Pişkin Bir Milliyetçinin Hezeyanı! (Ersen Olgaç)

Marksistler neden polemik yapmak zorunda kalırlar? Ezilenleri sermayenin boyunduruğundan kurtarmak mücadelesinde aynı cepheden görünerek bu mücadeleyi sekteye uğratmaya çalışanları ideolojik olarak silahsızlandırmak, kadrolar ve yığınlar arasında etki alanlarını kurutabilmek için. ”Hayat Bizi 3. Cepheye Çağırıyor” başlıklı yazımızda sermayenin başlıca iki politik ayağı olan AKP ve CHP arasındaki kavgada, politik yaklaşımları ’sol’ liberal ve ulusalcılık olarak karşımıza çıkan çizgileri mahkum etmiş, bunlara karşı ezilenlerin 3. Cephesini savunmuştuk. Ulusalcı kesimin sosyalizm anlayışının başlıca temsilcisi olarak TKP’yi eleştirirken, ondan daha hızlı bir ulusalcının  milliyetçi söylemlerine de yanıt vermiştik. Merdan Yanardağ adlı bu ulusalcı, eleştirilerimizin ne kadar yerinde olduğunu yanıtıyla kanıtlamış oldu. Önce seviyeli bir edayla, bir medya kanalının kurallarını tekrarlar gibi, polemik sözcüğünün ’söz dalaşı’ olduğunu ve sosyalistler arasında ancak tartışma yapılması  gerektiğini  hatırlatıyor. Biz de ona devrimci bir kuralı hatırlatalım: tartışma ortak paydaları olan kişi, eğilim, grup ve örgütler arasında olur. Bizce Yanardağ’ın düşünceleri bu toplumun ezilenleri için gerici ve milliyetçi bir içerik taşıdığından, polemik konusu olmaya hak kazanmıştır.

Ulusalcımızın bütün gevelemeleri bir tek kapıya çıkıyor: ”Ya AKP’ye karşı Yurtsever cephede olursunuz, ya da ’Sol’ liberalsiniz!”  Gerek daha önceki yazısı ve gerekse bize verdiği yanıttaki tüm gerekçelerin son istasyonu budur. Peki biz ne diyoruz: ” Devletten ve sermayeden bağımsızlaştırabileceğimiz tüm kapitalizm karşıtı devrimci ya da muhalif kutupları bir araya getirmek gerek.” İşte polemik konusunun özü budur. Sermayeyi bir bütün olarak görmediğin, devleti en başta ordu olmak üzere gölgede bıraktığın için, devrimci değil reformistsin, enternasyonalist değil, milliyetçisin. Bu noktada tartışma olmaz, ancak polemiklerin en acımasızı kendini dayatır, çünkü ezilenlerin kurtuluşu Yurtsever Cephe adı altında milliyetçi ve sefil projelerle ipotek altına alınamaz.

Milliyetçi muhatabımız için iki cephe vardır: Yurtsever Cephe ve Liberal Cephe. Birinciden yana değilsen ikincidensin. Milliyetçi bir küçük burjuva kafasının devrimci marksistlerin ezilenlerin 3. Cephesinden yana olmasını  elbette kavrayamaz.

“Bugün insanlığın ilerici birikimine, aydınlanmanın ve Cumhuriyet‘in kazanımlarına ve laikliğe yönelik saldırılar karşısında gönül rahatlığıyla bir “üçüncü yol” önerebilir miyiz? Bu ülke gerçek anlamda ve yeterince laik olmasa bile, gericilikle insan aklının özgürlüşmesi arasında süren bir çarpışmada sosyalizm adına tarafsız kalınabilir mi? Bana göre hayır!”

Cumhuriyet dediği, finans-kapital üreticisi devletin bir asıra yaklaşan diktatörlüğünü gizleyerek, üst yapı kurumlarının bekçiliğine soyunmak devrimcilik olamaz. Milliyetçi sefilliğin en gelişkin örneğini temsil eden beyimiz,”Cumhuriyetin kazanımları”nı savunmak adına devlet bekçiliğine gerekçeyle soyunuyormuş:

”Marksistler, Fransız burjuzavisi 1789’dan sonra işçileri günde 18 saat çalıştırdı, kadın ve çocuk emeğini acımasızca sömürdü, ayaklanan işçilere karşı katliamlar düzenledi, Paris Komünü’nü kanla bastırdı diye Fransız Devrimi’nin tarihsel önemini, değerini ve insanlık tarihine eklediği ilerici kazanımları inkar edip yok mu sayıyorlar?” Evet yok saymıyorlar! Ancak dönemleri bilinçli olarak karıştıranlar böyle milliyetçi bir söyleme sarılır. 1789 sonrasının Fransız burjuvazisi ile 1923 yılının Anadolu burjuvazisi arasındaki farkı sosyalizmin ilkokul öğrencileri bile bilir. Burjuva demokratik devrimler çağında devrimci barutunu tüketmemiş bir burjuvazi feodalizmin tasfiyesinde önderlik yaparken, yirminci yüzyılda aynı burjuvazi feodalizmle ittifak içindeydi. Ekim devriminin açtığı yoldan ilerleyen dünya ve özellikle Avrupa proletaryası sosyalist devrimlerin eşiğine gelmişti. Bir dünya devrimi hayal değil gerçekti. Burnumuzun dibinde Rus proletaryası burjuvaziyi devirerek sosyalist bir devrimi gerçekleştirdiği bir çağda, Anadolu’da burjuva ideolojisinin temsilcisi Kemalizmin bir burjuva devrimini gerçekleştirmesi mümkün müydü? Ancak işçi sınıfının ve onun ideolojisinin önderliği altında proleter bir devrim demokratik devrimi tamamlayabilirdi. Bu yüzden   Batıda aydınlanmanın önderi olan burjuvazi, doğuda karanlığın önderidir. ”Cumhuriyetin kazanımları, laiklik ve aydınlanmayı” savunmak gerektiğini vurgulayan milliyetçimiz, Türkiye’de burjuvazinin temsilcisi olan Kemalist iktidarın sadece sermaye egemenliğinin yaşam alanı kadar bir üstyapı reformlarıyla yetinmesine tapınıyor. 1923 iktisat kongresi ertesinde devrimler adı altında atılan adımlar, Türk burjuvazisinin kendi egemenlik yolunu açmak için gerekliydi ve egemenliğini bir yandan sınırlı burjuva üst yapı reformları yaparak ve diğer yandan da antik toplumdan miras kalan tefeci-bezirgan sermaye  ve kapitalizm öncesi artığı taşra mütegallibesi ile ittifak sayesinde koruyabilmiştir.  Bu yüzden de Cumhuriyet tarihinde bir burjuva devriminin en temel gereği olan toprak reformu gündeme gelmediği gibi, toprak reformu  talebiyle komünizm 1960’lara kadar eş anlamlı görülmüştür.

Yanardağ’ın özenle vurguladığı ”gericilikle insan aklının özgürlüşmesi arasında süren bir çarpışma” kimler arasında cereyan ediyor?  Komünist sol, siyaset sahnesinde henüz belirleyici bir rol oynayamadığına göre, bu ’çarpışma’nın tarafları toplumsal yarılmanın taraflarıdır. Bunlar da temel olarak AKP ve CHP/Genel Kurmay cephesidir. Burada ’tarafsız’ kalınmayacak ve ”Cumhuriyet’in kazanımları”nı korumak için saf tutulacakmış. ”Burjuvazinin gerici kanadına yürütülecek mücadele, aynı zamanda kendi geleneklerine ve devrimine ihanet eden sermaye kliğine karşı da esaslı bir savaş olacak”mış!  Yakınmana gerek yok!  Çünkü burjuvazinin gerici ve ilerici diye kanatları yok. Burjuvazinin ’gerici kanadı’ dediğin anda bunun karşısında adını  koymaya utandığın ilerici kanadı da var demektir. Bu kesim ise,  ne geleneklerine ne de ’devrim’ine ihanet etti. Çünkü senin özlediğin burjuvazinin ’geleneklerini ve devrimci mirasını’ aynı burjuvazinin mezar kazıcısı olan proletarya 1800’lerin başlarında elinden aldı. Bu yüzden yirminci yüzyıldaki burjuva devrimleri işçi sınıfı önderliğinde gerçekleşen proleter devrimlerin bir yan görevi olarak tamamlandı. İşçi sınıfı sadece ezilenlerin iktidarı için mücadele eder ve iktidara geldikten sonra bir işçi devleti olarak köylülüğün desteğiyle demokratik devrimin görevlerini de yerine getirir.

”Üçüncü  yol değil, yurtsever devrimci cephe” sloganına sarılan milliyetçimiz, Marksizmin çöplüğüne atılmış olan asgari program anlayışını adını koymadan ”yurtseverlik”, ”anti-emperyalizm”,  ”Cumhuriyetin kazanımları”, ”aydınlanma”, ”laiklik” vs. gibi küçük burjuva ilericiliğini gıdıklayarak Marksizm diye önümüze sürüyor. Doğrusunu söylemek gerekirse, ayrı saflarda olduğumuz ve eleştirdiğimiz TKP bile bu denli sefil bir konuma düşmedi.

Bizler Devrimci Marksizmin yüklediği görevleri  bizzat yaşamdan yola çıkarak şöyle savunuyoruz:

”Kapitalizmle sosyalizm arasında bir orta yol teklif ediyor değiliz. Kapitalizmle sosyalizm arasında bir orta yol yok…Türkiye siyasetindeki  mevcut hakim kutuplaşmanın emekçileri de içine çekerek , emekçileri taraflaştırarak  süregitmesi karşısında emekçilerin muhalefetinin toplanacağı başka odak teklifidir. Dolayısıyla 3. Terimi burada ulusalcı otoriter bir sermaye kutbu ile muhafazakar liberal küreselci bir sermaye kutbu arasında dağılmış, bunlar arasında kamplaşmış emek güçlerine, bir emek ve özgürlük bloğunda toplanmalarını önerme teklifidir. Kimi görüşlere göre bu iki kutup aslında yapaydır,  yüzeyseldir: aslında iki kutup yoktur, sonuçta bir emek ve sermaye kutuplaşması içinde sorunu çözmek  çok daha basittir. Fakat ben bunun bu basitlik düzeyinde yaşanmadığını düşünüyorum. Çünkü bu kutupsallaşma  salt iktisadi ya da sosyal  düzeyde değil, aynı zamanda kültürel düzeyde , toplumsal düzeyde , dünya görüşü düzeyinde , yaşam tarzı düzeyinde yaşanan ve Türkiye’de neredeyse  -çok kuvvetli bir sözcük olsa bile-  pasif bir iç savaş biçiminde süregiden kutupsallaşmayı biz sadece iki sermaye kutbu arasındaki geçici bir kamplaşma olarak göremeyiz. Bu aslında Türkiye’nin 100 yıllık meselesi.Tanzimat’tan bu yana sürüp giden bu kutupsalllaşma ve Türkiye’nin bütün politik toplumsal gerilimleri ne yazık ki bu hakim eksen etrafında dönüyor. Bizim teklifimiz bu hakim ekseni aşan, bunun ötesine seslenen ve anti-kapitalist bir programla bir özgürlük programını bağdaştıran bir programatik eksen kurma ve emekçileri burada toplanmaya çağırmak demek.

Bu basitçe demokratik devrim, sosyalist devrim aşamalı süreci değildir. Tersine kesintisiz devrim perspektifi içerisinde bunu görmeliyiz.” (Ertuğrul Kürkçü, Dayanışma Gazetesi, 1 Haziran 2010)

İşçileri, emekçileri, kadın ve Kürt ulusal kurtuluş hareketini de kapsamayı hedefleyen bu üçüncü cepheye Emek ve Özgürlük cephesi diyoruz. Yurtsever Cephe savunucuları, adından da belli olduğu gibi düşmanı dışarıda ararken, Emek ve Özgürlük cephesi yerli ya da yabancı ayırımı yapmadan finans-kapital cephesini hedef alıyor. Kürt kurtuluş hareketinin bir yandan ulusal mücadelenin sınırlarına hapsedilemeyecek bir potansiyel ve sol damar taşıması ve diğer yandan da özellikle batı metrepollerindeki Kürt yoksullarının toplumsal kurtuluş özlemleri Ekmek ve Özgürlük cephesi için zengin bir dinamiklik teşkil edecektir.

İşte ezilenleri sosyalist bir devrime doğru taşıyacak bir geçiş programının içinde yaşadığımız  toplumun kodlarına uygun perspektifi budur.

Bizim bu son derece açık çizgimizin ’Hayat Bizi 3. Cephe’ye Çağırıyor’ başlığıyla dile getirildiği yazımıza, ”entellektüel sefillik”, ”utanmazlık” gibi  provakatif kavramların arkasına gizlenerek saldıran sosyalist maskeli milliyetçimiz, şu satırlarımıza  bakarak mı bizi utangaç liberallikle suçluyor?

”Ezilenlerin kurtuluşu uğruna mücadelede tek engel ulusalcı sol değil. Taraf gazetesinin belirli kesimler üzerinde yarattığı ideolojik hegemonyadan nasibini alan sol çevreler de var. Batı tipi bir burjuva demokrasisinin tüm mekanizmalarıyla eksizsiz işleyebilmesini sağlamak için çaba gösterdiğini iddia eden Taraf’ın burjuvazi saflarındaki herhangi bir yayından farkı,  kendi içine kimi eski solcuları da katmış olması ve bunlar aracılığıyla sosyalist hareket üzerinde kendi çizgisi doğrultusunda etki yaratmaya çalışmasıdır. Türkiye’de geleneksel bürokratik yapının etkisi kırılacak, ordunun vesayeti kaldırılacak ve ‘şeffaf’ bir toplum yaratılacak. Böylece batılı ve yerli sermayenin güven duymasıyla yatırımlar artacak ve Türkiye işsizliğin ve yoksulluğun ortadan kalktığı bir bolluk ve zenginlik diyarı olacak. Bu illüzyonun Avrupa kapitalizmi ve hayal edilen burjuva demokrasisi hakkında yeterince bilgisi ve deneyimi olmayan apolitik insanlar üzerinde belirli bir etki yaratması anlaşılabilir birşeydir.  Ancak burada söz konusu olan sosyalistlik ve hatta marksistlik iddia eden kimi kesimlerin bu liberal ideolojik taarruzun etkisiyle, burjuva ideolojisine eklemlenmeleridir.” Bunları söylediğimiz için mi  şu iğrenç iftiraya maruz kalıyoruz? ”Sakın arkadaşımız, utangaç bir şekilde liberal çevrelerde, ”sol sosyete” içinde kendisine beceriksizce alan açmaya çalışıyor olmasın?” Yazısının başında ağırbaşlı bir tartışmacı edasıyla polemik kavramını şu şekilde tanımlıyor milliyetçimiz: ”Polemik, kabaca herhangi bir etik taşımaksızın ve gerektiğinde yalana, çarpıtmaya ve demagojiye de başvurarak karşısındakini yenilgiye uğratmayı ya da küçük düşürmeyi amaçlayan bir eylemdir.”

Evet anlattığın kendi hikayendir!

Ersen Olgaç

Hakkında Gün Zileli

Okunası

Fikret Başkaya / Büyüme Değil (Küçülme)

“Sınırlı bir dünyada sınırsız büyümenin mümkün olduğuna inanan, deli değilse iktisatçıdır”                                                                                                           Kenneth Boulding Ekonomik …