Bitmeyen Tarih (Ersen Olgaç)

Bitmeyen Tarih[1]


 

 

 

 

 

“Burjuvazinin çığırtkanları şu deyimi pek severler:’ ölenler hakkında ya laf etmeyin, ya da iyi şeyler söyleyiniz.’ Fakat proletaryanın, ister yaşasın isterse ölmüş olsun siyasete girenler hakkında gerçeği bilmeğe ihtiyacı vardır.” (Lenin)


 

Geçen yüzyılın ilk çeyreğinde, insanlık ilk kez sınıfsız ve özgür bir dünya özlemini  gerçeğe dönüştürmenin eşiğine yaklaşmıştı. Ekim devriminin yarattığı coşku dünyanın siyahlarını, beyazlarını ve sarılarını tek bir hedef için, baskısız, sömürüsüz bir gelecek için, dünya devrimi için Üçüncü Enternasyonal’in sancağı altında toplamaya başladı. Ancak beş kıtada milyonlarca emekçiyi kucaklayan bu devrimci atılım, Üçüncü Enternasyonal’in ilk dört kongresinden sonra, ’sosyalizmin vatanı’nı savunmaya dönüştü. Yetmiş yıla yakın bir süre yaşanan bir yığın dalgalanmalardan sonra, Ekim devriminin son kalıntıları da tarih sahnesinden silindi.

Ekim Devrimi’nden sonra Lenin, ilk kurulan Bolşevik hükümetin tüm Avrupa’nın en entellektüel hükümeti olmasından gururla söz ediyordu. Eşit olmayan ve birleşik gelişme yasasının doğal bir sonucu olarak, Avrupa’nın en geri ülkesi, en gelişkin ve ileri devrimci önderleri yetiştirebiliyordu. Avrupa’nın en ileri ideolojisi Rusya’ya, en ileri teknolojisi de Amerika’ya ihraç edildiği için bu sonuca ulaşıldı. Ama bu ileri ideolojinin ürünü olan devrimci süreci izleyen döneme damgasını vuran, o geri ülkenin ileri önderleri değil, geriliğin bizzat kendisi oldu. Plekhanov tarihte kişilerin rolünü incelerken, belirli politik görevin yerine getirilmesi için tarihsel koşulların o görevleri yerine getirecek önderleri de yarattığını vurgular.. Ekim Devrimi dönemi Lenin, Troçki, Radek, Buharin, Lunaçarski, Rakovski gibi önderlere gereksinme duyuyordu ve onları ön plana çıkaracak koşulları yarattı. Daha sonraki tarihsel dönem de kendine uygun, daha doğrusu layık önderleri öne çıkardı.

Yoldaşları, muhalifleri ve çağdaşları tarafından hiçbir şekilde büyük bir lider, ya da Bolşevik önder sıfatına layık görülmeyen Stalin, bunların başında gelir. ’Eserler’ adı altında yayınlanan ciltler incelendiğinde, Marx’ın Kapital‘i ile hayatının sonlarına doğru tanıştığı kanıtlanabilir.

Marksizm adı altında geliştirdiği vulgar teoriyle, politika, felsefe ve edebiyat arasındaki mesafeyi kısaltarak, teoriyi pratik kurallar düzeyine indirgemiş ve  Marksizmi bayağılaştırmış, bilim, tarih ve sanatı politikanın hizmetkarları haline getirmiştir.

Stalin döneminde doğa bilimlerinin önüne engeller koyuldu ve bilimsel çalışmalar baltalandı. Kvantum, rölativite ve kimyadaki resonans  teorileri burjuva teorileri olarak eleştirildi. Sibernetik ve psikoanaliz bilim dünyasından çıkarıldı. Sovyet yöneticilerinin gözünde Einstein ve Freud tehlikeli kozmopolitik kişilikler görünümündeydi. Bilim ‘burjuva’ ve ‘proleter’ diye iki kategoriye ayrıldı. Şoştokoviç, Prokofiev, Muradeli, Kabalevski ve Khaçaturyan’ın yaptığı müziği ‘yoz’ olmakla suçlayan Zhdanov, soyut resim sanatına da saldırdı. Kadın hakları kısıtlandı. Boşanma yasası aile hayatını teşvik edecek biçimde ayarlandı. Kürtaj yasadışı ilan edildi. eşcinsellik ahlaksızlık sayıldı. Sanat ve edebiyata sosyal realizm adına her türlü müdahalede bulunuldu. Zhdanov’un Leningrad’lı şair Anna Ahmatova’nın kişiliğine yönelik saldırısı, kendi düzeyini açığa vurması açısından öğreticidir: ”bu kadın bir rahibe mi yoksa düşüğün teki mi? Bunu bilebilmek zor.”[2]. Enformasyon, politika, kültür, teori, ideoloji, ekonomi ve bilim dahil yaşamın tüm alanlarındaki faaliyetler üzerindeki sansür ve baskı uygulanarak  yaratıcılık ruhu öldürüldü.

Ama bunlar, karanlık resmin sadece bir yanıdır. Bu yazı resmin vahşi ve gaddar olan ikinci yarısının hikayesidir. Bunun pek zevkli bir iş olmadığını da itiraf etmeliyiz. Esas olarak eski Bolşevik kuşağın yokedilmesi sürecini vurgulamakla birlikte, konunun çok geniş bir alanı kapsaması nedeniyle, kimi yerlerdeki açıklamalar genel ve sınırlı bir düzeyde kaldı. Bu arada İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Doğu Avrupa’da kurulan işçi devletlerinde 1936-38 Moskova duruşmalarının bir tekrarı olan 1950-52 mahkemelerinin de ayrıca ele alınması gerektiğine inanıyoruz. Kulaktan duyma ve yazılı kaynağı olmayan tek bir satırın bile yazıya dahil edilmemesine özel bir itina gösterilmiştir. Buna rağmen, dipnotlarla okuyucuyu boğmak yerine, kaynakları yazının sonundaki bibliyografyada  sıralamayı daha uygun bulduk. Bu alanda oldukça bol olan literatür arasından özellikle Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra gizli arşivlerin bir dönem için açılması yazdıklarımızın doğruluğunu pekiştiren bir gelişme oldu.

Milliyetçiliğin ve Bürokratik Diktatörlüğün Teorisi:

Tek Ülkede Sosyalizm

Dünya Ekim Devriminin yıkılış tarihi olarak 1990 yılını bilir. Oysa ki, yıkılan Ekim Devriminden geriye kalan tek ve son miras olan üretim araçlarının kollektif mülkiyetiydi. Ekim Devrimi 1921’den başlayarak ve1920’lerin ortasında da pekişerek, çoktan çöküş sürecine girmişti.

Bu çöküş sürecinin ideolojik ifadesi Stalinizmdir. Stalinizmi salt baskıcı bir yönetim, sosyalizmin demokratik ilkelerini ihlal eden bir yöntem olarak düşünenler, Stalinizmden hiçbir sey anlamayan küçük burjuva kafalardır. İnsanlığın 1917’de yakaladığı bu büyük tarihsel fırsatın yitirilmesini ve yirminci yüzyılın  trajedisini anlayabilmek için Stalinizmin bir bütün olarak kavranması gerekir.

Stalinizm, ulusal planda burjuvazinin ekonomik olarak, proletaryanın da politik olarak mülksüzleşmesini temsil eden tecrit durumundaki geri bir ülkedeki bürokratik diktatörlüğün adıdır. Stalinizmin bu konumu onu, tek ülkede sosyalizm gibi milliyetçi bir teoriyle donatmak zorunda bırakmıştır.

Bu teori, yani tek ülkede sosyalizm teorisi aslında Sovyet bürokrasinin, Avrupa devriminin yenilgisini fırsat bilerek, kendi varlığını garanti, güvenlik ve istikrar altına alabilmek için geliştirilmişti.

Aslında Avrupa Marksizminin seçkin bir bölümünü oluşturan Rus Marksistlerinin bu konudaki düşünceleri eskiden beri açık ve netti. Onlara göre, gelişmiş sanayii ülkelerinin yardım ve desteği olmadan, Rusya gibi geri bir toplumda sosyalizmin, yani sınıfsız toplumun kurulamayacağı tartışmasız en temel Marksist düşünceydi. Üçüncü Enternasyonal’in ilk dört kongresinin kararları, Lenin’in yazı ve konuşmaları bu konudaki en açık belgelerdir. Hatta Stalin bile, 1924 yılında, “ileri ülkelerin proleterlerinin ortak çabası olmadan sosyalizmin tek bir ülkede zaferi mümkün müdür?” diye soruyor ve yanıtı yine kendisi veriyordu:  “Hayır, mümkün değildir! Burjuvaziyi tasfiye etmek için….ve sosyalist üretim organizasyonunu gerçekleştirmek için  tek bir ülkenin harcadığı çabalar özellikle de Rusya gibi geri bir tarım ülkesinin çabaları yeterli değildir.”[3] Ancak altı ay sonra yayınladığı Leninizmin Problemleri’nde yaptığı bir değişiklikle zaferi kazanan proletaryanın tek ülkenin sınırları içinde sosyalizmi kurabileceğini savunur. Daha önceki “sosyalizmin tek ülkede kurulmasının olanaksız” olduğunu vurguladığı Leninizmin Esasları adlı broşürünü ise, toplattırır.

Tek ülkede sosyalizmin kurulamayacağı o denli açık bir marksist ilkedir ki, Kautsky, Martov ve Plekhanov’un Bolşeviklerin iktidarı almalarına karşı çıkışlarındaki en büyük gerekçe buradan kaynaklanıyordu. Rus Bolşeviklerinin ve hatta Menşeviklerin bile baştan beri savundukları bu temel marksist tezden bu köklü kopuş, o denli büyük bir değişikliği ve teorik revizyonu içeriyordu ki, Zinovyev ve Kamenev bile tepki göstermekte gecikmediler.

O dönemde tek ülkede sosyalizm tezine yatkın olan Buharin bile, Marksizmden bu köklü kopuşun yaratabileceği olumsuz sonuçları hatırlatmak sorumluluğu duyacaktır: “Eğer olanaklarımızı abartırsak, uluslararası devrime tükürecek bir eğilimin doğma tehlikesiyle karşı karşıyayız demektir. Böylesi bir eğilim, kendi özgün ideolojisini, bir tür “milli bolşevizm”i, ya da ona benzer bir şeyi yaratabilir ve buradan çok daha zararlı bir dizi düşünceye hızla varabilir.”[4]

 

İşçi sınıfının iktidara geçtiği geri bir ülkede, bir köylü ülkesinde sosyalizmin ve hatta komünizmin kurulabileceğinin ilan edilmesinin sonucu olarak ortaya çıkan milliyetçi komünizm anlayışının, Komintern aracılığıyla dünya komünist hareketine aşılanması, marksizmle resmi ideoloji arasındaki kesin kopuşun boyutlarını dünya ölçüsüne vardırdı. Artık milliyetçi komünizm tek ülkede sosyalizm sloganı ile malum kaderine doğru ilerleyebilirdi.

Uygarlık düzeyi fethettikleri ülkenin insanlarının uygarlık düzeyinden daha düşük olan fatihler, yenilgiye uğrattıkları milletin uygarlığını kabul etmek zorunda kalırlar. Aynı durum toplumsal sınıflar açısından da geçerlidir. Ekim Devrimi Çarlık düzeni paramparça ederek tarihin çöplüğüne atmıştı; Lenin, Çarlık bürokrasisinin kültürünün düşük olduğunu, ama bu kültürün sorumlu Bolşevik idarecilerin kültüründen yüksek olduğunu söylerken çok haklıydı. “Komünist önderlerde ne eksiktir: kültür. Moskova’yı ele alalım: 4700 komünist önder ve devasa bir bürokrat kitlesi. Kim yönetiyor ve kim yönetiliyor. Komünistlerin  yönettiğinin söylenebileceğinden çok kuşkuluyum. Onların yönetildiğini söyleyebilirim.”3

“Devlet cihazımız önemli ölçüde geçmişin bir devamıdır ve herhangi bir ciddi değişikliğe uğramamıştır. Sadece yüzeyde bazı şeylere dokunulmuş fakat tüm diğer açılardan eski devlet cihazımızın tipik bir kalıntısıdır…. Sanki, söförün istediği yönde değil, başkasının istediği yönde giden bir otomobil gibi, cihaz onu yönetene itaat etmiyor.4

 

İşte Sovyet devletindeki yozlaşmanın objektif tohumları bu gerçekte yatıyor.  Çünkü lanetli geçmiş, kendisinden kopmak isteyen devrimci gelecekten intikamını böyle alıyordu. Rus devriminin içine düştüğü bu paradoks, Stalin’in kişiliğinde somutlaşıyor, ete ve kemiğe bürünüyordu. Stalin, Lenin’in sözünü ettiği eski yöneticilerden kültür düzeyi bakımından daha düşük olan yeni idarecileri ve yöneticileri benimsemeyi en iyi temsil eden kişiydi. Bunlar, farkında olmadan eskinin davranış ve alışkanlıklarını en iyi şekilde benimsemiş unsurlardı. Partinin en üst organları olan Merkez Komitesi ve Politbüro da bu özelliklere uygun olan Kaganoviç, Kossior, Kuibyşev, Rudzutak, Mikoyan, Andreyev, Voroşilov ve Molotov gibi kişilerle donatılacaktı.

Bürokratik Dejenerasyondan Rus Termidoruna

 

 

Ekim Devrimi insanlığın düşlediği yeni toplumu yaratma yolunda büyük bir adım olduğu için, tüm dünyanın çalışan ve ezilen yığınlarının önemli bir kesimince coşkuyla karşılandı. Devrimin amacı, sınıf sömürüsünü ortadan kaldırmak ve sosyalist temeller üzerine oturan yeni bir toplum biçimi yaratmaktı. Ancak Paris Komününü saymazsak proletaryanın tarihte kesin olarak ilk kez iktidarı ele geçirdiği bu toplum geriliği de temsil ediyordu. Oysa ki, düşlenen yeni toplumun kuruluşuna geçmek için ileri bir kapitalizm, yüksek bir teknoloji ve gelişmiş bir proletaryanın varlığı gerekiyordu. Bu koşullar ise, Rusya’da değil, Batı Avrupa ülkelerinde vardı. Rusya’nın tecritten kurtulması , devrimin Batı Avrupa’ya yayılmasına bağlıydı. Rusya, dünyada ilk sosyalist devrimi başlatma gibi, cesur bir adım atmıştı; Fransız, İngiliz ve diğer Avrupa işçileri daha ileri adımlar atarak, kendi ülkelerinde iktidarı ele geçirecekler ve başta Alman işçileri olmak üzere Rus işçilerinin yardımına koşacaklardı. Böylece Batı Avrupa’nın üstün teknolojisi ve yüksek kültürü Rus devrimini tecrit çemberinden kurtaracak ve sosyalizmin kuruluşunu kolaylaştıracaktı. Gelişmiş ülkelerin proletaryası sadece Rusya’nın yardımına koşmakla kalmayacak, fakat aynı zamanda Çin, Hindistan gibi diğer geri kalmış ülkeleri de sosyalist devrime yöneltecekti. Rusya başlamıştı, Avrupa devam edecekti ve de ezilen ülkeler devrime yetişecekti. Böylece dünya ölçüsünde yeni bir sosyalist toplumun kuruluşuna doğru adımlar atılacaktı. Başta Lenin ve Troçki olmak üzere, Bolşevik önderlerin değerlendirmeleri böyle bir öngörüye ve umuda dayanıyordu.

En başta, İkinci Enternasyonal’in geleneksel Sosyal Demokrat partileri ve bunlara bağlı sendikaların bürokratik önderliklerinin burjuva toplumlarıyla bütünleşmeleri ve üyelerinin büyük kısmı Sosyal Demokrasiden gelen tecrübesiz, genç komünist partilerinin Rus devriminden gerekli dersleri çıkaramamaları nedeniyle, Avrupa devrimi her cephede yenilgiye uğradı. Macar Sovyeti ve Polonya ayaklanması ezildi, İtalyan Komünist Partisi tereddütler geçirerek kritik momenti kaçırdı ve en önemlisi Alman devrimi iki kez bastırıldı. Kısacası Avrupa proletaryası, ileri teknoloji ve yüksek kültür düzeyini Rusya’ya taşıyamadı, Rus işçilerinin yardımına koşamadı.

Avrupa devriminin yenilgisi, Sovyetler Birliği’nde bir başka oluşumun ortaya çıkmasına katkıda da bulunmuş oldu: b ü r o k r a t i k l e ş m e. Bu oluşumu iyi kavrayabilmek için, devrimden sonraki devlet cihazı sorununun çözümüne nasıl yaklaşıldığına, kısaca da olsa bakmak gerek.

Lenin, Nisan Tezleri ile sosyalist devrim perspektifine geçince, devlet ve devrim ilişkisini aydınlığa çıkarmak için çalışmaya koyuldu. Ekim devriminden hemen önce sonuçlanan bu çalışmanın ürünü Devlet ve Devrim oldu. Burada Lenin, proletaryanın sadece devrimi gerçekleştirmekle kalmayıp, egemen sınıfların devlet cihazını da yok edeceğini vurguladı. Devrimle, devletsiz komünist toplum arasındaki geçiş döneminde özel bir devlet biçimi olacaktı. Lenin buna “yarı devlet” adını verdi. Burjuva devletinin yerine geçecek olan bu yeni “yarı devlet” biçimi ise, Paris Komünü biçiminde örgütlenecekti: mevcut ordu dağıtılacak, yerine silahlı halk örgütlenmesi geçecek; yüksek devlet memurları ve polisler seçimle işbaşına gelecek ve seçmenlerce görevden alınabilecekti. Devlet sektöründe çalışanlarla işçiler arasında gelir farkı olmayacaktı. Hiç kimseye kalifiye bir işçiden daha yüksek maaş ödenmemesi ilkesini Lenin, bu “yarı devlet”in en açık ve belki de en önemli ilkesi olarak görmekteydi .

Daha önce Sovyet rejimi tarafından geri çağırılan, teknisyenler, burjuva uzmanlar ve bürokratlar iç savaşın sona ermesiyle bu kez kendileri rejimle barış yaparak, idari ve bürokratik cihazlara yerleştiler. Eski devlet cihazı bir başka biçimde yeniden canlandı ve yeşerdi. 1921 yılında proleter bir organ olarak işleyen tek bir kurum kalmıştı: Parti. Lenin’in daha önceleri Sovyetlere verdiği önemin yerini şimdi Parti almıştı. Bürokratizm hastalığının bu organa bulaşmasını engellemek gerekiyordu. 1921’deki Onuncu Kongre’de fraksiyonların yasaklanması konusunda alınan karar, NEP döneminde güçlenmesi kaçınılmaz olan burjuva unsurların partiye sızmalarını ve partinin bölünmesini engellemek gerekçesiyle geçici bir tedbirdi. Bu tedbir başka yöntemlerle de desteklendi. Ekim Devrimi gerçekleştirildiğinde partinin üye sayısı 50.000 kadardı. 1920’de üye sayısı 600.000’e yükselmişti. Bu tarihte sanayinin feci durumu ve işçi sınıfının neredeyse yokolma sınırına geldiği hatırlanacak olursa, bu sayının toplumsal kökenleri konusunda pek iyimser olunamayacağı açıktır. 1921’de yapılan temizliklerle, kariyeristlerden ve çıkarcılardan partiyi arındırmak düşünülmüştü. Bu amaçla üye sayısı 200.000’e indirildi. 1922 yılında Bolşevik Partisi’nin proleter karakteri, sınıf bileşiminden çok, partinin eski kuşağının manevi otoritesinden geliyordu.

Ekim devriminden sonra yaşanan deney, daha önce hayata geçmemişti. Bu yüzden gerek Sovyetler ve gerekse Parti içindeki gelişmelerin ne anlama geldiğini açıklıkla görmek zordu. Sovyet devletinin kuruluşunda en önemli rolü oynayan Lenin bile, başlangıçta gelişmeleri tam olarak kavramakta güçlük çekmesine rağmen, bürokratik yozlaşmayı ilk farkeden yine o oldu.

1922 sonbaharında parti yönetiminde sadece iki insan, Lenin ve Troçki bürokratizm tehlikesinin farkındaydı. Lenin bürokratizmi, Sovyet devletinin geleceği açısından bir tehlike olarak görmesine rağmen, bunun parti içine yansımasına karşı mücadele konusunda tam bir perspektif getirememişti. Troçki ise, problemi farketmekle birlikte bunun boyutları ve ciddiyeti konusunda Lenin’den daha ileri bir konumda değildi. 1923 yılında bürokrasi tehlikesini bütün boyutlarıyla kavrayan Troçki, Yeni Yol adlı broşürüyle bu tehlikeyi sadece vurgulamakla kalmaz, çözüm yollarını da önerir.

Troçki’nin Politbüro’da çoğunluğu sağlamasını engellemek için Kamenev ve Zinovyev ile kurulan fraksiyona karşı, aralarında Troçki, Rakovski, Muralov, Antonov-Ovseenko, Radek, Piyatakov, Sosnovski, Preobrazhenski’nin de bulunduğu, devrim ve iç savaşın en önde gelenlerinden 46 Bolşevik 1923’ün Sol Muhalefet’ini kurdu. Bürokrasiye karşı Lenin’in başlattığı ama sürdüremediği mücadeleye Sol Muhalefet şu istemlerle başladı:

a) partide tartışma özgürlüğünün arttırılması;

b) parti merkezinden  alt parti organlarına atamalar yapılmasının durdurulması;

c) İşçi sınıfının güçlü bir toplumsal etken haline gelmesi ve parti içinde de işçi sayısının artması açısından  sanayinin geliştirilmesi.

Parti merkezini oluşturan fraksiyon, Sol Muhalefetin istemlerini ve eleştirilerini yanıtlayacağı yerde, devrim öncesinde Lenin’le Troçki arasındaki kimi tartışmaları yeniden piyasaya sokma yolunu seçti. Partiye sadece Şubat-Mayıs arasındaki dönemde  yapılan 240.000 kişilik kitlesel kayıtla, kariyer ve yükselme hırsı içinde toplumda sağlam bir yer arayan onbinlerce katip, küçük memur ve her türden çıkarcı unsurların, kendilerine parti yolunu açanlara hizmet yarışında kusur etmeleri beklenemezdi. ’Leninizm mi, troçkizm mi?’ adlı sanal tartışmanın momenti de iyi seçilmiş oldu.

Sol Muhalefetin haklı eleştirilerine karşı, bürokratik fraksiyon iki cepheden saldırıya geçti. Bir yandan ideolojik mücadele adı altıında ilk kez bir “troçkizm” efsanesi yaratıldı, diğer yandan da bürokrasi konusundaki eleştirilere karşı bürokratik önlemler alındı. Muhalefetin görüşlerinin basılmasının yasaklanması, iftira ve tahrifat gibi araçların yardımıyla, bürokrasi gelecekteki yeni tip başka mücadele yöntemlerinin (!) temelllerini de atmaya başlamış oldu.

Sol Muhalefetin 1923-24 yenilgisi Sovyetler Birliği için bir dönüm noktası teşkil eder. Bürokrasinin parti ve devlet cihazının belirleyici organlarına egemenliği tamamlandığı için, 1925-27 dönemindeki Birleşik Sol Muhalefetin yenilgisi de mukadder oldu.

Sovyetler Birliği’nde bürokrasinin fonksiyoner bir düzeyden toplumsal bir tabakaya doğru gelişmesi iki ayrı evreye ayrılabilir: birinci evre 1920’li yılların ilk yarısını, ikinci evre ise, kollektifleştirme ve sanayileşme ertesindeki 1930’lu yılların ilk yarısını temsil eder. Troçki’nin bürokrasi tahlili de bu evrime uygun bir gelişmeye denk düşer.

Birinci Evre de Bolşevik partisinde başlıca şu gelişmeler göze çarpar:

* Parti sekreterliği seçimle işbaşına gelmediği ve denetlenmediği  halde, hızla güçlenerek Politbüro ve Merkez Komitesinin politik fonksiyonlarını da üzerine almaya  başladı. Sekreterliği yöneten Stalin, bu konumu nedeniyle bilinçsizce de olsa sekreterliği bürokratikleşmenin önderi haline getirdi.

* Tüm mahalli yöneticiler ve hata illerdeki parti yöneticileri aşağıdan seçilme yerine  tepeden indirildi.

* Yüksek parti organlarının muhalifleri görevden alma yetkisi vardı. 1923’de muhalefetin destek sağlamasını engelllemek için bu yönteme pek sık başvuruldu.

* Kontrol Komisyonu muhalefete karşı mücadeleye daldı. Parti üyeleri, muhalefetin faaliyetlerine ilişkin bilgi vermeye zorlandı; bunun tersinin parti disiplinini  bozmak olduğu ilan edildi.

* Muhalefet temsilcilerinin “otokritik” yapması, hata içinde olduklarını ve eleştiride bulundukları için objektif olarak “karşı-devrimci” niteliklerini ilan etmeleri istenmeye başlandı. İlk kez 1924’de Troçki’ye karışı Zinovyev tarafından kullanılan bu yöntem, 12 yıl sonra kendisine karşı uygulanacaktı.

* Muhalefetin görüşleri parti basınında yayınlanmıyor ve bu yüzden üyelere de ulaştırılamıyordu. 1921’de Partide fraksiyonlar geçici olarak yasaklandığında, Parti içindeki tartışmaları canlı tutmak amacıyla özel bir tartışma bülteni çıkarılmaya başlanmıştı. 1923’de Troçki’ye karşı kampanya başladıktan sonra, bu olanak da ortadan kalktı. Parti yönetimi basın-yayın üzerinde kesin bir tekel kurdu.

* Yeni değişikliklerin ideolojik bir yansıması olarak “monolitik parti” anlayışı ve terimi yerleştirildi

 

Bürokratik dejenerasyonnun bu birinci evresinde parti devlet cihazıyla ve bürokrasiyle eşitleşti, aynı kimliği aldı. Bu yeni birim kendi iç yasalarının yol gösterdiği yeni bir iç yapıyla yönetilecekti. Bürokrasinin bu yeni partisi kendi otoritesini, kendi hiyerarşisini, kendi dogmalarını ve kendi geleneğini kurmaya girişti. Tersine çevrilen bir parti ve devrim tarihi bu geleneğin bir ürünüdür. Bürokrasinin partisine katılmanın doğal sonucu, iktidara katılmak ve imtiyazlar elde etmekti.

İkinci Evre, zorla kollektifleştirme ve sanayileşmeyi izler. Parti bürokrasisinin toplumsal imtiyazlar sağladığı bu dönem, sert disipline  rağmen partiyi cazip bir hale getirdi.

Stalin bu kollektifleştirme atılımını ne önceden görmüş ve ne de  buna hazırlanmıştı. Korku ve paniğe kapılarak, el yordamıyla, sol muhalefetin daha önceki tezlerini deforme ederek, bütün mantık ve ekonomi kurallarını altüst eden çılgınca bir teşebbüse kalkıştı.  1929’da başlayan  tarımdaki zorla kollektifleştirme girişimi en Sol Bolşevik önderlerin bile hayal gücünü aşan bir toplumsal vahşet biçimine büründü. Bu vahşet Marx’ın Kapital’de İngiltere’deki sanayi devriminin kanlı terörünü anlatırken, “sermaye, tepeden tırnağa bütün gövdesi ve hücrelerinden kan ve pislik akıtarak dünyaya gelir” diyen sözlerini hatırlatıyor.

 

 

Sonuç ise bürokrasi açısından şuydu:

* Parti üyelerine daha yüksek maaş, daha iyi konut, daha iyi eğitim gibi imtiyazların yanısıra, yiyecek maddelerinin daha ucuz satın alındığı özel mağazalar ve hatta piyasada bulunmayan lüks malların temini gibi açık imtiyazlar da bu evrede ortaya çıktı.

* “Herşeyi kadrolar ve teknik belirler” sloganı, bürokratik diktatörlüğün imtiyazlarının ideolojik dile tercüme edilmesinden başka bir anlam ifade etmez.

* Bürokrasi terimi sadece kelimenin dar anlamında memurlar hiyerarşisi olarak değil, devlet, parti ve ekonomi alanındaki imtiyazlı kastın  adı olarak anlaşılmalıdır. Gerçekte bürokrasinin önemli bir kesimi işçi sınıfı arasından çıktı, onun adına kendi siyasi iktidarını kurdu. Toplumsal imtiyazları ve konumunu yasal olarak dile getirmesi ve kağıda dökmesi olanaksızdı. İktidarını pekiştirmek için  tertip, hile, tahrifat, iftira ve illegal yöntemlere başvurarak muhalefeti ezdi; gelişmesinin ikinci evresinde de Stalin’in kişisel diktatörlük görünümüne bürünen otokratik yönetimiyle tam anlamıyla bütünleşti.

Bir toplumun sınıf karakterini belirleyen o toplumdaki çürüyen unsurların yönetimdeki egemenlikleri değil, üretim ve mülkiyet ilişkileridir. Örneğin Fransız devrimindeki yeni yönetici sınıfın birçok temsilcisi hayatını kaybetti, birçoğu sürgünlere gönderildi, ama yine de Robespiyer’in devrilmesi ve iktidarın Napolyon’un eline geçmesi Fransız toplumunun egemen burjuva karakterini değiştirmedi. 1815’de eski yönetici hanedanlığın restorasyonu, aristokrat göçmenlerin ve devrim düşmanlarının Fransa’ya geri gelmeleri de toplumun egemen sınıf karakterinde bir değişikliğe yolaçmadı. Sovyetler Birliği bürokratik dejenerasyona rağmen, 1930’lu yıllarda hala bir işçi devleti karakteri taşıyordu.

Fransız Devrimi ile Rus devrimi arasında analojik bir karşılaştırma yapan Troçki ve diğer muhalefet temsilcileri, Sovyetler Birliği’nde bir Rus Termidoru’nun varlığından sözederler. Termidor sözcüğü, Fransız devrim takvimine göre, Robespiyer ve Jakoben önderlerin öldürülmesi ile sonuçlanan karşı-devrimci darbenin gerçekleştirildiği ayın adıdır. Nasıl ki, politik bir karşı-devrim olan Fransız Termidoru devrim öncesinin yarı-feodal aristokrasisini iktidara geri getirmediyse, Rus Termidoru da iktidarın kapitalistlerin eline geçmesiyle sonuçlanmadı.

1921’de Sovyet devletini “bürokratik çarpıklıklar içinde bir işçi devleti” olarak tanımlayan Lenin’in, 10. Kongre notları arasındaki şu değinmesi ise, Ekim Devrimini Fransız Devrimi gibi bir Thermidor, yani politik karşı-devrim tehlikesinin beklediğini gösterir: “Thermidor? Mantıken söylemek gerekir ki, pekala mümkün. Gerçekleşecek mi? Göreceğiz.”[5] Evet, Lenin Thermidor’u göremedi, ama Sovyetler Birliği  sadece Rus Termidor’unu değil, kollektif mülkiyetin yıkılarak, bürokrasinin kapitalizmle entegrasyonunu da yaşadı.

 

Termidor’dan Bolşevik Kuşağın Yokedilişine

 

 

1920’de partinin üye sayısı 430.000’di ve 1927’ye gelindiğinde bunlardan sadece 135.000’i ve on yıl sonra ise, çok daha azı partide kalabilmişti. Devrimin Bolşevik kuşağı ilk dönem ihraçlar ve ikinci dönem ise fiziki tasfiyelerle eritildi. 1929 yılına gelindiğinde Partide eski Bolşevikler kalmamıştı. İç savaş dönemini yaşayan bu sınırlı üye sayısının dışındaki kitle, coşku dolu yılların devrimci insiyatifi ve Leninist dönemin ilk yıllarının özgür eleştirsel ortamını yaşamayan unsurlardı. Entellektüel düzeyleri çok düşük ve siyasi tecrübeden yoksun olan partinin bu yeni ezici çoğunluğunun en büyük özelliği, parti otoritesine körükörüne itaat ve bağlılıktı.Lenin döneminin idealleri, ahlaki değerleri tarihe gömülmüş, yepyeni bir parti tarih sahnesine çıkmıştı. Bu partinin geçmişteki gelenekle bağlarını tam olarak koparabilmesi için de, sırtında bir yük olarak kalan Ekim Devrimi’nin yaşayan geleneği eski Bolşeviklerin ortadan kaldırılması zorunlu görülüyordu.

Ekim devrimini gerçekleştiren eski Bolşevik kuşak, bürokrasi ve Stalinizmin geleceği açısından  beklenmeyen rastlantılara gebe olan potansiyel bir tehdit ve tehlikeydi. Bu yüzden Stalin, eski Bolşeviklere karşı kin ve nefretinin ilk belirtilerini şu ince dille ifade ediyordu:  “Biz de Rusya’da birçok eski yönetici teorisyenlerin, propagandistlerin  ve siyasi beşerin ortadan silinip gidişlerini yaşadık. Bu süreç devrimci kriz dönemlerinde yoğunlaşırken, pekişme dönemlerinde yavaşladı, ama herzaman sürüp gitti. Lunaçarskiler, Pokrocskyler, Rozhkovlar, Goldenbergler, Bogdanovlar, Krasinler v.s.: bunlar önemsiz duruma düşen birzamanların Bolşevik önderlerinden akla gelen ilk örneklerdir.[6]

Stalin bu satırları yazdığı sırada yıllarda, Voroşilov aracılığıyla Kızıl Ordu’yu ve Yagoda  aracılığıyla da “Güvenlik Örgütü” GPU’yu denetliyordu. Bu elverişli konuma rağmen, eski Bolşevikleri yokedecek ve kitlesel terör dalgasını başlatacak ortama kavuşmak bir on yılı daha alacaktı. Parti dışına püskürtülmüş olmasına rağmen, muhalefetin hala önemli bir etkinliği vardı ve iyice palazlanan kulaklar hatırı sayılır bir toplumsal tehdit oluşturuyordu. “Tarihsel Misyon” un ertelenmesi gerekiyordu.

1929’da terörist yöntemlerle başlatılan ve tüm ülkeyi sarsan kollektişeştirme hareketi, bir

Troçki 1927’den itibaren, Rus Termidoru’nun teröre yönelmek zorunda olduğunu birçok kez tekrarlamıştır. Daha 1929’da Uluslararası Muhalefet Bulletin’in  ilk sayısında, Stalin’in muhalefetin tamamen yokedebilmek için atacağı adımı şu önseziyle açıklamıştı: 

“…cinayet teşebbüsleri, silahlı ayaklanma hazırlıkları ile muhalefet arasında bir bağ kurmak mutlaka gerekecektir…Yükselen ekonomik zorluklara, sallanan ve dalgalanan bir iktidarsızlık politikasıyla yaklaşım ve partinin yönetime karşı gelişen güvensizliği, Stalin’i büyük bir oyun sahneye koyarak Partiyi serseme çevirmek zorunda bırakacaktır…Bir darbe, bir sarsıntı, bir felaket gereklidir….Ve sadece bu tür bir şeyle ve bu yolla Stalin düşündüğünü sonuna kadar götürebilsin.” [7](Siyahlar bize ait).

Troçki’nin sözünü etttiği darbe 1 Aralık 1934’de indi. Komünist Partisinin Leningrad başkanı Kirov, Nikolayev adlı bir konsomol üyesi tarafından öldürülür. Bu cinayete ilişkin birçok karanlık nokta olmasına rağmen , çok aydınlık ve açık olan bir gerçek vardı: bu cinayet, terörün psikolojik koşullarının hazırlanmasına eşsiz bir katkıda bulunmuştur. Sadece cinayeti izleyen hafta içinde Leningrad’da 37, Moskova’da da 33 kişi kurşuna dizilir. Bunların beyazlar ve gericiler olduğu ilan edilir, ama hiçbir isim verilmez.

Kirov’un öldürüldüğü Aralık ayında Merkez Komitesi, “yoldaş Kirov’un vahşice öldürülmesinden çıkarılacak dersler” başlığı ile bütün parti komitelerine gizli bir mektup  göndererek, partide kalan eski muhalefet unsurlarının açığa çıkarılmalarını, partiden atılmalarını ve tutuklanmalarını teşvik eder. Bu mektupla beraber, kitleleri terörün hazırlığı içine çekme kampanyası da başlamış oldu. Sovyyet basını, Aralık ayı boyunca gizli düşmanlara ve ülkenin çeşitli yerlerinde ortaya çıkarıldığı iddia edilen Troçkistlere saldırdı. Bu ortam içinde Zinovyev, Kamenev ve onların muhalefet dönemindeki destekçilerinden G.E. Evdakimov, A.M.Gertik, I.P.Bakaev, A.S.Kuklin, V.Sharov, B.L.Bravh, S.M.Gessen ve onkişi daha tutuklandı. Ocak 1935’de başlayan duruşmalarda sanıklar, Kapitalizmi geri getirmek istemekle suçlandılar. İdida edilidiğine göre, Zinovyev ve Kamenev’in daha önceki muhalefet faaliyetleri devletin ve partinin otoritesini zedelemiş ve Nikolayev de bundan dolaylı bir destek ve teşvik bularak Kirov’u öldürmüştü. Bu yüzden ahlaki açıdan cinayetten sorumlu tutuldukları için, Zinovyev’e on yıl , Kamenv’e beş yıl hapis cezası verildi. Diğer sanıklar da benzer cezalara çarptırıldılar.

1935’de ve 36’nın ilk yarısındaki tutuklama ve partiden ihraçlar onbinlerle ifade edilebilirdi. Bunlar kitlesel olmaktan çok, seçerek yapılan temizliklerdi. Radek, Piatakov ve Buharin’in yazılarına gazete ve dergilerde henüz rastlanıyordu.

Büyük terörün başlatıldığı yıl olan 1936’da Sovyetler Birliği’nin içinde bulunduğu objektif koşullar, kitlesel bir terör dalgasına en az gereksinme olan, fakat aynı zamanda da en elverişli döneme tekabül ediyordu.

1930’ların başlarındaki ekonomik sıkıntı atlatılmış; 1934’de toptan büyüme %19’a, 1935’de %23’e ve 1936’da da %29’a yükselmişti . 1932’de 5,9 milyon ton olan çelik üretimi 1936’da %29’a yükselmişti . 1932’de 5,9 milyon ton olan çelik üretimi 1936’da 16,40 milyon tona ulaşmıştı . Benzer ilerlemeler tarımda da görüldü. 1935’de tarımsal üretim 1933’dekinden %19 kat daha yüksekti. 1930’ların ilk başlarındaki gıda maddeleri krizi de atlatılmıştı. Kulaklar tarih sahnesinden silindiği gibi, Sol ve Sağ Muhalefetin belli başlı temsilcileri de temsil olmuşlar ve partiye geri dönmüşlerdi. Uluslararası planda Sovyetler Birliği Milletler Cemiyetine kabul edilmiş ve kapitalist ülkelerle yakınlaşma ve ilişkiler geliştirilmişti. 1936’da kabul edilen yeni Sovyet anayasasının dünyanın en demokratik anayasası olarak ilan edildiği bir yılda, terörün başlatılması anlamlıdır. Terörün gerekliliğinin Stalinist dille ifadesi ise, “sosyalizme doğru ilerledikçe, sınıf mücadelesinin daha da keskinleşeceği” demagojisidir.

Ağustos 1936’da, Kirov’un öldürülmesinden iki yıl sonra gazeteler, cinayetle ilgili olarak SSCB savcısının yeni bir soruşturma raporunu yayınladılar. Raporda sanıklardan birçoğunun yeniden yargılanacağı bildiriliyordu. Kirov cinayetini eşsiz bir provakasyon silahı olarak patlatmanın tam zamanı gelmişti.

19 Ağustos 1936’da ünlü Moskova duruşmalarının ilki başladı. Sanık olarak mahkemeye çıkarılan ve dördü daha önce “yargılanan” 16 kişiyi iki gruba ayırmak mümkündür. Birinci gruptakiler, yüzyılın başından beri parti üyesi olan eski Bolşeviklerden oluşuyordu:  Zinovyev, 1903 yılından beri parti üyesiydi ve sürgün yıllarında Lenin’in en yakın mücadele arkadaşlarından birisiydi; partide yönetici görevlerde bulunmuş, Komünist Enternasyonal’de başkanlık yapmıştı. Kamenev de aynı şekilde 1903’den beri parti üyesiydi; partide ve devlet yönetiminde önemli bir yeri vardı. Yevdekimov Bolşevizme en eski katılan işçilerden birisiydi. Merkez Komitesi ve Orgbüro üyeliğinde bulundu. I.P.Bakaev eski Bolşevik işçilerdendi ve Merkez Kontrol Komisyonu üyeliği yapmıştı. I.N.Simirnov 1899’dan beri parti üyesiydi; Kolçak ordularına darbe indiren   Kızıl Ordu’nun 5. Kesimini yönetmişti. Merkez Komitesi ve hükümet üyeliği yaptı.  S.V.Mratchkovski, ailesi  devrimci mücadele nedeniyle hapis cezası çekerken doğmuştu; işçiydi ve 1918-21 döneminde iç savaş kahramanı oldu. Ter-Vanganyan eski Bolşeviklerdendi ve Komintern’in teorik organı Unter dem Banner das Marksizmus‘un kurucusuydu. Golzman eski bir Bolşevikti ve Sovyet devletinin ekonomik planlamasında önemli roller aldı. Pikel, 1917’den beri parti üyesi ve Zinovyev’in sekreteriydi. Dreitzer, 1917’den beri parti üyesiydi ve iç savaşda önemli görevlerde bulundu. Reingold, 1917’den beri parti üyesiydi ve devlet cihazında önemli görevler üstlenmişti.

Bu insanların tümü, ya 1920’li yılların başında ya da ortasında Sol Muhalefete mensuptu. Ancak 1928-29’da örgütsel ve ideolojik olarak hepsi teslim oldu ve birçoğu hapis ya da sürgüne gönderildi.

İkinci grup ise, E.S. Holtman, David Fritz, V.POlberg, Y.Berman, M.Lurye ve Nathan Lurye gibi daha genç, tanınmamış kişilerden oluşuyordu. Bunlar hiçbir zaman muhalefete katılmamış, politik olarak da aktif olmayan kimselerdi.

Yargılananların suçluluklarını gösteren hiçbir maddi delil ve belge yoktu. Delil olarak kullanılan tek malzeme ünlü itiraflardı. En geç ve en kısa “itiraf”da bulunanlar eski Bolşevikler oldu .

Yargılananların tümü, Ekim devriminden beri İngiliz, Alman ve Japon gizli servisleri hesabına çalışmakla suçlandılar. Beş gün süren duruşmalardan sonra tümü ölüm cezasına çarptırıldı ve birkaç gün sonra da, cezaların infaz edildiği açıklandı.

Ağustos 1936’da “Troçkist-Zinovyevist Terörist Merkez” suçlamasıyla açılan sözkonusu duruşmalar sürerken, yıllarca Sendikalar Birliği Merkez Konseyi Başkanlığında bulunan M.P.Tomski intihar etti. Ekim devrimine, iç savaşa katılan, 1936’da Politbüro üyesi ve Ağır Sanayi Komiseri olan Serge Ordzonikidze de aynı şekilde çareyi intihar etmekte buldu. Aynı günlerde Rikov’un intihar teşebbüsü yakınlarınca engellendi. Ama aynı yakınları iki yıl sonra Rikov hakkında verilecek kararın infazını engelleyemeyeceklerdi.

Bu duruşmalarla beraber toplumun bütün alanlarında ve düzeylerinde “temizlikler” başladı. Duruşmalardan birkaç hafta sonra, 1920’lerin sonlarından beri hapislerde olan gerçek muhalefet temsilcilerinin katline başlandı. Onbinlerce insan, temelsiz ve delilsiz gerekçelerle tutuklandı, mahkum edildi ya da öldürüldü.

1937 yılı büyük bir siyasi “yargılama” ile açıldı. 1936’daki “Troçkist-Zinovyevist blokun yerini, bu kez “Parelel Merkez” deyimi almıştı. Bu kez artık eski Bolşeviklerin esas gövdesi sanık sandalyesine oturtulmuştu. Sanıkların büyük bir çoğunluğu devrimci mücadeleye çok erken yaşlarda girmiş, Ekim devrimine ve iç savaşa katılmış, 1920’lerin ortalarında da hemen hemen hepsi Troçki’yi desteklemişlerdi. Bu yüzden partiden atılmışlar, 1930’ların başlarında Stalinist bürokrasiye teslim oldukları için partiye geri alındıkları gibi, önemli görevlere de getirilmişlerdi. Örneğin Piatakov 1910’dan beri parti üyesiydi. Devrimden sonra Sovyet devletinin ekonomi ve idari alanlarında yönetici duruma gelmişti. Lenin’in vasiyetinde söz konusu edilen beş kişiden biriydi. 1921’den sonra Merkez Komitesi üyeliğine getirilen Piatakov, 1930’lardaki Sovyet sanayileşmesinin beyni durumundaydı. Radek, devrimden önce Polonya partisinde üyeydi ve Rosa Luksemburg’un fraksiyonunda aktifti. 1919’da Bolşevik partisi Merkez Komitesi üyeliğine getirildiği gibi, Komintern yöneticileri arasında da bulunuyordu. Partinin önde gelen sözcü ve yazarlarındandı. Sokolnikov Bolşevik partisinin ilk üyelerinden olup, 1905 devrimine katıldı; Lenin’in en yakın mücadele arkadaşlarındandı; 1917’dde Merkez Komitesine girdi. Serebriakov partinin ilk işçi üyelerindendi. Merkez Komitesi sekreteri ve Ulaştırma Komiser yardımcısıydı. Muralov 1905 devrimine aktif olarak katılan bir işçiydi. 1905-117 dönemini çarlık zindanlarında geçirdi. İç savaşta Moskova’nın savunmasından sorumluydu. Drobnis 1906’dan beri aktif bir devrimciydi. Altı yılını çarlık hapisanelerinde geçirdi ve daha sonra iç savaş yöneticilerinden biri oldu. Boguslavski eski bir Bolşevik olup, Halk Küçük Konseyinin eski başkanlarındandı. Ayrıca Kniazev, Rataichek, Norkin ve Shestov gibi Bolşevikler de sanıklar arasında yer alıyordu. Yargılananların hepsi casusluk, sabotaj, terörizm, faşist Almanya’ya karşı savaş kışkırtıcılığı yapmak ve böyle bir savaşta da Sovyetler Birliği’nin yenilgisini hazırlamakla suçlanıyorlardı.

Moskova duruşmalarının ikincisi bir hafta içinde sonuçlandı. Piatakov ve Serebriakov ölüm cezasına, diğer sanıklar ise, 10’la 18 yıl arasında değişen hapis cezalarına çarptırıldılar. Sokolnikov 1941’de kurşuna dizildi. Hapis cezasına çarptırılan sanıklardan hiçbiri sağ olarak dışarı çıkamadı.

1938 yılının Mart ayında büyük final başladı. Bu kez sanık sandalyesinde 1920’li yılların “Sağ Muhalefet”inin temsilcileri de oturuyordu. Sanıklar arasında en fazla tanınmış olan, Lenin’in “partinin gözbebeği” diye nitelendirdiği Buharin’di. Buharin, Bolşevizmin önde gelen teorisyenlerinden bir olup, Komintern başkanlığı, Merkez Komitesi üyeliği, Pravda ve İzvestiya’nın sorumlu müdürlüğünü yapmış, uluslararası kimliği olan bir Marksistti. Sanıklar arasında bulunan Rikov, eski bir Politbüro üyesiydi. Lenin’in ölümünden sonra Halk Komiserleri Başkanlığına getirilmişti. Krestinski, Dışişleri Komiserliği yardımcılığında bulunmuştu ve 1903’den beri parti üyesiydi. 1890’dan itibaren Bulgaristan, İsviçre, Fransa ve Rusya’daki sosyalist hareketler içinde aktif olan Romanyalı Kristian Rakovski, 1919’da Rus Komünist Partisi Merkez Komitesine seçilmiş; Ukrayna Halk Komiserleri Konseyi Başkanlığı da yapan Rakovski, Troçki’nin görüşlerini benimsediği için, görevden alınarak, Paris’e Sovyet elçisi olarak atanmıştı. Kapitalist ülkelerdeki işçi ve askerleri kışkırtarak, diplomatik sıfatını kötüye kullandığı  gerekçesiyle Fransa’dan, Sol Muhalefet’in önderlerinden birisi olduğu için de 1928’de Partiden atıldı. Entellektüel kapasitesi ve yetenekleri büyük olan Rakovski, Troçki’den sonra Sol Muhalefet’in en önde gelen teorisyeniydi. Stalinist terörün ilk tezgahlayıcılarından Yagoda ve devrimden sonra ekonomik gelişmeye katkılarda bulunan Menşevik Çernov da sanıklar arasındaydı. Sanıklar arasındaki diğer isimler ise şöyleydi; A.Rosengolts, V.İvanov, G.F.Grinko, S.A.Bessonov, A.Zelenski, A.Ikramov, F.Khodjayev, V.F.Sharangovich, P.T.Zubarev, P.P.Bulanov, L.Levin, D.D.Pletnev, İ.Kazakov, V.Maksimov-Dıkovski, P.P.Kryuchkov. Bunların hepsi dönemin bilinen isimleriydi. Rakovski ve Krestinski dışındakiler, eski “Sağ Muhalefet”in başlıca sözcüleri ve sadık Stalinistlerdi. Rakovski ve Bessenov dışındaki tüm sanıklar kurşuna dizildi. On yıl hapis cezasına çarptırılan Rakovski hapiste öldürüldü; Bessonov ise, 1941’de kurşuna dizildi.

1938’in ortalarına gelindiğinde, o sıradaki görüşleri ne olursa olsun, tüm eski muhalifler ya tutuklanmış, ya da kurşuna dizilmişlerdi. Eğer toplumun bütün alanlarındaki terör hesaba katılırsa, yirmi otuz bin kişilik muhalefetin katliamı nicelik olarak fazla birşey ifade etmez. Moskova’daki duruşmalar sadece küçük bir komünist azınlık için söz konusuydu. Öldürülen, hapse atılan, ya da kamplara gönderilen büyük kitle için duruşma adlı “lüks imtiyaz” hakkı yoktu.

Üç yıl  peşpeşe süren üç ünlü duruşmanın yanısıra “temizlikler”in kurbanı olan kimi ünlü kişilerden sözederek, bu tatsız anlatıyı sürdürelim:

V.A Antonov-Ovseenko, Ekim Devriminde Devrimci Askeri Komite’nin üyesiydi.

Kışlık  Sarayı ele geçiren birliğin komutanı olduğu gibi, Geçici Hükümeti tutuklatan da oydu. Kızıl Ordu’da kumandanlık ve siyasi şeflik de yapmış olan Ovseenko, 1923-27 yılları arasında Troçki’nin muhalefet hareketine katıldı. Sol Muhalefet’in ezilmesinden sonra teslim oldu. 1930’ların ortalarında Troçkistleri ve anarşistleri tasfiye etmek için Stalin tarafından İspanya İç Savaşı’nda görevlendirildi. Ancak geçmişteki muhalif kişiliği nedeniyle 1937’de tutuklandı ve kurşuna dizildi.

Sovyet askeri entelejans servisinin kurucusu ve yöneticisi olan K.Berzin, çarlık dönemindeki devrimci  mücadelesi nedeniyle iki kez ölüm cezasına çarptırılmıştı. O da 1937 yılında kurşuna dizildi. Böylece Berzin için çarlık mahkemesinin verdiği ölüm cezasını,  Stalinist bürokrasi infaz etmiş oldu. Aynı Berzin, emperyalist saflarda faaliyet gösteren birçok gizli savaşçıyı yetiştirmişti. Bunlar arasında Almanların Sovyetlere saldıracağı tarihi öğrenerek Moskova’ya ileten Richard Sorge de vardı. Sorge daha sonra Moskova’ya çağırıldı; fakat başına gelecekleri tahmin edebildiğinden, bu talimata uymadı. Moskova’da bulunan karısı Ekaterine Maksimova tutuklandı ve daha sonra da öldürüldü. R.Sorge ise, Sovyet casusluğu suçlamasıyla Japonlarca Tokyo’da kurşuna dizildi.

Ekim devrimine ve Kafkaslarda iç savaşa katılan E.Eshba 1926’daki Birleşik Sol Muhalefet’in içindeydi. Daha sonra Stalinist bürokrasiye teslim olunca, Dış Ticaret ve Ağır Sanayi Komiserliğine getirildi. Troçkist geçmişi nedeniyle 1937’de tutuklandı ve arkadan kurşuna dizildi.

1 Numaralı parti kartının sahibi G.F.Federov’u da aynı akibet bekliyordu. 1917 Konferansında Parti Merkez Komitesine seçilen ve Ekim Devriminde aktif yer alan Federov 1937’de kurşuna dizildi.

Merkez Yürütme Komitesinde sürekli sekreterlik görevinde bulunan, Sverdlov, Dzerzhinski, Kirov ve uzun süre Stalin’in arkadaşı olan A.Enukidze 1935’de partiden atıldı, iki yıl sonra da kurşuna dizildi.

1929’dan 1937’ye kadar Rusya Federatif Sosyalist Cumhuriyetinde Eğitim Komiserliği yapan A.S.Bubnov, çarlık döneminde onüç kez tutuklanarak sürgüne gönderilmiş, her seferinde de kaçmayı başarmıştı. 1937’de öndördüncü kez tutuklanmış, ama bu kez kaçamayarak Stalinist bürokrasi tarafından kurşuna dizilmiştir.

NKVD eski muhalefet gruplarının tüm temsilci ve üyelerini temizlemekte kararlıydı. Örneğin, 1898’den beri Parti üyesi olan  A.S.Kiselev, 1920-22’lerin “İşçi Muhalefeti”ndendi. 1924’den 1938’e kadar Sovyet  hükümetinin Merkez Yürütme Kurulu sekreterliğini yaptı. Ancak bu uzun hizmet süresi, geçmişteki “İşçi Muhalefeti” üyeliğini unutturmaya yetmediğinden, kurşuna dizildi.

Politbüro üyesi ve Komiserler Konseyi Başkanlık Temsilcisi V.Chubar önce Solikamsk’a atandı, daha sonra tutuklandı ve kurşuna dizildi. Karısı da aynı akibete uğradı.

Terörün zirveye ulaştığı 1938-39 yıllarında ölüme gönderilenlerden birkaçını sıralamakla yetinelim:

Ukrayna Komünist Partisi birinci sekreteri S.V.Kosior; Politbüro ve Ukrayna  Komünist Partisi Merkez Komitesi üyesi P.P.Postyshev; batı Sibirya Parti Komitesi birinci sekreteri ve Politbüro aday üyesi E.Rudzutak; Merkez Komitesi Orgbüro eski sekreteri, daha sonra  Merkez Komitesi Bilim Seksiyonu başkanı K.Bauman; eski Tarım Komiseri, daha sonra  Merkez Komitesi tarım seksiyonu başkanı A.Yakovlev; Merkez Komitesi basın-yayın komitesi başkanı B.M.Tal; Merkez Komitesi ajitasyon ve propaganda seksiyonu başkanı A.I.Stetski; Lenin’in tavsiyesi üzerine 1922 yılında Stalin’in yardımcılığına getirilen A.M.Nazaratian. Bütün bu adını saydığımız yöneticiler 1934 yılındaki 17. Kongrede Merkez Komitesi üyeliğine, ya da aday üyeliklere seçilmişlerdi.

Lenin’in güvendiği birçok insan tutuklandı. 1917 yazında Razliv’de Lenin’i saklayan Petrogradlı işçi N.A.Emelianov daha 1935’lerde tutuklanmıştı. Ve 1921’de Lenin, aynı Emelianov’la ilgili olarak şöyle diyordu: “Yoldaş Emelianov’a tam bir güven gösteriniz ve mümkün olan bütün yardımları yapınız. Kendisini Ekim devriminden önceleri tanıyorum; eski bir partili ve St. Petersburg işçi sınıfı öncüsünün liderlerindendir.” Ancak Stalin bürokrasisi için bu tür ölçüler geçersiz olduğundan, Emelianov tutuklanır. A.V.Snegov anılarında, Emelianov’un bağışlanması için Krupskaya’nın gözyaşları içinde Stalin’e nasıl yalvardığını anlatır. Emelianov, karısı ve iki çocuğu ile birlikte, Stalin’in ölümüne kadar hapiste kalır.

1917 yılında Lenin’in muhafızlığını yapan ve onun Razliv’den Finlandiya’ya geçişini örgütleyen eski Bolşevik Shotman da tutuklandı ve 1939’da öldürüldü.

İsviçreli tanınmış Sol sosyalist ve sonra komünist olan, Üçüncü Enternasyonal’in önderlerinden Fritz Platten de terörün kurbanı oldu. F.Platten, 1917’de Lenin ve arkadaşlarına Almanya’dan Rusya’ya geçiş yolunu hazırlamıştı. Onlarla birlikte Rusya’ya giderek, Ekim devrimine katıldı. 1 Ocak 1918’de Simienovski köprüsünde Lenin’e karşı düzenlenen bir suikastte, kendisinin yaralanması pahasına  Lenin’in hayatını kurtarmıştı. Bunun karşılığını, Stalinizmin zindanlarında ölerek ödedi.

Polonya işçi  hareketinin önderlerinden S.Ganetski, Lenin tarafından Rus Komünist Partisine salık verilmişti. 1914’de  Rus ajanı suçlamasıyla Avusturya makamlarınca tutuklanan Lenin’in salıverilmesini Genetski sağlamıştı. Lenin’in Rusya’ya dönüşünün örgütlenmesine yardım eden Genetski, Lenin’le İsveç’de buluşarak, Petrograd’a kadar sürecek seyahatın güvenliğini temin etmişti. Ekim devriminden sonra Sovyetler Birliği’nde önemli diplomatik ve ekonomik görevler üstlendi. Lenin’in bu yoldaşı da Eylül 1937’de kurşuna dizildi.

1918’de Lenin’in ilk hükümetinde Adalet Komiseri ve kısa bir süre yaşayan Letonya Sovyet Cumhuriyeti’nin başı olan S.I.Gusev öldüğünde büyük bir askeri törenle Kızıl Meydan’a gömülmüştü. Daha sonra adı Parti tarihinden çıkarıldı.

Yeraltı çalışmasında adı destanlaşan Kamo, az da olsa terörden payına düşeni aldı. Tiblis’de mezarının üzerinde bulunan büstü kaldırıldı ve kızkardeşi tutuklandı.

Sverdlov’un kardeşi Veriamin Sverdlov kurşuna dizildi.

Krasin, Nogin, Çiçerin, Lunaçarski gibi ünlü Bolşeviklerin adları tarih sayfalarından silindi.

E.N.Egerevo, 1917’de Sendikalar Birliği Konseyi sekreterliği görevinde bulunuyordu. Bu devrimci kadın, 1917’de Vyborg parti komitesinin sekreteriydi. Lenin’in parti üyeliği kartını da o doldurmuştu. Krupskaya’nın eski bir arkadaşı olan Egerevo, Temmuz 1917’de Lenin’in saklanmasına da yardımcı olmuştu. Anti-Sovyet faaliyetle suçlanarak öldürüldü.

Okuyucuyu bıktırmak pahasına buraya kadar sıraladığımız birkaç düzine isim, dünyanın ilk işçi devletini kuran ve daha sonra Stalinist bürokrasinin terörü ile yokedilen Bolşevik kuşağın en önde gelenleridir. Biraz ileride terörün genel bilançosuna bakıldığında, verilen örneklerin nicelik olarak bir “hiç” olduğu görülecektir.

Toplumun Bütün Alanlarında “Temizlik”

 

 

1930’lu yılların sonuna doğru başlayan terör, devlet çarkını elinde tutan bürokratik kastın, sadece eski muhalefetin temsilci ve izleyicilerine karşı bir sindirme eylemi değildi. Terörün uygulayıcıları genellikle NKVD memurları olsa bile, onbinlerce insan “halk düşmanları” adı altında olmayan bir hedefe karşı kampanya içine sokuldu. Milyonlarca insan şüphe içine düşürüldü. Herkesin en yakınından bile kuşku duyduğu bir endişe ortamı yaratıldı. Yabancı ülkelerin gizli servislerinin Sovyetler Birliği’nin her yerine sızdığı, emperyalist ajanların uzaklarda değil, en yakın çevrede aranması gerektiği düşüncesi beyinlere işlendi. Parti organları kanalı ile bu şüphe ve endişe ortamı sürekli olarak geliştirildi ve derinleştirildi. Bu sayede terör, hiçbir direnmeyle karşılaşmadan, toplumun bütün katlarına yayıldı ve kurumlaştı.

Terörün psikolojik hazırlığı ve birikimi öyle bir noktaya ulaşmıştı ki, “temizlikler”in savunucu ve uygulaycıları bile temizlenebiliyorlardı. Örneğin terörün ilk uygulayıcılarından Yagoda kurşuna dizilebiliyordu. Devletin başında, karısı yedi yıl hapis cezasına çarptırılan bir insanın (Kalinin) oturduğu traji-komik bir yapı oluşmuştu.

Muhalefetin temizlenmesiyle başlayan bürokratik terörün ulaşamadığı hiçbir alan kalmadı. Örneklerle devam edelim:

Parti tarihi enstitüsünün yöneticisi ve Merkez Komitesi üyesi V.G.Knorin kurşuna dizildi. İlk Lenin biyografisini yazan, Lenin’in eserlerinin ilk toplu yayınını gerçekleştiren, Marks-Engels-Lenin Enstitüsünün yöneticilerinden V.G.Sorin hapiste öldü. İzvestiya’nın ilk yayımcılarından ve önde gelen tarihçilerden M.Steklov ile Bilimler Akademisinde  Tarih Enstitüsü yöneticisi N.M.Lukin de terörün kurbanları arasındaydı.

1920’lerde en üstün felsefeciler arasında sayılan Jan Sten, Stalin’e diyalektik konusunda özel dersler vermişti.1928’de Sten bir yıl süreyle partiden atıldı ve Akmalinsk’e sürgüne gönderildi. 1937 yılında Stalin’in doğrudan emriyle tutuklandı ve Menşevikleşen idealistlerin önderlerinden birisi olarak ilan edildi. O sıralarda Jan Sten’in “Diyalektik Materyalizm” adlı geniş bir yazısının da içinde olduğu Büyük Sovyet Ansiklopedisi’nin ciltlerinden birisi baskıdan daha yeni çıkmıştı. O dönemdeki olağan çözüm yolu, basılan tüm kopyaların yokedilmesiydi. Ancak ansiklopediyi yayınlayanlar daha ucuz bir çözüm yolu buldular: sadece Jan Sten’in adının bulunduğu sayfayı değiştirdiler ve yazı M.B.Mitin adıyla çıktı. Sten 19 Haziran 1937’de daha sonra öleceği Lefortova hapisanesine gönderildi.

Sovyet dil bilimcileri de kayıp verdi. 1919’da parti üyeliği başvurusu Lenin tarafından benimsenen Kiev’deki Linguistik Enstitüsü yöneticisi N.M.Siiak ve parlak bir şark bilimcisi olan ve Tangut hiyografilerini çözen N.A.Nevski tutuklanıp ölenler arasındaydı.

1936’da Pravda, Moskova matematik okulunun kurucularından büyük matematikçi N.N.Luzin’i ‘karşı-devrimci’, ‘Karayüzler çetesi üyesi’ sıfatlarına layık gördü. Tüm Moskova matematik okulu gerici ilan edildi.

Yönetici durumundaki kimi biyologlar, Troçkizm, casusluk ve yıkıcılıkla suçlanarak tutuklandılar. Bunlar  arasında  Ukrayna Bilimler Akademisi sekreteri ve uzman yönetici genetisyen Agol, Tıbbi Genetik Enstitüsü yöneticisi Levit, ünlü Darvinist ve bilim tarihçisi Uranowski de vardı.

Biyoloji ve ziraat bilimlerinin önderlerine karşı iftira kampanyasına başlayan T.D.Lysenko, bu tutuklamalardan sonuna kadar yararlandı. Dünya bilimi hakkında ciddi bilgiden yoksun olan, Darwin ve Mendel yasalarına karşı olmakla tanınan Lysenko ve yardımcısı Prezent, bilimsel cehaletlerini, bilim dalındaki muhaliflerine temelsiz politik çamur atmalarla örtmeye çalıştılar. Sonuç olarak da, biyologlar ve ziraatçılar arasındaki tutuklamalar özellikle yoğunluk kazandı.

Tıp bilimi de terörün dışında kalmadı. Merkezi tüberküloz enstitüsü yöneticisi olan dünyaca tanınmış uzman V.S.Kholtzman ve ünlü tıp operatörü K.Kokh kurşuna dizildi. Birçok tıp doktoru altın madenlerinde çalışmaya zorlandı.

Binlerce teknik uzman, mühendis, yönetici ve hatta mağaza müdürleri ya kurşuna dizildi, ya da çalışma kamplarına gönderildi. Silah sanayiindeki birçok planlamacı tasfiye edildi.

1937 Haziran’ında Kızıl Ordu’ya ağır darbeler inmeye başladı. En deneyimli, en yetenekli 82.000 komutan ve siyasal görevli tasfiye edildi. Troçki ve Frünze’den sonra Sovyetler’in en üstün askeri stratejisti olarak nitelenen M.V.Tuhaçevski tutuklandı; “yargılandıktan” sonra kurşuna dizildi. İç savaş kahramanı, Kerkez Komitesi üyesi, askeri yetenekleri ile uluslararası planda tanınan I.E.Yakir; Vladivostok’un kurtarıcısı ve Denikin’e karşı büyük zaferin komutanı I.P.Uborevich; iç savaşta “Kızıl Kazaklar”ın ünlü komutanı V.M.Primakav kurşuna dizildi. Savunma Komiserliği temsilcisi ve ordu siyasi şefi B.Gamarnik ise intihar ederek aynı kaderi paylaştı.

Kızıl Ordu’daki temizliğin komutanlar düzeyindeki bilançosu ise şöyleydi: beş mareşalden üçü, dört orgeneralden üçü, ikinci derecedeki oniki orgeneralin tümü, altmışyedi korgeneralin altmışı, 199 tümen komutanından 136’sı, 397 tugay komutanından 221’i; Deniz Kuvvetlerindeki her iki donanma oramirali, ikinci derecedeki altı amiralin tümü, birinci derecedeki iki amiral, ikinci derecedeki 15 ordu komiserinin tümü, 28 kolordu komiserinin 25’i, 97 tümen komiserinin 79’u, 36 tugay komiserinin 34’ü tutuklandı, ya da kurşuna dizildi.

Askeri bir deha olarak kabul edilen Tuhaçevski, kurşuna dizilmeden önceki son günlerini askeri strateji konularına harcadı. Bu satırlar da ona aittir: “Faşist Almanya 1941 baharında 200 hareketli tümenle Sovyetler Birliği’ne saldıracaktır.” Gerçi 1937 yılında  Faşist Almanya’nın Sovyetler Birliği’ne karşı savaşa kalkışacağını tahmin etmek için siyasi bir dehaya sahip olmak gerekmezdi. Bu tarihten daha on yıl önce Troçki, Nazi partisinin iktidara gelmesinin kaçınılmaz olarak Sovyetler Birliği’ne karşı savaşa yolaçacağını açıkça söylemişti. Faşistlerin iktidara gelemeyeceğini yıllarca savunan ve 1933’de ise, faşizmin iktidara gelmesiyle düşmesinin bir olacağını iddia eden Stalinist Üçüncü Enternasyonal ve onun uzantısı Alman Komünist Partisiydi.

1930’ların sonlarına gelindiğinde Alman faşizmine karşı Kızıl Ordu neredeyse komutansız kalmıştı. Nürnberg duruşmalarında yapılan açıklamalara göre, 9 Ocak 1941’de Nazi generallerinin toplantısında Hitler Sovyetler Birliği’ne saldırı planını sunarken, Sovyet ordusunda iyi kumandan kalmadığını söyler. Hitler bu gözleminde pek haksız değildir, çünkü 1940 sonbaharında Sovyet piyade müfettiş generalinin raporuna göre, o yaz 225 topçu komutanından hiçbiri askeri akademide eğitim görmemiştir. Bunlardan sadece 25’i askeri okuldan mezun olmuş, geri kalanları ise asteğmenler için açılan kursları tamamlamışlardı. 1940’ın başlarında tümen komutanlarının %70’inden fazlası, alay komutanlarının %70’i, komiserlerin ve siyasi bölüm şeflerinin %60’ı sadece bir yıldır bu görevlerde bulunuyorlardı. Ve bütün bunlar tarihin en korkunç savaşının eşiğinde oluyordu.

Hava savunma dalındaki terörün sonuçları da çok ilginçtir. Radar geliştirme teorisi Sovyetlerde 1930’ların başlarında oluşturuldu. 1934’de ilk kez keşif istasyonları kuruldu. 1934’ün sonlarında beş deneme radar istasyonu yapmak için Savunma Komiserliği Leningrad fabrikası ile anlaşmaya vardı. Fakat 1937 Ağustos’unda Hava Savunma Temsilciliği’ndeki yönetici radar mühendis P.K.Oshcepkov tutuklandı. Sonuç olarak Sovyet Ordusu İkinci Emperyalist Savaşa radarsız olarak girdi.

Her alandaki yaratıcı insan ve kurum terörün gadrine uğradı. Ressamlar, müzisyenler, mimarlar, film yapımcıları, kısacası toplumun bütün alanları terör ağının içine sokuldu.

İç savaş sırasında Odesa yeraltı hareketinin destanlaşan ismi Elena Sokolovskaya 30’lu yıllarda Mosfilm’in sanat yöneticisi olmuştu. 1937’de Moskova’da tutuklandı.

Ekim devrimini dökümanter bir seri haline getiren filmci A.F.Dorn’un da başına aynı şey geldi.

1936’da realizmin dar biçimde anlaşıldığından yakınan ünlü tiyatro yönetmeni V.E.Meyerhold’a karşı kampanya açılmıştı. 1938’de Meyerhold’un yönetiminde bulunduğu tiyatro, ‘Sovyet sanatına yabancı olduğu’ gerekçesiyle kapatıldı. Sovyet gençliğinin Mayakovski kadar bağlandığı bu tiyatro yönetmeni bir yıl sonra da öldürüldü.

1936-38 dönemindeki boyutlara ulaşamasa da, 1939-40 yıllarında hapis cezaları ve kurşuna dizmelerle sonuçlanan binlerce yeni dava açıldı.

1912 Prag konferansında Bolşevik partisi Merkez Komitesi’ne seçilen F.I.Goloshchekin de  bu dönemde kurşuna dizildi.

1939-41 döneminde Batı Ukrayna, Beserabya ve Baltık bölgelerinde bir yığın illegal tutuklamalara girişildi. Binlerce insan ağır baskılara uğrarken, onbinlercesi de ülkenin doğusuna sürüldü. Bu durum yerli halklar arasında büyük tedirginlik ve memnuniyetsizliğe yolaçtı. Tam savaş arifesinde Lvov, Kishinev, Tallin ve Riga’nın bütün hapisaneleri ağzına kadar doluydu. Savaşın ilk günlerinde bazı bölgelerde mahkumları başka yerlere nakledemeyen NKVD, çok daha kestirme bir yol yol bularak tutukluları kurşuna dizdirdi. Örneğin Lvov’da, Almanlar gelmeden önce halk ölülerin kimliğini öğrenebilmek için hapisaneye akın etti.

Almanlara karşı direniş hareketinin Sovyetlerin batı bölgelerinde ve özellikle ilk başlarda Ukrayna’da  yavaş gelişmesinde Stalinist bürokrasinin caniliklerinin payı küçümsenemez. Hitler’in orduları bir düşman gibi karşılanmadı. Zorla kollektifleştirme döneminde bu bölgelerde yüzbinlerce insan hayatını kaybetmişti. Bunun yanısıra Sovyet bürokrasisinin milliyetçi baskısının yarattığı huzursuzluk çok büyüktü. Ukrayna halkı Hitler’in ordularını  alkışlamadı, ama şikayetçi de olmadı. Ancak Alman işgalinden birkaç hafta sonra ilk partizan birlikleri Ukrayna’da kurulmaya başlandı. Çünkü Alman işgalinin sonuçları, sadece yabancı bir faşist ordunun Sovyet topraklarını işgal etmesi olayının ötesinde, üretim araçlarının  kollektif mülkiyetten özel mülkiyete geçmesi anlamına geliyordu. Alman işgali, Ekim  Devrimi’nin bütün kazanımlarının yok edilmesi demekti. Bu yüzden Ukrayna halkı Stalinist bürokrasiye rağmen, Ekim Devrimi’nin kazanımlarını korumak için silaha sarıldı. Troçki bir yazısında “Ekim Devrimi’nin sonucu olan toplumsal ilişkiler yığınların bilincinde yaşamaktadır” der.

 

 

Komintern Seksiyonlarında “Temizlik”

 

 

Sol Muhalefet’in Rusya’da ezilmesi ve partiden atılması süreci, uluslararası komünist hareket içinde de yaşandı. Rus partisinin baskı ve teşvikiyle Komintern seksiyonlarındaki Sol Muhalefet unsurları partilerden püskürtüldü. Komintern’in dünya komünist hareketinin devrimci merkezinden, Stalinist bürokrasinin uluslararası uzantısı bir organa indirgenişi, 1920’lerin ikinci yarısında tamamlanmıştı. 1935’de 7. ve ölüm kongresi yapılan Komintern’in denetimi, sanıldığı gibi Dimitrov’un, ya da Togliatti’nin değil, NKVD’nin elindeydi. Aynı kongrede polis şefi Yagoda Komintern Yürütme Kurulu’na, NKVD yöneticilerinden Mikhail A. Trilisser de Komintern Prezidyumu ve Sekreterliğine girmişti.

1930’larda illegal koşullardaki komünist partilerin yönetici kadrolarının önemli bir kesimi Sovyetler Birliği’nde bulunuyordu. İşte bu kadroların çok büyük bir kısmı terörün gadrine uğradı.

Bu dönemde Sovyetler’de sayıcı en kabarık yabancı komünistler ve anti-faşistler Almanlardı. Hitler faşizminden Sovyetler Birliği’ne kaçak bu insanları orada bir başka trajik sürpriz bekliyordu. Alman Komünist Partisi’nin en perestijli üyeleri darbelendi. Politbüro eski üyesi Heinz Neumann tutuklandı. Ünlü Lefortova cezaevine gönderilen Politbüro üyeleri Herman Remmele, Fritz Shulte ve Herman Schubert ortadan kayboldu.

1919’daki Komintern’in kuruluş kongresinde bulunan Alman Komünist Partisi Merkez Komitesi ve Komintern Yürütme Kurulu üyesi Hugo Eberlein, astım krizleri altında vahşice sorgulandıktan sonra, 25 yıl hapis cezasına çarptırıldı.

Diğer tutuklananlar arasında Alman Komünist Partisi illegal örgütlenme ve askeri cihaz şefi Hans Kippenberger; Merkez Komitesi örgütlenme sekreteri Leo Şieg; Rote  Fahne’nin (Kızıl Sancak) yayın şefi Heinrich Susskind ve Werner Hirsch de vardı.

Sovyetler Birliği’ne iltica eden Karl Liebnecht’in oğlu partiden atıldı ve yeğeni Kurt Liebnecht tutuklandı.

Ünlü Leibzig davasındaki başlıca Alman sanık ve Reichtag’daki komünist lider Ernst Torgler’in oğlu da Sovyetlere sığınmıştı. O da Alman ajanı suçlamasıyla hapse atıldı. Nazi-Sovyet paktının imzalanmasından sonra Sovyetlere kaçan anti-faşistler  ve yahudiler Almanya’ya geri teslim edildi. Bundan sonra, Nazizmin köleleştirdiği ülkelerdeki insanlara Sovyetlerin kapısı kapandı.

En ağır darbe yiyen Polonyalılar oldu. Polonya Komünist Partisinin Moskova ile ilişkilerinde özel bir durumu vardı. Daha 1906’da, Polonya Sosyal Demokrat Partisi Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisinin 4. Kongresine kabul edilmişti. Bu gelenek nedeniyle bir Polonyalı rahatlıkla Polonya partisinden Rus partisine geçebilirdi. Bir bakıma da bu yüzden, temizlikler sırasında Polonya partisine karşı kıyım, aynen Sovyet partisindeki rahatlık ve ipotek duygularıyla yapıldı. Temizlik sadece Polonya partisini değil, Sovyetlerdeki Polonyalı azınlığı da sarstı. 1926 yıllarında Sovyetler’deki Polonyalı sayısı  792 000 olarak belirtilirken, 1939’da bu sayı 626 000’e inmişti. Polonyalı bir komüniste göre, Buharin davası sırasında sadece Moskova’da 10 000 Polonyalı kurşuna dizilmişti.

Polonya Sosyal Demokrat Partisi ve daha sonra da Komünist Partisinin kurucularından A.Warski Ağustos 1937’de kurşuna dizildiğinde yetmiş yaşındaydı. Polonya Komünist Partisi sekreteri  Julian Leszczynski (Lenski) ve hayatının kırk yıldan fazla bir süresini devrimci mücadele içinde geçiren Wera Kostrzewa (Maria Koszutska) 1939’da kurşuna dizildi.

O sıralarda Polonya’da bulunan kimi önderler Moskova’ya “görüşme”ye çağırıldılar. Bunlar arasında Polonya Komünist Partisi Politbüro üyelerinden Jerzy Heryng (RyNg) ve Saul Amsterdam (Henryk Henrykowski) de vardı. Hepsi öldürüldü.

Polonya Partisini Komintern Yürütme Kurulu ve Kontrol Komisyonu’nda temsil eden eskilerin eskisi Walecki de aynı kaderi paylaştı. 1937’den 1939’a kadar Polonya Merkez Komitesinin Sovyetler’deki oniki üyesi ve yüzlerce partili kurşuna dizildi.

Polonya Komünist Partisine karşı duyulan bu özel nefretin nedeni ne olabilir? Sovyetler Birliği Komünist Partisinin 18. Kongresinde, Manuilski Komintern raporunu okurken, katledilen Polonyalı Komünistlerden “Polonya faşizminin ajanları” olarak sözeder. Isaac Deutscher’e göre, Stalinizmin Polonya partisine karşı daha özel bir kin duymasının nedeni, bu partinin Luksemburist geleneğinden kaynaklanmaktaydı. Stalin’e göre Luksemburgizm Troçkizmin Polonya versiyonunun adıydı.

1939’da Polonya Komünist Partisinden geriye kalanların yetmiş seksen kişi kadar olduğu söylenir. Temizliklerde Polonya partisi ile yarışabilecek tek parti Ukrayna partisiydi. Fakat Ukrayna partisi tamamen yokedilemezdi, çünkü Kiev’de yöneticilik yapacak insanlara gereksinme vardı. Polonya için böyle birşey söz konusu olmadığı gibi, yaklaşan Nazi-Sovyet paktına ve Polonya’nın paylaşılmasına karşı önemli bir engel de ortadan kaldırılmış oluyordu. Bu yüzden de, Polonya partisi 1938’de anti-faşist cephe kurma yolunda önemli ilerlemeler gösterirken, Stalinist Kominternce dağıtılarak  likide edilmiş oldu. 1944 yılında “komünist” bir hükümet  kurma zorunluluğu ortaya çıkınca, Polonya zindanlarına düşebilme “şans”ına sahip Gomulka yeni kurulan partinin  başına, eski NKVD sorgulamacısı Bierut devlet başkanlığına, Orta Asya’da bir enstitüde dersler veren Minc de ekonomik şefliğe  getirildi.

Macarların kayıpları da büyük oldu 1919 Macar ayaklanmasının önderi Bela Kun bunların başında gelir. Mayıs 1937’de yapılan Komintern Yürütme Kurulu toplantısında Manuilski Bela Kun’u Stalin’e hakaret edici davranışlar içinde bulunmak ve 1919’dan beri Romanya gizli polisi ile ilişkide olmakla suçladı. Bu konuşmadan  birkaç gün sonra tutuklanan Bela Kun, casusluk suçlamasıyla kurşuna dizildi. Karısı İrina da sekiz yıl hapis cezasına çarptırılırken, oğlu Macar şairi Hides çalışma kampına gönderildi.

Diğer tutuklular arasında Macar komünizminin eski önderlerinden Dezsö Bokanyi, F.Korikos, Farkos Gabor, teorisyen Lajos Magyar ve Jozsef Rabinovicz de vardı.

Yugoslav Komünist Partisinin yediği darbe de hiç küçümsenmeyecek boyutlardadır. Gerici Yugoslav diktatörlüğü binlerce komünisti temizlerken, Moskova’da da  Yugoslav partisi Merkez Komitesi’nin aşağı yukarı tamamı ve çok sayıda Yugosslav komünisti tutuklandı. Yüzden fazlası hapis ve kamplarda öldü. Parti genel sekreteri Gorkic 1937 yazında tutuklandı. Karısı ise, İngiliz ajanlığı suçlamasıyla daha önce tutuklanmıştı. Yugoslav Komünist Partisi’nin Sovyetler Birliği’nde yaşayan önderlerinin kaderini, “o dönemde ben tek başıma kalmışkım” diyen Tito’nun ağzından dinleyelim:”temizlikler sırasında tutuklanan yargılanan ve tasfiye edilen, ya da hapse atıldıktan sonra izine rastlanamayanlar arasında Filip Filipovic, Kamilo Horvatin, Kosta Nokakovic, Djuka ve Stjepan Cvjic, Rade ve Grgur Vujovic, Mladen Conic, Anton Mavrak ve diğerleri vardı. Hiçbir zaman işlemedikleri suçlardan ötürü üzerlerine yıkılan müthiş suçlamalarla ölüme yollanan bu insanların yaşadıkları trajedi çok büyüktür. O günler olağanüstü karmaşıktı. Partimiz tümüyle suçlama altındaydı. Komintern içinde partinin dağıtılacağı yolunda söylentiler bile dolaşıyordu.”[8]

Romanya Komünist Partisi genel sekreteri ve Komintern yürütme kurulundaki temsilcisi Marcel Pauker ve Merkez Komitesi üyesi Aleksandru Dobrogenau 1937’de kurşuna dizildi. Rakovski ile olan eski ilişkileri casus sayılmaları için yeterliydi! Olayın trajik yanlarından biri de, Pauker Moskova’da tutuklanırken, karısının da Romanya’da faşistlerce tutuklanmış olmasıydı.

Dimitrov’la birlikte Leibzig’de yargılanan Popov ve Tanev’e Sovyetler Birliği vatandaşlık vermişti. 1937’de Sovyetler’de tutuklanan bu iki Bulgar komünistine faşist Alman mahkemesinin veremediği cezayı Sovyet mahkemesi verdi.

Yüz kadar İtalyan komünisti, anarşisti ve partili olmayan işçi öldürüldü. Bunlar arasında Alman komünisti Neumann’la birlikte Kanton Komününe katılan tanınmış gazeteci Edmondo Peluso da vardı. Togliatti’nin üvey kardeşi Paoli Robotti de tutuklandı.

Aralarında Çin Komünist Partisi’nin Komintern temsilcisi Go Shao-tan’ın da bulunduğu birçok Çinli komünist tutuklandı. Komintern’deki Kore seksiyonunun

tamamı tutuklandı.

O zamanlar  Finlandiya Komünist Partisi birinci sekreteri olan Avo Tuominen daha sonraları, kurşuna dizilen birçok Fin’li komünistin adını açıklarken, o sıralarda Sovyetler Birliği’nde yaşayan bütün Finli’lerin “halk düşmanı” olarak ilan edildiklerini belirtir.

İspanyol, Çek, Fransız, Avusturyalı, Hollandalı, Hindistanlı ve hatta Brezilyalı   ve Amerikalı birçok komünist tutuklandı, ya da öldürüldü. Komintern seksiyonlarındaki teröre hedef olan komünistler, ülkelerinde illegal koşullarda faaliyet gösteren partilere mensup olanlardı. Olayın en dehşet verici yanlarından birisi de, aynı tarihlerde sınıf düşmanlarının iktidarda olduğu kendi ülkelerinde hapislerdeki komünistlerin birçoğu hayatta kalırken, Sovyetler Birliği’nde olanların büyük bir kesiminin öldürülmüş olmasıdır.

 

Sovyet Sınırları Dışında “Temizlikler”

“Temizlikler” sadece Sovyetler Birliği sınırları içine hapsedilmedi. Moskova’daki komünistlerle başa çıkmak oldukça kolay bir işti. Yabancı ülkelerde “temizlikler”e girişmek, daha gizli, daha planlı taktikler gerektiriyordu. Aralık 1936’da Yezhov, “Özel Görevler Seksiyonu” adı altında NKVD’de bir örgütlenme oluşturdu. “Seyyar Gruplar” denen bu seksiyonun görevi, Sovyetler Birliği dışında “temizlikler” gerçekleştirmekti.

Stalinist bürokrasiyi Sovyet sınırları dışında en fazla telaşlandıran gelişmelerden birisi İspanya İç Savaşı’ydı. Bu savaşın devrimci saflardaki belkemiğini POUM (“Sol Merkezciler”) ve Anarşistler oluşturuyordu. İspanya’da Markos adıyla faaliyet gösteren NKVD şeşerinden Slutsky’e göre, POUM sadece Zinovyev ve Piatakov’un yargılanmalarını eleştirmekle kalmıyor, aynı zamanda Troçki’yi İspanya’ya getirmekle de uğraşıyordu. Daha Aralık 1936’da Sovyet basınında Katalonya’nın geleneksel Marksist partisi POUM’un tasfiyesinin gerekli olduğundan söz ediliyordu.

16 Haziran 1937’de POUM’un politik sekreteri ve Kızıl Sendikalar Enternasyonal’i eski başkanı Andres Nin NKVD görevlilerince İspanya’da tutuklanıp sorguya çekildikten sonra öldürüldü. Fakat Andres Nin’e “itiraf” türünden birşey imzalatılamadı. POUM ve anarşistleri ezebilmek için, iç savaşın en kritik bir döneminde güçlerin parçalanmasından çekinilmedi. İspanya Komünist Partisi yönetimi Komintern direktiflerine uygun olarak hareket etmesine rağmen, Parti genel sekreteri Jose Diaz NKVD’nin faaliyetlerinden “ahlaki bir ölüm” diye sözeder. Aynı Diaz daha sonra Moskova’da karanlık bir biçimde ölmüştür.

1930’larda dış ülkelerde görevli bazı Sovyet diplomatları ve NKVD ajanları Sovyetler Birliği’ne geri dönmeyi reddettiler. Bunun en önemli nedenlerinden birisi duydukları endişeydi. Geri çağırılarak kurşuna dizilen Antonov-Ovseenko’dan daha önce sözetmiştik. Diğer bir örnek NKVD’nin Fransa’daki temsilcisi Nikolai Smirnov’dur. Moskova’ya geri çağırıldı ve döndüğünde Fransız ve Polonya ajanlığı suçlamasıyla kurşuna dizildi.

NKVD’nin üst düzeylerinde görevli olan general Krivitski, Aralık 1937’de Fransız Sosyalist Partisi’ne, Fransız Komünist Partisi’ne ve Dördüncü Enternasyonal hareketine birer mektup göndererek, onbinlerce suçsuz insanın tutuklanması ve kurşuna dizilmesi nedeniyle kendi konumunu feda etmek zorunluluğu duyduğunu ve kendisini, haksız yere suçlanan ve öldürülen insanların itibarlarının yeniden iadesi yolunda mücadeleye adadığını söyler. Krivitski’nin mektubu şöyle sona erer:

“GPU’nun beni öldürerek susturacağını biliyorum. Yezhov’un emri altında herşeyi yapmaya hazır yüzlerce kişi peşime düştü bile. Devrimci bir savaşçı olarak, bu durumu uluslararası işçi sınıfının bilgisine sunmayı bir görev sayıyorum.”

Krivitski’nin tahmini yanlış çıkmadı. Kurşunlanan  vücudu Waşhington’daki bir otel odasında bulundu.

Bu mektuptan birkaç gün sonra Avrupa gazeteleri, Sovyetler’in eski Yunanistan elçisi A.G.Barmin’in benzer bir mektubunu yayınladılar. Barmin mektubunda, ondokuz yıldır komünist olduğunu, ama şimdi devrimi yapan ve ilk işçi devletini kuranların kitlesel olarak yokedilme hazırlıklarının görüldüğünü yazıyordu.

Bu arada Ekim Devrimi ve iç savaş kahramanı F.F.Raskolnikov’dan söz etmeden geçmeyelim. Raskolnikov 1917’de Kronstadt parti komitesi başkanıydı. Daha sonra donanma komiserliği temsilciliği, Volga,Hazar ve Baltık donanma komutanlığı yaptı. 1930-39 yılları arasında Estonya, Danimarka ve Bulgaristan’da Sovyet elçiliği görevlerinde bulundu. Raskolnikov, 17. parti kongresinden sonra kişi putlaştırma ve en iyi parti kadrolarının tasfiyesi karşısında büyük bir tedirginlik duymaya başladı. Temmuz 1939’da Fransa’da bulunduğu sırada kendisinin “halk düşmanı” ilan edildiğini öğrendi. Stalin’e yazdığı açık mektupta, eski Bolşevik kuşağın yokedilmesini, Troçkistlere, Zinovyevcilere ve Buharincilere karşı girişilen iftira ve terör kampanyasını sert bir dille protesto etti. Stalinist bürokrasinin üzerinde yarattığı sarsıntı sonucu, Raskolnikov Eylül 1939’da intihar etti.

Yüksek bir GPU görevlisi olan Ignace Reiss Temmuz 1937’de Stalin’e açık bir mektup yazarak 4. Enternasyonal hareketine katıldığını açıklar.İki ay sonra İsviçre’nin Lozan şehrinde vücudu delik deşik edilmiş bir halde ölü olarak bulundu.

Troçki’nin sekreteri Erwin Wolf gönüllü olarak katıldığı İspanya İç Savaşı’nda sınıf düşmanlarının değil, GPU’nun kurşunlarıyla öldü. 4. Enternasyonal  hareketinde yönetici bir rol oynayan Troçki’nin oğlu Leon Sedov 1 Şubat 1938’de Paris’de öldürüldü.

Altı ay kadar sonra, 4. Enternasyonal’in kuruluş konferansını  düzenleyen Rudolf Klement esrarengiz biçimde ortadan kayboldu. İşkence edilmiş vücudu başsız olarak Sein nehrinde bulundu.

Artık sıra, bitirilmemiş bir hesabın görülmesine gelmişti. Moskova duruşmalarında Troçki biçimsel olarak gıyabında ölüm cezasına çarptırılmıştı. Stalinist bürokrasinin kararını infaz etme görevini, NKVD subayı Leonid Eitingan örgütledi. Eitingan 1936’da Kotov adıyla İspanya’ya gönderildi. Bundan sonrası Stalinizme özgü “deneyimli” yöntemlerle tezgahlandı. 20 Ağustos 1940 tarihi Stalinizmin bayram ve şenlik günü oldu. Stalin’in emriyle Troçki’nin  katili Sovyetler Birliği kahramanı ilan edildi. Katilin annesine de Lenin ödülü verildi.

Kısa Bilanço

Bu yazıda sıraladığımız isimler, en önde gelen siyasetçiler, bilim adamları, askeri liderler, sanatçılar ve yöneticilerin  bir kesimine aittir. 1930’ların kıyım ve temizlikleri sadece parti ve devlet cihazını değil, tüm ülkeyi baştan aşağı çatırdattı. 1937 yılına gelindiğinde 5 milyon insan çalışma kamplarına toplanmış bulunuyordu. Ocak 1937 ile Aralık 1938 yılları arısında tutuklanan insan sayısı 7 milyon civarındaydı. Tutuklananların 1 milyonu kurşuna dizilirken, kamplardaki ağır yaşam koşullarından dolayı 2 milyon kişi yaşamını yitirdi. Temizliklerde yaşamlarını kaybedenlerin kesin bir sayısını vermek oldukça zordur. Ancak 1956 yılında İtalyan Komünist Partisi delegasyonuna Khruschhev tarafından verilen bilgiye göre temizlikler boyunca toplam olarak  yaşamlarını kaybedenlerin sayısı 8 milyondu.

Toplumda nicelik olarak bir oranlama yapılırsa Stalinist terörün en büyük darbesini yiyenlerin  sıradan parti neferleri, alt ve orta derecedeki parti görevlileri olduğu görülecektir. Ekim devriminin önderleri, Lenin kuşağı sürgünlere, zindanlara, ölüm mangalarının önünde hedef olmaya layık görüldü. 1917’deki Politbüro’nun tamamı, Merkez Komitesinin tamamına yakını, ilk devrim yıllarının Halk Komiserleri Konseyi’nin birçok üyesi öldürüldü. Lenin’in vasiyetnamesinde adı geçen kişilerden Stalin hariç kimse hayatta bırakılmadı. Devrimci miras, Bolşevik geçmiş ortadan kaldırıldı. 1917 Ekim Devrimi’ndeki Lenin’in Merkez Komitesi’nin kaderini bir kez daha anımsatalım:

Lenin 1924″de öldü; Troçki 1940’da öldürüldü; Rikov 1938’de kurşuna dizildi;  Buharin 1938’de kurşuna dizildi;  Sverdlov 1919’da bir terörist tarafından öldürüldü; Zinovyev 1936’da kurşuna dizildi; Kamenev 1936’da kurşuna dizildi; Milyutin 1938’de kurşuna dizildi;  Lomov  1938’de kurşuna dizildi; Sjamyan 1918’de bir İngiliz tarafından öldürüldü; Berzin 1939’da kurşuna dizildi; Muranov 1939’da tasfiye edildi, akibeti belli değil; Artem 1921’de öldü; Stassova ortadan kayboldu, akibeti belli değil; Kollontay 1952’de öldü (?); Nogin iç savaşta öldü; Dzerjinsky 1926’da öldü; Uritski 1918’de bir terörist tarafından öldürüldü; Krestinsky 1938’de kurşuna dizildi; Bubnov 1938’de kurşuna dizildi; Sokolnikov 1939’da hapisanede öldü; Joffe 1927’de intihar etti.

1934’de yapılan 17. Kongre sırasında partide 2.809.000 üye ve aday üye vardı. Bunlardan 900.000’i aday üyeydi ve normal olarak 1939’daki 18. Kongreden önce asil üye olacaklardı. Ancak 1935-36’da Partiye hiçbir yeni üye alınmadı. 1936 Kasım’ında yeniden üye kaydı başladı. Bu tarihten 1939 baharına kadar bir milyonun biraz üstünde insan aday üye olarak alındı. Bunların en azından üçte birinin 18. Kongreden önce asil üye olmaları gerekiyordu. 1934’den 1939’a kadar geçen beş yıllık sürede ortaya çıkan eksilme 300-400 bin kişi civarındadır. Geniş bir hesaplamayla bile, 1939’daki toplam asil ve aday üye sayısı 3.5 milyondan az değildir. Bu sayının en azından 2.600.000’i asil üye sayısına tekabül etmektedir. Fakat 18. Kongre sayımlarına göre Parti’nin üye sayısı 2.478.000’dir  ve bu sayının sadece 1.590,000’i asil üyedir. Bu muazzam azalma sadece kitle kıyımının açık bir göstergesinden başka birşey değildir.

1934’de toplanan 17. Kongreye “zafer kongresi” denmişti. Beş yıl sonraki 18. Kongreye gelindiğinde, bir önceki kongreye katılan 1966 delegeden 1108’i (yani yarısından fazlası) “karşı devrimci suçlar”dan tutuklanmış bulunuyordu. 18. Kongreye katılan delegelerin  de sadece %2’si bir önceki kongrede delegeydiler.

1934’deki 17. Kongre’den sonraki Politbüro’nun 10 üyesinden geriye kalan, sadece Stalin ve Mikoyan’dır.

Kısacası Stalinst bürokrasinin iki üç yıl içinde komünistlere uyguladığı baskı ve katliamın faturası tüm devrimci mücadele , üç devrim (1905, 1917 Şubat ve 1917 Ekim) ve İç  Savaş’daki kayıplardan daha yüksektir.

Siyasi tecrübesi, devrimci kişiliği, bağımsız ve eleştirisel bilinci olan üyeler temizlendi. Heryere “evet efendimciler”, dalkavuklar, kariyeristler ve entrikacılar dolduruldu. Birçok eski Menşevik önemli görevlere getirildi. Örneğin Amerika’daki Sovyet elçisi Troynanovski, Almanya elçisi Kintyuk eski Menşeviklerdendi. Fransa’daki elçi  Potemkin bir burjuva tarihçisiydi. 1917’de Lenin ve Troçki’ye Alman ajanlığı suçlamasını yapan Serebrovski, Merkez Komite’sine üye yapıldı. Menşevik Saslavski de basında önemli bir göreve atandı. Temizlikler ve kıyımlarda başrollerden birini oynayan başsavcı Vişinski’nin de eski Menşevik liderlerden biri olduğu bilinmektedir.

 

 

 

 

 

İddialar, “Deliller” ve “İtiraflar” Üzerine

 

 

Eski Bolşeviklere karşı girişilen katliamlarla ilgili olarak Stalinist bürokrasi hangi gerekçelere başvurmuştu? Gerekçeler, Stalinizmin gelenek ve kurum haline getirdiği, “kapitalizmi geri getirme” iftirası olarak özetlenebilir.

1935’de Zinovyev ve Kamenev’e karşı açılan ilk davada, sanıkların “kapitalizmi geri getirmek için gizli bir Moskova merkezi” kurdukları iddia edilmişti. Bu aşamada henüz, yabancı devletlerle, ya da faşizmle anlaşma iftiraları geliştirilememişti. 1936’daki yargılamada ise, sanıkların ne pahasına olursa olsun iktidarı ele geçirmek istediklerini “itiraf” ettikleri ileri sürüldü. Bu yeni “itiraf”a göre, Zinovyev ve Kamenev’in hiçbir  toplumsal ve politik programları yoktu, hedefleri iktidardı. Onlar kurşuna dizildikten sonra, Eylül 1936’da Sovyet basınında Zinovyev ve Kamenev’in mahkemede yalan söyledikleri, aslında “kapitalizmi geri getirme” planlarını gizli tuttukları açıklanacaktı.Bu sayede Ocak 1937’deki yeni “yargılamalar” için yeni bir gerekçe de bulunmuş oldu. Bu kez iddianamede “yabancı devletlerin  yardımıyla kapitalizmi geri getirme” gibi bir  yenilik vardı. Bu yeni iddiaya gerekçe olarak da Troçki gösterildi. Siyasi olarak birbirleri ile farklı eğilimlerde olan insanları bu tezin savunucusu ve uygulayıcıları olarak sunabilmek için de “paralel Troçkist merkezler” adıyla, tüm sanıkları aynı suçlamanın kapsamına alabilecek olan bir “örgütler dizisi” yaratıldı. İddianameye göre, muhalefet iktidara gelemeyeceğini bildiğinden, bu işi yabancı devletlerin desteğiyle gerçekleştirecekti. Bu sayede Troçkistler iktidarı alacak, arkadan Sovyetler’in önemli kısmını yabancı devletlere peşkeş çekecekti. Amur bölgesi Japonya’ya, Ukrayna da Almanlara verilecekti. Bu konuda Troçki ile Hitler’in en yakınlarından Hess arasında anlaşmaya varıldığını bile yazabilme cüreti gösterildi.

1935’deki ilk duruşmada sanıklar sadece “iktidar hırsı” içinde olmakla suçlanırken, daha sonraki yargılamalarda “kapitalizmi geri getirme” iddialarının ortaya atılmasının nedeni neydi? İşin daha başında böyle bir iddia, gerek Sovyetler Birliği ve gerekse dünya işçi sınıfı için, hiç de inandırıcı olamazdı. Lenin’in yakın arkadaşlarına karşı böyle bir suçlama “zamanlama” bakımdan uygunsuz düşerdi. Önce, eski Bolşeviklere karşı psikolojik bir tepki ortamını hazırlamak gerekiyordu. Bu yüzden ilk yargılamalar “iktidar hırsı” teması ile sınırlı tutuldu. Böylece, önce eski Bolşeviklerin itibarları kırılacak, “yargılanma”ları için “haklı” ve “ölçülü” bir gerekçe bulunmuş olacaktı. İkinci aşamada “kapitalizmi geri getirmek”le suçlanabilirlerdi. Yığınlar Stalin bürokrasisi hakkında ne düşünürlerse düşünsünler, en duyarlı oldukları konuların başında, üretim araçlarının kollektif mülkiyeti geliyordu ve  Ekim devriminin kazanımları mutlaka korunmalıydı. Bu yüzden sanık sandalyesinde oturan eski Bolşevikler, amaçlarının “kapitalizmi geri getirmek” olduğunu “itiraf” etmeliydiler. “Kapitalizmi geri getirmek” için başvurulacak araç da, yabancı emperyalist güçler olarak belirlendikten sonra, mizansen tamamlanmış oldu. Artık devrim tarihi yeniden yazılabilirdi.

“Yargılamalar”da üç temel yöntem üzerinde duruldu: terör, sabotaj ve casusluk. İddianameye göre muhalefet, başta Stalin olmak üzere parti yöneticilerine suikastlar düzenleyerek, onları ortadan kaldırmayı planlıyordu. Bu konuda bir tek delil bile ileri sürülemedi. En büyük dayanak noktası ve “deliller”, biraz ileride üzerinde duracağımız ünlü “itiraflar”dır.

1937’deki duruşmalarda yeni bir iddia daha ortaya atıldı: ülkenin ekonomik kaynaklarına sabotaj! Böylece, maden ve tren kazalarından, ekonomideki her bozukluktan, kollektif çiftliklere karşı her direnişten sorumlu olan bir düşman bulundu: Troçkizm!

Sovyetler Birliği’nin teknik bilgi, hammadde sıkıntısı, yatırım problemleri gibi sanayileşmede karşılaştığı objektif zorluklar ve bunun yanısıra kötü planlama, işçi sınıfının içinde tabakalaşma, yüksek çalışma temposu, düşük ücretler, kalitesi düşük konutlar, uzun kuyruklar gibi 1920’lerde sanayinin geciktirilmesinin yolaçtığı ve bürokrasinin güçlendirilmesi için yararlanılan subjektif zorluklar, Troçkistleri suçlu çıkarmak için zengin bir malzeme kaynağı olarak kullanıldı.

1938’deki “yargılamalar”da “sabotaj” suçlaması en gözde silahlardan biriydi.

İddianameye göre, Troçkistler sadece terör ve sabotajla yetinmemiş, fakat aynı zamanda yabancı devletlerden destek de almışlardı. Çıldıran bürokrasinin savcısı, “Troçki’nin başında bulunduğu blokun tamamı yabancı casuslardan ve çarlığın gizli polislerinden oluşmaktadır” diyerek tarihin en iğrenç iftiralarından birini yapıyordu.

Moskova duruşmalarının birincisinde, sanık sandalyesine oturtulanlara, 1932 yılından beri Gestapo ajanları oldukları “itiraf” ettirildi. Oysa ki, o tarihte Gestapo diye bir örgüt henüz kurulmamıştı. İkinci yargılamada, Troçki’nin sadece Alman ajanı değil, aynı zamanda Japon gizli servisleri ile de birlikte çalıştığı söylenecekti. Nihayet 1938’deki üçüncü Moskova duruşmalarında Polonya ve İngiliz gizli servislerinin de Troçkistlerden bilgiler aldığı açıklanacaktı!

Troçki’nin İngiliz gizli servisleriyle ilişkisi olduğu yolunda 1938’deki  suçlamanın temelinde, Stalin’in İngilizlerle ilişkilerinin kötüleşmesi yatar. 1939’da Stalin Hitler ile pakt yapınca, bu kez Troçki’ye İngiliz ajanlığının yanısıra, Amerikan ajanlığı da yakıştırılır. 1941’de Almanya ile Sovyetler arasında savaş başlayınca, Troçkistler tekrar Alman ajanlığı damgasını yerler. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Amerika ile Sovyetler arasındaki ilişkilerin olumsuz olarak gelişmesi nedeniyle, Dördüncü Enternasyonal’e yöneltilen Amerikan ajanlığı suçlaması, göreceli bir süreklilik kazanır. Soğuk savaştan sonra, Sovyetlerin Amerika ile ilişkileri iyileştiğinde, Çin’le ilişkileri bozulur. Ama Dördüncü Enternasyonal Çin ajanlığı ile suçlanmaz ve bu kez “ajanlar” ironik olarak yer değiştirirler ve Çinliler Troçkist ajanlar olmakla suçlanırlar.

1917 yılında Geçici Hükümet, Lenin ve Troçki’nin Alman ajanları oldukları yalanını tüm dünyaya yaymıştı. Aynı yöntemi yirmi yıl sonra Sovyet bürokrasisinin şefi Stalin, Ekim Devrimi’nin önderlerinden ve Kızıl Ordu’nun kurucusu Leon Troçki’ye karşı uyguluyordu. Tam burada ünlü Nazi şeflerinden Göbels’in sözlerini anımsamamak elde değil: “yalanı ne denli büyük söylerseniz ve sık tekrarlarsanız, insanları inandırmak o denli kolay olur.”

Herhangi bir nedenle suçlanan insanlar hakkında, suçu ispat için delil gereklidir. Peki Moskova duruşmalarında öne sürülen deliller nelerdi? Hiçbir maddi delil yoktu. Duruşmaların hiçbirinde, suçlamaları haklı çıkarabilecek tek bir maddi delil ileri sürülememiştir. İddianamelere göre, devlet ve parti yönetimine karşı korkunç bir komplo hazırlığı söz konusudur! Dört yabancı devletin gizli servisleri de bu komplonun içindedir. Ve de bu korkunç “komplo”yu yöneten sürgündeki Troçki’dir. Duruşmalarda sürekli  olarak  sanıkların Troçki’den mektupla direktif aldıklarından sözedilmiş, fakat tek bir mektup bile gösterilememiştir. Delil olarak gündeme getirilen “mektup”, Troçki’nin 1932 yılındaki “Sovyetler Birliği Komünist Partisine Mektup” adlı yazısıdır. Troçki bu yazısında partiden, Stalin’i görevden uzaklaştırarak Lenin’in vasiyetini yerine getirmesini talep eder. Menşevik savcı Vişinski’ye göre bu talep terörizme çağrıdır. Delil bulunamayışı konusunda ise, savcı şöyle diyordu: “Bir komplo ile karşı karşıyayız. Karşımızdaki insanlar, bir darbe yapmak için yıllardır örgütlenmiş olan, bu komplolarını geliştirebilmek için faaliyet gösteren, yabancı faşist güçlerle temasa geçen komploculardır. Bu durumda deliller sorusu nasıl gündeme getirilebilir?”[9]. Savcı Vişinsky kendi sözleri ile kendini kapana kıstırıyor. Darbe gerçekleştirecek boyutta bir komplo hazırlanacak ve hiçbir yazılı belge, ya da direktif olmayacak! En sıkı, en gizli örgüt faaliyetinde bile, tüm yazılı belgelerin yok edilebilmesi olanaksızdır. Bu kadar çok sayıda insanın içinde olduğu iddia edilen komplocu bir örgüte sızamamak olanaksızdır. Bolşevikler Ekim devriminde iktidarı ele geçirdikten sonra, en gizli saydıkları bir yığın belgeyi polis arşivlerinde bulunca, oldukça şaşırmışlardı. Aynı durumun iktidardaki bürokrasi açısından daha da elverişli olduğu bu yeni koşullarda tekrarlanamaması olanaksızdır. Hiçbir yazılı delilin ortaya konulamadığı böyle bir durumda, savcı ve yargıçların sanıkların doğru itiraflarda bulunup bulunmadıklarını incelik ve duyarlılıkla araştırmaları, en basit hukuk kurallarının da bir gereğidir. Çok sayıda tanığın ifadelerine başvurulması ve çelişkili ifadeler görüldüğünde, çapraz sorgulamalar, ya da yüzleştirmeler yapılması akla gelen ilk örneklerdir. Ama bunların hiçbirisi yapılmadı.

Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra açılan arşivlerin başına üşüşen tüm araştırmacı, tarihçi, yazar ve akademisyenler o dönemdeki suçlamalara ilişkin hiçbir delil bulamadılar. Tek delil ünlü ”itiraflar”dı.

1936’daki birinci Moskova duruşmalarında Smirnov ve Golzman “kısmi itiraflar”da bulunmuştu. Duruşmada özellikle Smirnov, GPU’nun sorgulama yöntemleri ile tamamen ezilmediğini gösterdi. Suçlananlardan her birinin “itiraf”” ettiği “gizli merkez” suçlamasını kabul etmedi. Hiçbir “somut ayrıntı” masalı da anlatmadı. Smirnov, Troçki’nin Sovyetler Birliği’ndeki “temsilcisi”, Troçkist örgütün başı” olarak sunulmuştu. 1933’den beri hapiste olan bir insan, iddia edilen büyük bir komployu, mahkeme önüne çıkarıldığı 1936’ya kadar yani üç yıl hapisten nasıl yönetmişti? Sadece bu olgu bile, en sıradan bir burjuva mahkemesince suçlanan kişinin lehine değerlendirilecek bir delil özelliği taşırken, gerçekte adaletli olması gereken bir işçi devletinin mahkemesinde savcı şöyle konuşabiliyordu: “Merkezin faaliyetleri çok iyi örgütlenmiş bir bağlantı tekniği sayesinde sürdürülmüştür. Örneğin Smirnov gibi serbest olmayan kişiler merkezin faaliyetlerinin yönetimine katılmışlardır. Smirnov 1Ocak 1933’den beri tutukludur. Fakat onun hapisten Troçkistlerle ilişki kurduğunu biliyoruz. Smirnov’un hapiste şifreler aracılığıyla yoldaşlarıyla ilişkiler kurduğu keşfedilmiştir.”[10]. Sözü edilen şifrelerden hiçbirisi mahkemede ortaya konmadı. şifrelere ilişkin spekülasyonun piyasaya sürülmesi ile çekilmesi bir olmuştur. Aslında Smirnov’un kısmi “itiraf”ı tertipte bir terslik yarattı. Komplo ile suçlanarak mahkeme önüne çıkarılanların sayısı sınırlıydı. Çünkü sebatla suçlamaları red edenler, daha işin başında ayrı tutulmuşlardı. Smirnov’u ayıramamalarının nedeni, onun daha baştan en temel sanık ilan edilmiş olmasından geliyordu. Onun “yarım itiraf”ına razı olmaları gerekiyordu.

Radek de 1937’deki ikinci Moskova duruşmalarındaki tanıklığı sırasında, hesapta olmayan konuşmalar yapmıştı. Uyanık bir kişi, onun suçlamaları nasıl boşa çıkardığını rahatlıkla farkedebilirdi.

Krestinski 1938’de, duruşmaların daha ilk gününde iddianamenin okunmasından sonra “itiraflar”ını şöyle geri aldı:

Krestinsky: “Ben suçlu değilim, Troçkist değilim. Sağların ve Troçkistlerin blokuna hiçbir zaman üye olmadım; böyle bir bloğun varlığından da haberim yoktu. Bana yüklenen suçları da işlemiş değilim. Alman gizli servisleri ile hiçbir ilişkim olmadı.”

Mahkeme Başkanı: “İlk sorgudaki itirafınızı mı kastediyorsunuz?”

Krestinsky: “Evet, ilk sorguda itirafta bulunmuştum, fakat hiçbir zaman Troçkist olmadım.”

Mahkeme Başkanı: “Casusluk yaptığınız ve terörist eylemlere katıldığınız yolundaki iddiaları kabul ederek, suçlu olduğunuzu açıklayacak mısınız?”

Krestinski: Hiçbir zaman Troçkist olmadım. Sağların ve Troçkistlerin bloğuna katılmadım ve hiçbir suç işlemedim.”[11]

İlk günkü duruşmada savcı, diğer sanıkların Krestinski’den söz etmelerini sağlayabilmek için bir dizi sorular yöneltti. Krestinsky, her türlü suçlamayı reddederek, 27 Kasım 1927 tarihinde Troçki’ye yazdığı bir mektupta onu eleştirdiğini söyledi ve savcıdan mektubu okumasını istedi. Böyle bir mektup olmadığını söyleyen savcı, ikinci gün mektubu ortaya çıkararak, bazı pasajlar okudu. Savcıya göre Krestinsky manevra yapıyor, parti içinde Troçkist mücadeleyi sürdürebilmek için Troçkizmle kopuşmuş gibi görünmeye çalışıyordu. Duruşmaların ilk gününde sorgu ifadelerini reddeden Krestinsky, ertesi günkü duruşmada iddianameyi kabul ettiğini söyleyecekti.

Krestinsky: “İlk sorgudaki itirafarımın isabetli olduğunu kabul ediyorum.”

Vişinsky: “Dünkü ifadeniz, mahkemeye karşı Troçkist  bir provakasyon  dışında bir anlam ifade edebilir mi?”

Krestinsky: “Dün sanık sandalyesinde oturmamla, iddianameyle ve benim iyi olmayan sağlık durumumla daha da kötüleşen etkilenme nedeniyl,e bir an için kendimi sahte bir utangaçlık duygusu içinde hissetttim. Bu yüzden doğruyu söyleyecek durumda değildim. ‘Evet suçluyum’ diyeceğim yerde mekanik olarak  ‘hayır suçsuzum’ diye yanıt verdim.”

Vişinski: “Mekanik olarak mı?”

Krestinsky: “Dünya kamuoyuna karşı doğruyu, yani Sovyet iktidarına karşı daima Troçkist bir mücadele sürdürdüğümü söyleyecek gücü kendimde bulamadım. Kişi olarak bana yöneltilen bütün ağır iddialardan suçlu olduğumu ve suçlarımı tam olarak itiraf ettiğimi mahkemenin zapta geçirmesini istiyorum. Ve ihanet sorumluluğu taşıdığımı itiraf ediyorum.”[12]

Mahkemenin ilk günü olan 2 Mart’la ikinci günü olan 3 Mart’ı bağlayan gecede Krestinsky’e ne olduğunu bilemeyiz, ama rahatlıkla tahmin edebiliriz!

Buharin’in ve hatta sadık Stalinist eski GPU şefi Yagoda’nın mahkemedeki ifadeleri, Krestinsky ile benzerlikler göstermekteydi. Örneğin Yagoda birtakım iddiaları reddetti ve hatta Maksim Gorki’nin ölüm nedeni ile ilgili olarak açıklamalarda bulunma eğilimi gösterdi. Mahkeme başkanı derhal duruşmaya ara verdi ve aradan sonra Yagoda daha fazla konuşturulmadı.

Okuyucunun da gördüğü gibi, “itiraf” sözcüğünü bu yazıda sürekli olarak tırnak içinde kullandık. İtiraf ne anlama gelir? Bir kimsenin işlediği suçu açıkça kabul etmesi demektir. Eğer söz konusu olan politik bir davaysa ve yargılanan kişi de politik bir bilince sahipse, Moskova duruşmalarındaki türden “itiraflar” söz konusu olamaz. Duruşmalarda suçlanan insanların kişilikleri meçhul olsaydı, yalnızca “itiraflar” denen ifadelerle varılabilecek sonuç, sanıkların politik bilinçten yoksun, acemi ve yeteneksiz komploculardan öteye bir nitelik taşımadıkları olabilirdi. Oysa ki, sanık sandalyesine oturtulan insanlar, yirmi ya da otuz yıldır dünyanın en gerici düzenlerinden birine karşı Lenin’le yan yana savaşmış, politik mücadelede pişmiş, zengin deneyim sahibi kişilerdir. Aşağı yukarı tüm sanıklar Ekim devrimine katılmış, partinin ve devletin önemli yerlerinde görevler üstlenmişti. Bu çaptaki insanların politik nitelikte bir örgütlenmenin sonucunda ortaya çıkabilecek riskleri göze alamayacakları düşünülemez. Politik bir savunma ve meydan okuma yerine, “itiraflar” adı altında mahkeme zabıtlarına geçen ifadeler, bu insanların kendi öz geçmişleri ve tüm kişilikleri ile taban tabana zıttır.

Moskova duruşmaları türünden politik bir davada, böyle ünlü politik kişilerin sanık sandalyesini, politik bir arena olarak kullanmalarından başka bir alternatif düşünülemez. Örneğin, eğer sanıklar iddia edildiği gibi gerçekten Stalin’i öldürmeyi planlamış, ya da düşünmüş olsalardı, yapacakları şey, bunun nedenlerini açıklamak olacaktı. 1922’de Sosyalist Devrimciler Lenin ve Troçki’yi öldürmek iddiasıyla mahkeme önüne çıkarıldıklarında, niyetlerinin gerekçelerini açık seçik anlatmışlardı. Devlet yönetimine karşı terör kullanmanın gerekli olduğu sonucuna vardıklarını itiraf ederek, politik amaçlarını mahkeme önünde savundular. Sadece, planları gerçekleşemediği için üzüntü duyduklarını söylediler ve ideolojik bütünlüklerini korudular. Hamburg ve Gdansk’ın burjuva mahkemelerinde yıkıcı faaliyette bulunmaktan yargılanan Troçkistler de aynı tavrı aldılar. Eylemlerinin nedenlerini açıklayarak, düşüncelerini savundular. Politik “itiraf” böyle anlaşılır, böyle değerlendirilir. Ama Moskova duruşmalarında böyle birşey olmadı.

İllegal mücadelede uzun yılların deneyimlerine sahip olan eski Bolşevikler, sadece ezik bir suçluluk psikozu içinde “itiraflar”da bulunmakla kalmadılar, aynı zamanda kendilerini yargılayanların değer yargılarını ve terminolojilerini de kullandılar. “İtiraflar” gerçeklerin dile getirilmesi olarak değil, boyun eğdirilme, teslim alınma olarak algılanmalıdır. Birçokları kendilerini savunmanın gereksiz olduğunu söyleyerek avukat istemedikleri gibi, ölüm cezasına çarptırılmalarını da istediler.Teslimiyet ve eziklik o denli dehşetliydi ki, örneğin Piatakov şöyle diyebiliyordu: “Birkaç saat sonra bizim hakkımızda karar vereceksiniz. Burada karşınızda kendi suçumun pisliği ve ezikliği altındayım. Herşeyden yoksun kalmanın borçluluk duygusu içinde partimi kaybettim, ailemi kaybettim, hiçbir arkadaşım yok, kendimi kaybettim….” [13]

Savcı ve bizzat sanıklar, yargılananları aşağılama konusunda Rusça’daki en ağır deyimi  bulabilmek için bir çeşit yarışa girdiler:

Vişinski: “1933’de yazdığınız yazılar ve bildirilerde partiye sadakatiniz olduğu izlenemini vermiştiniz. Bunu nasıl değerlendirmeli? Sahtekarlık mıydı?

Kamenev: “Hayır sahtekarlıktan da kötü.”

Vişinski: “İnançsızlık mı?”

Kamenev: “Daha kötü.”

Vişinski: “Sahtekarlıktan, inançsızlıktan daha kötü olan sözcüğü siz bulabilirmisiniz? Yoksa ihanet mi?”

Kamenev:  ”Doğrusunu siz buldunuz.”[14]

Stalin bürokrasisini yıkmayı planlamış olsalar bile, eski Bolşeviklerin mahkeme önünde bu tür bir davranış içinde olmaları inanılmaz derecede şaşırtıcıdır. En azından kendi dillerini ve terminolojilerini kullanmaları gerekirdi. Öyleyse bu trajik durumun izahı nedir? Fiziki ve psikolojik baskılara karşı büyük deneyimleri olan bu insanlar neden direnemediler ve düzmece “itiraflar”da bulundular?

Buharin’in  kurşuna dizilmeden önce karısına bıraktığı mektupla başlayarak, bu sorunun yanıtını aramaya çalışalım:

“Hayattan ayrılıyorum. Başımı , acımasız fakat aynı zamanda pırıl pırıl olması gereken proletaryanın baltası önünde eğmiyorum. Ortaçağ yöntemlerine başvurup, muazzam bir güç ele geçirerek planlanmış iftiralar üreten , cüretli cehennem makinasının önünde kendimi çaresiz hissediyorum.

 

Dzerzhinski öldü; Çeka’nın üstün gelenekleri geçmişin içinde solup gitti. Devrimci düşünce Çeka’nın tüm eylemlerine yön veriyordu: düşmanlara karşı adaletli sertlik, devleti hertürlü karşı devrime karşı koruyordu. Çeka böyle bir özel güven, özel bir saygı, otorite ve kabul gördü. şimdi, NKVD’nin bir çok sözüm ona organları dejenere olmuş bürokratlar örgütüdür. Düşüncesiz, yoz, iyi para alan kimseler, Çeka’nın geçmişte kaybolan otoritesini, Stalin’in hastalıklı şüpheciliğine (daha fazlasını söylemekten korkuyorum) eğlence sağlayan bir konum ve isim temin etme itiş kakışı için kullanmaktadırlar. Kendi yarattıkları mide bulandırıcı masalllarla aynı zamanda kendilerini de mahvettiklerini anlıyamıyorlar. Tarih kirli işlerin tanıklarına katlanamaz.

Merkez Komitesi’nin herhangi bir üyesi, partinin sıradan bir üyesi bu ‘mucize yaratan’ organlarca temizlenebilir, bir hain, bir dönek, bir ajan haline dönüştürülebilir. Eğer Stalin kendisi hakkında şüphelere düşecek olsa , bunun doğrulanması hiç gecikmeyecektir.

 

Parti üzerinde kasırga bulutları dolaşıyor. Benim hiç birşeyden suçlu olmayan bir tek başım, binlerce suçsuz başları da aşağıya çekecektir. Aslında şimdi var olmayan bir Buharinist örgütün yaratılması gerekmektedir. Partiyle bir anlaşmazlığın gölgesi bile yoktur; yedi yıl önce Sağ Muhalefet yıllarında da yoktu. Ryutin ve Uglanov’un gizli örgütleri hakkında da hiçbir şey bilmiyorum. Görüşlerimi Rykov ve Tomski ile birlikte açıkça söyledim.

 

Onsekiz yaşımdan beri partideyim. Hayatımın amacı, herzaman işçi sınıfının çıkarları, sosyalizmin zaferi için savaşmak olmuştur. Songünlerde saygıdeğer Pravda, Nikoloay Buharin’in Ekim’in zaferlerini yok etmeyi, kapitalizmi restore etmeyi amaçladığı yolunda en iğrenç yalanları yaymaktadır. Bu eşi görülmemiş bir aşağılamadır; bu, halka karşı sorumsuzluk içinde söylenen öyle bir yalandır ki, Romanov’un tüm yaşamını kapitalizme ve monarşiye karşı mücadeleye, proletarya devrimine ulaşılması için mücadeleye harcadığını keşfetme gibi aşağılık bir yalanla eşittir. Eğer sosyalizmi kurma yöntemleri konusunda bir kereden fazla yanıldıysam, gelecek nesiller beni Vladimir İlyiç’ten daha sert yargılamasın. İlk kez izsiz bir yolda tek bir hedefe doğru yürüyorduk. O zamanlar başkaydı, başka gelenekler vardı. Pravda’nın tartışma sayfası vardı, herkes düşüncesini söylüyor, yolları ve yöntemleri arıyor, tartışıyor, birlikte oluşturuyor ve ilerleniyordu.

 

Gelecek neslin parti önderleri! Sizlere sesleniyorum! Bu dehşetli günlerde daha da büyüyen, alevlerle kaplı ve partiye nefes aldırmayan korkunç suç bulutlarının dalgasından uzak durmak zorunluluğu tarihsel görevlerinizin içindedir.

Bütün parti üyelerine sesleniyorum! Belki de yaşamımın sonu olan şu günlerde, bana bulaştırılan iğrenç pisliği tarih filtresinin kaçınılmaz olarak ergeç temizleyeceğine inanıyorum. Hiçbir zaman bir hain olmadım; Lenin için tereddüt etmeden hayatımı verebilirdim; Kirov’u seviyordum, Stalin’e karşı birşeye başlamadım. Parti önderlerinin yeni, genç ve dürüst neslinden, Parti Plenumunda benim mektubumu okumalarını, beni temize çıkarmalarını, bana partideki eski yerimi vermelerini istiyorum.

Şunu biliniz ki yoldaşlar, komünizme doğru muzaffer yürüyüşte taşıyacağınız sancağın üzerinde benim de bir damla kanım vardır. N.Buharin.” [15]

Bu mektupta oldukça ezik ama düzmece bir itirafa imza atan bir Buharin’i bulmak olanaksız. Sorgulamalarda baskı yöntemlerinin kullanıldığı tartışma götürmez, ancak “itiraflar”ı sadece işkence zoruyla alınan ifadelere indirgemek, son derece basit bir yaklaşım olur. Fiziki baskı yöntemleri, yönetici durumdaki Bolşeviklerden çok, tabandaki “sıradan” insanlara uygulanan bir yöntemdi.”İtiraf” elde etmek için psikolojik baskıların  yanısıra, birçok durumlarda rehin alma yöntemine de başvuruluyordu. 30 Mart 1935 tarihinde Sovyet yasalarında yapılan değişikliğe göre sanık aileleri tutuklanabileceği gibi, yurt dışına kaçan sanıkların ailelerine, eğer sanık ordu mensubuysa on yıl hapis, sivilse yedi yıl sürgün cezası verilebilecekti. 7 Nisan 1935’de çıkarılan bir yasayla da ölüm cezası, 12 yaşındaki çocuklara kadar genişletiliyordu. Bu yasalardan “itiraflar” elde etmek için azami derecede yararlanıldı.

Bunun yanısıra eski Bolşevikler’in derin dayanışma ve birlik ruhu sonuna kadar kullanıldı: “eğer ‘itiraf’ etmezsen ya da ‘itiraf’ını geri alırsan, sanık sandalyesinde oturan 30 yıllık arkadaş ve yoldaşların büyük darbe yer. Onlarla dayanışma içinde olmak ve daha hafif cezalara çarptırılmalarını istiyorsan cezayı paylaş!. Parti’nin çıkarları senin canından daha mı önemsiz? Parti’ye bağlıysan senden istenen herşeye evet demen gerekir.” Bu türden bir psikolojik taarruz, sınıf düşmanının en ağır fiziki işkencesinden daha etkili bir silahtır.

 

Sorgulamalar ne kadar ustaca planlanmış da olsa, Bolşevizmin Sovyetler’deki beynini yalnızca bu yöntemlerle ezmek mümkün olamazdı. Duruşmaların ve “itiraflar”ın gerçek nedenlerini anlayabilmek için, o dönemin politik ilişkilerine yönelmek gerekmektedir.

Başlarda da vurguladığımız gibi, genç Sovyet devletine musallat olan bürokrasi, parti içinde de mevzilenmekte gecikmedi. Bürokrasi 1930’larda parti üzerindeki egemenliğini tartışmasız kurmuştu. Bürokrasi Sovyet toplumu üzerinde egemenliğini kurarken, Marksist teoriyi darmadağın etmiş, Marksizmi kopuk ve parçalara ayrılmış elemanlar haline getirmişti. Dağıtılan teori, basitleştirilmiş ve ilkelleştirilmiş biçimde bir araya toplandı. Eğer bir benzetme yapacak olursak, Marksizm, İngilizce’de puzzle denen parça toplama oyunundaki kaybolan bazı parçaların yerine, uymayan başka parçaların ite kaka sokulup sıkıştırılarak aslına uymayan, ama benzeyen yeni bir biçim ortaya çıkarılmasına indirgendi. Terminolojideki sulandırmalar, marksist ideolojinin reel politikaya uydurulması için biçimsizleştirilmesi ve dejenerasyonu, sadece Sovyetler Birliği’ne özgü değil, Komintern aracılığıyla dünya işçi hareketine bulaştırılan ideolojik mikroplardı. Kominterne bağlı partilerde ise, Sovyetlerdeki teorik-pratik “orijinallikler” daha minyatür ve karikatürize haliyle sahneleniyordu. 1930 yıllarında Stalinist partilere giren binlerce genç komünist içinden bu vulger Marksist teori-pratiğe uyum sağlayamayan en iyi unsurlar kısa sürede dışarı püskürtüldüler. Sovyetler’deki püskürtme ise, vahşice yaşandı.

Bürokratik çürüme içindeki cihaza karşı potansiyel olarak bir alternatif, ya da tehlike oluşturabilecek onbinlerce komünistin yaşamlarını yitirdiğini, ya da çalışma kamplarına sürüldüklerini yazmıştık. Muhalefet hareketlerinin önde gelen  temsilcileri, eleştirilerini  yumuşatarak, uzlaşmacı bir yolla parti ilişkilerini doğru bir raya sokabileceklerini sanmışlardı. Bu dev bürokratik cihazın karşısında değil, içinde barışçıl bir konumda bulunmanın mantığı, boyun eğme ve teslimiyetle sonuçlandı.

Daha 1930’lara gelmeden, sürekli hakaret ve aşağılama ile başlayan psikolojik terörün etkisini küçümsememek gerekir. Büyük yazma yeteneği olan Radek seviyesiz bir polemik makalecisi oldu.Pravda‘nın 1934 yılındaki ilk sayısında şöyle yazabiliyordu. “Stalin’e şükran borçluyuz. Eğer biz, yani muhalefet Fransız devrimi zamanında yaşasaydık, çoktan kellelerimizi kaybetmiştik.”[16] Buharin, kendinde artık kalemini tutacak güç bulamadı. Bir zamanlar Sol Muhalefet’in en önde gelen teorisyenlerinden olan Rakovski,  Zinovyev ve Kamenev’in 1936’daki duruşmaları sürerken, “Acımak Yok” adı altında Pravda sütunlarında çıkan yazısında, sanıkların ölüm cezasına çarptırılmaları gerektiğini yazabiliyordu. Herbiri uluslararası çapta teorisyen olan bu insanların düştükleri, ya da düşürüldükleri bu trajik durumun izahı nedir?

 

1920’li yıllarda Stalinist bürokrasi, parti içinde yeni bir kurum geliştirdi: “otokritik”. Daha önceleri  parti, devrimci politikanın oluşturulması için bir forum görevini de yerine getiriyordu. Düşünceleri söz, ya da yazıyla açıklama ve eğilim oluşturma özgürlüğü vardı. Herhangi bir konu gündeme geldiğinde, yoğun bir tartışma ortamına girilir ve değişik gruplar değişik önerilerin arayışı içine girerlerdi. Devrimin uzun vadeli sorunlarının çözümünde, fraksiyonların işleyişi görülebilirdi. Bolşevikler’in bizzat kendileri de, parti çerçevesi içindeki bir fraksiyondan gelişip güçlenen politik bir akımdı. Eğilim ve fraksiyonlar oluşturma, demokratik merkeziyetçilikle bütünleşen açık bir kurumdu. 1921’de geçici olarak fraksiyonların yasaklanması, daha sonra partinin bürokratlaşmasının aracı haline getirildi. Farklı görüşte olan parti üyelerinin eğilim ya da fraksiyon oluşturmalarına karşı sadece baskı tedbirleri geliştirmekle yetinilmedi, fakat aynı zamanda bir yenilik daha getirildi: farklı görüşte olan insanlar hata içinde olduklarını açık olarak ilan edeceklerdi. Buna da otokritik adı veriliyordu. Otokritik denen kurum, parti yaşamının sürekli ve kalıcı bir parçası oldu. Otorkritik‘in kapsamı, bürokrasinin kendi yönetimini de kucaklayacak derecede genişletildi. 1930’lu yıllarda otokritik kurumu, üst düzeydeki kararlardan kaynaklanan siyasi hataların sorumluluğunun alt düzeydeki görevlilere yüklendiği bir uygulamaya dönüştürüldü. Otokritik, muhalefet unsurlarını susturmak ve parti yönetimini de kendi siyasetinin sorumluluğundan kurtarmak için eşi bulunmaz bir disiplin aracı oldu.

Eski Bolşevikler partide kalabilmek için bu disiplin aracının önünde boyun eğdiler ve “otokritik” yaptılar. Tüm yaşamları parti çatısı altında geçen bu insanlar, partiyi kaybetmemek için hertürlü fedakarlığı yapmaya hazırlardı.

Parti üyeleri partinin yanılmazlığına inandırıldılar. Parti herşeyin doğrusunu bilirdi, partiden hiçbirşey gizlenmezdi. Tanrı önünde nasıl herşey itiraf edilirse, parti önünde de herşey açıklanmalıydı. Parti için herşey göze alınmalı, partinin ve partiyle özdeşleştirilen devletin çıkarları için herşey yapılmalıydı.

Yaptıkları “otorkritik”lerle belki de farkında olmayarak Stalinist bürokrasiye teslim oldular. Bu teslimiyet biçimsel olarak partide kalmalarına, ya da partiye geri dönmelerine yardımcı oldu. Ama o dönemde yapılan otokritikler , aynı zamanda daha sonraki itiraflar‘ın tohumlarını da içinde taşıyordu. 1920’lerin sonlarındaki itiraflar’ın adı otokritik‘di.

Bir zamanların muhalefet sözcüleri olan eski Bolşevikler’in otokritik yaparak Stalinist bürokrasiye teslim olmaları, hepsinin kişiliklerinde derin yaralar açmıştır. Sanık sandalyesine oturtulduklarında hepsinde ortak olan yan, direniş gücünü tüketmiş olmak, ezilmişlik ve yıkıntıydı. İnsanları tecrit etmek, ya da yok etmek yeterli değildi. Bu insanların kişilikleri ezilmeli, bunlar aşağılanmalı, kendilerini halk düşmanları olarak ilan etmeleri sağlanmalı ve işlemedikleri suç ve yapmadıkları gizli faaliyetleri itiraf etmeye zorlanmalıydılar. Legal soruşturma yöntemleri tıkandığında,bizzat Stalin’in 1937’de açıkladığı, fiziki etki yöntemlerine başvurulmalıydı. Boyun eğmeyen gerçek muhalifler ise, kamplarda ve zindanlarda katledildi.

İddianamelerin sürekli olarak bir “yargılama”dan bir sonrakine doğru aşama aşama geliştirilmesi bir rastlantı değildir.

1935 yılında Zinovyev ve Kamenev Kirov’un öldürülmesindeki manevi sorumluluğu üstlenmekle işe başladılar. Böylece ilk soyut itiraf elde edilmiş oldu .

Daha önce yapmak zorunda bırakıldıkları otokritik düşünülürse, yeni adım pek zor bir gelişme sayılmaz. Verdikleri ödünlerin gerekçelerini kendi içlerinde bulmuşlardı:

ülkedeki huzursuzluk ve memnuniyetsizlikten en azından kendileri de sorumlu değilller miydi? Kendi sendemeleri yüzünden, partinin monolitik yapısını zedelememeşler miydi? Şimdi yargı önünde, partinin ve devletin otoritesini güçlendirmek gerekmiyor muydu? Bu mantık silsilesi içinde moral sorumluluğu yüklendiler. Bir sonraki adım birbuçuk yıl sonra atıldı. Bu kez Kirov cinayetini doğrudan üstlendikleri gibi, değişik muhalefet merkezleriyle birlikte parti yönetimine karşı suikast planladıklarını “itiraf” edeceklerdi. Bu adımın çok daha zor atılmış olması gerekir. Ancak çok zorlu bir ikna uğraşısı, parti çıkarlarına ve parti disiplinine uyma çağrısı, onları bu noktaya kadar çekebilirdi.

Onlardaki derin aşağılanma duygularını tahmin etmek pek zor olmasa gerek. Artık ülkenin bürokrasi egemenliği olmadan, halkın kendi özyönetim organlarıyla yönetebilme olanaklarının var olabileceğini düşünemezlerdi. Böyle bir adım ülkenin zayıflaması anlamına gelirdi! Huzursuzluğu, zorla kollektişeştirmenin yarattığı derin memnuniyetsizliği biliyorlardı. Ama onların düşünce sistemine göre, hangi gerekçelerle olursa olsun devletin zayıf düşürülmesine yolaçabilecek olan düşünce ve tavırlar, kulakların ayaklanmasına ve kapitalizmin dirilişine neden olmaz mıydı? Devletin zayıf düşmesi sonucunda ortaya çıkabilecek kaos ve karışıklık, yabancı işgaline yol açmaz mıydı? Eğer partinin ve devletin çıkarları ön planda gelecekse, kendilerini feda etmek pahasına da olsa, “itiraflar”da bulunmak onların görevi değil miydi? Mahkemelerde suçlamaları reddederlerse, partinin ve devletin otoritesi sarsılmış olmayacak mıydı? “İtiraf” etmemek karşı-devrimcilik sayılmaz mıydı? Yaşamlarını sosyalizme adamışlardı, şimdi kendilerinden son bir fedakarlık bekleniyordu: Parti’ye ve devlete yardımcı olmak için “itiraf”da bulunmaları! Stalinist bürokrasinin engizisyon organları, istediği “itiraflar”ı elde etmekte son derece başarılı oldu.

Nitekim, 1938’de yargılanan Krestinsky, bu mantık yöntemini sonunda benimseyerek şöyle demişti:

Kendimin suçlu olduğunu itiraf etmeyi reddetmemin, objektif olarak karşı-devrimci bir adım atmak olduğunu itiraf ediyorum.”[17]

 

Eski Japon toplumlarında imparator için harakiri denen intihar kurumunun bir benzerine, 1930’ların Sovyetler’inde yeni ve orijinal bir içerik kazandırıldı. İtiraflar aynı zamanda bir entellektüel harakiri anlamına geliyordu.

Ama şunu da sormak gerekiyor: bu kadar çok sayıda ünlü devrimci, yönetici, en üst düzeydeki askeri komutanlar, sanatçılar, yazarlar, bilim adamları, sayıları yüzbinleri geçen parti üyeleri, böyle bir beşinci kolu oluşturabilmişlerse, o ülkede yaşayan milyonlarca insanın hangi ruhsal ve ahlaki konumdadır? Eğer bunların hepsi baştan aşağı uydurmaysa, o toplumdaki ilişkiler, düzen, yönetim tepeden tırnağa çürümüş değil midir? Evet çürümüştür. 1936 yılında Buharin’in tutuklanmadan önceki merkez komitesi toplantı zabıtlarına bakıldığında, sarfedilen sözler ve konuşmaların düzeyi bir komünist partisinin yönetici kadroları arasındaki tartışmadan çok, mafya içindeki bir hesaplaşmayı andırıyor. Ülkedeki yozluğun ve çürümüşlüğün boyutlarını gözler önüne seriyor.

Buharin 23 Şubat 1937’de Merkez Komitesi önünde yaptığı son konuşmada intihardan söz ederek, bunun partiye zarar verebileceğini, o yüzden de açlık grevine başlamak istediğini söylediği görüşmelerin gidişatını ibretle izlemek gerekiyor.

“Voroşilov: Buharin samimi ve dürüst bir insandır, ama ben Buharin için Tomsky ve Rikov’dan fazla korkuyorum. Neden Buharin için korkuyorum? Çünkü o yumuşak yürekli bir insandır. Bu iyi mi yoksa kötü mü bilmiyorum, ancak bugünkü durumda böyle yumuşak yürekliliğe gerek yoktur. Politik konularda yumuşak kalplilik kötü bir yardımcı ve danışmandır. Bu yumuşak kalplilik sadece o kişiye değil, fakat aynı zamanda parti davasına da zarar verir. Buharin ise çok yumuşak yürekli bir kişidir…..

Buharin: Kendimi öldürmeyeceğim çünkü o zaman halk bunu partiye zarar vermek için yaptığımı söyleyecektir.  Bir hastalık nedeniyle ölürsem bundan ne gibi bir kaybınız olur? (gülüşmeler)

Sesler: Santajcı!

Voroşilov: Seni alçak! Kes sesini! Na adilik! Böyle konuşmaya nasıl cüret edebiliyorsun?

Buharin: Fakat anlamalısınız ki, benim için yaşamaya devam etmek çok zor.

Stalin: Sanki bizim için kolay mı?

Voroşilov: Duydunuz mu ne diyor: ‘İntihar etmeyecegim, ama öleceğim’?!

Buharin: Sizin için benim hakkımda konuşmak kolay. Bütün bunlardan sonra ne kaybedeceksiniz? Bakın, eğer ben bir sabatörsem, şerefsizsem neden hayatta kalmamı istiyorsunuz? Hiçbir konuda bir iddiam yok. Sadece kafamdaki düşünceleri, neler hissettiğimi anlatıyorum. Eğer  bir biçimde bunun  arkasından başka bir şey gelirse ne isterseniz yapın. (Gülüşmeler) Neden gülüyorsunuz? Bunda komik bir şey yok…Ne bugün, ne yarın, ne de yarından sonra suçsuz olduğum şeyleri kabul edemem….Öyle bir ortam yaratıldı ki hiç kimse insancıl duygulara, hislere, gözyaşlarına inanmıyor. (gülüşmeler) Bir çeşit delil olma özelliğini temsil eden insan duygularına ilişkin daha önceki açıklamalar -ve bunda utanılacak bir şey yoktur- geçerliliğini ve gücünü kaybetmiştir.

Kaganoviç: Sen ikili oynamayı iyi öğrenmişsin!

Buharin: Yoldaşlar, olanlara ilişkin olarak şunları söyleyeyim…

Klopliankin: Seni hapise atmanın zamanı geldi.

Buharin: Ne?

Klopliankin: Sen çok daha önceleri hapise atılmalıydın.

Buharin: Tamam, beni hapse atın. ‘Onu hapse atın’ diye haykırmakla benim farklı mı konuşacağımı sanıyorsunuz? Hayır!”

Stalin: Burada, ölmeden, dünyadan ayrılmadan önce son bir kere daha partiye tükürük atmak, partiyi kandırmak için en son, en hilekar ve en kolay yöntemlerden birinine başvurulduğunu görüyorsunuz.”[18]

Bu konuşmalar dünyadaki ilk sosyalist devrimi gerçekleştiren ülkenin merkez komitesinde geçiyor. Kollektifleştirmenin tamamlandığı, dünyanın “en demokratik” anayasasına kavuşulduğu, sınıfların ortadan kaldırıldığı ve sosyalist toplumun kurulduğunun ilan edildiği bir döneme ait bu belgeler, sosyalizm adı altındaki bu cehennemin, Stalin’in önderliğindeki bir cinayet şebekesi tarafından yönetildiğinin en açık kanıtıdır.

İnanılması zor olaylar zincirinde traji komik sahneler de yer alabiliyordu. Örneğin 1937 baharında ünlü kompozitör Dmitri Şoştakoviç NKVD’nin merkezine çağırılır. Kendisini sorgulamakla görevli olan Zanchevsky, kısa bir söz alışverişinden sonra, Soştakoviç’in o sırada tutuklu olan Mareşal Tuhaçevski ile  ilişkilerini öğrenmek ister. “Tuhaçevski’nin evinde politika konuştuğunuzu ve hatta yoldaş Stalin’i öldürmeyi planladığınızı gizlemeyeceksiniz değil mi?” diye sorar. Şoştakoviç politika konuştuklarını kabul etmemeyi sürdürünce, Zanchevski, “pekala bugün Cumartesi ve şimdi gidebilirsin. Fakat sana Pazartesi’ye kadar süre tanıyorum. O güne kadar eksiksiz herşeyi hatırlayacaksın. Stalin’e karşı hazırlanan ve senin de tanık olduğun entrikaya ilişkin tartışmayı bütün ayrıntılarıyla açıklayacaksın.” Şoştakoviç kabuslu bir hafta sonu geçirdikten sonra tutuklanmak için hazırlıklı olarak, Pazartesi sabahı NKVD merkezine gelir. Girişte adını verip Zanchevski’yi görmeye geldiğini bildirince, kendisine Zanchevski’nin o gün orada olmadığı söylenir. Hafta sonunda Zanchevski’nin bizzat kendisi casusluk suçlamasıyla tutklanmıştır.[19]

Neden?

 

 

1930’lu yılların başında Sovyetler Birliği’nde ekonomik, politik ve sosyal bir kriz vardı. NEP’in vahşice tasfiyesi, zorla kollektişeştirme ve sanayileşmedeki uzun gecikme nedeniyle alınan şiddet tedbirleri, halk yığınları arasında büyük bir huzursuzluk yaratmıştı. Genç komünistler arasında parti yönetimine karşı memnuniyetsizlik önemli boyutlara ulaşmıştı. Partinin üst kademelerinde de benzer huzursuzluklar vardı. 1932’de partide dağıtılan Ryutin Platformu’nda ekonomik reformlar, parti ve devlet cihazının yeniden düzenlenmesi talep ediliyor, Stalin’in parti yöneticisi olarak yetersiz ve yeteneksiz olduğu vurgulanıyordu. Daha önce de söylediğimiz gibi, 1934 kongresinde merkez komitesine seçilen adaylar arasında Stalin en az oyu almıştı. Kongrenin seçim komitesi başkanı Vertjociç’in açıklamasına göre, 1960 delegeden 270’inin Stalin’e karşı oy kullanması nedeniyle oy pusulaları yok edildi ve Stalin’e karşı sadece üç oy çıktığı açıklandı.[20]

Duruşmaların ve temizliklerin ilk hedefi, kitlelerdeki bu muhalefet eğilimlerinin kökünü kazımaktı. Bu konuda şu yöntem izlenecekti: Önce duruşmalara çıkarılan sanıklar ülkedeki sorunların sorumluluğunu üzerlerine alacaklardı. ’İtiraflar’ bunu fazlasıyla yerine getirdi. Ekonomi politikanın planlanmasından sorumlu olan üst düzeydeki görevlilerden bir kaçı da feda edilirse, iddianame daha inandırıcı olacaktı. Örneğin 1930’lardaki sanayi atılımının en önde gelen planlayıcılarından Piatakov’un sanık sandalyesine oturtulmasının nedeni budur.

Ama herşeye rağmen, inandırıcı olmak en başta gelmiyordu. En önemlisi terör yoluyla halk yığınları arasındaki sosyal bağlantı ve ilişkileri paramparça etmek, işçi sınıfını atomize etmekti. Toplum o denli derin yaralar aldı ki, varlığının son dönemlerine kadar Sovyetler Birliği bu yaraları sarabilmiş değildi.

Tek amaç ülkedeki huzursuzluğu bastırmak olsaydı, temizliklerin ağırlık merkezinin parti ve devlet cihazı dışında kalmış olması gerekirdi. Beklenmeyen zamanda yeniden gelişebilecek olan eski muhalefet merkezleri bürokrasi için son dereceli tehlikeli bir potansiyel tehdit teşkil ediyordu. İşte bu yüzden Stalinizm en büyük sürekli düşman olarak Troçkizm’i gördü. Moskova duruşmalarının en önemli hedeflerinden birisi Troçkizmi politik bir hareket olarak ezmek, eski ve yeni tüm kadrolarını fiziken yoketmekti. Bolşevik Partisi’nin eski deneyimli kadroları ve manevi geleneği pratikte fiziken ezildikten sonra, Troçkizm Partinin devrimci geçmiş ve geleneğinin temsilciliği gibi bir politik vasiyet görevini de objektif olarak yüklenmiş oldu . Bürokrasi, Avrupa burjuvazisiyle uzlaşabileceğini ve hatta faşizmle bile anlaşma yapabileceğini göstermiştir. Sağdan gelen bu tehlikeleri anlaşma ve uzlaşmalarla kısa vadeli olarak bertaraf etmek mümkün olmuştur. Fakat soldan gelen tehlikeye karşı ateşkese hiçbir zaman yanaşamazdı. Potansiyel bir tehlike olan Troçkizm, genel huzursuzluğun etkisi ve Bolşevik kuşağın müdahalesiyle pekala gerçek bir tehlikeye dönüşebilirdi. On yıllık bir iftira kampanyasına rağmen, Sol Muhalefet’in programına halk yığınları arasında belirli bir sempati vardı. Bu sempatiyi fiili bir politik devrime dönüştürebilecek olan güç partiydi ve onun da devrimci özünü oluşturan unsur muhalefetti. Bu yüzden muhalefet parti dışına sürüldü. Ama bu yeterli değildi. Troçkizmin itibarını kırmak, onu gözden düşürmek de gerekiyordu. Bu amaca da Moskova duruşmalarıyla varıldı. Büyük kaynaklar ve olanaklar, işçi sınıfı üzerindeki etkinlik ve denetim de hesaba katılırsa, Troçkizmin “kapitalizmi geri getireceği ve emperyalist ülkeler hesabına casusluk yaptığı” yolundaki iftiraların etkinliği inkar edilemez. Vahşi bir iftira kampanyasıyla Troçkizmin gerek Sovyetler Birliği’nde ve gerekse dışarıda karantinaya alınması başarıldı. Troçkizmle en ufak bir temasın büyük riskler taşıdığı izlenimi sistemlice beyinlere yerleştirildi.

Benzer girişimler Komintern içinde de yaşandı. Alman Komünist Partisi’nin tarihsel ve ideolojik mirası ve geleneği silindi. Rosa Luksemburg Komintern kararıyla mahkum edildi. Onun geleneğinde bağlı ideolojik ve entellektüel parti beyni tasfiye edildi. Aynı uygulamalar Komintern’in bütün seksiyonlarına yayıldı. Eski ve tecrübeli yöneticilerin temizlenip yerlerine genç kariyeristlerin, işgüzarların ve her kılığa girebilecek görevlilerin getirilmesi, nihai hedef olan Komintern’in tasfiyesine doğru atılan ön adımlardı.

Komintern’in tasfiyesinden daha önce yapılan temizlikler uluslararası planda gerekli fonksiyonu yerine getirmişti. Temizliklerle aynı döneme rastlayan Halk Cephesi stratejisi,  Batı Avrupa ve Amerikan burjuvazisine, Sovyetler Birliği’nin artık 1917 yıllarındaki  gibi devrimci bir merkez olmadığını gösteren anlamlı jestlerdi. Nitekim savaşın hemen ertesinde, gelmiş geçmiş en büyük anti-komünist burjuva politikacılarının başında gelen Churchil’in Stalin’le ilgili olarak Avam kamarasında sarfettiği övgü dolu sözler hafızalardadır: “Mareşal Stalin ve Sovyet liderleri, Batı demokrasileri ile, şerefli bir dostluk ve eşitlik içinde yaşamak istiyorlar…Sorumluluklarını, Sovyet hükümeti gibi sağlam şekilde yerine getiren bir başka hükümet daha bilmiyorum.”[21] Bu sözlerde bir komünist için sanki gurur duyacak birşey varmış gibi, Stalin’in Savaş konuşmaları adlı kitabına eklenmesi, batı kapitalizmiyle muhabbete tanıklık etmektedir

Temizliklerde sadece eski Bolşevikler değil, fakat aynı zamanda Stalin savunucuları da darbelendi. Bunun nedenleri üzerinde durmak gerek. İster burjuva ister işçi karakterli olsun, devlet cihazının her türü, belirli sınırlar içinde gelişme ve değişmeye izin verecek bir araç da bulur. Ama egemen olan ekonomik ve politik ilişkilerle büyük ölçüde uyum içinde olmak zorundadır. Sistemi garanti altına alacak, gelişmeye, evrime ve dereceli reformlara yolaçacak bir kurum gereklidir. Kapitalist toplumda bu görevleri parlamenter rejim yerine getirmektedir. Çok partili sistem ve “serbest tartışma”, egemen sınıfların kendi gelişmeleri için gerekli olan hareket alanını da sağlar. Sovyet tipi bir sistemde, daha geniş ve derin bir özgürlük ortamında bunun karşılığı olacak bir fonksiyon gereklidir. Yığınların çıkarlarına tabi olacak olan devlet, baskıcı fonksiyonunu kaybedecek, bunun yerine idari fonksiyonlar öne geçecektir. Fakat bürokratik Sovyet sisteminde böyle bir kurum yoktu. Siyasi iktidarı elinde tutan Bonapartist tipi bir rejim, toplumun üretim ilişkilerinden bağımsız bir nitelik kazanan bir rejim, bürokrasinin yönetimi altında geniş bir demokrasi kuramaz. Bürokratikleşen bir partide ise, parti üyeleri için demokrasi düşünülemezdi. Bu durumda sistemin çerçevesi içinde değişiklikler gerçekleştirebilecek iki araç kalıyordu: entrikalar ve temizlikler. İşte Stalinizmin gelişme ve değişimdeki araçları bunlardı. Bu sayede, moral açıdan düşük unsurlara cazip gelecek ilişkiler ortaya çıktı. 1930’lu yıllarda önemli devlet görevleri ve hatta belirli bir dönem için reel iktidar Yagoda, Yezhov, Beria gibi seviyesiz kişilerin elinde toplandı. Bu bir rastlantı değildi. Egemen ilişkilere en kolay uyum sağlayabilecek unsurlar bunlardı. Fakat aynı zamanda da bu tür ilişkiler, genel planda bürokrasinin kendi durumunu da sarsabilirdi. Yönetici  durumda olan görevliler, kendi başlarına buyruk davranarak, belirli tertip ve entrikalara bulaştıklarında, devlet cihazı desantralize olma tehlikesiyle karşılaşabilirdi. Bu yüzden devlet çarkının aksamadan yürüyebilmesi için belirli aralıklarla kendini “arındırması” , kendi içinde temizlikler yapması gerekiyordu. Bu konudaki somut bir örnekle bu dönemi kapayalım: 13 Kasım 1938’de Parti Merkez Komitesi ve Halk Komiserleri Konseyi’nin yayınladığı gizli kararname, ceza organlarının düzenlenmesini emrediyordu. 8 Aralık  1938’de de Moskova gazetelerinin arka sayfalarında küçük bir haber yayınlanıyordu:  “N.E.Yezhov kendi isteğiyle İç İşleri Komiserliği görevinden ayrılmıştır.” Yezhov’un yeni görevi Su Taşımacılığı Komiserliği idi. Kısa bir süre sonra da Yezhov ortadan kayboldu. Pravda’nnın “büyük örgütsel yetenek, çelik iradeli proleter devrimcisi” diye takdim ettiği Yezhov, 1939’ların başlarında tutuklandı, 1940’ların yaz aylarında da kurşuna dizildiği söylenir. Yezhov’un selefi Yagoda ve halefi Beria’nın da aynı akıbete uğradıkları düşünülürse, bu kendini arındırma atılımlarının içeriği daha iyi anlaşılır. Kendini arındırma ve temizleme sürecine işlerlik ve meşruiyet kazandıran da itiraflar kurumudur.

 

 

Sonuç Yerine

 

Kullandığımız her türlü kavramın ve teorik açıklamanın derin anlama sahip olduğu özgürlükçü ve devrimci marksist bir gelenekten geliyoruz

Uzun bir tarihsel dönem boyunca Stalinizmin teori ve pratiğe ile terbiye gören Komünist Partisi üyeleri, sempatizanları ve onlardan ayrı da olsa diğer sol eğilim, örgüt ve kişiler için yaşanan trajediyi kabullenmenin zor geleceğini bilmez değiliz.

Neredeyse üç çeyrek yüzyıl nesilden nesile devredilen resmi ideolojiyle ve daha doğru bir deyimle mitolojiyle eğitilen ve beslenen beyinlerin, duvarın yıkılışından yirmi yıl geçmesine rağmen, yeni bir açılım, ya da arayışa gireceklerini bekleyecek kadar safdil değiliz. Ama şurası da çok açık bir gerçektir ki, Sovyet sisteminin yıkılışından birşey öğrenemeyenlerin geleceğe ilişkin bir perspektif geliştirme olanakları da yoktur. 1920’lerin ortalarından beri yaşanan uğursuz sosyalizm deneyimine devrimci bir açıklama getirilmeden, sosyalizmin hiçbir inanırlığı ve güvenirliği olmayacaktır.

İnsanlar derin bir inançla devrimci mücadeleye ve kavgaya atılmaya kararlı olabilirler. Örgütler kabarık üye sayılarına ulaşabilir ve hatta uygun koşullarda siyasi iktidarı bile ele geçirebilir. Tek ülkenin sınırları içine sıkışan, geçiş toplumunun ayırdedici özelliklerini bilince çıkaramayan, işçi demokrasisinden yoksun, kadının kurtuluşunu merkeze yerleştirmeyen, bir dünya partisi ve devrimi anlayışıyla yoğrulmayan ve bu yüzden evrensel bir öz taşımayan bir devrim, devletleştirme perspektifinden başka ne getirebilir? İnsanlığın kurtuluşunu önüne koymayan, evrensel bir devrim programının parçası olamayan mahalli bir devrimin kapitalizmin ulaştığı düzeyin, burjuva ilişkilerinin  ötesine gidebilmesi bile olanaksız görünüyor.

Bugün insanlığın çektiği acıların kaynağı yeterli sayıda inançlı devrimci ve örgütün olmamasından, ya da eksikliğinden kaynaklanmıyor. Geçtiğimiz yüzyıl tüm ülkelerde inançlı, fedakar yüzbinlerce devrimcinin kavgasına tanık oldu. Sosyalizm uğruna hayatını kaybedenlerin sayıları milyonlara vardı.

Ama günümüzde devrimcilerin ezici bir çoğunluğunda varolan metodolojik sefalet, tarihdışı düşünme ve davranma ve hatta anti-entellektüelizm hastalığı ileriye doğru devrimci sıçrama yapabilme kapasitesinin önündeki en büyük engellerdir.

 

Yirminci yüzyılın son yetmiş yılında, başarıya ulaşarak, ya da ulaşmadan yenilgiye uğratılan bütün devrimlerin yenilgisinin ardında doğrudan, ya da dolaylı olarak Sovyet bürokrasisinin ve onun sosyalizm adıyla insanlığa bulaştırdığı Stalinizm vebası vardır.

Bu mikroptan arınmak insanlığa yeni bir kurtuluş vadetmenin ve sosyalizmin rönesansının ön koşuludır.

Yirminci yüzyılın geceyarısı, komünizmin geleneği değil, tüm eylem ve teorisiyle yakılması gereken bir deli gömleğidir.

 

Ersen Olgaç

 

Ocak2010

 

 

BİBLİYOGRAFYA

 

J.Arch Getty and Oleg V.Naumov, The Road to Terror. Stalin and the Self-Destruction of Bolsheviks, 1932-39, New Haven and London, Yale University Press 1999Report Of The  Court Proceedings in the case of Trotskite-Zinovyevite  Terrorist Centre. 1936, Moscow.

Victor Serge, Memoirs of a Revolutionary, 1963  London.

Ruth Fischer, Stalin and German Communism, Cambridge 1948.

Ken Coates, The Case of Nikolai Bukharin, Great Britain 1978.

Elizabeth Wilson, Shostakovich, A Life Remembered, Princeton 1995

Robert Conquest, The Great Terror, Great Britain 1971.

Anton Antonov Ovseenko, The Time of Stalin, 1981 New York.

Roy Medvedev, Let History Judge, New York, 1973.

Kent-Ake Anderson, Lögnens Renassans, Fourth International, 7-8 1972.

Paola Spriano, Stalin and The European Communists, Verso, London 1985.

Josip Broz Tito, The Struggle and Dvelopment of the CPY Between the two Wars,

Belgrade 1979.

W. Lerner, Karl Radek: The Last Internationalist, Stanford University Press,

California 1970.

Stephen Cohen, Bukharin and the Bolshevik  Revolution, Oksford University Press,1980.

M.M.Drachkovitch and B.Larich, The Comintern:Historical Highlights, New York 1966.

Joel Carmichael, Stalins Masterpiece, London 1976.

Tarık Ali, The Stalinist Legacy, Penguin Books  1984.

G.Haupt and Jean J. Marie, Makers of the Russian Revolution:Biografies of Bolshevik

Leaders, Ithaca, N.Y. 1974.

Jean Elleinstein, Stalin Fenomonets Historia, Arbetarkultur, Lund 1977.

Stalin’s Terror of 1937-1938: Political Genocide in the USSR, Vadim Rogovin, Mehring Books 2009.

 

 

 

 

 

 


[1] Bu yazının ilk versiyonu 1998 yılında kaleme alınmıştı. Herhalde aradan geçen yıllar, yazının özünü eskitmediği için olacak, arkadaşım Gün Zileli’nin isteği üzerine kimi yerlerini değiştirdiğim ve eklemeler yaptığım, bu yeni versiyon gündeme geldi. Sanıyorum Gün Zileli’nin bu yazıyı kitabına alması, Sovyetler Birliği’nin ve Doğu Avrupa’daki bürokratik diktatörlüklerin yıkılışı ile, kimi ”komünist” ve sol çevrelerdeki şaşkınlığın yerini yüzsüzlüğe terkederek hiç birşey olmamış gibi siyaset yapma cüretine karşı, genç kuşaklara bir ibret belgesi sunma gereksinmesi duymasındandır.

[2] Jean Elleinstein, The Stalin Phenomenon,  Lawrence and Wishart, Londra, 1976, s.149.

[3] J.Stalin, Problems of Leninism,Moscow, 1945. s.157.

[4] Stephen F.Cohen, Bukharin and The Bolschevik Revolution, Oxford University Press, 1980, s.245.

3 Moshe Lewin, Lenin’s Last Struggle, New York and London, 1968, s. 10

4 Lenin, Collected Works, Vol.33, Moscow, 1976, s.279, 481.

[5] V.I.Lenin, Sochiheniya, cilt 43, s.403, aktaran E.Mandel, Quatrieme Internationale, no.24, Nisan 1987, s.79.

[6] Ruth Fischer, Stalin and German Communism, s436.

[7] Writings of L.Trotsky, 1929, s.60-62, Pathfinder.

[8] J.B.Tito, The Struggle and Development of the CPY Between the Two Wars,  s.54.

[9] Moskva Processen, Partisanförlaget, 1971, s.364.

[10] Kent-Ake Anderson, Lögnens Renassans, Fourth International, 7-8 1972.

[11] Robert Conquest, The Great Terror, s.499, Great Britain 1971.

[12] Kent-Ake Anderson, Lögnens Renassans, s.83, Fourth International, 7-8 1972.

[13] Report Of The  Court Proceedings in the case of Trotskite-Zinovyevite  Terrorist Centre, s.116, 1936, Moscow

[14] A.g.y. s.49

[15] Ken Coates, The Case of Nikolai Bukharin, s.76-77, Great Britain 1978.

[16] Roy Medvedev, Let History Judge, s.258, New York, 1973.

[17] Kent-Ake Anderson, Lögnens Renassans, s.82, Fourth International, 7-8 1972

[18] J.Arch Getty and Oleg V.Naumov, The Road to Terror. Stalin and the Self-Destruction of Bolsheviks, 1932-39, New Haven and London, Yale University Press 1999, s.100, 322, 370, 399.

[19] Elizabeth Wilson, Shostakovich, A Life Remembered, Princeton f995, s. 124-25.

[20] Roy Medvedev, Let History Judge, s.156, New York, 1973.

[21] 6 J.Stalin, War Speeches, s.111, Moskova, 1953.

Hakkında Gün Zileli

Okunası

Fikret Başkaya / Büyüme Değil (Küçülme)

“Sınırlı bir dünyada sınırsız büyümenin mümkün olduğuna inanan, deli değilse iktisatçıdır”                                                                                                           Kenneth Boulding Ekonomik …

18 Yorumlar

  1. Sayın Ersen Olgaç,
    güzel, ayrıntılı ve yaşananları doğru temellendiren bir yazı yazmışsınız…troçkist yada anarşist değilim…kendimi de stalin e yakın bir insan olarak görüyorum..ama bu takım tutar gibi, gerçekleri at gözlüğü takmış bir şekilde görmekten korkan bir yakınlık değil..
    yine de yazınız bazı kurgulara dayanıyor diyebilirim..örneğin; 1936 yargılamalarında yargılananların henüz yabancı güçlerle işbirliği içerisinde olduklarının belirtilmemesi ama 1938 için zemin oluşturulmaya çalışmakla yetinilmesi tezi..
    ortada kirov un, gorki nin ve diğerlerinin öldürülmüş olması gibi somut durumlar var..bunları nasıl açıklıyorsunuz..klasik bir şekilde bunların stalin in emiryle yagoda tarafından yapıldığını sonrada yagoda dan da kurtulunduğunu böylece stalin in bir taşla bir kaç kuş vurduğu iddiasını ortaya atmazsınız umarım
    böyle bir iddia biçok açıdan eksik kalacaktır çünkü
    birincisi 20. kongrede kruşçev kirov un stalin tarafından öldürülmüş olabileceğini ima etmişse de buna bir kanıt sunamamıştı…gorbaçok ve ekibi de buna bir kanıt sunanmamıştı…kaldi ki stalin in molotov da kızı svetlana da buna ihtimal vermediklerini anılarında belirtirler..bu durumda kirov ve diğerlerini öldürülmüş olduğu somut gerçeği nasıl açıklanabilir..
    yazınızdan anlayamadığım başka bir çok nokta da var..örneğin neden moskova mahkelelerindeki itiraflar düzmece olarak değerleniriliyor…zanlıların itirafları yapmak zorunda kalmalarına getirdiğiniz açıklamalar bence yetersiz..yani kendilerini devletin çıkarları açısından feda etmiş olmaları tezi akla yatkın gelmiyor..

  2. Beyaz Türk, Beyaz Kürt, Beyaz Rus

    Beyaz Rus denince 1917 döneminde Rusya’dan kaçan çar taraftari , eski statükoyu destekleyen, degisime karsi insanlar anlasilirdi. Beyaz Türk denince Türkiye’de eski kemalist statükodan yana, degisime karsi, fakat bir kismi da kendine marksist-leninist hatta ve hatta aydin doganist diyen insanlardan olusuyor. Yani Beyaz Türk ve devrimci, ne yaman çeliski. Anlasilan Akinci de bir beyaz Kürt, eski dönemin, eskide kalmis insani. Allah uzun ömür versin.

  3. Yorum, hakaret dolayısıyla kaldırılmıştır.

  4. Memleket elden gidiyor cumhuriyet elden gidiyor. Kan dölupde alinan topraklar Gırolara veriliyor. Sız da hala. Lenın Marks polısden de ıyı çalışıyorsunuz aflarım. Sımdı nıye Stalıını kendı cocuklarını öldürdüğünü

  5. yıllardır hep aynı terane!

  6. Burada ne varmış böyle? Gerçi yazı Arch Getty’i ana kaynaklar arasında belirtmiş. İlginç. The Road to Terror’ü yöntemsel olarak felaketti. Negatifçiliğin bir türü.

    Aslında merak ettim. Ahmet acaba Vadim Rogovin hakkında bize ne söyler?

  7. Rogovin’i okumadim daha, sadece hakkindaki bazi elestiri yazilarini okudum o kadar.
    Bazi degerlendirme yazilari onun 1930larda Trockist bir orgutun varligini kabul ettigini gosteriyor, bu anlamda bir trockist olarak trockist yazindan ayriliyor gibi goruluyor ama dedigim gibi daha okumadim, ama ilerde okuyunca bir degerlendirme yazisini buraya yazarim.

  8. yaaaa Troçkist bir örgütün varlığı gerçekmiş demek. Suç üreticileri için bulunmaz bir nimet:) Ben senin yerinde olsam bu kitabın peşine düşerdim Ahmet.

  9. Benim okuma onceliklerim seninkilerden oldukca farkli. Sen iddialarini kanitlamak icin okuyorsun ben se olgulari anlamak.

  10. Stalinden benden daha gicig alan olamaz ama Yeni bir Sosyalist düzen,yeni bir toplum,yeni bir insan yaratma sözkonusu ulursa ona acimaktan baska bir sey duymam..

    Sosyalizm bir ülkede gerceklesmezmis? neden?

    “1920 lerin lafiyla,gözüyle bakilip o günü degrlendirmek dogrumudur? O günlerin kapitalzmi ne derece gelismismis?

    Dogrudur. Ozamanin Feodal kapitalzmi,emperyalzmi bir ülkede kurulacak sosyalimi engelerdi,bogardi..
    Bu yüzdende basindan beri Soyetlere saldirildi.Rusyanin büyük olmasi,kapitalist devletlerin kendi arasindaki celiskeleri,Dünya halklarinin gönüllü destegiyle birsekilde ayakta kalmisti.
    2 milyonluk Arnavutluk Yugoslavyaya,Avrupaya,Rusyaya,Cine,ABD ye karsi geldigi halde ayaktaydi..
    Ayakta olsa ne olur.. Ayaktaki ölü olur.
    Kendilerine Sosyalistim diyen tüm ülkeler,Hayatin hicbir alaninda,ekonomik,sosyal,sanat,bilim,,vs. ayakta kalamamis..kendileri yikilmistir.
    Birakalim zavalli stalini marksi lenini tarisalim,dogrular,yanlislar orda.. Stalinin lafi neki yaptigi dogru ola..

  11. Bu Rogovin’in kitaplarının özetlerini buldum sağda solda. WSWSde zaten baya bir metin var. Az da olsa türkçe metinler bile var. Adam özellikle 89 sonrası açılan, sonradan Rus devleti kendi bindiği dalı kestiğini anlayınca kapatılan arşivlerden baya bir yararlanmış. Anladığım kadarıyla tüm tarafların arşivlerden olabildiğince yararlanarak olayları yorumlayan Rogovin. Üstelik, adamın geçmişi tamamen lekesiz. En doğru kaynak oymuş gibi gelmeye başladı. Edinip okumak gerek.

  12. Av. Taylan Tanay’a emniyette yapılanların işkence olup olmadığını Ahmet’e soralım…

  13. Gun,
    Ne kadar kivranirsan kivran TC fasizminin uygulamalarini Stalin yonetimi ile esitleyemezsin, sen de kabul etmek zorunda kaldin ki, Ginzburg, Bueber gibiler iskence gormediler, moskova mahkemelerinde ki saniklar fiziki bir iskence gormeden o ifadeleri kabul ettiler.
    Eee, iskence gordugu acik olan Avukat tanay ornegi tutmadi, Ginzburg”un iskence gordugune ornek olarak bu sefer kimi getireceksin? Ibrahim Kaypakkaya yoksa Alman devleti tarafindan icerde infaz edilen Kizil ordu liderlerini mi?

  14. Aynı muameleyi (yani işkenceyi) NKVD yapmış olsaydı (ki çok daha fazlasını yapmıştır, sen de biliyorsun) NKVD’yi savunabilmek için “bu mu işkence yahu, adamın parmak izini almak için yapılan bir şey bu, sen işkence görmemiştin” diyecektin de onun için getirdim bu örneği. Belki sana bir faydam dokunur, çift standartlı olduğunu gör diye.

  15. cehalet güzel şey herşeyi söyleyebiliyorsun

  16. Robert Conquest ve yandaşları referans olunca saldırmak çok kolay. Zira bu referanslar kimin nerede durduğunun gerçek kanıtıdır. Sosyalistler ve sosyalist önderler eleştirilebilirler ve eleştirilmelidirler. Eleştiri, çizginin burjuva yanında durup laf etmekse. Herkes yerinde dursun.
    Cehalet güzel şeydir herşeyi söyleme özgürlüğüne sahip oluyorsun.

  17. Bırak bu “burjuva” mavallarını arkadaş. Hiçbir burjuva Stalin’in komünizme ve komünistlere yaptığı kötülüğü yapamamıştır. Robert Conquiest’in siyasi ya da ideolojik çizgisine sığınıp onun söylediklerinin doğruluğunu ortadan kaldıramazsın. Bir şeyi kimin söylediği değil, söylenen o şeyin gerçek olup olmadığıdır önemli olan.

  18. (2nolu yoruma) Beyaz Türk vs Ak Türk

    “Beyaz Rus denince 1917 döneminde Rusya’dan kaçan çar taraftari , eski statükoyu destekleyen, degisime karsi insanlar anlasilirdi. Beyaz Türk denince Türkiye’de eski kemalist statükodan yana, degisime karsi, fakat bir kismi da kendine marksist-leninist hatta ve hatta aydin doganist diyen insanlardan olusuyor.”

    Ak Türkler de kemalist statükonun yerini alan AK Parti statükosundan yana olanlar oluyor bu durumda.