“Turuncu Devrim” Palavrası!
Dünyanın neresinde olursa olsun bir gazeteciye, haber yaptığı ya da haberi birilerine sızdırdı diye 25 yıl ceza verildiğinde, orada artık totaliter bir rejimin hüküm sürdüğüne ya da oraya doğru hızla gidildiğine hüküm verilmesi kaçınılmazdır. Hele hele “vatana ihanet” ya da devletin sırlarını satmak” gibi suçlamalar tipiktir. Böyle şeyler ancak Hitler tipi faşist rejimlerde ya da bugün sayıları oldukça azalmış Stalinist rejimlerde görülebilir. Her ikisinin de ortak özelliği totaliter olmalarıdır.
Hiç kimse özellikle totaliter rejim kurmak istemez. Çünkü böyle bir rejimin ya da diktatörlüğün riskleri çoktur. En büyük risk ise totaliter rejimin çok sayıda muhalif kesimi karşısına alıp bir cephede toplanmalarını sağlaması, bir noktadan sonra bütün konsensüs olanaklarını yitirdiği için gümbür gümbür yıkılıp gitmesidir. Tarihte ve günümüzde çok sayıda örneği vardır.
Totaliter rejim kuranlar açmaz ve ikilem içindedirler. İktidarlarını koruyabilmek için bir noktadan sonra totaliter tedbirlere başvurmak zorundadırlar. Fakat totaliter tedbirlere başvurmaları aynı zamanda iktidarlarının hızla yıpranmasını, tecrit olmasını ve yıkılmasını getirir. Bu tehlikeyi görüp uzlaşma arayışına girseler, bu sefer böyle davranmaları toplum ve muhalefet tarafından rejimin zaaf içinde olduğu şeklinde algılanır ve bastırılmış toplum daha büyük cesaretle ileri atılır. Yani totaliter bir yola girmiş rejimler için her halükârda yıkılmak mukadderdir.
CHP muhalefeti, geç kalmış da olsa veya milletvekillerinin tutuklanmasında dokunulmazlıkların kaldırılmasına oy vermek gibi vahim hatalar da yapmış olsa Adalet Yürüyüşü’nü başlatarak doğru bir karar vermiş bulunuyor. Çünkü, Kemal Kılıçdaroğlu’nun dün dediği gibi, bıçak kemiğe dayanmıştır. Daha doğrusu, AKP iktidarı bıçağını CHP de dahil tüm toplumsal muhalefetin gırtlağına dayamıştır. Bu noktadan sonra ya direneceğiz ya da boyun eğerek boynumuzun kesilmesini bekleyeceğiz. Başka hiçbir alternatif bırakmayan bizzat iktidarın kendisidir.
Dün itibariyle duruma baktığımızda ne görüyoruz? Her türden muhalif nasıl bu durumun bilincine vararak CHP’nin kararını sevinçle karşılamaktaysa muhalif rolü yapan sahte muhalif, gerçek iktidar destekçileri de o derecede üzüntü içindedirler. Örneğin, artık mahalle aralarında kendi kendilerini trafik polisi ilan edip düdük çalarak arabalara “gel gel” ya da “dur” diyen delilere gittikçe daha fazla benzetmeye başladığım ve Tayyip Erdoğan’ı Asya beşlisinin merkezine VP’nin yerleştirdiğini söyleyerek iyice gülünç duruma düşen Doğu Perinçek, aynı MHP başkanı Devlet Bahçeli gibi durumdan memnun değil. Fakat söylemini de sanki muhalefete akıl verir veya AKP iktidarının yıkılışının doğru yolunu gösterir bir havada ayarlamak zorunda. Bu yüzden Kılıçdaroğlu’nun, anayasanın da, anayasa oylamasının da, AKP iktidarının ve uygulamalarının da meşru olmadığına ilişkin beyanını eleştirirken bunu muhalefet için “doğru strateji” adına yapıyor. Efendim, iktidara gayrimeşru denirse önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimine katılmamak gerekirmiş. Oysa Tayyip Erdoğan 2019’daki bu seçimi kesinlikle kaybedecekmiş. Gerçi geçmişteki birkaç örneğe baktığımızda Doğu Perinçek’in seçim tahminleri pek güven verici değil. Örneğin geçmişteki seçimlerden birinde “İP %10 barajını aştı” diye yeri göğü birbirine katmıştı da İP o seçimde %0,5 oy bile alamamıştı. Örgütünü gaza getirmekte D. Perinçek’in üstüne yoktur ama toplasan bin kişiyi bulmayacak, kurumuş, hayatiyetini kaybetmiş bir örgütle milyonlardan oluşan kanlı canlı bir toplum aynı şey mi?
Üstelik Perinçek’in “gayrimeşru ilan edersen bir daha seçimlere giremezsin” argümanı da fazla geçerli bir argüman değildir. Gayrimeşru ilan edilen seçimler değil, o seçimlerde yer alan iktidar partisidir. Örneğin %10 barajı da tamamen gayrimeşrudur ama buna rağmen seçime girilmektedir. Bir şeyi gayrimeşru ilan etmek rejim veya sistem içi meselelerde illa total bir tutum almayı zorunlu kılmaz. D. Perinçek, aslında böyle yaparak, iktidarın her türlü gayrimeşru uygulamasını sineye çekmeye davet etmektedir muhalefeti. Onun için diyorum ya, bunlar muhalefetin saflarına sızıp muhalefet yapmayı önlemeye çalışan iktidar trolleridir.
Örneğin Aydınlık yazarlarından Yavuz Alogan, pek aklı başında bir milli eğitim müfettişi havalarında “çocuklara” “bir uyarıda bulunmak” istemiş ve şöyle demiş: “saat 11’de Güven Park’ta yapılacak yürüyüşe sosyalist parti, grup, hareket ve dergi çevrelerinin katılmamaları uygun olur. Bugün ve daha sonraki günlerde, CHP kitlesinin dağıldığı koşullarda sosyalistlerin polisle karşı karşıya gelmesi, şu anda AKP’nin tam da istediği şeydir. Bırakalım CHP kendi milletvekili için adalet yürüyüşünü, KENDİ KİTLESİYLE yapsın. Kılıçdaroğlu’nun fedaisi olmayalım.”
Buyrun bakalım! Eskiden devrimciler, sosyalistler vb. CHP’yi bencil davranmakla, parlamentonun dışına, sokağa çıkmamakla eleştirirlerdi. Şimdi “sosyalist çocuklar” “kötü niyetli”lere karşı uyarılıyor. Efendim, AKP iktidarının tam da istediği şey sosyalistleri polisle karşı karşıya getirmekmiş. Onun için bırakın CHP kitlesi polisle karşı karşıya gelsin. Biz “iyi aile çocuğu sosyalistler” Kılıçdaroğlu’nun fedaisi olmayalım. Yani yarın diyelim ki polis CHP’nin “kendi kitlesine” saldırdı, “biz sosyalistler” bunu seyredelim. Çünkü AKP bizim polisle çatışmamızı istiyor. Bir zamanlar, 1970’lerin başlarında, TSİP’liler tarafından ileri sürülen “mücadele etmeyin, provokasyon olur” veya “faşizm gelir” mantığı veya öcüsü vardı. Yavuz Alogan nereden bulduysa tarihin çöplüğünden bu öcüyü çıkarıp kullanmaya kalkışmış.
Teoman Alili adlı bir Aydınlıkçı ise Facebook’ta şöyle yazmış: “Aaaa. Beyaz üstüne turuncu ‘Adalet’ yazısı… Hayret, turunçgil mevsimi değil ama neyse var bu işte bir ‘gayrimeşruluk’ Önce sayın Kılıçdaroğlu 13 Haziran’da ‘gayrimeşru anayasa’ diyor. 14 Haziran’da mahkeme dosyaları ayırıp sadece CHP’li vekile ceza veriyor. Aynı gece sayın Kılıçdaroğlu CNN Türk’te 4 saat konuşuyor. Ergenekon’da CHP’li vekiller de hapis yatarken sahaya inmeyen sayın Kılıçdaroğlu sahaya iniyor. Çok turuncu bir durum değil mi acep?”
Ciddiye alalım mı? Bence alalım. Çünkü bu “turuncu devrim” meselesi bir kısım ultra ulusalcı tarafından ne zamandan beri ısıtılıp durmakta. “Turuncu devrim” zırvalığına girmeden, bu tür tezlerin kaçınılmaz bileşeni olan “olağanüstü tesadüfler” üzerinde durayım. Neymiş? “Adalet” yazısı turuncuymuş. Bu bir! Enis Berberoğlu’nun mahkûm edilmesinden önce Kılıçdaroğlu “gayrimeşru anayasa” demiş. Bu iki! Berberoğlu’na 25 yıl verilen 14 Haziran gününün akşamı CNN Türk’te Kılıçdaroğlu için 4 saatlik bir konuşma ayarlanmış. Bu da üç! Yani hiçbir şey tesadüf değil. Birtakım gizli eller her şeyi ayarlıyor bu ulusalcı arkadaşa göre. O gizli eller ise elbette Batı’da aranıyor. Çünkü bu tür “turuncu devrim”leri Batı gündeme getirmektedir. Sonuç olarak bu, devrimden de özgürlük mücadelesinden de, her şeyden de vazgeçip iktidara yamanmak anlamına geliyor. Çünkü hazırladığınız pankartın renginden bile anlam çıkaran polis kafalılar sarmış ortalığı.
Gelelim şu “turuncu devrim” meselesine. Bana soracak olursanız, bu tam bir ultra ulusalcı tevatürdür. Kısaca belirteyim, “turuncu devrim” diye bir şey yoktur. Hiçbir batılı veya emperyalist ülke, bir toplumun içinde bir toplumsal hareket, yapay bir kitle hareketi yaratamaz. Evet, şu olur: Bir toplumsal kabarış gerçekleşir, Batılılar ve emperyalistler bu toplumsal kabarış ya da hareketin kendi istedikleri yönde gelişmesi için etkide bulunurlar. Evet ama bundan doğal ne vardır ki. Rus devriminde de, İspanya devriminde de böyle olmadı mı? Hatta, komplo teorilerini iyice kışkırtacak bir olay olarak, Lenin Rusya’ya Almanların mühürlü treniyle girmedi mi? Böyle oldu diye bu devrimlere “turuncu devrim” adı mı verildi?
Ayrıca, bir özgürlük mücadelesi varsa, buna gelecek şu ya da bu desteği reddetmek ancak ahmakların işi olabilir. Eğer Batılılar bugün Türkiye’de faşist gidişata karşı toplumsal muhalefetin yanında yer alıyorlarsa ya da alacaklarsa buna ancak sevinilir. Örneğin şahsen benim Tusiad’ın dünkü, gazeteci tutuklamalarına açıktan karşı çıkan bildirisine sevindiğim gibi.
Adalet Yürüyüşü’nü İstanbul’da bütün gücümüzle karşılamaya hazırlanalım.
Gün Zileli
16 Haziran 2017
“Dünyanın neresinde olursa olsun bir gazeteciye, haber yaptığı ya da haberi birilerine sızdırdı diye 25 yıl ceza verildiğinde [..]”
Haklisiniz.
TIR’iyla uyusturucu tasiyan bir kamyon soforune de ceza vermek dogru degil.
Adam, sonucta, kuryelik yapmis –icmemis, satmamis; sadece tasimis, kuryelik yapmis.
Kuryelik de –herkesin cok iyi bildigi uzere- gazetecilik ile ayni anlama gelir.
Cezadan muaftir.
Degil mi?
Kılıçdaroğlu’na sert sözler
Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu sert sözlerle eleştirdi.
Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, “CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlunun, İstanbul Milletvekili Kadri Enis Berberoğlu hakkında verilen mahkumiyet kararının ardından yapmış olduğu, yargıya ve yargı mensuplarına yönelik eleştiri sınırlarını aşan, tahkir, tezyif ve tahrik içeren açıklamaları endişe vericidir. Yargılama süreci devam ederken, bu süreci hukuka aykırı olarak etkileyecek biçimde açıklamalar yapmak, yargı mensuplarını hedef göstermek, tahkir ve tehdit etmek açıkça suçtur” dedi.
http://www.hurriyet.com.tr/kilicdarogluna-sert-sozler-40492104
Siyasi kriz derinleşiyor! Ne istibdad ne darbe! Çözüm Zincirsiz Kurucu Meclis’te!
Gerçek
Haziran 15, 2017
CHP milletvekili Enis Berberoğlu’nun MİT TIR’ları ilgili haberin yayınlanması dolayısıyla 25 yıl cezaya çarptırılıp, temyiz yolu açık olduğu ve yargı süreci bitmediği halde tutuklanması şüphesiz ki hukuki değil siyasi bir karardır. Bu siyasi kararın arka planına bakıldığında söylenebilir ki; Katar krizi, iç politikada da yankı bulmuş, Türkiye’de yaşanan siyasi kriz derinleşmiştir.
Erdoğan ve AKP’nin, Katar krizi başlar başlamaz tüm gücüyle Katar’ın arkasında yer almakta olduğu açıktır. Katar’a “terörizm destekçisi” suçlamasıyla başlatılan abluka kırılmazsa, Katar son on yılda ne yaptıysa aynısını hatta daha fazlasını kendisi de yapan iktidar sıranın kendine geleceğinden endişelidir. En ufak bir geri adımda gerisin geriye tepetaklak yuvarlanmaktan korkmaktadır.
Siyasi krizin adı dışarıda Katar içeride Berberoğlu
Enis Berberoğlu’nun yargılandığı dava Erdoğan ve AKP’ye muhalif unsurların susturulmasını hedefleyen sıradan bir dava değildir. Konusu tam da Katar’ın “terörizm destekçiliği” ile suçlandığı başlıklarla ilgilidir. Enis Berberoğlu’nun suçlandığı haberdeki MİT TIR’ları ağzına kadar silah yüklü şekilde Suriye’ye giderken yakalanmıştır. Bu silahların önce Türkmenlere gittiği söylenmiş, bugün Başbakan Yardımcısı olan Tuğrul Türkeş yemin billah ederek bu TIR’ların Türkmenlere gitmediğini açıklamış, o günlerden bugüne TIR’ların nereye gittiğine dair tatmin edici hiçbir açıklama yapılmamıştır. Davanın savcısı tutuklama istemediği halde siyasi baskı ile tutuklama kararı verilmiştir. Bu karar ne pahasına olursa olsun Katar’ın arkasında duran dış politikanın iç politikadaki devamıdır.
CHP’nin tutuklamaya tepkisi de tersinden bu analizi doğrulamaktadır. Tutuklama kararının ardından mahkeme önünde açıklama yapan CHP Genel Başkan Yardımcısı Engin Altay, Erdoğan’ın “uluslararası ceza mahkemesinde yargılanacağını” söylemiştir. Kılıçdaroğlu Güven Park’ta elinde “adalet” yazılı bir pankartla yürüyeceğini açıklarken “yasa dışı yollardan eğer dışarıya silah götürüyorsa birileri o kişilerin yargılanması lazım” diyerek aynı noktaya vurgu yapmıştır. Kılıçdaroğlu, CNN Türk’te çıktığı programda da “Türkiye’de adaletin kalmadığını bütün dünyaya duyurmalıyız” dedikten sonra Erdoğan’ın “er geç uluslararası mahkemelerde yargılanacağı” iddiasını tekrarlamıştır. Ve tüm bunlar yaşanırken Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ve Ekonomi Bakanı Zeybekçi Katar’da temaslarda bulunmaktadır.
Türkiye’nin utancı: Katarcı iktidar, Suudcu muhalefet!
Türkiye’de siyasi krizin derinleştiği bu aşamada karşı karşıya gelen iki güçten Erdoğan ve AKP iktidarının Katar çizgisinden ayrılmaması, ana muhalefetin ise Suudi tezlerini tekrarlamaktan ibaret bir muhalefet çizgisi izlemesi Türkiye’nin hâkim sınıfların iç çatışması sonucunda geldiği trajik noktanın bir ifadesidir.
Siyasi kriz parlamentarizmin boyunu aşıyor
Katar krizinin iç siyasetteki yansıması elbette ki bununla sınırlı kalmamaktadır ve kalmayacaktır da… 16 Nisan’ın ardından iktidarın yaşadığı meşruiyet krizi, CHP saflarından yükselen 2019 için ortak aday tartışmalarıyla yatıştırılmıştı. Şimdi CHP tarafından tekrar referandumun, referandumda oylanan anayasa değişikliklerinin ve nihayet iktidarın meşruiyetinin sorgulanması söz konusudur. Tüm bunlara CHP tarafından öne sürülen kontrollü darbe tezleri, OHAL’in ilan edildiği 20 Temmuz’un darbe olarak nitelendirilmesi de eklendiğinde siyasi krizin derinliğinin parlamentarizmin boyunu aşmakta olduğu açıkça görülmektedir.
Yüzde 99 geleceğini göremiyor
Referandumun meşruiyeti ne halk ne de tarih nezdinde sağlanabilmiş değildir. Sadece referandumda HAYIR diyen ve referandumda hile yapıldığını düşünen milyonlar değil, referandumda “evet” dediği halde Kavurmacıların, Baklavacıların kayrılarak serbest bırakılmasından, yasaklanan grevlerden, onca sorun varken işçinin kıdem tazminatına göz dikilmesinden, Katar’a asker gönderilmesinden, emperyalizm karşısında diz çökülmesinden dolayı hayal kırıklığına uğrayan büyük bir kitle de gidişattan hoşnutsuzdur. Geleceğini görememektedir.
Derinleşen krizi aşacak bir siyasi program gerek
Öte yandan Enis Berberoğlu’nun tutuklanmasını faşizm olarak niteleyen ama daha önce “anayasaya aykırı ama evet diyeceğiz” diyerek dokunulmazlıkların kaldırılmasına onay veren, bugün 20 Temmuz darbesinden bahseden ama 7 Ağustos’ta Erdoğan, AKP, MHP ve Genelkurmay Başkanı ile el ele Yenikapı mitingine giden CHP’nin bugüne kadarki tutarsızlıkları bırakın gidişattan memnun olmayan daha büyük emekçi kitlelerin tamamını, HAYIR diyen yüzde 50’lik kitleyi, dahi peşinden sürükleyecek bir güven vermemektedir. En önemlisi de CHP’nin hâlâ mevcut siyasi krizi aşacak bir siyasi program önerisi de yoktur.
Türkiye’yi çöküşten kurtaracak bir Zincirsiz Kurucu Meclis için mücadeleye!
Oysa Türkiye’nin yüzde 99’unun menfaati mevcut siyasi krizin kalıcı bir çözüm bulmasından yanadır. Erdoğan ve AKP’nin bir istibdad rejimini inşa etmeye girişmesi Türkiye’yi çöküşe götürüyor. Bu çöküşün karşısında ise hiçbir siyasi program önermeden arkasında Anıtkabir’de sıraya girmiş askerlerin fotoğrafıyla halkı Güven Park’a çağıran Kılıçdaroğlu var. Bu manzara 16 Nisan’ın ardından yükselttiğimiz “ne istibdad ne darbe Zincirsiz Kurucu Meclis” şiarının ne kadar yakıcı ve haklı olduğunu kanıtlıyor.
İstibdadın baskıyı arttırarak muhalefeti sindirmesi siyasi krizi çözmez ulusun çöküşünü hızlandırır. Olası bir darbe de ulusu zincirlerinden kurtarmayacak tam tersine bu zincirleri yine emperyalizmin ve sermayenin lehine sıkılaştıracaktır. Türkiye’nin önünde yegâne çıkış yolu emekçi halkın mücadelesi ile açılacaktır. Emekçi halkın seferberliği ile istibdadın, sermayenin ve emperyalizmin zincirlerini kıralım. Seçme ve seçilmede 18 yaşını doldurmak dışında hiçbir kısıtlamanın olmadığı, bütün partilerin eşit koşularda yarıştığı, baraj engeli olmayan özgür seçimlerle oluşturulacak Zincirsiz bir Kurucu Meclis ile kardeş kavgasının engellenmesi, halka karşı suç işleyen her kimse emperyalistlere bırakmadan halkın iradesiyle yargılanması, işçinin emekçinin zincirlerini kırması, ulusun çöküşten kurtarılması ve ülkenin yeniden kurulması için mücadele edelim!
http://gercekgazetesi.net/gundemdekiler/siyasi-kriz-derinlesiyor-ne-istibdad-ne-darbe-cozum-zincirsiz-kurucu-mecliste
CHP İzmir’den adalet yürüyüşünü yarın başlatıyor
http://www.hurriyet.com.tr/chp-izmirden-adalet-yuruyusunu-yarin-baslatiyo-40491788
https://demirden-kapilar.blogspot.com.tr/2017/06/chpyi-elestirmek-ve-adalet-yuruyusu-ve.html
Burada her konuda fikir belirtmese ölecek hastalığına yakalanmış, adı lazım olmayan beş harfli bir arkadaş var, yazdıklarını her gördüğümde halime şükrediyorum. İbretlik bir insan kendisi. Söyleyeceklerim bu kadar.
1 no’lu gonderiyi benim adimla baska birisi paylasmis. Bana ait degildir.
Gazeteci uyusturucuyu tasiyan kurye degil, bunu ilgili makamlara haber veren insandir. Madem adima yorum yapiyorsunuz, bari temel mantigi bu denli katletmeyin. Ahlaktan bahsetmiyorum bile, belli ki ona cok yolunuz var.
Bok 10: Piyasa edebiyatına karşı ön yargı listesi…
(Taylan Kara, 16 Haziran)
Bu yazıda Piyasa Edebiyatı-Edebiyat Piyasası’na karşı kullanışlı olabilecek ön yargılardan söz etmek istiyorum.
Ön yargılar kötü olarak bilinse de, aslında hayatta kalmak için zorunlu ve bir o kadar da yararlıdır. Burada oldukça pratik ve kullanışlı bir ön yargı listesi yapılmıştır. Bu listenin duyarlılığı yüzde 90’dır. Ancak okurken her yargı gibi birçok istisnası olabileceğini unutmamak gerekir.
“Bok 10” listesi:
1. Bir kitap sizi “naif ve duygulu bir anlatımla içsel bir yolculuğa” çıkartıyorsa, o kitap yüzde 90 boktan bir kitaptır. Siz siz olun o yolculuklara çıkmayın, eksik olsun!
2. Bir kitabın tanıtım yazısının kapladığı yer, yazarının fotoğrafından küçükse o kitap muhtemelen boktan bir kitaptır.
3. Yıl olmuş 2017 ve yeni çıkan bir kitabın tanıtım yazısında hâlâ “yazarın çağına tanıklığı”, “kendi içine yaptığı yolculuk”, “katmanlı anlatı”, “duru dil” gibi tanımlamaların en az ikisi kullanılıyorsa o kitap büyük olasılıkla boktan bir kitaptır.
4. Bir önceki maddedeki “muhtemelen” boktan olduğunu düşündüğümüz malum kitap hakkında o yazıyı yazan eleştirmen ise “muhtemelen” değil KESİNLİKLE ve KESİNLİKLE boktan bir eleştirmendir.
5. Bir kitabın kapağı, erkekler için gri, kadınlar için pembe olarak tasarlanmış ve piyasaya sürülmüş ise o kitap yüzde 100 boktan bir kitaptır.
6. Bir kitap daha çıkmadan, o kitabı bilboardlarda, afişlerde ve gazetelerde görüyorsanız; kitabın kendisinden önce reklamı görünüyorsa o kitap muhtemelen boktan bir kitaptır.
7. Bir kitabı Hasan Bülent Kahraman tanıtıyorsa o kitap boktan bir kitaptır.
8. Bir kitabın reklamını para çekerken bankamatikte “havale, EFT, para yatırma, para çekme” menüsünden hemen sonra görüyorsanız o kitap boktan bir kitaptır.
9. Bir kitabın yazarının söyleşisinde verdiği pozlar, iç çamaşır defilesindeki mankenlerin verdiği pozlardan ayırt edilemiyorsa, o kitap muhtemelen boktan bir kitaptır.
10. Bir kitap Migros’ta Prima Maxi çocuk bezinin yanındaki sepette ya da Carrefour kasalarında “Okey ektra hisset” prezervatiflerine bitişik olarak satılıyorsa o kitap boktan bir kitaptır.
11. Bir kitap hakkında yazan bir eleştirmenin yazısı, kitabın arka kapak yazısı, yazar hakkında ansiklopedik bilgi ve kitabın konusundan oluşuyorsa o “eleştirmen” boktan bir eleştirmen, sıradan bir “tanıtman” ve başarılı bir “yüceltmen”dir.
12. Boktan eleştirmenler, sıradan tanıtmanlar, başarılı yüceltmenler neredeyse bir kural olarak boktan kitapları tanıtırlar. Aksini kanıtlayıncaya kadar şüphe etmek gerekir.
13. Bir yazar kitabını tanıtırken, kitabın içeriğinden çok, kendi politik duruşundan, ne kadar aydın ya da muhalif oluşundan vs söz ediyorsa boktan kitabına parfüm sıkıyordur.
14. Bir kitap, yazarının çalıştığı kurumdan, arkadaşı olduğu jüriden, atölye açtığı belediyeden ödül alıyorsa o kitap muhtemelen boktan bir kitaptır.
15. Bir kitap “yer altı edebiyatı” veya “marjinallik” diye 50 yıllık uyuşturucu, seks, bohemlik, içki vs klişelerini hala yutturabiliyorsa o kitap boktan bir kitap, o yazar boktan bir yazardır.
Kitabına benzeyen okur
Ve bütün bunlar olurken her seferinde aynı zokayı yutan, her seferinde yine ve gene aldanan okur…
Kendine şu soruyu sorma zamanı gelmedi mi hâlâ:
“Bu kadar boktan kitap okuyan ben nasıl bir okurum?”
“Efendim, iktidara gayrimeşru denirse önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimine katılmamak gerekirmiş. Oysa Tayyip Erdoğan 2019’daki bu seçimi kesinlikle kaybedecekmiş.”
Seçiminiz gitti. Zayıf ve aptaldı. Bernie Sanders gibi.
(Your election is gone. He was weak and foolish like Bernie Sanders.)
https://youtu.be/KKmC61DmEbM?t=13
“1 no’lu gonderiyi benim adimla baska birisi paylasmis. Bana ait degildir.”
Bu dogru degil.
O yorumu ben yazdim.
“Gazeteci uyusturucuyu tasiyan kurye degil, bunu ilgili makamlara haber veren insandir.”
‘Kurye’ degil de ‘muhbir’dir mi demek istiyorsunuz?
Hangi ‘ilgili makamlara haber ver’mismis acaba?
“Bu dogru degil.
O yorumu ben yazdim.”
Hayir, asil bu dogru degil.
Neden boyle birsey yapma geregi duyuyorsunuz? Kendi isminizden mi yoksa dusuncelerinizden mi utaniyorsunuz?
“‘Kurye’ degil de ‘muhbir’dir mi demek istiyorsunuz?
Hangi ‘ilgili makamlara haber ver’mismis acaba?”
Benim adimi kullanmaktan vazgectikten sonra gerekli cevabi verecegim.
Gerci asgari zihni melekelere sahipseniz hangi makama haber verildigini kendiniz de anlayabilirsiniz sevgili adasim – yahut taklitcim mi demeliydim?
“Neden boyle birsey yapma geregi duyuyorsunuz? Kendi isminizden mi yoksa dusuncelerinizden mi utaniyorsunuz?”
Kimin utandigi ortada. Bana kendi adinizla cevap veremediginiz icin bunu yapiyorsaniz lutfen vazgecin; taklit konusunda zannettiginiz kadar iyi degilsiniz. Ben bu seviyeye ulasabilmek icin binlerce felsefe, psikoloji, sosyoloji ve ekonomi kitabini defalarca hatmettim. Size de tavsiye ederim; zira gelip burada beni taklit etmekle ugrastiginiza gore belli ki isiniz, gucunuz yok.
“Benim adimi kullanmaktan vazgectikten sonra gerekli cevabi verecegim.”
Siz hangi adi kullanirsaniz kullanin, ben tum insanligi aydinlatmayi misyon edinmis biri olarak size gerekli cevabi her zaman vermeye hazirim.
“Gerci asgari zihni melekelere sahipseniz hangi makama haber verildigini kendiniz de anlayabilirsiniz sevgili adasim – yahut taklitcim mi demeliydim?”
Taklitler aslini yasatir. Beni yasatma hususundaki bu gayretlerinizden oturu size minnettarim.
In’ler, Out’lar
Hangi kötü ve iyiler “out”, hangileri “in”?
Hangi isimleri “out”, hangileri “in”?
Ergenekon “out”, Balkan oligarşisi “in”
Fethullahçı Gladyo “out”, FETÖ “in”
Statükocu Kemalist bürokrasi “out”, İslami faşist AKP diktatörlüğü “in”
Statükocu Kemalist bürokrasiye karşı Burjuvazi’nin/TÜSİAD’ın peşine takılan sol-liberal sivil toplumcular “out”, İslami faşist AKP diktatörlüğüne karşı Burjuvazi’nin/TÜSİAD’ın peşine takılan anarşist devrimciler “in”
Necip tam mağdurlarda.
-Ben kör genç bir dilenciyiiim
Sokak sokak gezeriiim
Adını da çaldırmış.
Küsmüş, gücenmiş, ezik, perişan, dikbaş ördeği kimin yalnız.
PYD’nin eşbaşkanı Salih Müslim, ilk kez Suudi Arabistan medyası ile röportaj gerçekleştirdi. Soru üzerine, bölgede yer alan ve Körfez ile bağlantıları bulunan Arap aşiretleri hakkında da konuşan Müslim; Suudi Arabistan ile akrabalık bağı olan birçok Arap aşiretinin YPG yönetimindeki Kuzey Suriye’de yer alan bağımsız yönetimde yer aldığını ve bundan gurur duyduklarını söyledi.
Al Riyad’a konuşan Salih Müslim, İran ile ilişkilerine dair sorulan soruya cevabında; “İran ile hiçbir ilişkimiz yok. İran’ın, Kürt sorunu konusunda Suriye rejiminden farkı yok. Yani, Kürtlerin temel haklarına düşmanca davranıyorlar. Bu nedenle, Kürtlerin Suriye’deki haklarını kazanacağından korkuyorlar” ifadelerini kullandı.
Al Riyad muhabirinin “Bölgedeki gelişmeler ışığında bir İran-Katar-Türk ittifakından korkuyor musunuz?” sorusuna da cevap veren Müslim; İran, Katar ve Türkiye arasında bir ittifakın var olduğunu iddia etti ve bu ittifakın birçok Kürt gencinin ölümüne sebep olduğunu söyledi.
Türkiye ve Katar’ın bölgedeki rollerine de değinen Müslim; Türkiye’nin bir çıkış noktası, Katar’ın ise finansör olduğunu söyledi. Bu devletlerin, çağın ötesinde araçlar kullandıklarını iddia eden Müslim; ”Ellerinin ulaştığı her noktaya karanlık, karanlık ve adaletsizlik uygulamaya çalışıyorlar” dedi
http://marksist.net/marksist-tutum/kapitalist-acgozluluk-kislalarda-da-can-aliyor.htm
http://marksist.net/demet-yalcin/medeniyetin-ve-toplumun-cokusu-degil-kapitalizmin-cokusu.htm
Lenin in Alman Treniyle seyahati, Kürtlerin Rojava devrimine ABD nin destek vermek zorunda kalmasi nedeniyle bu Devrimin Emperyalizmin denetimine girdigini iddia etmek?
Ayrica Musata Yalciner den animsayabildigim kadariyla bir alinti:
Eger Kürtler , kendi kaderlerini tayin haklarini, ABD yanlisi uluslarasi Politikalardan yana yapiyorlarsa, UKKTH ilkesine göre Maxistler bu karari desteklemek zorundadirlar.
Marksist Erguvan ve Tımarhanelik Zır Deli’nin – başka hiçbir şeyde olmadığı gibi – bununla ilgili bir fikirleri de yok anlaşılan.
Somut durumun somut analizi yerine soyut ezberlerle meşgul kişiler için normal.