Sınıf, Bir Araya Getirir…

Genellikle iktidarlar kendi sonlarını kendi elleriyle hazırlarlar. Polis şiddetiyle suya atılan tekel işçisinin yüzündeki, “bize bunu da yaptınız ha” türü şaşkın ifadeyi ekranda ilk gördüğümde bunu düşünmüştüm. O şaşkın ifade çok kısa sürede kararlılığa dönüşecekti.

“Anti-Otoriter İnisiyatif”ten arkadaşlarla birlikte gittiğimiz, Ankara’da, Türk-İş binasının önündeki, tekel işçilerinin direniş çadırlarını bu ayın başında ben de gördüm. Gördüğüm, sessiz ve uzun süreli bir yeni 15-16 Haziran’dı. 15-16 Haziran, ani ve öfkeli bir yanardağ patlamasıydı. Bu seferkinde ise lavlar sessiz sedasız fokurduyordu yanardağın ağzında. Patlayan değil, henüz patlamayan yanardağdan korkun!

Sınıfın, aynı yerin altında akan ve görünmeyen sular gibi öyle pek belirgin olarak dışa vurulmayan bir belleği vardır. O bellek, kendiliğinden biriktirir deneyimlerin derslerini, hem de dünya çapında. İşte orada, geçmiş deneyimlerden dersler çıkaran işçi sınıfı belleğinin sessiz bir pratik ortaya koyduğu görülüyordu. İşçiler, bu sefer inisiyatifi kimseye bırakmak niyetinde görünmüyorlardı. Ne, Türk-İş binasında konuşlanmış Türk-İş yöneticilerinden oluşan direniş komitesine, ne kendilerine destek vermeye gelmiş şu ya da bu sol örgüte. Komiteyi, istekleri doğrultusunda hareket etmeye zorluyorlardı. Komitenin üzerinde görünmeyen ama çok güçlü bir işçi denetimi vardı. Satışa izin yoktu. İşçiler, kendilerini desteklemeye gelen ya da orada sürekli nöbet tutan örgütlerin hepsine, hiçbir ayrım yapmadan “welcome” diyor, onlara kucak açıyorlardı ama bu örgütlerin hiçbirine inisiyatifi vermek niyetinde olmadıkları anlaşılıyordu. Sol örgütlerin sloganlarını saygıyla dinledikten sonra, sadece “yaşasın sınıf dayanışması” sloganını atmaları bile bu kararlılığın göstergesiydi. Geçmişte böyle miydi ya! İşçiler, ya kendilerinden daha iyi “bilen”lerle baş edemeyeceklerini düşünerek baştan reaksiyoner bir tepki içine girer ve dolayısıyla polis ajanlarının ve sarı sendikacıların yönlendirmesine açık hale gelirlerdi ya da bu iyi “bilen”lere peşinen teslim olur, onların karşısında bir aşağılık duygusuna kapılıp ipleri teslim ederlerdi. Artık ortak belleğin öğrettiği şey başkaydı onlara. Ne reaksiyon, ne teslimiyet! Desteğe eyvallah, yönetilmeye hayır!

Türkiye’de gazetelere, dergilere, internet sitelerine bakan biri, ideolojik ve siyasal planda, hem genel politik arenada, hem de sola ilişkin ideolojik platformlarda, içinden çıkılmaz bir kargaşalıkla, farklılıkla, kaosla ve didişmeyle karşılaşır. Bu kargaşalık ve çatışma ortamı, içinden çıkılmaz bir durum gibi görünür. Ne var ki iş sınıfmücadelesi düzlemine geldiği zaman, sınıfın bu kargaşalığı bir sadeliğe indirgediğini, çok farklı gibi görünen eğilimleri bir araya getirdiğini görüyoruz. Genişten gidelim. Tekel işçilerinin içinde çok sayıda AKP ve MHP taraftarı işçinin olduğu söyleniyor. Ne var ki, tekel işçilerinin mücadelesi bu parti farklarını ortadan kaldırmış. İster MHP’li, ister AKP’li, ister CHP’li olsunlar, işçiler, partilere göre bir bölünmenin saçmalığını anlamış bulunuyor. Üstelik, MHP ve AKP’li işçiler, hızlı bir sınıf pratiği içinde, güvendikleri partilerinin nasıl karşılarında konumlandıklarını görmüş durumdalar. Ne var ki, bunu görmeleri, işçilere destek verdiğini söyleyen CHP’ye kaymalarına da yol açmıyor. Diğer yandan, mücadele öncesinde muhafazakâr-milliyetçi yönelimler içinde olan işçiler, Kürt işçi kardeşleriyle aynı çadırları paylaşırken milliyetçi önyargılarından da hızla sıyrılıyorlar. Dışardan herhangi bir bilinç taşımayla olmuyor bu gelişmeler. Sınıf mücadelesinin bizzat kendisi en büyük eğiticidir. Eğitmenlere değil, eğitici pratiklere ihtiyaç var.

Ulusalcısından, komünistine, anarşistinden Troçkistine, feministinden eşcinseline, CHP’lisinden Alevisine, Kürdüne, liberalinden, radikaline her renk, her eğilim, her ideoloji, her grup, her örgüt orada. Başka birzamanda, başka bir ortamda karşı karşıya gelseler birbirinin gözünü oyacak yüzlerce farklı eğilim, işçi çadırlarının çevresinde bir araya gelmiş, birbirleriyle didişmeye girmenin boşa kürek sallamak olacağının onlar da farkında. İşçi mücadelesi grupları bir araya getiriyor ve eğitiyor. Bu sefer eğitme sırası sınıfta. İşçi sınıfı onlara, “aklınızı başınıza toplayın, kavga edecek bir şey yok” diyor. “Ortak hedefler için bir araya gelin, farklılıklarınız olsun ama birbirinizi yemeyin” diyor. İşte bu, liberal değil, işçi sınıfı çoğulculuğudur. Sınıfın ve sınıf mücadelesinin gösterdiği bu iradeden herkesin, hepimizin öğreneceği çok şey var.

O sıkışıklıkta, o yoksunlukta, işçiler arasında tek bir kavga bile çıkmamış, işte hepimizi eğitecek bir önemli nokta daha. Tek tek bireyler olarak alsanız, eminim içlerinde çok geçimsiz insanlar da vardır işçilerin, ne ararsan bulabilirsin. Geçimsizini, burnundan kıl aldırmayanını, hır çıkarmak için bahane arayanını. Ama orada artık bireysel iradelerin bileşiminden oluşan kolektif bir irade var. Herkes bu sınıf iradesine ayak uydurmak zorunda. Bu mücadeleyi kazanmak istiyorsan sınıf tesanüdünü, kardeşliğini korumak zorundasın, bunun başka yolu yok.

Çevre esnafının işçilere verdiği destek olağanüstü. Çevredeki cafe ve barlar geceleri işçiler yararlansın diye kapılarını açık bırakıyor ya da anahtarlarını işçilere veriyorlarmış. Bu da geçmişe göre yeni bir gelişme. Esnaf genellikle işçi hareketlerini kendi küçük satış düzenine bir tehdit olarak algılamıştır geçmişte. Esnafın işçiye verdiği desteğin kıymetini bilmeli. Bu, genel olarak halkın, geçim kapılarını zorlayan devlete ve AKP hükümetine karşı işçileri tercih ettiğini ve hatta onları “öncü” bir güç olarak gördüğünü gösteriyor. “İşçi sınıfı öncülüğü”, kendilerini işçilerin yerine koyan örgütlerin programlarındaki bir kerameti menkul dogma olarak değil de, gerçekten işçi sınıfının eylemi olarak hayata geçtiğinde gerçek anlamına kavuşuyor.

Tekel işçileri, şu an sadece kendileri için değil, işçi sınıfının önemli bir kısmını doğrudan ilgilendiren 4c’nin kalkması için tüm sınıf adına da savaşıyor. Bu yüzden büyük bir mücadeledir bu, Türk-iş binasının çadırlarında somutlaşan ama ondan çok daha büyük ve geniş bir mücadele.

Tekel işçisinin mücadelesi, tam “her şey bitti mi artık, bir kıvılcım da mı yok” dendiği bir anda yanan birkıvılcımdır. Hayat böyle bir şeydir işte, tam her şey bitti dendiği an parlar yeniden.

■■■

Bu yazıyı yazmaya hazırlandığım günlerde iki arkadaş bana 3H hareketi diye bir şeyden söz ettiler. Bu kişiler, tekel işçilerine karşı bir protestoya girişmişler. İlgilendim. Bana gönderin ilgili linkleri dedim. Sağ olsunlar, göndermişler. Linkleri inceledim. On on beş kişi, belki yaptıkları eylemin haklılığına pek inanmadıklarından, belki de birilerinden dayak yemek korkusuyla, ellerindeki pankartları yarı yarıya yüzlerine tutarak gösteri yapıyorlardı, AKM önünde. Daha önce galiba Mecidiyeköy’de yapacaklarmış ama solcuların haber alıp kendilerine saldıracağı korkusuyla eylemin yerini değiştirmişler. Böyle bir aptallık yapmaya kalkacak dar kafalılar var mıdır (vardır!), bilmem. Bu kişilere saldırmayı düşünmek kadar büyük bir budalalık olamaz. Kendileri kendilerine saldırmışlar zaten. Bu genç insanlar, böyle bir eyleme katılmanın şaibesini ömürleri boyunca sırtlarında taşıyacaklar. Yazık, acıdım onlara.

Acımakla kalmadım, güldüm de. Bu liberal gençler, pankartlarında yazdıklarından gördüğüm kadarıyla, en büyük devlet savunucusu olarak çıkmışlar ortalığa:

“Devlet malı denizse, biz de domuzuz.”

Size şu kadarını söyleyeyim kısaca: “Devlet malı” dediğiniz şey babanızın malı değil, tekel işçileri de dahil olmak üzere emekçi insanların alınterinden birikmiş bir servettir. Bu “deniz”i asırlardır hortumlayan babalarınız ve babalarınızın silahlı gücü devlet, kendini savunabilmek için, aynı George Orwell’in Animal Farm‘ında olduğu gibi, sistemin bekçisi domuzları yetiştirmekten geri kalmamıştır. Bu anlamda sizin de bu “devlet malı”nın domuzları olarak ortalığa dökülmenizde şaşılacak bir şey yoktur. Sistemin bekçisi domuzlar teşhir edilmeyi hak ederler sadece.

Gün Zileli

13 Şubat 2010

Hakkında Gün Zileli

Okunası

İran-Türkiye “Fay Hattı”

Artıgerçek Sarsıntılı toplumsal gelişme ve değişimlerle yeryüzündeki sarsıntılı değişimler arasında bir benzerlik olduğu düşünülebilir. İkisi …

2 Yorumlar

  1. haydar
    13 Şubat 10 / 2pm
    #1
    vay domuzlar vay!!!

    feridun çeper
    15 Şubat 10 / 3am
    #2
    http://vimeo.com/9279795

    rakbulut
    15 Şubat 10 / 9am
    #3
    Tüm mesele Türkiyede bu yanardağları çoğaltmanın teorik ve pratik bileşkenlerini ve çekim merkezi haline gecek sol siyaseti ayakları üzerine dikebilmektir

    rakbulut
    15 Şubat 10 / 9am
    #4
    Bu bileşkenleri oluşturuken önemli bişeye dikkat etmek gerekiyo o da silahlı mücadele (küçük burjuva radikalleri) hastalğı. Bu tür bir mücadele bugünün türkiyesinde kitleleri mücadeleye soğutmaktan başka sonuç vermez. Dünyanın tüm toplumlar yeri geldiğinde en iyi savaşçılığı öğrenirler yeterki ikdarı istesinler.

    rosa
    16 Şubat 10 / 9am
    #5
    iktidar isteyenin silahı olmaz olur mu?
    silahı olmayan şiddet uygulamayan iktidar olur mu?

    rosa
    16 Şubat 10 / 9am
    #6
    iktidara gerek var mı?
    ne yapacağız iktidarı?

    rosa
    16 Şubat 10 / 9am
    #7
    biz kimiz ,biz niye iktidar oluruyoruz?

    rakbulut
    16 Şubat 10 / 1pm
    #8
    evet iktidarı isteyenin silahı olur ama buna iktadarı isteyen sınıf karar verir ve öncüsüyle birlikte savaş alanına çıkar

    rosa
    16 Şubat 10 / 1pm
    #9
    kusura bakma soru soruyorum sadece,
    kimkime niye öncülük yapıyor?
    bu politik elitizm değil mi?

    rakbulut
    16 Şubat 10 / 2pm
    #10
    Tarih sınıf savaşımını kaideye alır, dolayısıyla kişilerin, bir grubun, bir partinin iktidarı isteyip istememesi değildir, sınıf savaşımı iktarı hedef alır. burjuvazi nasıl geçmişte feodal soylularla savaşım yeni bir tarih yeni bir sınıf olarak ortaya çıktıysa bu dünyanın lanetlileride kendisi olanın efendisi olmak için sınıf savaşımı verir

    rakbulut
    16 Şubat 10 / 2pm
    #11
    dolasıyısıyla proleterya için iktidar vazgeçilmezdir

    rakbulut
    16 Şubat 10 / 2pm
    #12
    politik elitizm derken

    rosa
    16 Şubat 10 / 3pm
    #13
    yani ezilenlerin ne yapacağına karara veren, onlar adına iktidar kuranlar, elitist olmazlarmı?
    yani bu kitleler nesnedir, ne yapacaklarını bilemezler, biz iyisini bilkiriz anlamına gelmez mi?

    rakbulut
    16 Şubat 10 / 3pm
    #14
    tabiki ipler sınıf elinde olmalı

    rakbulut
    16 Şubat 10 / 3pm
    #15
    iktidar savaşı bir avuç öncünü savaşı değildir zaten bu ancak toplumsal bir devrimle olabilir

    rakbulut
    16 Şubat 10 / 3pm
    #16
    işte buda yukarıda yazdığılm gibi eskiyi radikal bir eleştirisini yapıp ayakları üzerinde duran bir yapıyı kurmaktır

    rosa
    16 Şubat 10 / 8pm
    #17
    sınıf savaşımı, iplerin sınıfın elinde olması sınıfın sınıf olmasını, yani işçinin işçi kalması anlamına gelmez mi?
    ücretli işçi kalmak iyi bir şey miki?
    daha doğrusu, sınıf ya da partiyi özne gerisini nesne yapmak yanlış değil midir?
    bu insan merkezli bir bakış olmaz mı?
    bunun yerine doğayı bir bütün görüp, bütün- parça bakmak bizi hem ekoloji,hem kadına , kültürel ve dilsel parça olduğumuzu unutturmadan doğa bütünü üzerinden birleştir mez mi?

    rakbulut
    16 Şubat 10 / 10pm
    #18
    evet proleterya sınıftır burvazinin özel mülkiete dayalı sistemeni yıkarak sosyalizmi kurduğu zaman sınıflar yok olacaktır

    rakbulut
    16 Şubat 10 / 11pm
    #19
    ve bu sınıf savaşımında prolerteryanın burjuvaziye karşı savaşına örgütten başka silahı yoktur

    rakbulut
    16 Şubat 10 / 11pm
    #20
    yukarıda söylediginiz doğa, ekoloji, kültür vb. sorunları kapitalist sistemde çözüm bulamassısnsz böyle bir birlikteliyi kurmak boşa kürek çekmek olacaktır çünkü sistem yıkarak yo ederek kaos üreterek kendini var ediyo.

    Duygu
    17 Şubat 10 / 12am
    #21
    Doga ve ekoloji sorunlari, kültürel sorunlar, kadin sorunu, escinsellerin sorunlari vb. kapitalizmden kaynaklanan sorunlar oldugunun bir kaniti var mi? Bence bu sorunlarin kaynagi kapitalizm degildir. Her biri ayri kapsam ve icerige sahip sorunlar. Sosyalizmde bu sorunlarin cözülecegine dair de bir belirti ben göremiyorum. Hele, Türkiye’deki olasi bir sosyalizm olacaksa cözülmeyip daha da katmerli hale gelecegini tahmin etmek hic zor gelmiyor insana

    rakbulut
    17 Şubat 10 / 12pm
    #22
    hiç bir şey bir bir birinden ayrı düşünülemez herşey birbirine baglıdır bu diyalektik yasadır

    rakbulut
    17 Şubat 10 / 12pm
    #23
    insanlar çok mutlu hayatlarından kapitalizm öyle güzelki. Dünyanın hiç bir tarihinde bu kadar zenginlik olmadı bu kadar yoksulukta olmadı bu yoksulluk ve safaletin sebebi kapitalist sitemdir

    rakbulut
    17 Şubat 10 / 12pm
    #24
    kapitalizm öldürür…

    rosa
    17 Şubat 10 / 12pm
    #25
    eğer sorunsalımıza neden olan şeyleri sadece iktidarın kötülüğüne bağlarsak ve bizimiktidarımızda daha iyi olacağını düşünürsek…
    bu aslında hiç bir sorun üzerine yeterince düşünmediğimiz anloamınagelir.
    hayata sadece ekonomik bakmak tıpkı kapitalistler gibi, onlara benzememize neden olur.
    karşıtımıza benzememkiçin onun gibi örgütlenmemeliyiz.
    şöyleki, onlar yönetiyor: emekçiler, işçiler, kadınlar ve doğa zarargörüyor, ve işşin muhatapları bu duruma sessiz kalıyor, yani atıl kalıyor.
    eğer bizde buişi özne-parti yani örgütümüz yapar diyorsak biz de emekçilere kadınlara işçilere güvenmiyoruz demektir. biz de onları edilgen bırakıyoruz demektir.
    o zaman hiç bir şeyi değiştiremeyeceğiz demektir.

    anton
    17 Şubat 10 / 1pm
    #26
    parti iradesini tüm toplumun iradesinin üzerine çıkarmak yanlış. eğer bir devrim olacaksa, bu devrimin temel başarısı ne ekonomik sistemi değiştirmek ne de ekoloji vb sorunları çözmek olamaz. devrim, insanların öz yönetimi öğrendikleri bir süreçtir. başlangıcı veya sonu olamaz. devrimci örgütlenmeler de bu durumu anlayamadıkları sürece kitlelere ayak bağı olacaklardır. yani ‘tarihi hızlandıran’ değil belki yavaşlatan…

    anton
    17 Şubat 10 / 1pm
    #27
    sınıf bilinci de öğrenilmez. ancak tecrübe edilir; tekel işçilerinin de şu sıralar içinde bulundukları durum buna örnek olabilir. ezilen sınıflar (veya etnisite, cinsiyet vesaire) içinde bulundukları durumu kavradıklarında, bu durumdan kurtulmak isteyebilirler. bunun yolu yordamı önceden belirli değildir. ancak devrimcilerin sürece dahil oldukları yer tam da bu mücadele kısmıdır. kitlelerin enerjisini devrimci bir bakış açısıyla devrimci bir mücadeleye dökebilirler. ancak sonradan yükselen dalgayı dizginlemek zorunda kalacaklardır (sscb örneği). zannedersem ana problem de buradadır. hangi dünyanın kurallarına göre oynayacaksın…

    rakbulut
    17 Şubat 10 / 3pm
    #28
    evet Türkiye devrimci harekertide geçmişin radikal eleştirsini yapmadığı sürece küçük burjuva radikalizmi kitleleri olamaya devam edecektir

    CEM BARLAS
    3 Mart 10 / 4pm
    #29
    Ortaya konulan eylemlilik süreci uzun zamandır ihtiyaç duyulan bir özlemi gidermesi anlamında yazdığınız gibi başarılı olmuş olabilir. Fakat gözardı edilmemesi gereken şey bu eylemliliğin özlük haklar için veriliyor oluşu. Evet tüm 4-C lileri ilgilendiriyor, diğer özelleştirme sonucu 4-C ye geçenleri ben çadırlarda destek için görmek isterdim. Ezilen kitle bence yine kendine lider yaratmıştır. bunda özellikle medyanın desteğini görmezden gelmek yanlış olacaktır. Her haber kanalı otuz gün boyunca bültenin 8-10 dakikasını bu konuya ayırdı. Sistem yanlısı bu medya özellikle milli sermaya tarafının savunuculuğunu yapmakta ve Tekel eylemliliğini bu amaçla kullandı.

    Burada demek istediğim şahsım adına bu eylemlillik sürecine karşı değilim. Ancak bu süreci büyütmek ve sınıfın yeniden ayağa kalktığı şeklindede yorumlamak, hata olacaktır. Temelde bu eylem özlük haklar için yapılan bir eylemliliktir. Özelleştirme süreci, pasif sendikacılıkla, temel hak ve talaplerle ilgili bir eylem değildir. Diyelim ki yazınızda belittiğiniz gibi görsek bile elde edilecek basit kazanımlarla Tekel çalışanları alanları terk edecektir. Bunun sonucu ezilen kitle mücadesine ciddi zararlar verecektir. Sistemin karşısında sol bir duruş sergileyen bizlerin mücadelesi basite indirgenmiş olacaktır. Burada kastettiğim sosyalizm, genel grev gibi olgular değil, zaten yaşadığımız bu koşullarda kısa ve orta vadede böyle beklentiler içine girmek sonuçta getirmez.
    Tekel eylemlilik sürecine pek tabi karşı değilim ama aktif olarak yanlarında olmak ta benim açımdan doğru gelmiyor. Arkadaşlarımla bu konuyu internet üzerinden yaklaşık bir aydır tartışıyoruz. Ortaya net birşey çıkmış değil. Tek açıkca ortaya çıkan fikir sizinde belittiğiniz gibi kitlesel eylemlerde şiddet içermemesi. Bu halkın tüm kesimlerinde sempati ile karşılanmakta. Bir diğer faktörde medyada geniş yer alabilmesi. Buradaki kastım sol basın değil. Zaten soldan hayata bakan insanlar olanları internetten ve sosyalist basından takip edebiliyor. Önemli olan halkın dikkatini çekebilmek ve birbirlerini tanımalarını sağlayabilmek.
    Tekel eylemlilik sürecinin en büyük katkısı bence artık sınıf dediğimiz kavramın sadece işçileri değil;memur, mavi yakalı çalışanlar , işsizler, köylüler ve sol kitleyi birbirine yakınlaştırmış olmasıdır. Bunun üzerinden birşeyler üretilmesi faydalı olacaktır diye düşünüyorum. Herkese mutluluklar.