Ağıt

images (3)

 

Deden bir madende kürek sallamak zorunda kalmasaydı

Baban bir madenci olmasaydı

Bir madenci kasabasında doğmasaydın

Köyünde tarım yaparak karnını doyurabilseydin

Çoluk çocuğunu başka bir şekilde doyurma şansın olsaydı

Ayda 1200 lira gibi küçük gelirle yaşamak zorunda kalmasaydın

Diklenirsem işten atılırım, bu kadar bir ücretten bile olurum korkusu olmasaydı

115 kişilik madenci kadrosuna 4000 iş başvurusu olmasaydı

Banka kredilerine mahkûm olmasaydın

Ev kirası ödemek zorunda olmasaydın

Evin sabit giderleri seni sıkıştırmasaydı

Yoksullardan çalınmış eğitim olanaklarından yoksun bırakılmasaydın

Çalışmayı reddettiğinde aç çocuklarının gözleriyle karşılaşmanın acısı olmasaydı

İçine doğduğun yoksul kültürünün kaçınılmaz sonucu olarak erkenden evlenmemiş olsaydın

Karnını doyurmak zorunda olduğun bir karın, çocukların olmasaydı

Başka bir iş bulma şansın olsaydı

Ekebileceğin bir tarlan olsaydı

Babadan bir mirasın olsaydı

Sana destek olacak yakınların olsaydı

Sömürülmeye ve ölüme sürülmeye mahkûm bir sınıfın mensubu olmasaydın

Tek başına çekip gitme olanakların olsaydı

Hayat sana başka olanaklar sunsaydı

Zengin ya da orta sınıftan insanların olanaklarına sahip olsaydın

Tevekkül kültürü daha küçükten beynine işlememiş olsaydı

Kader kültürünün mahkûmu olmasaydın

Sana bağımsızlığını sağlayacak hiç değilse küçük bir sermayen olsaydı

 

O ölüm kuyularına inmeyecektin.

 

 

Efendilerin servet yığma hırsı sana ve senin gibi olanlara bir soluk alma fırsatı verseydi

Taşeronlaşma ve özellikleştirme politikaları sonucunda her türlü işçi hakkından yoksun kılınmasaydın

Sendikacılar, senin sırtından kazanılan paralarla satılmasaydı

Hükümetler, senin sırtından kazanılan paralarla hükmünü yürütüp, direnmeye kalktığında üstüne polisi ve jandarmayı sürmeyecek olsaydı

Patronlar, seni daha kısa zamanda daha çok üretmeye zorlamasaydı

Devlet, hükümet, patron, sendikacı, o ölüm kuyularından çıkacak kara taşa senin hayatından daha çok değer biçmeseydi

Patron, sermayesini azami ölçüde büyütmek uğruna senin can güvenliğini Allaha emanet etmeseydi

Ceplerine, kasalarına, banka hesaplarına, midelerine, yalılarına, villalarına, konforlu hayatlarına, eğlencelerine, Avrupa’da okuttukları çocuklarının tahsil masraflarına, roll royce arabalarına, özel uçaklarına, lüks yaşamlarına, metreslerine, daha fazla sömürü demek olan yeniden üretimlerine, özel muhafızlarına, polislerine, ordularına, jandarmalarına, operasyon timlerine, savcılarına, tomalarına, biber gazlarına, satılmış köşe yazarlarına, yandaş ve yandaş olmayan medyalarına akan servetin çok küçük bir kısmını bile olsa senin güvenlik önlemlerine, yaşam odalarına, küflenmemiş gaz maskelerine, güvenliği an be an kontrol eden mühendislere, gerekli teknolojik aygıtlara, soyunma odalarının temizliğine, asansörlere, her an göreve hazır profesyonel kurtarma ekiplerine vb. ayırsalardı

Gaz maskesini denemeye kalkışmanın cezası işçiden kesilen 400 lira olmasaydı.

İşçi bir makinadan bile değersiz basit bir üretim aracı olarak görülüp güvenlik eğitimleri savsaklanmasaydı

Sırf üretim aksamasın diye vardiya değişimleri yeraltında yapılmasaydı

Teftişler dostlar alışverişte görsün kabilinden yapılmasaydı, önceden ayarlanmış müfettişler madenlere bile inmeden “güvenlidir” raporu vermeselerdi

Patronlar, uyanık ve sorumlu teknisyenlerin uyarılarına kulak assaydı

O ölüm kuyularında karbonmonoksitle zehirlenmeyecek, nefessizlikten kıvranmayacak, hava borularını delip oradan bir yudum hava solumak için çırpınmayacak, yanıbaşında kıvranıp ölen arkadaşın ömrün boyunca rüyalarına girmeyecek, ölen arkadaşlarının çocuklarının önünde çocuğuna sarılmaktan çekinmeyecek, bu acı hayatın küçük tatları bile diline zehir tadı vermeyecekti

Ölmeyecektin, ölmesen bile bundan böyle hayat sana zehir olmayacaktı.

 

Sana o delip solumaya çalıştığın hava borularındaki kısıtlı hava kadar bir hayatı bile çok gördüler.

 

Gün Zileli

19 Mayıs 2014

www.gunzileli.com

gunzileli@hotmail.com

 

 

 

Hakkında Gün Zileli

Okunası

İbrahim Özkurt / MARKSİST SOL, ULUS DEVLET İLE MİLLİYETÇİLİĞİN, TEMSİLİ DEMOKRASİ İLE PARLAMENTONUN ESİRİ OLDU.

Yalansız sitesinden alınmıştır. Burjuvalar, bilimi ve üretim tekniklerini sahiplenerek imparatorlukları parçalayıp ulus devletler inşa ederlerken, …

11 Yorumlar

  1. kaderleri bu olmamalı Gün abi,ellerinize sağlık.

  2. Malesef ne guzel yazmıssınız

  3. Tezer Özlü Yaşıyor!

    “Sağmal İnek!” olarak yaşamaya hâlâ devam edecek miyiz ?!

    Okuyacağınız çeviri (İngilizce’den Türkçe’ye) yazısında geçen her kelimeyi onaylamak zorunda değilsiniz.

    Özellikle bugün;

    Bir kişininin, düşünce dağarcığını sürekli genişletebilmesi için, kendi fikirleriyle uyuşmayan görüşlere açık kapı bırakması gerektiğini; “çatışmak” yerine “tartışmak” zeminini prensip edinerek; daha iyiye, daha doğruya ilerlemenin mümkün olduğunu anlamamız gerekiyor.

    Bu iklimin yerleşmesi için, bir toplumda, “sükûnet” ve “akılla dinlemek” değerlerinin yaygınlaşmış olması; özellikle toplumun “aydın” diyerek saygı gösterdiği kimselerin bu “yaygınlaşmayı” sağlaması için yüksek çaba sarfetmesi gerekiyor.

    “Türkiye topraklarına yine bir ecnebiden yapılan intihal!” safsatası (Latince: Ad hominem) ile,

    “Aydın kişilere saygı göstermek” deyiminin; “bir aydın fetişizmi” ile hiç bir alakası olmadığını,

    Tam tersine;

    “Snoplaşmak~snoblaşmak” veya “züppeleşmek” tâbirini en aza indirgemek için “Aydın kişilere” her zamankinden daha fazla ihtiyacımız olduğunu görmemiz gerekiyor.

    Bu sebeplerle;

    Okuyucu, her ne kadar aşağıda yazılan yorumların hepsine veya bir kısmına katılmama özgürlüğüne her zaman sahip olsa da; “farklılıklar, ilerlemeyi doğurur” sözünü düstur edinmeyi başarabilirse, bu yazı ile beyninde yeni kıvılcımlar çakmasını temenni ediyorum.

    * * *
    Günümüzde “rekabet” kelimesinin nereye doğru evrildiğine dair uyarılarla dolu bir yazı.

    “(TZM) The Zeitgeist Movement” isimli oluşumun kurucusu ve “Zeitgeist” belgesel dizisinin yapımcısı “Peter Joseph” tarafından, facebook sayfasında kendisine soru soran bir takipçisine yazdığı cevap.

    Orijinal İngilizce metin için:
    https://www.facebook.com/peterjosephofficial/posts/685822444788247

    8 Mayıs 2014 Perşembe

    Bir takipçiden,

    “İtiraz ve soru”:

    Birçok insan “(planned obsolescence) ~ tasarım ömrü ~ plânlı eskime/eskitme”nin kötü bir şey olduğunu düşünüyor. Çünkü böyle bir modelin, dünyada var olan milyonlarca doğal ve insan yapımı kaynağın boş yere harcanması anlamına geldiğini savunuyor.

    Ama yanıldıklarının farkında değiller!

    Yukarıda bahsedilen model; “inovasyon ~ yenilik” dediğimiz kavramın içeriğini oluşturuyor.

    Özellikle “elektronik ürünler” üzerine sürekli kafa yoran yüzbinlerce araştırmacı; en yeni teknolojiyi ürünleri içine yerleştirmeye, daha güçlü, daha verimli, daha güncel cihazlar yaratmaya çalışıyor. Neden? Çünkü böyle bir sahada muazzam büyüklükte bir “teşvik sistemi” var; neredeyse bir nehir yatağını dolduracak kadar çok “para akışı” var!

    Eğer böyle bir “teşvik sistemi”, “yüksek kazanç kapısı” denilen olgular olmasa idi; bu araştırmacıları en son teknoloji ile donatılmış cihazlar üretmeye kim kamçılayabilirdi ki?!

    Bu nedenle “plânlı eskime/eskitme” modeli iyi ki var! Bu sayede en son teknolojiye her zaman erişebiliyoruz, sürekli güncelleniyoruz!

    Bu model aynı zamanda çevre problemleri ve kıtlık başta olmak üzere dünyanın en temel sorunlarının da yegâne çözüm yolu!

    * * *
    Peter Joseph’in cevabı:

    “Teknolojik ilerlemenin sürekliliğini sağlamak için; paranın tüm dünyada dolaşımını sağlamalıyız.” görüşü; “eğer bir saniye duraklarsan seni hemen yiyecek bir aslan tarafından kovalanırcasına koşmak; kalp sağlığının korunması için iyidir.” sözü ile aynı kapıya çıkar!

    Bu durumda; “bir aslan tarafından kovalanıyor olmak” tâbirine; kişinin kendi kalp sağlığı için egzersiz yapıyor olması şeklinde kabul edip, ve hattâ bunu sıradan bir sistem hâline getirip; “iyidir” denebilir mi?! Eğer kişiyi kaçması için kamçılayan bir aslan olmasa idi, bu kişi hayatında hiç bir zaman koşuya çıkmayacak mıydı?!

    Aslanın, doğal yapısı gereği, bir avcı (ve çoğunlukla “zarar verici”) özelliğini temsil ettiği varsayılıyor. Bu özelliğin, “insan”ın içinde de var olduğu, hayatta kalabilmesi için bu özelliğini dışarı vurması gerektiği; sorgulanması teklif dahi edilemez “fiziğin değişmez bir yasası”ymış gibi kabul ettiriliyor. Aslanın bu özelliği insana ikâme ettirilerek, “ekonomik verimliliğin arttırılması!” uğruna, öz anlamından bile bile saptırılıyor.

    Aynı mantık; piyasa ekonomisini savunan dar görüşlü bir çok iktisatçı tarafından; “plânlı eskime/eskitme modeli ne kadar da iyi baksanıza; geçen yılla karşılaştıracak olursak daha fazla fakir, cep telefonuna, televizyona ve mikro-dalga fırına sahip oldu!” şeklinde propaganda ediliyor. Bunu söyleyerek; “piyasa ekonomisinin varlığını” ispat ettiklerini, onu tâbiri caizse “akladıklarını”, ve hattâ daha verimli, daha eşitlikçi, daha adil bir hayat getirdiğine dair methiyeler düzdüklerini zannediyorlar!

    Fakat görmezlikten gelinen veya anlaşılmayan bir durum var: “Piyasa ekonomisi (veya daha ayrıntılı ifade edecek olursak; ‘sömürü↔kıtlık↔rekabet’ düzeni)” denilen sistem; “açlığın” ve “sınıflar arasındaki dengesizliğin” başladığı yerdir!

    “Teknolojik ilerleme ve verimlilik” üzerine, günlerimizi, başı veya sonu bilerek kırpılmış, dar görüşlü referanslar içinde papağan gibi konuşup durarak geçirebiliriz.

    “Kanser, kişinin iştahını kesiyormuş…”,

    “Kanser, o kadar harika bir şey ki senin birkaç kilo vermene yardımcı olabilir…”,

    “Bedava yemek, bedava bir oda ve bir spor salonuna sahip olsak ne kadar da güzel olurdu… Hadi gel; bir suç işleyip hapse girelim ve kendimizi rahata kavuşturalım!”

    Son zamanlarda yukarıdaki gibi sözleri sık duyar oldum!

    Ve “yeşil doğa devriminin” hibrid (melez) elektrikli arabalarla gerçekleşeceğini de duydum. Şimdi, hemen çıkıp bunlardan 10 adet satın alacağım ve ben de devrime küçük bir katkı sağlamış olacağım!

    İşin bam teline dokunduğunuzda şunu görürsünüz:

    Dünyanın sınırlı kaynaklarının boş yere harcandığını ve ekolojik yıkıma yol açtığını bile bile; “mal veya hizmet!” satın almak, “para!” denilen nesnenin sürekli dolaşımda kalmasını sağlamak ve daha fazla endüstriyel büyümeyi teşvik etmek (bu büyümeye artık “inovasyon!” deniyor), kâinatın geleceği için mutlak iyi ve elzemdir.

    Hayır!

    “Plânlı eskime/eskitme” modeli; teknolojik yeniliklerin kâinatın bütününe sunabileceği “ilerlemek” olgusunu, sadece ve sadece; “paranın kullanımı döngüsü” içinde kasıtlı olarak tutmak plânından başka bir şey değildir!

    “Yan ürün & İkinci-derece ürün (byproduct)” dediğimiz nesne ise “daha fazla para kazanmak!” ilkesinden başka bir şey değildir!

    Yukarıda yazılan döngülerin, kendi “inovasyon!” mantığı içinde değerlendirildiğinde; ne kadar da doğru bir eylem olduğu, “ilerlemenin sürekliliği için ‘tüketme’nin şart olduğu” algısı hepimize bebekliğimizden itibaren kabul ettiriliyor!

    Bu aynı zamanda “inovasyon”un; “plânlı eskime/eskitme” modelini daha yaygın hâle getirebilmek için icat edilmiş bir kelime olduğunuda mı gösteriyor?! Hmm… Şimdi daha iyi anladım!…

    Ana akım medya tehlikeyi ne kadar görmezden gelirse gelsin, önümüzdeki 10 ila 20 yılda gerçekleşecek “enerji↔biyolojik çeşitlilik↔doğal kaynaklar” halkaları içinde başta olmak üzere devasa bir krize sürüklenmekte olduğumuzun sinyalleri mevcut.

    Bu sinyalleri hissedebilmek için bir müneccim olmanıza veya çok güçlü bir antene ihtiyacınız yok. Bahsedilen halkaların tükenmeye yüz tuttuğu dönemlerde, insanoğlunun dehşetengiz savaşlar başlattığını tarih bizlere öğretiyor! (Eğer “medya dünyası!”nın gerçeklikle bir karış bağlantısı kalmış ise, nihayetinde önlemler almak ve topyekûn eyleme geçmek için cesur adımlar başlayıncaya kadar; her tv kanalı bu “amansız tüketim kültürü!”nün bizleri nereye götürdüğü üzerine, hergün, haberler sunar!)

    Ekonominin daimi özelliği; kaynakların “sürekli kâr!” odaklı kullanılması, bu amaçta mümkün olan en yüksek seviyede verimliliğin elde edilmesi ve insanları “sağmal inek!” düzeninde tutabilmek için, keşfetmiş ve üretmiş olduğumuz hâlde, yeni ürünleri, yeni dizaynları, “zamanı geldiğinde piyasaya sürmek üzere!”, yüksek güvenlikli laboratuvarlarda ve/veya antrepolarda bekletmekten ibaret değildir!

    Bu sisteme uymaya mahkûm değiliz!

    Başka yollar da var!

    Oluşumumuz “The Zeitgeist Movement”ın önerdiği “(CDS) Collaborative Design System* ~ (O.T.S.) Ortak Tasarım Sistemi”, şu an içinde yaşamakta olduğumuz iktisadi sistemden daha isabetli sonuçlar veriyor. Bilimsel yöntemlerle titizlik içinde filtrelenen demokratik bir planlama sistemi/sistemleri.

    [[ Bu bölüm; “Zeitgeist” belgesel dizisini izlemiş ve P. Joseph’in demeçlerini takip etmiş bir kişi olarak, okumakta olduğunuz metni çeviren “Tezer Özlü Yaşıyor!” tarafından, “TZM”nin ve P. Joseph’in söyledikleri ile beraber harmanlanarak aktarılmıştır. Köşeli parantez içinde yazılan bu bölüm orijinal metine yoktur:

    *CDS, merkezi bir plânlama sistemi değildir. Tüm plânların tek bir karar merkezinde toplandığı bir sistem hiç değildir!

    Temeli; insanların hiç bir kısıtlamaya maruz bırakılmadan katılabildikleri, akışın çataklaşmadan sağlanabilmesi için bir programlamanın/programlamaların ortak kararlar ile alındığı, serbest-erişimli sistemler mantığına dayanan; ister bireysel ister toplumsal amaçlarla olsun farketmez, herhangi bir endüstriyel/teknolojik ürün üzerinde değişiklikler yapabilmek, bu değişiklikleri kısıtlamaya maruz kalmadan her zaman yapabilmek ve bu değişiklikleri yaparken uygulanan yöntemlerin tüm insanların yararına gönüllü olarak açık/şeffaf tutulduğu bir düzendir.

    Bana çok sık sorulan ve hattâ bu soru yoluyla şahsıma çamur atılan bir konuya bu mesajımda bir kez daha açıklık getireyim:

    “CDS”de, “Sovyet Kapitalizmi!” ile uzaktan-yakından ilişkisi olan bir tür miras devri yoktur!

    “Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği” başta olmak üzere, küremizdeki bir çok iktisadi “sol” sistemler, Marx’ın bıraktığı eserler ve diğerleri; oluşumumuz tarafından tabii ki incelenmiş, tarihin bizlere bıraktığı nimet ve uyarılar tabii ki dikkate alınmış; fakat geleceğimizi inşa ederken hiç bir “siyasi” ve/veya “iktisadi” ideolojiye körü körüne bağlanmamayı prensip edinmiştir.

    Yukarıda yazdıklarım sadece “Sovyet Kapitalizmi!” değil; ondan daha tehlikeli olan “Özel Sektör Kapitalizmi!” başta olmak üzere tüm sistemler için geçerlidir ! ]]

    Tekrar etmek gerekirse; çoğunluğumuz, şu an sürmekte olan sistem içinde, sanki bir tuzağa düşmüşçesine, sıkışıp kalmış; resmi daha geniş açıyla görebilme yetisini kaybetmiş veya görmezlikten gelmiş; daha sorumlu, daha verimli olasılıklar üzerine düşünmekten tâbiri caizse vazgeçmiştir.

    Gerçek bir ekonomi; insanların ihtiyaçları ve toplumların refahının dengede olmasına dikkat ederek, “üretim↔tüketim” döngüsünü her zaman asgari düzeyde, ürünleri güncel kılabilmek için stratejik şekilde belirlenmiş mümkün olan en iyi üretim hatlarını her zaman açık ve şeffaf tutmayı hedefler.

    Böyle bir ekonomi sistemine geçmek bir rüya değil.

    Bugün üzerinde yaşamaya mecbur bırakıldığımız “piyasa ekonomisi!” adlı sistemi sarsmak için niyetlerimizde muazzam bir değişikliğe gitmeliyiz.

    Başlangıç için daha fazla cesarete ihtiyacımız var!

    Saygılarımla,

    Peter Joseph

    * * *
    P. Joseph’in yazdığı bu cevaptan sonra, sayfanın altındaki yorumlardan birinde, “Matrix” filminde bir karakter olan “Morpheus”un resmi üzerine aşağıdaki söz yazılarak espri yapılmış:

    “Sana ‘iPhone 8’in çoktan üretilmiş olduğunu, ama ‘6’ ve ‘7’yi tüketmeden ona asla sahip olamayacağını söylesem; ne yaparsın?!”

    Resim için (İngilizce):
    https://www.facebook.com/photo.php?fbid=753128634738073&set=p.753128634738073&type=1

  4. Sadece şu “metres” kelimesine şerh koyuyorum.

  5. 3 no’lu yorum ve alıntı için teşekkür edelim. Emek verilmiş, yazılmış, çevrilmiş…
    Ama….
    İnsanlığın birey-birey, birey-toplum, toplum-toplum, birey-toplum-doğa ilişkilerinin, bireye-topluluklara-doğaya zarar vermeden, “mutluluk” içinde nasıl yaşayacağına ait çok akıllıca, hatta gerçekleşmesi mümkün “kurgu düzenler” önerilebilir. Bunun için örneğin 50 milyon oy veren insanın 40 milyonu da “teorik” olarak buna ikna edilebilir…Ama hiç bir şey değişmez! Çünkü “lanet olsun” bu “hayatın diyalektiğine” aykırı.
    Toplumsal hayat “akılla” yönetilmiyor! Hemen tatmini gereken ihtiyaçların veya ihtiyaç sanılan “şeylerin” arzu ve elde edilmesi pratiği ile süre gidiyor. Yiyecek, can güvenliği, gelecek korkusu, barınma ihtiyaçları somut gereksinimlerdir ve “teorik kabullerin” hayata geçmesi, ancak “çaresizliğin çaresi” olduğu zaman önemsenmeye başlıyor… Evliliklerin çoğu gibi! Aslında yıllar önce bitmiş bir ilişki, anacak “Rezillik” aşamasına gelince bitiriliyor! Bu kapitalistik, tüketimci toplum da “rezil” olamadan bu “ilişkiyi” bitirmeyecek… Ve “yeni” bir ilişki ümidi varsa… Bilinir, Doğu’da erkek yeni bir ilişki ümidi yaratamamışsa kadın’ı da katleder… Geçmişini ve geleceğini de öldürür!
    Bir insanı yalnızca bir kaç hafta “sokağa” bırakın; kirden kararır; sıcak yemeğe hasrettir. Sakalları uzar, saçları kirden birbirine yapışır… Bir “vahşi” oluverir… Kötü uykular onu gergin, yabanıl kılar… Bu gerçeklik, “sıradan” insanı, yani insanlığın tamamına yakınını düşünce olarak da “ufuksuz”, “sığ” bir yaşama tarzını sürdürmesini koşullar…
    Sefalet olmadan “devrim” olmuyor.
    Rezalet olmadan bir “hayat” bitirilemiyor.
    Cinayet olmadan hayatın değeri bilinmiyor…
    Yazık ki hayat “bilinçle” örgütlenmiyor…
    Evet, bu akılsızlık! Ama hayat’ın akılla ilgisi de yok…

  6. Tezer Özlü Yaşıyor!

    Yorumunuz için teşekkürler sevgili “O.Gürsel”.

    Konuya biraz daha fazla açıklık getirmek için;

    Yine sayın Zileli’nin sitesinden bir link ile size destek olmak istiyorum.

    Bu linkin içinde yazılan yorumların hepsine bir kez daha dikkatle bakarsanız; haykırışınızın hiç de yabana atılmayacak nüveler içerdiğini sadece siz değil, hepimiz kabul ederiz.

    “Toplumsal hayat ‘akılla’ yönetilmiyor!” sözünüz; ne kadar ciddi bir dönemece geldiğimize işaret eden çok güzel bir ifade.

    Bir konuyu daha hatırlatmakta fayda var:

    Sizin yukarıda söylediğiniz söz, değişik kelime-cümle kalıplarına da bürünse, farklı şekillerde de olsa, tüm dünya kültürleri tarafından binyıllardır söyleniyor-soruluyor.

    Demek ki, günümüzde, başımızın arşa hâlâ değmediği hissini taşımaktayız ki, bu sözü söylemeye devam ediyoruz!

    Soruyu artık şöyle de sorabiliriz:

    “Bir gün başımızın arşa değeceğini niçin umutla bekliyoruz?! ‘Arş’ gerçekten var mı?! Yoksa bu bir sadece sanrı mı?!”

    İçinde mecburen yaşatıldığımız ceberrut sistemin adı: “Serbest Piyasa Ekonomisi!”

    Bu sistemle hâlâ uyuşturulmaya devam ediyoruz!

    “Korkularımızın!” beslendiği en geniş kaynaklarından biri bu ceberrut sistem!

    Anarşizmin yegâne amacını oluşturan; “iktidar!” denilen mefhumu ortadan kaldırmak ve sözlüklerden silmekle beraber, aynı anda artık “Serbest Piyasa Ekonomisi!”ne de avazımız çıktığı kadar yüksek sesle karşı çıktığımızı haykırmak zorundayız!

    Aşağıda okuyacağınız örneği bir metafor olarak kabul edin lütfen. Bu metaforu hayatın her alanına yaymalısınız. Sadece aşağıdaki örnekte verilmiş simge ile kısılıp kalmayın:

    Bu ceberrut sistem devam ettikçe; bir gün sevgili Zileli, kitaplarının telif haklarından ve satış rakamlarından elde ettiği gelir (ve ayrıca “emekli maaşı” var ise bu para da dahil) yetmez ise; bu siteyi kapatıp köşesine çekilmek zorunda kalabilir!

    Bu ceberrut sistem devam ettikçe; bir gün hepimiz (hadi o kadar abartmayalım; “çoğumuz!”), kepenklerimizi indirip köşemize çekilmek zorunda kalabiliriz!

    “Bu ceberrut sistemi oradan kaldırmak!” hedefi başta olmak üzere, yepyeni alternatifler sunmak için, ortaya atılan yüzbinlerce teoriden biri yukarıda bahsedilen “(TZM) The Zeitgeist Movement” adlı oluşum.

    Peki bu oluşum; dünyanın tek kurtuluş yolu mu?!

    Tabii ki hayır! Tıpkı sizin dediğiniz gibi: “Toplumsal hayat ‘akılla’ yönetilmiyor!”

    Fakat sevgili Zileli’nin de karakter özelliklerinden biri olduğu gibi, “sistemli düşünme”yi de hiç bir zaman bir kenara fırlatıp atamayız!

    Bu nedenle, içinde her ne kadar “şimdi-hemel-derhâl!” uygulanması güç projeler barındırsa da, “TZM” gibi oluşumların, tecrübeyle sabit elde ettiği bulguları kullanarak, daha müreffeh bir gelecek inşa edebiliriz. “…ebilliriz” değil; “Soma!” cinayetinden sonra “etmeye mecburuz!”

    21 Mayıs 2014’te İstanbul/Kartal da Mehmet Ayvalıtaş’ın mahkemesi var!

    26 Mayıs 2014’te Ankara’da Ethem Sarısülük’ün mahkemesi var!

    27/28 Mayıs 2014 itibariyle “12 Eylül 1980″in üzerimize attığı ölü toprağını silkmeye başladığımız o şanlı tarihin 1. yıldönümü başlıyor!

    Bütün bunlar olurken, hayat akıp devam ediyorken, biz “Toplumsal hayat ‘akılla’ yönetilmiyor!” derken; birileri, bizim şu an baktığımız cep telefonu ekranından, bilgisayar ekranından, tablet ekranından, bastığımız klavye tuşlarından, şu an kullanmakta olduğumuz “internet!”ten para kazanmaya devam ediyor!

    Lütfen unutmayın:

    “Sistemli düşünme”yi hiç bir zaman bir kenara fırlatıp atamayız!

    Çünkü:

    “Serbest piyasa ekonomisi!”nden beslenen her şirket, bugün bizi iliklerimize kadar sömürmeye “Soma!” cinayetinden sonra bile devam ediyorsa, bunun iki temel sebebi (Sayın Zileli genişletilmiş hâlini yukarıda fevkalade yazmış!):

    1. Korkularımız,

    2. Bu “korkular!” sebebi ile ruhumuzda bir kartal gibi bekleyen “eyleme geçmek!” fikrinin bir türlü kıvılcım almamasındandır!

    Yukarıdaki mesajda “Peter Joseph” bu sebeple; “Başlangıç için daha fazla cesarete ihtiyacımız var!” cümlesiyle kapanışı yapmıştır!

    Detaylı anlatım için lütfen bu sayfadaki her yorumu dikkatle okuyun: http://www.gunzileli.com/2014/04/16/hepsi-yerele-aittir/

    Saygılarımla.

  7. Tezer Özlü Yaşıyor!

    Ek bilgi:

    Bir maden işçisi; Enver Aysever’in “Aykırı Sorular” programında şu ifadeleri sarfetti:

    […
    Maden işçilerinin iş kaybetme korkusu taşıdığını söyleyen Köken, “Herkesin borcu var. Madenden başka yapacak bir işi yok bu insanların. Bu yüzden korkuyorlar. Madende çalışan herkes her yerde çalışabilir. Ben 2007 yılında İmbat’ta çalışırken ölümlü bir iş kazasında gördüklerimi söylediğim için işten atıldım. Bana sen buradan ekmek yiyorsun nasıl böyle bir ifade verirsin dangalak herif” dedi. Çalışanlar yalancı şahitlik yaptı. Ben tek başıma kaldım. İş kaybetme korkusu vardı. Şimdi yine konuşmuyor bu insanlar” diye konuştu.
    …]

    * * *
    Savunmak zorunda değiliz, okumak zorunda değiliz, her gün takip etmek zorunda değiliz, ama niçin bu durumda olduklarını sorgulamak zorundayız:

    “Sol Gazetesi”, “Karşı Gazetesi”, “Cumhuriyet Gazetesi” mâli sıkıntı yaşıyor da; bir “Hürriyet Gazetesi”, bir “Vatan Gazetesi” veya bir “Zaman Gazetesi” mâli sıkıntı yaşamıyor?!

    * * *
    Bir şehirlerarası yolcu taşımacılığı firma bünyesinde cüzi ücretle çalışan muavinler, her gün (çoğu zaman “Cumartesi-Pazar”ları da dahil!) eziliyor olmalarına rağmen, niçin isyan edemiyor?!

    * * *
    Bir giyim mağazasında kasiyer olan veya kıyafetleri raflarda düzenleyerek emek sarfeden veya bu mağazanın girişinde bekleyen bir “özel güvenlik şirketi!” çalışanı, her gün (çoğu zaman “Cumartesi-Pazar”ları da dahil!) eziliyor olmalarına rağmen, niçin isyan edemiyor?!

    * * *
    Örnekleri saymakla bitiremeyiz…

    Wilhelm Reich (prof., psikiyatr), (1897-1957) uyarmıştı:

    “Asıl açıklanması gereken:

    Neden aç insanın çaldığı ya da sömürülen insanın grev yaptığı değil;

    Neden aç insanların çoğunun çalmadığı ve sömürülenlerin çoğunun greve gitmediğidir?!”

    * * *
    Detaylı anlatım için lütfen bu sayfadaki her yorumu dikkatle okuyun: http://www.gunzileli.com/2014/04/16/hepsi-yerele-aittir/

    Saygılarımla.

  8. Acı şiirle,ağıtla anlatılır.Bu yüzden bizim topraklarımızda ağıtlar bitmez tükenmez.Şiirlerimiz ok gibi saplanır yüreğimize,yüreğimiz sığmaz sinemize.Bu nasıl bir anlatımdır Sn Zileli içim kanadı okurken.

  9. Bu güzel yazıyı yeniden okudum… Soma-Maden işçileri-Taşeron sistem içinde çalışan işçiler için CHP her hangi bir yasa önerisi verdi mi? Ben böyle bir habere rastlamadım… Bilen var mı?
    Hani “seçim” öncesi göstermelik olsun bu yolda parlamento içinde “dişe dokunur” bir iş yapıldı mı?
    AKP’nin basına çıkan “taslakları” vardı ama sonra ses çıkmadı… Ne oldu, bilen var mı?
    Nasıl da kolayca unutuluyor bu ülkede cinayetler…
    CHP hani “sosyal demokrat” ya, emekten yana ya… Bu konuda bir girişimi olduğunu duymadım… Ve gerçekten yoksa… Neden Cum. ba. seçimlerine aday gösterir ki? Hem de adayı yokken!