Kapitalizm, Köylülüğü Öldürür…

Marksist teorinin yüz elli yıldır ezberimizde olan bir tezi vardır: Köylülük kapitalist toplumun sınıfıdır ve köylüler sadece ve sadece “burjuva demokratik” bir toplum için mücadele ederler. Babası Plehanov olan Rus Marksizmi, bu teoriyi aynen almış ve Rusya’nın koşullarına uygulamıştır: Rusya henüz kapitalist bir toplum olmadığına göre, işçiler ve köylüler, dolayısıyla sosyal demokrat parti, bir burjuva demokratik devrim aşaması için mücadele etmelidirler. Bu aşamayı, uzun yıllar RSDİP’nin ana gövdesini oluşturan Menşevikler şöyle ifade etmişlerdir: “Sosyal Demokrat Parti ütopyacı anarşizme karşı, Rusya’nın bir burjuva devrimden geçmeksizin, sosyalizm aşamasına doğru sıçrayamayacağını hep savunmuştur.” (Rus Devriminde Menşevikler, Haz: Abraham Ascher, Çev: Celal Kanat, Ekim 1992, Metis Yayıncılık)

Lenin ve Bolşevikler de bu aşamayı aşağı yukarı bu sözlerle açıklamışlardır. Parti içinde bir tek Troçki “burjuva devrimi” aşamasının atlanabileceğini ileri sürmüş, Lenin de, 1917 Şubat’ından sonra Bolşeviklerin klasik görüşünden uzaklaşarak Troçki’nin tezine yaklaşmıştır. Nitekim Lenin, iktidarı ele geçirme aşamasında köylülüğün desteğini kazanabilmek için, Bolşeviklerin, toprakların kamulaştırılması tezini bir yana bırakmış (sanıldığının tersine, bu sosyalist bir önlem değil, toprakta devlet kapitalizmi uygulamasıydı) ve Sosyalist Devrimcilerin, toprakların köylüler tarafından paylaşılması tezini benimsemişti (elbette bu sadece bir taktikti, Bolşevikler, iktidara geldikten kısa süre sonra toprakları köylülerden alıp devlet tekeline verdiler).

Genelde bakacak olursak görürüz ki, kapitalizm köylülüğü kurtarmamış, tersine onu yok etmiş, öldürmüştür. Kapitalizmde köylülük büyük bir kitle olarak topraklarından sürülür ve şehirlerde ucuz iş gücü ve yedek işçi ordusu haline getirilir. Topraklar kapitalist devletin, bankaların ve bir avuçluk (artık köylülükle pek bir ilişkisi kalmamış) çiftçilerin eline geçer. Bu durumda, köylülük, onca özlediği topraklardan sürülmesine neden olacak, şehirlerde sefil işgücü ve işsiz yığınları haline getirecek, bir kitle olarak yok olmasına yol açacak kapitalizmi ya da “burjuva demokratik aşama”yı neden istesin, neden bunun için mücadele etsin ki? Öte yandan, aşamalı “devrim”ler de, kapitalizmin bu köylülüğü yok etme işlevini, çok daha kısa sürede gerçekleştirmişlerdir. Köylülük, zorla kolektifleştirme yoluyla kendisini yok edecek  bir “devrim”i neden istesin, neden böyle bir “devrim”e olumlu baksın ve katılsın ki?

Bu genel girişten sonra Türkiye’ye dönecek ve tartışmayı Türkiye köylülüğü ile sınırlayacak olursak, şu manzarayı görürüz: Bugün Türkiye’de, esasen küçük üretici konumunda olan köylülük, büyük ölçüde kapitalist sömürü altındadır: kapitalist devletin, yerli ve yabancı banka sermayesinin, kapitalist tüccarların, kapitalist çiftçilerin. Türkiye köylülüğünün pre-kapitalist ilişkiler tarafından sömürülmesi ancak yüzde 10 oranındadır ve belli bölgelerle kısıtlıdır (ki, oralarda bile toprak sahipleri giderek kapitalist sömürü ilişkilerine daha fazla ağırlık vermektedirler). Bugün Türkiye’de gerçek bir köylü devrimi, öncelikle kapitalist devleti, banka sermayesini, kapitalist tüccarları ve kapitalist çiftçileri hedef almak zorundadır ki, bu da aşamalı “devrim”le çelişeceğinden, köylüler karşılarında öncelikle aşamalı “devrim”cileri bulacaklardır.

Burada şu itiraz ileri sürülebilir: Köylüler, kapitalizme karşı olsalar bile, sosyalizme de taraftar olamazlar, çünkü onlar kendi küçük mülkiyetleri peşinde koşarlar. Bu itirazı ileri sürenlerle, temelde sosyalizm anlayışında çatıştığımı belirteyim. Bugüne kadar yaygın bir şekilde sanıldığının tersine, sosyalizm devletçilik ya da devlet mülkiyeti ya da hatta kolektif mülkiyetle özdeşleştirilemez. Bugüne kadarki sosyalizm uygumaları, özel mülkiyeti kaldırmak adına devlet mülkiyetini ilân etmekten başka bir şey yapmamışlardır. Oysa gerçek sosyalizm, mülkiyet ilişkilerinin nasıl düzenleneceğine toplumsal devrimi gerçekleştiren ezilenlerin karar vermesidir. Eğer köylü kitleleri, tarımda küçük mülkiyete dayalı bir düzen istiyorlarsa, onların bu kararına saygı gösterilmelidir. Öte yandan, köylülerin kendi küçük mülkiyetlerine düşkün oldukları da, Marksist-Leninist bir uydurmacadır kanımca. Evet, köylüler, haklı olarak devlet mülkiyetine karşı kendi küçük mülkiyetlerini savunurlar, yani kısacası, eğer köylüler kendi küçük mülklerini hırsla savunmuşlarsa bunun başlıca müsebbibi, köylünün mülkiyetini devlet tekeline almak üzere yağmalayan “sosyalist” adlı devletlerdir.

İşin esasında, köylü, son derece zahmetli bir iş olan küçük üreticiliği sürdürmeyi hiç de istemez. Devletin değil de, gerçekten kendisinin karar sahibi olacağı bir kolektifleştirme eylemine çok daha gönüllüdür aslında. Yeter ki, devlet ve parti, onların işine burnunu sokmasın, onları devlet köleleri derekesine indirmeye kalkışmasın.

Gün Zileli
5 Eylül 2007

Hakkında Gün Zileli

Okunası

Faik Akçay / Kitap Yorum: Sovyetler Birliği’nde Devlet Terörü ve Gulaglar, Gün Zileli

Daktilo 1984’ten alınmıştır “Sovyetler Birliği’nde Devlet Terörü ve Gulaglar”1 adlı yapıt, Gün Zileli’nin titiz bir araştırması. …

6 Yorumlar

  1. Sevgili Gün,
    Günümüzde yazılmış, ya da yakın bir zaman diliminde (son 10-20 yıl), şöyle kapsayıcı bir anarşit ütopya örneği var mıdır bildiğin? Politik bir metin olarak da olabilir. Doğrudan bir ütopya olarak da. İngilizce de olabilir.

  2. Anarchist Utopia
    Milo Nickels

    Ursula K. Leguin
    Mülksüzler (roman)

  3. Harabi: Kadirbilir GZ

    Sosyalist Zemin Forumu:
    Gün Zileli nin hakkını yememek gerek… O kadarda kadir bilmez değilmiş meğer… Bugün epeyce yol aldığı devrim ve sosyalizm düşmanlığı kulvarında bulunmasında emekleri unutulmayacak olan piri, çok değerli büyüğü Periçek’e karşı işlenen adaletsizlik, Gün beyi epeyce üzümüş…. Önceleri içerden Marksizm Leninizme yapmış olduğu küfürleri, şimdilerde üstüne geçirdiiği Anarşistlik urbasıyla, gerekli – gereksiz her yazısında tekrarlamakta bıkmayan Gün efendi, Perinçekten aldığı devrim – sosyalizm düşmanlığı geleneğine sadık kaldığını, ustasına olan borcunu bir biçimde dile getirerek yinelemiş…
    Son yazılarında birinde, yine her zamanki gibi, adını bile duyduğunda donunu doldurduğundan emin olduğumuz, Staline küfürlerini tekrarlayarak konuya girmiş… Tanımayanlar bilmez ama, Gün bey, çok alakasız da olsa, bir yolunu bulup Staline küfür etmeden edemez derecede ahlaksızlık batağına batmış bir dönek diyemeyeceğim ama bir burjuva enteldir…

    Öncelikle yazısında, Perinçekle aynı örgütün içinde bulunduğunu beyan ederek, ast-üst ilişkisini gizlemeye çalışmış. Oysa çok iyi bilinmektedir ki, içinde bulunduğu örgütte hepisinin beyinciği Perincekin izin verdiği kadarına çalışabilir. Ama, yalandan kim ölmüş… Beyimiz, son on yılı örgüt içi muhalefet yaparak geçirdiği yalanını sallamaktadır… Ve buna birçok insanı inandırdığı da sayfasına katılım gösteren zavallılardan anlaşılmaktadır. Doksanlı yıllara kadar Perinçek ve ekibinin yediği her halta ortak olan Gün efendi, son on yılına muhalif oldum diyerek kendini ne kadar aklayabilir, o da ayrı bir konu…

    Perinçek in hiç bir zaman silahlı halk ayaklanmasından yana olmadığını itiraf eder görünüp, sanki kendisi farklı düşüncede imiş , Perinçekin Ergenekon gibi tehlikeli bir örgütle ilişkilendirilmesini kabullenemiyor beyimiz… Devrimci bir örgütün silahlı eylemi ile devletin karanlık bir cinayet şebekesini aynılaştırarak ne yaman bir eski Perinçekçi olduğunu bu yazısında da gösteriyor… Tabi bu arada Perinçeki temize çıkarmak için örgüt içinde işlemiş oldukları bir kaç kabahati de bilmediğini açıklıyor. Amaç, Perinçekle birlikte kendi yediği haltlarıda gizlemek… Oysa, Perinçekin bizzat, İbrahim Kaypakkayı ve Ali Haydar ı öldürme planları yaptığı sosyalist kamuoyunca bilinen bir şeydir… Beyimiz, Periçekin Ergenekon gibi tehlikeli eli kanlı bir örgütle ilişkilenmeyeceğine kanıt üretme derdinde…( Bu arada, Perinçekin sol içi çatışmalara uzak olduğu yalanını da eklemekte bir behis görmemiş. Oysa, Oktay Çiğdemal, Faysal Kelleci ve Yusuf Dal sadece benim ilk elden hatırladığım kişiler, Perinçekçi ihanet cephesi tarafından katledilen devrimciler olarak…)

    İlacın bazı durumlarda tersinden alınması misali, Gün beyde ağa-babası Perinçek i temizlemek için aynı yönteme başvuruyor…Güya, Perincekin böyle bir örgütü kurma faaliyeti içinde olamayacağını kanıtlamaya çalışıyor. Oysa çok iyi bilinmektedir ki, Ergenekon iddianamesinde böyle bir sorun yok. Örgütün eski asker-polis bir ekip tarafından kurulduğu, devletin bir yan örgütü iken, zamanla bunun dışına çıkıp kendine mahsus eylemler ve amaçlar gerçekleştirdiği bilinmektedir… Perinçek , Yalçın Küçük gibi kimi soytarıların örgüte katılımı sözkonusu olabilir ancak… Ki bugünkü tavırları ile böyle olduklarını bizzat bu kişiler itiraf etmiş gibiler… Perinçek in bugün politik olarak savunduğu hat, Ergenekon örgütünün program ına tamı tamına uymaktadır… Şu kesin ki, Perinçek 1970 lerden beri devlete sunduğu hizmetleri, muhalif konumuna geçen bazı eski asker emeklileri sayesinde, Ergenekona katılım şeklinde sürdürmüştür… Elinde tuttuğu radyo-tv ve medya kuruluşları aracılığı ile şu an yürüttüğü faliyet tamda Ergenekon faaliyetidir.

    Fazla uzatmaya gerek yok sanırım… Gün Zileli bugün Perinçekten aldığı kültürü, tüm devrimci harekete malederek eleştirip, sosyalizme küfür etmenin dayanağına dönüştürürken içine düştüğü ahlakyoksunluğu çukurunda debelendikçe, bizde buradan onun devrim ve sosyalizm düşmanlığını teşhire devam edeceğiz…. Kaldıki, Gün Zileli bu uğursuz çukurda yalnız değildir. Geçmişinde şu yada bu biçimde devrim kervanına katılıp bundan buyük bir pişmanlık duyan bırçok zevaat Gün bey ile yapmış olduğu yarenliiğin hesabını elbette devrimci kamuoyuna verecektir.
    : Kadir bilir GZ

  4. ‘devrimci kamuoyunun sesi’ olan arkadaşa sesleniyorum. . sen teşhir etmesen kim bilir bu başı bozuk adam daha ne küfürler edecekti sosyalizminize. ama bu sitedekilerde Gün Zilel’nin askerleri. Comandante perinçek, sub-comandante zileli…çok teşekkürler değerli görüşlerin için şimdi uzaklaşabilirsin..

    5 paragraf yazı yazmışsın tamamı saçmalık son paragrafa da ”fazla uzatmaya gerek yok sanırım” diye başlamışsın… komik misin arkadaş sen? perinçek, perinçek tutturmuşsunuz. yahu gün zileli kadar kim eleştiriyor perinçek’i. of aman sana laf anlatmaya uğraştığım hata. bil isterim bu saçma yorumlarını kimse umursamadığı gibi oturup gülüyoruz halinize. at gözlüklerini çıkarmanı öneririm…

  5. Tarım alanları temel besin kaynakları olduğundan tüm toplumu ilgilendirir demek yanlış olur mu? İnsanın toprak ile ilişkisini değerlendirirken reel sosyalizmin de, modern kapitalizmin de bilmediği veya önemsemediği ekoloji parametresiyle hareket etmek zorunda olduğumuzu düşünüyorum. Bu nedenle merkezi tarım politikalarına ihtiyaç duyulduğu kanaatindeyim. Ne sadece büyüme ve maksimum kar hedefleyen kapitalizm ne de kalkınmacı, insanı değil sistemi temel alan bir sosyalizm anlayışı ekolojik çözümler üretmez. Ancak tarımı toprağın mülkiyetine sahip olan köylünün inisiyatifine terketmek de, nüfusun kalabalık ve kaynakların kısıtlı olduğu bir dünyada çözüm olamayacağı kanaatindeyim. Bu noktada anarşi de karın doyurmayacaktır. Tarımı alanlarını “devletleştirmek” yerine kooperatifler aracılğıyla kolektivize etmek en doğrusudur. Böylece bin yıldır kendi toprağını işleyen köylü topraksızlaştırıldığını düşünmeyecektir ve kooperatifler aracılığıyla emeğinin karşılığını alamamak gibi bir derdi olmayacaktır. Ekolojik krizde olan bir dünyada maalesef böyle bir merkeziyetçiliğe ihityaç vardır. Buna ekolojik-sosyalist bir çözüm diyebiliriz. Şöyle ki, köylülerin oluşturduğu kooperatifler ürünü almayı ve kamuya dağıtmayı üstlenir, bedelini öder. Tarım politikalarının akademisyenlerin ve kooperatif temsilcilerinin oluşturduğu ortak platformlarda kararlaştırılması, ancak merkezi olması şarttır. Tarımda kaos yıkım demektir. Şu anda olduğıu gibi. Herkesin kafasına göre veya kar getireceğini düşündüğü için X veya Y sebzeyi/meyveyi ekmesi, ürünün bir kısmının çöp olması, veya az bulunduğu için değerinin artması neeniyle halkın o ürünlere ulaşamamsı gibi sorunlara yol açar. Tarım politikaları ulusal değil küresel olmalıdır. Herkesin kahve ilçebilmesi ve enginar yiyebilmesi için buna ihtiyacımız var. Yerel kooperatifler ve akademisyenler küresel kararlar vererek tüm dünya nüfusunun optimum ihtiyaçlarını karşılayacak ve köylüyü de mutsuz etmeyecek kararlar alarak bir ağ kurmalıdır. Bunun adı devlet dseğildir, bürokratizmden ziyade sendika mantığına daha yakındır.

    Geleneksel sosyalistlerin de anarşistlerin de hatası ısrarla ekoloji parametresini es geçerek eski kodlara saplanıp kalmalarıdır. Ekolojik bir dünyada tüm dünyanın bir ağ halinde çalışması, ama bunu gönüllülük üzerinden, üzerinde devleti ve otoriteyi hissetmeden yapması makbuldür. Ekolojiden geçen aklın ve bilimin yoludur ve bu yol ne sosyalizmi ne de anarşizmin putlarına tahammül edebilir. Zorla ekoloji olmaz, ama kaosla da olmaz. Çünkü insan doğanın kendi kaosunu kontrol altına alarak onu mahvetmiştir. Bilimin gösterdiği küresel tarım politikaları olmazsa bunu yapmaya devam edecektir. Kaos insanın egemenlere karşı sınıfsız toplum arayışı içn gereklidir, yemek yemek için değil. Devrimden sonra oturup hep beraber masada yemek yiyeceğiz.

  6. “Harabi: Kadirbilir GZ” mahlasıyla Gün Zileli’ye yardıran arkadaşaa da bir önerim var. Tüm tartışmaları Stalin’e Lenin’e Troçki’ye Bakınin’e Kropotkin’e Luxemburg’a Enver Hoca’ya vs. “küfretmek” gibi algılayıp bireyleri putlaştırmak, sınıfsız toplum arayışında hiçbir anlam ifade etmiyor. Geçmiş sosyalizm deneyimlerini ve devrim pratiklerini, ve hatta ekoloji bilgisine sahip olmadan üretilen teorileri artık geride bırakmak gerekir. Bu dünyanın eliptik olduğu ispat edildiği halde hala yuvarlak olduğunu iddia etmek gibi bir şeydir. Evet gerçeğe daha çok yaklaşşılmıştır ama zaman geçtikçe söz konusu deneyimler ve teoriler de gerçeklik olmaktan çıkmıştır. Türkiye’de solun olgunlaşması için gerçekten 40 fırın ekmek yemesi lazım. Hiçbir teori akıldan ve bilimden üstün olamaz. Geçmiş teorileri ve pratikleri kutsamak, onları dogmalaştırmak bizi ileri götürmez. Şu anda tek önemli olan ekoloji ve anti-kapitalizmdir. Kervan yolda düzülür: