Çözüm: Özgürlük ve Özsavunma

 

Hepimizi yaralayan, toplumu derinden sarsan Özgecan cinayetinin ardından çeşitli kampanyalar açılmaya, hükümet sözcüleri (ilk andaki sessizliklerini bozarak) açıklamalar yapmaya başladı. Bu kampanyalardan bazıları son derece irkiltici. Change.org’da açılan ve “idam cezasının geri getirilmesini” isteyen “pislikleri temizleme” kampanyasına üstelik benim de imzam karışmış. Bir arkadaşın uyarısıyla kendi facebook sayfamda bu kampanyaya “katıldığımı” öğrendiğimde şok oldum. Hemen bir açıklamayla düzeltmeye çalıştım ve bu korkunç kampanyayı facebook sayfamdan kaldırdım.

“İdam” çığlıkları devam ederken, eski Aile Bakanı Fatma Şahin de, “hadımlaştırma”nın yasalaştırılması önerisini tekrarlamış.

Bir yanda kadın cinayetlerine ve tecavüzlere karşı ayağa kalkan kadınlar ve tüm toplum, bir yandan da bu olaydan muhafazakâr projeleri ve baskıcı bir rejim yaratmak için nemalanmaya çalışan muhafazakârlar ve hükümet erbabı.

Şunu net bir şekilde belirtmek gerekir: Yaşanan kadın cinayetlerinin ve tecavüzlerin tek müsebbibi, özgürlükleri boğan, kadınları baskı altına alan muhafazakâr ve baskıcı toplumsal proje ve bizzat AKP rejiminin kendisidir.

Bir yandan kadınları kapanmaya zorlayacaksınız; kapanmayı reddeden kadınları, iyice muhafazakârlaştırdığınız maço erkek kültürüne alttan alta “tahrik unsuru” olarak takdim edeceksiniz; toplumdaki kadın-erkek ayrışmasını ilkokullara kadar indirip karma eğitimi ortadan kaldırmaya çalışacaksınız; “kızlı-erkekli evler”i bir yasaklama ve ayıplama konusu haline getirip kadınla erkeği birbirinden kopararak cinsler arasındaki yabancılaşmayı alabildiğine körükleyeceksiniz; kadınları köle haline getiren kapalı aile hayatını yaygınlaştırmaya çalışacak, kadınları çocuk doğurma makinesi gibi takdim edeceksiniz; kadını erkeğe itaate, erkeği kadını baskı altına almaya teşvik eden muhafazakâr kültürü toplumun bütün hücrelerinde pompalayacaksınız; sonuç olarak, toplumsal özgürlüğü boğacak, toplumsal köleliği teşvik edeceksiniz vb. vb., sonra da kalkıp kadın cinayetlerini kınarmış gibi yapacak, bununla da kalmayıp “hadım etme” gibi ortaçağdan kalma (Hitler faşizminde de uygulanmıştı bu) cezaları empoze edecek, hatta durumdan, idam cezasının geri getirilmesi için yararlanmaya kalkacaksınız.

Bu konuda daha önce yazdığım için (http://www.gunzileli.com/2013/02/05/kadin-cinayetlerine-dur-diyebilmek%E2%80%A6/) lafı uzatmak istemiyorum. Kadın cinayetlerini ve tecavüzleri önlemenin yolu;

Birincisi, ataerkil ve muhafazakâr kültürle sonuna kadar ve kararlılıkla mücadele etmektir;

İkincisi, başta kadınların özgürlüğü olmak üzere, toplumsal özgürlüğü sınırsızca geliştirmektir;

Üçüncüsü, kadınların özsavunmasını fiilen yürürlüğe sokmaktır. Bence kadın örgütlerinin bugünkü en önemli ve başta gelen talepleri, kadınlara silah taşıma özgürlüğünün tanınmasıdır. Yanında bir silah olsaydı (böyle durumlarda biber gazı falan son derece yetersizdir), kendini sonuna kadar savunabilen Özgecan, büyük bir ihtimalle saldırganı savuşturabilecekti. Ayrıca şunu da belirteyim ki, “kadınlara silah taşıma hakkı” yasal hale gelmeden de kadınlar bunu defacto gerçekleştirmeli, hepsi birer silah edinmeli ve yanlarında taşımalıdırlar. Şu anın pratik çözümü budur.

Çözüm: Özgürlük ve özsavunma.

 

Gün Zileli

16 Şubat 2015

www.gunzileli.com

gunzileli@hotmail.com

Olmazsa silahlanacağız

 

 

 

Hakkında Gün Zileli

Okunası

Bingöl Erdumlu’nun Altıncı Süit’i

Can Şafak, ALTINCI SÜİT Bingöl Erdumlu Kitabı, Ekin Kitap, 2023 Çeşitli yayınevleri tarafından, uzun süre …

63 Yorumlar

  1. Gun,
    Silah tasima onerini epiy duygusal buldum. Zira, riski cok buyuk bir yontemdir bu. Hele hele silah karsi tarafin, dusmanin, eline gecerse, cinayet kacinilmaz olur gibi gorunuyor.
    Bu kadar buyuk bir riski olan cozumu onermek bana makul gelmiyor.

  2. Can, öyle de ölüyorsun böyle de ölüyorsun. Silah sana büyük bir savunma ve saldırıyı savuşturma olanağı tanıyor. Özgecan’ı düşün. Arka tarafta oturuyor. Sadece biber gazı varmış yanında. Silah olsaydı kurtulmuştu. adam silahı görünce pısacak ve o ne derse onu yapacaktı. Üstüne atılmaya falan kalktığı anda da mermiyi yiyeceekti. Bırakalım artık şu sinameki pasifist tavırları. Bugün silahlı özsavunmadan başka hiçbir çare gözükmüyor. Kaç kadın kocasıyla görüşmeye gittiğinde öldürüldü biliyor musun? Yanlarında silah olsaydı, saldırgan üzerine geldiği an çeker kendini savunurdu.

  3. Benzeri öneriyi dile getiren İslamcılara yakın diye bildiğim bir dernek var: Şefkat-Der. Kadınlara silah eğitimi vermeye başlamışlar bile. http://www.haberturk.com/gundem/haber/1043559-sefkat-der-kadinlara-silah-egitimi-verecek

  4. Pasifist olarak yargılanmak istemem zira bu önerimin böyle bir niyeti yoktu. Sadece riski çok daha büyük demek istedim.

    Dahası, belki afaki ama, kadınlar silahlanmaya başlarsa kadın katili potansiyeli olan adamlar boş mu duracak sanıyorsun?

  5. Aferim Şefkat-Der’e.

  6. boş durmasınlar, ne yapalım. Saldırı altında olan bıçağa boynunu uzatmaz. Karşı taraf silahlanır diye duruma boyun eğmez.

  7. muhakkak, boyun egmez, ama sonucta kendi kuyusunu kazacak bi yonteme de aceleyle heves etmez.
    taraflar silahlanma yarisina girsin, gibi anlasiliyor yazdiklarin bence. neyse, uzatilacak bi sey yok..

  8. Öyle sanıyorum ki,idamın önünü açarak ve daha başka alanlarda da genişleterek işlerine yarayacak yeni savunma ve tehtit makanizması oluşturmaya çalışıyorlar.Toplumsal çürümenin sebebi kendileri oldukları halde,çürümenin getirdiği sonuçlar üzerinden faşizan ve insani olmayan işkence önerilerini pompalayarak infial yaratmak bu topluma yapılabilecek en büyük kötülüktür.Akıl,bilim,kültür ve hümanist değerlerini yitirmiş ,insani özellikleri erozyona uğramış toplumlar da sorunların çözümü ;SATIR ve NEŞTER değil,EMPATİ ve SEVGİdir.Tabi ki suçun da cezasız kalmaması adaletin yerini bulması da önemlidir…

  9. Silahlanma temel olarak pembe otobüs veya kapanma ile aynı sonucu doğurur: pembe otobüse binmeyen kadın kaşınır, kapanmayan kadın kaşınır, silahlanmayan kadın kaşınır. İstediğimiz gerçekten bu mu?

  10. Tabii ki bu değil ama bu sonuca siz varmışsınız, ben değil. Pembe otobüsle veya kapanmayla bu önerinin hiçbir ilgisi yok, tersine zıtlığı var. İlk iki öneri kadını pasif savunmaya alıyor ve saldırgan kültürün karşısında daha da boyun eğmeye zorluyor. Benim önerim ise, saldırgan muhafazakâr kültürün karşısında kadını aktif özsavunmaya sevk ediyor. Kadın her yere girebilir, her yere gidebilir. Üstüne gelen olursa da cevabını alır. Kısacası, mantığı ters kurmuşsunuz.

  11. gokhancompanero

    Kadınlara uygulanan şiddetin altında yatan unsurları ve sebepleri gayet güzel açıklamışsınız, evrensel sol değerlere sahip hiçkimse bu sebeplerden başka birşey düşünemez zaten ve bunun sağcı/muhafazakar toplum ve eğitim sisteminin sonucu olduğuna kanaat getirir.
    Kadınlara bireysel silahlanma hakkı tanınması ilk etapta olay henüz çok sıcakken duygusal kararlarımızın yoğun olarak etkili olabileceği böyle bir dönemde kulağa hoş gelebilir lakin bunu salim kafayla düşündüğümüzde bu yöntemin kendisinin ileride yine kadınları hedef almayacağının garantisi yoktur.
    Diğer bir endişem ise bunu suistimal edecek insanların çıkabilmesi (bence %100 çıkar), bunu kötü niyetle kullanan birinin kurbanı olabilecek başka birinin hesabını kimse veremez, böyle masum 1 kişi bile ölse bu iş rayından çıkar, bu sefer insanlar bunu kendi emelleri doğrultusunda kullanır. Bunu yasal altyapının oluşturulması halinde doğabilecek riskler içinde görüyorum.
    Yasal altyapı oluşturulmadan kullanılması ise zaten çok daha sağlıksız. Bu devlet sapık tecavüzcüye vermeyeceği cezayı gider kendini meşru müdafaa yoluyla savunan kadına verir, örnekleri yok mu, çok var.

    Yani bilmiyorum, bana problemli geliyor bu yöntem şahsen.

    13 yaşındaki kıza bizzat devlet görevlilerin tecavüzü sonrası hakiminin “kızın da rıza var” diye hüküm veren bu devletten zaten bir beklentim yok, hakkatten köşeye sıkışmışlık duygusunu bu kadar yaşayamazdık. Erkek olmaktan utanır hale getirdi bizleri şeref yoksunları…!

  12. çekincelerine verebileceğim tek cevap şudur: Mezara girmek yerine hapse girmeyi göze almak gerekir. Kısacası, başka bir yol görünmüyor. Ayrıca bunun meşruluğu tartışma götürmez. devlet böyle bir silahlanma karyısında hiçbir şey yapamaz. Tecavüzcüler ve katiller de ayaklarını denk almak zorunda kalırlar. Bunun müthieş bir caydırıcılığı olacaktır. Silah taşımayan bir kadın bile bu sayede korunabilecektir. Katil ya da tacizci, “bunda da silah olabilir” diye ayağını denk alacaktır. Bütün kadınlar silahlansın.

  13. gokhancompanero

    Caydırıcı olacağından şüphem yok, o konuda katılıyorum size.
    Lakin 20 yaşındaki gencecik bir kadın bir öküz yüzünden hayatının bundan sonrasını neden hapishanede geçirmek zorunda kalsın? Evet diğer türlü de mezara da girebilir haklısınız ama meşru müdafaanın bir geçerliliği yok bu ülkede ve çok eminim ki devlet kadınların silahlanmasından sonra ibret-i alem olsun diye kadınlara bir tecavüzcüye asla veremeyeceğini en ağırırından müebbeti gözünü kırpmadan verir. Burda yine kadını mağdur eden bir uygulama vuku bulur, itirazım bu noktaya, çok hassas bir konu olduğu için aklımdakileri doğru aktarabilmek, yanlış anlaşılmamak adına kelimeleri seçerek yazıyorum. yoksa geberen caninin canı cehenneme, umrum olmaz.
    Başka bir çekincem ise her kadına silah temin edilmesiyle toplumdaki silahlanmanın bir anda ayyuka çıkması ve en basit olaylarda bile silahın kolay ulaşılabilirliği yüzünden istenmeyen türden vakaların artışı.
    Caydırıcılığına %100 katılıyorum ama işte bunlar da ucu açık soru işaretlerim.

  14. Devlet dediğiniz şey de sonuçta toplumun baskısına tabidir belli ölçülerde. Şu anda öyle bir ortam var ki, kadınlar açıktan silahlansalar devlet bir şey diyemeyecek durumda. Meşruluk yasaların önünde gelir. Bunun toplumda bir meşruluğu varsa devlet bir şey yapamaz. Ben tersine, böyle bir olay meydana gelse kadının meşru müdafaadan beraat alacağı kanısındayım. Toplumdaki silahlanma zaten az buz boyutlarda değil. Şu anda en savunmasız ve silahsız olan kadınlar. Neden kasabın bıçağına boyufnlmarını uzatsınlar ki. Şiddet varsa ona karşı özsavunma da vardır.

  15. Bunu tamamen önlemenin maalesef bir yolu yok gibi görünüyor. Bütün bu şiddetin, tecavüzün, acının, kötülüklerin nihai nedeni hayatın cinsellikle oluşması. Bu durum bazı erkekler için de acıya, nefrete, ölüme neden oluyor. Hepsi öyle değil ama bazı yalnız, bakir erkekler hiç sevilmedikleri için hayata katlanamıyor. Bazıları intihar edebilir ve intikam için öldürebilir geçen yıl Santa Barbara katliamında olduğu gibi.

  16. Kısa vadeli bir çözüm olarak mümkün. Toplumsal eğitim, çocuk sömürüsü, şiddetini önlemek, gelir uçurumu ve adaletsizlik ortamında yetişmenin getirdiği insani değerler kaybı.
    Uzun vadeli çözümler; bugün başlasan 50 yıl sürer. Silah taşımak bu vahşi erkek hayvanlar ülkesinde mantıklı bence. Özgecan yerine bu kuduz yaratık geberse daha iyi değil miydi?
    ***
    İkincisi vahşice, canavarca cinayetlerde öncelikle ebeveynlerde “sorgu-sualden” geçirilmeli. Hatta teşhir edilmeli; aşağılanmalı. Vahşi, saldırgan bir köpeğin sahipleri, köpeğin zarar verdiği insan ya da hayvanlar için nasıl sorumlu tutuluyorsa, bu aileler de ortaya konulmalı; öğrenmeliyiz; bu korkunç canavar nasıl yapılmış?

  17. İdam cezasına gelince…
    *
    İlk anda insan bu cezayı, acımasız katillere karşı duyduğu tiksinti dolu nefretle onaylamak isteyebilir. Ama sorun şu; bu tür cezalar, benzer canavarlıkları da önler mi?
    İnsanlık deneyimi göstermiş. Önlemiyor!
    Bu canavarlar, toplumsal, cinsel, egosal hırsla, tam o anda, yapacağı işin sonuçlarını, verilecek cezanın büyüklüğünü düşünmeden bilinen vahşi eylemlerini gerçekleştiriyor. İdam gibi, salt intikam alma içerikli cezalar, insanın, masum bebeklik halinden, onu canavarlaşmaya sürükleyen süreçleri görmemize engel oluyor. İdam cezası, infazı ile hıncımızı alıyor, biz de o katil gibi cinayetimizi işliyor, bebekliğinden beri umursamadığımız, umursamadığımız için de “kurban” olmuş bir insanın kanını daha akıtıyor, öfkemizi dindiriyor, rahatlıyoruz; öç alınmış, ceza verilmiştir!

    Cezaların artırılma gereksinmesi ve idam etmek, bir insanın canavar olmasına yol açan süreçlerde payı olan egemen siyaset ve siyasilerin; aile ve toplumun, kendine de yöneltmesi gereken nefreti, tümüyle o “canavara” yöneltmesinin karşılığıdır. “Ateşin düştüğü yerde” uyanan hınç ve intikam duygusu anlaşılabilir ve haklı görülebilir; ama suç çoğu kez “bireysel” değil, toplumsal ise, idam cezası soğukkanlı bir toplumsal akla, adalete ait olmayacaktır.

  18. Silah tasimak savas hali gibi durumda cözümdür ama Tektük vakalar icin toplumsal silahlanmaga gecmek erkendir..

    Aslinda böyle durumlarda handyle acil bir yere alarm yollamak ve yertespitinde bulundurrmak gibi bir servis yapilabilir.

    Buda caydiricilik icinde önemlidir..

  19. “Şunu net bir şekilde belirtmek gerekir: Yaşanan kadın cinayetlerinin ve tecavüzlerin tek müsebbibi, özgürlükleri boğan, kadınları baskı altına alan muhafazakâr ve baskıcı toplumsal proje ve bizzat AKP rejiminin kendisidir.”

    AKP sorunu 1’den alıp 10 yapmıştır yani güçlü bir çarpan etkisi yapmıştır ama tek sorumlusu değildir. Cinsiyetçi toplumun kendisi, yani erkek-egemenlik, erkek sosyalizasyonu problemin kaynağı.

    Tecavüze karşı silahlanmak oldukça etkili olur. Taciz-tecavüzcü her zaman zayıf gördüğü hedefe saldırır, bazen sert bir sözlü tepki karşısında bile afallayıp geri çekilir. Silah tehdidine rağmen saldırıya devam eden ve cürumu tamamlayan çok ender olacaktır.

    İdam, hadım, hapiste şişleme vb.’den bahsedenler, gerici oportünistlere ek olarak kendi kirli vicdanlarını öfke ayin ile temizleme yarışındaki mastürbasyoncu erkeklerdir.

    Bir de Akit, Vahdet, Yeni Şafak gibi pislik çukurlarında yok bireysellik yok cinselliğin özendirilmesi yok diziler vb. ile insanların “azdığını”, ahlakın kalmadığı gibi şeylerden bahsedenler esasen suçu kadınlara yüklemeye çalışmaktadır.

    Suç işlendikten sonra sert ve caydırıcı cezalar ancak kısıtlı bir etki yapacaktır. Yüzlerce araştırma gösteriyor ki büyük suçları işleyenler neredeyse hiç bir zaman daha sonra başına ne gelecek hesabını yapmıyor, ya hiç bir şey düşünmüyor ya da yakalanmayacağını düşünüyor.

    Herhangi bir feminist yayın, dergi veya sitede problemin tarif ve olası çözümlerine dair dolu içerik bulabilirsiniz. Bilinmeyen bir şey yok, uygulanması gerekenler var.

    Fakat bu son tecavüz ve cinayetten sonraki ayaklanma, herşeye rağmen gerçekten umut verici.

  20. @9 Anonim

    “Bütün bu şiddetin, tecavüzün, acının, kötülüklerin nihai nedeni hayatın cinsellikle oluşması.”

    İnsanın tür-özelliği, derinlerindeki evrimsel hayvansal dürtü ve içgüdülere göre değil, yine aynı evrimin bahşettiği daha üst belirleyici olan aklı ve toplumsallaşmasına göre hareket edebilmesidir. Dolayısıyla insanın hayvani doğası, yani hayvanlarda da görülen tecavüzcünün genlerini aktarmasına dayalı evrimde korunan dürtü, problemin açıklaması olamaz, ancak üçüncül bir faktör olabilir.

    Santa Barbara katliamını yapan psikolojisi bozuk çocuğun geride bıraktığı günlüğü okumuştum. Genç yaşta bekaretini kaybedememekle kafayı bozmuş durumdaydı ama buram buram bunu bu kadar statü meselesi yapan, kendisi gibilere ezik damgası vuran ABD gençlik kültürünün etkisi altında cozuttuğu anlaşılıyordu. Sürekli pahalı kıyafetler alırsa, zengin evlerde oturursa sorununun çözüleceği gibi düşünceler içinde debeleniyordu. Hiç bir muhalif, eleştirel politik hatta altkültürel alternatif ile temas bile edememesinin bu “ezikliği” kabul etmesine yol açtığı anlaşılıyordu günlükten. Olay tamamen kültüreldi yani.

  21. Böylesi canavarlığa dün Şengal de rastlanabilirken bugün Kobané’de neden rastlanma ihtimali sıfıra yakındır?

    iki noktadan hareketle söylüyorum?

    kısa vadede silah bir çözüm olabilmekte midir?….bir

    ikinci olarak mülkiyetli ve devletli sistemde bunun kesin çözümü mümkün müdür?

  22. Merhabalar,

    Sizi ve yazılarınızı okuyan arkadaşları “Kadınların Mücadelesine Destek ve Gerekli Bir Özeleştiri” başlığıyla, erkeklerin imzasına açtığımız kampanyadan haberdar etmek istedim.

    Metni burada bulabilir, dilerseniz imzalayabilir ve kampanyanın duyurulmasına yardımcı olabilirsiniz:
    https://www.change.org/p/t%C3%BCm-kamuoyu-kad%C4%B1nlar%C4%B1n-m%C3%BCcadelesine-destek-ve-gerekli-bir-%C3%B6zele%C5%9Ftiri

  23. Bir cinayet daha

    Murat Belge

    Gene bir iğrenç cinayet olayı gündemin başına tırmanıp oturdu. Bir kadının, birkaç kadının öldürüldüğü cinayet olmadan gün geçmiyor memlekette. Ama bazı koşullar bir araya geliyor, bunlardan biri özellikle çarpıcı bir mahiyet ediniyor ve öne çıkıyor. Şimdi, Mersin’deki bir cinayette de böyle oldu ve Özgecan Aslan’ın öldürülmesi bütün ülkeyi şiddetle sarstı. Cinayetin ve sonrasının mide bulandırıcı ayrıntılarının da bunda payı var elbette.

    Türkiye’yi en iyi özetleyen kelime herhalde “gecikmişlik”. Birbiriyle yarışan, dövüşen, ama “demokrasi” dendiğinde aynı baskıcı anlayışı paylaşan çeşitli ideolojiler kolundan, bacağından yakalamış bu toplumu, “Şöyle olacaksın, böyle olacaksın,” diye biçim vermeye çalışıyor. Onun için de toplum kendi organik değişim ya da gelişme sürecini yaşayamıyor.

    Kadın- erkek eşitliği her toplumda en önemli sorundur. Burada da öyle ve bu “gecikmişlik” burada da etkili. Gecikmeli başlayan, kadınların eşitlik atılımı, olağanüstü bir “erkek” direnişiyle karşılaşıyor. Bir kısım erkeklerin bu talebe cevabı öldürmek.

    Her gün medyaya birkaçı yansıyan bu şiddet olaylarında, cinayete yol açan kavgalarda, “eşitlik” gibi soyut kavramların telaffuz edildiğini bile sanmıyorum. Sözgelişi kadın “Boşanalım,” diyor; “Seninle olamayacağım, ayrılalım,” diyor. Adam öldürüyor. Ama tabii ki bütün bu olayların temelinde toplumun bu alandaki korkunç “terbiyesi” yatıyor. Geldiğimiz aşamada bundan sonra, bu “cendere”ler kadınlar için gün geçtikçe daha da dayanılmaz olacak. Ne olacak onlar direndikçe? Adamlar da öldürmeye devam mı edecek?

    Bugünlerde bir tip İslâmî şiddet ve buna karşı sergilenen bir tip İslâmî tepkiden söz ediyorum. Pilotu diri diri yakanlar ve buna karşılık, böylelerinin kollarının, bacaklarının kesilmesini önerenler… Şimdi, bu yeni cinayet olayı da burada benzer tepkilere yol açtı, daha da açacaktır. Biri kalkıyor, “Bunları yapanlar hadım edilsin,” diyor; çoğu kalkıyor, “İdam geri gelsin,” diyor.

    Şiddeti, vahşeti, şiddet ve vahşet uygulayarak yok edemezsiniz; ancak beslersiniz. İdam eden bir devlet, bu davranışıyla, “Bazı eylemlerin, durumların gerektirdiği çözüm öldürmektir” demiş oluyor. Öldürmek gibi eylemin şöyle ya da böyle bir meşruiyeti varsa, vatandaş X de kendi öldürmesinin mazeretini yaratır.

    Cinsel suç işleyeni hadım edeceğiz. Niçin? İbret olsun diye. O halde bunu halka açık şekilde icra edelim, daha çok ibret olur. Adamı yatırıp, hazirûn önünde, bağırta çağırta buralım. Ölürse de ölsün.

    “Bak, bir daha yapan çıkar mı?” Tipik, klişe cümle… “Sallandıracaksın yüzünü, iki yüzünü…” Var ya!

    Amerika’da Texas idamdan vazgeçmeyen devletlerden. Sonuçta en çok idam Texas’ta uygulanıyor! Bu nasıl şey? İbret oluyorsa, niçin en çok idamlık suç Texas’ta işleniyor?

    Bu son pis tecavüz girişimi ve cinayet, bütün toplumla birlikte, Beren Saat’in de sabrını taşırmış. Ama o, bunun yarattığı kötü duyguyu başka bir biçimde dile getirmiş. Çocukluk yaşlarından başlayarak, erkeklerden gördüğü saldırgan, tiksindirici tacizleri şöyle bir sıralamış. “Yetti artık” diyor.

    Bütün kadınlar benzer olayları anlatmaya başlasa nasıl bir koro oluşur? Kaç zaman sürer anlatması?

    Bunların hepsini yapan birileri var. Ne yapacağız onları?

    Hepsini hadım mı edelim, hepsini idam mı edelim?

    Ya bunlardan bazıları her nasılsa mahkemeye filan çıkmışsa, “erkektir, yapar” deyip neredeyse sırtlarını sıvazlayan yargıçları ne yapalım?

    Yoksa böyle saçma düşünceleri bir yana bırakıp “Bizim toplumdaki bu hastalıklı cinsel ideolojinin, davranış kalıplarının temeli nedir? Bu hastalıklı zihinler nasıl tedavi edilir? Ne yapmalıyız?” diye kafa yormaya mı başlayalım.

    Ahmet Ayşe’yi öldürmüş. Ahmet’i as, dava bitti. Bitmiyor işte. Biz Ahmet’i asarken ötekiler, adını sanını bilmediklerimiz, biri laf atıyor, öbürü el atıyor, daha öbürü de kezzap atıyor…

    Hükümet konumunda da, henüz, erkeklerle kadınların eşit olduğunu tam olarak kabul edememiş bir ideolojinin mensupları var. “Kadınlar yüksek sesle gülmemeli” diyen zihniyet.

    http://www.taraf.com.tr/yazarlar/bir-cinayet-daha/

  24. RP’li kadınların (bir bilim kurulunun araştırmalarına gö­re, gazeteler aralık 14-17) yüzde seksenden yukarısı “ka­dının görevi çocuk yetiştirmektir” demiş, erkeğin kadı­nı dövebileceğini savunmuş. Peki, doğurmak, yavru büyütmek, geliştirmek doğada yalnız kadının işi mi? Doğada yav­rusunu doğurur doğurmaz kaldırıp atan, bakmayan, kollamayan, onunla ilgilenmeyen kaç yaratık türü vardır? Ana olmanın, doğal bir anlamı da yavrusunu, belli bir sü­re bakmak, yetiştirmek, kollamak değil midir? Bir kedi, bir köpek, bir çakal, bir tilki, bir kurt, bir domuz, bir ge­yik, bir arslan doğurduğu yavruya bir süre bakmaz mı? Doğuruculuk toplumun değil doğanın verdiği bir yeti, bir görevdir, doğum gücünün kaynağı toplum, yönetim de­ğildir. Kadını, yalnız doğurup çocuk bakmakla görevli sayarsak, öteki dişi yaratıklar ötesinde, bir insan olarak, değeri, ayrıcalığı kalır mı? İşte 12 Eylül yönetiminin ge­liştirdiği toplumsal anlayışta, aile düzeni, kadının top­lumdaki yeri böyle nitelenir.
    İslam dini kadınlara, kızlara toplumsal kurumlarda, kesinlikle yer vermemiştir, erkeklerle eşitlik tanımamış­tır. Nitekim İslam uygulamalarına göre kadın müftü ola­maz, imamlık edemez, minareye çıkıp ezan okuyamaz,
    kaymakam, vali, bakan, dahası kamu kurumlarında gö­revli olamaz, kadının başlıca görevi evinin içindedir, eşi­ne bağlılıktır. Peki, “türban”ı bir inanç simgesi sayan kız­ların yükseköğretim kurumları, İmam-hatip okullarında
    ne işleri vardır? Sıkı­şınca “Ben inancım gereği türban takıyorum” diyen bu yüksekokul öğrencisine soralım: Kızım sana Tanrı toplumsal kurumlarda, erkekler arasında görev alma yetkisi verdi mi?
    “Türban”ın gerçekte bir inanç sorunu olmadığını vurguladıktan sonra, bu aracın kadınları savunma, koru­ma amacını gütmediğini, eskiye, yıpranmışa, günü geç­mişe, değerden düşmüşe yönelmenin simgesi olduğunu da söyleyebiliriz.
    Aşırı dinci­lere göre İslam dini kadına, ana olarak tarihte görülme­dik, benzersiz bir saygı kazandırmıştır. İslam di­ninde “cennetin anahtarları ananın ayakları altındadır” denir, anaya saygının en gözde anlatımı sayılır. Peki ana olmayan, çocuksuz kadının durumu nedir? Anaya veri­len Tanrısal değeri kadın soyuna yüklemek de yüzeysel bir kandırmacadır. Uygarlık tarihinde, insanlık tarihin­de anaya saygı göstermeyi buyurmayan, bir erdem kura­lı vurgulamayan bir din yoktur, en ilkel sayılan, en geliş­memiş inanç kurumlarında bile “ana” saygındır, kutsal­dır.

    İsmet Zeki Eyüboğlu – İrticanın Ayak Sesleri
    http://turandursunkutuphanesi.files.wordpress.com/2013/05/irticanc4b1n-ayak-sesleri-ismet-zeki-eyc3bcboc49flu.pdf

  25. Toplumsal infial yaratan böyle vahşetlerde muhafazakar kesimler de duyarlılıklarını gösteriyorlar en azından halk nezdinde.Özgecan’ı katleden yaratıklardan kurtulmak pek mümkün görünmüyor.Elbette şahsiyet problemi son yıllarda bir zihniyet problemine dönüştü.Fakat yazınızda idam veya hadım gibi cezaları uygun görmemişsiniz.Bilakis bence uygulanmalı.Ataerkil bir toplumsal yapıda ve cinsiyetçi zihniyetlerin geriletilmesinde idam veya hadım beşeri bir gerçekliktir.Sanki dışardan bakıldığında yazınızda terörü de meşru gösteren saiklerle hareket etmişsiniz.Özgecan’ın keşke silahı olsaydı.Fakat sizin silahınız ideolojik varsayımlardan hareketle, bebekleri dahi katleden öcalanın yaptıklarını meşru bir zemine oturtmaktan öteye gitmiyor.Bir yandan pkk yı olumlarken bir yandan da ‘idam gelirse öcalanı da asarlar endişenizi’ uslamlamaktan öteye geçmiyorsunuz. Şimdi beni hemen ‘ulusalcı kesin bu’ diyerek etiketleyebilirsiniz !

  26. Herr Professor Wilhelm Roscher

    Kadınlara kısıtlı bir silahlanmadan bahsediliyor gibi.

    Elbette iki tarafın da silahsız olduğu bir durumda fiziksel kuvvet açısından kadınların telafi edilmesi gereken büyük bir dezavantajı var; ortalama bir erkek ortalama bir kadını çıplak elleriyle öldürebilir. Fakat Türkiye gibi bir ülkenin gündelik hayatında herhangi bir insanın karşılaşabileceği çatışmalar zaten sadece kas gücü üzerinden belirlenmiyor (ki Özgecan Aslan’ın da karşısında bıçaklı bir insan vardı). Prensipte herkesin değil sadece kadınların silahlanması için bir sebep görmüyorum. Türkiye’de yaşayan her erkek karşı taraf “arıza” (i.e. silahlı) olabilir kaygısı ile bir takım sataşmaları alttan alarak geçiştirme duygusunu tatmıştır. Nice olaylarda da bu alttan alma çalışmıyor ve birileri öldürülüyor. Tabii ki güçsüze vurmanın mübah olduğu hastalıklı toplumumuzda yapısal olarak güçsüz olan kadınlar çok daha fazla mağdur oluyor, fakat kadınların yapısal güçsüzlüğünü ortadan kaldırmaktan umudu kestiysek (bireysel olarak silahlandırmayı savunuyorsak böyledir, ki Türkiye kadar bitik bir ülkede gayet doğrudur) kadın/erkek farkını da politik açıdan görmeyi bırakmışız demektir. O zaman neden sadece kadınlar silahlansın bilmiyorum.

    Herkesin belinde silahla gezdiği bir ortam vahşi batı durumu yaratıp öldürüşme oranlarını yükseltecektir ve bu elbette kendi başına arzu edilmeyecek bir durum olur. Fakat adaletin olmadığı ve hukukun çalışmadığı bir ülkenin layığı budur.

    Söz konusu ülkede devlet aynı zamanda totaliter bir tavır içindeyse silahların hiç değilse sadece kolluk kuvvetlerinin ve şu anda herkesin nefret kustuğu tipte insanların (sınırlarını detaylı çizmek biraz zor olsa da kabaca toplumun kalanına karşı “suç” işleyenler — yapılanın suç olduğunda makul bir fikir ayrılığına yer bırakmayacak şekilde) değil herkesin elinde olması iyi bir şey olacaktır. Buna karşı çıkış stratejik olarak tartışılabilir (Gezi ayaklanmasında bir kişi çıkıp bir polisi öldürse sonuçları dezavantajlı olabilirdi, fakat kalan yüzbin kişinin de ateşli silahı olsa sonra bir tür ihtilal olması kaçınılmaz olurdu [sosyalist çağrışımlar yaratmasın diye devrim demedim, nasıl bir şey olurdu net değil]) ama prensip olarak polisin silahı varken halkın silahı olmaması zaten abes.

    Sadece kadınların değil herkesin silahı olmalı.

  27. KEDİ, FARE VE SOL HAREKET

    Siyasetin, daha doğrusu siyasette muhalif konumda olmanın doğasında vardır:

    Şu “beyin fırtınası” denen şey;
    İleriye dönük projeksiyonlar & senaryolar,
    Çeşitli olasılıkların hesaplanması,
    Kısacası işin “düşünsel” yanı “eylemsel” yanına hep ağır basar!

    Normaldir; ama gene de sınır çizip bir oran verecek olursak:
    Muhalif konumdayken üç birim düşünceye bir birim eylem düşmesi gerekir!

    Türkiye solunda ise bu oranı tutturmak güçtür ve işin kötüsü; giderek kötüleşmektedir!

    Neden?

    Birincisi:

    Sosyalizm toplum önünde bir alternatif olarak henüz zayıftır; etkili değildir!

    İkincisi:

    Genel, kapsayıcı yönüyle “sol” içindeki her öğe; toplum nezdindeki eksikliğine ve zayıflığına karşın “düşünsel planda” fazlasıyla gelişkindir:
    Beyin fırtınasıysa; âlâsını yapar, ihtimalleri inceden inceye hesaplamasını çok iyi bilir!
    Senaryo üretmekse; zamanında bir yılda yazdığı senaryo sayısı açısından dünya birincisi olduğu söylenen Yeşilçam’ın merhum Bülent Oran’ına bile taş çıkarır!

    Gelgelelim, böyle olduğu için sınırlar aşılır, oran makul olmaktan çıkar:
    On birim düşünceye bir birim eylem düşer!…

    İşte bu olmaz!

    “O zaman ne yani;
    Düşünmeyelim mi?!
    İrdelemeyelim mi?!
    Ölçüp biçip tartmayalım mı?!”

    Yap… Yap da…

    Yap da: İnceden inceye hesaplanan olasılıklar solu hemen her konuda mütereddit kılıyorsa;
    Hedefine kilitlenmiş, ama henüz kararını tam vermemiş bir kedide olduğu gibi ön ayaklardan biri içeriye doğru kıvrık duruyorsa,
    Ve kediden farklı olarak bu hep böyle devam ediyorsa, burada bir sorun var demektir:

    1) “Ya bu bir fare değil de beni oyalamak üzere önüme koydukları başka bir şeyse!…”

    2) “Tamam, fare; ama ya ben onu tutarak ondan kurtulmayı zaten kafasına koymuş başkalarının oyununun bir parçası olursam! Yani hem fareden kurtulmak, hem beni keklemek için başkalarının bana kurduğu bir tuzaksa!…”

    3) “Fareyi tuttum diyelim; ama bunu yaparken güç odaklarının fare sonrası için düzenledikleri tezgâhlara karşı birtakım önlemler de almam gerekecek!… Ama ben bu düzenekleri henüz oturup sakin kafayla irdelemedim ki! En iyisi biraz daha bekleyeyim, şartlar biraz daha olgunlaşsın, biraz daha düşünce geliştirmek için solcu dostlarımla beyin fırtınası yapayım; en sonunda hep birlikte eyleme geçeriz! Daha fakit var!…”

    4) “Farenin üzerine atlarken yaptıklarım mutlaka izlenecektir; buna göre beni etkisiz kılacak yeni yollar arayacakları, yeni yöntemler geliştirecekleri kesin!… Tıpkı biber gazından daha kuvvetli, caydırıcı etkisi daha yüksek yeni silah arayışında olmaları gibi!…”

    5) “Ya hamle yaptığım hâlde fare bir yolunu bulup bir deliğe sığınır ve kurtulursa? Cümle âleme rezil olmak da var!… En iyisi atik davranabilmem için düşünsel yönümü biraz daha geliştireyim! Eyleme başlamak için daha vakit var!…”

    Yukarıdaki 5 madde ile özetlemeye çalıştığım Türkiye’deki sol hareketlerin hâli ile ilgili ne yazık ki şu saptamayı yapmak zorundayız:

    Böyle bir kedi fare falan tutamaz; kedi olduğu bile kuşkuludur!

    O zaman güncel & pratik siyasetin kimi temel ilkelerine gelelim.

    Birinci kural:

    Bir siyasal öznenin kafasındaki kurgulardan tek tek her birine tekabül eden, yani kurgu sayısı kadar siyasal eylem olamaz, mümkün değildir!

    İkinci kural:

    Henüz yeterince güçlü ve etkili değilsen, elindeki tüm olanakları verili bir an için en öne çıkan hedefe karşı seferber edersin, buraya yüklenirsin!
    Daha “ötesini” ve “başka olasılıkları” bunu yaparken de, yani eylemin tam ortasındayken düşünmenin önünde hiçbir engel yoktur! Sen yeter ki eyleme bir an önce başla! Korkma, gerisini getirirsin!

    Üçüncü kural:

    Karşı tarafın “oyunları” ve “tezgâhları” Allah’ın emri değildir!
    En öne çıkan hedefe karşı etkili bir seferberlik sağlar, ses getirici bir mücadele verebilirsen;
    Bununla onların “oyunlarını” ve “tezgâhlarını” da etkilersin; belki de bozarsın!

    Artık çok daha “somut” konuşabiliriz, konuşmaya mecburuz!

    Bugün ortada kazık gibi duran bir AKP iktidarı/rejimi var!

    Hedef; bu iktidarı/rejimi geriletmek, devirmektir!

    Birtakım güçler, odaklar, artık her neyse; AKP’nin yeri ve ağırlığı değişken olmak üzere AKP’li ya da AKP’siz birtakım “senaryolar” üzerinde mutlaka duruyorlar!

    Bugünkü gücü ve etkisiyle solun üç birim AKP düşünüp bir birim AKP karşıtı eylemde bulunması öyle pek de zor gözükmemekte! Boşuna mı “Gezi” ile ilgili yüzlerce, binlerce yazı yazıldı, saptama üstüne saptama, tahlil üstüne tahlil, araştırma üstüne araştırma yapıldı?!

    Ne var ki:
    AKP’nin önü, arkası, sağı, solu, AKP’li ya da AKP’siz bir yakın geleceğe ilişkin sayıca asgari beş senaryonun hakkını aynı anda verecek bir eylemliliğin içine girmesi mümkün değildir!

    Mesajımızı anlatabildiğimizi umuyoruz!

    (Metin Çulhaoğlu, 14 Şubat 2015
    http://ilerihaber.org/yazarlar/metin-culhaoglu/kedi-fare-ve-sol-hareket/816/ )

  28. Mülayim Sert, yorumunuza katılıyorum ama bence biyolojik neden yine de önemli. Örneğin nemfomani olan kadınların tecavüze uğrama ihtimali daha düşük. Eğer kadının ihtiyaç ve isteği erkeğinki kadar olsaydı, çocuklara ve münferit olarak yetişkinlere yönelik tecavüzler dışında büyük oranda azalırdı, çünkü çocuklar dışında kadının erkeğe tecavüz etmesi az rastlanan bir durum.

  29. ÖZGE’NİN KATİLİ BİZİZ !

    ve

    OLMAZSA SİLAHLANACAĞIZ !

    Ceylan’ın, Uğur’un, Berkin’in, Hasan Ferit’in, Ethem’in, Ali İsmail’in, Hrant’ın katili olduğumuz gibi Özgecan’ın katili de bizleriz.

    (Yazan: Xıdır Gürz
    17 Şubat 2015)

    Türkiye‘nin dört bir yanında, bundan birkaç gün önce tecavüze uğradıktan sonra, vahşice katledilen Özgecan’ın yaşadıklarını ve katillerini protesto gösterileri düzenleniyor. Oldukça etkili ve kitlesel bir şekilde, başta kadınlar olmak üzere toplumun hemen her kesiminden tepkiler yağıyor, yaşanan bu vahşete. Fotoğrafa bu taraftan bakınca, “ne güzel, halkımız yaşanan olaylara tepkisini koyuyor, sokağa çıkıp, hesap sorulsun istiyor” dememek elde değil. Fakat gelin görün ki kazın ayağı hiçte öyle değil.

    Özgecan’ın asıl katilleri biziz, hepimiziz. Bunu hiç sıkılmadan, utanmadan açık seçik ifade edelim evvela. Ki yaşamlarımıza bu kafa ve anlayışla devam ettiğimiz sürece daha nice katliamlara, tecavüzlere, linçlere imza atacağız hep birlikte. Belki de toplum olarak, ortaklaşa yaptığımız en iyi iştir bu, insan öldürmek… Biraz hafıza tazelemeye ne dersiniz? Çok uzaklara da gitmeyeceğiz üstelik. Ermeni Soykırımı, Ağrı, Zilan, Amed, Dersim, 6-7 Eylül, Maraş, Çorum, Sivas, Gazi, 19-22 Aralık, Roboski, Gezi, Soma, 6-8 Ekim… yazmakla bitmeyecek yakın tarihimizi bir kenara not edin sadece ve çok daha yakın olanına, son birkaç yılımıza bir göz atalım hep beraber. Ülkemizde Kürtlere karşı sistematik bir şekilde, katliam, öldürme, sindirme, işkence… Akla gelebilecek her türlü vahşi yöntem ile baskı uygulanıyor ve neredeyse her güne bir ya da birkaç ölüm sığdırılıyor. Bizler ise, tutarlı bir şekilde devrimcilik yapan, demokrat tavrını bütün baskılara rağmen koruyan küçük bir azınlık hariç, bir anlık refleks dışında, kısa bir “ah vahtan” başka yaşamlarımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz.

    Ölenlerin sayısı ve ölüm şekli az biraz değişince, artış gösterince ise -misal Roboski Katliamı- sokaklara çıkıp var gücümüzle bağırıp, hesap sorulsun diyoruz. Hoş, bu tepkimiz dahi sınırlı bir süreyi kapsıyor ya neyse. Sahi eğer biz öldürülen, katledilen, sırf kimliğini yaşamak istediği için her türlü işkence ve baskıya maruz kalan tek bir Kürt için, sokaklara çıkıp, hesap sorsaydık, katillerin yakasına yapışıp, dur bakalım sen nasıl bir insanı katledersin deseydik, bu tepkimizi bir anlık bir refleksin ötesine taşırıp, sürekli bir protestoya çevirseydik, bu tepkimizden dolayı bize karşı gerçekleştirilen bütün saldırılara, baskılara kararlılıkla göğüs gerip, haklı eylemlerimizi devam ettirseydik, evet tüm bunları yapsaydık, muhtemelen Roboski Katliamı yaşanmayacak, yaşansa dahi katiller bu kadar rahat yaşamlarına devam edemeyecekti. İşte bundandır ki; Roboski’de katledilen 34 yoksul Kürt köylüsünün katili biz, hepimiziz. Şimdi kalkıp birileri diyecek ki, “kardeşim bu sistem 90 yıldır tekçi bir zihniyet oluşturdu ve halkımızın büyük bir kesiminin zihnini zehirledi. Kürt meselesi bundandır ki toplumun bir tarafı için hep terör ve korku ile bölünme paranoyası ile özdeşleşmiş durumda”. Peki diyelim ki Kürt meselesinde kabul etmesek de bir mazaretimiz var. Ama güzel dostlarım yaşamın hangi alanında bizler insani, vicdani tepkiler gösteriyoruz ki, Kürt meselesinde ama-fakatlara sığınmayı makul görelim.

    Aynı şekilde ülkemizde, adına iş kazaları denilen, iş cinayetleri sonucu her gün insanlarımız ölüyor. Gazetelerin ya da internet sitelerinin kıyı köşe bucaklarında, “şu işyerinde yaşanan şu kazada bir işçi hayatını kaybetti” haberlerini hemen her gün görmekteyiz. Ülkemizdeki iş cinayetleri, yıllık oranlarla binleri aşmış durumda. İnşaatlarda, fabrikalarda, madenlerde… Neredeyse bütün üretim alanlarında, çok rahatlıkla önlenebilecek fakat kapitalizmin daha fazla kar hırsı neticesinde işçilerimiz ölüyor birer birer. Ve bizler tıpkı Kürt meselesinde olduğu gibi anlık bir üzüntü sonrası yaşamlarımıza devam ediyoruz. Yine azınlıkta kalan devrimciler ve tutarlı demokratlar dışında bu ölümlere tepki gösteren, peşine düşen yok gibi. Sonra bir sabah Soma gibi bir facia, katliam yaşanıyor, yüzlerce işçi, çok rahatça alınabilecek tedbirler alınmadığı için, evlerine bir parça ekmek götürme pahasına ölüyorlar. İşte tam bu anda, ölüm şekli öncekilere benzerdir fakat rakam bu sefer oldukça yüksek olduğu için, bizler sel olup sokaklara akıyoruz, hesap sorulsun, sorumlular istifa etsin diye oldukça haklı bir tepki gösteriyoruz. Yas ilan ediyoruz, “bu kadar da olmaz be kardeşim” deyip, artık bir şeyler değişsin diyoruz. Fakat aradan birkaç gün ya da hafta geçtikten sonra yine küçük bir azınlık dışında (bu küçük azınlık bence kalbimizin, beynimizin çürümeyen, çürümeye direnen, çürüyen tarafı onarmaya çalışan kesimidir aynı zamanda) olan biteni unutup, yaşamlarımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz. Peki bizler, tek bir işçi öldüğünde, sokaklara çıksaydık, yas ilan etseydik, katillerden hesap sorsaydık, Soma gibi bir katliam yaşanır mıydı ya da yaşansa dahi katliamcılar bu kadar aymazca yaşamlarına devam edebilirler miydi? Elbet buna da mazeret arayanlar olacaktır. Sendikalar ne yapıyorki bizler ne yapalım? Ama olmuyor güzel dostlarım olmuyor. Soma’da katledilen ve sayısını hala net olarak bilmediğimiz yüzlerce işçinin katili biz, hepimiziz.

    Şimdi aynı şeyi Özgecan için yapıyoruz. On binlerce insan sokaklarda, haklı bir şekilde öfkesini, kinini kusuyor, katillerden hesap sorulsun istiyor. Unutmayacağız, unutturmayacağız deniyor. Herkes bu vahşet karşısında, çeşitli şekillerde tepkisini gösteriyor. Ki zaten kendisine insanım diyen herkesin bunun daha fazlası tepki göstermesi gerekiyor. Ama burada da bir dakika durup düşünmemiz gerekmiyor mu? Özgecan’dan önce ve hemen sonrasında da devam eden, her gün katledilen, şiddet gören, tecavüze uğrayan ve gazete sayfalarının bazen dalga konusu yaptığımız üçüncü sayfa haberlerini süsleyen kadınların yaşamlarına, ölümlerine dair ne yaptık biz? Neredeyse her gün ülkenin çeşitli yerlerinde sokak ortasında, evde, işyerinde, okulda…Öldürülen, tacize, tecavüze maruz kalan, işkence gören kadınlarımız var. Ve bu meselede de azınlık halinde olan devrimciler ve tutarlı demokratlar dışında tepki gösteren, sokağa çıkan, hesap sorulsun diyenimiz yok gibi. Bırakın tepki göstermeyi, tepki gösterenlere uygulanan polis işkencesini, gözaltı, tutuklamayı onaylayan, bunlara müstahak diyenler yine biz değil miyiz? Peki bizler tek bir kadınımız dahi öldürüldüğünde, tecavüze uğradığında, işkence gördüğünde sokakları doldurup, hesap sorsaydık, katillerin ve bu katilleri yaratan sistemin yakasına yapışsaydık, Özgecan bugün vahşi bir ölüm neticesinde toprak altında olur muydu? Hiç sağa sola kaçmaya gerek yok dostlar, Özgecan’ın katili de biz yani hepimiziz. Tıpkı Ceylan’ın, Uğur’un, Berkin’in, Hasan Ferit’in, Ethem’in, Ali İsmail’in, Hrant’ın katili olduğumuz gibi Özgecan’ın katili de bizleriz. Bu kafa ve anlayışla yaşamlarımıza devam ettiğimiz müddetçe daha nice vahşi katliamlara imza atacağız biz. Bunun yükünü, vebalini ne kadar, ne zamana kadar taşıyabiliriz o da meçhul. Şimdi tüm bu söylemlerden sonra “peki ne yapalım kardeşim, tepkimizi gösteriyoruz, sokaklara çıkıyoruz ya daha ne yapalım” diye soranlar vardır mutlaka. Sorunun cevabını yine yaşamın kendisinde bulacağız elbette. Bütün eksik, hatalı yanlarını düzeltip, yanlışlarını atıp, daha güzelini, daha iyisini yapacağımız muazzam tarihi örneklerimiz var haznemizde cevap olarak. Bunun içinde çok uzaklara gitmeye gerek yok, yakın tarihimize bakalım; Sovyetlere, Çin’e dönelim yüzümüzü. Sosyalizmi ve oradan da Komünizmi inşa etmemiz lazım güzel dostlarım. Bizi başka hiçbir çıkış aydınlığa çıkarmaz, günahlarımızı ortadan kaldırmaz. Kurtuluşa giden bu yol da öyle Nevski Bulvarıözge gibi düz bir yol değil. Zorlu, çetrefelli, nice tuzaklarla dolu bir yol. Bu yolun sonuna ancak al kanlı gömleklerle varılacaktır. Yaşanan katliamların, ölümlerin, acıların, sömürü ve zulmün hesabını soracağımız yerler ise burjuvazinin çürümüş kurumları ya da yasaları değil, halkın örgütlü gücüyle yaratacağı adaletin ta kendisidir. Bundandır ki burjuva mahkemelerinden adalet beklemek pek akılcı bir yöntem değildir. Çözüm ellerimizde, halkın örgütlü gücündedir. Artık dillere pelesenk olmuş bir sözün şimdi, tamda bizim için ne kadar anlamlı olduğunu bir kez daha hatırlatmakta fayda var; YA SOSYALİZM YA BARBARLIK…

    NOT:

    Kadınların her an, her gün yaşadıkları katliam, işkence, taciz, tecavüzün önüne geçebilmek için bir yandan yukarda ifade edildiği şekliyle yaşamın her alanında örgütlenmek gerekiyor. Fakat pratik bir çözüm olarak kadınlarımızın mutlaka ama mutlaka silahlanması, komünist-devrimci örgütlenmelerle ilişkilenmesi gerekiyor. Böylesi saldırılar karşısında kendimizi savunmak, saldırganı etkisizleştirmek en doğal ve meşru haktır. Bu hak sonuna kadar kullanılmalıdır.

    ( http://gezite.org/ozgenin-katili-biziz/ )

    * * *
    OLMAZSA SİLAHLANACAĞIZ !

    (Yazan: Ulaş Yılmaz
    17 Şubat 2015)

    İlk önce 1 dk.’lık şu videoyu izleyelim:

    https://www.youtube.com/watch?v=hhOdK_eybDQ

    Özgecan Aslan’ın katledilmesinin ardından ülkenin her köşesinden hınç dolu sesler yükselmeye başladı. Evet sesler tanıdık, ama tonda bir farklılık var. Bu sefer öfkeyi biraz gerisinde bırakan bir hınç hissediliyor. İnsanlar kendilerini incitecek şekilde dişlerini sıkıyorlar. Bir yaşlı kadın yumruklarını birbirine vuruyor, sesi kısılana kadar bağırıyor. “Olmazsa silahlanacağız!” diyor ve kararlı bir şekilde neden böyle dediğini açıklamaya çalışıyor. Kalabalık desteğini göstermek için alkışlarla, ıslıklarla destek veriyor. Bu desteğin arkasında adalete olan açlığın olduğunu hemen herkes hissediyor. Kalabalık biliyor ki, Özgecan’ın katillerini yargılayacak olan Ali İsmail’in katilleri için “iyi hal” gözeten mahkemelerdir. Bu kalabalık daha açıklamalar başlamadan, “tetikçiler”in sistemi savunma telaşına düşeceklerinin ve neredeyse Özgecan’ı “suçlu” çıkaracaklarının da farkında. O yaşlı kadın, nice yolsuzluk, katliam ve haksızlık gibi bunun da hasıraltı edileceğini, dahası katliamların sivil ya da resmi canavarlar tarafından devam ettirileceğini biliyor. O yüzden milyonlarca insanın içinden geçen bir cümle çıktı ağzından: “Olmazsa silahlanacağız!”

    İktidarın “İç Güvenlik Yasası”na duyduğu ihtiyaç ile yaşlı kadının haykırışı arasında hiç de tesadüfi olmayan bir ilişki bulunmaktadır. Hatta iktidarın tam da böylesi anonim haykırışlara karşı “İç Güvenlik Yasası”nı çıkartmak istediği söylenebilir. Öyle ki iktidar onlarca yolsuzluk, katliam ve haksızlık sonrası memnuniyetsizlik duyan milyonlarca insanı karşısına aldığının farkındadır. “Daha iyi bir yaşam” düşüncesiyle sokaklarda birleşen insanların toplumu değiştirebileceğini Gezi Parkı’nda görmüştür. Bu deneyimin kendi daimi iktidarının başlıca tehdidi olduğunu bilmektedir. Sokaklar kısa ya da orta vadede iktidar tarafından bastırılabilmişse de, iniş-çıkışlı da olsa kendisini hâlâ hissettirmektedir. Bugüne kadar bir önlem olarak -yönetebilme kabiliyetini yitirdiği oranda- baskıyı arttırmayı tercih eden iktidar, şimdilerde daha fazlasını amaçlamaktadır.

    Sistemin ayrılmaz birer parçaları haline gelen yolsuzluklar, katliamlar ve haksızlıklar kaçınılmaz olarak memnuniyetsizliğin artmasına, sokakta bastırıldığı noktada bile memnuniyetsizliğin içten içe birikmesine neden olmuşlardır. Gelinen nokta mevcut hukuki mekanizmayla daha fazla baskı kurulabilme imkânı vermemektedir. Bu nedenle iktidar çözümü açık bir şiddet alanında görmektedir.

    Bu noktada “İç Güvenlik Yasası” daha önce örtük olan “hukukun askıya alınması” durumunu aleni bir şekilde sürdürme imkânı yaratacak ve böylece iktidar karşıtlarına açıktan şiddet kullanımı yaygınlaşacaktır. Başka bir şekilde anlatılmak istenirse iktidar, halkın en temel hak ve özgürlükleri için ya da onlara dayanarak sokağa çıkma imkânını bütünüyle elinden almayı amaçlamaktadır. Bugüne kadar “sokağa çıkmak” konusunda daha çok engelleyici bir rol oynamış ana- muhalefet partisinin dahi böylesi bir duruma karşı verdiği tepki “direnme hakkı” ya da “meşru müdafa hakkı” gibi ifadeler içermektedir. Bu bile başlı başına bir göstergedir. Öyle ki önümüzdeki günler halihazırda zaten çok kısıtlı olan “demokratik mücadele pratikleri”nin belki de neredeyse imkânsız hale geleceği günler olacaktır. Bunun bir göstergesi de son eylemler sırasında insanların, iktidara ve sisteme duydukları hıncı anlatmak için artık daha sert ifadeler kullanmış olmalarıdır. Bu sözcükler çoktandır “emekçi semtleri”nde kullanılmaya başlanmışken artık merkezlerde de işitilir hale gelmişlerdir.

    Bu değişimin nedeni ise çok açıktır. Örneğin Alevi ya da Kürt olduğu için hanesinden ve hatta canından endişelenen insan sayısı artık hiç de az değildir. Bir kadının gün içerisinde tacize uğramadan ve tecavüz korkusu yaşamadan gündelik yaşamını sürdürebilmesi şimdilerde “şanslı olmak” anlamına gelmektedir. Bulunduğu semtte çeteler tarafından tehdit edilen ve haraca bağlanan esnaf sayısı çok yüksektir. Bugünlerde ekmek almaya giden ya da sokak ortasında oyun oynayan çocukların canavarlarca öldürülmesi sıradanlaşmıştır…

    Bunlar ve nice yaşananlar yaşlı bir kadını#OlmazsaSilahlanacağız demeye itmiştir.

    ( http://gezite.org/olmazsa-silahlanacagiz/ )

  30. Özlü sözlerinizle ne hoşsunuz sayın Zileli ve saz arkadaşları. Özgürlük, özsavunma, özyönetim falan diyorsunuz ya öz-ür dileyerek naçizane benim de birkaç öz-önerim olacak. Bütün kadınlar silahlansın. Aslında herkes kendi öz güvenliğini sağlasın. Polis teşkilatı kaldırılsın. Mahkemeler kaldırılsın. Devlet bütün kötülüklerin anasıdır. Devlet de ortadan kaldırılsın. Tecavüzcüler halk mahkemelerinde yargılanır gibi yapılıp linç edilsin. Aman aman edilmesin. Onlar da insan. İdam olmasın. Herkes özgür olsun. Kimse kimseyi incitmesin. İncinsen de incitme. Suçluyu koşullar yaratır. Bu kader mahkumları affedilsin. Bütün cezaevleri kapatılsın. Mahkumlarla birlik olup dayanışılsın, devlete karşı omuz omuza mücadele edilsin. Hem sonra Vatan diye bir şey olmasın. Her yer vatanımız olsun. Türk diye bir şey olmasın. Ama Kürt özgürlük hareketi (köh diyelim kısaca) ilelebet payidar olsun. Mülkiyet olmasın. Herşey herkesin olsun. Uzatmayayım. Komik değil mi? Maalesef öyle.

  31. dahil olduğun hareketin bir zamanlar bir sloganı vardı: Zindanlar yıkılsın.

  32. en trajik( k)omik olan ise, bu küresel zamanda devletin herhangi bir çeşidinden medet ummak…vatan “dünyaya düşmanlığın ve savaş kışkırtıcılığın devletlu adı…

    Dürrement ne demiş “devlet ne zaman cinayet işlemeye yeltense, adını vatan yapar”…

  33. ne yazık ki silah tasıma konusunda size katılmıyorum yıllardır kadın cinayetleri için mücadele ediyoruz dava takiplerimizde var uygulanması gereken bir yasa var ne yazık ki uygulanmayan ayşe pasalının ölümünden sonra kabul edildi 6284 nolu yasa
    tam olarak uygulansa ağırlastırılmıs müebbet erkekler için caydırıcı olabilir katil arastırdım 15 yıl yatar cıkarım diyor tecavüzcü ise 2 yılda salınıveriyor sokaklara
    kadının korunması için bunca yasadıklarının yanında bi de katil mi olması gerekiyor bence calısmalar bu yönde yogunlasmalı asla ve asla indirim almamalılar ayrıca cinsiyete yönelik olarak algılanırsa yol katedebiliriz

  34. size hiçbir yasaya güvenmemenizi öneririm. Saldırının öznesi çözümü üretir. üretmezse ezilir gider.

  35. Zindanlar yıkılsın demek başka şey. Bundan kast edilen düşünce özgürlüğüdür. Siyasi fikrinden dolayı içerde yatanlar serbest kalsın, kimse açıkladığı düşünceden dolayı ceza evine atılmasın demektir. Demogoji yapıyorsun. Tutarsızlıklarınızı böyle örtbas edemezsiniz. Ayrıca ben hiçbir harekete dahil değilim. Ulusalcı düşünen bağımsız bir vatandaşım. Halen aklımı peynir ekmekle yemedim o kadar. Ancak sizin kitaplarınızı okuyarak ve sitenizi takip ederek düşüncelerimde çelikleşmekte olduğumu söyleyebilirim. Geçmişte iyi ki vardın, şimdi de iyi ki varsın GZ.

  36. sağol ama bu sloganı ilk ortaya atanlardan biri olarak söyleyebilirim ki, kastettiğimiz bütün zindanların yıkılmasıydı.

  37. S.uslu hedeflerin şimdilik olamayacağını düşünerek bir düşünceyi toptan çürüteceğini sanıyor.

    Fransız devrimi eşitlik, özgürlük ve kardeşlik sloganı ile çıktı. Ama bunları bir günde gerçekleştiremedi.Belki de bu hedefler hala gerçekleşmemiş sayılabilir ama bu hedeflerin gerçekleşmemesi söylenen sözlerin ve düşünceleri önemini hepten yok etmez. Bu hedeflerin bazıları gerçekleşmese de anlamı büyüktü.

    Anarşistler ise Fransız devriminin de ötesinde düşündü çünkü bu devrimin aksayan taraflarını gördü.

    Evet anarşistlerin düşünceleri de bir günde gerçekleşmeyebilir ama bu o düşüncelerin, özyönetim, eşitlik vb. toptan önemsiz olduğu anlamına gelmez. Bu düşünceler zamanla aşama aşama gerçekleşebilir. Devlet belki bir anda yok olmaz ama insanların çok daha iyi örgütlenmesi ile bürokrasinin egemenliği azalabilir.

    Bunlar ilerde gerçekleşmeyebilir de. Çünkü kolay hedefler değil. Ayrıca insana bağlı olarak değişen birçok şey söz konusu.

    Ama bu hedeflerin ve amaçların ulusalcıların zırva hedefleri ve kapitalizme köle olup umutsuz biçimde bakarak dünyanın ve insanlığını yıkışını seyretmekten çok daha iyi olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Çünkü ulusalcılığın aslında bir çözümü yoktur; çözüm denilen şey de var olan acizlikleri (devletin baskısı, her geçen gün egemen sınıfların işçi sınıfını ve doğayı yıkımını, sömürmesini, bu baskıların ve yıkımların katlanarak artmasını) olduğu gibi kabul edip seyretmektir.

  38. Ulusalcılar anti emperyalist ve anti kapitalisttir. Çevreyle ve hayvanlarla bir dertleri yoktur. Çevreyi ve hayvanları sizden daha fazla severler. Barışsever insanlardır. Bu ülkenin en uygar en hoşgörülü, başkalarının görüşlerine ve diğer insanlara en saygılı yurttaşlarıdır. Vatanseverlikleri onları ırkçı veya faşist yapmaz. Bütün bu ithamlarınız son derece kaba ve haksız. Hiç olmayacak hayallerle uğraşıp, ülkenin dinci faşizmin girdabına sürüklenmesine katkı varıyorsunuz. Aynı ağızla ulusalcılara saldırıp bu ortaçağ karanlığının devamında rol oynuyorsunuz.

  39. özgürlük var mı kendi sayfalarında. örneğin senin burada görüşlerini açıkladığın gibi, ben de diyelim ki aydınlık’ta görüşlerimi yayınlayabilir miyim? Daha doğrusu yayınlarlar mı?

  40. Sevgili G.Z. Sorun siz değilsiniz. Bu platformu sağlamış olmanızı, özgürlükçü ve hoşgörülü tutumunuzu takdir ediyorum. Eski solcu neo liberallerin ve dinci takımının her gün birçok gazete ve TV kanalında rahatlıkla arzı endam eylediği, beyin yıkadığı, dinci sahiplerini ve onların sultasını cilaladığı, ulusalcı sol kemalistlere genel medyada sıkı ambargo uygulandığı bir ortamda ulusalcı ve Kemalistlerin de kendi gazete ve TV lerini kendileri gibi düşünen aydınlara açmaları gayet doğal. Yılllardır sınırlı imkanlarla direniliyor.Görüşlerinize katılmasam da ben şahsen okuduğum gazetede görüşlerinizi açıklamanızı, hatta köşe yazarı olarak yazmanızı isterdim. Severek okurdum. Keşke böyle bir hoşgörü iklimini yaratabilsek.

  41. Hayır, ben orada yazmam da, acaba kendilerini eleştiren bir mektup yazsam yayınlarlar mıydı diye sormak istemiştim.

  42. https://www.youtube.com/watch?v=hhOdK_eybDQ
    “Olmazsa silahlanacağız”
    “Olmazsa hakkımızı biz arayacağız erkeklerden”
    “Gerekirse devlete de karşı geleceğiz”

  43. devletseverler genellikle vatanseverdir çünkü “vatan” dedikleri devletin egemenlik alanıdır.

    devletsizlik örneği görmek isteyenler neden kobané ye, Rojavaya dönmez ki yüzünü?

  44. S. uslu dünyada hangi ulusalcı devlet doğaya zarar vermiyor, hangisi antikapitalist? Yanıt hemen hemen hiçbiri.

    Onu bunu hayalci olmakla suçluyorsun, kendi söylediklerinin aslında gerçekte hiçbir karşılığı yok, üstelik tam tersi söz konusu. Tam tersi bir uygulama söz konusu isen söylediklerinin pek bir anlamı olmadığı açık; ama sen bol keseden şöyleyiz böyleyiz diyoruz. Tabii bunlar senin sadece düşüncelerin, uygulama tam tersi.

    Anarşizmin de de şimdilik reel karşılığı büyük boyutlarda değil; ama en azından söylemlerine tam ters bir uygulama yok. Ya da ulusalcılarda kadar çelişki yok. Bu kadarı bile yeterli.

  45. yazıyı çok güzel buldum, kesinlikle katılıyorum gün abi, evet ”kadınların silah taşıması” fikri biraz çekinceli gibi gelsede şuan en pratik çözüm bu maalesef…

  46. arkadaslar silah ne ya hadi sokaktaki siddet için kadın eline aldı silahı
    sadece sokakta degilki bu
    öldürülen kadınların katilleri kim
    kadınlar katilleriyle aynı evde yasıyor
    kocası babası sevgilisi kuzeni abisi böyle uzayıp gidiyor bu durum
    yasalara güvenmeyin demiş gün bey evet haklısınız bende güvenmiyorum cünkü yasayı yapanda uygulayan hakimde erkek
    gittigimiz karakoldaki poliste hatta basvurdugunuz doktor bile erkek zihninde
    bu durumda napacagız
    bu zihniyetin degismesi yılların gecmesini bekleyecegiz
    cezanın miktarının artması en caydırıcı sey gibi görnüyor bana
    o yüzden agırlastırılmıs müebbet alsınlar ve asla indirimden faydalanamasınlar
    tek korktukları bu cünkü

  47. cezayla falan hiçbir şey olmaz. Bugünkü durumun sebebi ceza azlığı değil, özgürlüklerin bastırılmasıdır.

  48. Uzak ve imkansız hedefler için lafazan siyaset yapan GZ, kadınlara laikliği, aydınlanma felsefesini, uygar bir toplum olmak için sistem içi demokrasi mücadelesi de vermek gerekliliğini, bu sahte dinci, ahlak yoksunu, bilinçsiz yoz kalabalığın ancak şiddet ve tecavüz üreteceğini, kadınların özgürleşmesinin laik demokratik cumhuriyet değerlerine inanan insanların el ele vermesi ve ülke siyasetinde etkinleşmesi ile mümkün olabileceğini neden anlamıyorsun.

  49. anarşist komunist isyan

    bu ulusalcıların savunduğu ordu kürt gerilla kadınlarına ne yapmıştır bir zahmet araştırıp bulsunlar…belden aşağısı belden yukarısı diye ikiye ayrılmış gerilla cesedine tecavüz etmişlerdir…bir zahmet araştırın…en barış sever en muhteşem en orta sınıf en ulusalcı muhteşem adeta bir çiçek çocuğu olan vatansever ulusalcılar bu tecavüz edilen gerilla kadınların cesetleri için tepki mi göstermiş…neyse…gün abinin dediği silahlanmaya dair bir örnek hindistanda yaşandı…tecavüze karşı kadınlar birleşip silahlanlandı…ve tecavüz eden erkeğe karşı şiddete başvurdular…bildiğim kadarı ile en alt kastta bulunan kadınlara tecavüz etmek suç sayılmıyordu hindistan yasalarında…

  50. anarşist komunist isyan

    Kadın öz-savunma birliği: Gulabi Örgütü

    Kadınların taciz ve tecavüze, namus cinayetlerine, şiddete ve cinsiyet ayrımcılığına maruz kalması üzerine pembe giyen kadınlar haksızlıkların karşısında ellerine sopalarını alarak direniyorlar. Kadınlar ataerkil sisteme karşı silahlanıp kendilerini korumak ve bazen de savunma düzeyinden saldırı konumuna geçip tecavüzcü erkekleri cezalandırmak amacıyla Gulabi (Pembe) Örgütü adında birleşiyorlar. Gulabi, eskiden kamuda bir sağlık çalışanı ve “bir çocuk gelin” olan beş çocuk annesi Sampat Pal Devi tarafından 2006 yılında kuruldu. Gulabi’ler eşlerine şiddet uygulayan erkekleri ziyaret ediyor ve bu eylemlerine son vermezlerse onları bambu sopalarıyla dövüyor. Ayrıca çocuk yaşta evliliğe ve başlık parasına karşı da mücadele veren kadınlar, kadınlara yönelik okuma yazma kursları da düzenliyor. Hindistan medyasında olumlu bir şekilde yer alan grubun 2008 itibariyle 20 bin üyesi var ve Paris’te de bir temsilciliğe sahip. Banda’nın pembe giyen kadınları, siyasi partilerden ve sivil toplum örgütlerinden yakın zamana kadar uzak durdular, çünkü kurucuları Sampat Pal Devi’nin sözleriyle, “Onlar ne zaman destek verseler hep bir karşılık bekliyorlar. Buralarda kimse bize yardım etmiyor. Devlet görevlileri ve polis yolsuzluğa batmış durumda ve yoksullara karşılar. Bu yüzden bazen adaleti kendi ellerimizle sağlamak zorunda kalıyoruz. Bazen de yanlış yapanları teşhir ediyoruz” diyor.

  51. İnsanların evlerinde silah bulundurmasından yanayım…Ama günlük toplumsal hayatta insanların silah taşıması ve bu silaha dayanarak güvenlik içinde yaşadıklarını düşünmeleri, gerektiğinde de düşünmeden bu silahları kullanmalarının getireceği bir sürü tehlike var…

    “Minibüste öldürülen kadın silah taşısaydı ölmeyecekti, en kötü ihtimalle hapse girecekti” denilebilir. Biraz daha geniş bakalım:

    Silahı ancak karşı tarafın niyetinden emin olursak kullanmayı düşünebiliriz. Şimdi minibüse geri gidelim: orada ölen kadın katilin kendisini öldürmek isteyeceğini ilk başlarda bilmiyordu, bilse zaten o minibüse bilmezdi. Bu durumda katil kızın yanında silah bile olsa silahı kullanmasına izin vermeden kadını yine etkisiz hale getirebilirdi. Çünkü minibüste insanlar birbirine oldukça yakındır. Kimin katil olmadığını bilmediğiniz için böyle durumlarda baştan uzak durmayı düşünemezsiniz. Üstelik kadın silahı çekse bile, silahı kullanmaya fırsat bulamayabilir; bu tür durumlarda saldırgan karşısındaki öldürmek istemese bile silah yüzünden şiddetin boyutunu arttırabilir ve sırf bu yüzden “silah taşınmasından” dolayı birçok kişi ölebilir.
    Bunun yanında insanların çoğu silah taşırsa ve herhangi bir şiddet anında silah çekerse yine şiddetin boyutu artacaktır. Örneğin biriyle tartıştınız adam size silah çekti, sizde de silah var, siz de adama silah çekerek yanıt verdiniz, bu durumda şöyle de düşünebilirsiniz: “önce o davranırsa ben ölürüm o yüzden en iyisi onu öldürmek”. Bu tür durumlarda herkes sıkıştığı zaman silaha sarılacak ve en ufak kavgalarda bile insanlar birbirini öldürmekten çekinmeyecektir. O zaman kovboy filmlerinde olduğu insanlar patır patır birbirini vuracaktır.

    Bu olayların çözümü bireysel silahlanmadan ziyade toplumsal çözümlerden geçmektedir. Örneğin o genç neden bu kadar basit nedenden dolayı bir kadını bu şekilde öldürmek istiyor, bunları öğrenmek ve bunun nedenlerini ortadan kaldırmak daha etkili bir çözüm olacaktır.

  52. Eşiniz size karşı silah taşımaz…
    Gün ağabey söylediklerine, tesbitlere katılıyorum. Bizim aydınlarımızın söyledikleriyle yaptıkları bir olmama sorunu var. Siz hiç kadın oldunuz mu? Kültürel olarak kendilerini geliştirmiş olsalardı, içlerindeki ”Erkeği Öldür”müş olsalardı, kadınların silah edinmesi işe yarayabilirdi (ve de gerek olmayacaktı zaten). Çünkü özgürlük yok tek başına, kurtuluş da. Kadınlar silah kullanacak yapıya sahip olsalardı, erkeklerin her türlü saldırısına karşı kanmış olmayacaklardı. Çünkü kadının başına gelen her şiddet olayı onların sevgi, şefkat, güven, iyilik duygularından ve beklentilerinden geliyor. Ve kimsenin aklına gelmiyor karşısındaki erkeğin ona yapacakları. bir anda oluveriyor, bir anda ölüveriyor gibi. (Eşiniz size karşı elinde silahla evde dolaşır mı mesela, ya da her an yanında olur mu o silah?) Erkil bilinçler, ataerkil toplum yapısı oluşturuyor, politik sistem körüklüyor. Yani tek başına silahlansan ne olur? Sistem olarak değiştirilmeli ve bunun en kısa yolu yasalar ve yaptırımlarla başlayarak kültürel bir değişimi de beraberinde oluşturmak için bir şeyler yapmak gerekiyor. İktidarın iç güvenlik adını verdikleri, özgürlük ve demokrasiyi yokedecek bir yasayı değil kadına şiddeti önleyecek yasaları çıkarması için aydınların şiddetli yaptırımlarını görmeleri gerekiyor.
    Dolayısıyla bu sizin geldiğiniz nokta, şu anda gördüğümüz tipik aydın tepkisi. Ya sessiz kalıp acaip mazeretler buluyorlar erkil kafalarına ya da karşı çıkıyor ama verin eline silah kendini korusun gibi ”her koyun kendi bacağından asılır”a gidiyorlar. İki tarafı da tanıyan bazıları objektif olmak adına sessiz kalıyor ”bu sizin aranızda” diyebiliyor, ya da kadına inanmıyor gibi bir tavırla görmüyor duymuyor konuşmuyor, herhangi bir tavır almıyor. Mangalda kül bırakmayan kadın hakkı diyen biri bile tanıdığı bir kadının uğradığı şiddeti bilmezden gelebiliyor. Komşusunun çığlıklarını duyup susan mahalleli gibi. Eğer bir şey yapmıyorsan söylemene, savunmana gerek yoktur.
    Özgecan kurtulsaydı, olayı duyanlar hiçbir şey yapmayacaklar, şahit bulunamayacak, karakolda polisler şikayetçi misin diye defalarca olayı anlattıracaklar, sonunda da saldıran kişi yüzünde tırnak izlerini delil göstererek ”bana küfür etti, saldırdı, yüzümü tırmaladı, gaz spreyi sıktı” diye Özgecan’dan şikayetçi olacak, savcı basit yaralama diyecekti. Hakim iyi çıktı diyelim adamı hapse attı, yasalarla o tecavüzcü bir iki yıla çıkacaktı… Aydınlar önce yaşamlarında uygulasınlar söylediklerini, yanında olup biteni görmemekten kaynaklı bunlar. İlla başınıza mı gelmeli tavır almak için. Devrim, kendi devrimini yapmakla başlar.

  53. ‘Hz. Ömer’e laf edenin dili koparılır!’
    TRT’de yayınlanan iftar programında ‘Hamilelerin sokağa çıkması terbiyesizliktir’ sözleriyle tepki çeken tasavvuf düşünürü Ömer Tuğrul İnançer’in, geçtiğimiz hafta başka bir televizyon kanalında da Hz. Ömer’in yaptıklarına ‘bidat’ diyenlere yönelik olarak, “Bu memleketin ve milletin delisi bitti zannetmesinler. Bir gün gelir bir deli o dili koparır” dediği ortaya çıktı

    Teravih namazının ‘bidat’ olduğunu söyleyenleri ağır bir dille eleştiren İnançer, şöyle konuştu:
    “Eğer Hz. Ömer’in yaptığına bidat diyecek olan varsa gelsin. Teravih için Emevi jimnastiği diyenler de dillerini tutsunlar. Bu memleketin ve milletin delisi bitti zannetmesinler. Bir gün gelir bir deli o dili koparır. Hz. Ömer, Hz. Ali’nin damadıdır. Büyük bir kesim bunu bilmez. Ben kayınpederim, benim damadım var. Ben damadıma laf söyleyenin dilini koparırım. Hz. Ali koparmaz mı? Teravih asla bidat değildir. Ömer’e laf söyletmemek bütün Müslümanların vazifesidir. Benim elimden bu kadar geliyor. Daha ilerisi elinden gelenler de elbette vardır, bitti zannetmesinler.”

    Hem eleştiri hem destek
    Ak Parti İstanbul Kadın Kolları Başkanı avukat Özlem Zengin Topal da önceki gün katıldığı bir iftarda İnançer’in sözlerini eleştirdi ancak hamilelerin kıyafetlerine zaman zaman kendisinin de şaşırdığını söyledi. Topal, “Bebek bekleyen annelerin en doğal hakkı. Tabiki sokağa çıkabilirler. Bu cümleyi söylüyor olmak bile aslında rahatsız edici. Ama sanırım tartışma dışarı çıkan kadının kıyafeti, hali tavrı bununla alakalı bir söz söylemeden çıkıyor. Ona da zaman zaman ben de etrafa baktığım zaman şaşırdığım ‘Acaba böyle mi olmalı’ dediğim anlar oluyor. Bence her iki tarafa da hak vermek gerekiyor. Giyen tabiki istediği gibi giyinebilir. Bu böyle olmalı diyen insan da çok yoğun bir saldıra maruz kalmamalı.”

    Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu üyeleri dün
    Kadıköy’de karınlarında yastıklarla İnançer’i protesto etti.

    http://www.milliyet.com.tr/-hz-omer-e-laf-edenin-dili/gundem/detay/1742182/default.htm

  54. Tam yükleniyorum, eski küfürlerimi daha edebi hale getireyimde Zileliye öyle söveyim diye, Kufr sanati icin Farsca ögrenmeye niyetleniyorum hatta, ama yasina ve dönemdaslarinin ihanetine uymasini bekledigim anda, duygusal muygusal , bir seyler yaziyor, az bisey militanlik iceren, onerisinin duygusalligini tartisan arkadaslara sunu soylerim, kadinlari birak sen silahlan sen, sen ve senin gibilerini dusunceni beyan etmeden, yasam biciminden anlayan , ve katli vacip gören bir anlayis sokakta kiskirtiliyor, sen de silahlanki, 80 öncesi gibi devrimciler aydinlarin, siddet sevmez konformislerin kapisinda nöbet tutmak yerine baska islerle ilgilenebilsinler. gerci cok sürmez Zilelinin duygusalligi, sevdigi hocasi onu akli kemal e getirir ama, yirttin zileli kufurlerimi erteliyorum…