Fetih… İşgal… Kurtuluş…!!!

Artıgerçek

Savaşlar genellikle devletlerin egemenlik taleplerinden ya da iddialarından çıkar. Bir devlet, bir ülkenin topraklarına göz koyar ve sonunda savaş çıkarıp o ülkeyi kısmen ya da tamamen işgal eder. İşgalci devlet, bu eylemine meşrulaştırıcı adlar koyar. Daha kadim zamanlarda bu tür işgallere “fetih” adı verilirdi. Örneğin “İstanbul’un fethi” gibi…

Daha yakın zamanlarda “fetih” de “meşruluğunu” kaybettiği için yeni adlar icat etmek gerekti. Örneğin, Türkiye Kıbrıs’ın kuzeyini işgal ederken buna “barış harekâtı” adını verdi; ABD, Ortadoğu’daki Irak gibi ülkelerin işgaline “demokrasi götürme” dedi. En olmadı, komşu bir devletin bir parçasının koparılıp kendi topraklarına katmanın adı “kurtarmak” oldu.

Buradan bakılınca kadim devletlerin daha açık sözlü olduğu görülüyor. Demek o dönemlerde bir devletin ordularıyla başka bir ülkeyi kısmen ya da tamamen işgal etmesi “meşru” görülüyormuş. Yeni zamanlara gelindiğinde, özellikle 20. Yüzyılda kadim imparatorlukların yerini egemen ulus devletler aldıkça bir “uluslararası hukuk” oluşması gereği doğdu. Yani artık kimse, “ben şu ülkeyi fethediyorum, arkadaş” diyemediği için, ister istemez devletlerarası hukuka uygun deyimler icat edilmek zorunda kalındı. Artık işgal ya da fetih yoktu da “demokrasi” ya da “barış”ın korunması söz konusuydu. İşgalci ordular, bu tür deyimlerin arkasına sığınarak girişiyorlardı artık işgal eylemlerine.

20. yüzyılda işgallere bahane sağlamak için Sovyetler Birliği’nin icadı bir yöntem daha vardı. Örneğin, 1917 devriminden sonra bağımsız devletlerini kurmuş Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan gibi ülkelerin içinde sözde bir “Bolşevik ayaklanması” yapılıyor ve “ayaklananlar” Sovyet Kızıl Ordusu’nu “yardıma” çağırıyorlardı. Kızıl Ordu da bu çağrıya icabet ediyor ve o ülkeyi “kurtarıyor”, yani işgal ediyordu. Sovyetler Birliği aynı yöntemi II. Dünya Savaşı sırasında Finlandiya’ya da uygulamaya kalktı ama Fin halkı Sovyetler Birliği tarafından “kurtarılmaya” direndi.

Devletler bazen, bir ulus devlet içindeki ezilen bir halkı “kurtarmak” üzere de işgale girişebilirler. Örneğin Rusya’nın Ukrayna’yı son işgal teşebbüsü böyle bir gerekçeye dayandırılmak istenmiş, Donbas bölgesindeki yoğun Rus nüfusun Ukrayna hükümetinden gördüğü baskı, işgale gerekçe gösterilmek istenmiş ama bunu kimse yutmamıştır. Bizim solcular buna bir de Ukrayna’daki “Neonazilerin” zulmünü eklemek istemiştir gerçi ama bu da fazla inandırıcı olamamıştır. Bu gerekçeyle, epeyce Neonazi barındıran Almanya’nın doğusunu bile işgal edebilirsiniz!

Bir de kuruluşunu etnik temizliklere ve dışlanmış milliyetlerin üzerindeki devlet baskısına dayandırmış ulus-devletler vardır ki, bu tür devletlerin “ulusal egemenliği” farklı milliyetlerin ulusal haklarının gasbının göstergesi olarak görülebilir.

20. Yüzyıl tarihi, özellikle ABD’nin çok sayıda işgal girişimine tanıklık eder. ABD’nin, Fransız sömürgecilerinin yenilgisi üzerine Vietnam’da giriştiği işgal eylemi bunlardan en ünlüsüdür. Keza kadim sömürgecilik devrinden kalan işgaller de söz konusudur. Cezayir’in Fransa’ya karşı kurtuluş savaşı bu tür sömürgeci işgallerini gün ışığına çıkaran en önemli olaylardan biridir. ABD’nin, özellikle Latin Amerika’daki, yerli orduların darbeleri aracılığıyla giriştiği “gizli işgaller”, dünya fetihler tarihinin ayrı bir sayfasını oluşturur.

İsrail olayı ise dünya işgaller tarihinin son derece orijinal bir olayıdır. İkinci Dünya Savaşı’nın galipleri olan Amerika, İngiltere ve Sovyetler Birliği, aralarında anlaşarak Filistin topraklarına adeta paraşütle bir İsrail Devleti indirmiş, bu topraklara Avrupa’dan, Sovyetler Birliği’nden ve dünyanın her yerinden Yahudi nüfus taşımış ve Filistinli Arapları parya statüsüne indirmişlerdir. Böylesi tepeden indirilmiş bir devletin parya haline getirdiği bir halka karşı sürekli işgal “hukuku” uygulayacağı başından belliydi. Bugün yaşananlar, bu durumun doğal sonucu ve uzantısıdır.

Yalnız şu var ki, bildiğimiz diğer işgallerden farklı olarak tepeden işgal edilen Filistin topraklarında artık bu topraklarda kök salmış büyük bir Yahudi nüfus yaşamaktadır. İşgalci orduları kurtuluş savaşıyla kovarsınız ama koca bir halkı kovamaz ya da yok edemezsiniz. Bu özel durum, kaçınılmaz olarak özel bir çözümü gündeme getirmektedir: Her iki halkın da eşit bir şekilde temsil edildiği bir Arap-Yahudi Federasyonu. Bu zor bir çözümdür ama böyle zor ve çetrefil bir durumda uygulanacak tek akılcı ve barışçı yoldur. Bazı durumlarda akılcı çözümlerin neredeyse imkânsıza yakın bir noktada olması üzücü bir gerçekliktir.

Neyse, bu yazıyı, bütün bu kıyımların baş sorumlusu olan “dünya milliyetçiliği”nin Türkiye temsilcisi, MHP Başkanı Devlet Bahçeli’nin, “devletim izin verirse Gazze’ye bizzat giderim” sözleriyle bitirmek istiyorum. Devletin yerinde olsam Bahçeli’ye bu “izni” verirdim. Gitsin bakalım, ne yapacakmış orada!

Gün Zileli

28 Ekim 2023

www.gunzileli.com

gunzileli@hotmail.com

Hakkında Gün Zileli

Okunası

“Sağcılar Moskova’ya”!!!

Artıgerçek BİR ZAMANLAR BİR SLOGAN VARDI… 1960’lı yıllarda sağcıların en meşhur ve yaygın sloganı “Komünistler …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir