Kaybedilen?

 

 

Tarihçi değilim. Dolayısıyla olayların ayrıntılarını pek bilmiyorum. Bununla birlikte, bu meseleyi “bırakın tarihçiler tartışsın” söyleminin karartma biçimlerinden biri olduğunu düşünüyorum. Tabii bunu söyleyerek konuyu tarihçilerin tartışmaya devam etmesine karşı çıkmış olmuyorum. Sadece konuyu “komisyona havale eden” tutuma dikkat çekmek istedim.

Tarihçiler tartışsınlar tartışmasınlar, tarihteki hiçbir katliam gizli kalmamıştır. Zaten böyle bir şey nasıl olabilir ki? Bireysel bir cinayetin bile örtbas edilmesi o kadar zorken, herkesin gözü önünde cereyan eden toplu kıyımları saklamaya çalışmak aptalca bir kurnazlık çabasıdır ve bu çabayı göstereni rezil etmekten başka bir sonuç vermez.

Örneğin Türk devletinin bu konudaki çırpınışlarını gördükçe insanın bu zavallıca ve çocukça çabalar karşısında Türk devletine acıyası geliyor. “Ecdadımız öyle ayıp şeyler yapmaz” sözleriyle dayılanmalar; “tehcir gerçekten ayıp bir şeydir ama buna soykırım denmez ki” türü tevilli ikrarlar; abartılı Çanakkale anmaları ve durup dururken Anzaklara aşırı muhabbet gösterileri; her yıl 25 Nisan’da yapılan Çanakkale kara savaşları anmasının “nedense” bu yıl 24 Nisan’a çekilmesi türünden “elim sende” kurnazlıkları, şu “devlet aklı” denen şeyin, yüzsüzlükle sahtekârlığın, yalancılıkla kurnazlığın, alemi aptal kendini akıllı sanan çocukça bir kurnazlıkla gülünç ve hokkabazca oyunların bir amalgamı olduğunu düşündürüyor insana. Söylenenleri hayretle dinlerken içinizden, “bunlar bu kadar mı aptal” diyorsunuz.

Devletten vicdan beklenmez. Onda yürek, duygu vb. türlü insani özellikler yoktur. O, bir leviathan, acımasız bir canavardır. Çıkarları gerektirdiği an sanki geçmişte yaptıklarından pişmanlık duyarmış gibi yaptığı da olur ama bunu da yine gelecekteki çıkarları açısından yapar. Yoksa bunu gerçekten içinde hissettiği için değil. Zaten hissetmek diye bir şey olamaz onda, çünkü hisleri, hatta sinir sistemi de yoktur.

Bu yıl fazla köşeye sıkıştılar, bu yüzden saldırganlıkla kurnazca kıvırtma ya da kenardan dolanma manevralarını birleştirmeyi seçtiler. Ama nereye kaçabilirsiniz ki? İmkânsız bir şey bu. Anadolu denen coğrafyada yaşayan ve nüfusun neredeyse beşte birini oluşturan Müslüman olmayan halklar bundan yüz yıl önce buharlaştırılmış. Geriye bir şey kalmamış. Kısacası, bu topraklarda yaşayan bir halk yok edilmiş. Bir varmış, bir yokmuşa getirilmiş. Zulümlerden, katliamlardan, topraklarına, mallarına el konmasından, ırza geçmelerden vb. söz etmiyorum bile. Siz kavramlar üzerinde oyun oynamaya, “soykırım dedi, demedi” diye ABD Başkanı Obama’nın ağzının içine bakmaya devam edin. Bunun adı en basitinden etnik temizliktir. Bu toprakları Türk ve Müslüman olmayan halklardan arındırıp etnik yekparelik temelinde bir ulus devlet yaratma çabasıdır.

Aslında savunma adına söyledikleri de bir çeşit tevilli ikrardır. Aborjinlerden söz ediyorlar. Kızılderililerin yok edilmesinden söz ediyorlar, Yahudi holokostundan ediyorlar  vb. İyi ya, verdiğiniz “tencere dibin kara” örnekleri, yapılan katliamın aynı türden bir katliam olduğunun ikrarı değil mi?

Bunun hiçbir kaçışı yok. Tarihteki en gizli katliamlardan biri Polonyalı subayların Sovyet NKVD’si tarafından katledildiği Katin Ormanı katliamıdır. O kadar gizlice yapılan, suçu Nazilerin üzerine atabilmek için özel olarak Alman Walter tabancaları kullanılan, geceler boyu süren bu katliam bile gizli kalamamıştır. Dersim katliamı da öyle. Dağın başında makineli tüfekleri kurup çocuk, kadın demeden insanları tararsınız. Basın sizin elinizde, onun aracılıyla her türlü yalanı yayar, “eşkıya”, “derebeyi”, “yabancı ajanı” hikâyeleri uydurursunuz. Uluslararası konjönktür de sizden yanadır. Hem batılılar hem de Sovyetler bu katliamı örtbas etmede size çanak tutarlar. Ama buna rağmen, yıllar sonra da olsa hakikatler su yüzüne çıkar. Bu böyleyken, herkesin gözü önünde cereyan eden, o dönem yaşayan insanların açıktan tanık olduğu, çocuklarına, torunlarına bile anlattığı (örneğin annem bana, boğazlarını kestiği Ermenilerin boyunlarını germesi sonucu boynunu germe tikine kapılan bir ahbaplarından söz eder dururdu) bir katliamı örtbas etmek kimin haddine.

Aslına bakacak olursanız, Türk devletinin geçmişin suçlarını kabul edip etmemesi benim çok da umurumda değil. Kim soykırım demiş, kim dememiş, soykırım hukuki terimine ne girermiş, ne girmezmiş, bunlar da umurumda değil. Sonuç olarak bunların hepsi hakikatin bir şekilde karartılmasına ve soyutlaştırılmasına hizmet ediyor.

Ortada apaçık olan şudur: Yüz yıl önce, bu topraklarda yaşayan bir halk yok edilmiştir. Bu halk artık orada yok. Her fırsatta “yurtsever” olduklarını hatırlatanlara biz de hatırlatalım, bir halk yurtkırıma uğratılmıştır. Bunun nedeni, devletin etnik ve dinsel arılık arayışıdır ve bunun hem sürülen Ermeni, Süryani ve Rum halkları açısından, hem de bu katliama kısmen katılan, kısmen seyirci kalan Türk-Müslüman halk açısından acı bedelleri olmuştur.

Sürülen halklar kan kaybetmiş, kalan halklar ise (tek tek vicdanlı bireyleri tenzih etsek bile) ne yazık ki vicdanını kaybetmiştir.

 

 

Gün Zileli

24 Nisan 2015

www.gunzileli.com

gunzileli@hotmail.com

 

 

 

Hakkında Gün Zileli

Okunası

Dogan Özgüden/3. Ermeni soykırımı destekçileri!

Mahşerin dört atlısı AKP, MHP, CHP, İYİP ve de irili ufaklısıyla tüm düzen partileri Tayyip-Aliyev …

57 Yorumlar

  1. soykirim 100uncu yilinda hala devam ediyor.simdilik sekil değiştirdi, hepsi bu.

  2. ‘Ceberrut devlet’ edebiyatı yaparak burjuvaziyi aklamışsınız.

  3. burjuvazinindir o devlet.

  4. Sultan Galiyev

    Halk tv de 1915 olayları konuşulurken Emre Kongar’ın tespitlerini yetersiz ve eksik bulan İlhan Cihaner şöyle diyordu.” olaya devrimci bir bakış şarttır.1915 olaylarının Osmanlı’nın bir sorunudur Cumhuriyet Osmanlıya karşı kurulmuştur.Cumhuriyetin olaylarla hiç bir ilgisi yoktur.Bizim hiç bir hesap verme yükümlülüğümüz yok.”Bu kadar sığ,bu kadar ideolojik bağnaz ve bilgisiz bir düzlemden olaylara bakan birisi, yarın cumhuriyet hesap vermek zorunda kalsa ne diyecek merak ediyorum.Mesela şöyle diyebilir mi!! biz tek partiye karşı çok partili sisteme geçtik.Tek parti döneminde yaşananlar bizi ilgilendirmez. Der mi?der, bugün bunu söyleyen yarın neler söylemez ki…….Ne yalan söyleyeyim bir haftadır 1915 olaylarıyla ilgili bir çok açıklama var.En sağlıklı açıklama Nuray Mert ve komünist partisinden geldi.Hem şişe dokundurmuşlar,hem kebaba hemde o ateşi yakan eli kanlı emperyalistlere…..Tarih bir bütündür ve yüzleşmek gereklidir.Ama olabildiğince objektif ve cesur olmak zorundayız.Herkes kendi yaptıklarını görecek,tek taraflı suçlamalarla yüzleşme yapılmaz.Olayların başlamasına götüren süreçler ve etkisi olan her güç hesaba çekilecek şekilde bir yüzleşme..Adil olanı neyse öyle….Devletlerin tarih boyunca adil olmadığı adil olmayacağı, ceberut,hoyrat ve pervasız olduğunu göz önünde bulundurursak,burada devreye girecek en etkili gücün halkların vicdanı olduğudur.Bugün bu olayları siyasi rant için bize dayatan emperyalist,modern despot devletlere fırsat vermeden Türk halkı olarak Ermeni,Süryani ve o dönem bu coğrafyada yaşamış diğer halkalarla hakkaniyet içerisinde hesaplaşmalıyız.Bize yakışan,bizi büyük kılan bu olur….

  5. ‘Tarihçilere bırakalım’

    Bugünlerde Dersim Kıyımı kendisi ya da üzerinden yürüyen siyasî kavga sık sık gündemde. Bu münasebetle “… tarihçilere bırakalım…” klişesi de yeniden dolaşıma girdi. Bu derin felsefenin başı, Ermeni Kıyımı’na bağlıdır. Orada sıkıştıkça, ipe un sermek için, birileri bu formülü buldu: “Tarihçiler araştırsın. Ölçsün biçsin. Toplasın çıkarsın (yani, biraz matematikçilere de bırakabiliriz). Değerlendirsin. Sonra sonuçları açıklasın.” Oysa şimdiye kadar kimbilir kaç “tarihçi” bunları zaten yaptı. Sanki dün olmuş bir olay, daha kimsenin haberi olmamış, kimse incelememiş… Tarihçilere bırakıyoruz. İyi. Ben de yukarıda özetledim, bu işin nasıl olacağını. Ama “sonuçları açıklasın” aşamasına geldik, diyelim, ve o tarihçi dedi ki, “olay şöyle şöyledir”… Ne olacak? Tarihçi X’in vardığı sonuçlardan memnun kalmayan birileri olacak. O zaman onlar diyecek ki, “X zaten falan taraftandır, onun sözüne güvenilmez. Bakın Y incelemeye başladı. Ona bıraktık.” Bunun sonu ne olacak? Aynı şey olacak. Aynı şey zaten yıllardır oluyor. Yani bu durumda “Tarihçilere bırakalım” demenin gerçek anlamı, “Bunu sonsuz bir tartışma sürecine çevirelim ve hiçbir zaman bir sonuca ulaşmayalım” demekle eşanlamlı.

    Olanın fiziksel gerçekliği bir yanda; yani, kaç kişi öldü? Kim öldürdü, nasıl öldürdü? Yöntem ne? Araçlar ne?

    Ama bir yandan da elle tutulmaz tarafı var işin. Bakın, “Dersim” deniyor, Halk Partililer hemen hazır: “O zamanın koşulları öyle gerektiriyordu.” On bin ölü müdür, otuz bin ölü müdür (Dersim’i kastediyorum): bunun kavgasını verdikten başka bir de koşulların öyle gerektirip gerektirmediği tartışmasına gireceğiz ki bunun çıkışı zaten kesinlikle yok.

    Bu sonuçta bir “siyasetçi” tavrı (başarısız bir siyasetçi tavrı) olabilir. “Zevahiri kurtarmak” üzere bir laf bulup söylemek zorunda kalmış birinin can simidi gibi bir şey olabilir. Ama bizim memlekette yığınla okumuş yazmış adam da bu sanki aklı başında bir sözmüş gibi davranabiliyor. Dahası, mesleği akademik bir meslek olan insanlar da bu çeşit sözler söyleyebiliyor.

    “Tarihçilere bırakalım” sözü bu düzeyde neler içerir? “Tarihçi” diye ayrı bir tür mü var? Neyin tarihçisi, bir kere?

    Zaten, bir kere bu mugalâta yoluna girildi mi, bunun da sonu gelmez. “Evet, ben tarihçiyim. Dersim’de kıyım oldu, Ermeni Kıyımı oldu” mu dediniz? “Sen neyin tarihçisisin? On sekizinci yüzyıl uzmanısın. Bu konuyu bilmezsin.” Daha ileri de gidilir. “Yirminci yüzyıl tarihi çalışmışsın, ama genel tarih. Kıyım oldu mu, olmadı mı, bilemezsin.” Daha da ileri gidilir. “Sen bu olayın tarihçisi olabilirsin, ama tarihçisin. Bunun hukuken bir ‘soykırım’ olup olmadığına sen karar veremezsin. Sen git, hukukçu gelsin”…

    Bir toplantıda bir akademik adam bana sordu: “Siz tarihçi misiniz? Nereden biliyorsunuz?”

    Böyle bir soruyu bir akademik kişinin sorabilmesi iyice utanç verici. Akademikler kitap yazar. Niçin yazar? Bir konuyu, o konuyu onlar kadar iyi bilmediğini varsaydığımız kişiler okusun ve bilgi edinsin diye yazarlar. Bu işlerle uğraşan insanların, yazanın da, okuyanın da, belgeliyi belgesizden, gerçeği palavradan, olabiliri olmazdan ayıracak araçları, kuralları, ölçütleri vardır. Ben Japonya’ya gitmedim ve dünyada böyle bir ülke olduğunu kendi gözümle görmedim. Ama öyle bir ülke olduğunu biliyorum. Kendi deneyimimizle kanıtlamadığımız halde öyle olduğunu bildiğimiz daha bir yığın olgu gibi.

    Konu bu geçmişe, bu geçmişin üstünü örtülü tutmaya çalıştığı bir dolu şeye gelince, “uzmanlık saygısı”ndan geçilmiyor. Çünkü bu “mugalâta” dediğimiz o çok bildik şeyin “akademik” kılığa girmişi oluyor: hukuk profesörü cüppesi giymiş Kenan Evren gibi bir şey.

    İşin kötüsü, bu mantıkla, daha doğrusu bu taktikle gittikçe, tarihçilere bırakılan işlerin sayısı, hacmi büyüdükçe büyüyecek. Çünkü bir değil, beş değil, maşallah her sayfası bu şekilde aydınlatılması gereken olaylarla dolu bir tarih bu.

    “Tarih” diye bunu yapıp sırtımıza bütün bu yükü bindirenler, bunların konuşulmasını, aydınlığa çıkmasını istemiyor. Çünkü tepemizde oturmak için salladıkları bayrakların, dövizlerin yüzeyi biraz kazındığında, altından bu gerçek tarihin çıkmasına tahammülleri yok.

    Onun için, “tarihçilere bırakalım”.

    Murat Belge

    http://arsiv.taraf.com.tr/yazilar/murat-belge/tarihcilere-birakalim/18866/

  6. İnkarcı ve imhacı Türk azınlık politikası uzun bir tarihe sahiptir. Ancak bu sorunların 1920’lerde demokratik ve insani bir biçimde çözülmemiş olmasının “Türk milleti”nin kollektif bir tasaruffu olduğunu söylemek için elimizde herhangi bir veri yoktur. Türk burjuvazinin masum olduğu da kesindir. Çünkü o tarihlerde daha Türk burjuvazisi yoktu. Her şeyi belirleyenler yine generallerdi. Osmanlıyı Birinci Dünya Savaşı felaketine sürükleyenler de yine onlardı.

    Militarist devletin tarihsel şekillenmesi

    Osmanlı devletinde sultanların 19. ve 20. yüzyıllarda otoritelerini kaybetmeleri ve buna parallel olarak paşaların öne çıkması öncelikle Osmanlı boyunduruğu altında yaşayan Hırıstiyan halkların bağımsızlıklarını kazanmalarıyla ilgilidir. Osmanlı Balkan ülkelerini peş peşe kaybetmeseydi, sultanlar hizmetçileri olan paşalara esir düşmezlerdi. Öne çıkan paşalar “ümmet”in sağlam bir toplum biçimi olmadığını iddia ettiler. Tamamen ırkçı-şövenist bir içerik verilen “millet” kavramı etrafında yeni bir toplum yaratmak en sağlam çözüm gözüktü. Fransız devriminin ve Batı Avrupa’daki genel uluslaşma sürecinin Türk siyaseti üzerindeki etkilerinin abartılmaması gerekir. Asıl etkili olan Hırıstiyan halkların Osmanlı’dan bağımsızlıklarını kazanmaları ve Balkanlar’ın kaybedilmesidir.
    Devletin militarist karakteri bu yüzden daha baştan itibaren anti-azınlık bir nitelik taşır. Daha doğrusu azınlık düşmanlığı bu ülkede militarizmin varlık nedenidir. “Balkan felaketi”nin tekrarlanmaması en başta gelen pratik amaçtır.
    M. Kemal bu mirası ve mekanizmayı kullanarak cumhuriyeti ilan etti. TBMM daha baştan itibaren paşanın bir danışma organıydı. Paşa hiçbir zaman demokrasi, hukuk, seçme ve seçilme hakları gibi kavramları ciddiye almadı. M. Kemal ve İnönü dönemlerinde Genelkurmay Başkanlarının göreceli önemsizliği, adı geçen politik liderlerin kişisel durumları ve tek parti yönetimiyle ilgilidir. Bu durum ordu ile meclis arasındaki ilişkileri de stabilize ediyordu. Ordunun partisi (CHP) dışında bir başka partinin örgütlenmesine müsaade edilince ve bu parti parlamentoda çoğunluğu sağlayınca bu süreklilik arz eden bir problem oldu. Tek parti yönetiminin son bulduğu tarihten bir süre sonra Türkiye bir darbeler ülkesi olarak anılmaya başladı.
    Darbeler şu sıralar artık ihtiyaç olmaktan çıkmıştır. Çünkü bugünkü devlet mekanizması yazılı veya resmi olanın çok ötesinde kurumsal ve zihinsel olarak militaristtir. Dahası, militarist devlet aracılığıyla yaratılan Türk milleti de militaristtir. Ordunun güçlü bir kitle tabanı vardır. AKP’nin parlamentodaki ezici çoğunluğu millettin ordudan koptuğu anlamına gelmez. Seçmen bazen bir dizi nedenden dolayı generallerin işaret ettiği partiyi seçmiyor. Türk halkı din faktörünü egemen kültürde daha çok öne çıkarmak istiyor. Ordunun İslam yorumunu yeterli bulmuyor. Ancak militarist devletin varlık nedeni konusunda ordu ile seçmen arasında bir anlayış farkı yoktur. Örneğin Türk Ordusu’nun Dersim’deki tüm uygulamalarını AKP, MHP ve CHP’li seçmen aynı oranda destekliyor. Sonuç olarak militarizm anti-azınlık bir varlık nedenine sahiptir ve bu konuda asker ile seçmen arasında bir zihniyet farkı yoktur.
    Özetlersek, azınlıklara yönelik inkarcı ve soykırımcı politikalar ordu menşelidir ve bu politikalar toplumun ezici çoğunluğu tarafından destekleniyor.

    http://mamikiye.blogspot.com/2006/09/ordu-siyaset.html

  7. Napolyon “tarih, üzerinde uzlaşılmış bir yalanlar silsilesidir” derken herhalde tam da bu iki olayı kastediyordu….İlki Çanakkale Savaşı ikincisi Ermeni Tehciri…Çanakkale muharebeleri ile ilgili yapılan resmi yorumlar Anadolu’yu bölmek, parçalamak ve paylaşmak için gelen saldırgan İngiliz emperyalizmine karşı Anadolu insanının vatanını korumak amacıyla verdiği soylu ve büyük bir direniş şeklinde anlatılır.. Hatta Çanakkale Savaşını tarihin gördüğü en büyük anti-emperyalist savaşlardan biri olarak ifade edenler bile vardır. Oysa Çanakkale iki büyük emperyalist ittifakın birbirlerine karşı yürüttüğü büyük bir savaşın cephelerinden birisidir ve bu emperyalist savaşın bütün cephelerinde emperyalistlerin çıkarları için halklar birbirlerine boğazlatılmıştır…Gelelim Jenosid olayına ; Uluslararası hukukta şöyle tanımlanıyor ;”jenosid suçu; millî. ırkî veya dînî bir gruba karşi işlenilen ve o toplumu ortadan kaldirmaya yönelik saldiri Ve öldürmeler.” deniyor…1915 olaylarında sahnede İTC var..1.paylaşım savaşına Almanya’nın yanında girmişiz..İttifak devletlerinin osmanlı savaş bakanı Enver Paşa ve Alman .Evet Ermenilerle çatışmalar yaşanmış evet Ermeniler öldürülmüş ama buna hem Almanlar hemde Kürtler yardım etmişler..Nasıl oluyorda tek yanlı bir bakış açısını sosyalist düşünceyle ilişkilendiriyorsunuz? Ermenileri kestik deyince sosyalist mi olunuyor? İlber Ortaylı’nın bu konu hakkındaki görüşlerini alıntılayım belki faydası olur…Sözde Ermeni soykırımı iddialarını bir “SOYKIRIM” olarak değil, ‘zorunlu yer değiştirme’ olarak niteliyor hoca vede diyor ki; “Ermeni soykırımı söz konusu bile değil. O gün yapılan “deportizasyon”dur, yani zorunlu yer değiştirmedir.” Osmanlı buna TEHCİR diyor diye bende yazmıştım.. Ermenilerin bazı bölgelerden sürgün edilmesi kararının savaş yıllarında cephe gerisini sağlama alma çabasının bir ürünü olduğunu kaydeden hoca “Bazı bölgelerden Ermenilerin sürgün edilmesi meselesi Osmanlı’nın boşyere girdiği bir savaşın ardından akıllı bir tavırla cephe gerisini sağlama alma adına giriştiği çabanın ürünüdür. Ve bu sürgün kararı o günün şartlarında Osmanlı ordusunun başındaki bir Alman generalin isteği doğrultusunda alınmış bir karardır. O günün şartlarında cephe gerisini kurtarma adına alınan karar da askeri açıdan son derece doğru bir karardır.” diyor ve ekliyor ; “Çünkü o tarihteki Bakanlar Kurulu’nda Ermeni kökenli 3 bakan var, orduda bir o kadar aynı kökenden gelen komutanlar mevcut. Yani bir millet soyunu tüketmek için çaba gösterdiği bir milletten olan kişileri bakan yapacak, askeriyesinde yetkili yapacak, bu akla ve mantığa uygun değildir.” şeklinde açıklıyor…Kimlik siyaseti yapanlar varoldukça daha çok soykırılırız…Saygılar..:)

  8. son cümle çok önemli; “kalan halklar ise vicdanını kaybetmiştir.”
    Türkiye’li halklar, insanlar Ermeni Katliamına, Rum temizliğine, sosyalistlere yapılan işkencelere, Kürtler’e yapılan insanlık suçlarına suç ortağı edilmiştir. Bebeklikten başlayarak yapılan beyin yıkama işlemleri; Kürt sözcüğünü kullanmanın bile “tehlikeli” olduğu geçmiş hala geçmiş değil!
    Türkiye’li insanlar bu rezilliklerle yüzleşmedikçe kendilerine “iyi” bir hayat bulamaz. Yaratamaz; var edecek güce erişemez.
    Mafyatik cinayetlerle hesaplaşamayan bir toplum, toplum olamaz! Bir sürü, itilen-aşağılanan, yönetilen ve sömürülen yığın olur. Bu nedenle toplumsal ve siyasal geleceğimizin aydınlanması kolay değildir.
    Bu yüzleşme, hesaplaşma elbette olacak bir gün; işte o gün bu topraklarda başka bir hayat başlayacak; umut ancak o zaman elle tutulur hale gelecek…

  9. eline, kalemine, vicdanına sağlık gün abi. devletin şuanki savunması ”biz yaptık ama daha kimler kimler yaptı” türünden inkardan çok itiraf gibi.

  10. r.TC’nin Putin’in soykırım ifadesine ait açıklamasını okudum az önce…
    “Yok hükmündedir!”

    böylece “yok hükmünde” olunacak bir uydurulmuş tarihin de sonuna geliyoruz anlaşılan.
    Fetihçi, yağmacı zihniyeti hala taşıyor olmanın bedeli olmalıydı..
    ödenecek.. kaçacak yer kalmadı…

  11. Ermeni Soykırımı’nın İmparatorluk döneminde gerçekleştiği, Cumhuriyet’in İmparatorluğu yıkan bir rejim olduğu, bu nedenle Cumhuriyet’in sorumlu tutulamayacağı iddiası çocukça. Birincisi, soykırımın başını çeken kadrolar (İ.T.) Cumhuriyet’in kurucu kadroları. Bu zaten sorumluluk getirir. Fakat yapılan soykırım ile Cumhuriyet rejiminin doğrudan bir ilişkisi olmasa, bir dereceye kadar mesafe konulabilirdi. Oysa durum böyle değil.

    Daha da mahkum edici olan ikinci gerçek şudur: soykırım zaten doğrudan İmparatorluğun hiyerarşik dini cemaatlere dayalı sistemini (birinci sırada İslam’ın geldiği “millet-sistemi”) tasfiye eden, yerine tek din-milleti kimliğini koyan Türkiye ulus-devlet sistemini getiren kurucu “temizlik”lerden en büyüğüdür. Cumhuriyet, bu şekilde kurulmuş ulus-devletin yönetim şeklidir.

    Türkiye devlet eliti ve egemen sınıfı sorumluluktan kaçamaz.

    Sorumluluktan kaçmaya yeltenmeye uygun olan, aslında mantıksal olarak Cumhuriyete düşman, radikal Osmanlıcı gericiler olabilir. Fakat onların da bütün “Neo-Osmanlı” goygoylarına karşın, ulus-devlet iktidar paradigması içinde tanımlı olduklarından, ve ideolojik islama yaptıkları ayrımcı yatırımlarından dolayı kesinlikle şovenizm aracı olarak parlattıkları Neo-Osmanlıcılığa bu tarz bir yorum getirmezler, getiremezler. İşte devlet geleneği olan inkarcılıkta buluştular.

  12. Aynı şekilde, Dersim katliamının sorumluluğundan da ne devlet eliti ne de Türkiye egemen sınıfı kaçabilir. Tek parti döneminde yapıldı diye, suçu CeHaPe’ye atıp kurtulmak mümkün değildir. AKP’ye kadar evrielrek gelen Demokrat Parti çizgisi, DP kadroları, bizzat o katliamcı CHP’nin içinden çıkmıştır. Ve CHP’den kopuşlarında Dersim katliamı eleştirisi filan yer almamıştır. Dolayısıyla RTE ve AKP’den işitmeye alıştığımız ve yancı liberallerden de yankılanan CeHaPe ile başlayan tüm cümleler ucuz bir ikiyüzlülüktür.

  13. mesele Halil Benktay, Ermeni soykırımı meselesinden devlete yüklenirken AKP’yi kurtarmaya çalıştı. AKP aslında farklı şeyler söylemek istiyorkuş da falan filan. Bu Bayramoğlu-Berktay-Çalışlar çizgisinin esaslı bir şekilde eleştirilmesi gerekiyor. İMC durmadan Ali Bayramoğlu’nu çıkarıyor ekranlarına.

  14. ermeni özgürlük harekati gerek kürt harekati tarih boyunca milliyetci despot zülmüne ugramıştıır.AMA burda önemli olan ermeni ve kürt halkının devlet zihniyetini irdelemesidir gerek ermeni ve kürt hareketinde anarchy dünya görüşü benimseyenler vardır.bügün ki ermenistana bakıyoruz hala acılı ve sorunlu bir toplum bulunmaktadır ermenistanda. kürt hareketinde ise (zileli hocam iyi görmüşün ileri kürt burjuvazsının kürtler üzerinde ilerde daha uzun yıllar kalıcı oldugunu görmüşün yaşayacagımız ırkısz mülkiyetsiz bir dünya varken (büyük işler yapamıyorsak küçük işler yapıp insanları mutlu edelim rus atasözü

  15. Bayramoğlu-Berktay-Çalışlar içinden Çalışlar’ın hala AKP’yi restore etmeye çalıştığını gözlemliyorum, diğerlerinin ise ne yazıp ettiğine rastlamadığım için fikrim yok.

    Fakat ABD’nin RTE konusundaki düşüncesi “olumsuz”a döndüğünden beri Cengiz Çandar’dan seçilmiş konularda gerçekleri dinleyebiliyoruz gibi gözüküyor:

    http://www.radikal.com.tr/yazarlar/cengiz_candar/tehcirin_100_yili_ve_yolun_sonu-1343646

  16. IMC’yi izle, A. Bayramoğlu neredeyse her akşam çıkıyor oraya. Kürt hareketi içindeki AKP’nin truva atı. Berktay ise AKP’nin son tutumlarından (ermeni konusunda özellikle) belli ki memnun değil ama hâlâ kurtarmaya çalışıyor. Çandar çoktan tavrını almıştı zaten.

  17. Merdan Yanardağ’ın Dersim ve Kronştat’la ilgili söylediklerine ne diyorsunuz Gün Abi? Kendisi sizin de desteklediğiniz BHH’nin yürütme kurulunda. Bu vesileyle BHH’nin şu anki durumu ve geleceğiyle ilgili düşüncelerinizi de sorayım. Şöyle demiş Merdan Yanardağ:

    “Dersim katliamı nedeniyle cumhuriyetin mahkum edildiğini anlamak mümkün değil. Dersim ayaklanması ve sebeplerini bir kenara bırakalım. Bence Seyid Rıza’dan bir devrimci lider çıkmaz, adam seyid bir kere, peygamber soyundan olduğunu söylüyor. Aslında bir aşiret lideri. Evet bir katliamla sonuçlanıyor, her devrin kaçınılmaz kötülükleri vardır, kötülüktür Dersim’de yaşanan. Hiçbir gerekçe Dersim’de yaşanan katliamın kötülük olmasını örtmez. Kronstadt’ta da Troçki, anarşistleri kurşuna dizdi, çünkü emperyalist ülkelerin Bolşevik iktidarına saldırısı vardı. Bugünün kavramlarıyla geçmişi değerlendiremeyiz.”

    http://haber.sol.org.tr/turkiye/merdan-yanardag-izmir-nhkmde-okurlariyla-bulustu-113992

  18. Tam anlamıyla ulusalcı zırvalamalar. Utanç verici, kendisi adına.

  19. Emre Kongar da son yazılarında bildiğimiz ezberlerle resmi söylemi tekrarlamış.
    Zaten kendisi Aydınlanma dininin müminlerinden arkaik bir Kemalist.
    Laiklik, Cumhuriyet, Atatürk devrimleri, feodalite gibi kelimeleri tekrarladığı yazılarının çoğunda hiçbir yeni fikir yoktur.
    Ulus-devlet ve ulus kavramlarını aşamadığı için de etnik milliyetçilikten söz eder, sanki etnik olmayan bir milliyetçilik olabilirmiş gibi.

  20. Bu meselenin yeniden gündeme gelmesiyle birlikte Kemalistler, İslamcılar, Türk-İslam sentezcileri, laikçi-dinsiz ulusalcılar, nasyonal sosyalistler, ülkücüler, Turancılar, Atsızcılar vs. bilumum devletçilerin birbirlerinden hiç farkı olmadığı bir kere daha görülmüş oldu.

  21. MY’nin ifade skandalmış. Bir cevap yazısı hazırlanabilir.

  22. Zaytung topu 90’a takmış :

    Bir 24 Nisan’da Daha Ülkenin Birleştirici Gücü Olan İttihat ve Terakki Partisi, Tekrar Siyasete Girmeye Hazırlanıyor

    http://zaytung.com/haberdetay.asp?newsid=278215

  23. Mülayim Sert’e..
    Evet.. Hem de 28 metreden! Gol böyle atılır! Zaytung’un forvetini transfer etmeyi “başkana” hemen önerdim!

  24. anonim 20; “aydınlanma devriminin müridleri” ifadesi hem doğru, hem yanlış!
    Aydınlanma devriminin de farklı tarikatları ve farklı mürüdleri var çünkü..
    son günlerdeki yazılarımda bunu anlatmaya çalışıyorum..
    Aydınlanma devriminin taklidi ile süreçleri iki ayrı “tarikat” olmalı ki, ben bu süreçlerin müridi olmayı öneriyorum..

  25. ogürsel
    Bu Aydınlanmacı ve solcu görünümlü sağcı, devletçi, Kemalist gericilerden biri de son yazısında buna benzer bir ayrım yapmış.
    http://odatv.com/n.php?n=modernlesmecilerle-baticilarin-bitmeyen-savasi-2704151200
    1) Modernleşmeciler dediği Aydınlanmacılar, yani kendisi gibi devletçi Kemalistler
    2) Batıcılıkla, liberallikle, vatansızlıkla suçladığı kesimler. Yani (Demir Küçükaydın’ın ifadesiyle) “insanların dili, dini, soyu, sopu, kültürü, ırkı, siyasi görüşü, zevkleri ne olursa olsun eşittir; diğer bir ifadeyle “vatanım yeryüzü milletim insanlıktır” diyen aydınlanmanın kozmopolitizmi ve hümanizmi”

  26. Kemalizm ceberrutluğun arkaikliğin adı

    Prof. Mete Tunçay, Kemalizm’i böyle tarif etti: Ceberrutluğun, zorun ve arkaikliğin adı…
    Star Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Karaalioğlu’nun hazırlayıp yayına sunduğu ‘Açık Görüş’ adlı programa katılan Prof. Mete Tunçay, Milliyet Gazetesi yazarı Taha Akyol ve siyaset bilimci Prof. Levent Köker, tarihten günümüze Kemalizm’i tartıştı. Türkiye’nin önde gelen saygın tarihçilerinden Bilgi Üniversitesi Tarih Bölüm Başkanı Prof. Mete Tunçay, Kemalizm’in günümüzde manasız olduğunu belirterek şöyle dedi: Günümüzde Kemalizm zorun adı, ceberrutluğun adı olabilir…

    İşte dün akşamki programdan can alıcı tespitler:

    Taha Akyol: Kemalizm günümüzde ne işlev görüyor?

    Mete Tunçay: Kemalizm günümüzde zorun adı, ceberrutluğun adı olabilir. Ancak buna sığınılabilir. Bu olsa olsa çok iyi niyetle gelişmemiş bir ülkede, hiçbir dinamik yok diyelim, onu harekete geçirmek için, o toplumun içinde örgütlenen silahlı kuvvetlerin bir başlangıç yaptırmaları gibi savunulabilir. Mesela Mesela bir Afrika ülkesinde silahlı kuvvetlerin böyle bir toplumsal dönüşümü başlatmak için ilk hareket yapmaları…

    Taha Akyol: Hatta Ortadoğu ülkesi sadece Afrika’da değil. Biliyorsunuz Hungtington’un öyle bir teorisi var. Köylü toplumlarda modernleşmeyi asker ve sivil bürokrasi yapar bizim tarihimizde de öyle..

    Mete Tunçay: Evet, herhalde Türkiye o aşamada değil artık. 1920’lerde o aşamada olup, olmadığını bile ayrıca tartışmak gerekir. Ben o kanıda değilim. Çünkü 1920’de yaratılmadı Türkiye. Ondan önce 1908, 1913 dönemi var. Ondan sonra 1. Büyük Millet Meclisi dönemi var. Bu tarihlerde ciddi demokratik bir hayat yaşandı. Öyle sıfırdan başlanmadı. Onun için diyorum ki, bugün Kemalizm’den bahsetmek arkaik bir şey ve geri bir şey.

    Mustafa Karaalioğlu: Ne işe yaradığına biraz odaklanabilir miyiz? Arkaik, gereksiz deyince..

    Mete Tunçay: O zaman halkın demokratik tercihlerini bir kenara iterek, kerameti kendinden menkul birtakım şeyhlerin, doğru bildikleri şeylerin topluma zorlamalarının bir yolu…

    Taha Akyol: Demokrasi üzerindeki vaseyetin gerekçesi oluyor bir bakıma

    Mete Tunçay: Evet

    http://www.memleket.com.tr/news_detail.php?id=57846&uniq_id=1297369465

  27. Dsip’li ergen detected 😀

  28. Tkp’li ergen detected 😀

  29. Nazım’ın, Orhan Kemal’in Tkp’sinin de bir değeri var. O kadar bedel ödediler. En iyisi Sip’li ergen detected demek.

  30. Soykırım kozdur!

    İsrail’de Ermeni Patriği Nurhan Manukyan, Cumhurbaşkanı Reuven Rivlin’e sitemler edip duruyor… Sebep?
    Cumhurbaşkanı Rivlin 1915 olayları için soykırım değil “katliam” demiş.
    İsrail – Türkiye ilişkileri iyi olmadığı halde İsrail neden “soykırım”ı telaffuz etmekten kaçınıyor. Çünkü şu sırada Azerbaycan’la ilişkileri önemli. İsrail Azerbaycan’dan petrol alıyor, silah satıyor…
    İsrail’in tavrı ve gerekçeleri “Soykırım”ın bir ticaret ve siyaset kozu olduğunu da bir kez daha ortaya koyuyor.

    http://www.milliyet.com.tr/abd-akillaniyor-da-/gundem/ydetay/2051873/default.htm

  31. Daha önemli sebebi, Yahudi soykırımının dünyada tek olmasını istiyorlar.

  32. Merdan Yanardağ’ın sözü dikkat çekici gerçekten, ulusalcıların nasıl düşündüğünü anlamak bakımından da faydalı. Ne demişti Yanardağ:

    “Kronstadt’ta da Troçki, anarşistleri kurşuna dizdi, çünkü emperyalist ülkelerin Bolşevik iktidarına saldırısı vardı. Bugünün kavramlarıyla geçmişi değerlendiremeyiz.”

    http://haber.sol.org.tr/turkiye/merdan-yanardag-izmir-nhkmde-okurlariyla-bulustu-113992

    Peki devamı nasıl bunun? Troçki daha sonra emperyalist ülkelere kaçmak zorunda kaldı. Sonra orada bile Stalin tarafından öldürüldü çünkü o da emperyalistlerle işbirliği yapan biriydi. Ne kadar ilginç değil mi? Yanardağ devamını da söyleseydi daha isabetli olurdu. Bu açıdan Yanardağ’ın savundukları boş ve anlamsızdır. Çünkü önüne gelen herkesi kafaya ve canınızın istediğinize göre bu emperyalizme yardım ediyor düşmandır diye yargılayıp kolayca ölüme mahkum ettiğiniz de bunun sizi götüreceği dipsiz kuyuda Troçki gibi saçmalarsınız veya en sonunda SSCB’de olduğu gibi Gorbaçov’a benzer birini bulup tekrar kapitalist olduğunuzu ilan edersiniz. Aslında bunun kafaya göre herkesi kafir edip ölüme mahkum eden İŞİD mantığından farklı olmadığını söylemek gerekir. Hani dinden çıktı, karikatür çizdi diye kurşuna dizenler var ya bu mantıktan söz ediyoruz. Kalkıp zaman zaman bir de bu mantığı eleştiriyorlar bir de. İşte bu dipsiz sonu olmayan çözümsüzlük ve saçmalıklar kuyusunda o zaman herkes işine geldiği gibi bu sözü alıp kullanabilir ki Yanardağ da zaten bugün bunu yapıyor. Tabii siz bunu yaparsanız böyle bir sürü saçmalık oluşur. O gün Stalin tarafından yok edilip kurşuna dizilen ya da Troçki gibi emperyalist ülkelere kaçıp saklanmak zorunda kalan insanlar bu saçmalıklar halkasının devamıdır. Pardon Stalin’in ülkesi dünyanın en demokrat ülkesiydi, o yüzden insanlar toplu halde kurşuna diziliyor ya da Troçki gibi kaçmak zorunda kalıyorlardı değil mi?

  33. sayın malatesta, sorun şu ki merdan yanardağ’ın o sözlerine soldan ciddi bir tepki gelmedi. hdp’lilerden gelen tepkiler yanardağ’ın seyid rıza ile ilgili söyledikleri üzerineydi. kronstadt için söylediklerine kimse bir şey demedi. gün abi bile tepkisini tek cümleyle geçiştirdi. daha güçlü bir itiraz beklerdim kendisinden, o da durumu kanıksamış sanki. maalesef stalinistler çok güçlü ve örgütlüler. merdan yanardağ’ın sözleri değil, ona gösterilen tepkisizlik asıl vahim olan.

  34. 39. yoruma ilaveten ekleme ve açıklama:

    Yanardağ geçmişten bir örnek vermiş, bugün ise neyi savunduğunu açıklamamış. O yüzden bugünkü konumuyla ilgili belirsizlik olduğunu eklemem gerekir. O yüzden 39. yorumda yazdığım ” İşte bu dipsiz sonu olmayan çözümsüzlük ve saçmalıklar kuyusunda o zaman herkes işine geldiği gibi bu sözü alıp kullanabilir ki Yanardağ da zaten bugün bunu yapıyor.” sözüm onun bugün Sovyet geçmişiyle ilgili değerlendirmeleridir.

    Gerçi Yanardağ’ın geçmişte olan olayı savunup savunmadığı da belli değil ama olur böyle şeyler, olmuş bitmiş şimdi yargılamak anlamsız diye yazmış. Ama insanlar geçmişte olacak olayları da yargılar ve mahkum ederler. Yoksa her türlü olay olmuş bitmiş diye kapatılabilir. Bunun yanında ister istemez geçmişle ilgili bazı değerlendirme ve yargılar bugünkü bakış açımıza da ışık tutabilir

  35. Geçiştirmiş değilim. Yeri gelince bu konuyu ele alacağım.

  36. 40. nolu anonim arkadaş haklısın Türkiye’de solda Stalin yanlıların ciddi bir hakimiyeti ve gücü var.

    Ama işin en korkutucu ve en önemli taraflarından biri aynı zamanda şu: Stalin yanlıları ısrarla ve ısrarla yalanları doğru gibi gösterme derdinde. Veya alabildiğince gerçekleri çarpıtıyorlar, bunlara göre diktatörlük ve özgürlüklerin yok edilmesi en gelişmiş demokrasi oluyor. Mesela Yanardağ şöyle diyor:

    “Sosyalist demokrasinin diğer adı proletarya diktatörlüğüdür ve en gelişkin burjuva demokrasisinden milyonlarca kez daha demokratiktir.”

    http://haber.sol.org.tr/turkiye/merdan-yanardag-izmir-nhkmde-okurlariyla-bulustu-113992

    Herhalde bu sosyalist demokrasiye örnek olarak da bugün Küba ve Kuzey Kore ya da Stalin Rusya’sı örnek gösteriliyor. Yanardağ Küba için şöyle diyor:

    “Bence dünyanın bugün en demokratik ülkesi Küba’dır.”
    http://haber.sol.org.tr/turkiye/merdan-yanardag-izmir-nhkmde-okurlariyla-bulustu-113992

    Küba bir diktatörlüktür, demokrasi ile uzaktan yakından alakası yoktur. Küba’yı savunan biri Kuzey Kore’deki veya başka bir diktatörlüğü de savunabilir. İşin ilginç yanı bunun en gelişmiş bir demokrasi olarak anlatılmasıdır. Gerçekte ise bunun demokrasi ile filan zerre kadar bir alakası yoktur. Çünkü gerçek demokrasi farklı düşüncelere de izin vermeyi gerektirir. Aşağıdaki video bunun Küba’da olmadığını gösteriyor:

    https://www.youtube.com/watch?v=jTpKX5bNRBk

    Bunun yanında Julia Cooke’in yazdığı 2014 yılında yayınlanan “The Other Side of Paradise: Life in the New Cuba” isimli kitap Küba’da gerçekte nasıl bir sefil demokrasi olduğu konusunda ayrıntılı fikir verebilir:

  37. Siz ne diyorsunuz Küba’ya Gün Abi? Küba’ya dair anarşist bir tutum nasıl olmalı? Kesin bir dille sosyal faşist bir diktatörlük mü denmeli? Yoksa ambargo koşullarında halk yararına (özellikle sağlık alanında) iyi işler başardıkları için sempati duyulacak bir diktatörlük mü? Solun geneli böyle yaklaşıyor çünkü. Bir de Küba on milyonluk bir ülke Sayın Malatesta. Bu kadar büyük insan kaynağından anarşistler de çıkar herhalde. Şu anda Küba’da anarşist görüşe sahip olanların nasıl bir mücadele yürüttüklerini merak ediyorum. Bu konuda bilgim yok. Sanırım sizin de yok ama fikir yürütebiliriz. Siz şu anda Küba’da yaşıyor olsaydınız ne yapardınız? Gün Zileli, doğma büyüme Havanalı bir anarşist olsaydı, ne yapardı? O koşullar altında ne yapılabilir?

  38. Hiçbir diktatörlüğe sempatim olamaz. öte yandan, Küba, ambargo önemli ölçüde gevşediği halde hâlâ tehdit altında bir ülkedir. Bu yüzden de bu ülkeye yüklenmeye pek gönlüm razı değil. Orada yaşasaydım ne yapardım. Elbette elimden geldiği ölçüde diktatörlüğe karşı mücadele eder, özgürlük alanlarının genişlemesi için çalışırdım.

  39. 43 nolu anonim, Küba’da bildiğim kadarıyla çok az sayıda anarşist var. Küba özgür bir ülke olmadığı için etkinlikleri de çok az.

    Bunun yanında Küba önemli ölçüde solun sempatisini kazanmış bir ülke. Haksız ABD ambargosu ister istemez insanların bu ülkeye sempati duymasına yol açıyor. Küba’da yapılan güzel ve doğru şeyler de var. Küba’da yapılan her şey yanlıştır demedim.

    Ama bazı doğru yapılan şeyleri ön plana çıkartıp, yapılan yanlışları görmezden gelerek diktatörlüğü en gelişmiş demokrasi diye anlatmak gerçekleri çarpıtmaktır ve yalan söylemektir. Küba modeli, yani diktatörlük, bir anlamda çözüm diye sunuluyor. Yani burada aslında mesele Küba’da değil, Küba üzerinden diktatörlüğü en gelişmiş demokrasi diye yutturmaya çalışmaktır. Bunun kabul edilecek bir tarafı yok.

  40. Küba’da Yaşasaydım Ne Yapardım?

    Küba’da doğmuş biri olsaydım, anarşizmi filan belki bilmezdim. Çünkü dediğim gibi Küba’da farklı fikir ve düşüncelere ulaşmak çok zor.

    Şu halimle Küba’da yaşasaydım yaşam benim için nasıl olurdu? Bunun için önce sıradan Kübalı’nın nasıl yaşadığını çok iyi bilmek gerekir. Benim için orada yaşamak sanırım çok zor olurdu, farklı düşünemediğim, emir komuta zinciri içinde hareket etmek zorunda kaldığım bir ülke olurdu. Bu ülkede sanırım diktatörlüğe karşı mücadele ederdim, ama bu da kolay olmazdı. Çünkü bu ülkede hemen her şey önemli ölçüde devletin kontrolü altında, bunun dışında farklı bir fikre ulaşmak çok zor.

  41. Küba’nın yönetim şeklinden bağımsız olarak, SSCB çökünce petrol ithal edemez hale geldiğinde tarımını nasıl organik şehir bahçeciliği ile ayakta tuttuğunu incelemenizi tavsiye ederim. Buradan çıkan dersler fosil yakıt bağımlılığından kurtulmak ve ekolojik bir atılım yapmak isteyenler için çok değerli.

    https://en.wikipedia.org/wiki/Organop%C3%B3nicos
    http://monthlyreview.org/2009/01/01/the-urban-agriculture-of-havana/

    Venezüela da örnek alıyormuş.

    Her karış toprağın küçük ölçekte meyve-sebze üretilerek değerlendirilmesine dair Kropotkin de çok kafa yormuştur. Marx ve Engels de kır-kent ayrımını ortadan kaldırmaktan ve mevcut durumdaki “metabolik dengesizlik” probleminden bahseder. Bu yaklaşımlarda ekolojik mücadelenin tohumları bulunabilir.

  42. Diktatörlük ve Ekoloji

    Bugün ekolojik sorunlar çok önemli. Ve bu sorunlar giderek daha da önem kazanacak. Hatta diyebilirim ki 21. yüzyılın en önemli sorunları arasında ekoloji de yer alacak.

    Egemen sınıf da ilerleyen zamanlarda kaçınılmaz olarak bunu görmek zorunda kalacaktır. Ekolojik sorunların giderek şiddetlenmesiyle dünyada insanlığın birçok kazanımı yanında geleceği de büyük tehdit altına girecektir. Bu durumda egemen sınıf da şimdiye kadar görmezden geldiği bu sorunla kaçınılmaz olarak yüzleşmek zorunda kalacaktır.

    Peki ekolojik sorunlar nasıl çözülecek? Örneğin Küba’nın bu konuda bize öğrettiği ne?

    Bir ülkede diktatörlük kurarak, çok büyük zorbalıklar ve baskılarla, neredeyse her türlü özgürlüğü yok sayarak ekolojik sorunları çözebiliriz. Hatta tüm dünyada en önemli ekolojik sorunları bu tür zorba ve baskılarla, diktatörlükle, çözmek mümkün olabilir. Üstelik bu çözümün egemen sınıf ve yöneticiler için daha iyi bir çözüm olduğu da söylenebilir. Örneğin insan kaynaklı iklim değişikliği sorunu belki de dünyadaki insanların çok büyük çoğunluğunu yok edilerek ya da onları son derece sefil bir yaşama mahkûm olmasıyla bir süreliğine çözülebilir. Böylece bu sorunun bedelini sıradan insanlar çok kötü biçimde öder, öte yandan egemen sınıf ise bu çözümün nimetlerinden faydalanır. Ekolojik sorunlar bahane edilerek bunlar yapılabilir mi? Evet yapılabilir. Çünkü gerçekten giderek şiddetlenen bir ekolojik kriz de var. Geçmişte güvenlik sorunları bahane edilerek bunlar yapıldı, bugün de ekoloji bahane edilerek bunlar yapılabilir.

    Şu halde ekolojik sorunlar şüphesiz çok önemli olduğu gibi, bu sorunların nasıl çözüleceği de çok önemlidir. Diktatörlüğün çözümü adı üstünde zorla ve baskıya yaptırmak üzerine kuruludur. Tabii bu tür çözümlerde en büyük bedeli sıradan insanlar öder. Ve bu tür çözümlerde onların konuşma, düşüncelerini dile getirme hatta zaman zaman yaşama özgürlükleri bile kolaylıkla ellerinden alınabilir. Bu unutulmamalıdır.

    Bu konuda çok sık Küba örneği veriliyor. Gerçekten Küba’da ekolojik tarımın dikkat çekici başarılarından öğrenecek çok şey olabilir. Ama tüm bunların yanında bu ülkede bir diktatörlüğün olduğu da unutulmamalıdır. Diğer yandan Küba ekolojik düşünceyi savunduğu için ekolojik tarım vb. yönelmedi, zorunlu kaldığı için böyle bir şeye yöneldi.

    Dünyadaki artan çok büyük sorunlar karşısında Küba türü diktatör özentili çözümler, egemen sınıf için de arzu edilen çözümler olması şaşırtıcı olmayacaktır.