Unutulan Onuncu Madde…

Daha beş gün önce, 5 Kasım 2011 tarihli, “İktidar Bloku’nda Çatlaklar…” yazımda, İktidar Bloku’nun bileşenlerinden Taraf gazetesi içindeki çatlakları ve tarafları tahlil ederken Halil Berktay’ın ortada bir tutum içinde olduğunu belirtmiş ve şöyle demiştim:

“Bir de ortada tutum alanlar var. Bunların en tipik temsilcisi Halil Berktay. Bir yandan amca kızı Ayşe Berktay’ın ve çok eskilerden tanıdığı, TİİKP davasında birlikte yargılandığı Büşra Ersanlı’nın tutuklanmasından son derece tedirgin. Ama diğer yandan da Kürt hareketiyle ve BDP ile arasına neredeyse aşılmaz duvarlar örmüş. Bu yüzden şimdilik iki tarafa da çatıyormuş gibi yapıyor  ve esasen AKP’yi kollayarak eski tutumunu sürdürmeye çalışıyor. Ama bu arada tutumun uzun süre devam etmesi mümkün değil. Sanırım iki gemi zıt yönde hareket etmeye devam ettikçe Halil de ortadaki tutumuna son verecek. Eğer önemli bir değişim geçirmezse, AKP ve iktidar Bloku gemisinde kalacak gibi görünüyor.

Sanırım Halil Berktay’ın “ortada” bir tutum aldığını söylerken biraz iyimser davranmışım. Ama belki de “iki zıt gemi” metaforumdaki durum çok hızlı bir gelişme gösterdi. Halil Berktay, Taraf’taki bugünkü yazısıyla hükümet gemisinde yer aldığını ve Kürt ulusal hareketi gemisine “bye bye” dediğini belli etmiş.

Berktay’ın bugünkü yazısında ifade ettiği görüşlerin yüzde doksanına katılmamak mümkün değil benim açımdan. Özetle ifade edecek olursam, ben de evrensel ve yerel planda solun ve ayrıca Kürt hareketinin eleştirilmesinden yanayım. Sol örgütlerin eski paradigmadan kurtulamayışlarının, PKK’nın izlediği siyasi çizginin, ayrıca örgüt içi infazlarının kesinlikle karşısındayım. Halil Berktay’ın, bu eleştirileri sanki tek başına yapan bir kahraman edasıyla ortaya çıkması ise haksızlık. PKK’nın içinden çıkmış çok sayıda devrimci, hem de neleri göze alarak bu eleştirileri yıllardır yapmışlardır, yapmaktadırlar. İnsan, böyle bir eleştiri yaparken, en azından Aytekin Yılmaz’ın Labirentin Sonu (İletişim) adlı kitabını, Dağ Bozumu (Doğan Kitap) adlı romanını hatırlardı. Yok, Halil Berktay, bir doğruyu ortaya koyarken bile kendinden başkasını hatırlamıyor.

Fakat Halil Berktay’ın yazısında madde madde değindikleri değil, değinmedikleri önemli. Yani dokuz madde var da, onuncu madde “unutulmuş”. Hükümetin KCK tutuklamaları konusu. Aslında yazdıklarının toplamı bu onuncu maddeyle ilgili, yani hükümetin KCK tutuklamalarını haklı çıkartmayı amaçlıyor ama bunu net bir şekilde söylememeyi tercih etmiş. Halil Berktay gibi en küçük bir ayrıntıyı bile ihmal etmeyen, kılı kırk yaran birisinin bu onuncu maddeyi unutması mümkün mü? Gerçi yazısının sonunda “devam edeceğim” demiş ama böyle önemli bir konuda yazı yazarken en önemli noktanın bir başka yazıya bırakılması olacak şey değil. Ayrıca Berktay’ın “devam edeceği” yazıda da bu konuda net bir şey söyleyeceğini hiç ama hiç sanmıyorum.

Şu andaki yakıcı sorun, “Ergenekon” adı takılan ulusalcıların, sol muhalefetin ve Kürt ulusal hareketinin veya PKK’nın eleştirisi değildir. Bu tür eleştiriler zaten herdaim yapılmaktadır. Bu bir eleştiri düzlemidir. Eleştiri düzlemiyle hukuksal ve cezai düzlemi birbirine karıştırmak olacak şey değildir. Şu anda sorun, hükümetin yürütmekte olduğu KCK tutuklamaları konusunda net bir şey söylemektir. Mesela ben, yukarda adı geçen siyasi oluşumlara karşı ne kadar eleştirel bir tutum içindeysem, hükümetin KCK tutuklamalarına karşı da o kadar net bir tutum içindeyim. Bu tutuklamaların Kürt halkını, hatta genel olarak Türkiye’de yaşayan halkları baskı altına almayı hedeflediğini açıkça söylüyor ve sadece Büşra Ersanlı’nın, Ragıp Zarakolu’nun ve Ayşe Berktay’ın değil, tüm KCK tutuklamalarının karşısında yer alıyorum.  Bu tutuklamaların, devleti ele geçiren, Anadolu sağcılığının temsilcisi AKP’nin özgürlük düşmanı uygulamalarının son halkası olduğunu söylüyorum. PKK’nın örgüt içi infaz ve baskılarına karşı olmam, Kürt halkına karşı girişilen devlet baskısına karşı Kürt halkı ile dayanışmaya girmeme engel değil. Tam tersine.

Ya siz Halil Berktay? Lütfen lafı uzatmadan söyleyin. KCK tutuklamalarına karşı mısınız, değil misiniz? Eğer karşı değilseniz, devlet iktidarını ele geçirdikçe ve devlete gittikçe daha fazla yerleştikçe kaçınılmaz olarak ulusalcı bir güç haline gelen AKP’nin bir buldozerden farkı olmayan şu ilerleyişine taraftarsınız sonucu çıkar ki, o zaman ulusalcılığa ya da milliyetçiliğe karşı ettiğiniz bir araba lafın hiçbir hükmü kalmaz. Ulusalcılık ve milliyetçilikle devlet baskısı her zaman el ele gitmiştir. Tekrar soruyorum. Rakip hiçbir örgütlenme tanımadığını daha birkaç gün önce ifade eden ulusal devlet başbakanının KCK tutuklamaları konusundaki fütursuz tutumuna karşı mısınız, değil misiniz? Bu soruya, sola ya da PKK’ya yönelik eleştirilerle cevap vermeye devam ettiğiniz sürece tarihe bir demagog olarak geçeceğinizi burada açıkça ifade etmek isterim.

Tarihin yargısından kaçınılamayacağını bir tarihçi olarak benden daha iyi bilirsiniz.

Gün Zileli

10 Kasım 2011

www.gunzileli.com

gunzileli@hotmail.com

Hakkında Gün Zileli

Okunası

Totaliter Rejime Bir Kala…

Artıgerçek Siyasi iktidar, farklı toplumsal kurumlar tarafından denetlenmediği zaman toplumun üzerinde korkunç bir baskı ve …

92 Yorumlar

  1. özgürlükçü

    berktay kürt muhalefet blokunda hiçbir zaman olmadığını her daim sistemin-devletin-iktidarın ve semayenin yanında olanların bulundukları yerin çok övünülecek yer olmadığını bildiklerinden sanki onların karşısında başka bir şeymiş gibi görünmeye çalıştıkları bilinir.asıl soru biz nerdeyiz işte onuda bunuda hepsini eleştiriyorum en doğru en devrimci benim ayağını bırakmanın zamanı çoooktan geçti.bugünkü yaşanan gerçeklikte sisteme isyan edip toplumsal muhalefetin en küçük bir dinamiğini engelleme çabasının sistemin-devletin ve iktidarın yaptıklarına hizmetten başka ne işe yaradığınıda açıklayabilmek lazımdır.saflar çok netleşmeye başladı toptan sisteme devlete karşı anarşizmi savunanların iş sistemin bekasına gelince uluslcı-liberal-islamcı-muhafazakar-devletçi bütün blokların birleştiği tek asıl muhalefet odağının kürt özgürlük hareketi ile birlikte iş yapan devrimci özgürlükçü muhalefet bloku olduğu açıkken iktidarın dilini kullanıp bu durumda bile sistemin yok edip aşamadığını kendine devrimci diyenlerin desteği ile sistemin aşmaya çalıştığını anlamayanların ne siyaseti nede devrimi hiç anlamayanlar olacağını unutmamak lazım bütün bunları tarihçi olmamıza gerek kalmadan geçmiş örnekleri gibi tarihe mal olacağınıda bilmeliyiz

  2. Bu aralar cemaat medyasında papağan gibi sıkça tekrarlanan bir konu var, KCK’nin bir “paralel devlet” olduğuna dair. Kanımca, Berktay “onuncu maddede” (veya bir sonraki yazısında) bu konuyu işleyecek, paralel devlet olmanın “otoriterliğinden” dem vuracak ve devletin KCK tutuklamalarını bu noktadan yola çıkarak meşrulaştırmaya çalışacaktır diye tahmin ediyorum, çünkü dokuz maddelik yazısında şu “paralel devlet” mevzusuna hiç değinmemiş, sadece 9. maddede (yazının sonunda) anlattığı şeyler bu konuya hazırlık niteliği taşıyor. Eh, tabi benimkisi bir tahmin sadece, belki doğru çıkar…

  3. Nedir Halil Berktay'la sorununuz?

    Madem hiçbir ortak nokta yok, neden ikide bir Halil Berktay’a sataşma var? Kiskançlık olmasın?

  4. özgürlükçü

    kıskanacak adam kalmayınca berktayı kıskanırız iyisimi casus berktayı çok sevdin senin olsun iyide kullanıyorsunuz nasılsa toptan senindir.çıracı çok önemli konuya girdi paralel devlet aman ne güzel devletimiz var bu güzelliğin yanınada paralel devletmi olurmuş canım bu hainlik değilde nedir terörde sayılır mevcut devletinki terör değildir onun terörü meşrudur bütün bu yalanları utanmadan kimlere savunduruyorlar şaşıyorum lafa gelince sosyalist,marksist,devrimci hatta devletlerin tükeneceği gelecek sınıfsız toplumu savunuyorum diyenlere bile yukardaki paraleldevlet masalını okutturuyorlar.be gafil sistemin devletin iktidarın faşoları sizin devletinizden ne gördük kendimizi gerçekleştirmeye çalışıp yerel dinamiklerin yerinde doğrudan demokratik kurallarla kendi yaşamına müdahele edip sorunlarını ve çözümlerini konuşup uygulamaya çalışmaları aslında kendini özne görüp yaşadığı hayata müdahil olup katılan yurttaşın özlenen katılımcı demokrasi pratiklerini paralel devlet deyip terörize etmek yerine insanların kendini yönetmesinin yeni kurumları görmek gerekmezmi bunun adını paralel devlet diyerek öcüleştireceğini sanan gafil faşolar buna çürümüş sisteminizden bıkan halkın kendi alternatifini kendi elleriyle inşa etmesi denirki terörize etmenize rağmen halkımız bu tarz organizasyonlara sahip çıkıp geleceğini kendi elleriyle kurmasını becerecektir faşo casus berktay senin olsun ceberrut faşist terörist devletinde senin olsun

  5. Mesaiden çikan emekçileri kaçiran serefli

    Gemi kaçirma eylemini bakalim hangi serefliler savunacak?

  6. burada fikirler üzerinden bir itiraz var. halil olmuş,halim olmuş,ahmet olmuş farketmez . ana akım medyada politika üzerine söz söyleyen herkesin fikirleri tartışmaya açıktır.

  7. 80 yil önceki Stalin

    80 yil önceki Stalin’i elestirirler, bugünün Stalinlerini bagirlarina basarlar, anlasilan bir 80 sene daha bekleyecegiz bunlar akillanana kadar ama o zaman da baska bir Stalin bulurlar.

  8. Kerem kardes o kadar da aptal degiliz; iste sen de dikkat et su satirlara:
    “..Halil Berktay’ın, bu eleştirileri sanki tek başına yapan bir kahraman edasıyla ortaya çıkması ise haksızlık. PKK’nın içinden çıkmış çok sayıda devrimci, hem de neleri göze alarak bu eleştirileri yıllardır yapmışlardır, yapmaktadırlar. İnsan, böyle bir eleştiri yaparken, en azından Aytekin Yılmaz’ın Labirentin Sonu (İletişim) adlı kitabını, Dağ Bozumu (Doğan Kitap) adlı romanını hatırlardı. Yok, Halil Berktay, bir doğruyu ortaya koyarken bile kendinden başkasını hatırlamıyor.

    Fakat Halil Berktay’ın yazısında madde madde değindikleri değil, değinmedikleri önemli
    …”

    Burada genel bir fikir elestirisi mi var, kisiye yönelik bir elestiri mi? Insaf.

  9. özgür lüpçü ses ver

    Gemide misin? Tutumun ne? Insanlardan yana misin, yoksa teröristlerden mi?

  10. Ben gemideyim. Kısa yoldan insan öldürmeyi marifet sanan devlet ve polis güçlerinden yana olmadığım ise kesin.

  11. Git kendin bebek öldür o zaman

    25 yasinda bir genç hayatini yitirdi. O zavalli bir teröristti ve ayni zamanda terör kurbani idi. Gerçek suçlular onun sirtini sivazlayarak ölüme gönderen 60’lik kasarlanmis halk ve insanlik düsmanlari idi. Tek sermayeleri 60’li yillarda es kaza üniversitede okurken boykot, isgal gibi ögrenci eylemlerinde bulunmak olan ve bunun nemasini yillarca yiyip tüketemeyen bu tipler, su veya bu sekilde ölüme sürükledikleri gençlerin kanindan beslenirler. Acimasiz bir insanlik düsmani olan bu vicdansizlar, sözümona devleti elestirerek kendilerini sureta haktan göstermeye calisirlar, ama hem örgütleri, hem kurduklari yapilar ve hem de bizzat kendileri dünyadaki en korkunç devletlerden daha da korkunçtur. Ama her zaman kandiracak bir kaç genç bulurlar, her zaman dilenecek birkaç kapi olur, her zaman yaltaklanacak birkaç yayinevi çikar, her zaman sonradan dedikodusunu yapacaklari birkaç insanla tanisirlar, her zaman yatak odasini bile anlatacaklari kadinlara rastlarlar, hayatinizin son dakikasina kadar mi insanliga zarar vermeye kararlisiniz, yeter artik efendi.

  12. Eğer o genç hakkında en baştan hayırhah bir şeyler söyleseydin inandırıcı olacaktın ama artık çok geç. Su altı komandolarınla övünebilirsin. İyi nişancılarmış. Senin tersine…

  13. Komandolar senin eserin

    Sen A’dan Z’ye her seyinle bu komandolara daha yakinsin, beni yoldan çevirip “generallerimiz ne zaman hapisten çikacak” diye sormuyorlar.

  14. berktay çoraplarını çıkarmış

  15. Onu bana soran, muhtemelen Kemalist önyargılar içinde olan sıradan bir insandı. İster Kemalist olsun, ister dindar, önyargılı sıradan insanlarla hiçbir sorunum yok. Oturup sohbet etsen, neyin ne olduğunu söylesen belki de önyargılarından bile utanabilir. Kusura bakma da, senin gibi meşinleşmemişlerdir. Senin gibi de o yeraltı komandoların cinayetlerine alkış tutmazlar, eminim. Sıradanlıkları ya da önyargıları vicdanlı olmalarına engel değildir.

  16. "Sıradan" Stalinist

    “Sıradan” tabirinin gerçekte izinden gittigin Stalin’e ait oldugunu bilmezsin tabii, nereden bileceksin siradisi adam.
    “Yeralti komandosu cinayeti” imis, silahsiz olsalar bile
    “milliyetçi “gençlere karsi ne denli asiri siddet kullandigini sen kendin anilarinda yazmaktasin, birisi senin evine gelse, sana karsi zor kullanarak eylem yapsa, her halde içki ikram etmezsin.

  17. Kim kimin evine girmiş? Sen Kürdün evine girmişsin, toprağını işgal etmişsin, köyünden kovmuşsun, köyünü hayvanına kadar yakmışsın, bir de “evine girmekten” söz ediyorsun. Aramızdaki fark bu işte. Ben, milliyetçi gence uygulanan şiddete de karşı çıkarım ama sen efendilerinin ve amirlerinin talimatlarından çıkıp her türlü cinayete karşı olduğunu söyleyemezsin. Söyle bakayım: Ben SAP komandolarının bu cinayetine karşıyım de, diyemezsin.
    Stalin mevzuuna gelince. Ustandan öğrendiğini ustana satmaya kalkma. Ben otuz yıldan fazla zamandır bu konuyla uğraşıyorum. “Sıradan” terimi Stalin’e ait değildir, bunu herkes kullanır. Ayrıca ona ait olsa ne yazar ki. Stalin Gürcü diye Gürcü de mi demeyeceğiz. Bak sana bir şey söyleyeyim. Senin ruhunu çok iyi tanıyorum. Sen var ya, eğer Stalin devrinde yaşasaydın, vallahi de billahi de iyi bir GPU ajanı olur ve GPU’nun emrinde devrimci avına çıkardın. Polis ruhlu adam.

  18. Ne demagoji ama

    Deniz otobüsünden söz ediyoruz sen ne diyorsun? Sen ne ustasisin be, polisin ta kendisi sensin, arkadaslarini kaç kere sattin, “anisini” satarak para kazanan adam.

  19. (Tartışmanızı böldüğüm için kusura bakmayın. Halil Berktay’ın bugünkü yazısını buraya aktarayım dedim. Malumunuz, bu yazı konumuzla doğrudan alakalı. Berktay, cemaat’e uymuş ve “alternatif iktidar odakları”nı ele almış bu yazısında. KCK tutuklamaları ile ilgili HALA net bir tavır sergilememiş.)

    Halil Berktay / Taraf

    Nerede duruyorum (2) : Kürtler, PKK, KCK
    12 Kasım 2011 Cumartesi 08:22
    info@taraf.com.tr

    On. Geçen sefer sözünü ettiğim, Üçüncü Dünya “devrimci” örgütlerinin şiddete dayalı tahakküm ve hegemonya biçimlerini görmek istemeyişin tipik bir örneği, Yıldırım Türker’in sığ, tek yanlı, çizgisel “muktedirler” anlayışı. Türkiye’deki tek “muktedir” devlet ve birçok Taraf yazarı da ondan yana. Bir de katıksız “mazlum ve mağdur”lar var; “yerine göre tabii katil”liği bile “savaş hali” gerekçesiyle mazur gösterilebilen PKK da böyle bir şey.

    Halbuki gerçek öyle değil. Değişik niş ve alt-coğrafyalarda farklı iktidar odakları var ve kendi çevrelerine “hükm”edebiliyor. PKK bu alternatif iktidar odaklarının en güçlüsü, en önemlisi. Diyalektik satayım mı, her şey zıtların birliğidir ve iki yanı vardır diye ? 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başlarında, Türk milliyetçiliği ve örgütlerinin (örneğin İttihat ve Terakki ve ünlü Teşkilât-ı Mahsusa’sının) nasıl hem ezilen hem ezen boyutları vardıysa, bugün de radikal Kürt hareketi ve örgütlerinin (örneğin PKK’nın) hem ezilen hem ezen boyutları var. Ezdi mi de fena eziyor, (silâhlı) örgüt disiplini, iç “adalet”i, her toplantıda boy gösteren ve herkesi markaja alan siyasî komiserleri, KCK’sı, JİTEM benzeri TAK’ı ve (ikna odaları benzeri) özel ikna kamplarıyla. İşin bu yönünü görmezlikten gelen “radikal” duygu gösterimleri, belirli bir bilgi ve düşünce sığlığını kapatmaya yetmiyor.

    On bir. Tekrar altını çizeyim; hukuk değil siyasî realite konuşuyorum. Türkiye’de kimse, Kürtlerin ayrılma dahil kendi kaderini tâyin hakkını dahi temel alacak örgütlerin kurulması özgürlüğünü, süper-radikallerin o çok horladığı (çünkü aslında felâket kıskandığı) Ahmet Altan gibi savunamadı. İlginçtir, Roni Margulies ilkeyi teorik olarak dile getirdi de, Ahmet Altan gibi kamuoyuna malolup kitleselleşebilecek bir dile dökemedi. “Komünist” ile “iyi liberal”in bir farkı da bu olsa gerek.

    Geçelim. Bu, başka kimsenin ya o kadar cesur ve/ya o kadar kıvrak olmadığı için telâffuz edemediği kadar radikal; Kürt halkının gerçek dostlarının kimler olduğu veya olmadığı tartışmasına da açıklık getirecek kadar net ve namuslu bir tezdir. Ben de Ahmet Altan’la aynı görüşteyim; sırf ana dili ve diğer kültürel haklardan, ya da açık-örtük hiçbir ayırımcılığa uğramaksızın gerçekten, yüzde yüz eşit vatandaşlar olarak yaşama hakkından değil; onun ötesinde, ayrılmayı da konuşabilme ve ayrılma fikri etrafında örgüt kurabilmeleri hakkından yanayım. Bunlar mevcut anayasa ve yasalarda yok. Ben demokratik anayasa değişiklikleri içinde yer almaları, sonra uygun yasa değişiklikleriyle de perçinlenmelerini (ve bu uğurda demokratik, silâhsız, barışçı bir mücadele verilebilmesini) özlüyorum.

    Bu, Kürtlerin tercihlerini ayrılmak yönünde kullanmalarından yana olduğum anlamına gelmiyor. Eğer o koşullar bir gün gerçekleşirse, faraza özgür bir referandum ortamında, ben de şahsen çıkar ve ister kendi başıma, ister bir kollektifin parçası olarak, ayrılmamalarından yana görüş belirtirim. Çünkü aslen, Türklerin ve Kürtlerin demokratik bir cumhuriyet içinde hür ve eşit olarak yaşamalarını istiyorum. (Yeri gelmişken, malûm, ben Leninist değil, daha çok Leninizm tarihçisi konumundayım ama, DSİP’in 12 Eylül 2010 referandumu sırasında Kürt illerinde BDP’nin boykot kararına karşı çıkmama, buna gerekçe olarak “biz Kürt halkının temsilcisinin kararına saygı gösteririz” deme tavrının Lenin’e dayandırılamayacağını da bilhassa ifade etmek isterim. DSİP’in veya kendini Leninist, komünist, her neyse, özetle işçi sınıfının [teorisinin] partisi olarak gören başka herhangi bir partinin başında çağdaş bir Lenin olsaydı, asla böyle payeler dağıtmaz; kendisinin Türkiye proletaryasını temsil etme iddiasını ciddiye alır; o iradeyi herhangi bir Kürt örgütüne tâbi kılmaz; boykotu yanlış buluyorsa – ki DSİP yanlış buluyordu – sadece batıda değil her yerde bunu açıkça söyler; “yetmez ama evet” mücadelesini bütün ülke sathında verirdi.)

    Bunu da geçelim. Sağda solda, ezilen bir halk olarak Kürtlerin bütün haklarından yana olduğumu söylerken kastettiğim bunlardır. Dolayısıyla ve özetle, PKK, KCK ve BDP’yi tartışırken de pek suç kavramıyla değil, pratik gerçeklikle ilgiliyim.

    Şimdi on iki. Bu çerçevede, BDP içinde ve çevresinde barışçı bir siyasî mücadele vermek isteyen pek çok insan (Kürt ve Türk) vardır da, PKK açısından nedir BDP – ve KCK? Sinirli ve minik beyinli birileri, aklınca bana hakaret etmek için, gidip başbakana sormamı salık vermiş. Hiç gerek yok. Ne bilip bilmediğimiz konusunda birbirimizi aldatmaya kalkmamız abes. PKK açısından BDP, illegal savaş örgütünün daima kontrol altında tutulacak, çelik çekirdeğin çizgisinden sapmasına izin verilmeyecek legal cephesidir. İki anlamda “cephe”dir : Çelik çekirdeğin (bu örnekte PKK’nın) doğrudan otoritesi altında olan (herhalde) bir azınlık ile olmayan (herhalde) bir çoğunluğun koalisyonu, “birleşik cephe”sidir. Aynı zamanda, binanın fasadı anlamında bir “ön” veya “dış cephe”dir.

    Peki, PKK ile BDP arasında KCK nedir ve nerededir ? BDP’nin, yani sivil siyasetin (veya umudunun) yukarıya doğru uzanan bir parçası mıdır, yoksa PKK’nın, yani silâhlı mücadelenin aşağıya doğru uzanan bir eklentisi midir ?

    Devam edeceğim.

  20. Bir Burjuva Liberalinden Marksizm “Eleştirisi”

    İşçi sınıfına uluslararası boyutta önderlik edecek Bolşevik bir örgütlülüğün olmadığı bir dönemden geçiyoruz. Böylesi dönemlerde sıklıkla karşılaşılan en önemli olgulardan biri, Marksizmin teorik ve ideolojik ilkelerine toplu saldırılardır. Fakat hiç unutulmasın ki, geçmişte işçi sınıfının tarihsel önderleri nasıl ki Marksizmi çarpıtma işine girişenlere gereken tutumu ve cevabı vermişlerse, bugün de bunlara hak ettikleri yanıt, Marksizmin ideolojik politik tutumunu ilkeli bir biçimde savunup mücadele eden komünistler tarafından verilmektedir.
    Bu tür anti-Marksist tutumları uluslararası düzeyde olduğu gibi Türkiye’de de görmek mümkün. Bu topraklar üzerinde vakti zamanında sosyalist mücadelenin içinde yer almış olan, sonrasında da dünyada esmeye başlayan liberal fırtınalar içinde kendini kaybeden ve bu rüzgârın etkisiyle bir uçtan diğer uca savrulup başka kıyılarda duraklayan şahsiyetleri bolca görmek mümkün hale gelmiştir. Dünün sosyalisti bu liberaller, şimdi oturdukları rahat koltuklarından geçmişlerine hayıflanıp, ne kadar boş işlerle oyalandıklarını “keşfedip”, bugünün gençlerine “aman ha, siz bari bu işlere bulaşıp da gençliğinizi boş yere heba etmeyin” diyebilmekteler. İşte bu bağlamda liberalizmin savunuculuğunu üstlenmiş Halil Berktay’ın “yeni keşfettiği” fikirler gözden geçirilmeyi hak ediyor.
    Burjuva liberalizminin yayın organlarından biri olan Taraf gazetesinin “güzide” köşe yazarlarından profesör Halil Berktay’ın yazılarında odaklandığı konulardan biri, Marksizmin ve sosyalist mücadelenin eleştirisidir. Halil Berktay, Türkiye’de Marksizmle cilalanmış sol Kemalizmin eleştirisi bağlamında doğru birtakım fikirler ortaya koymakla beraber, buradan hareketle eleştirilerini Marksizme ve ayrı bir kategori olarak değerlendirdiği Leninizme yönelttiğinde baltayı taşa vurmaktadır. Örneğin “Teori mi, Hayat mı” başlıklı yazısında “Sosyalizm tarihinde, Marksizmin ana mecrası veya gövdesinden türeyen akımlar arasında, demokrasinin kıymetini ve gerçekten siyaset yapmasını öğrenenler yok mu?” diye soruyor. Bu soruyu “var tabii” diyerek yanıtlıyor ve “ama” diyerek ekliyor: “Bu cevap kendilerini Leninist ve devrimci (ihtilal-sever) sayanların pek hoşuna gitmez.” Ona göre demokrasinin ve siyaset yapma kültürünün gelişip güçlenmesinin kıymetini anlayan, kendi deyimiyle “günahları ne olursa olsun” İkinci-Üçüncü Enternasyonal kutuplaşmasında sağda kalan sosyal demokrasi ve Batı Marksizmidir: “Tersten söyleyecek olursak Leninizm ve türevlerine teorik olarak bağlılık sürdükçe böyle bir demokratik siyaset kültürü ve alışkanlığı hayat bulamıyor.” Berktay gibiler, Stalinizme özgü anti-demokratik tutum ve siyasal pratikleri Lenin’e ve Marksizme mal etmekte, ikisi arasındaki ayrımı bilinçli olarak göz ardı etmektedirler. Böylelikle devrimci mücadeleden kaçışlarını kendilerince meşrulaştırarak vicdanlarını rahatlatmaktadırlar.
    Marx demokrasi konusuna hiç eğilmemiş ve bu meseleyi anlamamıştır diyor Berktay. Peki gerçekten de öyle mi? Marx’ın yapıtlarına baktığımızda demokrasi sorununun gerçek sınıfsal temellerine oturtulduğunu ve burjuva demokrasisinin tarihsel sınırlarının gayet net bir şekilde ortaya konduğunu görürüz. Fakat Marx burjuva demokrasisinin sınırlarına işaret ederken bunu demokrasiyi küçümseme perspektifiyle yapmaz. Aksine demokrasi ve özgürlüğün daha da genişletilmesi perspektifinden hareket eder. Tam da bunun olabilmesi için burjuva demokrasisinin aşılması ve ondan çok daha geniş işçi demokrasisinin gelmesi gerektiğini ortaya koyar. Lenin de, “demokrasi mücadelesi vermeyen işçi sınıfı, sosyalizm için de mücadele vermeyecektir” diyerek demokrasi mücadelesinin önemini vurgular.
    İşçi sınıfının önderleri demokrasinin her seferinde açıkça bir devlet biçimi olduğunu söylemişlerdir. Kapitalizmde demokrasi de açıkça bir burjuva demokrasisidir ve bunun sınırlarını da aşamaz. İşçi sınıfını sömürme ve baskı altında tutma aracı olan devlet, olağan dönemlerde üzerine “demokrasi” şalı giyerken, sistemin tehlikeye girdiği dönemlerde bu şalı atıp, açık baskıcı bir rejime geçer. Almanya, İtalya, İspanya, Şili, Türkiye vb. bunun örnekleriyle doludur. Ama ister olağan ister olağanüstü rejim söz konusu olsun, burjuva devletin özü her zaman burjuva diktatörlüğüdür. Fakat burjuva ideologları, ki Berktay da buna dahildir, işçi sınıfının bilincini bulandırmak için, burjuva diktatörlüğü kavramının yerine demokrasi kavramını kullanırlar.
    Marksizm, Berktay’ın söylediklerinin aksine, burjuvazinin egemenliğini gizlemeye yarayan burjuva demokrasisinin karşısına işçi demokrasisini koymuştur. İşçi demokrasisi, burjuva demokrasisinden bin kat daha geniş ve ileridir. Burjuva devlet yukardan aşağıya bürokratik bir tarzda örgütlenen ve toplumun üzerinde yükselen bir aygıtken, işçi devleti doğrudan demokrasi ilkesine dayanan bir yarı-devlettir.
    Berktay, yıllardır burjuva ideolojisinin yapmaya çalıştığı ve halen de yapmakta olduğu yoldan ilerleyerek, Marksizmin çarpıtılması işiyle uğraşmaktadır. Berktay’a göre, proletarya diktatörlüğü ile burjuva diktatörlüğü birbirinin zıttı değil, aralarında düşmanlık olsa da ikiz kardeşidir, o nedenle ikisi de kötüdür. Ve Berktay, proletarya diktatörlüğünde demokrasinin yaşama durumunun olamayacağını iddia edip kendine kızarak, “nasıl olur da ben bunu daha önce fark edememişim” diyerek günah çıkarmaktadır. Oysa demokrasi ile diktatörlük arasındaki diyalektik ilişkiyi anlayabilmek için yapılması gereken şey, öncelikle burjuva gözbağlarından kurtulmaktır. Marksizmdeki proletaryanın devrimci diktatörlüğü kavramını sözcüğün dar anlamında düşünmek bir yöntem hatasıdır. Berktay’ın hasıraltı ettiği şey, burjuva demokrasisi ile proletarya demokrasisi, burjuva diktatörlüğü ile proletarya diktatörlüğü dönemlerinin bilimsel tahlilidir. Bu konuyu burada açmaya gerek yok. Marksizmin bu meseledeki tahlilleri olduğu gibi duruyor.
    “Günahları ne olursa olsun” gibi kaçamak bir söz ederek, militan Marksizm yerine, kapitalist sistemin temellerine dokunmayan, sistemle barışık sosyal demokrasiyi göklere çıkaran Berktay, Marx’ı anlamak ve kavramak gibi bir derdinin olmadığını su götürmez bir biçimde kanıtlıyor. Berktay’ın yapmakta olduğu “derinlikli araştırma”nın asıl kaygısı, geçmişte içinde bulunduğu sosyalist mücadeleden kopuşunu haklı çıkarmak ve ruhunu kurtarmaktır.
    Sınıf mücadelesinin ilkeli Bolşevik tutumuna bağlı kalmanın demokrasi mücadelesine sırt çevirmek anlamına geldiğini söyleyen Berktay, bu tutumu sürdürenlere de “çoluk çocuk” diyecek kadar ileri giderek şu soruyu soruyor: “19.-20. yüzyılların sanayi modernitesiyle birlikte, bir vakitler çok sözü edilen proleter devrimler çağının da ister gerçekliği, ister hayaliyle kapandığı şu gün, eski Marksist solu neler bekliyor?” Bu sözlerin kaynağını oluşturan şey burjuvazinin yıllardan beridir yürüttüğü anti-komünist sınıf tutumundan başka bir şey değildir. Günler ilerledikçe çürüyerek yol alan kapitalist düzenin, işçi sınıfı ile burjuvazi arasındaki çelişkiyi netleştirdiği, işsizliği, yoksulluğu her geçen gün arttırdığı, savaşların, bölgesel çatışmaların arttığı bir dönemde, işçi sınıfının tek alternatifinin bu köhnemiş düzene karşı yürüteceği mücadele olduğunu görmezden gelmek ve bu pisliklerin içinde yaşamayı işçi sınıfına kurtuluşmuş gibi göstermek ancak ruhunu kapitalist düzene teslim etmiş olanların işidir.
    Berktay’ın göklere çıkartmış olduğu “Batı Marksizmi”nin temsilcileri, işçi sınıfının mücadelesinin Avrupa’da geri çekildiği ve devrimci Marksizmin izole edildiği koşullarda, Avrupa’nın o “güzide” üniversite kürsülerinden yükselen akademik proflar olmuştur. Bunların yaptığı, kendilerine Marksist etiketi yapıştırıp ve işçi sınıfının devrimci eylemine sırtını dönüp, kapitalizmin pislikleri içinde yaşanılabileceğini süslü cümlelerle ifade etmek oldu hep.
    Kendisi de bir sol liberal olan Berktay ve onun gibileri ne ilktir ne de son olacak. Tarihe baktığımızda Berktay’ın takip ettiği şahsiyetin kim olduğunu rahatlıkla görürüz: Liberal sosyalizmin kurucusu ve fikir babası Bernstein. Türkiye’de mayasını revizyonizmden alan nice Berktaylar vardır. Bu durumu Çağlı çok yerinde açıklıyor “Bernstein ve benzeri revizyonistlerin izini süren ‘Marksistler’, özellikle 80’li yılların sonlarından itibaren seslerini yükseltmeye başlayarak, kapitalizmin artık istikrarlı bir şekilde büyüdüğünü, burjuva devletin demokratik baskılara daha duyarlı hale geldiğini, işçi sınıfının yaşam standartlarının yükseldiğini ve böylece yeni bir orta sınıfın oluştuğunu iddia ettiler. Bu türden ‘Marksistlerin’ asıl derdi, Marx’ın şu ya da bu konuda yanıldığı doğrultusunda geviş getirerek, artık Marksizmin devrimci fikirlerinin geçerli olamayacağını genç kuşakların beynine kazımaktı.” (Büyüyen İşçi Sınıfı, Tarih Bilinci Y.)
    Şöyle diyor Berktay: “Peki, ya teori o kadar doğru ve inandırıcı değilse? Ya kapitalizm her şeye rağmen göreli bir refah yaygınlaşması yaratmışsa? Ya halk küçümsediğimiz demokrasiye sandığımızdan daha fazla değer veriyorsa? Kendi çıkarlarının temsili açısından, demokrasinin azını bile hiç olmamasına tercih ediyorsa? Mevcut düzenin korunmasında, sadece hâkim sınıfların değil, kitlelerin de popüler çıkarları varsa? Veya işçi sınıfı o kadar güçlü ve toptan radikal değilse?”
    Yoksulluk çeken, açlık içinde yaşayan, fabrikalarda üç kuruşa yaşamlarını tüketen, patronlar sınıfından her gün tokat yiyen milyarlarca işçinin yaşadığı gerçekleri görmek istemeyen bilinçli bir körlük! Bu düşüncelerin, villalarda sefa sürüp, kapitalizmin korunmasından sadece egemen sınıfların değil işçi sınıfının da çıkarı olduğunu, işçi sınıfının o kadar güçlü ve radikal olmadığını iddia eden burjuvaların sayıklamalarından zerrece farkı yoktur.
    Kim ne derse desin kapitalist düzen çürüdükçe işçi sınıfının sosyalizme olan ihtiyacı her geçen gün daha fazla artıyor. Boşuna Marksizme saldırılmıyor. Marksizm devrimcidir, bu mayayı değiştirmeye kimsenin kudreti yetmez. Marksizm insanlığı özgürlüğe ulaştıracak kapının tek anahtarıdır. Bizlere düşen görev ise, bu bayrağı yerkürenin bütününe taşımak ve işçi sınıfının içinde kök salmaktır.

  21. Halklarin kendi kaderlerini tayin hakki dahil

    Ciraci Bey’e ben olsam su cevabi verirdim:
    Hersey açikça tartislmakta iken, açikça Kürt milliyetçiligi, Kürt ayrilikçiligi yapan partiler varken, bunlarin hareketleri ve eylemleri serbestken (ufak tefek eksiklere ragmen) halen siddet eylemlerinde israr etmekte direnenler, barisçi eylemler yerine adam öldürmeyi, sivillerin arasinda kendini patlatmayi, gemi kaçirmayi, bebek arabasinin üzerine molotof atmayi tercih edenler veya kendileri Kürt milliyetçisi olmadiklari halde Anadolu halkina olan düsmanliklarindan dolayi Kürt milliyetçilerinin bir kisminin giristigi siddet eylemlerini, sivil halka yönelik siddet eylemleri dahil olmak üzere kiskirtmakta Israr edenler kusura bakmasinlar halk da onlara karsi kendini savunmak zonudadir. Sizin yaptiginiz kabadayiliga, Pol-Potçuluga, Stalinci teröre, Fasist/Nazi bozmasi demagojilere papuç birakacak degiliz. Isterseniz profesör olun (TC’de kimlerin nasil prof oldugu da belli ya), isterseniz ABD ve MGK’ya Orta-Asya danismanligi yapin, isterseniz eski kocaniz Cem Behar olsun, isterseniz eski enisteniz Perinçek olsun kusura kalmayin,
    terör örgütleriyle çalismak dünyanin hiçbir ülkesinde serbest degildir, yok ama masumsaniz, terörle bir ilginiz yoksa, yahut sadece fikirlerinizi beyan etmisseniz sizin tutuklanmaniza ben de karsi çikarim. O kadar. Kürtlerin ayrilmasiymis, federasyonmus, özerklikmis…bunlar beni zerre kadar ilgilendirmiyor, önemli halkin demokratik tercihlerinin, demokratik çerçeve içinde ve barisçi biçimde yansimasi ve iddia ediyorum bu bakis açisinda hükümet muhalefetten de, ne idügü belirsiz solun fraksiyonlarindan da, hele hele terörist PKK’dan da çok ama çok daha dogru bir yerde. Vicdaniniz varsa teslim edersiniz

  22. Berktay bu yazıda “kendi kaderini tayin hakkı” kavramını sadece kendi sağ-liberal eğilimini makyajlama amacıyla kullanmış gibi görünüyor. Siz Kürt halkının demokratik temsilcilerinin tasfiye edilmelerine seyirci kalacaksınız da ondan sonra “kendi kaderini tayin hakkı”ndan söz edeceksiniz; bu ne perhiz bu ne lahana turşusu! Berktay kendi sağ görüşlerini açıkça/dürüstçe söyleseymiş keşke, mesela “Kürdistan kurulacaksa onu da biz kurarız” deseydi en azından daha dürüstçe davranmış olurdu. “Kürtsüz Kürt Açılımı” yapan AKP’nin, liberal stepnelerine de “Kürtsüz Kürdistan” fikri pek yakışırdı doğrusu.

  23. Polis beyinli ve polis ruhlusun. öyle ki, işine geldiğinde Aydınlıkçı demagojiyi bile tekrarlamaktan kaçınmamışsın. Anı satarak para kazanmak mı? Güldürme beni allahaşkına… Kitaplarımdan gelen telif parası, bir simitçinin kazandığı paranın dörtte biri bile etmez. Bunu sen de biliyorsun ama demagoji yapmak gerçeği ifade etmekten her zaman daha kolaydır.

  24. Halil Bey bu yazıda da can alıcı soruya değinmemiş. ama sanki eşiğine gelmiş gibi. Bekleyelim bakalığm 3. yazıyı.

  25. bir de şu AKP’li beykardeşimiz eski sevimliliğinden bir şeyler kaybetmiş gibi geldi bana. Polisti molisti ama işte geçinip gidiyorduk. Biraez hırçınlaşmış son günlerde gibi. Epeydir izleyemiyordum da siteyi, bana öyle gibi geldi. Yanılıyor muyum acaba? Pek hırçın, pek ahenksiz. Gün beye de ayıp etmiş hakikaten. Bir ara bunun bir tek kişi değil de, vardiyalı çalışan bir masa olduğu söylenmişti. acaba bir tayin oldu da yerine daha hırçın birimi geldi yerine, bilemiyorum.

  26. Muhterem Hursit "abi"

    Kendini abi ilan etmissin ama raconun bir abiye pek yakismadi hani, herkese “polis” falan denilsin, cevabini alininca da cevap veren ‘hirçin” olsun , alem bu mudur? Oldu mu simdi? Bir de su var, protejen söyleneni bile anlamiyor ki , ben ona “çok para kazandin” demedim ya, “ani satarak para kazanan adam” dedim. O da bana “Kitaplarımdan gelen telif parası, bir simitçinin kazandığı paranın dörtte biri bile etmez” demekte. Burada paranin çoklugu, azligi bahis konusu degil, dostlarin, arkadaslarin, ailenin hatta yatak odasi muhabbetlerinin piyasa objesi haline getirilmesi ahlaki bakimdan sakincali olan. Eh, pek para getirmemisse demek ki o kadar da ilginç bulunmamis, Kate Moss’un yatak odasi degil ya bu.

  27. Hangi yatak odasından bahsediyorsun sen? Kitapları okumadığın buradan da belli. O kitaplarda yatak odası falan yok. Utanmadan Aydınlıkçıların dedikodularını tekrarlıyorsun burada. Sadece ilk eşim Gönül’le geçen bir sahne vardır Yarılma’da. Onu da, o zamanki devrimci bir gencin (yani benim) nasıl maço bir anlayışta olduğuna örnek vermek için anlatmak gereğini hissetmiştim. Aynı aydınlıkçılar gibi insanların müteassıp önyargılarına oynuyorsun burada. Kate Moss’ları falan bildiğine göre (ben bilmem, ilk kez senden duydum) bu tür şeylere epey meraklısın. Sen git onları oku. Zaten benim kitaplarımı okumuş olsaydın o kirli kafa yapın biraz olsun değişirdi belki.

  28. Ayrıca “para kazandın”ın anlamını herkes bilir. Birisine “para kazandın” dendiğinde “epeyce bir şeyler kazandığı” söylenmiş olur. Ben anı satarak para kazanmış falan değilim. Anı da satmış değilim. Sadece kendi hayatımdan yola çıkarak Türkiye’nin yakın tarihini ve sol tarihini yazdım. Bugün çok sayıda genç bu kitapları okuyarak neyin ne olduğunu öğreniyor. Beni mutlu eden tek şey de budur. Kitaplarım hiç de senin sandığın gibi az satılmış değil ayrıca. Toplamda 15 baskı yaptılar ve aradan on yıl geçtiği halde zaman zaman hala yeni baskıları yapılabiliyor. Bununla birlikte, evet elime geçen, bir simitçinin kazandığının dörtte biridir ancak. İşte bu yüzdendir ki, bugün hala bu yaşımda büyük geçim sıkıntısı içindeyim ama hiç de şikayetçi değilim. Yayın piyasasını ve yazarın aldığı %10 telifin ne ettiğini bilenler bunu anlar. Kalemimi hiçbir zaman satmadım. Eğer satsaydım, Şahin Alpay’ların, Cengiz Çandar’ların olduğu yerde olurdum, hem de fazlasıyla olurdum. İşte senin gibilerini deli eden de bu. Ama haysiyetli bir yaşamın en değerli şey olduğunu bilenlerdenim. Senin atmaya çalıştığın çirkef paçalarıma bile değmez. O kadar küçüksün ki.

  29. yahu bu tipe neden yanıt veriyorsunuz ki hala.. herif kin, nefret ve demogojiyle yaşıyor. bi gün gelir senin anılarından anekdotlarla aydınlıkçılara küfreder, ertesi gün aydınlıkçıların yalanları ile yazdıklarını karalar. hergün küfürlerleşmekten usanmaz bu türler. hasta ruhlu bir internet kişiliği işte.

  30. Haklısın arkadaşım…

  31. özgürlükçü

    aslında cevap hak etmemesine rağmen izmitten gemi kaçırılınca özgürlükçüye seslenmesi bile polis olduğunu hatta en salyalı faşo ve ihbarcı olduğunuda anladım casusun.kaç kez lüplemenin senin işin olduğunu bize devletten düşenin işkence ve şiddet olduğunu bildiğin halde devlete değmeden lüplenilmeyeceğini bildiğin halde özgürlükçüye lüpçü diyebilmen savunduğun sistem ve düzenin patlamaya başladığındandır.dedim ya biz patlamayacağız sen ve savunduğun düzen patlayacak hemen sansür ve devlet yalanları nasıl başladı hele bir doğrusu ne imiş adamın hiç bir isteği ve amacı yokmuş diye halktan ve kamu oyundan gizlenip devletin istediklerinin korsan görüşü ve istekleri diye kimi yutturuyorsunuz muhakkak imralı tecridiyle ilgili protesto içerebilir ama ne gezer korsanın amacını bile devlet tarif ediyor adam basınla görüşmek istiyor engelleniyor sansüscü faşo nasıl böyle iyimi memnunmusun böylemi patlayıp telef olan düzenini koruyacaksın devam et

  32. Yatak odasi ve Irmak Zileli'nin kitabi

    Iki örnek. Yalan söyleyenler utansin
    ” Bir gün bulustugumuzde …elime bir anahtar tutusturdu…Birçok kizla cesitli iliskiler yasamistim ama bir kadinla ayni yatakta hiç sabahlamamistim Böylesine yogun bir iliskinin nasil bir sey oldugunu müthis meraediyor…..’a sarilacagim ani büyük bir sabirsizlikla bekliyordum…”Yarilma”, s:304-305

    “Bu dusunceden yola çikarak ve her zamanki aceleciligimle onu aniden öpüverdim o kuytu kösede…Karimdan ve çocugumdan ayrilmaya hazir degildim ama onunla da belli bir iliskiyi sürdürmek istiyordum” “Havariler”, s. 419.-420

    Zaten senin ne kadar serefli bir insan oldugunu anlamak için öz kizinin yazmis oldugu kitap yeter de artar bile. Bakiniz Irmak Zileli’nin “Esik” adli kitabi. Kendine devrimci lider payesi biçen birinin insanlik disi karakter analizi. Bana “polis ” demenden dolayi özür dileyene kadar bu kitaptan ilgili bölümleri buraya sistematik olarak yollayacagim, bakalim sedece paçalarin mi çamurlanmis, yoksa bogazina kadar çamura, hatta boka mi batmissin?

  33. ôzgür lüpçü'ye

    Mesaiden dönen emekçiler…,
    dua etmekten baska silahlari olmayan barisçi kendi halinde insanlar…,
    evine ekmek götüren aile anneleri…,
    bir ergen çocuk, gemi isçileri ….

    Senin insanlik düsmani yoldasin kendini patlatarak onlari da öldürecekti, yok edecekti. Patlatamadi ve sen üzgünsün. O emekçi insanlar ölseydi ben üzgün olacaktim, sen bayram yapacaktin. Ben yine de bayram yapmam, o ölen gariban Diyarbekirli’ye ve ruhsal durumundan dolayi sana da acimaktayim. Allah (CC) islah etsin.

  34. özgür lüpçü'ye

    Bak senin yoldasinin Diyarbekir’de cenazesi olacakmis, Firat Haber öyle diyor, tabii BDP’liler, KCK’lilar, Ergenkoncu aydinlar, dün asker postali yalarken bugun PKK postali yalayan sol maskeli ajanlar hep orada olacak, sen eksik kalma , git, git…Yoldasin emekçileri öldüremedi diye agla, sana talimat gelip sen kendini patlatana bagir, çagir….Ammaaa, ama sen de bilmektesin ki senin gibilere öyle talimatlar gelmez, o talimatlar garibanlara gelir, senin bir görevin var, gençleri bastan çikarmak, onlara “ben bir laz olarak bile sizin davaniza hizmet vermekteyim, siz Kürt olarak ne duruyorsunuz, haydi, haydi..” demek. Ama senin bir son kullanma tarihin var, birilerinin kullandigi PKK seni kullanmakta; yani tavsanin suyunun , suyu, tasaronun, tasaronunun, tasaronu, son kullanma tarihin bitince atilacaksin bir kenara, bunu da unutma, o zaman sana kucak açan yine biz olacagiz, geleceksin yanimiza, gel tabii burada her cana hos bakilir, herkesin basimizin üstünde yeri var.

  35. özgürlükçü

    teröriste kürt olmadığın halde başka partimi bulamadın neden bdp ye üye oldun diye soru sorulurmu? galiba cevap beğenilmemiş tutuklanmış pişman oldum efendim sizin ve devletin önerceği parti varsa ona üye olayım diye cevap verilse terörle mücadelede başarılı olurdunuz galiba.casus gibilerden oluşan emniyetin beynide bukadar galiba soruya bak prof nasıl olunurmuş iyi bilirsin devletin memuru bu memleketin bütün devletçi-semayeci-militaris ve faşistleri doğuştan prof olmuş onu kastetin değilmi casus faşisti

  36. Hodri meydan…

  37. “Mesaiden dönen emekçiler…,
    dua etmekten baska silahlari olmayan barisçi kendi halinde insanlar…,
    evine ekmek götüren aile anneleri…,
    bir ergen çocuk, gemi isçileri ….”
    …demiş Casus Efendi. İyi ama, onların hikayesini eksik vermiş sanki…
    Doğrusu:
    “Mesaiden dönemeyen, ‘güzel ölen’ maden işçileri…,
    Dua etmekten başka silahları olmayan Hak-İş bürokratları…,
    Evine ekmek götüremeyen, işsiz anneler…,
    LYS’de kopya mağduru olmuş bir ergen çocuk,
    Tuzla tersanelerinde patronları tarafından patır patır katledilen gemi işçileri…”

  38. Duyan da Casus Belli’yi, patronunu ve patronunun patronunu emekçi dostu sanacak.

  39. Yatak odasi ve insan haklari

    Toplumda serefiyle yasayan hanimefendinin ismi kitapta zikredildigi halde ben burada bu ismi vermeyecegim
    “…ile bulusunca ona bizim eve gitmemizi önerdim…….Kedimizi görünce kucagina aldi, sevmeye basladi. Bu sevme eylemine ben de katildim. Ellerimiz kedininb tüyleri üzerinde bulustu. Öpüsmeye basladik. …ün etegini çikarttim, bacaklarinda uzun, file bir külot- çorap vardi
    Onu da çikartmak isteyince itiraz etti. …”ne direniyorsun bakire olmadigini biliyorum” sözleri agzimdan çikti….simdi ne olacakti? Buz kesilmistim. Ne var ki biraz sonra sehvet üstün geldi. Nasil olduysa yeniden öpüsmeye basladik…” “Yarilma”, sayfa 303

    Simdi sorular:
    1. Bu satirlarin senin ifadenle “çok sayida genc”e ne faydasi var?
    2.Iste daha önce de örneklerini verdigilm gibi, yatak odasi hikayeleri ve eski karinin kilodunu anlatarak kitap yaziyorsun, yalan mi, dogru mu?
    3.Bu hanimefendiden bu satirlari yazmak için izin aldin mi?
    4. Izin almadan bu satirlari yazmanin insanlarin seref ve haysiyetini rencide edecegini tabii ki bilmezsin. Ama senin hakkinda birisi donundan bahseden pasajlar yazsa rahatsiz olmaz misin? Kimbilir belki de rahatsiz olmazsin.
    5. Sosyetik burjuva hanimlari gibi “o kadar küçüksün ki” diyecek yerde bu sorulara cevap ver, özel iliskileri ve hatta külodu ticari met’a haline getirmenin bizim güzel Türkçe’de karsiligi nedir?
    6.Insanlar senin kadar küçük olmadiklari için ve senin teflonlugundan çekindikleri seni mahkemeye vermemisler, ama her medeni memlekette senin bu yaptigin yüz kizarticidir
    7.Ve hâlâ israr etmekte, yeni yeni dedikodu kitaplari yazmaktasin,sende insan olmanin en ufak bir kirintisi var mi?
    8.Türkiye’de çevreni kaybettin, hemen herkes seni kovaladi, yakinlarin dahil. Yillarca yasadigin Ingiltere’de çevreni kaybettin, yine herkes seni kovaladi. Isviçre’de bir-iki sazan bulmussun , onlar da uyanip seni kovalayacak.
    9. Ama Isviçre’den de kovalanip, Patagonya’ya kaçsan da günahlarin pesinden gelecek, getirilecek.

  40. çiraci efendi'ye

    Demek ki biz “isçi düsmani”yiz , eh o zaman siz de bize yardimci olmak için hani is kazasina falan gerek olmadan bir hamlede hepsini öldürüyorsunuz öyle mi. Ben ne diyorum, sen ne diyorsun? Emekçiler adina haraket etme iddiasinda olanlara davranislarindaki tutarsizligi göstermek için senden izin mi almak gerekiyor, ne yani bazilari bunu gösterebilir, bazilari gösteremez mi? Sen mesela, sen diye bu tutarsizliklara deginmemektesin, yoksa sence hiçbir tutarsizlik yok mu? Yoksa emekçilere yönelik terörist eylemlere destek mi vermektesin? Vermekteysen sen de çik digerleri gibi delikanlica söyle. öyle laga luga yapma.”Ellerine saglik” de.

  41. Casus,

    * Şiddet eylemlerine destek verdiğime dair somut bir delilin var mı?
    * Ben sadece, işine geldiğinde fakir-fukara edebiyatı yapan AKP’lilerin işçi düşmanı yüzlerini teşhir ettim. Aynı şey Kürt burjuvaları (veya X milletinden herhangi bir burjuva) için de geçerlidir (bu konuyu daha önce yazmıştım, beni şimdi uğraştırma; hatırlamaya çalış, beyin hücrelerini zorla… varsa tabi).
    * Küfür, hakaret, çarpıtma konularında ustasın ama demagoji konusunda yeterince uzmanlaşamamışsın, işçi edebiyatını iyi kıvıramıyorsun, biz bunu anlatınca da hemen kızıveriyorsun. Azıcık Tayyib’in miting videolarını seyret, sizin hocaefendinin kasetlerini falan izle, onlardan demagoji, ağlama-sızlama ve popülizm konusularında bir şeyler öğrenebilirsin.

  42. Fikri Akyüz de bir demagoji ustasıdır, bu alanda kendisi dışındaki bütün AKP’lileri ve AKP muhiplerini cebinden çıkarır. Onun katıldığı tartışma programlarını izlemeni de tavsiye ederim Casus? Yoksa size Işık Evleri’nde bunları izletmiyorlar mı?

  43. iki kerede yazdigina göre hazmedememissin. isik evleri vs. her neyse tahayyülen de çok dar. isçi haklarinin en çok kisitli oldugu ülkeler hep senin gibi düsünenlerin iktidar oldugu ülkeler olmustur ve halen de durum budur. Bkz: Solun iktidarda oldugu ülkeler. Bu nedenle senin gibilerinin isçi dostu olmalari sadece bir taktiktir, isçileri ceberrut komünist devletin kurulmasinda bir araç olarak kullanma babinda.

  44. * “isçi haklarinin en çok kisitli oldugu ülkeler hep senin gibi düsünenlerin iktidar oldugu ülkeler olmustur ve halen de durum budur. Bkz: Solun iktidarda oldugu ülkeler.” demişsin. Bravo güzel kardeşim, öğrenmeye başlıyorsun. Senden böyle bir çıkış beklemiyordum doğrusu. Bunu kazayla mı söyledin, yoksa ben mi yanlış okudum bilmiyorum. Ben bir anarşistim, bu yüzden en güleryüzlü solcunun dahi iktidarda olmasına karşıyım. Çünkü “iktidar” denen meret zaten başlı başına sorunlu bir kavramdır. İktidar, güç, sermaye, devlet vb şeyler görüldükleri yerde yok edilmelidir.
    * Hadi kafanı birazcık daha çalıştır; çalıştır ki AKP’nin azgın bir işçi düşmanı, özgürlük düşmanı, ırkçı, cinsiyetçi, ahlak yoksunu olduğunu da idrak edebilesin. Veya bugünlük fazla zorlama kendini, sadece AKP’nin işçi düşmanı olduğunu idrak edebilsen o da yeterlidir şimdilik. Hadi bakalım…

  45. sen gerçek bir anarsist olsan insanlara beyinsiz, kafasiz gibi suçlamalar yapmazsin. Yanlis anlama üzerime alindigim, yahut bozuldugum falan için degil gerçek bir anarsistin bu tür kategorilestirmeler yapmamasi gerektigini bildigim için.Bir anarsistin iktidarin sadece devlet iktidari degil, bilgi iktidari, yetenek iktidari, üstünlerin iktidari oldugunu içsellestirmesi gerektigi bilindigi için. Bu nedenle beynini de, bilgini de, zekani da sana birakiyorum al hepsi senin olsun, en üstün sen ol, beyinsizlere, bilgisizlere, akilsizlara hükmet , nasil olsa “anarsistim” demek, anarsist olmak için yeterli senin dar çevrende. Istedigin gibi racon kes, bir ise yaramadiktan sonra.

  46. ama beyinsiz kafasız çirkef bir hödüksün.. şu senin gerçek anarşistlerin her kimler ise neden gidip birazda onların kafasına ekşimiyorsun?

  47. Iste, iste bu, iste busunuz…Kisla ve kolej küfürbazlari. “Ben senin sirtini kasiyayim , sen de benim sirtimi kasi”, “filanca yorumun filan vurgulamasi ne idi”, “tam da dedigin gibi, beni aydinlattin”, “yok, hayir asil sen beni ikna ettin üstad”…ne o bunlara alisiktiniz degil mi? Rahatsiz mi oldunuz, beyler 2011 Türkiyesi’ndeyiz, fraksiyon agaligi, kitabevi mafyasi, ûniversite çetesi bitti artik.

  48. * Haklısın, senin sorunun beyinle alakalı değil, daha çok ahlakla/erdemle alakalı.
    * Sen istiyorsun ki, anarşistler de tatlısu-demokratları gibi “halk ne dese haklıdır, aman halkın tercihlerini eleştirmeyelim, onların hassasiyetlerini kollayalım, aptalca bulduğumuz yönlerine göz yumalım, çoğunluğa aykırı tavır almayalım vs vs” şeklinde düşünsünler. 30 yıldır bu tatlısu-liberalleri “demokrat olalım” diye diye Türkiye aydınlarının militan duruşunu körelttiler; eleştirel düşüncenin yerini politik doğruculuk, aykırılığın yerini ise popülizmin sığ suları işgal etti. Demokrasi denen şey, böyle bir şey DEĞİLDİR.
    * Ben çok zeki veya çok akıllı biri değilim, yazdığım pek çok yorumu okuduktan “ah keşke böyle yazmasaydım” dediğim yerler oluyor. Ben süper zeki biri değilim, ama en azından senin yorumlarındaki seviyesizliği, sığlığı (daha çok ahlaksızlığı) ve çelişkilerini anlayabilecek kadar kafam çalışıyor. Herkesin kafası bunları anlayabilecek kapasitede.

  49. özgürlükçü

    casus o kucak dediğin devletin tokisinin deniz fenerinin deprem yardımların lüplendiği itiraz edene terörist,bölücü,hain,milli duyguları zayıf deyip imha etmek için sansürle yargısız infaz etmek olmasın.hiç aklına gencecik insanlar neden askerden kaçarlar?neden yolcu feribotunu kaçırırlar?amacın nedir diye neden kimse sormaz?onun amacınıda iki cümle ard arda kuramayan montofon bakandan dinleriz?gizli kapaklı işler kim çevirir?öldürülen gencin öldürülmesi şartmıdır?infaz olabilirmi vali gemide ve korsanda bomba bulunmadı der emniyet bakan c-4 ten bahseder hayata dönüş gibi benzinli battaniyeyi mahkumlara atıp yakanlara mı inanacağiz?hiç gerçeği yalın ve işimize gelmeyen gerçeği merak etmek aklımıza neden gelmez?bana cenazeye gitmemi söyleyen casus gerilla cenazelerini 50 bin kişinin kaldırdığı görüntüleri ve emrindeki devletten öğrenebilirsin ne anlama geliyor hiç düşündünmü?onlardamı terörist?3 milyon insanı yok etmeyi düşünürmüsün senin gibi olmayıp sana göre terörist olduğuna göre terörist şöylemi oluyor başka parti bulamayıp bdp ye üye olanlar şiddetçi ve terörist bunu söyleyen emniyet ve devlet şefkatli kucak değilmi?casus sena devletin şefkatlı kucağı iyi baymamış seni bizim kucağa almaktan başka yol bırakmadın

  50. ne o bunlara alisiktiniz degil mi? Rahatsiz mi oldunuz, beyler 2011 Türkiyesi’ndeyiz, fraksiyon agaligi, kitabevi mafyasi, ûniversite çetesi bitti artik.

    Hödük, başka bir forum ortamında olsan daha ilk günden engellenirdin. banı yer ortadan kaybolurdun.. Sana burayı pisletme özgürlüğünü bu siteyi kuran, “anisini” satan adam” diye küfrettiğin gün zileli veriyor.

    Sen ise, şunun şurası 64 kilobytelık bir sanal şahsiyetsin. Ancak burada ezikliğini tatmin edebileceğini bildiğin için günün her saati burada sataşacak adam peşindesin.

  51. Tekrara gerek yok. Küfreden de, satasan da sensin.

  52. Hepinizi toplasak kaç kilobayt edersiniz, bu sitenin özgürlügünü kim veriyor, neden yok olmuyorsunuz?

  53. senden farklı olarak ben istediğimde yok olabilirim. yine istersem seni sabaha kadar buraya kitleyebilirim. çünkü sen , muhatap bulursan burada saatlerce kavga edebilirsin… çünkü bununla besleniyorsun.. son sözü de hep senin söyleceğinden eminim..

    ben buradaki çoğunluk gibi, zilelinin makalelerini okumak, zaman zaman da birbirlerine yakın dünya görüşlerini paylaştığım insanlarla karşılıklı tartışmak için buradayım. net ortamında biryerlere dadanıp, insanlara küfredip, sataşmak gibi şeylerle öldürecek vaktim yok.

    sahi sen hala neden buradasın?

  54. Sahi sen hala neden buradasın?

    ANF
    10:21 / 13 Kasım 2011
    GÖTEBORG – PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki baskıları protesto etmek amacıyla 2003 yılının 23 Şubat’ında İsveç’in Göteborg kentinde bedenini ateşe vererek yaşamını yitiren Fatoş Sağlamgöz, (Sema) için anma etkinliği düzenlendi.

    Anma etkinliği Sağlamgöz’ın mezarı basında başladı. Yapılan saygı duruşu ve konuşmaların ardından anma etkinliği Göteborg Kürt Derneğinde devam etti.

    Dernekte yapılan etkinlikte konuşan Kürt siyasetçi Delil Yunak, konuşmasına özgürlük mücadelesinde yaşamını yitirenlere bağlılık sözleriyle başladı. Yunak, bedenini ateşe veren Sağlamgöz’un ideallerine bağlı kalınarak mücadelenin yükseltilmesi çağrısında bulundu. Türk ordusunun kimyasal silahlarla düzenlediği saldırıda yaşamını yitiren gerillalar ile Van depreminde yaşamını yitirenlerin de anıldığı anmada sık sık “şehit namirin”, “be serok jiyan nabe” sloganları atıldı.

    Halkın yoğun katılım sağladığı anma marşlarla ve sloganlarla son buldu.

    ANF NEWS AGENCY

  55. Sayın Zileli, özgürlükçülükte, sansürsüz platform olma inadınızı takdir ediyoruz. Bu hakaret etmeyi, tartışmak sanan arkadaşlar gibi bir sürüyle karşı karşıyayız günün her anında maalesef. Olgun tavrınız, düşüncelerimizi geliştirdiğimiz yazılarınız ve özgürlükçü ısrarınızdaki tutarlılıktan ötürü teşekkürler. Saygılar.

    Dr. Hüseyin Y.

  56. Her nasılsa deniz otobüsünde öldürülen....

    Yüzlerce kişi Güzel’in cenazesini almak toplandı

    ANF
    11:35 / 13 Kasım 2011
    İSTANBUL – Kaçırılan Kartepe isimli deniz otobüsünde öldürülen Mensur Güzel’in (27) ailesi ve BDP’lilerden oluşan yüzlerce kişi cenazeyi almak için Yenibosna Adli Tıp Kurumu önünde bekliyor.

    Önceki gün Kocaeli’nde kaçırılan Kartepe adlı deniz otobüsünde öldürülen Mensur Güzel’in annesi, ablası ve akrabaları cenazeyi teşhis etmek ve almak için Diyarbakır’dan İstanbul’a geldi. Avukatlar aracılığı ile aile cenazeyi teşhis etmek için Cumhuriyet Savcılığı’na başvuruda bulundu. Ailenin cenazeyi teşhis etmek için Yenibosna Adli Tıp Kurumu önünde bekleyişi sürüyor.

    Diyarbakır’da defnedilecek olan Güzel’in cenazesini almak için Adli Tıp Kurumu önüne aralarında BDP İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel ve BDP İstanbul İl Başkanı Asiye Kolçak’ın da bulunduğu yüzlerce kişi geldi. Adli Tıp önünde bekleyiş sürüyor.

  57. casusun devletinin ve besleme medyasındaki habere bak ‘saatlerce konuşulup ikna edilemeyen terörist öldürüldü’ bu haberi temcit pilavı gibi veren medya ikna edilemeyen isteğin ne olduğunu neden vermez? bu nasıl terör?ne biçim lastik bu? komediye bak yolcular teröristi görmemiş bile kime terör yapmış?elinde silah bile olmadığını her şeyi bilen en ayrıntılı araştırması ile övülen polis her şeyi biliyorda silahı olmayıp üstündekinin bomba olmadığınımı bilemediği için direnmeyen korsanı 6 kurşunla öldürdü? devletin medyası utanmadan şu haberleri bile yaptı hem ikna edilemeyip hemde hiç bir isteği olmamak ne demek? isteği olmayanı neden ikna etmek gereksindiki? her sırrı açık edip bilen malüm devletin-iktidarın-düzenin ajan sözcüleri ve medya korsanla saatlerce ne konuşulduğunu neden açık etmezler?terör tehditindeki kaçırılan herkesle telofonla görüşebiliyor tehdit edip terör yapan telefonla kimseyle ve medya ile görüşememiyor kim kimi esir almış olabilir?ne biçim terör bu?biraz süre geçmesi lazım galiba gerçekleri şimdi öğrenirsek devlete yargısız infaz suçlaması olabilir iyisimi gerçekleri 5 yıl sonra açıklarızmı diyor kadim devlet merak etme bizim gibiler hep biliriz ne zaman olursa olsun devlet ne derse yalan söyler ama devletten geçinip lüplenenler için de derse doğrudur sansürcü medya gün gelecek bunlar içinde halkın karşısında kendinizden utanacaksınız

  58. merak etme casus cenazeleri 50 bin kişinin kaldırdığını biliyorsun banada katıl dıyorsun gerkirse katılırım.hiç aklına anf den buraya haber verirken o gerilla cenazelerindeki coşku ve kalabalığın anlamının ne olduğu geliyormu?senin devletinin ve sistemin medyasında o cenazelerin verilmemesinin nedeni bu işin savaşla bitmeyeceğinin ölen 1 militanın yerine binlerin hazır olduğunun anlaşılmaması için sansürlendiği aklına geliyormu?bu yolla gencecik yoksul halk çocuklarının bilerek ölüme gönderme suçunun gizlendiği hiç aklına geliyormu?imha ile bitmeyeceği kaç kez bitirilmesine rağmen giderek milyonların gönüllü dağa gidebileceği kitleselleşmeyi gizlemeye çalışıp savaşın aslında bitip imhacı devletin ve politikalarının yenildiğini gizleyip savaşa ve ölümlere alet olmak anlamına gelip bir gün bunu yapanlar sen de dahil yargılanıp insanlık suçundan mahküm olacağınız hiç aklına geliyormu?

  59. özgürlükçü

    anonim diye geçen son iki yorumu ben yaptım neden anonim yazdığınıda anlayamadım

  60. Axa Ve Horuz!

    Meşhur bir meseledir.

    Derler; Hz Süleyman zamanında bir adam heves eder hayvanların dilini, Süleyman peygamberden bu ilmi öğrenmek ister.

    Süleyman peygamber “bak dayanamazsın bu imtihana” der. Ama adam ısrar eder ve dua ile dileğine kavuşur.

    Tabi adam eve gelir gelmez horuz ile köpeğin konuşmasına şahit olur.

    Horuz köpeğe der ki; yarın ağanın ineği ölecek.Bol et yiyeceğiz. Adam hemen gider ineği satar

    Sonra ki gün horozdan axanın atı öleceğini duyunca bu defa atını satar

    Kulak misafiri olur bu defa axa kendisinin öleceğini öğrenir.
    Horuz hikmetle söyler.

    Axanın canın yerine geçecek olanları axa kendi eliyle bertaraf etti. Malı canını kurtaracaktı ama axa nekeslik etti canından oldu.

    Kıssadan hisse diye bir geleneğimiz var.

    Bu kıssada axa Türk Devleti horuz da Kürdlerdir.

    Kürtlerin ufak bir eylem ve sesini duyaracağını duyan TC hemen koşar o eylemi proveke eder. Bu provekasyonla ineği kurtardığını düşünür. İnsanın en önemli özelliğinin kendini ifade etmek olduğunu unutmuştur çünkü. En barışçıl eylemler olan yürümeyi proveke eder. Newrozlarda milyonların bir araya gelmesini TC basını küçülmek için uğraşır. Hakikatin kendisine perde ve gözlerini kapatmakla o hakikatin eriyeceğine iman etmiştir.

    Sonraki gün kürdlerin bu eylemini proveke etmiş olmanın huzuruyla horoza yine kulak verir. Bu defa horuz atın gideceğini söyler. Kürtler biraz daha ciddi olduğunu göstermek istemiştir. Ama axanın kendine güveni gelmiştir. Siz plan yapın der bakalım kim yaman. Hemen bunu da proveke eder. Basın, yayın, millet olma istenci, milliet olmanın gereklerini ekarte etmek için yani atı kurtarmak için çevirmedik dümen kalmaz.

    Sonraki gün horuzun ağanın canına sıra geldiğini duyar. İş işten geçmiştir ama axanın pişmanlığına da bir zaman kalmamıştır. Bir hiqmet gereği verilen devlet ve ilim bu axanın nekesliğiyle kendi eliyle kendi sornunu hazırlamıştır. Çünkü ilk uyarı ile ilahi uyarıyı alanlar aslında gereğini yerine getirebilirdi. Ama onlar şeytanlaştırmayı seçiyor

    Kürtler yürür. “Yürünmekle yollar aşınmaz” der axa

    Kürtler basın yayın yoluyla kendini ifade eder. Adamlar tüm kanallarını kapatır.

    Bu arada axa küstahlığından hiç vazgeçmez. Kürtler hep şeytandır onun gözünde. sesini çıkarması ile şeytanlaştırma planları hemen devreye sokulur.

    O kadar şeytanca oynar ki axa kendisinin aslında melek olduğuna inanır. Horozun ilahi istenç olarak, ilahi ilham olarak hakkı olanı istemesini bir başkaldırı olarak görür ve elindeki axalık ile bunu dizginlemeye çalışır. Ata sıra geldiğinde axamız daha kurnaz daha sinsi ve daha pervasız olmuştur. Axa bilmiyor ki kendi canına kast ediyor.

    Şimdi sıra axanın canına geldi. Axa mırın kırın ediyor. yok efendim aslında şöylemişte böylemişte. Axanın yeni soytarıları var. axanın zülüm dolu kendine kast eden geçmişine bakmadan axanın süleymandan icazetli olduğunu fısıldarlar bize. İyi de süleyman bak kaldıramazsın bu “devlet sırrı” dediğinde söz vermişti. Kaderin fısıltılarını, kaderin Kürde ilhamını bir isyan olarak görenlerin şimdi axanın ölüm döşeğinde Süleymandan sır aldıkları akıllarına gelmiş. Kimse bu sırrı size zulüm için vermedi axalarım…

    Halen adamların aklı fikri kurnazlıkta. Din iman haya namusun zerresinin olmadığı bir şeytanlaştırma da gözleri..

    Yürümek yok

    Konuşmak yok

    Yumruk yok

    Haq axanın keyfine kalmış…
    Şimdi soralım milyonlarca yürüyen kürdü dinlemeyip iki silahta panikleyenler…
    Sahiden sizden zalimi var mı?
    Silahsız, şiddetsiz yürüyen kitleleri duymazlıktan gelip tokatla kendinize geliyorsanız sizden zalimi var mı?
    Zalimlik bu değil mi?
    Barış elini uzattıklarında görmeyip, tokada başvurduğunda kendince şeytanın bir oyuncağı olan birini şeytanlaştırma kadar abes bir şeytanlaştırma var mı?

    Yetmez mi?
    Axa ezrailin vakti geldi…Sen kendine ettin….

    Ali Sönmez

  61. akp ilerde (1-2 yıl?) genel af çıkaracak ve sorunun şiddetle/savaşla/tutuklamayla çözülemeyeceğinin propagandasını yapmaya başlayacak. kck operasyonları bu nedenle “çığrından çıktı”. ergenekon defteri de esas olarak kapanmasına rağmen arada alınan “ufak tefek” tutuklamalar da kck’yla tutuklananların affına duyulan ulusalcı tepkiyi azaltmak için tutuklanacak. sadece kürtleri değil ulusalcıları da bırakıyoruz demek için. daha önce söylediğime dönersek, bu kavga nihai bir kavga değil, yeni dönemin dengelerini akp lehine hazırlama operasyonu. akp kürt hareketinin tutuklamalarla falan sindirilemeyeceğinin farkında. bu nedenle “amerikan çözümü” hala masada ve her şey onun için!

  62. pardon “…ulusalcı tepkiyi azaltmak için kullanılacak” olacaktı.

  63. amerikan çözümü nedir?

  64. kürt sorununda esas olarak amerikan gözetiminde uzun erimli bir çözümler yumağı. bu yumağın içinde ne var? süreç gösterecek. ama mesele kürt sorunun çözümünde pkk ve akp’nin abd’nin hamiliğinde dolaylı ya da doğrudan masaya oturması. işin içinde barzani var, israil var.

  65. Ertan sen ne öneriyorsun?

    Amerikan çözümü var mı bilmem ama buna sen
    Amerikan çözümü olduğu için karşısın.

  66. evet doğal olarak karşıyım çünkü eğer abd çözümü geçerli olursa kürtler ortaya çıkan siyasi yapıyla bölgede abd’nin önkarakolluğuna soyunacak barzani’yle beraber, sonuçları siyasidir kürtlerin hakkıyla bir alakası yoktur. pkk ve akp’nin, ya da kim olursa abd şemsiyesinde buluşmalarındansa kürtlerin doğal hakları için buluşmalarını temenni ederim.

  67. Ertan, olgulara bakmak yerine kafandakilere göre yorum yapıyorsun. anlamadığın şu: AKP artık devlete oturdu ve bu onu giderek daha çok ulusalcı bir güç haline getirmektedir. YPani ulusalcıların bütün taleplerini o yerine getirecek. Devletin de ordunun da sahibi artık AKP ve bu yüzden tek programı kürtleri ezmekten ibarettir

  68. Ertan sen ne öneriyorsun?

    ABD işgali altındaki bir bölgede üslenip (Kandil) ABD müttefiki bir ülkeye saldıranları savunan hastalar da var.

  69. akp devletin başına oturdu ve ulusalcılaştı, doğru. peki tüm tantana neden koptu? olgulara bakarak konuşan benim. tüm tantana eski tip bir ulusalcılık geçerli olmadığı için koptu. yani dinle, daha doğrusu fethullahla barışık, emperyalizme direnme potansiyeli olmayan, suriye’de, libya’da nato’nun polisliğini hakkını vererek yerine getiren, iran’ın bölgede artan gücüne alternatif olarak, (tüm israil karşıtı söylemlerine rağmen ve de iran’ın iyi bir alternatifi olması görünürde israil karşıtı olmasını gerektiriyordu) bir israil ve abd projesi olarak ortadoğu’nun yeni osmanlısı rollerine bürünen bir türkiye yaratma tantanasıydı bu. son durak da kürt sorununda abd çözümünü uygulamak. uzlaşacaklar başka yolu yok. kürtlerden de bir “türkiye” yaratılana dek.

  70. Ya Ertan sen ulusalcıların gerçekten anti-emperyalist olduğunu mu sanıyorsun? Yok böyle bir şey. Nasıl Atatürk anti-emperyalist değilse ulusalcılar da anti-emperyalist değil. Bak sana söyleyeyim, ömrüm vefa etmez de göremezsem beni hatırlarsın, bir gün ulusalcılar, hatta en aşırısından İP’liler iktidara gelecek olurlarsa en Amerikancı politikaları uygulayacaklardır. Nato’dan da çıkmayacaklardır. İsrail’le de işbirliği yapacaklardır. AKP masasının yukardaki yorumuna dikkat et. Senin yorumunu desteklemeye hazır görünüyorlar.

  71. anti-emperyalist derken fidel’in yaptığı gibi ödünsüz bir anti-emperyalist politikadan bahsetmiyorum ki…türk ulusalcığının emperyalizmle her daim uzlaşacağı gerçekliğini görüyorum. hatta işçi partisi iktidara gelse bugünkü çin’in dış politikasına benzer bir politika yürüteceğini de. ama mesele şu, bugün bu arkadaşlar anti-emperyalist sayılabilirler çünkü fethullah-akp koalisyonu çok daha geçerli bir akçe sunuyor. bu nedenle tasviye edilenler istenilen adamlar değiller emperyalizm açısından. mesela şunu düşünün, büyükanıt artan pkk saldırılarını bastırmak için tüm anlı şanlı laflarla kuzey ırak’a girdi, değil mi? tüm sözlerini unutup üç gün sonra çıktı? neden? abd basın açıklaması yaptı ve sınırötesi operasyonu onaylamadığını belli etti. 3 gün sürdü kara operasyonu, tüm türkiye’nin gözleri önünde cereyan etti. olan şey, abd’den icazet almadan kendi başına iş yapılamayacağının kanıtlanmasıdır. işte tüm ergenekon ayarı bu gibi yönelimlerden türkiye’yi uzaklaştırmak için yapıldı. ulusalcılar bu kadarcık da olsa anti emperyalist olabiliyorlardı artık yerlerini fethullah gülen aldı. bahsettiğim değişim budur.

  72. yorumları okumadan girdim tartışmaya bu arada. çok birikmiş, okuması çok zaman alır ve de akpliye tahammül edemem.

  73. Polisin kim oldugunun isbati

    “AKP masasının yukardaki yorumuna dikkat et. Senin yorumunu desteklemeye hazır görünüyorlar.” Gün Zileli böyle yaziyor. Kimin ne yazdigini nereden biliyor? Demek ki çaktirmadan izliyor. Polis parçasi,emirlleri kimden almaktasin, yegenin ümit Zileli’den mi, zaten ailenizden ve sinif kökeninizden polis oldugunuz belli. Zaten belgeler de açiklanacak.

  74. Her zaman beklerim:)

  75. Masa dememden rahatsızsınız galiba. Peki bundan sonra sehpa derim:)

  76. kabul etmek gerekir ki çok kötü bir espriydi 🙂

  77. anti-emperyalizm

    Anti-kapitalist olmadan anti-emperyalist olunabilir mi?

    Hayır, çünkü kapitalizmden bağımsız bir emperyalizm olamaz. Emperyalizm bir dış politika değil, kapitalist sistemin en üst ve son gelişmişlik düzeyinin adıdır. Anti-kapitalist mücadeleyi içermeyen bir anti-emperyalizm söylemi, ulusalcılığı savunan burjuva ve küçük-burjuva siyasetlerin göz boyamacılığıdır. Emperyalizme karşı mücadeleyi ülke içinde kapitalizme karşı mücadeleyle birleştirmeyen ve böylece emperyalist-kapitalist işleyişe gerçek anlamda cephe almayan bir siyaset, işçi sınıfının devrimci stratejisi açısından anti-emperyalist değildir. İşçi sınıfını yalnızca yabancı kapitalist kuruluşlara karşı öfkelendirip, kendi yerli burjuvalarına daha dostane duygularla donatan siyasal akımlar, işçi mücadelesini zayıflatan etkenlerin başında gelir.

    http://marksist.com/anti_kapitalist_olmadan_anti_emperyalist_olunabilir_mi.htm

  78. peki anti emperyalist olmadan anti kapitalist olunabilir mi?

    kürt sorununda emperyalizmin etkisini değerlendirmeyen tahliller benim için önemli değildir. çünkü tek gözü kördür her zaman, asla resmin bütününe bakamazlar, dolayısıyla meseleyi anlayamazlar.

  79. Ertan sen kime laf anlatmaktasin ki?

    Ingiltere’de bütün sosyal servisleri ve emekçileri de dolandirdiktan sonra barinamayarak kapitalizmin Kâbesi olan Isviçre’de para dilenmeye devam eden , buna ragmen yaz tatillerini Kinaliada’da geçiren, Isviçre’den de kovulmamak için hak-i pây’e yüz süren kapitalizm muhipleriyle emperyalizmi mi tartismaktasin, kapitalizmi mi?

  80. Ulusalcılarda göze çarpan iki ana gövde var gibi görünüyor. * Birinci grup TÜSİAD’a yakın olanlardır ki bunlar CHP’nin bir kanadı, Cumhuriyet Gazetesi ve Aydın Doğan’ın gazetelerinin yazarlarının bir kısmıdır. Bu kesimin emperyalizmin ABD-İsrail Bloğu ile hiçbir sorunları yoktur, onların derdi sadece AKP’yi geriletmek, TÜSİAD’ın çıkarını savunmak ve laik-milliyetçilik ekseninde muhalefet yürütmektir. Konu hakkında bir yazı: http://www.yarinlar.net/sayi-23-mayis-2009/ulusalcilik-ya-da-abd-izniyle-anti-emperyalizm.html
    * İkinci grup ise Avrasyacı kesimlerden oluşuyor, bu grubun başını çekenler ise İP çevreleridir. Bu grup anti-emperyalist değildir, ancak ABD-İsrail Emperyalist Bloğundan kopup Avrasya Emperyalist Bloğuna (Rusya-Çin-İran vs) yedeklenme hedefini esas alıyorlar. İşte bu yüzden ABD bu kesimleri sevmez, onları tasfiye etmeye çalışır/çalışıyor; fakat tekrar vurgulamak gerekirse, bu kesimler de antiemperyalist değildir.

    (Bu iki ana grubun yanı sıra “Türk Solu” dergi çevresi gibi ufak tefek gruplar da vardır. Türk Solu-Ulusal Parti çevreleri kendilerini tamamen Kürt düşmanlığı temelinde kurgulamıştır, ilginçtir ki bütün ulusalcı akımlardan pek çok insanı tutuklatmış/tasfiye etmiş olan Ergenekon Davası bu gruba dokunmamıştır bile.)

  81. bir devlet asla anti kapitalist olamaz.

  82. Elbette anti-emperyalizm anti-kapitalizmin ayrılmaz bir parçasıdır. Zaten anti-kapitalizme önem verenler bunu asla ihmal etmez. Ama anti-emperyalist olduğunu iddia eden ulusalcılar “milli” kapitalizmle ittifakı savunurlar ki zaten bu yanılgıların en büyüğüdür. Kürt sorununa gelince. Ezilen bir halk kendi “kurtuluşunu” ararken elbette güçlü ittifaklar da arar ve bu zaman zaman en büyük emperyalist güç bile olabilir. Fakat soruna anti-emperyalizm açısından bakacak olursak, bugün TC devleti (ki AKP’yi bundan asla ayırmıyorum) emperyalizmle çok daha iç içe olan bir güçtür. Ortadoğu’da ABD’nin başlıca dayanağıdır. AKP Kürt kartını bu devleti kendi safında iyice bağlamak için kullanmaktadır.

  83. “Ortadoğu’da ABD’nin başlıca dayanağıdır. AKP Kürt kartını bu devleti kendi safında iyice bağlamak için kullanmaktadır.”
    Ne demek bu? AKP hangi devleti kendi safinda iyice baglamak için Kürt kartini kullanmakta? GZ’den fikir beklerseniz iste böyle saçma fikirler alirsiniz ancak. GZ dedikodu falan yok mu? Sen istersen özel hayatlardan falan bahset ha, belki igrenç ama daha ilginç olur.

  84. olunur ertan çünkü anti-kapitalist olan zaten anti-emperyalisttir. çünkü kapitalizm milliyet tanımaz, emperyalist emeller denilenin esası kapitalist emellerdir.
    77. yoruma katılıyorum bu anlamda…
    işçilerin(ücreti emekçilerin)kurtuluşu patron değiştirmek değil, işçi olmaktan kurtulmaktır. ücretli emekçi olmaktan kutulmaktır. yoksa artı-değerini sovyetlerdeki gibi devlet kapitalizminin alması değil.
    mülkiyetin sorgulanmadığı işçiliğin sorgulanmadığı hiç bir akım, sömürüyü ortadan kaldıramaz kapitalizme içkin kalır.

  85. Kürdlerde Birlik Değil, Ayrışma Zamanıdır!

    Bir toplulukta yaşanan olumsuzlukların ortadan kalkması için topluluk üyelerinin birlikte hareket etmesi,‘birlik oluşturması’ gerektiğine dair inanç, ilk topluluklardan günümüze sarkan bir anlayıştır. Duygu ve düşüncelerin iç içe geçtiği bu doğal topluluklarda birliğe dair bu anlayış genel olarak hayal kırıklığı yaratmıyordu. Bu nedenle yaşanan tüm olumsuzluklarda “birlik”, sihirli ve çözüm üretebilecek sözcük olarak hep başvurulan bir kurtarıcı olmuştur.
    Egemenlik ilişkilerinin gelişmesinden ve esaretin yasalarla korunmaya başlamasından sonra birlik söylemi, politik cambazların egemenliklerini sürdürme aracına dönüşmüş ve ilk dönemlerdeki olumlu, yapıcı, hesapsız ve sorun çözücü işlevini kaybetmiştir.
    Doğal ilişkilerin yok olduğu ve politikanın/politikacıların egemenliklerine hizmet ettiği sürece her türlü değeri kullanmaya başladığı modern çağda, “birlik”, “birlik zamanıdır” gibi söylemlerin sahibi genellikle iktidar sahipleri olmuştur.
    İktida(lar)rın “birlik” söylemine sarıldığı dönemler genel olarak sorgulanmasının önünü kesmek istediği ve iktidarını sürdürmek için desteğe gereksinim duyduğu zamanlardır.
    Adorno’nun, ‘Her birlik söyleminin altında gizli bir faşizm vadır’ belirlemesi, Nazilerin “birlik”söyleminden ve bu birlikten aldıkları güçle yarattıkları yıkımdan bağımsız olmasa da, bunun genel olarak tüm iktidarlar için geçerli bir belirleme olduğunu söylemek mümkündür.
    Faşizmin tüm çıplaklığıyla yaşandığı 12 Eylül sürecinde en çok dillendirilen söylemlerin başında “birlik zamanıdır”ın gelmesi, Adorno’nun belirlemesini Almanya ile sınırlı tutamayacağımızı göstermeye yetiyor.
    Egemenlerden, iktidarlardan gelen birlik çağrıları ortak duyarlılıklara hitap etse de, neyin birliği, nasıl bir birlik ve birliklerin kurulmasında zorunlu olan hangi ilkeler çerçevesinde birlik sorularının hiçbirine cevap bulunamaz. Duygulara hitap eden iktidarların birlik çağrısında akla dayanan ilkeler bulunmaz. Doğal topluluklarda akıl ile duygu uyum içinde olduğu için, o topluluklarda birlik söylemi hem duygulara hitap ederdi hem de gerçeklikte sorun çözücüydü; yani akla da uygundu.
    Günümüz koşullarında birbirinden ayrılan, hatta karşıt hale getirilen duygu ile aklı hala uyumlu bir bütün olarak gören(!) Kürd politik çevreleri, PKK’nin, ilkesiz ve akla dayanmayan ama duygulara hitap eden “birlik” söylemine düşüncesizce sarıldılar. Kürd politik çevrelerinin ‘PKK’nin birlik söylemine’ sarılmalarını samimi, iyi niyetli bir yaklaşım olarak kabul edersek, onların doğal topluluklara özgü düşünme biçimini hala aşmadıkları gerçeğiyle karşı karşıya kalırız. Bu gerçeklik, ‘geçmişte kalmış düşüncelerinizle, o günkü aklınızla bugün neden siyaset yapmaya çalışıyorsunuz’ sorusunu sorma hakkını veriyor herkese.
    PKK’nin “birlik” anlayışının, Adorno’nun belirlemesinin kapsamı dışında kaldığını varsaysak bile, geçmiş pratiği ve günümüzde içinde bulunduğu karanlık ilişkiler ağına bakıldığında, zorunlu olarak PKK Adorno’nun belirlemesi kapsamına giriyor yine.
    Bu çerçevede bakıldığında her iktidarda olduğu gibi PKK’nin de ‘birlik zamanıdır’ söyleminin anlamı ‘bana boyun eğme zamanıdır’dan başka bir şey ifade etmiyor.
    Hiçbir ulusal talebi olmayan ve Kürdlerin devletleşme talebini “ilkellik” olarak gören PKK, en çok sorgulanmaya başlandığı ve birçok kirli ilişkilerinin ortaya çıktığı bir dönemde (12 Haziran seçimlerinden hemen önce) bazı Kürd politik çevrelerince “birlik” adı altında aklanmaya çalışıldı.
    Bu aklama çabasının sonuç vermediğini ve PKK’yi tekçi anlayışından vazgeçirmediği görülmüşken;
    Tüm çabanın ve ulusal potansiyelin Öcalan şahsında devlete peşkeş çekildiği ortadayken;
    “Demokratik Özerklik” gibi bir entegrasyon projesini hayata geçirmek dışında bir amaçlarının olmadığı ve ulusal içerikte hiçbir taleplerinin olmadığı belgelenmişken, aynı grup ve kişilerin PKK’yi aklama çabasını sürdürmesi düşündürücüdür.
    17-18 Eylül tarihlerinde Diyarbakır’da, Ekim Ayında da Güney Kürdistan’da yapılması düşünülen “Kürd konferansları”, ulusal hiçbir özellik barındırmayan PKK’ye ulusal bir giysi giydirerek onu aklama çabasından başka bir şey değildir. Diyarbakır’da yapılacak olan toplantıyla ilgili olarak HAK-PAR ve KADEP Genel Başkan Yardımcılarının yaptıkları açıklamalar, PKK’yi aklama ve ona tabi olma iddialarını şimdiden kanıtlar niteliktedir.
    İsteyen istediğiyle her hangi bir konuda birlik kurabilir ama Kürdlerin devletleşmesini savunmayan hiçbir birliğin adı “ulusal birlik” olamaz!
    Ulusal birlik, bağımsız Kürdistan nihai amacını taşıyan ve ara çözüm olarak en az federasyonu savunan Kürdistanlı Güçlerin birliği demektir. Bu açıdan bakıldığında (PKK’yi de kapsayan veya PKK öncülüğünde) bir birlik zamanı değildir; aksine PKK ve ulusal talebi olmayanlardan ayrışmanın; ulusal karakter taşıyan kesimlerin ilkeler çerçevesinde birliğini öngören çabaların yoğunluk kazanması gereken bir zamandır.
    Ulusal birliğe özgü temel niteliklerin hiçbirini taşımayan PKK ile “birlik” yapanlar/yapacak olanlar samimi, iyi niyetli olsalar da, Adorno’nun “birlik” söyleminde gizli, örtük olarak gördüğü tehlikeyi aklamaya hizmet ettikleri gerçeğini ortadan kaldıramazlar…

    http://www.kurdistan-report.com/?p=5954

  86. peki ufukta ulus-devlet düşünenler çok olsaydı ve pkkliler az olsaydı yani şimdiki durumunuzun tersi, şimdi onları destekleyenler sizi destekleseydi, siz bunu birlik adına alkışlayıp öbürlerinide birliğe çağırmazmıydınız….

  87. 77 Anti-Emperyalizm “Anti-kapitalist olmadan anti-emperyalist olunabilir mi?
    Hayır, çünkü kapitalizmden bağımsız bir emperyalizm olamaz.”
    78 Ertan “peki anti emperyalist olmadan anti kapitalist olunabilir mi?”
    84 Murat “olunur ertan çünkü anti-kapitalist olan zaten anti-emperyalisttir.”

    Yorum: Burada ciddi bir kafa karışıklığı olduğunu düşünüyorum. Bana göre Ertan beyin yorumu doğru diğerleri eksik ya da yanlıştır. Sebebine gelince Anti-emperyalist olmadan anti-kapitalist olunamaz ama anti-kapitalist olmadan anti-emperyalist olunabilir. Bunu şöyle örneklendireyim.

    Diyelim yarın sosyalist olmayan, kapitalist esasa dayalı bir Kürt devleti kuruldu. Bu devlet o an itibarı ile kapitalisttir ancak emperyalist değildir. Peki bu devletin işadamları anti-emperyalist olabilirler mi? Elbette olabilirler, örneğin emperyalist Türk devletine hatta AB ve ABD ye bile karşı durabilirler iç piyasada yeterince palazlanabilmek için.
    Yani en azından başlangıçta hem kapitalist hem anti-emperyalisttirler. TC nin kuruluşu da böyledir.

    Ancak tersi dogru değildir. Yani anti-emperyalist olmayan, bir diğer deyişle emperyalizmi kabullenen bir kişi anti-kapitalist asla olamaz. Tanıma aykırıdır.

    Peki bu kafa karışıklığı nereden çıkmaktadır. Sanırım bunun için yıllardır Birikim dergisi grubunun sol düşünce üzerindeki tahribatını incelemek yeterli olacaktır. Bu arada marksist.org sitesi DSİP ve Roni Margulies lerindir. AKP hükümetine ve onun ekonomi uygulamalarına övgüler düzen bu zevatın nasıl anti-kapitalizm dersi verdiklerini anlamak güçtür.

  88. (The Cemaat’in Türkiye Bölge İmamı’ından, Halil Berktay’ın tutumu hakkında mesajlar…)

    Halil Berktay’a cevap vermelisiniz – Hüseyin Gülerce (Zaman)
    16 Kasım 2011

    KCK tutuklamalarının, soldan gelen bazı liberal/demokrat aydınlarla, bizler gibi sağdan gelen demokratları, bir yol ayrımına getirdiğini yazmıştım.

    Ve ilk ayrılığın altını çizmiştim: Bu aydınlar, KCK ile ilgili tepki verirken, PKK şiddeti ve terörü söz konusu olunca tepkisiz kalıyorlar… Ya görmezden geliyorlar, ya “haklı savaş” diye bir gerekçeyi zımnen kabulleniyorlar ya da bir iki satırla geçiştiriveriyorlar.

    Son örnek, Kartepe deniz otobüsünü kaçıran teröristle ilgili. Üzerinde bomba düzeneği bulunan biri tarafından, yirmiden fazla sivilin saatlerce rehin alınması, her an ölümle burun buruna olmaları, dünyanın her yerinde bir terör eylemidir. Böyle bir eylemin Kürt meselesinin çözümü ile ilgisi olabilir mi? Sözünü ettiğimiz aydınlardan, bu eylemi kınayan bir tepki görmedim. Herkesi eleştiren, Başbakan’a durmadan açık mektuplar yazan bu arkadaşlar, bir gün de, Sebahat Tuncel’e, Selahattin Demirtaş’a ve Öcalan’a açık mektup yazmalı değiller mi?

    Neyse ki, bu aydınları, sadece biz sağdan gelenler eleştirmiyoruz. Soldan gelenler içinde de olan biteni gören, vicdan ve insaf adına sesini yükselten demokratlar var. Ahmet Altan gibi, Halil Berktay gibi…

    Prof. Dr. Halil Berktay, Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi. Taraf’taki yazılarından ve Habertürk televizyonunda Belkıs Kılıçkaya’nın sunduğu Doğru Açı programındaki sözlerinden alıntı yapmak istiyorum:

    “Büşra Ersanlı’nın tutuklanmasını protesto eden 700 küsur imzalı bir bildirinin ardından, (ben gördüğümde) 230 kişinin imzası olan bir bildiri daha çıktı. ‘Üniversite ve siyaset üzerindeki baskıya dur diyebilmek için BDP Siyaset Akademisi’nde ders vermek istiyoruz!’

    “O akademide,’ezilen millet’in ‘haklı savaşı’nın ya da KCK’nın (hegemonik, despotik karakterine pek çok yorumcunun dikkat çektiği) programının, en azından teorik esaslarının, veya son bir yılda attıkları —Meclis boykotu, Çukurca ve ‘yeniden savaş’ dahil— bütün adımların, ‘haklı’lığının altının çizilmediğini, tasavvur etmemiz mümkün mü?

    “Gidip katıldığımız, içinde yer aldığımız şeyin, bizim dışımızdaki boyutlarının, siyasal ve düşünsel sorumluluğu, bize hiç ama hiç bulaşmayabilir mi? ‘Görmedim, duymadım. Bilmiyordum. Beni ilgilendirmez…’ Bir sol aydın, sol demokrat, böyle diyebilir mi? Gelmiş geçmiş nice devlet görevlisinin ‘gözlerimi kaparım, vazifemi yaparım’ tavrına kızarız, haklı olarak. Ya bizim siyasî ahlâk anlayışımız nicedir?

    “BDP Siyaset Akademisi öğrencilerine, Öcalan etrafındaki ‘kişiye tapma kültü’nün sakatlığını anlatabilir misiniz örneğin? Anayasa referandumundaki boykotunda, Meclis’e girmemenin de felâket olduğunu ve savaşın yeniden başlaması stratejisine eşlik ettiğini; KCK’nın Kürt halkının kaderi üzerine tekel ilân etmesinin, demokrasiye sığdırılamayacağını, çıkıp BDP parti okulunda dobra dobra söyleyebilir miyiz? Söyletirler mi size? Ya da, söyletmeyeceklerini, pekâlâ biliyoruz da, aslında her türlü şiddete çok da karşı olmadığımız; “devrimcilik” ve/veya her zaman (sırf) devlete karşı olmak uğruna bazı biçimlerine içten içe sempati duymaya devam ettiğimiz için mi, BDP Siyaset Akademisi’nde ders veririz, diye ortaya atlayabiliyoruz?

    “Özetle, silâhlı bir örgütün gölgesinde, vesayeti altında siyaset yapmaya devam eden bir ‘ikinci kademe’ partisinin, vitrinindeki süs, entelektüel yol arkadaşı olmayı kabul edemem.

    “Bazı aydınlar, KCK operasyonlarına karşı gösterdiği ilgiyi Siirt’te bir aracın içinde öldürülen dört genç kız, ya da Bingöl’de canlı bomba tarafından öldürülen sivil vatandaşlar için göstermiyorlar. Devlete çok kolay ‘hayır’ derken PKK, KCK ve BDP’ye ‘hayır’ diyemiyorlar. Büşra Ersanlı ve Ragıp Zarakolu’nun tutuklanmasına imza veren pek çok insan, intihar saldırısında ölen kadın ve çocuklar hakkında ağzını açmıyor. Sert duruş sergileyemiyor. O vahşetin karşısına net biçimde dikilmiyorlar. Sadece devlete hayır demeyi esas alıyorlar…”

    Evet, Halil Berktay’a cevap vermelisiniz…

  89. Kapitalist Cüneyt

    Kapitalizm sadece ekonomik bir sistem degil bir yasam biçimidir. Kapitalist yasam biçimi ile anti-kapitalist olunamaz, bu anlamda Kemal kapitalistin ta kendisi idi. 20’inci (ve hele 21’inci ) yüzyilda kapitalist olup da emperyalist usagi olmamak da mümkün degildir , nitekim Kemal emperyalistlerin usagi idi. Türkiye’de bugün kapitalist yasam tarzinin mücahidi Aydinlik çevresi kapitalisttir ve emperyalist usagidir, lafa degil ise bakalim.

  90. 89 nolu yorumcu arkadaş anlaşılan yazdıklarıma cevap vermek yerine ( ki o kadar basit cümlelerin bir kelimesini bile anlamamış)
    hakarete yeltenmiş ama bunu yaparken bile hedefi şaşırmış konuyla alakalı alakasız bağırmış. Ülkenin fikir beyan edeni buysa geçmiş olsun.

  91. kel alaka

  92. Nerede duruyorum (3) : Yalan ve utanmazlık

    17.11.2011

    Halil BERKTAY/Taraf GAZETESİ

    Gençliğim, ilk politizasyon yıllarından beri hep tuhaf bulmuşumdur, bazı insanların göz göre göre yalan söyleyebilmesini. Yırtıkça, pişkince. En ufak bir mahcubiyet duymadan.

    Biraz, korku filmlerini seyretmek gibi bir şeydir bu. Bir büyüleyiciliği de vardır. Bakamaz ama kendinizi de alamaz; az az bakmaya çalışır durursunuz, parmaklarınızın arasından.

    Bir tür “taammüden” ahlâksızlık da bende aynı hissi uyandırıyor. Lânet olsun diye sırtımı dönerek geçip gitmek istiyorum ama tam geçip gidemiyorum da. Üstelik yararı da var; kendime yön çizmemde tâyin edici rol oynuyor. Siyasette, örneğin, sırf temel fikir ve tahlillere değil, esas kimlerin, hangi tarafın yalan söylediğine de bakarak yerimi belirlemeye çalışıyorum. Geçtiğimiz on yılda, örneğin, yalan ve iftira çok büyük ölçüde ulusalcılıkta çökeldi, birikti. Bu da 2002’den itibaren kafamda hiç bir tereddüde yer bırakmadı.

    Murat’a yönelik son saldırılar karşısında şöyle demiştim : “… bunların hırçınlığı yer yer hezeyan boyutlarında. Yılkıda, veldt’de, bush’da veya outback’de, yaralı sırtlanlar var. Etrafımızda dolaşıp kan kokluyor, zaaf arıyor; bazen kişisel insiyatifleri, bazen daha organize olduğu izlenimini veren ihtilâçlarıyla, sporadik ve spazmodik biçimde durup durup yeniden başlıyorlar.” (8 Eylül 2011)

    Geçenlerde Kötülük üzerine dört yazıyı yazarken de aklımdan gene bunlar geçiyordu (20-22, 27-29 Ekim). Üçüncüsünde Küçük ve katıksız kötüler’e, sonuncusunda Solculuk ve kötülük paradoksuna değindim. “Küçük, haris, arrivist veletler”den söz ettim; 21. yüzyılın yeni “Türk rüyası” (Turkish dream) uğruna bütün yalan ve iftiraları yaymaya teşne “haşerat ve muzarafat”tan.

    Nadiren bu kadar ağır ifadeler kullanırım. Fakat hayasızlığın da bir karşılığı olmalı.

    İçime doğmuş galiba. Hayır, ben BDP’de ders vermek istemiyorum’u (7 Kasım) yazdım ya. Tam bu kategorilere giren kötüler hemen harekete geçti. İnternette, kendi kuzenim Ayşe Berktay’a dahi sırt çevirerek, Gülen cemaati ve polisiyle saf tutup KCK tutuklamalarından hiç söz etmediğime, haksızlığa karşı çıkmadığıma dair bir takım metinler dolaşıyor.

    Olgulara bakalım.

    (1) Tekrarın tekrarı (31 Aralık 09). “Daha da korkuncu şu ki, bir de berbat senaryo var, bu vicdansızlık gösterisine eşlik eden. Nasıl Ergenekon Türk şahinlerini pasifize ettiyse, KCK operasyonları da Kürt şahinlerini pasifize edecek ve barış siyasetinin önünü açacakmış ! Özellikle Fethullah Gülen cemaati ve yayın organları bu kafadaymış… Önder Aytaç … KCK operasyonunu Ergenekon, Devrimci Karargâh ve Hizb-üt Tahrir tutuklamalarıyla aynı kefeye koymuş….”

    (2) Âkif, İttihatçılık, Kemalizm (2 Ocak 10). “Fethullahçıların ‘Kürt şahinlerini tasfiye’ gerekçesiyle KCK operasyonlarını desteklediği bilgisine takılıp kaldım. Devletle çok karmaşık bir ilişki içinde olduklarını; millî ve askerî değerlerle donanmış otoriteye itaatin onyıllar boyu onların da içine işlediğini; bundan kurtulmalarının ne kadar zor ve belki de imkânsız olduğunu anımsadım….” (Yazının devamında, Mehmed Âkif’in Teşkilât-ı Mahsusa’cılığını hatırlatmışım.)

    (3) Korkunç şeyler (3 Kasım 11). “KCK’ya zerrece sempatim yok. Aşikâr ki bu, bir sivil siyaset örgütü filan değil. Tersine, bir silâh ve şiddet örgütü olarak PKK’nın, sivil siyaseti yüzde yüz hegemonyası altında tutma aracı. (…) Madalyonun diğer yüzünde, hükümetin KCK diye habire genişleyen bir tutuklama dalgasına girişmesinin anlamı ne ? (…) BDP’yi mümkün olduğu kadar ezelim, sıkıştıralım ki hizaya gelsinler ­–yok, bu olacak şey değil. Bir hesaba göre, 2009 Mart’ından bu yana KCK diye neredeyse 8000 kişi gözaltına alınmış; bunlardan yaklaşık 4000’i de tutuklanmış. İş silâh ve şiddetle, evet, hiç ama hiç ilgisi olamayacak, olduğuna asla inanamayacağım insanlara uzanıyor.”

    (4) İğrenç şeyler (5 Kasım) : “… seçimler, Meclis boykotu, Silvan, Çukurca, Kazan vadisi, KCK 1-2-3 derken, bir kere daha toptan çıldırdık. Devletin şiddetini arkalayan ve körükleyenler (muazzam bir koro). Her çeşit Türk milliyetçisi ve Türk-İslâm sentezcisi. Atatürkçüler, ulusalcılar, Baasçılar,devletçi-cemaatçi, ırkçı-otoriter Müslümanlar.” (Son beş sözcüğün altını burada çiziyorum.)

    (5) Aynı yazıda : “Bir sonraki kertede, KCK tutuklamalarına karşı çıkmak ile KCK’ya sahip çıkmanın farkını ‘sol’dan gözetmeyenler. [Diğer yanda] … KCK operasyonunu sonuna kadar savunmak uğruna, tutuklanması kamuoyunda ciddî bir haksızlık ve aşırılık hissi uyandırmış aydınları karalamaya girişmek.”

    Bunlara ek olarak : (6) 9 Kasım 2011’de (Çarşamba) aHaber’de, Selin Ongun’un “Bi Sormak Lâzım” programına; (7) 10 Kasım’da (Perşembe) Habertürk’te Belkıs Kılıçkaya’nın “Doğru Açı” programına katıldım. Her ikisinde, KCK tutuklamalarına karşıyım dedim. Ahmet Altan’ın da dikkat çektiği gibi, TMK’nın gizlilik hükümlerine sığınarak yürütülmelerinin nasıl bir haksızlık ve yanlışlık yargısına yol açtığını anlattım.

    Şimdi… BDP’de ders vermem dedim diye hemen bu iftiraları çırpıştıran yaratıklar (her kimse), çıkıp da evet, biz yaptık ama yanlış yapmışız derler mi acaba ?