Yeni Bir Toplumsal Özgürlük Partisi’ne İhtiyaç Var

(Bir yerel seçim sonrası yazısı)

Seçim sonuçlarına elbette sevindik. Bu yerel seçim, otoriter bir iktidarın bayır aşağı gidişinin başlangıcıdır. Başarı, CHP’ye değil, halka aittir.

Fakat aynı zamanda bu sonuçlar, otoriter bir iktidara “dur!” diyen toplumsal muhalefetin özgürlükçü bir toplumsal devrim partisine olan ihtiyacını da ortaya koydu. TİP’in hızlı gelişimi böyle bir ihtiyacın ve toplumsal eğilimin göstergesiydi aslında. TİP yönetimi, özellikle son zamanlarda güven kırıcı büyük hatalar yapmasaydı – en barizi Hatay’da yaptığı hataydı – belki de toplumsal muhalefetin bu ihtiyacına yanıt veren bir parti olarak parlayabilecekti. Ne var ki, somut pratikteki hataları bir yana, TİP’in sosyalizmin Stalinist geçmişini sorgulamaktan titizlikle kaçınması ve bu tür sorunların üzerini örten bir tutum alması ne yazık ki gelişmesinin önünde büyük ayak bağı oldu. Oysa bugünün sorunlarında olduğu gibi, sosyalizmin geçmişinin değerlendirilmesinde de özgürlükçü ve irdeleyici cesur bir tutum almayan hiçbir parti ya da hareket toplumsal özgürlük mücadelesinin odağı haline gelemeyecektir.

Bu noktada, toplumsal muhalefet saflarında yaygın bir şekilde konuşulduğu halde, dağınıklığıyla ve örgütsel alanda doğru dürüst hiçbir öneri getirmeyişiyle, bugün adeta bir hayaletten farksız olan Türkiye’deki anarşizmin, aynı Marksistler gibi kendisini radikal bir şekilde gözden geçirmesi ve bir Rönesans yaşaması gerekiyor.

Anarşistler, öncelikle siyasi partiler içinde yer almama, siyasi parti kurmama, seçimlere katılmama geleneksel tutumlarını esaslı bir şekilde gözden geçirmeli ve bu tutumlarını değiştirmelidirler. Anarşistler, Marksistleri tutuculukla eleştiriyor ama acaba kendileri ne kadar tutuculuktan uzak? Örneğin, temsili demokrasiye katılma konusunda anarşistlerden daha tutucusu yok. 150 yıllık bir ezberdir bu. Ve bu ezber, doğru bir noktadan hareketle – temsili demokrasinin toplumsal yabancılaşmaya ve yozlaşmaya yol açtığı noktası – yanlış ve tutucu bir yere varmıştır.

Bu konuda en önemli tarihi örnek İspanya Devrimi ve İç Savaşı’dır. Muazzam bir kitlesel güce – 2 milyonluk dinamik bir kitledir bu – sahip olan, CNT-FAI çevresinde örgütlü anarşistler ve CNT’li işçiler, 1934 yılında geleneksel “seçim boykotu” tutumlarıyla Gil Robles’in sağcı CEDA partisinin iktidarı ele geçirmesine ve sonraki süreçte, hapishanelerin anarşistlerle ve devrimcilerle tıka basa doldurulmasına neden olmuşlardır. Neyse ki FAI (Iberya Anarşist Federasyonu) sonunda böylesi bir boykot tutumunun Sağ’ın işine yaradığını görmüş ve 1936 yılında boykot tutumunu terk edip taraftar kitlesini “Halk Cephesi”ne oy verme noktasında “serbest bırakarak” Sağ’ın en azından Cortes’te (İspanya Meclisi) yenilgisini sağlamıştır.

Fakat yine de bir şey eksikti. Eğer anarşistler bu büyük güçlerini, POUM gibi devrimci Marksistlerle el ele vererek büyük ve kitlesel bir siyasal partide toplamış olsaydılar, askerî darbe karşısında daha güçlü ve eşgüdümlü bir toplumsal muhalefet örgütleme olanağına kavuşacaklardı. Çünkü CNT, sonuç olarak bir sendikaydı. İşyerlerinde hâkim olmakla, siyasal alanda etkili olmak tam üst üste oturmuyordu.

Nitekim, iç savaş sırasında anarşistler, koşulların zorlamasıyla, klasik anarşist ilkeleri bir yana koyarak Largo Caballero’nun Cumhuriyetçi hükümetinde yer almak zorunda kalmışlardır. Hatta öyle ki, İç Savaş’ın sonuna doğru, Stalinistlere tamamen teslim olmuş ve devrimci Marksist POUM’un önderi Andreas Nin’in NKVD’nin İspanya’daki muadili olan SIM’in zindanlarında işkenceyle öldürülmesinin (Bkz: Antony Beevor, İspanya İç Savaşı 1936-1939, çev: Onur İşçi, Everest, 2022, s. s. 462-468) sorumlusu sağ sosyal demokrat Negrin hükümetine bile bir bakan vermişlerdir. Gerçi, Caballero Hükümeti’ne değil, Negrin Hükümeti’ne bakan vermelerini hatalı buluyorum ama bu konjönktürel bir tartışmadır. 

Önemli nokta şudur: Toplumsal özgürlük (liberteryan) devrim mücadelesi veren bir güç, toplum çapındaki boy ölçüşmenin çok önemli bir alanı olan meclis seçimlerinin dışında kalamaz, kalmaması gerekir. Her şey bir yana, meclis seçimleri bir anlamda toplumun eğilimlerini gösteren bir ankettir ve bu anketin dışında kaldığınız zaman gücünüzü ölçme ve tartma olanaklarından yoksun kalırsınız.  Anarşistlerin, “seçime girerek günah işledikleri” duygusundan ya da dogmatizminden kurtulmaları gerekiyor. Eğer bütün umutlarınızı parlamentoya ve seçimlere bağlarsanız bu gerçekten reformist bir hata olur. Fakat bu alanda gücünüzü tartmanız, üretim birimlerindeki temel örgütlenmelerinizi ihmal etmediğiniz sürece hiç de reformizm falan değildir. Kısacası, anarşizm, temelde üretim birimlerindeki devrimci örgütlenmesini sürdürürken, seçimlerde de güçlerini seferber etmekten kaçınırsa alanı sağ ve reformist demagojiye terk etmiş olur.

Bunları ileri sürerken pür bir “anarşist parti”yi kastetmiyorum. Reformizmden rahatsız olan ama sekter olmayan çok sayıda Marksist olduğunu da biliyorum. Kısacası, özgürlükçü toplumsal devrim partisi, devrimci Marksistlerden, anarşistlerden ve radikal toplumsal değişimden yana olan tüm grup ve bireylerden oluşan birleşik bir parti olmalıdır.

Sonuç olarak,  bugün Türkiye’deki toplumsal muhalefetin temel ihtiyacının, dağınık ve küçük “ideolojik” gruplaşmalardan kurtulup büyük bir toplumsal devrim partisini örgütlemek olduğunu düşünüyorum. Bu yapılmadığı sürece, halkın muhalefeti, CHP’li kariyerist politikacıların, eninde sonunda hayal kırıklığı ile sonuçlanacak reformist demagojilerinin aleti olur ve bundan en büyük zararı yine toplumsal özgürlük mücadelesi görür.

Gün Zileli

1 Nisan 2024

www.gunzileli.net

gunzileli@hotmail.com

Hakkında Gün Zileli

Okunası

“Sağcılar Moskova’ya”!!!

Artıgerçek BİR ZAMANLAR BİR SLOGAN VARDI… 1960’lı yıllarda sağcıların en meşhur ve yaygın sloganı “Komünistler …

10 Yorumlar

  1. Önümüzdeki günler çok karanlık. Bu yerel seçim, Balkan Oligarşisi’nin devleti yeniden ele geçirmesinin başlangıcıdır. Tam da huzur ve istikrara alışmışken yeniden kabusu yaşayacağız.

    Seçimin meşruiyeti de tartışılır. Cemaatin etkisindeki YSK’nın seçimlere hile karıştırmış olması kuvvetle muhtemeldir.

    Toplumsal muhalefet, yeni bir cadı avı başlatacak olan Kemalist oligarşinin oyunlarına hazırlıklı olmalı.

  2. 77 / 78 yaşına gelmişsiniz ama toplumu hiç tanıyamamışsınız Gün bey.

    Eğer “ekonomi” iyi vaziyette olsaydı, 31 Mart seçimlerini yine RTE kazanırdı.

    Siz hâlâ hayal aleminde yaşıyorsunuz Gün bey.

    “Ekonominin gidişatı”, her şeyin belirleyicisidir. Daima…

  3. Necip, “gunzileli.com” aktifken o sitede klavyendeki karakter düzenini İngilizce’ye çevirerek, ve sadece “kapitalizm savunuculuğu” yaparak yazardın. Ve yılmaz bir “Recep Tayyip Erdoğan savunucusu” idin.

    Bugün sadece klavyeni Türkçe karakterlere dönüştürmüşsün, bunun dışında davranışlarında değişen hiçbir şey olmamış!

    Belli ki; otomotiv sektöründe faaliyet gösteren KOBİ-irisi şirketin mali olarak zora girmiş, Erdoğan’ı kurtarmak için mahlasını “Necip Fazıl” olarak güncellemişsin!

    “Balkan oligarşisi” denen saçmalıkları savunmaya ısrarla devam etmen, bir Erdoğan aşığı olduğunu yine, yeniden ispatlıyor!

    Balkanlar çoktan “Viktor Orban”ın hegemonyası altına girdi, haberin yok!

    Yazık…

  4. ● Ekrem İmamoğlu’nun neresi “Balkan Oligarşini”ne mensup?!
    Mansur Yavaş’ın neresi “Balkan Oligarşisi”ne mensup?!
    Cemil Tugay’ın neresi “Balkan Oligarşini”ne mensup?!
    Mustafa Bozbey’in neresi “Balkan Oligarşini”ne mensup?!
    Özgür Özel’in neresi “Balkan Oligarşini”ne mensup?!

    Liste uzatılabilir…

    Uydurmuşsun kafanda “Balkan Oligarşisi” adlı illüminati-vari bir örgüt, bugün bile Türkiyen’nin önündeki en büyük engel olduğu yalanını yaymaya uğraşıyorsun!

    Aşık olduğun Erdoğan’ın neferlerinden biri olan Numan Kurtulmuş bile “1921 Anayasası: Bu bir fantezi değildir, zorunluluktur” diye bağırırken, sen hâlâ “Balkan Oligarşisi” adını verdiğin bir öcüler topluluğundan kendi kendine ürküyorsun!

    https://www.sabah.com.tr/gundem/2024/04/02/tbmm-baskani-kurtulmustan-yeni-anayasa-mesaji-bu-imkan-mecliste-var

    ● Cemaat üyelerinin özellikle YSK gibi kilit bir kurumda hâlâ kripto-örgütlü olduğunu iddia etmek, Erdoğan’ı savunmak için yapılabilecek en zavallı hamlelerden biridir. Sen eskiden daha mantıklı çıkarımlar yapabilmeye namzet biriydin, bugün büsbütün çökmüşsün Necip. (“Erdoğan ile Fethullah Gülen”in yıllar yılı birbirinin sırtını sıvazladığı gerçeğini hasır altı etmen hiç şaşırtıcı değil Necip. “Ne istediler de vermedik!” diye bağıran kimdi! Sen, “misinformation” ustasısın Necip!)

    ● Bugün “Kemalizm” kaldı mı ki, “oligarşi”si olsun?!

    Kendi kendine korkular uydurup durduğun “cadı avları”nı, bizzat Erdoğan başlatacak olmasın sakın?!

    “Hafize Gaye Erkan”ı kim kovdu?! Kemalist hayalperestler mi?!

    “Misinformation” yapmayı bırak artık Necip!

  5. isim olarak böyle bir parti olduğunu biliyorum ama yazıda da görüleceği gibi benim önerdiğim tamamen farklı bir partidir.

  6. Giriş notları:
    – Yazıdaki bazı kısımlardan kısa alıntılar BÜYÜK harflerle yazılı. Önemsiz ama güldürücü cevaplar da ardından gelen yazılar.
    – Bu yazı bana “sorun” ile ilgili iki değişik yorumu hatırlattı:
    1. Sorun varsa çözüm var.
    2. Çözüm yoksa sorun var. Şu an bir yandan İsrail-Gazze insan dışı gaddarlığı, diğer yandan iklim değişkenliği ve değişiklikleri / Ekolojik felaket ve Nükleer savaş olasılılıkları karşısında hala “sorun varsa çözüm vardır” gam yükü tüccarlığı edilmekte. Dolayısıyla elimden geldiği kadar kısa kesmek istedim ve sadece ilk 3-4 paragrafa yanıtlar verdim.
    3. Seçimle idareyi ele geçiren tek ülke Şili. O da sorunsuz değil. Sorunlar için Pablo Neruda ve Nuh’un gemisine almaması anarşistler listesi bir çeşit Schindler Listesinin öbür yüzü. Ünlü yazar Isabel Allende’nin listede olanlar hakkında dedikleri, Neruda’nın Negri hakkında dedikleri falan filana değinmeyeceğim.

    BAŞARI, CHP’YE DEĞİL, HALKA AİTTİR.

    Devrimci-solcu daima devrimci-sol olmayanların boş verdikleri yerleri doldurur. Daha da kötüsü var. Devrimciler devrimin başını çekmeye başlayalı böyle basmakalıp formüller ağızlarından bir türlü düşmez oldu. Atatürk ne dedi? Köylümüz efendimizdir! İkinci Atatürk Marx ne dedi? Emekçiler birleşin!

    FAKAT AYNI ZAMANDA BU SONUÇLAR, OTORİTER BİR İKTİDARA “DUR!” DİYEN TOPLUMSAL MUHALEFETİN ÖZGÜRLÜKÇÜ BİR TOPLUMSAL DEVRİM PARTİSİNE OLAN İHTİYACINI DA ORTAYA KOYDU.

    Bu sonsuz ve sonsuza dek önemli. Evrenin sadece ve sadece maddeden oluştuğunu düşünün! Kıpırdayacak yer yok! Zaman (değişme) yok! Yaşam yok! Ve hepsinden kötüsü ne devrim var ne devrimci! Yani düşünme ve düşünmesini bilen büyük beyin lazım!

    Falan filanlardan sonra, TÜRKİYE ANARŞİZMİNİN BİR RÖNESANS YAŞAMASI GEREKİYOR.

    İşte bu farklı. İlk devletli medeniyetlerden bu yana doğanın en büyük efendisinin beyinli İnsan ve bilhassa, artık o kadar doğal ki farkında bile olmadan bu sitenin baş tacına oturtulduğu büyük beyinli insan olduğu yavaş yavaş büyük beyinlere sızmaktaydı. Kısacası, tarihi (değişmeyi) insanın yaptığı aşikar oldu. Doğada dağ var ama piramit yok, yarım milyon askerle savaş edenler yok, okul yok, yazı yok, tapınak yok, bu site anarşistinin demokratik seçimle ele geçirmek istediği Saray yok, falan filan. Yani yok sonsuz kadar çok. Hatta ünlü bir tarihçi, Toynbee, “son 6-7 bin yıl insan devlete taptı ama Allah’a taptı sandı” dedi. Rönesans çok uzun bir zamandır pişen bir bilincin açıkça ilanıydı: “Anlam gökyüzünde değil, yeryüzünde! ” Batı medeniyeti ile anlam da henüz 19’ncu yüzyılda tamamıyla silindi ama devrimcilik bir çeşit at gözlüğü.

    ÖRNEĞİN, TEMSİLİ DEMOKRASİYE KATILMA KONUSUNDA ANARŞİSTLERDEN DAHA TUTUCUSU YOK.

    Nihayet bakla ağızdan çıkmış. Tüm yollar serbest pazar ve altındaki yeni-eski gizli Allah’a çıkar. Komünizm öleli, ABD, yani tüm Batı, demokrasi/otokrasi ayırımını seçti ve yamakları da aynı uzun havaları çekmekteler. Zaten hem politika dünyası hem de demokrasi serbest pazar modeli üzerine kurulu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir