Gezi’nin Neşesi vs. Neoliberalizmin Yaydığı Keder

 

 indir (2)indir (1)

 

 

 

 

 

Şükrü Argın, Gezi’nin Ufkundan: Liberal Demokrasinin Krizi, Kamusallık ve Sol, Agora Kitaplığı, 2014

 

“İnsanların hayatı gibi toplumların tarihi de esasında uçsuz bucaksız bir üzüntü, keder ve elem okyanusu’nda zaman zaman yükselen anlık ‘sevinç, keyif ve neşe dalgaları’ndan ibarettir. Bu itibarla, Gezi Direnişi’nin doksan yıllık Cumhuriyet tarihimizde yaşanmış en sevinçli, en keyifli ve en neşeli kolektif ruh kabarışı olduğu rahatlıkla söylenebilir sanırım.” (s.1)

 

Dakika bir gol bir, dendiği gibi, Şükrü Argın da, kitabının daha 1. Sayfasında Gezi ile ilgili yapılabilecek en güzel tanımı, hem de eşsiz bir edebi tasvirle ortaya koymuş ve şöyle devam etmiş:

“…hem demokrasinin boş yüzüyle, yani onun ‘demos’suz salt ‘kratos’ haliyle karşı karşıya geldik (öfkemizin sebebi buydu) hem de kendi kendimizle buluştuk, ‘demos’ denen şu anonim kendiliğin, doluluğun bir anlık vücut buluşuna tanık, daha doğrusu mazhar olduk (neşemizin sebebi de buydu sanırım).” (s. 3)

Neo-liberal sistem ve onun şirketleşmiş devleti tarafından hiçe sayılan yurttaşların kamusal hareketidir Gezi:

“Taksim’de ve de başka yerlerde toplanan kalabalıklar ve direnen topluluklar; kentleri, ülkeleri ve dünyaları neo-liberal ekonomik-politik-kültürel güç odakları tarafından – kendilerine asla ve katiyen danışılmadan, dahası varlıklarına aldırış dahi edilmeden – pervasızca dizayn edilen yurttaşların doğal öfkesinden müteşekkildir.” (s. 26)

Bu vatandaşlar topluluğu;

“ ‘çoğul’ bir duruş sergilerler. Hem ‘renksiz’, ‘kuru’ bir kalabalık değildirler hem de tek bir rengin, tek bir flamanın, bayrağın altına toplanıp kendi içlerine kapanmamışlardır.” (s. 27)

Nedir bu hareketin hedefi:

“ ‘Kahrolsun Bağzı Şeyler’ sözü, isyanın hedefsizliğini değil de, esasında isyana hedef tayin etmenin manasızlığını ifade etmiyor mu? Her şey isyan sebebi haline gelmişse, isyana sebep aramaya gerek var mı? İspanya’daki Öfkeliler Hareketi’nin sloganı aynı hissiyatı ifade etmiyor mu: ‘Ben sisteme karşı değilim, sistem bana karşı!’” (s. 32)

Kesinlikle apolitik ya da anti-politik değil, kontra-politik bir harekettir bu:

“Gezi’nin ‘kontra-politik’ doğasını hakkıyla idrak edebilmek için, hem onun duruşunu ‘politize etmeye’ çalışan geleneksel sol tavra, hem de onu ‘depolitize’ etmeye çabalayan sağ ve sol liberal tavra uzak durmak, onların her ikisinin de alamet-i farikası olan dar politik bakıştan kurtulmak gerekir.” (s. 30)

Ve bu sağ ve sol “liberal”lere göre, bir “skandal” olan Gezi bir an önce yatıştırılmalıdır:

“… bu konumun temsilcileri Türkiye’de AKP önderliğinde ‘liberal demokratik’ bir ‘burjuva devrimi’ ya da böyle bir devrimin ikinci kritik raundunun yaşandığı kanaatindedirler ve bu sebeple, onların ufkundan bakıldığında Gezi, bu önemli süreç içinde her nasılsa ortaya çıkmış ‘olmasaydı iyiydi’ türünden bir ‘skandal’a delalettir.” (s. 7) “Gezi… bir an önce teskin edilip kontrol altına alınması kesinlikle zaruri olan tekinsiz bir vakıadır. Bu konumun temsilcileri, Türkiye’de bir ‘liberalleşme’, ‘demokratikleşme’, hiç değilse bir tür ‘sivilleşme’ sürecinin yaşanmakta olduğundan o denli emindiler ki Gezi’nin, liberal demokrasi denen politik sistemin küresel ölçekte yaşamakta olduğu krizinin hem yerel bir ifadesi olduğunu hem de bünyesinde bu krizin olası bir devasını içerdiğini görmediler, göremediler ve kendilerini, Gezi’nin asi ruhunu teskin edip evcilleştirmeye ve ardından hükümeti, hatta münhasıran onun başındaki adamı… hizaya getirme işine koşmaya adadılar.” (s. 8) ‘Bu ‘sahte dostlar’, yumruklayan, tekmeleyen devlet güçlerinin aksine ‘Olay’ın katılımcı sadık öznelerine sarılıyormuş gibi görünebilirler ama onların bu ‘şefkat’ini… tıpkı boks maçında rakibin darbelerinden korunmak ya da alacağı yumrukları etkisiz hale getirmek için ona sarılmaya çalışan ürkek ve telaşlı bir boksör gibi davranıyor olmalarına borçlu olabiliriz.” (s. 22-23)

 

Bu uzun alıntılardan sonra benim bu yazıda üzerinde durmak istediğim konu, Gezi isyanını tahlil ederken kaçınılmaz olarak karşımıza çıkan, neo-liberal çağın şirket-devlet’idir. Şükrü Argın’ın da yerinde bir saptamayla ortaya koyduğu gibi (s.119), dünyanın gündemine 1973 Şili darbesi gibi askeri darbelerle giren kapitalizmin neo-liberal aşaması,1979’da, İngiltere’de Thatcher, 1981’de ABD’de Reagan yönetimleriyle merkez üslerini oluşturmuş, 1970’lerdeki kanlı askeri darbelerin ve 1990’larda Sovyet sisteminin çökmesinin ardından, Soğuk Savaş döneminin ürünü sayılabilecek devlet formlarının tasfiyesine girişmiştir. Bu devlet formları, Batı’da, sosyal yükler üslenmiş “sosyal devlet”ler ya da “refah devleti”, periferide ise, “sosyalist” tek parti diktatörlüklerinden esinlenmiş kurucu-tek parti rejimleridir.

“Neo-liberal küresel kapitalizm bu evresinde, birçok yerde ‘temiz eller’ operasyonu başlattı ve yürüttü ama aslında katilin ellerini yıkaması babında temizlik operasyonlarıydı bunlar.” (s. 39)

“Neo-liberal yapılanmanın bu evresinde özellikle sistemin çekim alanına genellikle askeri darbeler marifetiyle dâhil edilen birçok ülkede, askeri yönetimlerin tedricen tasfiyesi ve askeri vesayetin kontrollü biçimde geriletilmesi gibi görünüşte ‘demokratik’ uyum süreçlerinin devreye sokulması epeyce manidardır.” (s. 38)

Eski dönemin tek parti rejimleri bile, bütün totaliter niteliklerine rağmen, fazlasıyla sosyal yükler aldıkları için, yeni kapitalizm çağında fazlalıktılar ve yeni dönemin önünde birer engeldiler. Kısacası, artık, ister demokrasi formunda olsun, ister diktatörlük formunda, şu ya da bu şekilde sosyal ya da kamusal sorumluluklar üstlenmiş devlet formlarının ortadan kaldırılması gerekiyordu, yeni özelleştirmeler çağında.

“… tam anlamıyla politik bir tasarıdır bu… bu tasarı aslında devletin kamusal yüklerinden kurtarılması, deyim yerindeyse ‘ekonominize’ edilmesi, yani hem daha ‘iktisatlı’ kullanılması, hem de iktisadi mantığa hapsedilip bir şirket formunda yeniden inşa edilmesi anlamına gelir.” (s. 37)

Kapitalizm, bu yeni dönemde, her şeyi sattığı gibi, toplumu ve devleti de satılığa çıkarıyordu. Dolayısıyla yeni dönemde toplumsal ve kamusal olan her şey kötüydü ve tasfiye edilmeliydi. Her şey paraya tahvil edilmeliydi. Dolayıyla, kapitalist şirketler devletler gibi örgütlenip kendi “güvenlik” teşkilatlarını kurarken, her türlü kamusallıktan arındırılmış devletler de birer şirket formuna dönüştürülmeliydi. Aslında sonuç, şirketlerin de devletlerin de birbirine benzemesi, özel güvenliklerin polisleşmesi, polisin giderek toplumu kovalama ve püskürtme görevini üslenmiş özel güvenlik güçlerinden farksız hale getirilmesiydi.

“Şirketi devlete, devleti şirkete dönüştüren değil, bu ikisi arasındaki ayrımları buharlaştıran; köprüleri teker teker yıkıp ara konumları istimlâk eden bir kapitalizm…” (s. 41)

Böylece kapitalizmle devletin tek bir formda kaynaşması da mümkün olabilmektedir. Galiba, devletin şirketleşip “kapitalize” edilmesiyle şirketlerin piyasanın sınırsızlık sınırında her türlü sosyal yükten arınmış şirket-devletle kaynaşması aynı zamanda kapitalizmin varabileceği son sınıra da işaret etmektedir. Böyle bir sistemde artık kölelerin köleliklerini “onaylaması”ndan ve oyların satın alınmasından başka bir anlama gelmeyen “seçim sistemi” bile bir oy piyasasından başka bir şey değildir.

Şükrü Argın’ın şirket-devlete ya da otokratik devlete ilişkin yazdıklarından benim çıkarsadıklarım bunlar.

 

Gün Zileli

17 Haziran 2014

www.gunzileli.com

gunzileli@hotmail.com

 

 

Hakkında Gün Zileli

Okunası

‘68’in İki Merkezi: Paris ve Prag

Artıgerçek Lejant Yayınları, bu ay, ilk kez 2000 yılında basılmış Yarılma (1954-1972)’nin gözden geçirilmiş 8. …

30 Yorumlar

  1. karamsar nihilist

    şükrü argın tam da uzak durmak istediği liberal sol kampta yer alan birisi. sanırım gün zileli’nin şükrü argın’la ahbaplığı var. değilse ona böyle sempatiyle yaklaşmaz, olumlu yönlerini sıraladığı gibi beğenmediği yönlerini de yazardı eleştirisinde. şükrü argın belli ki sol liberalleri eleştirirken, eski taraf gazetesi tayfasını kastediyor. şükrü argın’ın solculuğu ise avrupa komünizmi denen, bugün yunanistan’da syriza’nın savunduğu tarzda, yine liberal bir solculuk.

    gerçek şu ki herkes gezi’ye baktığında kendi görmek istediği parçayı görüyor. tkp’li, ödp’li stalinistler gezi’de halk kemalizmini görüyorlar. illegal çalışan solcular halk ayaklanması görüyorlar. şükrü argın gibi liberal solcular da aydın doğan medyasının lanse ettiği gibi avrupa tarzı, bilinçli, özgür ruhlu, zengin, entelektüel, esprili bir protesto görüyorlar.

    elbette gezi tek bir damara indirgenemez. taksim’de polis otosu yakan illegal stalinistlerden ağaç altında kitap okuyan çiçek çocuklara, mustafa kemal’in askerleriyiz diye bağıran ulusalcılardan turistlere dek bir ton insan vardı sokaklarda. illegal stalinistler gezi’nin ilk haftasında polis otosu, otobüs falan yakmasalar ve polis şiddetini kısmen geri püskürtmeseler, orta sınıftan yüz binlerce insan taksim’e akabilir miydi kolay kolay?
    o nefret edilen, çatık kaşlı, profesyonel devrimci stalinistler olmasaydı taksim’e kimse çıkamayacaktı. bence şükrü argın gibiler geziyi stalinistlerden ve onların flamalı örgütlerinden ayrı bir yere mal ederek kendilerini kandırıyorlar.

    bir tarafa çubuğu büküp o tarafa geziyi mal etmeye başlarsanız komik olursunuz. geziyi gün zileli’nin yaptığı gibi sadece gezi martirlerine mal ederseniz manzaranın bütününü gözden kaçırmış olursunuz. bu demagojiyle ancak kendi dar çevrenizi tatmin edersiniz.

    tıpkı stalinistler, ulusalcılar, liberaller gibi şükrü argın da geziye baktığında, bütünü değil, sadece görmek istediği parçayı, yani kendisinin de sınıfsal olarak ait olduğu parçasını görüyor:
    iyi para kazanan, iyi eğitimli, orta-üst sınıf, beyaz türk kökenli, özgürlüğüne ve rahatına düşkün, dinsiz olduğu için dindar akp’yi desteklemeyen, ideal vatandaşlar topluluğu…

  2. Şükrü Argın’la bir tanışıklığım yok ama kendisi beğendiğim, takdir ettiğim, bu ülkede az bulunan, derin bir düşünürdür. Öte yandan, yazılarımı kişisel sempatilere göre yazmam. Diğer noktaları, katılacak arkadaşların tartışmasına bırakmak benim açımdan daha iyi olur ama şunu söylemeden geçemeyeceğim: Stalinistleri takdis eden bir “nihilist”e ilk kez rastlıyorum.

  3. Öte yandan, orada araçları yakanlar “illegal Stalinist” falan değildi. Hemen birilerine mal etmek de ne demek oluyor.

  4. Karamsar nihilist olayı yanlış anımsıyor…
    “. illegal stalinistler gezi’nin ilk haftasında polis otosu, otobüs falan yakmasalar ve polis şiddetini kısmen geri püskürtmeseler, orta sınıftan yüz binlerce insan taksim’e akabilir miydi kolay kolay?”
    Olay aşağıdaki şekilde gerçekleşmişti 1 haziranda…

    “Gürül gürül akan bir kalabalıktı.
    Hükümet için karar vaktiydi:Ya inat edip Taksim’de korkunç bir kırımı göze alacak ya da tükürdüğünü yutup geri adım atacaktı.
    Giderek büyüyen kalabalığı ve sokaklara sığmayan nefreti gördüğümde, bu kez mecburen ikinci seçeneğe razı olacaklarını anladım… su ve gaz püskürten TOMA’lar kuyruğunu kıstırıp alandan ayrıldı…”

    Polisin vahşeti, RTE’nin Diktatörlüğü bu şekilde çizilmişti; oradaki adsız, tabelasız insanlara haksızlık edilmemeli…

    Adını andıklarınız çok sonra doluştu oraya ki, “rol çalma” girişimleri ahlaki de değildi… Orada, o “hareketin” bir parçası olarak bulunmalıydılar… İstedikleri eylemi ve o eylem biçimini yapabilecekleri bir çok “vesile” bulabilirlerdi! O günlerde bu eylemi başlatan, tetikleyen “ruha” saygı olarak, o “ruha” katılmak üzere orada olmalıydılar; parti-kitle egolarını her zaman, her yerde, her şekilde ortalığa saçıp dökmek; ben de buradayım” reklamı uğruna olayın özünü yozlaştırmak övülesi değildir… Olay salt RTE diktatörlüğüne karşıt olarak kararlı bir kitle bütünü yaratsaydı, salt RTE’nin gitmesi (yerine kim gelirse gelsin!) üzerine odaklansaydı…
    Yazık, bu düğüne koşan “kanberler” orada ne için bulunmaları gerektiğini, kimlerin düğünü olduğunu bilmeden “tuhaf” davranışlar sergilenmesine bir de alkış istiyorlar…

  5. bence halk olmasaydı devrimciler gezi eylemlerine katılmayacaktı. küçük bir örnek vereyim.bir mayıs da polis her zamanki gibi halka saldırdıgında tesadüfen yanyana geldigim x grubu militanlarindan polise karsi kullanmak icin y savunma aparatlarindan istedim.o hengamede dahi kendilerinden degilim diye bana hic bir sey vermediler…

  6. gün abi ekmeleddin islamoğlunun cumhurbaşkanlığını destekliyoz mu? bu konuda bir şeyler yazmanı bekliyoruz.

  7. ABF: Ekmeleddin Alevilerin adayı olamaz

    Alevi Bektaşi Federasyonu (ABF), CHP ve MHP’nin Eklemeddin İhsanoğlu’nu çatı adayı olarak göstermesine tepki gösterdi, “Türkiye’nin daha da muhafazakarlaşmasının önünü açacak İslamcı bir aday olan Ekmeleddin İhsanoğlu’nu Alevi toplumunun adayı olamaz” dedi.

    ABF’den Eklemeddin açıklaması
    Haber Fotoları: 1
    Orjinali İndir (Genişlik: 592px, Yükseklik:598px)
    Etkin Haber Ajansı / 18 Haziran 2014 Çarşamba, 12:10

    ANKARA- Alevi Bektaşi Federasyonu (ABF), CHP ve MHP’nin Eklemeddin İhsanoğlu’nu çatı adayı olarak göstermesine tepki gösterdi.

    Konuya ilişkin yapılan açıklamada, “Toplumsal beklentilere yanıt vermeyen, toplumda karşılığı olmayan, Türkiye’nin daha da muhafazakarlaşmasının önünü açacak İslamcı bir aday olan Ekmeleddin İhsanoğlu’nu Alevi toplumunun adayı olamaz” denildi.

    Açıklamada şöyle denildi: “Yanı başımızda Irak’ta, Alevileri katletmek için yemin etmiş IŞİD denilen katiller, Müslümanlık adına başta Aleviler olmak üzere kendinden olmayan tüm insanları katlederken, Türkiye’de ise Cumhurbaşkanlığı seçimleri tartışılıyor.”

    Açıklamada, İhsanoğlu’nun daha önce Alparslan Türkeş’in danışmanlığını yaptığı hatırlatılırken, İslam Konferansı Örgütü’nün Genel Sekreterliği’ni yapan, İslamcı özellikleri önde olan İhsanoğlu’nun CHP tarafından önerilmesinin oldukça düşündürücü olduğu belirtildi.

    ABF, 25 Haziran Çarşamba günü, tüm Alevi kuruluşları ve aydın, sanatçı, akademisyen, siyasetçi ile bir araya gelerek, “Nasıl Bir Cumhurbaşkanı istiyoruz” başlıklı bir toplantı yapacaklarını duyurdu.

  8. http://www.bestanuce1.com/haber/112614/

    abf-ekmeleddin-bizim-adayimiz-olamaz

  9. ‘Emniyete göre, Gezi Parkı şüphelilerinin yüzde 78’i Alevi!’

    facebookPaylaş twitterPaylaş
    Milliyet yazarı Tolga Şardan, güvenlik birimlerinin 28 Mayıs’tan Eylül’ün ilk haftasına kadar olan sürede gerçekleştirilen Gezi Parkı eylemlerinin değerlendirmesini aktardı

    – A +
    TARİH
    25 Kasım 2013 09:35

    inPaylaşın
    1

    Taksim’deki Gezi Parkı’nda başlayan ilk protesto eylemlerinin üzerinden altı aya yakın bir süre geçti. Milliyet yazarı Tolga Şardan, güvenlik birimleri tarafından 28 Mayıs’tan Eylül’ün ilk haftasına kadar olan sürede gerçekleştirilen Gezi Parkı eylemlerinin değerlendirmesini yazdı. Güvenlik birimlerinin gözaltına alınan 5 binden fazla şüpheliden oluşturduğu “örneklem” grubu üzerinde yaptığı “demografik analiz”inde tespit yöntemi belirtilmeden “haklarında adli soruşturma başlatılan Gezi Parkı şüphelilerinin yüzde 78’si Alevi kökenli” olduğu iddia edildi.

    Şardan’ın paylaştığı emniyet verilerine göre, 112 günlük sürede 80 kentte (Bayburt hariç) Gezi Parkı olayları çerçevesinde 5 bin 532 eylem ya da etkinlik gerçekleştirildi. Eylemlere yaklaşık 3 milyon 600 bin kişi katılırken, 5 bin 513 kişi güvenlik kuvvetlerince gözaltına alınarak soruşturma kapsamına alındı. Olaylarla ilgili adli soruşturmalarda 189 kişi tutuklandı, 4 bin 329 kişi yaralandı, 5 kişi yaşamını yitirdi. Emniyet teşkilatı bir polisi şehit verirken, 697 polis yaralandı. Yapılan ayrıntılı araştırmalara göre, Gezi Parkı protesto eylemlerinin yarattığı tahribatın değeri yaklaşık 139 milyon lira.

    Milliyet gazetesi yazarı Tolga Şardan’ın “Gezi’den kalanlar ve farklı bir analiz” başlığıyla yayımlanan (25 Kasım 2013) yazısı şöyle:

    Taksim’deki Gezi Parkı’nda başlayan ilk protesto eylemlerinin üzerinden altı aya yakın bir süre geçti.
    Türkiye, 1 Mayıs’ta Taksim’de yaşanan olayların etkisi daha soğumadan, 28 Mayıs gününden itibaren Gezi Parkı sürecini yaşadı.
    İstanbul ve Ankara’da başlayan protesto eylemleri dalga dalga tüm ülkeye yayıldı.
    Sadece devletin ilgili kurumlarının değil, sokaktaki vatandaşın da hiç beklemediği bir süreçti, bilançosu ağır oldu.
    Gezi Parkı eylemlerinin “artçıları” halen görülüyor.
    Bu dönem, devlette de bir travma yarattı.
    İstihbarat eksikliğinin yanısıra, başta polisin konumu olmak üzere devletin bu işlerle ilgili kurumları tartışmaların odak noktasını oluşturdu.
    Gezi Parkı eylemleriyle ilgili pek çok şey söylendi, süreç sorgulandı, tespitler ve değerlendirmeler yapıldı.
    Yeri geldikçe, yeni değerlendirmeler yapılıyor.

    Farklı analiz

    Buna karşın güvenlik birimlerinin yaptığı “farklı” içerikli bir “Gezi analizi”nin, bu sürece farklı bakılmasını sağlayacağı kanısındayım.
    Güvenlik birimleri, 28 Mayıs’tan Eylül’ün ilk haftasına kadar olan sürede gerçekleştirilen Gezi Parkı eylemlerinin değerlendirmesini ortaya koydu.
    Şöyle ki; geçen 112 günlük sürede 80 kentte (Bayburt hariç) Gezi Parkı olayları çerçevesinde 5 bin 532 eylem ya da etkinlik gerçekleştirildi.

    Eylemlere yaklaşık 3 milyon 600 bin kişi katılırken, 5 bin 513 kişi güvenlik kuvvetlerince gözaltına alınarak soruşturma kapsamına alındı.

    Olaylarla ilgili adli soruşturmalarda 189 kişi tutuklandı, 4 bin 329 kişi yaralandı, 5 kişi yaşamını yitirdi.
    Emniyet teşkilatı bir polisi şehit verirken, 697 polis yaralandı.

    Örneklem çalışması

    Güvenlik birimlerinin, gözaltına alınan 5 binden fazla şüpheliden oluşan bir “örneklem” grubu üzerinde yaptığı “demografik analiz” ise Gezi Parkı olaylarıyla ilgili farklı bir bakış açısına kaynaklık ediyor.
    Haklarında adli soruşturma başlatılan Gezi Parkı şüphelilerinin yüzde 50’si kadın.
    Şüphelilerin yüzde 15’i ilkokul/ortaokul mezunu, yüzde 24’ü lise mezunu, yüzde 36’sı üniversite öğrencisi ve yüzde 25’i üniversite mezunu.

    Devletin resmi kayıtlarına göre, şüphelilerin yüzde 56’sı 18-25 yaş, yüzde 26’sı 26-30 yaş, yüzde 17’si 31-40 yaş, yüzde 1’i 40 ve üzeri yaş grubundan.

    Ayrıca şüphelilerin ekonomik göstergeleri ise şöyle: Yüzde 39’u 0- 499 TL, yüzde 15’i 500-999 TL, yüzde 31’i 1000-1999 TL ve yüzde 20’si 2000 TL üzerinde gelire sahip.

    Yine şüphelilerin yüzde 78’si Alevi kökenli olup bazı sendikalar/ sivil toplum örgütleri, taraftar grupları içinde yer alanlar, ulusalcı, laik kesimler. Yüzde 12’si siyasi partilerle ilişkili, yüzde 6’sı marjinal sol oluşumlar içinde, yüzde 4’ü ise terör örgütleri ve yasal uzantıları içinde yer alıyor.
    Her ne kadar eldeki örneklem grubu bilimsel bir istatistik için yeterli olmasa da fikir ve değerlendirme yapılmasını sağlayabilecek nitelikte.

    Hasar bedeli 139 milyon lira

    Yapılan ayrıntılı araştırmalara göre, Gezi Parkı protesto eylemlerinin yarattığı tahribatın değeri yaklaşık 139 milyon lira.

    Bunun yarısını (74 milyon lira) işyeri zararları oluştuyor. İkinci sırayı 15.5 milyon lirayla polis araçlarındaki hasarlar, üçüncü sırayı ise 10’ar milyon lirayla belediye araçlarının hasarı ve kaldırım tadilatları alıyor. Kamu binaları ve AKP binalarına verilen zarar yaklaşık 2 milyon lirayken, özel araçlarda 6 milyon lira, otobüs durağı zararlarında 4.3 milyon lira, reklam panoları ve trafik levhalarında 4.1 milyon lira ambulanslarda 2.8 milyon liralık maddi hasarlar oluştu.

  10. Cengiz Çandar | Radikal

    ‘Cumhurbaşkanı profili’ açısından İhsanoğlu

    Ekmeleddin İhsanoğlu ismi, AKP çevrelerinde sevinç ve mutluluk yerine, tedirginliğe ve asabiyete yol açtı.
    Sanırım parlamentoda temsil edilen en büyük iki muhalefet partisinin Türkiye’nin ilk ‘cumhurbaşkanı ortak adayı’ hakkında görüş belirten ilk kişi ben oldum.
    Kemal Kılıçdaroğlu-Devlet Bahçeli ortak basın açıklaması yapıldığı sırada CNN Türk ekranında Irak’taki gelişmeler hakkında konuşuyordum.

  11. yazacağım ama daha sonra. O. Gürsel belirtmiş. Böyle bir adayın desteklenmesi söz konusu olamaz.

  12. Gezi bu sisteme halkın başkaldırısıdır.Devletin askeriyle polisiyle yakarım kattlederim mesajıdır.İçimizdeki gezi ruhunu hayatımızın her alanına yaymalıyıız nice geziler hayatımıza ortak olmalı(Hayatmın en önemli aşk evresindeyim nice geziler biizmle olsun)

  13. yalan soyluyorsun zileli staline gol atacagim diye yalan soyluyorsun , gezi yi gun gun saat saat anlatiriz. senin nasil alarga da kaldiginida anlatiriz. etme eyleme…

  14. esmeleddin dürttügolu, yok olmadi tekmeleddin isyanoglu, yok oda olmadi,etmeseydin insanoglu, hebebettin subelettinoglu vs vs:::)keske etmeseydin dutturuoglu, alternatifinizle sizi pakistanlastiriyolar haberiniz varmi, aslinda özgürlükcu sol, efem ulasn…. pakistanlasiyosun salak:)))sindi bi ton salak yazi yazar, ayni soylemi fetih sirasinda ayasofdada yapiyolardi, salak oglu salaklar:))))

  15. bence söyle yapalim, isid , islm kurt devletine apo yu, serbest birakarak ekleyelim, turkiye kurdustaninda plebisit yapalim, sinirlari cekelim, istedekiklerinden daha fazla toprak verelim, dersimi, dersimlilere sormadan tikkocularin yönetimi altinda, diyarbakirdaki apo nun kurt devletine bagliyalim,(ya biz boyle demedikki ama demeden, dersimi apoya bagliyalim sonra seyre bakalim, iltica kabul etmiyelim) cin seddi cekelim biz bati da fasizm altinda yasiyalim, onlar orda ozgurce yasasinlar ama siniri gecmesinler lutfen, bilumumum apo yalakasi da sinirin o tarafina gecsin, biz burda kendi kavgamizizi verelim, birbirimizi oldurelim bir anlami olur,,,gidin lutfen (çıkarıldı. admin) gididiiiiiiin alin apo nuzuda gidin…benim utopyam bu….

  16. kurdistan mutlaka kurulmali baskenti diyarbakir olmali basinda apo olmaqli butun soldaki apo yalakalari oraya gonderilmeli ve araya cin seddi cekilmelidir, bu utopya icin olurum:)))

  17. ahada buraya yaziyorum perincek dönecek hebbettün atirubittin i destekleyecek:)))

  18. devrimci durum tahlilimi demistiniz, siyasal kriz mi demistiniz, objektif sartlarmi demistiniz, devrimci durum ile devrim durumu ayni seyler degildirmi demistiniz, siyasal krizmi demistiniz, mahir cayan ilkel bir teorisyendirmi demistiniz, yangini sondurmeye kalkan soyleminiz le devrimci oldugunuzumu saniyorsunuz, meleklerin cinsiyeti nedir????

  19. kahrolsun tekci hala kemalizmden kurtulamayan, ki kemalizm tum fsizmlerin babasidir, tekci kemalizmden kurtulamayan akp kemalist fasizmi, kahrolsun aydinlanmaci fasizm, imza maoist lomunist parti, ve tkp ml , yasasin cehalettt :)))

  20. HDP fırsatı değerlendirip, GÜLTAN KIŞANAK”I aday gösterse iyi olmaz mı? chpye oy veren alevi, solcu, kürt ve beyaz türk kadınlar için bir çekim gücü yaratması açısından düşünülürse….

  21. Çıkış Yolu, Sağ Kemalist Restorasyon mu?

    Kenan Alpay

    Çankaya savaşı için CHP ve MHP’nin başını çektiği ulusolcu cephenin 2014 model bir Truva Atı olarak sahaya Ekmeleddin İhsanoğlu’nu sürmesi elbette ki siyasal-toplumsal analizler adına pek çok hikmetler taşıyor olmalı. Her ne kadar ‘Çankaya savaşı için’ ifadesini kullanmış olsak da İhsanoğlu’nun profili aslında statükonun toplumsal-siyasal değişim dalgasını engellemek adına hangi türden dalga kıranlar inşa etmeye koyulduğunu göstermektedir.

    Her şeyden önce CHP-MHP gibi laik-Kemalist siyasal merkezlerin ‘çatı aday’a yüklemiş oldukları anlam ve onun üzerinden elde etmeyi umdukları toplumsal destek en temelde resmi ideolojik krizin göstergesidir. Evet, bu aday gösterme süreci ne kadar inkâr edilse de resmi ideolojik krizin öyle kolay kolay üstesinden gelemeyeceği trajikomik bir siyasal iltica hikâyesidir.

    Kültürel Din ve Seküler Yaşam

    CHP ve MHP’nin partiler-üstü bir aday arayışına sürükleyen şey basit bir biçimde her iki partide yaşanan siyaset üretememe veya kifayetsiz liderlik sorunuyla izah edilemeyecek kadar derin ve kronik bir soruna işaret etmektedir. Çünkü bu iki parti de etraflarında toplayı beraber hareket etmeye teşvik ettikleri partiler hatta sendika, oda, baro, stk, akademi vs. en acil sorun olarak mevcut değişim-dönüşüm sürecini durdurmaya endekslenmiş durumda. Bir öneri, teklif veya projeden bahsetmek neredeyse imkânsız. Hemen her siyasal söylem ve duruş ‘no, no, no’dan ibaret.

    Ekmeleddin İhsanoğlu’ndan bir ümit devşirmeye, Başbakan Erdoğan’ın önünü alacak bir ‘lider’ üretmeye çalışmanın bizatihi kendisi iflas bayrağının çekilmesi değil midir? Ancak ulusolcu cephe açısından Ekmeleddin İhsanoğlu’nun çatı aday olarak kamuoyuna lanse edilmesini yine de bir ‘başarı’ olarak görmek mümkündür. En az yıpranmış ve bundan sonra da en az yıpratılabilecek bir aday olduğu hususunda ağırlıklı bir kanaat ouşmuş durumda. Ancak diğer taraftan kamuoyu nezdinde bir o kadar da parlatılmaya, şişirilmeye namüsait bir aday olduğunu da hatırlatmak gerek.

    Hem Kahire’de doğup büyümüş olmasından hem de el Ezher mezunu olmasından ötürü, İRCİCA ve İKÖ deneyimleri de nazara verilerek İslami kültüre vakıf fakat aynı zamanda laik-seküler yaşam tarzını temsil eden, Atatürk’e bağlı bir ‘ortak payda’nın bütün bir toplumu kucaklayacağı umuluyor. Bu haliyle 2000’lerde uluslararası tecrübenin sol-Kemalist temsilcisi olarak siyasete musallat edilen Kemal Derviş’in şimdilerdeki sağ-Kemalist versiyonu gibi duruyor.

    Devlet sınıflarının bütün tedbirlerine rağmen toplumda bir türlü önü alınamayan dindarlık trendine uygun bir aday görülen İhsanoğlu’nun tıpkı Fahri Korutürk ve A. Necdet Sezer gibi ‘sembolik’ Cumhurbaşkanı olması öngörülüyor. Fakat bu sembolik makam siyaseti bloke etmek, toplumsal taleplere karşı resmi ideoloji ve devlet sınıflarını koruyup kollamak üzerine tahkim edilmek isteniyor. Bu sebeple öncekilerin aksine ‘ulusal’ kimliği ile bilinen bir aday yerine ‘uluslararası’ şöhretiyle maruf birinin şemsiyesi altında toplanmakta fayda görüyorlar.

    Arapça bilen, Ezher mezunu ama İslam’la kimi kültürel kodlar ve sanatsal-bilimsel eserlerin muhafazası düzeyinde ilgili birinin dahi seküler-ulusolcu kesimler açısından kabulünün ne kadar sıkıntılı olduğu ortada. Fakat başka çarelerden yoksun oldukları için bürokratik teamüllerin devamı adına bu çileye katlanmak durumundalar. Bu ise topluma laiklik, Atatürkçülük, çağdaşlık, din düşmanlığı dayatarak sonuç almanın imkânsızlığını itiraf etmekten başka bir anlama gelmez.

    Nasıl Bir Ülke ve Toplum Öneriyor?

    Cumhurbaşkanlığı seçim sisteminin doğrudan halkoyuna dayanan bir sisteme dönüşmesiyle birlikte rejim tartışmalarının daha da yoğunlaşması son derece olağandır. Çünkü iki politik aktörün rekabetinden değil artık iki siyasal rejimin rekabetinden bahsetmek mümkün hale gelmiştir. CHP-MHP Cephesi’nin İhsanoğlu’nu öne çıkartarak verdiği mesaj şu şekilde okunabilir: Bu ülkeye-topluma dindar-muhafazakâr bir cumhurbaşkanı azımsa onu da biz getiririz!

    Bu fake muhafazakâr-dindar aday profili CHP ve MHP’nin başını çektiği çevrelerde çok büyük bir heyecan dalgası yaratmış olsa da toplumsal karşılığının ne olacağını ancak 10 Ağustos’ta görmek mümkün olacak. Tabii ki toplum İhsanoğlu’nun kısa özgeçmişine sadece kültür ve sanata yaptığı katkılar, aldığı ödüller veya sessizliği, nezaketi açısından bakmayacak.

    Ülkenin en temel sıkıntılı alanlarına karşı ne yapmış, ümmetin dertlerine karşın neler söylemiş diye bakacak öncelikle. Askeri darbelere, yasaklara, resmi ideolojik dayatmalara karşı hiç sesi çıkmamış bir adama karşı en azından insanlar şüpheyle yaklaşmaz mı? Askeri darbeciler tarafından ezilen Mısır’ı, İsrail işgali altındaki Filistin’i, Esed rejimin kan gölüne çevirdiği Suriye’yi, ABD-İran paslaşmasıyla ezilip çiğnenen Irak’ı uzun yıllar boyunca boş gözlerle seyreden birine kim, neden güvensin ki?

    Sol Kemalist siyasetin tasallutuna boyun eğmemiş bir halkın şimdilerde sağ Kemalist projeye destek olmasını beklemek ulusolcu cephe açısından çok hoş bir rüya olabilir. Ancak toplum bürokratik oligarşiyi sağ-muhafazakâr maskeyle restore etme projesini de sahiplerine iade edecektir. İade işlemi için zaman işlemeye başladı.

  22. gün zileli sen değilmiydin tayyip erdoğanın karşısında stalin dahi olsa ona oy verin çağrısı yapan.ekmeleddin ihsanoğlunu niçin kabul etmiyor ve adayımız değildir diyorsun.bu tayyip olmasında kim olursa olsun politikası başından sakattı ve artık pratik de bunu doğrulamış oldu.sen de bu noktaya geldin.tayyibin alternatifi gene tayyipgillerden olur.tayyip adamı ikö ye atamış,referans olmuş,meli gökçeğin alternatifi de gene melihgillerden mansur yavaş oldu da ne oldu.

  23. karamsar nihilist

    evet gün zileli. yeni yazını merakla bekliyoruz. bakalım nasıl toparlayacaksın bu kez? daha iki ay önce mansur yavaş’a, sarıgül’e, mhp adaylarına oy istiyordun, şimdi ekmeleddin olmaz diyorsun. aman ne olur zorda kaldığında her zaman yaptığın gibi lafı dolandırma, devrimler tarihinden örnekler vererek kendini haklı çıkarmaya çalışma. insanlar senden özeleştiri bekliyorlar. gün zileliler de hata yaparlar. tatava yapma bas geççiliğin hatalı olduğunu kabul et artık.

  24. gün kabul etmez,boşuna uğraşıyorsunuz.yazdığı yazılardan bir şey öğrenilmiyor,yeni bir bilgi yok,yeni bir bakış açısı yok,yeni bir tartışma yok,eski tartışmaları farklı bir düzlemde ele almak yok,gaza gelip yazıyor sanki sonrada savrulup gidiyor.70 lerde takılıp kalmış gibi,tayibin karşısında azrail olsa destekleyin diyordu,tek boyutlu bakış açısıyla bakıyor,buraya kadar bu bakış iflas etti.sitem analizinden çok tayyip gitsinde ne olursa olsuncu o yüzden tatava yapma bas geçi destekledi.anlamadığı nokta tayyibin açık bir politik hedef olduğu karşısındakilerin görece anonim olduğu.ayrıca bu anonimlik özgürlük insan hakları gibi değerleri daha kolay manüple edebileceği ve insanlara bir 10 yıl daha zaman kaybettireceğidir.tayyip iise deşifre olmuş vaziyette roboski,alevilere karşı tutumu,geziye bakışı,radikal islamcı canileri desteklemesi …vs. ayyuka çıkmış vaziyette.tayyip artık bir puttur devrilmeyi bekliyor,karşısındaki güçler ise anonimdir,somutluğu dolayımla ancak ortaya konabilir ve kitleler pratik ve somut düşünür dolayımlanmış analizler onların konforuna zor gelir.

  25. Balyoz kararı: devlet aygıtının onarımına devam!

    Necdet Özel, doğru yöne eğilmiş, Gezi tehdidine karşı düzenlenen tatbikatı izliyor!

    “Açıl susam açıl!” Eskilerin “hikmet-i devlet” yani devlet aklı böyle dedi. Kapılar açıldı ve 230 asker daha Silivri’den tahliye oldu. Ayrıca davalarının yeniden görülmesi de karar altına alındı. Yıllarca Ergenekon ile birlikte Türkiye’nin siyasi gündeminin merkezine yerleşen “Balyoz” un ufak oldu!

    Bütün bunlar Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) hakların ihlaline ilişkin bireysel başvurular karşısında 17 üyenin oybirliği ile aldığı bir karar sayesinde oldu. 17 üyenin oybirliği! Hiçbir muhalefet yok! Peki, AYM mekanizması neden şimdi devreye girdi? AYM’ye hakların ihlaline ilişkin bireysel başvuru mekanizması 2010’dan beri var. Balyoz davasının dijital delillerinin üzerinde oynanmış olduğu meselesi yıllardır tartışılıyor. Sanıkların komutanların tanık olarak dinlenmesi talebinin reddedilmesinin savunma hakkının ihlali olduğu yıllardır konuşuluyor. Neden şimdi? Neden oybirliği ile? Başka türlü soralım: madem bu kadar oybirliği ile karar alınmasını gerektiren bir durum var, neden bu kadar gecikti bu karar? Neden haklar yıllarca ihlal edildi?

    Çünkü 17 Aralık’tan sonra AKP Ergenekon’la, derin devletle, ordu ile ittifak kurdu da ondan. AKP generallere tahliye vaat etti, onlar da onu düşürmekten kaçınacaklarını. Ergenekon sanıklarından sonra Balyoz sanıklarının da salıverilmesi işte bu ittifakın ürünü. “Açıl susam açıl!” bunun için dendi. Hukuk hak getire!

    Erdoğan için bu makul görünüyor. Denize düşen yılana sarılır. Sol anlamamakta ısrar ediyor, ama Erdoğan 17 Aralık’tan sonra denize düşmüştü. Kanıtı da yıllardır ölümüne mücadele ettiği yılana sarılmasıdır! Peki, generaller? Onlar ve onların baş destekçisi ulusalcılar neden Erdoğan’ın düşmesine izin vermedi? Generallerin serbest bırakılması için pazarlık ettiği az çok belli olan Mustafa Koç neden Erdoğan’ın düşmesine izin vermedi? Ne de olsa, Erdoğan düşünce ölümüne mücadele ettiği siyasi hasımları olan generaller zaten serbest kalırdı yüksek ihtimalle.

    Çünkü halktan korktular. Erdoğan’ın düşmesinin, Gezi sonrası halk isyanını yaşamış bir Türkiye’de devasa kitle seferberliklerine yol açabileceğini biliyorlardı. Korktular. Korktular çünkü ordunun hem itibarı, hem de kadroları yıllardır tahrip edilmişti. Buna 17 Aralık’tan sonra polisin ve yargının, cemaat mensuplarının etkisizleştirilmesi çabası içinde tahrip edilmesi eklendi. Devletin bir halk seferberliğinde en önemli organları olan baskı güçleri yerle yeksan idi. Baskı mekanizmasının tahkimi gerekiyordu. Devlet aygıtının onarımı gerekiyordu. Balyoz ile bir ilk aşaması tamamlanan budur. Orduya itibarı iade edilmiştir. Hikmet-i devlet böyle demiştir.

    Bize inanmıyorsanız Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel’e, Tayyip Erdoğan’ın adamına kulak verin. Mayıs sonunda, yani yaklaşık bir 20 gün önce, yapılan ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin “en kapsamlı tatbikatı” olarak sunulan Efes 2014 vesilesiyle Özel günün mana ve ehemmiyetine uygun konuştu:

    “…yaşadığımız çağda ülkeler askeri yaptırımlardan çok politik ve ekonomik yaptırımların tehdidi altında bulunmakta. Sosyal medya ve enformasyonla şekillenen renkli değişim ve mevsim devrimlerine maruz bırakılmaktadır. Ekonomik manipülasyonlar, ülke için dini etnik istismar en önemli tehditi oluşturmaktadır. Bugün ülkeler askeri tehditle değil, güvenliğe doğrudan etkisi olan ekonomik sosyal tehditle karşı karşı karşıyadır.”

    TSK için tehdit, mesela IŞİD değil. TSK için tehdit, “renkli değişim ve mevsim devrimleri”. İlki Ukrayna tipi gibi şeyler, ikincisi onunla özdeşleştirilen “Arap baharı” olarak anılan devrimler! Türkiye’de buna benzer ne oldu, ne olabilir? Buna herhalde her çocuk cevap verebilir: Gezi ile başlayan halk isyanı! Yani Türk Silahlı Kuvvetleri, günümüzde ana tehdit olarak geçtiğimiz yaz yaşadığımız isyanı görmektedir! 20 gün önce resmi tavrı böyle açıklanıyor, 20 gün sonra Balyoz sanıkları çıkıyor! Rastlantıdır herhalde!

    Tehdit aynı zamanda “ekonomik manipülsayonlar”. Yani “faiz lobisi”! Tehdit, “ülke içi dini etnik istismar”. Yani Alevilerin ve Kürtlerin hakları için verilen mücadeleler. Genelkurmay Başkanı silsilei meratip içinde düşünüyor!

    Ne yargı sistemi imiş! Tam Balyoz sanıklarının salıverileceği gün 12 Eylül cuntasının hayattaki iki üyesini müebbet hapse mahkûm ediyor! Ne kadar ucuz bir gösteri! Şimdi Yargıtay usulden bozar, sonra mahkeme ısrar eder, sonra yine Yargıtay, sonra yine mahkeme, sonra Yargıtay Genel Kurulu. Adamlar 90’larında! Cezalarını hapiste değil de hastanede geçirmeleri gerektiği bile söyleniyor. Bu gidişle mezarda geçirirler! Yine de bu ucuz gösteri, burjuva hukukunun sınırları içinde bile 12 Eylül rejiminin gayri meşru ve gayri hukuki olduğunu tescil etmiş oldu. Bunu hatırlatacağız!

    Bir de aynı yargı sistemi, tam “Mustafa Kemal’in askerleri” Aslanlı Yol’da yürürlerken bir karar daha çıkardı: Roboski katliamına ilişkin savcı kararına yapılan itirazı mahkeme reddetti! Eh, normal. Ergenekon ve Balyoz sanıkları arasında o kadar çok Roboski tipi katliama imza atmış olanlar var ki! Bombalama emrini veren ve “kaçınılmaz hata”yı yapan da, Necdet Özel’den başkası değil.

    Berkin Elvan’ı ve Kürtleri Berkin’i İbrahim Aras’ı öldürmekte ısrarlı bir devlet Roboski’yi mi yargılayacak!

    http://gercekgazetesi.net/karsi-manset/balyoz-karari-devlet-aygitinin-onarimina-devam