Tarih Felsefesinde Liderlerin Rolü ya da Kılıçdaroğlu Meselesi

Artıgerçek

Tarih Felsefesi’nde son derece önemli bir konu olan “Tarihte bireyin rolü” ya da “önderlerin rolü” meselesine dönüp dolaşıp yeniden gelmek zorunda kalıyorum: https://www.gunzileli.net/2021/12/23/tarihte-bireyin-rolu-uzerine-iki-zit-bakis/

Bugün sosyal medyada, özellikle Uğur Dündar’ın bilinen meş’um açıklamasıyla yeniden gündeme gelen Kemal Kılıçdaroğlu tartışması, beni bu konuyu bir kere daha ele almak zorunda bıraktı.

İSPANYA DEVRİMİ VE İÇ SAVAŞI

Her tarihi olayı ya da devrimi incelerken “önderlerin rolü” kaçınılmaz olarak gelip karşımıza dikiliyor. Bugünlerde, hazırlamakta olduğum, adı ya “Komintern’in Kapıları” ya da “XX. Yüzyıl Devrimleri” olacak kitabımın en çetrefil konusu olan “İspanya Devrimi ve İç Savaşı” üzerine yoğun okumalar yapıyorum. Bu devrim ve acılı bir iç savaşın sonunda faşizmin galibiyetiyle sonuçlanan İç Savaş’ta da hem işçi ve köylü kitlelerinin, hem her biri bu kitleleri ya da daha üst sınıfları temsil eden veya darbecileri destekleyen örgütleri (CNT-FAI; POUM, PSOE, PCE, PSUC, CEDA, FALANJ vb. vb.), hem de olaylar içinde ön plana çıkan liderleri olumlu ve hatalı yönleriyle saptamak için çaba gösteriyorum.

LARGO CABALLERO

Örneğin, olayların kargaşası içinde olumlu ve olumsuz yönleriyle son derece tayin edici roller oynayan, sosyal demokrat PSOE’nin ve (anarko-sendikalist CNT’nin yanı sıra) bir diğer büyük işçi konfederasyonu UGT’nin lideri Largo Caballero’yu ele alalım.

İspanya’nın o günkü devrim atmosferi içinde PSOE ve UGT, genelde sosyal demokratlardan beklenmeyecek ölçüde sola kaymıştı ve bu sola kaymanın temsilcisi de, o günlerde “İspanya’nın Lenin’i” olarak nitelenen L. Caballero’ydu. Öyle ki, Caballero, daha 1936’dan önce bile “proletarya diktatörlüğü”nden yana olduğunu açıklıyor, sosyal demokrat gençlik örgütü Juvertudes Socialistas (JJSS)’ın “aşırı sola” kaymasını sağlıyor, bir yandan anarko-sendikalistlerle (CNT) ve devrimci Marksistlerle (POUM) ittifak siyaseti izlerken, diğer yandan buna ters bir şekilde, CNT ve POUM’un amansız düşmanı (o sırada henüz küçük bir parti olan) İspanya Komünist Partisi (PCE) ve sosyal demokratlarla komünistlerin ortak örgütü olarak doğan ve hızla Stalinist manipülasyonun partisi haline gelen Katalonya Birleşik Sosyalist Partisi (PSUC)’nin güç toplamasına kapıları açan bir politika izliyordu.

Kısaca belirtecek olursam, çok önemli bir tarihi kişilik olan L. Caballero, o kritik 1936-37 yıllarında hem olumlu hem de olumsuz anlamda devasa bir rol oynamıştır. Olumlu rolü şudur: Zaten hızla sola kayan UGT’li işçilerin CNT ile işbirliğini sağlamış (gerçi aralarında rekabet de vardı); iç savaşta CNT-FAI ve POUM’un devrimci milislerine karşı açık kapı siyaseti izlemiş; Stalinist komünist partisinin (PCE ve PSOE) devrimi bastırma girişimlerinin önüne dikilmiştir.

Olumsuz rolü ise şöyle ele alınabilir: Caballero, “komünizm hevesi” nedeniyle örgütlerinin kapılarını ideolojik olarak Stalinist etkiye açık hale getirmiş; dahası, 1936 yılının sonlarına doğru başbakanlığını üstlendiği hükümet aracılığıyla, tam da Stalinistlerin istediği şeyi yapıp, devrimci kolektiflere ve milislere karşı devlet düzeninin yeniden teessüs edilmesinin yolunu açmış; sonunda bu süreçten yararlanan Stalinistlerin önayak olmasıyla bizzat Caballero’nun başbakanlığına son verilmiş ve yerine, sağ sosyal demokratların temsilcisi ve Stalinistlerin bir dediğini iki etmeyen Negrin gelmiş; bu süreç içinde “Cumhuriyet İspanya’sı” özellikle 1937 yılının ortalarından itibaren, daha Frankocu faşistler ülkeye hâkim olmadan önce, devrimcileri işkence ve suikastlarla bastıran, Sovyetler Birliği’ndekinden pek farklı olmayan bir NKVD (SIM) polis diktatörlüğünün avucuna düşmüştür.

Görüldüğü gibi, Largo Caballero, esas olarak emekçilerden ve devrimden yana bir kişilik olmasına rağmen, istemeden de olsa çok meşum bir gelişmenin kapılarını açan adam rolünü oynamıştır. Caballero bu iki çelişen yönüyle birlikte ele alınmadığı zaman onun oynadığı rolü kavramak mümkün olmayacaktır.

KILIÇDAROĞLU’NUN İTTİFAK SİYASETİ

Bu uzunca özetlemeden sonra, günümüzdeki Kılıçdaroğlu tartışmasına geçebilirim.

Bazıları, CHP’nin son yerel seçim başarısından sonra, CHP’nin genel seçimdeki “başarısızlığını” Kılıçdaroğlu’nun sırtına yıkma eğiliminde olduğundan, olguyu çelişkili yönleriyle ele almak zorunlu oldu. Ben, Kılıçdaroğlu’nun seçimden önce izlediği siyasetin (iktidara karşı ortak cephe – ya da “altılı masa” siyasetinin) esas olarak başarılı olduğunu ve CHP’nin yerel seçimdeki başarısının yolunu açtığını düşünüyorum. Bazıları şimdiden “geleceğin cumhurbaşkanı” olarak gördükleri Ekrem İmamoğlu’na yaranmak için (Uğur Dündar da bunlardan biridir) bütün olumlulukları Özgür Özel’e ya da İmamoğlu’na ne kadar atfetmeye çalışırlarsa çalışsınlar, bence sağın önemli bir kesiminin iktidardan koparılıp muhalefet cephesine eklenmesinde, dolayısıyla AKP iktidarının “kadro”suz ve “barutsuz” bırakılmasında Kılıçdaroğlu çizgisinin payı belirleyicidir.

Bunun da ötesinde, Kılıçdaroğlu’nun AKP’yi kendi sağdaki doğal müttefiklerinden koparan ittifaklar politikası sonucunda telaşa kapılan AKP, alelacele bir “karşı-ittifak” cephesi kurma telaşına girmiş ve YRP ile Hüda-Par’ı bulmuştur. 1990’lara ilişkin korkunç Hizbullah anıları nedeniyle Hüda-Par, AKP’ye yarardan çok zarar getirmiş, YRP ise, AKP ile ittifaktan yararlanıp gücünü AKP aleyhine geliştirmiş ve yerel seçimlerde AKP’nin karşısına en büyük rakiplerden biri olarak çıkıp ondan epeyce büyük bir parça kopartmıştır.

Kısaca belirtirsek, CHP’nin genel seçimlerden 9 ay sonraki yerel seçim başarısı esas olarak Kılıçdaroğlu’nun ittifak siyasetinin açtığı yolun sonucudur.

İŞİN ÖBÜR YANI…

Bununla birlikte, Kılıçdaroğlu siyasetinin önemli zaafları da söz konusudur. Kılıçdaroğlu, “sağa açılan” cephe siyasetini önemli ölçüde başarıyla yürütürken, solu da bu geniş cepheye katmakta yetersiz kalmış, HDP’yle ittifak konusunda “örtülü” ve çekingen bir yol izlemiş, Meclis’e kendi kontenjanından sağ partilerin güçleriyle nispetsiz bir şekilde doluşmasını sağlarken (bunun kısmen ittifak için “zorunlu” olduğu düşünülebilir) ”sol kanadı”nın güdük kalmasına yol açmıştır. Keza, milletvekillerinin önseçimini “taban”ın iradesine tabi kılmakta zayıf kalmış, en başta da CHP’li “taban”ı küskünlük içine sokmuştur, bu da CHP’ye, sosyal demokrat bir partiden çok, “orta-sağ” bir parti görüntüsü vermiştir.

Bu çelişkili ve karmaşık yönlere rağmen, Kılıçdaroğlu’nun son 10-12 yıldaki rolünün (Adalet Yürüyüşü unutulmazdır) esasen olumlu olduğunu saptamak, siyaset fırsatçılarının “gündelik siyaset” eşelemelerine yüz vermemek gerekir.

Gün Zileli

13 Nisan 2024

www.gunzileli.net

gunzileli@hotmail.com

Hakkında Gün Zileli

Okunası

1937 – Moskova Duruşmaları ve Kızıl Ordu Generallerinin Tasfiyesi

Artıgerçek Sovyetler Birliği’ndeki 1930’lu yılların “Büyük Temizlikleri” konusuyla ilgilenenlerin ne zamandır beklediği, Sovyetler Birliği’nin akademisyenlerinden …

2 Yorumlar

  1. Annales Okulu, tarihte lider rolünü en iyi bir şekilde eleştiren tarih “felsefesi” okulu

    Not: Türkiye’deki temsilcileri Halil İnalcık, Mustafa Akdağ, Ömer Lütfü Barkan ve Fuad Köprülü.

    Türklerin çoktan beri medeni olduklarını hatırlatıcı ve gururlanmalarını sağlayıcı bir güzel anekdot: Fuad Köprülü bu okulun bir toplatısında Orta Doğu’ya gelen Türklerin halihazırda medeni (Uygur falan filan) olduklarını ve büyük medeniyet Roma’yı viraneye çeviren Alman barbarlardan farklı olduklarına işaret eder. Ne mutlu Türküm diyene!

    Ama benim çenem durmaz ve orta sınıflılar gibi sinsice saldırmak ve küçük düşürme oyunları oyunlarını da hiç sevmem. Özellikle gittikçe kirli çamaşırları ortaya çıkan diğer inanışlar ve/veya yutturulan uyku hapları gibi, bu derin ve kökten eleştiri yapan okul da aynı zamanda zamanının ön yargılarını benimsemiş: BARBARLAR safsatası.
    Benzerini Annales Okulundan etkilenen Henri Pirenne’in ” A History of Europe” kitabında okudum. İstanbul’u barbar Türklere terk ettikleri için Avrupa’yı bir türlü affedemez, dert yanar! Yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal.

    Neyse, dönelim bu lider uzun havalarına. Kazananlar tarihinde bile eğer silah-ekonomik-askeri- liderin çarçurunu (veya carcurunu) uygulayacak saray hizmetçileri, köleleşmiş halkları, silahları omuzlayacak ve canını verecek gençleri yoksa genellikle liderler bile ya sulhçu ya da dinci olurlar ve durum tekrar elverişli olana kadar beklenir. Dünya Saray tarihçilerinin Çin Seddi’ne verdikleri anlam malum. Ama bu bağlamda işin sadece liderle bitmediğine de işaret eder.
    Diğer bir ünlü örnek var. Geronimo savaşta çok ustaydı ama bir süre sonra bağlı olduğu aşirette onu azarladılar. Makhno’nun başına da benzeri geldi.

    Kısacası ” Tarih Felsefesinde Liderlerin Rolü…” yazısı kazananlar tarihini tamamıyla benimsemiş olmakla kalmamış, liderleri toplumdan ve zaman akışı dışında, yani tarih dışında, bir çeşit Hollywood filmine çevirmiş.

    Bu dediklerim teorik fikirler değil ama ne yazık ki bu siteye katılanlar zerre kadar antropoloji bilmiyorlar. Çok sayıda ilkel toplumlarda, bazı önemli sorunlar dışında, kimse şefi pek dinlemez.

    Ama doğrusu ben Annales Okul’undan çok şahane şeyler öğrendim. Bu arada, Fernand Braudel’in “La Méditerranée et le Monde méditerranéen à l’époque de Philippe II”, Marc Bloch’un ” La Societe Feodale” ve daha sonra aynı düşünceyi temel alanlardan Jacques Le Goff ‘ın “Your Money Or Your Life”, ” Marchands et banquiers du Moyen Âge”, “Les intellectuels au Moyen Âge” tavsiye ederim.

    Öğrendiklerim arasında beni çok etkileyenlerden biri: Dağlara kaçıp yerleşenler: Türkiye’de Yaşar Kemal’i hatırlatan Yörükler ve “ferman padişahın, dağlar bizimdir” türküsü. Orman veya bataklıkları kibar medenilere tercih edenler: Türk kökenli Yakutlar ve çok sayıda Afrika’dan toplanan kölelerin kaçıp yerleştikleri bataklıklar.

    Kesin iddia edemeyeceklerim arasında çölde yaşayan bedeviler, tuaregler ve mongollar; kutuplarda yaşayan eskimolar, hatta kölelikten kaçan tüm göçebe halklar yer alır.

    Şimdi de sevdiğim ve sivri kelleler için çelişkiler dolu bir tarihsel olgu.
    Çin nüfusunun en eski tarihlerde bile neden yüksek olmasını Braudel ırkçılıkla izah eder. Et tedarik eden göçebelerle asla ilişki kurmak istemeyen Çin, tahıl yetiştirme ve tüketmeyi tercih eder. Böylece toprağı çok daha verimli/etkili kullanır ve dolayısıyla çok daha büyük sayıda insan besler.

    Aslında medeniyetin ne kadar pis ve gaddar olduğu bilinci yeni değil. Hatta bence dünyayı yerinden sarsıp Marxist, Anarşist, Kapitalist, Faşist, Nazi ve benzeri kurtarıcı arama saplantısı içinde uyuyanları uyandırıcı bir olgu var ama çok ender düşünürler hariç kimse ya bilmez ya da umursamaz. Kuzey Amerika’da sarışın mavi gözlü süper zekalı, süper ırklılardan kaçıp Kızılderililere katılanların %90’ından fazlası asla geri dönmediler. Süper ırklara katılan Kızılderililerin %90’ında çoğu aşiretlerine geri döndüler!

    Medeni büyük beyinlilerinin, bir avuç dürüst düşünürler hariç, suratlarına tükürsen yağmur diye ferahlarlar. Ya da şimdi mutlak olan göreciliğe başvururlar. Bu çoğunluk için görecelik bir ayıp donu, bir sahte anarşizm, enayilerin günümüze egemen olan umursamamayı hoşgörü algılaması…

    Özet: Site anarşist şefi bir anarşist parti kurma düşüncesi ileri sürer. Ardından aklına partinin lideri olması gelmiş olmalı, İNSAN TARİHİ’NDEKİ liderlerin becerilerini merak eder. Ne var ki, bu İNSAN TARİHİ sadece ve sadece KAZANANLAR TARİHİ, yani en çok son 10 bin yıl. Kaldı ki, insan en ölçülü değerlendirme ile 300 bin yıllık insan, en cömert görüşle 2-6 milyonluk insan.

    Yukarıda dikkat çektiğim gibi, işte size, bu kibar, medeni, orta sınıflıların sinsice saldırma, küçük düşürme, hakaret etme oyunları. Daha da kötüsü, bunun farkında bile değiller.

    Bu küstahlığı gösterecek çok bilinen ve hiç bilinmeyen bir örnek daha var. Teknolojik Devrime kadar, aşağı yukarı 17’nci yüzyıl, dünyayı tarımcı köylüler sırtında taşıdılar; tüm süsler püsler onların sayesinde gerçekleşti. Çıktı bir Marx, dünyayı teknolojik devrimden sonra sırtında taşıyacakları pompaladı ve tüm büyük beyinliler hala aynı türkü söyler aynı göbek atarlar. Küstahlık sadece büyük beyinliler de bile kalmaz. Tamamıyla yozlaşmış ve hatta kültür yaratmayı bile uzmanlara bırakmış silik halklar da, 17’nci yüzyıldan beri, köylileri hor görürler.

    Marx2ın kim olduğunu şahane açığa vuran bir güncel haber: Modi Hindistan seçimlerini kazanmak için 400 milyar dolarlık refahat dağıtım yapar; halka bedava su, barınma, gıda dağıtır. Belki Marx gibi sarışn mavi olmadığından kimse alkışlamaz. Her halükarda, Modi de Marx-Lenin-Mao gibi fakir fukaranın ne istediğini iyi bilir. İnşallah liderliğe göz koymuş anarşistin biraz parası vardır!

    Neyse, galiba kibarlığın ucunu kaybettim.

    Son ucunu kaybedenlere karşı “hate speech”, “cancel culture” , “woke” ve düzineler benzeri susturucular yanı sıra şimdi bir “anti-semitizm” yumurtladılar. Her taşın altında bir TERÖRİST bulmalar çoktan beri canlı.

    Teröristlikle ilgili inanılmaz, ya da hem gülecek hem ağlayacak bir rezillik:
    “Neom_Suudi güçlerine eko-kent için arazi açmak için ‘öldürme emri verildi’
    Suudi Arabistan’ın 500 milyar dolarlık eko-bölgesi Neom, krallığın ekonomisini petrolden uzaklaştırmayı amaçlayan Suudi Vizyon 2030 stratejisinin bir parçası.
    BM ve ALQST’ye (Birleşik Krallık’da Suudi Arabistan Sivil toplum kuruluşu) göre, çoğu TERÖR bağlantılı suçlamalarla yargılanan en az 47 köylü, tahliyelere direndikten sonra gözaltına alındı. ALQST, bunlardan 40’ının hâlâ tutuklu olduğunu, bunların beşinin idam cezasına çarptırıldığını söylüyor.”
    Kaynak: https://www.bbc.com/news/world-middle-east-68945445

  2. “Tarih Felsefesinde Liderlerin Rolü”
    Benim bildiğim en mükemmel komünizm aile. Ailede liderler var: anne-baba.
    Not: Gerçi son zamanlarda bu aile işi de medya aracılığıyla karman çorman oldu. Yenilik fermanını ABD verir hemen ardından AB, UK ve sayısız modern ve ilerici uluslar kuyruğuna girerler.
    Bence bu yazıdaki lider kelimesinin kapsamı çok dar. Bazı örnekler vermeden önce bir genel açıklama yapacağım. Çocuklar-anne-baba benzetme si kökünde yol gösterme, öğretme, kültür-dili aktarma, hatta gıda/barınak sağlama gibi yardımcı olmalar yatar. Üstelik bir de derin sevgi var.
    20’nci yüzyılın en ünlü yazarlarından biri olan James Joyce’tan bir alıntı:
    ” Bu b*k bataklığı dünyada anne sevgisinden başka hiçbir şeyden emin olunamaz; sizi dünyaya getirir ve önce kendi bedeninde taşır. Ne hissettiği hakkında ne biliyoruz? Ne hissederse etsin, duygusu gerçek. Ya biz; fikirlerimiz ya da hırslarımız nedir? Oyun değil mi? Fikirler mi? (Benden ek: Artık büyük/küçük/orta boyda bir fikri olmayan bir hödük kaldı mı bu dünyada?)
    Bazı örnekler:
    – Seni alkışlamamızı mı istiyorsun? Paylaş zenginliğini!
    – Hawai’de, bunlar medenilerin en küçük beyinlilerinden de küçük beyinli oldukları için, liderin kendi aralarından biri olacağına inanmazlar. Denizden gelen lider merasimle karşılanır, saraya götürülür, sürekli şişmanlatıcı yemeklerle yerinden kalkamaz hale getirilir, etrafı kadınlarla çevrilir (daha henüz seks ne ayıp ne günah ne de şimdiki gibi internet ve televizyonda gece gündüz ticaret). Böylece lider işlerine burnunu sokmaz.
    – Sayısız toplumlarda liderin adı ŞİŞKO.
    – Süper ırklı İspanyollar bazı vahşi çıplakları, tıpkı İspanya’da Çingenelere yaptıkları gibi, yerleşik yaşamaya mecbur ederler. Arada bir bu sitedeki yazıda anlaşılan lidere benzeyen sarışın mavi gözlü süper ve asil kanlı ŞEF bir emir verir. Yerleşen vahşilerin hepsi emrin ne olduğunu bilirler ama kendi liderleri kapı kapı dolaşıp sarışın mavi gözlü liderin emirlerini aktardığında sanki hiç duymamış gibi davranırlar. Ve zaten kendi liderleri haber vermeden, haber resmi olmaz! Gözlemi yapan antropolog “ulan bu ne sinema?!” der, kendi kendine.
    Yukarıdakiler komik olanlar. Çok daha ciddi ve derin anlamda lider, tıpkı hatıralarda yaşayan kişiler gibi, zora düşenlere yardımcı olanlardır.
    Bu yazıya daha önce verdiğim cevapta Annales Okulu’ndan söz ettim. Bu okuldan Marc Bloch’ın “Les Rois thaumaturges” (doğa veya olağan üstü krallar) bu konuda okumaya değer. Ama bu kavram çok daha eskiye gider. Roma’dan Eski Mısır’a kadar kralların tanrılaştırılmaları aynı eski geleneğin devamı. Modern lider olma hırsı olmayıp bu konuyu merak edenler bildiğim şahane eserleri yazarım. En azından, bu kendini anarşist olarak tanıtan siteye David Graeber ve Marshall Sahlins’in “On Kings” kitabını tavsiye ederim ama daha da güzeli var: A. M. Hocart’ın “Kingship”. (parantez içi: bu kitapta ilk kralların ölmüş olan krallar olduğu ileri sürülür)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir