“Esir Şehrin Mahpusu”

Tüm İstanbul kentini “Esir şehre”, bu kentin insanlarını da “Esir Şehrin Mahpusu”na çevirdiler. İstanbul, işgal kuvvetleri tarafından esir alındığında bile böylesine ablukaya alınmamış, bu kentte yaşayan insanlar bu ölçüde “potansiyel suçlu” sayılmamıştı.

Korkuyorlar. Nedir korkuları? Bir halk hareketiyle devrilmekten korkuyorlar. Bu yüzden de her türlü emekçi hareketini daha başından ezmeye kararlılar. Ama korkunun ecele faydası yok. Çünkü devrilecekler. Hem de en korktukları biçimde. Bir halk isyanıyla.

Bir ülkede yargıçlar, bir davada tahliye kararı verdikleri için görevden alınıyor, meslekten atılıyor ve tutuklanıyorlarsa artık orada yargı bağımsızlığından söz edilemez. Bundan sonra bir yargıcın yasaları vicdanına göre yorumlayarak karar vermesi için işinden atılmayı ve “örgüt üyeliği”nden tutuklanmayı göze alması gerekiyor. Artık bu ülkede hukuktan falan söz edilemez. Diyelim ki, o yargıçlar “hatalı” karar vermiş olsunlar (sanki hatalı karar bolluğunda yaşamıyormuşuz gibi), kararın karşılığı bu mudur? Bunun sonucunun yargıdan bundan böyle bir daha asla doğru bir karar beklenemeyeceğidir. Bu, yargının katli, yargıçların esir alınmasıdır. Artık savcı ve yargıçların da birer tutuklu olduğunu düşünebiliriz. Onları kim tahliye edecek? Yargıyı açıktan iktidarın kapıkulu yapan bir iktidar yıkılmaya mahkûmdur.

AKP’nin oyları %40’ın altına düşmüş görünüyor. Bunca güdüme, bunca ekonomik desteğe, bunca iktidar olanağına rağmen bir iktidar partisi oy anlamında bile düşüş trendine girmişse sonu gözükmüş demektir.

En büyük düşüş ekonomik alandadır. Yapay olarak şişirdikleri ekonomileri iflasa girmiştir. Bir türlü toparlayamıyorlar ve toparlayamayacaklar. Artık “seçim ekonomisini” bile uygulayamayacak kadar kötü durumdalar. Burjuvaziden bile homurtular duyuluyor.

Dış politikada tam bir tecrit içindeler. Ortadoğu politikaları iflas etti. Avrupa’nın hiçbir desteği kalmadı. ABD bile yavaş yavaş arayı açıyor bu hükümetle. Özgürlükler açısından sürekli kırmızı kart görüp duruyorlar. Rakip kamptan da yüz bulamıyorlar. İran’la araları kötü. Rusya’dan son olarak bir “soykırım” sarı kartı gördüler. Tek destekleri olarak Arap prenslikleri ve Çin kaldı. Onların desteğinin bile yarın açısından garantisi yok.

“Açılım süreci”ni kendi elleriyle sona erdirdiler. HDP, “açılım süreci”nin fiilen sona erdiğini açıkladı. Kürt halk kitlelerinde büyük bir öfke birikiyor.

Kendilerine oy veren “mütedeyyin” kitlelerde büyük bir tereddüt hali gözleniyor. Bu iktidarın yolsuzluklar iktidarı olduğunu kendi taraftarları bile görüyor. İşçiler, gençler, öğretmenler, kadınlar, bu diktatörlüğün baskısını omuzlarında hisseden bütün kesimler bunları sırtlarından atmak için yavaş yavaş doğruluyorlar. Fiili sıkıyönetimler, OHAL’ler kabaran öfkenin önünde duramayacaktır.

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Seçim sonuçları ne olursa olsun, bu diktatörlük, çok uzak bir gelecekte değil, en geç 2017 yılının ortalarında bir halk isyanıyla devrilecektir. Bu bir öngörü değil, bir saptamadır.

Esir alınmış ülkenin insanları, özgürlük ve emekçi düşmanı iktidarı devireceklerdir.

Gün Zileli
1 Mayıs 2015
www.gunzileli.com
gunzileli@hotmail.com

Hakkında Gün Zileli

Okunası

Tarih Felsefesinde Liderlerin Rolü ya da Kılıçdaroğlu Meselesi

Artıgerçek Tarih Felsefesi’nde son derece önemli bir konu olan “Tarihte bireyin rolü” ya da “önderlerin …

31 Yorumlar

  1. İlhan cihaner tutuklandığında zayen yargıçlar esirdi.bugün tutuklanan yargıçlar kimseden destek alamıyorlar çünkü başsavcıyı tutuklatıyor ve televizyon ve gazetelerinde alkış tutuyotlardı.hukuksuzluğu bugün ağlayanlar akp ile birlikte oluşturdular.cemaat ve akp bir l ikte yıkılacaktır.fakat hukuk adına cemaate uzatılacak el bir kurtuluş halinde ilk cemaat tarafondan kırılacaktır.çünkü cemaat gibi yapılar en çok herkese ve ne olursa olsun hukuk eşitlik insan hakları özgürlük diyenden korkar

  2. Kime yapılırsa yapılsın haksızlık haksızlıktır.

  3. 1 Mayislarda oynanan bu tiyatronun suyu cikti bence. Coktan cikti; ama, devam ettiriliyor.. taraflarin isine geliyor olsa gerek.

    Ne var yani? Taksim’de olmus ya da olmamis.. Bence zerre kadar onemi yok.

    Ama, su acidan var: Butun 1 Mayis muhabbetini “Taksim’de olacak” ile “Katiyyen olamaz” arasinda sikistirinca, kimin ne dediginin hic bir onemi kalmiyor.

    Oturup kalkip, ‘kac kisi yaralanmis, kac kisi tutuklanmis’ filan gibi asayis/polisiye muhabbetiyle vakit geciriyoruz.

    Asil mesele de bu girgira kurban ediliyor.

    Ben biktim ayni piyesi her defasinda seyretmekten; fakat oynayanlar bikmiyor bir turlu…

  4. Abi, Haziran ayaklanmasında da en geç altı aya demiştin, iki yıl oldu. Neden yanıldın sence?

  5. Umarım bu sefer yanılmıyorumdur:)

  6. artik biktim bu ulkede yasamaktan param olsa cekcem gitcem kacicam kuzey avrupa ulkelerine,mesela amsterdam’a..bu ne yaa fasisizm degilmi bu abi?

  7. eh faşizme epeyce yakın.

  8. Gün Bey,

    Espri yapmak için değil; ciddi ciddi merak ettiğim için soruyorum:

    2017 yılını işaret etmenizin özel bir sebebi var mı?

    Ki yazınızın belkemiğini sadece siyaset üzerinden kurmuşsunuz ama ‘ekonominin gidişatı’nı neredeyse hiç düşünmeden yazmışsınız gibi bir görünüm mevcut.

    Bakınız:

    Haziran-Eylül-Aralık’ın (2015) bir tanesinde ABD Merkez Bankası (FED) kendi faizini 0,25 baz puan artırdığında; bütün ‘gelişme yolundaki ülkeler’le beraber Türkiye’nin de para birimi tarihte hiç yaşamadığımız kadar düşecek!

    1 Dolar = 2,7435 TL’yi 24 Nisan’da test ettik!
    Bu sayı artık bir hâyâl olacak:

    1 Dolar = 4,25 TL ile 5,75 TL aralığı; 7 Haziran seçimlerinden sonra gündeme bomba gibi düşecek!

    Şimdi bir kez daha soruyorum:

    2017 yılını yazmanızın özel bir sebebi var mı? Niçin 2015 sonu veya 2016 değil de 2017 size göre?

  9. Siyasi, ekonomik ve toplumsal bütün veriler bunu gösteriyor. Olgunlaşma süreci için sanırım 2 yıllık bir süreç gerekecek. Daha önce de olabilir tabii.

  10. İstanbul özelinde bu 1 Mayıs’ta sokak eylemliliği olarak dibe vurduk. Geçen sene “Teslim alamayacaksınız” demiştiniz bu sene aynı iyimserliği korumak güç. Beşiktaş’ta bin kişi civarı, tamamen polisin inisiyatifinde (birkaç polis hattının arasından izinli şekilde, hatta şüpheli gördüklerinin üzerleri aranarak geçildi oraya) bir toplanma gerçekleşti. Taksim ütopya kaldı, Şişli ve Beşiktaş’ta toplanabilmenin kendisi zorlu bir hedef haline geldi. Şişli’de inanılmaz cılız bir sayı vardı. Kurtuluş ve Beşiktaş’ta bazı direnişler, Okmeydanı’nda rutin sert çatışmalar yaşandı. Soytarı sendikalar kah Taksim’e çelenk koydu, soytarı örgütler Kadıköy’de, Bakırköy’de mizansenler yaptı. KP’lilerin önceki geceden saklanarak Taksim Meydanı’na ani bir çıkış yapması en başarılı eylem sayılabilir teselli olarak. Bu eylem dışında iktidar gayet iyi idare etti durumu, korkuyla sayıları minimuma indirdi, aşırı bir şiddet olmadan bastırdı, katılıma göre yüksek bir gözaltı sayısıyla çile çektirdi, neredeyse Beşiktaş’tan sembolik bir rakamın (300 kavgası) çıkmasına bile izin verecekti de, neyse ki bu uzlaşı kabul edilmedi ve en kitlesel toplanmaya saldırı ile yani gerçek yüzünü göstererek son vermek zorunda kaldı.

    Neden böyle oldu? Sokaktan bezmişlik, iç güvenlik yasası ve provokasyon korkusu, seçimlere az kalmasının yarattığı edilgenleştirici beklenti vb. sanıyorum. Umuyorum ki siyasi iklim değişecek ve seneye yeniden bir coşku ile girilecek 1 Mayıs’a.

  11. Bir dahaki 1 Mayıs’ı mesela 2 Mayıs’a almayı öneriyorum. Yani OHAL’i 2 güne uzatalım. Şu da olabilir: 30 Nisan’la 2 Mayıs arasında bir gün diyelim. İyice tedirgin olsunlar. Oyun oynayalım biraz. Böyle bir ortak akıl var mı?

  12. ‘Yavru’sun sen…

    Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanı olduğundan beri, sanki Başbakan olduğu yıllardan daha fazla konuşmaya başladı. Üzerine yargı verdiği konuların sayısı da artırdı galiba. Başbakan’ken rakip siyasetçilere cevap yetiştirirdi. Şimdi her gün yeni bir konuyla çıkıyor karşımıza ve her gün bir başkasının haddini bildiriyor.
    Böyle her gün, her gün yapılan bir şey monotonlaşır, bıkkınlık verir. Normal olarak böyledir ama teslim etmek gerekir ki Tayyip Erdoğan –en azından şimdiye kadar– monotonlaşmadı. Nasıl oluyor da böyle “her dem taze” kalabiliyor sorusunun cevabı, her gün yeni bir alanda olmadık bir şey söylemesi olabilir. Beklenmedik bir söz, beklenmedik bir konu, beklenmedik bir eda ve üslûp. Cumhurbaşkanı sanki kendisiyle yarış halinde ve oldukça sık aralıklarla rekorlarını ya “egale” ediyor ya de aşıyor.
    Örneğin Merkez Bankası Genel Müdürü’ne kimin hesabına çalıştığını sorması kimsenin akıl edebileceği bir şey değildi. Amerika’yı Müslümanlar’a keşfettirmesi ve Küba yamaçlarına camii yapması kendisinin de kolay kolay aşamayacağı bir doruktu. Derken Kıbrıs Cumhurbaşkanı’na haddini bildirerek yeni bir rekor kırdı.
    Tahmin ediyorum, Kıbrıs’ta Cumhurbaşkanlığı seçimini Mustafa Akıncı’nın kazanmasına içerlemişti. Bir yandan “sandığa saygı” nutukları çekiyor ama içinden kendisinin ya da bir benzerinin çıkmadığı sandıklardan hoşlanmıyor. Hoşlanmadığını belli eden söylemi de, eylemi de var. Mustafa Akıncı da bir “solcu”, zaten Tayyip Erdoğan’ın hoşlanmadığı taraftan. Herhalde sonuç kesinleşince kararını verdi, “Şunu bir benzeteyim,” dedi. Adam konuşunca da, benzetmek için neyin kullanılacağını tespit etti: “kardeşlik” iddiası.
    “Sen kim oluyorsun da, benimle kardeş olmaya kalkıyorsun?” Bütün bu huşunet gösterileri arasında en sık tekrarladığı şey bu “sen kimsin?” sorusu. Mustafa Akıncı da bu “sen kimsin”lerden nasibini aldı.
    Tayyip Erdoğan’ın “dünya görüşü”nün temel özelliklerinden biri, “hiyerarşi” anlayışı. Evreni ve hayatı bir “hiyerarşiler manzumesi” olarak görüyor. Ama bir süreden beri bu manzume sapmış, yanlış hiyerarşiler kurulmuş. Örneğin “Colombo” hikâyesi şöyle böyle: Müslümanlar gidip güzel güzel Amerika kıtasını keşfederken bu Cenovalı zıpçıktı işin şerefini kendi üstüne almış. Daha doğrusu, Batılılar bunu ona bağışlamışlar, sırf Müslümanlar’ın hakkını yemek için. Zaten “manzume”nin bozulmaya başlaması böyle olaylarla olmuş. Şimdi Tayyip Erdoğan o zamanlardan beri bozulan hiyerarşiyi yeniden ve olması gerektiği gibi kurmak üzere, kollarını sıvadı. “Faiz senin dediğin gibi değil, benim dediğim gibi olacak! Sen kimin adamısın? Kobane bir iki saate kadar düşecek! Düşmediyse kim komplo kurdu da düşmedi? Kahrolsun TÜSİAD, varolsun MÜSİAD! Kardeş olmak senin neyin? Yavrusun sen, yavru kal!”
    Böyle gidiyor.
    Ama tabii böyle konuşuyor diye herhangi bir şeyin herhangi bir yere gittiği yok. Sisi gitmiyor, Esed gitmiyor. İnsanlar Ermeni Kıyımı olmadığına inanmıyorlar. Küba sırtlarına Müslümanlar’ın cami yaptığına inanmıyorlar.
    Daha pek çok şeye inanmıyorlar.
    Dolayısıyla Tayyip Erdoğan’ın dünyada yarattığı imge, kendi umduğu imgeden çok farklı. Burada bu “bitmeyen senfoni”sine dinleyici bulabilir ve buluyor da; ama dünyada onun bu “doğru hiyerarşi”sinin alıcısı yok. “Ey!” ünlemleriyle başlayan meydan okumaları ciddiye alan da yok.

    *

    Murat Belge

    http://www.taraf.com.tr/yazarlar/yavrusun-sen/

  13. İktidarın devrilmesinden korkanların korkuları yersiz değil, şu yazıda görüldüğü gibi:

    http://www.milligazete.com.tr/koseyazisi/Nicin_Taksimde_Diretiyorlar/24568

  14. Erdoğan’ın yaptığı gaflar Berktay’ı çok geriyor ve yoruyor.

  15. RTE ve AKP’nin sol-liberalleri utandırmadığı bir mevzu kaldı mı? Ermeni soykırımı meselesinde inkarcı teze dönüldü. Kıbrıs’ta yavru vatan ezberine devam. Kürt sorunu yokmuş. AB filan çoktan unutuldu. En son HDP’ye de paralelci dedi AD. Ne kaldı sol-liberallerin gönlünü okşayan açılımcı siyasetten geriye?

  16. “seçilmiş” kenan evren ölmüştür.

  17. şecaat arzederken;

    Davutoğlu’ndan TÜSİAD’a asgari ücret çağrısı

    Başbakan Ahmet Davutoğlu, asgari ücretin devlet tarafından değil işveren ve işçinin mutabakatıyla belirlendiğini ifade ederek, “TÜSİAD, ‘Ben Kılıçdaroğlu’nun görüşünü destekliyorum. Asgari ücret bin 500, 2 bin lira, 2 bin 500 lira olsun’ desin. Karşımıza perde gerisinden çıkmasınlar, açıkça çıksınlar” dedi.

    Davutoğlu, AKP Genel Merkezi’nde düzenlenen ‘Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı’nda yaptığı konuşmada muhalefet partilerinin asgari ücret konusundaki vaatlerine işaret ederek, şunları söyledi:

    İşyeri kalır mı? İstatistiksel hesap versinler

    “Buradan da çağrıda bulunuyorum, her fırsatta açıklama yapan TÜSİAD çıksın bir açıklama yapsın. Türkiye’de asgari ücret bin 500 ya da 5 bin liraya çıkarsa, bazısı da 5 bin lira diyor, açık artırmaya çıktı. Palavrada açık artırmanın önü yok. TÜSİAD’a çağrıda bulunuyorum. Her fırsatta hükümeti eleştirmek için açıklama yapıyor ve ona bağlantılı medya kuruluşları. Çıksınlar istatistiksel hesap versinler. Asgari ücret bin 500 lira olursa kaç işyeri kapanır, asgari ücret 5 bin lira olursa açık işyeri kalır mı? Bunun hesabını bir versinler. Perde gerisinden muhalefet partilerine destek vermek değil. Çıksınlar açıkça destek versinler, desinler ki TÜSİAD çıksın ‘Ben Kılıçdaroğlu’nun görüşünü destekliyorum’ desin. ‘Türkiye’de asgari ücret bin 500 lira, hatta 2 bin lira, 2 bin 500 lira olsun’ desin. Hadi TÜSİAD çıksın. Karşımıza perde gerisinden çıkmasınlar, açıkça çıksınlar. Konuşacaklarsa açıkça konuşsunlar. ‘AK Parti gitsin de Türk ekonomisi çökse de bir çaresine bakarız’ dediğiniz zaman o çöken ekonominin altında önce siz kalırsınız. Bütün bu işveren teşkilatlarına sesleniyorum, bu ücretleri siz belirlediniz, biz belirlemedik. Ayrıca CHP Genel Başkanı bu kadar asgari ücreti artırmaya meraklıysa belediyelerin elini tutan yok. İzmir Belediyesi çıkarsın asgari ücreti, diğer belediyeler çıkarsın. İstismarın esası burada işte, seçim maskeleri indiriyor. Biz işveren kuruluşuyuz ama eğitimle ilgili, basın özgürlüğü ile ilgili fikir beyan edeceksiniz ama sizi temsil eden işveren kuruluşlarının temsil ettiği asgari ücret konusunda sus pus kesileceksiniz. Aramızdaki fark bu. Biz, açık ve net konuşuyoruz. Mücadelemizi de mertçe veriyoruz, karşımızda da mert görmek istiyoruz mert” ifadelerini kullandı.