu biraz daha geriye götüreceğim.
    Fransız devriminin kültürel etkisine kapılan Osmanlı aydınları, Paris’in güvenli sokaklarında “milli” olma heveslerini haykırıyorlardı. İşin endüstri yanı bir kenara bırakılmış, kültürel bir “milli” devlet peşinde koşuluyordu. Mustafa Kemel de bu çizgideydi.
    Ayrılıkçı Bulgar milliyetçileriyle birlikte hareket ettiler. Osmanlı milliyetçileri yollarını şaşırdılar çünkü milliyetçilerdi.
    Ulusalcılık emperyalizm geliştikçe iki taraflı bir kültür. Bir yanı antiemperyalist savaşçılar üretir. Özellikle halkın en geniş kesiminin direnç göstermesinde çok işe yarar. Ama milliyetçiliğin ne sonuç vereceği belli olmaz. Tıpkı Türkiye’nin kuruluş hikayesinde olduğu gibi. Yolunu milliyetçi bir çizgide tutarsan on yıl bile bağımsız kalamazsın.
    Doğu Perinçek milliyetçiliği bir strateji bile değil. Fırsatçı bir çarıklı taktiği. Bir “milli hükümet” kurulsa da bir sandalye de kendi kapsa peşinde.
    Birkaç saat önce Ankara’da bombalar patladı. Ulusal kanal Doğu’ya konuşması için mikrofon uzattı ve konuşmanın sonunda “milli hükümet kurulacaktır dedi.
    Saygılarımla.

  24. Halklarin birlesik devrimci hareketinin bilesenlerine bakinca söyle dusunuyor insan, eskiden ittifaktan bahsedilirdi, artik iltihaktan bahsetmeli. turkiye solunun buyuk bir kismina Allah rahmet eylesin.

  25. Serdar,

    Doğu iyi bir polekmikçi değil, polemikçiyDİ!

    Programda, Cevizoğlunu kalkan kullanması,
    “lütfen sırayla konuşalım” tarzında Hulki’ye pasları ve ‘vuruşları’ Hulki ye bırakması, Perinçek’in gerilediğini gösterir.

    Programda, Cevizoğlu’nu kullanmasının bir nedeni de, Perinçek, Küçük’ün kendi geçmişiyle alakalı çok şey anlatabileceğini bilmesinden kaçak güreşmiştir.
    Ve Küçük, “benim peşimden dağa geldin” demesi bir örnektir.

    Ve Küçük, maçı(programı) en az beraberlikle kurtarmıştır. Perinçek kazanabileceği maçı, kazanamamıştır.

  26. Düsünsel, Ideolojik, teorik derinlikleri ve Bilimsel namuslari olanlar, kötü polemikçilerdir. Siz olun Zileli TV Polemik programlarindan kacininin.

    (solun karizmatik lideri tartismasinda perincek in karsinina muftuoglunu sürmek, beni pek keyiflendirdi dogrusu, biz Muftuoglunu Mamaktan biliriz:))

  27. Gün Zileli, siz çıkar mısınız herhangi bir kanalda Doğu Perinçek’le tartışmaya? Tamamen tarafsız bir moderatörle.

  28. 13.03.2016 17:04 Karakter boyutu :

    HDP Mersin Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat, “Müzakere masası tekrar kurulacak. Taraflar tekrar masaya oturacaklar” dedi. Kuzey Irak’taki Kürtler’in Barzani’nin etrafında kenetlenerek bağımsızlık ilan etmesi gerektiğini söyleyen Fırat, özyönetim ilanlarını ise “Kürt halkının sivil insanların yoğun olarak yaşadığı şehirlerde özyönetim ilan edilmesinin mantığını şahsen anlamıyorum bilmiyorum” sözleriyle eleştirdi.

    Kuzey Irak’taki Barzani Yönetiminin yarı resmi yayın organı Rudaw’a konuşan HDP Milletvekili Fırat “Bu çatışma döneminde ölen polis, jandarma, gerilla gençler ve sivil insanlardır onlara yazık. Müzakere masası tekrar kurulacak. Taraflar tekrar masaya oturacaklar” dedi
    …………………………..
    Yeni Özgür Politika’da Selahattin Erdem müstear ismiyle yazan Duran Kalkan, “Eski tabirle devrimci durum denen bir sürecin yaşandığı son derece nettir” derken “İşte bir yandan HDK-HDP’nin ÖDP ve Birleşik Haziran Hareketini kendi yanına çekerek Barış ve Demokrasi Bloğunu büyütme çabası, diğer yandan ise on devrimci örgütün güçlerini Halkların Birleşik Devrim Hareketi’nde birleştirerek mücadele etmek istemesi söz konusu bu ortama ve sürece müdahale etme çabası anlamına gelmektedir” ifadelerini kullandı.
    ……………………………
    özet: Pkk demiski tüm solu (sola ait tüm kavramlari) önder Apo nun müzakere masasinda kullanabilecegi hale getirmek istiyoruz. Bumudur? budur….

  29. arsiv unutmaz. HDP de özgürlük türküsü söylemek isteyenlere:

    PKK liderlerinden Duran Kalkan bugün örgütün Avrupa’daki yayın organı Özgür Politika’ya müstear isimle yazdığı yazıyla ÖDP’yi tehdit etti. Kalkan, Selahaddin Erdem imzasıyla yazdığı yazıda ÖDP’nin HDP’ye katılmasını istedi ve “HDP önündeki ÖDP engeli kesinlikle aşılmalıdır” dedikten sonra ekledi: “Yoksa radikal demokratik hareket bu görevi yapacak ve ÖDP’yi gerçek ifadesine kavuşturmak zorunda kalacaktır

  30. bir ezilen ulus hareketidirki, ezen ulusun siyasi elit i ve en kirli kurumlariyla kapali kirli pazarliklar sürürürken, ezen ulusun sivil bireylerine kitle katliami duzenleyerek onlari kendi iktidarlarina baski yapmaya zorlayabilecegini dusunuyor. bir ezilen ulus hareketidirki, hem emperyalist güclerle hasir nesir olup hem devrimci durum devrimci halk savasi diyebiliyor, bir ulusal ulus hareketidir ki, hem özgürlükcu hem Stalinist hem islamci ne ararsan o olabiliyor. ve solun her renginden ittifak bulabiliyor. ozgurlukcu anarsistinden bile. e kardesim hakli adamlar. bu Kadar kullanirilirabilitesi olan solcu her memlekette bulunmaz.

  31. herkesi kullanabilecegini sanani herkes kullanir.

  32. TKP de ki HDP truva atlarinin marifetiyle meydana gelen bölünmenin benzeri ödp de beklenmelidir. adamlar kafayi takmis Kurtulus yok, Imralida ki satranc tahtasinda ödp de olacak. olmasi gerekiyorrrrrrrrrrrrrrr.:)

  33. Efsanevi dev yol insanlari muftuoglunun ismi ve karizmasiyla pesinden suruklemedi. mahir efsanesiyle surukledi.(muftuoglunun dev yolun onderi olmasi bu gercegi degistirmiyor) muftuoglunun dev yolun en uc sempatizan kitlelerince dahi bilindigi dönem ödp dönemidir. basarisi ortadadir. dev yol nereee ödp nere:)

  34. Biz TAYAD’LI AİLELER Ankara’da Meydana Gelen Ve Doğrudan Sivil Halkı Hedefleyen Bombalı Araç Katliam Saldırısını Kınıyor Ve Lanetliyoruz

    Tarih: Mart 14, 2016Kategori: HABERLER, MANŞET

    Ankara, Kızılay’da 13 Mart Pazar günü akşam saatlerinde otobüs duraklarının yanında bomba yüklü araçla gerçekleştirilen saldırı sonucu resmi rakamlara göre 37 kişi hayatını kaybetti, 100’den fazla kişi de yaralandı.
    Bu Saldırı Halkların Kardeşliğine Yönelik Bir Saldırıdır. Sivil halkı hedef alan eylem terör eylemidir.
    Halkların düşmanlığını körükleyen eylemler, TASVİP EDİLEMEZ! Bu tür eylemleri her ne sebeple olursa olsun onaylayanları, TEŞHİR ve TECRİT edin.
    Halkımızın Başı Sağ olsun. Yaralılara Acil Şifalar Diliyoruz.
    TAYAD’LI AİLELER

  35. Şükrü Aykutlu

    Doğu tam bir zırşoven!
    Yalçın hoca ise tam bir zırdeli. Ama psikiyatrik anlamda değil, tek başınalık (yani bir tür Don Kişotluk) anlamında…
    Deliye kızılmaz elbette, ancak şovene, faşiste, ırkçıya epey kızılabilir.
    Attila İlhan’sa… O bir sanatçı. Hiç kızılmaz, kızılamaz. Çünkü özgünlük, özgürlükten gelir.

  36. Ulusalci teorinin uc keratası…Sol fasizmde yalküç çınük, sag fasizmde doperinçik ğu…Konu ise çin komunist partisinde köpüklü banyonun yeri ve önemi…

  37. ulusalci kim bu ülkede???
    ulusalcilik nedir???

    ben türkiyeye bakinca toplumunun yüzde 65-70 ulusalci burada
    zaten türkiyenin sorunu yatiyor yani dünya evrensel degerlere
    degilde kapali kotu gibi yasamak isteyen bir toplluluk.
    kendi dört duvarim baskasi beni ilgilendirmez,benim görüsüme
    göre akp-mhp-chp ulusalcidir bu partiler türk-islam sentezi bulusan partilertir elbette chpnin bütünü böyle degil ama türk-islam sentezinde kemalizm bulundu icin oda evet diyor.
    bize kalan diger kitleler malesef göc ulusturamiyor zayif kaliyoruz nasil bu olguyu degistiriz bilmiyorum……
    ama gezi heyecan ve umut veriyor hala….gencler bi isi cözer 🙂

  38. 12 MART GENÇLERİ ZEHİRLEMEK

    Önce 9 Mart 1971’de sol eğilimli (örgütler ve ordunun bir bölümünün işbirliği yaptığı) bir askeri darbe girişimi…
    Ardından 12 Mart’ta gerçekleşen darbe…
    Benden bir önceki kuşak (68’liler) ve benim kuşağım için hâlâ sıcak bir konu.
    Fakat tam 45 yıl geçmiş üzerinden.
    Neresinden baksanız, yarım asra yakın bir zaman.
    Peki ne yapmalı?
    Konuyu yakın siyasi tarihimizle özel olarak ilgilenenlere bırakıp Mart 1971 defterini rafa kaldırmalı mı?
    Birileri geçmişe dair sol romantik ezberlerle bugünün gençlerini zehirlemeye devam ederken bunu yapmak doğru olur mu?

    Yukarıdaki sorulara cevap aramadan önce bir parçasını aşağıya aldığım bir tartışmaya dikkatinizi çekmek isterim.
    O günler hakkında atıp tutan gençler özellikle baksınlar!
    Bizim sol gelenekte “milli demokratik devrim” tezinin bayrak isimlerinden Mihri Belli ile THKO kurucularından Mustafa Yalçıner ve İhsan Çaralan çok yıllar sonra oturmuş o günleri konuşuyorlar.
    Şöyle…
    “M.Yalçıner: Mısır gibi olacaktı.
    M.Belli: Hiç alakası yok.
    M.Yalçıner: Bizde de bir Nasır, 2. Kemalizm dönemi (olacaktı.) Nasıl alakası yok? Biz mi gelecektik?
    M.Belli: Tabii, biz gelecektik.
    M.Yalçıner: Hangi güçle?
    M.Belli: Başka kim vardı ki! Ordu, ordu.
    M.Yalçıner: 9 Mart başarılı olsaydı, söylentiye göre Deniz (Gezmiş) Gençlik ve Spor Bakanı olacaktı.
    M.Belli: Yok canım. Dedikodu. Düşmanın çıkardığı dedikoduları ciddiye almamak gerek. Bize bakanlık falan verdikleri yoktu, böyle pazarlık yoktu.”
    (Meraklısı ozgurlukdunyası.org’tan tartışmanın tamamını okuyabilir.)

    Bilinen şu…
    Aralarında generallerin de bulunduğu sol tandanslı, katı laik, Kemalist ve mevcut parlamentodan nefret eden 9 Martçılar sürekli gençleri kızıştırdı, sokaktaki kavgaları kışkırttı ama günü geldiğinde düğmeye basamadı.
    Neden?
    Bilmem, belki de “darbe yapılacaksa, our boys yapar” diyen küresel güçlere kulak vermek gerekir. Gerisi hep mizansendir!
    Esas darbe üç gün sonra geldi.
    Cumhurbaşkanı Sunay’a Genelkurmay Başkanı ve üç kuvvet komutanının imzaladığı muhtıra verildi ve hükümet istifaya zorlandı.
    Ve tabii tahmin edeceğiniz gibi…
    Müdahaleciler ilk iş olarak solu ezip geçti, onları kışkırtan sivil -üniformalı bürokrasiyi de önce şöyle bir silkeleyip sonra affetti.
    Bu kadar değil, 68 döneminde, 9 Mart-12 Mart sürecinde daha neler, neler var!
    Bana sorarsanız…
    Dosyayı rafa kaldırmak yerine
    Görünüşte “Milli/Kemalist” darbe yapılanmaları ile onları öne itip sonra rejime el koyan “küresel merkezle uyumlu güçler” konusuna daha derinden eğilmeyi teklif ediyorum.

    Haşmet Babaoğlu, 12 Mart 2016

  39. yandaş değil mi bu, öyle hatırlıyorum.

  40. Gün Zileli’nin Ankara katliamı ile ilgili bir şey yazmamasının önemli bir sebebi vardır diye tahmin ediyorum. Kafa karışıklığından kaynaklanan gibi bir sağlık sorunu yoksa şayet! Doğu Perinçek-Yalçın Küçük tartışmasını bile ertesi gün yazı konusu yapan birinin bu kadar önemli bir olaya değinmemesinin sebebi, Doğu Perinçek’in aleyhine bir yönünü bulamaması veya PKK aleyhine tutum almamak isteği olabilir mi acaba?

  41. yazı şu anda yayında.

  42. “yandaş değil mi bu, öyle hatırlıyorum.”

    Soylenen soze degil de soyleyenin kim olduguna bakmak herhalde –hey gidi gunler– ‘komitacilik’inizdan kalma bir meslek hastaligi olsa gerek..

    Ote yandan, yazida atifta bulunulan soylesiyi okudum. Bunca yil sene sonra okuyunca insan bazan uzuluyor, bazan gulumsuyor.

    Surasi mesela:

    “M. BELLİ- Eski üst yapıyı tasfiye etme konusunda radikal hareket ettiler. Acaba doğru muydu değil miydi, bir Marksist nasıl değerlendirir bunu ayrı sorun. Mesela hemen hemen yasakladılar dini eğitimi, yok ettiler. Ben ’47 senesinde Yunanistan’da yaralandıktan sonra Sofya’da hastanede yatarken hastaneden kaçar dolaşırdım. Şehir dışında büyük bahçe içinde etrafı büyük duvarlarla seçrilmiş büyük güzel bir bina gördüm. Bulgaristan’da. Kapıda da papaz okulu yazıyor. Akşam Bulgar arkadaşlarla buluştuk, Dimitrof zamanıydı. Bunlar sorumlu arkadaşlardı. “Daha kapatamadınız mı papaz okullarını” dedim. “Biz Kemalist değil komünistiz” dediler. Yani doğru muydu Kemalistlerin yaptıkları, tartışılır.”

    Islamcilar bilseydi bu kadar komunizm karsiti olmazdi mi, ne?

  43. Necip, belki eleştirinde haklısın ama her hafta yandaş medyada boy gösteren birinin üstünden de atlayamazdım doğrusu

  44. Kemalist Baasçılık

    “Kemalistler gerçi Türkiye’nin, stratejik gerçeklerden doğan ittifak politikasını (NATO üyeliğini vb.) içlerine sindirmiş gözükmek zorunda kalmışlardır. Ancak ittifaklardan doğan yükümlülükleri ne zaman yerine getirmek gerekmişse, Batı’yla tüm köprüleri atmak, tek başına dünyaya meydan okumak, Saddam Hüseyin’le el sıkışmak gibi en akılalmaz tavırları savunanlar, Kemalist kesimin temsilcileri olmuştur.” (Yanlış Cumhuriyet/Sevan Nişanyan)

    Halepçe Soykırımdır! Irkçı BAAS Ve Suç Ortaklarını Lanetliyoruz

    Doğru tanımlanmayan bir suçun sorumluları, hak ettikleri cezaya hiçbir zaman gerektiği gibi çarptırılamazlar. Cezalandırılıp mahkûm edilmeyen suçlar da her an tekrarlanma riski taşırlar. Bu nedenle suçları, özellikle de insanlığa karşı işlenen suçları doğru tanımlayarak mahkûm etmek, hem söz konusu suçlara hedef olanların vicdan rahatlığı ve hem de bu suçların bir daha tekrarlanmaması açısından çok önemlidir.
    Her hangi bir olayın, ortak bir mutabakat ile tanımlanmış bir suçun kapsamına girip girmediğini tespit etmenin en sağlıklı yolu, olay ile tanım arasında örtüşme olup olmadığına bakmaktan geçiyor.
    Halepçe’de yaşananlar anılırken genel olarak “katliam” tanımı kullanılır. Katliam, insanlık suçu, barbarlık, trajedi ve benzeri birçok tanımı Halepçe için kullanmak mümkündür ve hepsi de belli bir doğruluğa sahiptir. Ancak Halepçe’de yaşananları en doğru tanımlayacak olan tanım Soykırımdır.
    Birleşmiş Milletler “Soykırım Suçunun Önlenmesi Ve Cezalandırılması Sözleşmesi” de, hangi suçların Soykırım kapsamına girdiğini zaten çok net olarak ortaya koymuştur.
    Sözleşmenin 2. Maddesi, “Ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu, kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacıyla işlenen aşağıdaki fiillerden her hangi biri, Soykırım suçunu oluşturur.’
    Bu fiiller;
    a) Gruba mensup olanların öldürülmesi;
    b) Grubun mensuplarına ciddi surette bedensel veya zihinsel zarar verilmesi;
    c) Grubun bütünüyle veya kısmen, fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak, yaşam şartlarını kasten değiştirmek;
    d) Grup içinde doğumları engellemek amacıyla tedbirler almak;
    e) Gruba mensup çocukları zorla bir başka gruba nakletmek;
    olarak sıralanmıştır.
    Bu fiillerden her hangi biri bile Soykırım suçunun oluşması için yeterliyken; a, b, ve c fıkralarında geçen fiillerin tamamen Halepçe’de işlendiği, tartışma gerektirmeyecek kadar açıktır.
    Soykırım Sözleşmesi’nin 1.Maddesi, “Sözleşmeci Devletler, ister barış zamanında isterse savaş zamanında işlensin, önlemeyi ve cezalandırmayı taahhüt ettikleri soykırımın uluslararası hukuka göre bir suç olduğunu teyit eder.”
    Ermeni halkına karşı yapılanı “Soykırım’ diye nitelendiren bir dizi Avrupa Birliği ülkelerinin kervanına, ABD ve İsveç’in de katılması, İsveç’teki kararın Asuri-Süryanileri de kapsaması insanlığın yüreğine su serpen bir teyittir.
    Bu madde elbette ki, Saddam ve Irkçı BAAS Rejimi’nin suçuna işaret ediyor. Ancak, suçun oluşmasına engel olmayanlar, Saddam’a silah ve teknik malzeme satanlar ve işlenmiş olan bu suçun cezalandırılması için çaba sarf etmeyenler de, dolaylı da olsa, bu suçun ortağıdırlar.
    Yalnız bu da değil! Unutmayacağımız suç ortakları arasında, Halepçe’de yaşananlara sessiz kalıp, “Emperyalist İşgale Hayır” sloganıyla Saddam’ın devrilmesini engellemeye çalışan, Kemalist/Devletçi solcular da var.
    Unutmayacağımız suç ortakları arasında, “Din Kardeşliği” adı altında müdahaleye tepki gösteren, ama özünde Saddam’a destek veren, siyasal İslam da var.
    Ve hiçbir zaman unutmayacağımız suç ortakları; Kürdler adına hareket edip, “Sol Dayanışma’ adı altında ve “İşgale Hayır’ maskesi takınarak, Saddam’a destek veren, Kemalist Kürdlerdir.
    Halepçe Soykırımı’na sessiz kalanların, Saddam ile dayanışmaya girenlerin kimliği unutulmamalıdır. Bu Soykırım ortaklarını tanımak, bugün ve yarın için dost-düşman seçiminde de bize yardımcı olacaktır.
    Hem Kemalist Sol hem Türk-İslam anlayışı hem de Yerel Kemalistler ‘Halepçe Soykırımı’nda” gerçek niteliklerini ve Kürdistan halkına olan düşmanlıklarını somut olarak gösterdiler. Bu gösterge, bugün yaşanan sistem içi hesaplaşmada, “Ne Kemalizm Ne Türk-İslam” tutumunun ne kadar hayati bir duruş olduğunu bir kez daha gösteriyor…
    Özgür Bireyler Topluluğu olarak, Halepçe ile birlikte (Ermeni, Süryani, Rum, Êzidi, Alevi..) tüm Soykırım Kurbanları’nı saygıyla anarken, soykırımcıları ve onların direkt, dolaylı destekçilerini/suç ortaklarını da lanetliyoruz…
    ÖZGÜR BİREYLER TOPLULUĞU
    http://www.nasname.com/a/halepce-soykirimdir-irkci-baas-ve-suc-ortaklarini-lanetliyoruz

    Solcu Barışseverler(!) ‘Faşist Bir Ruh’ İle Toplandı!

    Emperyalizme ve Yahudilere karşı olmanın faşist olmaya engel olmadığı birçok tarihsel olayla kanıtlanmıştır. Hitler’in en büyük düşmanı Yahudiler ve emperyalist devletlerdi…
    PKK’yi de içine alan Kemalist Türk solunun söylem düzeyindeki en hararetli sloganı ‘Amerika ve İsrail’ düşmanlığının dile getirildiği sloganlardır. İlginç ve düşündürücü olan Türk-İslam anlayışının da bu noktada Kemalist sol ile aynı düşüncelere, tepkilere sahip olmasıdır. Ayrıntılarda ve bazı lokal olaylarda farklı tutumlar alsalar da hem Kemalist sol hem de Türk-İslam (Ümmetçiler) temel yaklaşımlarda aynılaşıyorlar…
    CHP liderliğinde envai türden sol kurum ve kuruluş Hatay’da toplanarak faşist Esad’a olan bağlılıklarını dile getirdiler…
    İnsanlık adına utanç verici olan bu toplantının adına “barışçığlığı’ denilmesi toplananların faşist duruşlarını, anlayışlarını gizlemeye yetmiyor. Tıpkı Dersim, Koçgiri, Zilan, Ağrı v.s. katliamlara/soykırımlara imza atan M. Kemal’in, “Yurtta sulh Cihanda sulh’ söyleminin onun katil, faşist özünü gizlemeye yetmediği gibi…
    Molotov-Ribbentrop Paktı’nı (Stalin-Hitler anlaşması) alkışlayan ve Afganistan işgalini “sosyalizmin kazanımı’ olarak gören bir zihniyetin Kemalizm ve Baas hayranlığı şaşırtıcı değildir.
    M. Kemal’e “antiemperyalist’ bir gömlek giydirmeyeçalışarak faşist özünü gizlemeyeçalışan bu zihniyet, TC’nin bizzat emperyalistler tarafından kurulan ve Ortadoğu’da “jandarma’ rolü üstlenen kukla bir devlet olduğunu hafızalardan silmeyeçalışıyorlar.
    Hatay’da toplanan barışseverler(!), (M. Kemal ile Hitler düşünsel ve pratik yakınlığını ortalama insanlar dahi öğrenmişken) Kemalizm’e “sol’ bir etiket yapıştırmanın ortayaçıkaracağı tek zihniyetin “sol faşizm’ olduğunu bilmeyecek kadar zavallıdırlar…
    Geçmişte M. Kemal-Hitler ortak anlayışını; yakın zamanda Saddam ve şimdi de Esad faşizmini açıkça destekleyen bu “anti Amerikancı ve anti Semitist’ faşistler, PKK/BDP’yi de içine alan ve Türk sol kesimlerini HDKçatısı altında bir araya getirip Kemalizm’i güncelleyerek diriltmeyi amaçlayan karanlık bir anlayışın temsilcileridirler. Ve yegâne amaçları da kan kaybeden Kemalizm’i, CHP önderliğinde tekrar iktidara getirmektir. Bunun için de CHP tarzı faşist yapıların Ortadoğu’da yok olmasının önüne geçmeyeçalışıyorlar.
    Bunların “antiemperyalistliği’, Hitlerin antiemperyalistliğinden zerre kadar farklı değildir.
    Bunların İsrail karşıtlığının altında yatan neden de, dinsel faşizmin ve Hitler’in “antisemitist’ anlayışlarının ta kendisidir.
    Özgür Bireyler Topluluğu olarak, antiemperyalist söylemin yerel sömürgecileri, faşist diktatörleri aklamaya yetmediğini; faşizme, sömürgecilere, diktatörlere karşıçıkmadan antiemperyalist olunamayacağını bir kez daha hatırlatmak istiyoruz.
    Bir yanlış bir başka yanlışın aklayıcısı olmamalıdır.
    Türkiye’de, ‘Ne Kemalizm ne AKP’ (Türk-İslam)
    Suriye’de, ‘Ne Esad ne El Kaide’ (Müslüman kardeşler)
    Dünyada da, ‘Ne sömürgecilik ne emperyalizm’ anlayışını hayata geçiremeyenler hiçbir şekilde sol/sosyalist olamazlar! Dahası insan bile olamazlar; olsa olsa faşist, taşeron yapılar olurlar…
    Haber/Yorum
    http://www.nasname.com/a/solcu-barisseverler-%E2%80%98fasist-bir-ruh-ile-toplandi

  45. Ulusalcı Kemalistlerin ve onların etkisindeki solun (SİP-TKP gibi) ‘Yeni Osmanlıcılık’ karşıtı muhalefet söylemlerini hicveden bir yorum okumuştum, şu kitap üzerinden:
    Türkiye’nin siyasi intiharı Yeni Osmanlı tuzağı
    ‘Osman Bey’in siyasi intiharı Yeni Selçuklu tuzağı’

  46. Bir kez olsun hayatinda dürüst ol be kardes. Senin Dogu Perincek düsmanligin ne olacak böyle? Son yazdigin yazida AKP Devlet, PKK Devlet diyorsun simdi bu AKP devlete karsi savasanlar Türk düsmani mi oluyorlar ki, PKK ya karsi yürütülen mücadeleyi Fasistlik ve Irkcilikla sucluyorsun? Aslinda Perincek sizin sictiginiz diskiyi temizlemeye calisiyor hala. Sanki gecmiste ki PDa kararlarinda sizin bastirmalarinizla bir sürü yanlis yapilmadi. Bence sen sarabini ic piskolojik haplarini al ve bulundugun emperyalist ülkede sömürüden payina düsenle yetin.

  47. psikolojik hap kullanmam. Sana da tavsiye etmem.

  48. Kılıçdaroğlu’na neden bu kadar taktığı anlaşılır gibi değil.

  49. Kılıçdaroğlu ve çevresindeki kadrolar TÜSİAD ile Fethullahçılar’a bağlı kişilerden oluşuyor. Büyük sermayenin amacı AKP’yi yıkmak değil, AKP’nin sivriliklerini (RTE) törpüleyip bir “ılımlı AKP” ile yola devam etmektir. Yalçın hocanın Kılıçdaroğlu çevresine bu kadar takmasının nedeni CHP’nin bu kesimler yüzünden AKP diktatörlüğüne karşı esaslı bir mücadele yürütememesidir. Yalçın hocaya göre bu mücadelenin başarılı olabilmesi için bu kesimlerden kurtulmak ve onların yerine ilerici, solcu kadrolar getirmek gerekir. Analoji yapacak olursak, her dış savaşın bir de iç savaş cephesi vardır.

    Ayrıca, Gün bey, siz Kılıçdaroğlu yönetiminin nesini beğeniyorsunuz? Laiklik, özgür yaşam tarzı, antiemperyalizm, savaş karşıtlığı, emek mücadelesi, sokak muhalefeti vb. en temel konularda hiçbir mücadelesi olmayan; 2010’dan bu yana hiçbir seçimde CHP’nin oyunu arttıramamış olan; Haziran Direnişi kitlesinin önüne “seçenek” olarak Mansur Yavaş, Mustafa Sarıgül, Ekmeleddin İhsanoğlu gibi adamları koyan; AKP’yle koalisyon görüşmeleri yapan (daha sayayım mı?) Kılıçdaroğlu yönetiminin “muhalefet” performansından çok mu memnunsunuz?

  50. Ben Kılıçdaroğlu yönetimini beğeniyorum demedim ki. Benim eleştirilerim belki sizinkinden de çoktur. Fakat olayları somut alternatifler çerçevesinde düşünmek gerekir. Deniz Baykal ulusalcı ve akp’cidir (ayrıca mitçi). Diğer ulSALCI ALTERNATİFLER ZATEN TASFİYE oldu. Bugün var olan alternatifler içinde kılıçdaroğlu ehveni şerdir ve başka bir alternatif de yoktur. Yalçık küçük gibi süper zekâ birinin bunu GÖREMEMESİNE HAYRET ETTİM.

  51. CHP’nin içinde bir ‘Sol Kanat’ grubu var ve bunun dışında dağınık halde solcu/sosyalist bireyler de var. Ayrıca CHP’nin gençlik kolları da hem ulusalcılardan hem de Kılıçdaroğlu tayfasından çok daha ilerici-halkçı eğilimdedir. Son 5 yılın pratiği gösterdi ki, ehven-i şercilik işe yaramadı, yaramaz! Bu kesimler toparlanmalı ve CHP yönetimini ele geçirmelidir.

  52. Ayrıca ‘Sol Kanat’ grubunun dışında şöyle bir grup da var: http://chpdedevrimcidemokratlar.com/

    Küçümsenmeyecek bir grup oldukları ilk toplantılarından anlaşılıyor: http://chpdedevrimcidemokratlar.com/2016/03/09/chpde-devrimci-demokratlardan-iddiali-cikis/

    Çıkış bildirileri: http://chpdedevrimcidemokratlar.com/2016/03/11/boyle-gitmez-bu-duzen-degismeli/

  53. 2 ay önceki CHP kurultayından sonra yazılmış bu yazı da CHP’deki dip dalgasını ele alıyor: http://www.abcgazetesi.com/chp-tabani-degisim-dedi-6351yy.htm

  54. DOĞU PERİNÇEK VE VİŞENKA

    “ENTERNASYONAL ŞENLİK ’92”

    AFRİKA’DAN “Modou Seck ve Arkadaşları”
    KÜBA’DAN “Rafad De La Torre Guerrero ”
    YUNANİSTAN’DAN “Pallas”
    RUSYA’DAN “Vişenka Topluluğu”

    EDİP AKBAYRAM VE DOSTLAR – MUSA EROĞLU – FIRAT BAŞKALE – FEVZİ KURTULUŞ – ALAATTİN US – TONGUÇ

    25 OCAK CUMARTESİ
    SAAT: 19.00
    ABDİ İPEKÇİ SPOR SALONU, ZEYTİNBURNU

    Ben 1991 diye hatırlıyordum meğer ’92 Ocak ayıymış.

    “Teleon” yayındaydı; kırmızı noktalı Tutti Frutti, Show TV’nin geceyarısı ekspresiydi. Abdi İpekçi’de Enternasyonal Şenlik düzenlediğinde Doğu Perinçek’in partisinin adı “Sosyalist Parti”ydi. “2000’e Doğru” da pek popüler bir dergiydi.

    İlk yasal 1 Mayıs’ı yine dört ay sonra Sosyalist Parti düzenleyecekti. O güne kadar küçük çaplı şenliklere gizli saklı gitmişliğim vardı ama Abdi İpekçi gibi büyük bir salonda bir şenliğe gitmemiştim. Oranın bir şenlikte dolabileceğine ihtimal bile vermezdim.

    ’92 yılı da şenliğe bile sevdiklerinle vedalaşıp gitmen gereken yıllardandı. Gitmeye nasıl karar verdik bilmiyorum ama aile dostumuz Nedret Teyze’nin peşine takılıp gittik onu biliyorum. Muhtemelen biletler ondandı. Ne bilet aldığımızı ne de para ödediğimizi hatırlamıyorum. Hatırladığım en önemli şey Doğu Perinçek’in “Vişenka” sunumuydu ki yazının sonunda değineyim de bir esprisi olsun.

    Doğu Perinçek deyince çok şey yazılır çizilir. Ben hepsini Vişenka diye özetliyorum. Bu yüzden de peşine takıldığımız, şimdilerde oğlu iyi bir gazeteci ve Beşiktaşlı olan Nedret Teyze’ye teşekkürlerimi sunuyorum.

    O gece, Abdi İpekçi şaşırtıcı derecede kalabalıktı. Kalabalık doğru ifade olmayabilir, hınca hınç diyeyim de siz anlayın. Doğu Perinçek’e mesafeli ne kadar grup varsa o akşam oradaydı. Sloganlar kesilmiyordu. Pota arkasında tek ayak üzerinde saatlerce bilmediğimiz dilde şarkılar dinledik. Edip Akbayram’ı da canlı ilk orada dinledim.

    Alaaddin Us o zaman bir tersane işçisi olarak çağrılmıştı sahneye. Çok kısa süre sonra da albümü çıkmıştı zaten. Gitarını bir yumruk gibi sallayarak çıkmıştı sahneye. Niyeyse o kalmış aklımda. “Guantanamera”yı ilk defa o gece dinledim. “Compay Segundo”dan değil tabi.

    Sonra Vişenka çıktı sahneye. Yerel kıyafetler giymişlerdi… Sovyet marşları ve şarkıları söylediler. Balalaykalı, otantik mi otantik, yetenekli müzisyenleriyle ve güzel solistiyle aklıma kazındı Vişenka; tabi ki Kalinka’yla da…

    Gecenin esas adamı sahneye davet edilmezse olmazdı.

    Adı anons edildiğinde, piste aksaya aksaya çıktı. Hep aksıyordu ama hiç durmuyordu. Salonun her yanındaki kalabalığa tek tek nüfuz etmek ister gibi coşkuyla anlatıyordu Doğu Perinçek.

    Malum ’80 öncesi hikayeleri gereği sevmezdim ama dolu dolu eleştirecek ne yaşım ne de birikimim vardı. Kabul etmeliyim ki iyi konuşuyordu. Belki de bir daha bu kadar kalabalığı hiç göremeyeceğini biliyordu ve tadını çıkarıyordu. Usüldendir, ona mesafeli gruplar sahneye çıkışıyla yuhlamaya başladılar, konuşmasını bastırmaya çalıştılar. Onlar sustu, Perinçek susmadı. Kübalı grubun şarkılarını överken Küba devrimine uzanıyordu. Afrikalı müzisyenlerin bol perküsyonlu müziğiyle Afrika’nın ezilen halklarının selamlarını ilettiğini anlatıyordu. Ve Sovyetler… Vişenka, Sovyet Devrimi’nin coşkusunu alıp getirmişti. Tabi ki Perinçek gibi ballandıra ballandıra anlatamam, hitabet yeteneğim ne onun kadar güçlü ne de hatıralarıma o konuşmayı harfi harfine kaydettim. Sadece 18 yaşımda algıladığım şey şuydu. Vişenka sosyalist bir müzik grubuydu ve Sosyalist Parti’nin şenliğine gelmişti. Zaten Perinçek de onların Sovyet halklarının ezgilerini bize nasıl gururla taşıdığını anlatıyordu.

    Sonra… Sonra ne oldu?

    “Ne işin vardı o gecede?” başlıklı yediğim siyasi fırçalara, kaçamak bir Vişenka ve Guantanamera övgüsüyle karşılık vermeye çalıştım. Tabi ki tutmadı. Sonra… Sonra birgün… çok da değil birkaç hafta sonra… Gazetede sinema ve eğlence ilanlarının olduğu bölümde gördüm Vişenka’yı… Rus Revü Grubu Vişenka…

    Taksim’de bir gece kulübünde çıkıyorlardı. Sevdiğini genelevde görmüş Yeşilçam mağduruydum. Ne yani, o geceden sonra gece kulüplerinde mi çalışmaya başlamışlardı?

    Ben 1991 diye hatırlıyordum meğer ’92 Ocak ayıymış.

    Teleon yayındaydı; kırmızı noktalı Tutti Frutti, Show TV’nin geceyarısı ekspresiydi. Teleon’da “Müjdat Gezen talk show” programı yapıyordu. Vişenka üstüme üstüme geliyordu. Bu kez de Müjdat Gezen’in konuğu Rus Revü Grubu Vişenka. Balalayka çalan adamlar başka bir şeye dönüşmüştü. O hanım hanımcık, otantik kıyafetli Rus kızı direkte dans ediyordu. Show’un talk kısmında hiç sosyalizm yoktu haliyle… Show kısmıysa bol danslıydı.

    Yıllar sonra bir Ruhi Su anmasında karşımdaydı Perinçek… Beynim Vişenka diye zonkluyordu.

    Artık Teleon yok; Show TV var ama Tutti Frutti yok…

    Sosyalist Parti, İşçi Partisi’nden Vatan Partisi’ne dönüştü…

    Doğu Perinçek hala konuşuyor…

    Şimdi başka şeyler anlatıyor olsa da bir gece kulübünden tutup getirdiği Vişenka’yı süsleyip püsleyip sunmaya devam ediyor.

    Hakan Alak
    7 Ocak 2016
    http://malabadikoprusu.blogspot.com.tr/2016/01/dogu-perincek-ve-visenka.html

  55. 41. yorumla ilgili
    Şimdiye kadarki muhalefeti yetersiz olsa da Kılıçdaroğlu’nun son açıklamaları harikaydı. Keşke hep böyle olsa. Bunun için illa ki RTE’nin bu kadar zıvanadan çıkmasını mı bekleyeceğiz?

  56. KILIÇDAROĞLU`NUN KIRMIZI ÇİZGİLERİ VE KÜRTLER; „Evet ama Kürt bu!“

    Munzur Çem

    Dersimli ”Çê Cewelî” (Ceweli Ailesi)nden Kemal Kılıçdaroğlu ile yüzyüze görüşmüşlüğümüz yok. Kendisini sadece politik yönü ile ve basın üzerinden tanıyorum. Dolayısı ile kişilğiyle ilgili her hangi bir yorumda bulunabilecek durumda değilim. Dışarıdan bakıldığında diyaloğa açık, mütevazi bir kişilğie sahip gözüküyor. Nerdeyse kendisi gibi düşünmeyen her kesi ”alçak”, ”vatan haini”, ”gayri-milli” ilan etmeyi alışkanlık haline getirmiş bir kişinin yönettiği Türkiye`de elbet bunlar da yabana atılır özellikler değiller.

    Ba yazıda CHP Genal Başkanının adeta saplantı haline getirdiği Anayasa`nın Başlangıç Maddeleri ile ilgili görüşlerine değinmek istiyorum. Onun, ”değiştirilmelerine asla izin vemeyeceğiz” dediği bu madelere ilişkin söyledikleri bir süre önce basına da yansıdı. (9 Mart 2016 tarihli Hürriyet). Kılıçdaroğlu, konu ile ilgili düşüncelerini şu ana noktalarda topluyor:

    1. Cumhuriyet Ve Özgür Birey

    ”Cumhuriyeti kurmuşuz, yani padişahın kulu değil, ülkenin onurlu bir bireyiz. Kimsenin kulu olmayacağız,” diyor CHP Genel Başkanı.

    Hemen belirteyim ki kişinin ”kul”, ”özgür yurttaş” ya da ”özgür birey” olması, sistemin cumhuriyet ya da padişahlık/krallık olmasıyla bağlantılı bir şey değil. İnsanlar adı cumhuriyet olan bir sistemde pekala ”kul” olabilirken, padişahlık ya da krallık rejimlerinde ”özgür bireyler” şeklinde yaşamlarını sürdürebilirler. Örnek mi; işte adı cumhuriyet olan Türkiye, İran ve Suriye ile krallık olan İngiltere, İsveç, Norveç, Danimarka ve digerleri. Bunların hangilerinde insanların kul, hangilerinde ise ”özgür birey” oldukları göz önündedir. ”Atatürk” ve ”atatürkçülük” saplantısıdan bir adım öteye gidememek, kulluğun daniskası değil mi? Tabulara böylesine biat etmek ile özgür yurttaşlık nasıl bir arada düşünülebilir?

    Erdoğan`ın savunduğu başkanlık sisteminin katıksız bir diktatörlük rejimi kurma girişimi olduğuna inanıyorum ve bu nedenle de karşıyım. Ama başkanlık sisteminin mutlaka diktatörlüğe yol açacağını düşünmek te yanlışır. Başkanlık sistemi ile yönetilen ABD, yarı-başkanlık sistemi ile yönetilen Fransa ve parlamenter sistemle yönetilen Almanya arasınada demokratik hak ve özgürlükler bakımından kayda değer bir fark yok.

    Kılıçdaroğlu gibi ben de dini inancı Alevilik olan bir ailenin çocuğuyum. Dolayısiyle sistemin seküler ya da laik olmasının değerini çok iyi bilenlerdenim. Ama kemalizmin laik olduğunu söylemenin, onun demokratik olduğunu ileri sürmek kadar gerçeklere ters düştüğü de göz önündedir. İnançların özgür olduğu laik bir sisteme kavuşmak istiyorsaniz kemalizme sarılmanız değil, tersine onu terketmeniz gerekir. Cumhuriyet döneminin İslamın Hanefi mezhebi dışındaki inançlara yönelik haksızlıkları AKP ile ortaya çıkmadı, bunların başlangıç tarihi 1924`tür. Yani ”atatürkçülüğün” ürünleri olarak doğdular.

    2. Atatürk Milliyetçiliği

    Kılıçdaroğlu`nun üzerinde durduğu bir başka nokta ise ”Atatürk milliyetçiliği. Şu sözler yine ona ait:

    ”Demokratik bir ülke istiyoruz… Atatürk milliyetçiliğine mi kafayı takıyorlar? Atatürk milliyetçiliğini sonuna kadar savunacağız”.

    Kılıçdaroğlu burada da derin bir çelişki içerisindedir. Demokratik bir ülke istiyorsanız, her hangi bir kişinin şu veya bu konudaki görüşlerini değişmez doğrular olarak insanlara dayatmamanız gerekir. Üstelik bahs ettiğiniz şey, ”Atatürk Milliyetçiliği” olarak ta adlandırılan ırkçı ve şöven türk milliyetçiliğidir. Bu milliyetciliğin şaha kalktığı ve şekillendiği 1910, ları,1920`leri,1930`ları göz önüne getirin. O tarihlerden bu yana Ermeni, Rum, Süryani ve Kürt halkı gibi Türk olmayan halkların başına gelenleri düşünün. Önasya, yüz yıl önce bir çok halkın; onlara ait dillerin, kültürlerin yan yana yaşadığı çok renkli bir coğrafya parçasıydı. Ya bu gün! Bu topraklar, bu gün bütün bu yönlerden birer mezarlığı andırmıyor mu?

    Türk milliyetçiliği”nin ırkçı karakterini ortaya koyan belgeler bir araya getirilse koca bir kütüphaneyi doldurur ama biz burada küçük bir örnek vermekle yetinelim. Sistemin önde gelen ideologlarından olan Mustafa Kemal döneminin ünlü Adalet Baknı M. Esat Bozkurt kemalizmle ilgili şunu söylüyor:

    “Hitler: o her zaman Atatürk’ten örnek aldığını söylerdi….`Zamanımızın bir Alman tarihçisi, gerek nasyonal sosyalizmin ve gerek faşizmin Mustafa Kemal rejiminin az çok değiştirilmiş birer şeklinden başka bir şey olmadıklarını söylüyor. Çok doğrudur. Çok doğru bir görüştür…” (1)

    Kılıçdaroğlu`nun Atatürk milliyetçiliği denilen şeyi tanıyabilmesi için uzağa gitmesine de gerek yok. Bizzat kendi yöresi halkının başına gelmiş felaketlere bakmak bunun için yeterlidir. 1937-38 üzerine konuşan İhsan Sabri Çağlayangil`in, ”Ordu zehirli gaz kullandı”, ”Dersim Kürtlerini fareler gibi zehirlediler,” sözlerini söylediği kişi Kılıçdaroğlu`ndan başkası değil. Aynı Kılıçdaroğlu`nun, kendi halkını fareler gibi zehirleyen o milliyetçiliğe toz kondurmaması çok trajik bir durum değil mi?

    3) Devlet Etnisite Îlişkisi

    Kılıçdaroğlu „Kimse kusura bakmasın Türkiye bir etnisite devleti değil“ değil derken de aynı ölçüde gerçeklerin dışındadır.

    Elbet, yüz yılı aşkın ırkçı tahribata rağmen Türkiye objektif olarak hala çok dilli, cok kültürlü, çok etnik kimliklidir. O, toprakları üzerinde en az iki ulusun (Kürtlerle Türkler) ve bir dizi ulusal azınlığın yaşadığı çokuluslu bir devlettir. Bu noktada sorun, devleti elinde tutan söz konusu etnisite mensuplarından birinin, yani Türklerin, öteki etnisite mensuplarına ırkçı ve şöven baskı uygulaması, onları, kendilerine ait olmayan bir dili, kültürü ve etnik kimliği kabule zorlaması, sınırsız asimilasyoncu uygulamalarla onlara ait değerleri yok etme çabasından vazgeçmemesidir. Bu sistemin savunucularının, büyük bir pişkinlikle yer küremizin bu en ırkçı ve asimilasyoncu milliyetçiliğini ”birleştirici” diye yutturmaya çalışmaları bir işe yaramıyor, en azından Kürt halkı bakımından durum böyle.

    4. Devletin Dili, Bayrak, Ulusal Marş vs.

    Kılıçdaroğlu bu arada, Anayasa`da yer alan Devletin Dilinin Türkçe olduğu ibaresini kaldırma, istiklal marşını ve bayarağı degiştirme çabası içerisinde olanların varlığından bahsediyor ve bütün bunlara aynı net tavrıyla karşı çıkıyor.

    Bir Kürt olarak ben „Türk Bayrağı“ ile „Türk İstiklal Marşı“nın nasıl olması gerektiğine karar verme hakkını kendimde görmek istemem şahsen. Bu hak, Türklerin kendilerine aittir. Türk dili ile ilgili haklar bakımından da durum böyle. Ama bir türk demokratı olsaydım, insan hakları ve demokrasi gibi çağdaş değerlere yer vermeyen, savaş içerisinde, „düşman“ ve „kahraman ırk“ kurgusuyla yazılmış şu anki Marşa karşıçıkar, yeni bir metnin kabul edilmesi için çaba harcardım.

    Bayrağa gelince; onun şeklini değiştirmek isteyenler var mı bilmiyorum ama birilerinin Türk İatiklal Marşı gibi onu da kendilerine ait görmedikleri ortada. Eğer bir marşın ya da bayrağın önünde „Türk“ sözccüğü varsa ve o Kürdün yok edilmesi esası üzerine kurulmuş bir sistemi sembolize ediyorsa, Kürtlerin bunları kendilerine ait görmemelerinde şaşılacak bir yan yok. Bir türkün kendi Ulusal Marşını ve bayrağını sevmesi, onları sahiplenmesi ne kadar doğalsa, bir kürdün kendisine ait olana sahip çıkması da aynı ölçüde doğaldır.

    Bir süre önce Cizreli bir kürt kadını „İro di nav çopên wan da destên zarokên me derdikevin,“ (Bu gün onların çöplerinde çocuklarımızın kopmuş elleri çıkıyor) diyordu, sel gibi akan göz yaşları eşliğinde. Kılıçdaroğlu`nun kendine güveni varsa bu kadına gitsin ve onun gibilerine bütün bu acıları çektirenlerin tepeleri üzerinde dalgalanan bayrağın erdemlerini anlatsın, onu sevmelerini istesin!

    Dile gelince; „Devletin Dili“ nasıl olur bilemem ama Türk Anayasasında „Devletin Dili Türkçedir“ şeklinde ucube bir belirleme olduğu da bir gerçek.

    Doğal olarak böyle bir belirleme Kürt halkı bakımından iki yönü olan citti bir sorunu teşkil ediyor.

    Birincisi, her alanda olduğu gibi bu alanda da Türk yöneticiler, devletin kuruluşu sırasında aldıkları tek taraflı bir kararla kendi dillerini „Resmi Dil“ diye ilan etmiş ve öteki kesimleri de bunu kabul etmeye mecbur bırakmışlar. Yani ortada demokratik bir zeminde oluşmuş bir uzlaşma değil, tek yanlı bir karar ve silah zoru ile benimsetilmek istenen bir dayatma var. İkincisi, adı üstünde, resmi dil, devletin resmi ilişkilerde kullandığı dil demektir. Bir dilin resmi ilişkilerde kullanılıyor olması, öteki dillere ilişkin hakları ortadan kaldırmaz. Örneğin, anadili Türkçe olmayan çocuklar, bu bahane ile kendi anadilleri ile eğitim görme hakkından neden yoksun kalsınlar! Resmi dilin türkçe olması buna hiç te engel teşkil etmez. Eğitimin yapıldığı dilin yanında Türkçeyi de pek ala öğretebilirsiniz.

    Ya Kılıçdaroğlu ve partisi ne yapıyorlar? Onlar, Kürtçe ile eğitime karşı çıkıyorlar. Çünkü onlara göre „Kürtçe eğitim Türk Milletini böler“.

    Elbet, ırkçı bir kafa ile kültürel, sosyal ve psikolojik temeli olmayan, tarihi gerçeklere ters bir millet teorisi ortaya atar ve onu insanlara tankla-topla kabul ettirmeye kalkışırsanız, şu an yaptığınız gibi demokrasi deyip demokrasinin en sıradan kurallarını ayaklar altına almaktan kurtulamazsınız. Dün „Hakiki Türk soyundan olmayanlar“ için „Bu ülkede sadece köle ve hizmetçi halkına sahipler“ ya da „Sadece Türk etnik ve ırksal haklar talep etme hakkına sahiptir,“ türü demeçlerle haykırılan ırkçı anlayış, bu gün yine resmi ağızlardan „Size türkün gücünü gösterecğiz,“ ya da „Türksen övün, değilsen itaat et,“ sloganları ile ortalığı kasıp kavuruyor.

    Anlayacağınız, bir masaldan değil, geçmişi yüz yıllara varan bir realiteden bahs ediyoruz. Îlk elde ılgisi yok gözükse de aslında ilgili olduğu için 170 küsur yıl öncesine ait bir alıntıya yer vereyim.

    Bir çok okuyucunun Feld Mareşal H. Von Moltke`nin adını duyduğundan eminim. 1836-1839 yılları arasında Osmanlı ordusunda danışmanlık yapan ve bu görevi sırasında Kürdistan`ı dolaşan Alman subayı Moltke, yazdığı mektuplarda Osmanlının Kürt politikası ile oldukça ayrıntılı bilgiler veriyor:

    Örneğin, Silvan`da karşılaştığı manzara ile ilgili olarak yazdıklarının bir bölümü şöyle:

    „…Fakat şehrin içinde sadece harabeler ve Kürtlere az zaman önce büyük zorluklarla baş eğdiren tahrip savaşının taze izleri görülüyor. Bu istila binlerce- yalnız silahlıların değil- acizlerin, kadın ve çocukların hayatına mal olmuş, binlerce köyü tahrip etmiş ve uzun yılların emek ürünlerini yok etmişti…

    `Kale kapısının altında yaralı kardeşini taşıyan bir Kürde rastladık, zavallı bacağından vurulmuştu, onu taşıyan kardeşi gözleri dolu dolu olarak kardeşinin yedi günden beri bu ızdırabı çektiğini anlattı. Cerahı çağırttım, „Manasız bir şey istediğini anlamıyor musun? Dermiş gibi, her seferinde sesini daha yükselterek bir çok defa `Evet ama Kürt bu!` dedi durdu“. (2)

    4. Sonuç Ve Cizreli Kürt Annenin Çığlığını Duymak.

    Görülüyor ki adı değişse de devleti yöneten zihniyet aynı zihniyet, zulüm aynı zulüm. Moltke`nin Silvan`da karşılaştığı durum, sonraki yüz yılda Koçgiri, Piran, Zilan ve Dersim (hem de onlarca kez); ardından da Taksim, Maraş, Çorum, Gazi ve Sivas`larla sürdü, günümüzde ise Roboski, Cizre, Silvan, İdil ve Sur`la devam ediyor. Sadece uygulama değil, anlayış ve neden de değişmemiş. Cerrahın „Evet ama Kürt bu!“ cümlesindeki „bu“ sözüne bir „nlar“ eki ekler ve „Evet ama Kürt bunlar!“ derseniz, Kürdistan`da şu an sürmekte olan soykırım düzeyindeki zulmün tarihi köklerini ve gerçek nedenlerini de açıklamış olursunuz. Bu gerçeği, devletin Suriye Kürdistanı politikasında da, zerre kadar sempati duymadığım ve 7 Haziran seçimlerinde saglanan zaferi hezimete çevirmekten başka bir sonucu olmayan „hendek-çukur“ olayında da görmekteyiz. Bu devlet, neden bütün gücünü kullanarak Suriye Kürdistanı`ndaki Kürtlerin son derece doğal, meşru hak taleplerini engellemeye çalışıyor? Görüşmeler yoluyla pekala çözülebilecek „hendek-çukur“ meselesi bahane edilerek Kürt kentleri neden adeta haritadan siliniyor ve bütün bir halk acımasızca cezalandırıliyor? Çünkü onlar Kürt ve trmrl insani haklarına kavuşmak diye bir amaçları var.

    Buna karşılık CHP ne yapıyor? CHP, hala AKP`yi „çözüm süreci“ni başlatmakla, „terör örgütü ile masaya oturdunuz,“ diye suçlamakla oyalanıyor. Oysa demokrasiyi savunan ve çözüme ilişkin pojesi olan bir partinin yapması gereken şey, atılan bu adıma karşı çıkmak değil, tam tersine iktidarı, gerekli kararlılığı ve samimiyeti göstermediği için eleştirmesi gerekir.

    CHP, seçim sürecinde bir demokratik program açıkladı. Orada dile getirilenler elbet önemliydi, ama pogram Kürt ve Alevi sorunlarının çözümüne ilişkin somut önerilerden yoksun olduğu için vücudunun yarısı felçli bir çocuk olarak doğmaktan kurtulamadı.

    Edindiğim kimi duyumlar, Kılıçdaroğlu`nun AKP iktidarının şu an Kürdistan`da sürdürmekte olduğu savaşın sivillere yönelik boyutundan citti şekilde rahatsızlık duyduğu şeklindedir. Daha da önemlisi CHP saflarında gidişattan rahatsız olan önemli bir kesim var. Aynı ölçüde olmasa bile AKP tabanı bakımından da durum farklı sayılmaz. Bu neyi gösteriyor? Bu, AKP`nin Kürdistan`da sivil halka, demokrasi ve insan hakları savunucularına karşı yürtüğü kirli savaşa karşı sesini yükseltebilecek önemli bir kitlenin bulunduğunu ortaya koyuyor. Bu da tutarlı bir demokrasi programı ile ortaya çıkmayı, ona destek veren en geniş kesimlerle birlikte olmayı gerektirir ama CHP bunu yapabilecek bir parti değil. Bu iş, 1924 sisteminin paslı zincirlerini kırmadan, günümüz gerçeklerine ters kemalist dogmaların kuyruğuna yapışarak üstesinden gelinebilecek bir şey değil. CHP`nin handikapı budur. Şu önemli noktayı umutmayalım; bu aşamadan sonra „Bu gün onların çöplerinde çocuklarımızın kopmuş elleri çıkıyor,“ diyen Kürt annenin çığlıklarını duymayan hiç kimse bu coğrafya parçasına barış ve huzur getiremez. Çünkü hiç bir eylem ve davranış bir halka bu acıları yaşatmayı haklı kılmaz. Bu gerçeği bir kenara bırakıp sorunların kaynağını teşkil 1924 sisteminin bayat sloganlarıyla oyalanmak, şu an yaşanmakta olan felaketi daha da büyütmekten başka bir işe yaramaz. Kaldıki zihniyet ve uygulama değişmedikten sonra dünyanın en demokratik anayasasını da yapsanız, bir işe yaramayacak.

    1) Atatürk İhtilali,136-137`den nakleden F. Başkaya, Paradigmanın İflası, Doz Basım, 1991, İstanbul, s. 92)

    2) H. von Moltke, Türkiye Mektupları, s. 195, Remzi Kitabevi, İstanbul.

    http://gelawej.net/index.php/yazarlar/munzur-cem/2432-kilicdaroglu-nun-kirmizi-cizgileri-ve-kurtler-evet-ama-kurt-bu

  57. Ümit Zileli gözaltına alındı

    Gazeteci-yazar Ümit Zileli, mahkemece hakkında verilen “yakalama kararı” doğrultusunda İzmir’de gözaltına alınarak adliyeye götürüldü. Gözaltına alınan Ümit Zileli’nin avukatı, “12 Eylül dönemine ilişkin Diyarbakır Cezaevi Müdürüne ‘işkenceci’ demiş. Buna ilişkin kendisine ulaşılamayınca hakkında yakalama kararı çıkarılmış” dedi.

    21. İzmir Kitap Fuarı’na katılmak üzere geldiği İzmir’de bulunan Zileli, sabah saatlerinde kaldığı otele giden polisler tarafından, mahkemece hakkında verilmiş “yakalama” kararı doğrultusunda gözaltına alındı.

    Zileli, Alsancak Polis Merkezi’ndeki işlemlerinin ardından İzmir Adliyesi’ne götürüldü.

    Zileli’nin avukatı Murat Ergün, yaptığı açıklamada, müvekkilinin hakkındaki yakalama kararına istinaden İzmir Adliyesi’nde nöbetçi hakim karşısına çıkacağını belirterek, “12 Eylül dönemine ilişkin Diyarbakır Cezaevi Müdürüne ‘işkenceci’ demiş. Buna ilişkin kendisine ulaşılamayınca hakkında yakalama kararı çıkarılmış. Birazdan ifade verecek.” ifadesini kullandı.

    http://www.hurriyet.com.tr/umit-zileli-gozaltina-alindi-40093724

  58. Ümit Zileli’yle en son ne zaman görüştünüz?

  59. Peki niye böyle yapmış olabilirler sizce?
    Henüz tutuklamaya cesaretleri olmadığı için bir gözdağı vermek istemiş olabilirler mi?

  60. Ayrıca VP’nin (cemaat karşıtlığı temelinde) AKP’yle ittifakı malum. Anlam vermek zor. Gerçi Ü.Zileli’yi artık takip etmediğimden şimdiki konumunu bilmiyorum. O da diğer VP’liler gibi değil mi?
    Buna benzer bir olay daha önce de olmuştu. AKP kuyrukçusu DSİP’li R.Margulies’le ilgili. Margulies değil ama başka biri gözaltına alınmış, ona “Roni Margulies’i tanıyormusun?” diye sormuşlardı.

  61. Ümit Zileli VP’li değil artık. VP’nin AKP ile ilgili siyaseti nedeniyle ayrılmış.

  62. bence arızi bir adli olay.

  63. iki gün önce telefonda görüştüm.

  64. baktım. Aynı ipte oynadıkları için…

  65. Gün abi, şu derginin 24. – 33. sayfaları arasındaki röportajı okuyabilir misin?
    https://issuu.com/yeniyazilar/docs/yeni_yaz__lar_11._say______ubat-mar

  66. Yalçın Küçük’ün röportajını okudum. Küçük, arada bir doğru şeyler de söylediği röportajda yine bol bol saçmalamış. Hiç şaşırmadım.

  67. Yalçın Küçük hoca şu aforizmasında anarşizme olumlu bir nitelik atfediyor:
    “Anarşist damarı olmayan bir düşünce ortamında marksizmi yerleştirmeye ve sosyalizmi kurmaya çalışıyoruz; aşılması imkansız değilse bile çok büyük bir çabayı gerektiriyor.
    Anarşist kökü olmayan bu toplum, reddetmeyi hiç tanımıyor.
    Türkiye aydını reddi hiç bilmedi ve öğrenmedi.”