Bahçeli, Tayyip, Perinçek…

Artık hayatta olmayan, çok sevdiğim eski bacanağım Vedat Soner’in ikide bir kullandığı çok güzel bir deyişi vardı: “Atlar nallanırken kurbağalar ayaklarını uzatmaz.”

Devlet Bahçeli, Doğu Perinçek ve Tayyip Erdoğan arasındaki polemiğe yine de bir “kurbağa” olarak ayağımı uzatmaya cüret edeceğim.

Bu üçlü polemik, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Parti Meclis Grubu’ndaki şu sözleriyle başladı: “Dün halklara özgürlük diyerek, orak-çekiçle poz vererek, ülkücülere pusu kuran Perinçekgiller neredeyse bize davamızı öğretip ülkücülük anlatacaklar. Bu ne arsızlık, densizlik, ahlaksızlıktır. Anayasa değişikliğine evet diyoruz ya ağrıları, sancıları bundandır. Eğer Doğu Perinçek ve ‘hayırcı’ yoldaşlarıyla Recep Tayyip Erdoğan arasında bir tercih hakkımız olursa, kesinlikle ve istisnasız sayın Erdoğan’ı tercih edeceğimizi herkes bilmeli ve kafasına sokmalıdır.

Doğu Perinçek, Devlet Bahçeli’ye, Çin’den görüntülü bir mesajla şöyle yanıt verdi: “Devlet Bahçeli bir tercihten söz etmektedir. Doğu Perinçek ile Tayyip Erdoğan arasında tercih yapmak isterseniz, Erdoğan’ı tercih ederiz şeklinde bir cümlesi var. Erdoğan’ı tercih etseler, Doğu Perinçek’i tercih etmiş olurlar. Çünkü Sayın Erdoğan’ın başında bulunduğu Adalet ve Kalkınma Partisi, birçok konuda Vatan Partisi’nin Genel Başkanı Doğu Perinçek’in savunduğu siyasetlere gelmiştir.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ise, Etyopya Cumhurbaşkanı ile yaptığı ortak basın toplantısında şunları söyledi: “Şüphesiz ki cumhurbaşkanı olarak ülkemi terörize etmek isteyen anlayışlarla yol yürüyenlerle hiçbir zaman birlikteliğimizin olması mümkün değil. Bundan dolayı sayın Bahçeli’nin yapmış olduğu konuşmayı, efradını cami ayarını mani bir konuşma olarak gördüm. Kendisine teşekkür ediyorum.” (Entelektüel düzeyimiz Cumhurbaşkanı’nın kullandığı deyişleri kavramaya yetmiyor. Öyle ki, CNNTürk’ün muhabiri haberi yazarken “efradını cami” diye yazacağına (ben alırken düzelttim), “efradını cani” diye yazmış. Bu durumda ben de bir bir deyiş patlatayım bari: “Şecaat arzederken merdi kıpti sirkatin söyler”)

Bence bu polemik, bir polemikten çok epidemik bir hastalığa benziyor. Yani hiçbir önlemin yayılmasına mani olamadığı, hiçbir tedaviye olumlu cevap vermeyen bir hastalık. Polemiğin üç ya da iki tarafı da, birbirlerine karşıt ya da taraf olmaktan çok adeta elbirliğiyle hastalığın yayılmasına hizmet ediyor.

Tek tek alalım. Bahçeli’nin algılamaları son derece flu ve belirsiz. Adeta, yaşlı bir insanın hafızasında son kalan kırıntıları ortaya döken sayıklamalarına benziyor. Hani hafızasını yarı yarıda kaybetmiş ihtiyarlar hasta yatağında her şeyi birbirine karıştırırlar ya. Örneğin, karşılarındaki delikanlıya, “sen bizim Ahmet’in oğlu değil misin?” diye sorarlar. Çünkü pörsümüş hafızasında “genç” olarak kalan birkaç kırıntıdan biridir “Ahmet’in oğlu”, dolayısıyla gördüğü her genç insan onun için “Ahmet’in oğlu”dur.

Nitekim, “Dün halklara özgürlük diyerek, orak-çekiçle poz vererek, ülkücülere pusu kuran Perinçekgiller” sözleri, yaşlı insanlara özgü tipik bir hafıza yanılmasıdır. Çünkü söylediklerinin çoğu sadece yanlış hatırlamalardan ibarettir: Doğu Perinçek, hiçbir zaman “Orak-çekiçle poz ver”memiştir. 1970’li yıllarda “Orak-çekiç” artık giderek Sovyetler Birliği’yle özdeş hale geldiğinden, Maocu Aydınlık hareketi bu sembolden özellikle uzak durmaya özen göstermiş, zaten 1975’ten itibaren ulusalcı bir çizgiye doğru yol aldığından, bu tür devrimci sembollere cevaz vermemiştir.

“Ülkücülere pusu kur”duğu da doğru değildir. Perinçek ve temsil ettiği hareket, 1970’lerde, solun diğer kesimlerinden farklı olarak silahlı çatışmalardan uzak durmaya çalışmış, buna rağmen silahlı çatışma furyasında ülkücülerin kurduğu pusular sonucu 30’a yakın üye ve taraftarını kaybetmiştir. Aydınlık hareketi o dönemde, solun geri kalanıyla öyle büyük bir kapışma içindeydi ki, ülkücülerden çok, solun geri kalan kesimini hedef alan bir profil çizmiş, hatta 1980’lere doğru solu ihbar çizgisi izlemiştir.

Doğu Perinçek ve hareketinin “dün” değilse de “evvelsi gün”, yani bundan kırk yıl önce “halklara özgürlük” dediği doğrudur ama bu da çok eskilerde kalmıştır. Bugün “vatan savunması” sloganıyla ortaya çıkan Doğu Perinçek ve partisi, “halklara özgürlük” sloganına, Bahçeli ve MHP’den bile daha düşmandır. Mesela, HDP milletvekili Ahmet Türk’ün sağlık nedeniyle tahliyesini Devlet Bahçeli talep edebilir ama bugün artık neredeyse “halklara ölüm” noktasına gelmiş Doğu Perinçek’in böyle bir talepte bulunması düşünülemez bile.

Diğer yandan Bahçeli, Tayyip Erdoğan’ı, Perinçek yüzünden tercih etmiş değildir. Her zamanki faşist-reaksiyoner yönelimidir bu tercihi yapmasına neden olan. Dolayısıyla, aslında sözleriyle sadece Doğu Perinçek’i “şerefyap” etmiş, cevap vermek için Çin’den dönmeyi bekleyemeyecek kadar şişinmesine neden olmuştur.

Bahçeli’nin sözleri nasıl bir tür bunamaya tekabül ediyorsa, Doğu Perinçek’in sözleri de megalomaniden kaynaklanan bir sübjektivizmin ürünüdür. Psikolojide bunun mutlaka karşılığı vardır ama ben bilmiyorum. Şöyle bir örnek vereyim: Megalomanik ve narsistik kişiliği olan bir kadını ya da erkeği ele alalım. Karşı cinsten biri kendisini değil de, yakınlardaki bir başka kadın ya da erkeği tercih ettiği zaman, sadece yakın arkadaşlarına ifade edeceği yorumu şöyle olur: “Onu tercih etti. Çünkü o kişi bana benziyordu.”

Doğu Perinçek’in söylediği de bundan çok farklı değildir: “Erdoğan’ı tercih etseler, Doğu Perinçek’i tercih etmiş olurlar.” Burada, yukarıda verdiğim örnekteki, “benzemek”ten de öte bir özdeşleştirme söz konusudur. XIV. Louis’nin, “Devlet benim” dediği gibi, “Erdoğan benim” demekten çok farklı değildir.

İçeriğe girecek olursak, ben bu konuda, Doğu Perinçek’ten ve HDP’lilerden (örneğin daha dün “AKP’nin ulusalcılara yaklaşmasından” şikâyet eden Garo Paylan’dan) farklı olarak, 2000’lerin AKP’si ile bugünkü AKP arasında niteliksel bir farklılık olduğunu düşünmüyorum. Sadece “canavarın”, halkın muhalefetinin gelişmesine paralel olarak 2007’den itibaren sivri dişlerini ve pençelerini gösterdiği ve Gezi’den bu yana da doğrudan saldırıya geçtiği kanısındayım. HDP’liler, bu değişikliklere bakarak AKP’nin “olumsuz” yönde, Perinçek ise aynı değişikliklere bakarak “olumlu” yönde değiştiğini düşünüyor. Oysa ortada bir niteliksel değişme yok. Sadece, politik gelişmelere bağlı olarak saldırdığı kesimlerin bazılarında değişme var. Örneğin 2000’li yıllarda Fetullahçılarla işbirliği halinde ulusalcılara ve devrimci güçlere saldırıyorlardı; şimdi ise ulusalcıların bazılarıyla (örneğin VP ve Başbuğ) işbirliği halinde Fetullahçıların teslim olmayan kesimine (çünkü Fetullahçıların önemli bir kesimi de teslim olup AKP’nin en saldırgan müfrezelerinde yer almıştır bugün) ve tabii ki esasen devrimcilere ve halkın seküler kesimlerine saldırıyorlar.

Bu durumda Perinçek’in “Erdoğan benim” anlamına gelen sözlerinden sadece ve sadece şu sonuç çıkıyor: “Kürtlere saldıran ve katleden, gazetecileri hapse atan, üniversiteleri baskı altına alan, akademisyenleri süren, on binlerce kamu çalışanını çoluk çocuğuyla sokağa atan, yargı özerkliğini tamamen ortadan kaldıran, hapishaneleri tıklım tıklım dolduran, Ortadoğu’da bölgesel işgalciliğe girişen, işkenceyi 12 Eylül günlerini hatırlatacak ölçüde yeniden canlandıran, özgürlükleri katledip keyfi bir idare kuran, dini bağnazlığı alabildiğine körükleyen, Taksim’in tam göbeğine cami dikme projelerini gündeme getiren, faşist bir tek kişi diktatörlüğüne giden vb vb. benim.”

Aferin sana Doğu Perinçek!

Gün Zileli
8 Şubat 2017
www.gunzileli.com
gunzileli@hotmail.com

Hakkında Gün Zileli

Okunası

1937 – Moskova Duruşmaları ve Kızıl Ordu Generallerinin Tasfiyesi

Artıgerçek Sovyetler Birliği’ndeki 1930’lu yılların “Büyük Temizlikleri” konusuyla ilgilenenlerin ne zamandır beklediği, Sovyetler Birliği’nin akademisyenlerinden …

9 Yorumlar

  1. Sen ne güzel bir insansın abi ya

  2. Perincegin tamda finde oldugu sira bu Lafi etmesi dikkat cekicidir.
    Doguyla devlet arasinda tercih yapmam gerekiyorsa… Doguyu asla asla…

  3. Secim firsatdir.
    AKP min MHP lestigini vurgulamali. AKP min acikca fasistlestigi Uzun suredir bu cizgiyi izledigi vurgulamali.

    En onemli mesele ise milletin korkusunu hafifletilmeli.
    Al birini vur otekine!!

  4. Sosyalizm? Allah göstermesin!
    (Sevan Nişanyan)

    Sen ki Karl Marx’ın en kafa tırmalayıcı eseri Grundrisse’yi Türkçeye çevirmiş adamsın, Marksizmle ve Sosyalizmle alıp veremediğin ne, anlat, demiş Bilge Kağan. Mecburen anlattım.

    Üç itiraz. Biri pragmatik, biri etik, biri teorik.

    Birincisi. Bu ülkede adında “sol” ya da “sosyalist” olan bir siyasi tercihin küsurattan fazla destek bulması mümkün değil. Eskiden de değildi, gelecekte de olmayacak. Bu durumda siyasi ufkunu oraya bağlamanın yalnız akılsızlık değil, vahim bir sorumsuzluk da olduğunu düşünüyorum. Memlekette beyni büsbütün örümceklenmemiş olan bir avuç insan var. Onları ebediyen siyaset dışına hapsetmek hangi akla ve hangi sorumluluk duygusuna hizmet eder bilemiyorum.

    Hayır, ahali aptal olduğundan reddetmiyor sosyalistleri; güzelce anlatırsan fikrini değiştirmeyecek. Bu alemin ezik ve büzük insanlarına sunacak hiçbir şeyi yok sosyalizmin. Öbürleri kimlik sunuyor, onur sunuyor. “Sen bir böcek değilsin, çünkü ataların dünyayı fethetmiş, evreni fethetmesine ramak kalmış, övün” diyor. “Peygamberin kâinatın yaratıcısı ile kankaydı, sevin” diyor. Bir onur madalyası takıyor. Beriki ne yapıyor? “Sen işçisin, iyi bir şey” diyor. “Grev yap, maaşın üç kuruş artsın.” Salak mı ki adam kansın?

    x

    İkincisi etik, yani ahlaki. Kalabalığın değerlerini ve kalabalığın çıkarlarını öne koyan bir dünya görüşüyle benim işim olmaz. Uğruna savaşmaya değer tek şey, aklın ve vicdanın özgürlüğüdür. O özgürlük kalabalıkla beraber olmaz, kalabalığa rağmen olur. Kalabalığın borusunun öttüğü yerden aklın sesi duyulmaz; vicdan, sıçan deliğine kaçar.

    Bizde şöyle bir durum var. Sosyalistlerin değerleri büyük kalabalığın söyleminden farklı olduğu için sanki birey, sosyalistler cenahında daha bir güvenli yer bulur gibi görünüyor. Dincilerin ve milletçilerin velvelesinden korunacak bir sığınakmış gibi duruyor. Doğrudur, biz de kandık bir ara. Sen kanma. Sosyalistlerin mikroskopik bir azınlık olmaktan çıkıp kendi kalabalıklarının gücünü alacakları günü düşün.

    Aklın ve vicdanın, üzerinde durabilecekleri bir zemin sunmaz sosyalist düşünce. “Halkı” düşünür. Halkın ekmeğini, halkın ahlakını, halkın sesini gözetir. Halkın komiserleriyle tanıştığında farkına varırsın ne kadar korkunç bir tuzağa düştüğünü.

    x

    Üçüncüsü teorik, yahut ekonomik. Yıllar önce iki buçuk senemi geçirdim Grundrisse’nin labirentlerinde. Grundrisse Marx’ın en dürüst eseridir. Yayınlama kaygısı olmadan, kafasının içindeki teorik modelle mücadele ettiği not defteridir. O zaman fark ettim ki o teori, affedersin, bildiğin deli saçmasıdır. Varsayımları da yanlıştır, sonuçları da yanlıştır. 1848’de yarım yamalak bilgisiyle İngiliz kapitalizminin sırrını keşfettiğini zannetmiş. Sonradan “yanıldım” diyecek delikanlılığı gösteremediğinden laf üstüne laf bindirerek saçma sapan bir teori abidesinin ardına saklanmış. Ekonomi 01 dersini alan her genç, eğer hocası Marksizm afyonu ile zehirlenmemişse, kolayca görür bunu.

    Değer teorisi absürt, çünkü değerin tek kaynağı emek değil. Artı değer teorisi absürt: Sermaye eğer birikmiş emek ise, o emeğin sahibi neden öbür emekçiler kadar üründen pay almasın? İşçinin fakirleşmesi teorisi absürt, ayrıca gözleri kör edercesine yanlış. 1848’den bu yana işçinin yaşam standardı manyaklar gibi arttı, üstelik kapitalizme rağmen değil kapitalizm sayesinde arttı.

    Artı değer tahsilatını “sömürü” olarak tanımlamak absürt ötesi bir cahillik. İnsanoğlunun ortak dağarcığına son on bin yılda ne eklendiyse artı değer hasılatıyla eklendi. Yani birileri çalıştı, birileri de onların ürününden aldıkları payla yatırım yaptı, kararlar verdi, şiir yazdı, otoyol ve piramit inşa etti, devlet kurdu, ordu besledi. “Artı değer kesilmesin, işçi emeğinin hakkını yesin” ne demek? Yatırım olmasın sadece tüketim olsun demek. Beş senede Haiti yahut Venezuela gibi olursun, taş devrine geri gidersin.

    Onu kast etmedik, artı değeri kapitalist değil “kamu” tahsil etsin diyoruz, peki. En beter absürt olan görüş de bu. Yahu “kamu” ne demek? Televizyonda gördüğün ensesi kalın bakanlarla vali beyler var, işte o demek. Hep öyle olmuş, yarın da öyle olacak; belki adları değişir, Brejnev olur o kadar. Kapitalist ne demek? Bizim Selçuk sanayi sitesinde kereste biçim tesisi kurmak için canını dişine takıp uğraşan Aydın usta demek, ya da onun daha palazlanmış ağa babası. Sence hangisi senin ürettiğin artı değeri daha akıllı ve verimli bir şekilde yatırıma dönüştürür?

    Bırak verimliliği bir kenara, hangisi insana daha yakındır? Hangisi özgürlüğe ve demokrasiye daha uygundur? Hangisi ahlaken daha doğrudur?

    http://nisanyan1.blogspot.com.tr/2017/02/sen-ki-karl-marxn-en-kafa-trmalayc.html

  5. Yukarıda 4 no’daki yazıda “Artı değer kesilmezse taş devrine dönersin” cümlesi üzerinde düşünmeli biraz.

    Sınıflı topluma geçişin tarihteki bazı örnekleri bunu kanıtlamıyor mu?
    Muhammed ile Muaviye ve Emeviler mesela. O zaman onların karşısında kimler vardı? Sonu gelmez iç çatışmalar ve isyanlarla toplumu tüketen kabileler (putperest, Harici, Şii vb)
    Ya da Romalılar karşısında bir güç olamayan barbar kavimler. Onlar da ancak Romalılar gibi uygarlaştıklarında kendi düzenlerini yayabildiler.

    Bütün bu kabile toplumları neden tam sınıflaşmamış ve görece eşitlikçi düzenlerini dünyaya yayamadılar ama “kapitalizm” yayabildi? (Daha doğrusu farklı sınıflı toplumlar -Batı Avrupalılar, Çinliler, Ruslar gibi- dünyaya yayılarak düzenlerini geçerli kılabildiler)

  6. “… “kamu” ne demek? Televizyonda gördüğün ensesi kalın bakanlarla vali beyler var, işte o demek… Kapitalist ne demek? Bizim Selçuk sanayi sitesinde kereste biçim tesisi kurmak için canını dişine takıp uğraşan Aydın usta demek…”

    “Kamu” referandumda hayır diyenlerin okuduğu İzmir marşı demek.
    “Kapitalist” ise Gangnam Style demek.
    Bunlardan hangisi evrensel, hangisi “yerli ve milli”dir?

    https://www.youtube.com/watch?v=sN9PeBJbtBI

  7. Konuyu siyasi olarak degerlendirmek gerek..
    Tüm siyasetini sürekli iktidar partileriyle ittifak üzerine kuran D.P onlardanda hicbir zaman yüz bulamamis tersine yüzüne tükürmuslerdir..

    bahcelinin,RTE nin yüzüne tükürmesine bile sevinen adam…”Benden bahsetdiler“ diye sagina soluna gülückler atan bu sonsuz arsiz,celiskili adam üzerine yazimi yazilir..

  8. Sevan N.nin dediklerinin dogru yönleri olsada K.Marki bu kadar ucuz ,yüzeysel elestirmesi onun hic anlamadigini gösteriyor..
    Keske hapiste olmasayidida..

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir