41 Yıl Önceki TİİKP ve Bugünkü VP

Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi (TİİKP) Savunması’nın yapılmasının (ve sonra da yayınlanmasının) üzerinden tam 41 yıl geçmiş. Kaynak Yayınları tarafından en son 4. Baskısı 1992 yılında yapılan (23 yıldır da bir daha basılmadı) Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi – SAVUNMA kitabının hemen başında şu ibare yer alıyor:

“Bu savunma, 10 Ocak 1973 tarihinde Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı Üç No’lu Askeri Mahkemesi’nde yargılanmasına başlanan Türkiye İşçi Köylü Partisi Davası sanıkları tarafından hazırlanıp, 14 Haziran – 9 Temmuz 1974 tarihleri arasında yapılan duruşmalarda okunmuştur. Savunmayı, okunduğu tarihte tutuklu bulunan 141 sanık imzalamıştır.”

Savunma’nın hapishane çapında kolektif bir çalışmayla hazırlandığı doğrudur. Ankara, Yıldırım Bölge’deki Kadınlar Koğuşu’nun katkısı da dâhildir buna. O hapishane koşullarında yapılabilmiş gerçek bir kolektif çalışmanın örneğidir. Gerçi Savunma’nın yazımında son söz, “demokratik merkeziyetçilik” ilkesinin gereği olarak, Mamak Cezaevi’ndeki “Arka Hücreler”de yatan, ağırlıklı olarak “ileri arkadaşların” (TİİKP tutuklularının o zamanlar parti yöneticilerine atfen kullandığı deyim buydu) bulunduğu koğuş tarafından söylenmiştir. Hatta daha da daraltırsak, Savunma, başta Doğu Perinçek’in belirleyiciliğinde ve karar vericiliğinde, benim de içinde bulunduğum dar bir grup tarafından kaleme alınmıştır. Buna rağmen “demokratik merkeziyetçilik”te demokratik yanın ağır bastığı olumlu bir örnek olarak görülebilir.

Savunma’nın büyük kısmını ben başta olmak üzere, isimlerini hatırlayabildiğim kadarıyla Oral Çalışlar, Şenal Sölpüker (Saruhan), Nur Deriş (Üster) gibi arkadaşların içinde olduğu dar bir grubun mahkemenin önünde bilfiil okuduğunu belirtmeliyim. Neden dar bir grup? Çünkü, daha önceki duruşmalarda sanıkların çoğu, “mahkemeye hakaret” nedeniyle ikinci kez duruşmalardan atılmışlardı. İki kez atılanlar bir daha duruşmalara alınmıyordu ve yargılanma gıyaplarında devam ediyordu. Oral Çalışlar ve ben, ikinci atılma sırasında Dev-Genç davasının duruşmasında bulunduğumuz, diğer arkadaşlar da rahatsızlıkları dolayısıyla o gün duruşmaya gidemedikleri için atılmamıştık. Dolayısıyla duruşmalara gidebiliyorduk. Bu yüzden, 600 kitap sayfası tutan ve aslında o zamanki fikirlerimizin, tarihe ve topluma bakışımızın bir dökümü niteliğinde olan bu uzun savunmayı okumak görevi bize düştü. En büyük kısmını da ben okudum. Çok duygulu bir sese ve teatral tavırlara sahip olduğundan Şenal Sölpüker’in de epeyce bölüm okuduğunu hatırlıyorum.

Savunma’nın final bölümünü de ben okumuştum. Bu duruşmada, Savunma’yı okuyup bitirdikten sonra meydana gelen bir anekdotu anlatmalıyım. Savunma’nın son satırlarını da okuduktan sonra götürüp mahkemenin sorgu hâkimi Tahsin Özer’e verdiğimde yarı yarıya kapalı, yılgın gözlerle bana baktı ve “biz faşist olsaydık bu savunmayı burada günlerce zor okurdunuz” dedi. Bugün düşünüyorum da, gerçekten de mahkeme heyeti üyeleri, faşist değil, emekliliklerini düşünen sıradan devlet görevlileriydi. (Tuhaftır ki, Savunma’nın hiçbir yerinde bizi yargılayan mahkeme üyelerinin ismi geçmemektedir. Bunu bilinçli mi yaptık, hatırlamıyorum: Mahkeme başkanı, İzzettin Avlar, sorgu hâkimi, Tahsin Özer, üye hâkim, Fuat Kaylan).

Savunma’nın sonunda, 141 sanığın imzaları var. En başta Doğu Perinçek’in imzası yer alıyor. Ardından Gün Zileli geliyor. Bu, kuşku yok ki, parti hiyerarşisine göre bir diziliş. Ama bir yere kadar. Bu iki ismin ardından imzalar daha çok koğuşlara göre sıralanmış gibi gözüküyor.

İmza sahiplerinin bugünkü durumuna ve eğilimlerine baktığımızda aşağı yukarı şu tespitleri yapabiliyoruz:

Tespit edebildiğim kadarıyla 10 sanık ölmüş.

Yine tespit edebildiğim kadarıyla 20 kadar sanık halen Vatan Partisi saflarında (mutlaka saptayamadıklarım vardır).

5 kadar sanık, Vatan Partili değil ama ulusalcı, Kemalist çizgide ya da CHP’li.

5 kadar sanık AKP saflarında.

3 kadar sanık bugünkü HDP çizgisinde.

1 sanık ise Anarşist (bu ben oluyorum).

Geriye kalan 100’e yakın sanığın ise durumları benim açımdan meçhul. Bunlardan bazıları Vatan Partili olabilir ama bu sayının çok fazla olduğunu sanmıyorum. O günün koşullarında onurlu bir tutum sergileyerek toplumsal mücadelede üzerlerine düşeni yerine getirmiş bu insanların birçoğunun bugün doğrudan siyasal mücadele alanından elini eteğini çektiğini, hatta bir kısmının artık herhangi bir eğilime sahip olmadığını tahmin etmek zor değil.

Bu saptamalardan sonra TİİKP Savunması’nın içeriğine geçebiliriz. Öncelikle bir eleştiri olarak şunu belirteyim ki, Savunma’nın tarihi ve toplumu ele alışı son derece katı, ezberci, mekanik ve dogmatiktir. Bu, bizim o zamanki düzeyimizi yansıtıyor elbette. O zamanın genç devrimcileri olarak fazlasıyla iddialıyız ve tabii o ölçüde de katı ve dogmatik. Keza, o zamanki Maocu anlayışlarımızın bir sonucu olarak, dünyanın bütün gerçeğini keşfetmişiz gibi kibirli bir havamız var. Farklı herhangi bir fikri ve eğilimi dinlemeye hiç mi hiç hazır değiliz. Referanslarımız esas olarak Lenin ve Mao’dan. Sanki bu liderlerin söylediklerinin hepsi bir kelam ve tartışılmaz bir ayetmiş gibi sunulmuş. Stalin’e çok fazla atıf yok ama Stalin de “beş usta”dan biri olarak kutsanıyor ve teorinin temel taşlarından biri olarak başköşeye konuyor. Hatta bir bölümde şu meşhur “Kruşçevci karşıdevrim”e konuyu getirmek için Stalin’i bir hayli cilalamışız. Tabii ki bu, bizim o zamanki vazgeçilmez amentülerimizden biri. Sosyalizmin gerçek tarihi hakkında hiçbir şey bilmediğimiz ve bildiklerimizin tamamen bize aktarılmış resmî ezberler olduğu anlaşılıyor. Bunlar bizim o zamanki zaaflarımız.

Bununla birlikte, TİİKP Savunması’nın esasen devrimci bir yönelim içinde olduğunu ve bu hareketten kaynaklanıp evrilerek bugünkü Vatan Partisi’nin faşist yönelimleriyle hiçbir ilgisinin olmadığını saptayabiliriz. Öyle ki, Savunma’nın konuları ele alışıyla Vatan Partisi’nin bugünkü görüşleri, taban tabana zıttır.

Örnekleri buraya alalım.

İttihat ve Terakki

“İttihat ve Terakki, daha baştan feodal-komprador iktidarla uzlaştı. Bunun sonucu olarak, halk yığınlarının demokratik mücadelesini bastırmaya yöneldi… Komprador burjuvazinin yönetimi altına giren İttihat ve Terakki, işçileri, köylüleri ve çeşitli azınlık milliyetlerini ezdiği gibi, içinden yükseldiği milli burjuvaziyi de baskı altına alan bir diktatörlük kurdu. Turancılık ideolojisiyle, Alman emperyalistlerinin Asya’daki yayılma siyasetine hizmet etti.” (s. 153)

“İttihat ve Terakki hükümeti 1913 yılında devrimci teşkilatlara ve işçi sendikalarına karşı azgın bir saldırıya geçti. Bütün teşkilatları dağıttı. Devrimci önderleri tutuklayıp sürdü. İlerici gazeteleri kapattı. Sendikaları yasakladı. İttihatçı kompradorlar, toprak ağaları ve tefecilerle birleşerek geniş köylü kitlelerini de baskı altına aldılar.” (s. 154)

“1911 yılına kadar İngiliz ve Fransız emperyalistlerine dayanan feodal-komprador iktidar, 1911’den sonra hızla Alman emperyalistleriyle işbirliğini geliştirdi.” (s. 155)

“Halkın ve milli burjuvazinin muhalefetini ezen Talat, Enver ve Cemal Paşalar yönetimindeki feodal-komprador İttihat ve Terakki diktatörlüğü, Alman emperyalistleriyle birlikte ülkemizi Birinci Dünya Savaşı’na soktu.” (s. 156)

Ermeni Katliamı

“Feodal-komprador diktatörlük milli azınlıklar üzerinde de baskı ve katliam politikası uyguladı. Doğuda yüz binlerce Ermeni’yi katletti. Geri kalanlarını da yurtlarından sürdü. Arap ve Kürt milliyetlerine çeşitli baskılar uyguladı.” (s. 154)

Kurtuluş Savaşı

“Milli Kurtuluş Savaşı’nın önderliğini milli burjuvazi ele geçirdi. Bu durum, Kurtuluş Savaşı’mızın zaafını meydana getiriyordu.” (s. 174)
“Meclis’in kurulmasından sonra burjuvazi, savaşın başarıya ulaştırılması için düzenli orduya geçilmesi gereğini, çeteleri dağıtmak ve halkın inisiyatifini köreltmek yönünde kullandı. Bundan sonra da, bir yandan komünist harekete karşı saldırıya geçildi ve halka baskı uygulanmaya başlandı. Öte yandan emperyalistlerle uzlaşma teşebbüslerine girişildi… Mustafa Suphi ve 14 yoldaşı hunharca katledildi.” (175)

Lozan

“Ankara hükümeti, Lozan’da, Türkiye halkının büyük fedakârlıklarla kazandığı zaferin semerelerini toplamadı. Bağımsızlığımızı kayıtsız şartsız destekleyen Sovyetler’in dostluğuna sırt çevirdi. Emperyalistlerle uzlaştı.” (s. 190)
“Kemalist burjuvazi, daha 1921 yılının ilk aylarından itibaren emperyalistlerle uzlaşmaya başlamıştı. Lozan, emperyalizme karşı mücadelesinde dönüm noktası oldu. Lozan’da veriler tavizler sebebiyle, emperyalistler adım adım Türkiye’ye yeniden nüfuz ettiler ve sonuç olarak Türkiye yarı-sömürge olmaktan kurtulamadı. Ülkenin bütün mali, ticari ve sınai kuruluşları emperyalistlerin elinde kaldı.” (s. 190)
“Lozan’da verilen tavizlerle emperyalist sermaye, büyük ölçüde, birçok önemli alanda varlığını devam ettirdi. İşçilerimizin ve köylülerimizin emeğini sömürdü.” (195)

Kemalist burjuvazi

“Kemalist burjuvazi zaferden itibaren hızla zenginleşerek emperyalizm ve gericiliğe teslim olma yönünde gelişti. Lozan’da emperyalistlerle uzlaşan Kemalist burjuvazi, devlet iktidarını kullanarak hızla büyüdü. İşçi ve köylüleri insafsızca sömürdü.” (s. 193)

“1924’te Mustafa Kemal ve bazı milletvekilleri tarafından kurulan İş Bankası, tüccara ve ticarete atılacak memurlara destek oldu. Onlara sermaye sağladı. Bir kısmına yabancı sermayenin de katılmasıyla kurduğu şirketler büyük kazançlar getirdi… Kemalist iktidar, ticaret burjuvazisinin iç pazara hâkim olması ve köylü yığınlarının alın terini sömürmesi için hızla demiryolları inşasına girişti ve liman ve diğer ulaşım faaliyetlerini devlet tekeline aldı.” (s. 194)

“1923-1930 yılları arasında kurulan 201 anonim şirketten 66’sına yabancı sermaye ortaktı. Bunların çoğu ticaret şirketiydi. Bu şirketlerin kurucuları ve yöneticileri arasında Kemalist burjuvazinin milletvekilleri ve yüksek memurları, büyük tüccarlar vardı.” (s. 195)

“Komprador burjuvazi, ekonominin can damarını meydana getiren dış ticareti elinde tutuyordu, ekonominin en önemli noktalarına hâkimdi ve güçlü bir sınıftı. Kemalist burjuvazi, bu sınıfın bir kesimini tasfiye ederken, geri kalan kesimleriyle kaynaştı, işbirlikçi büyük burjuva karakter kazandı. Halkımız üzerinde zalim bir diktatörlük kurdu, giderek yurdumuzu emperyalist boyunduruğa teslim etti.” (s. 195-196)

“Kemalist iktidar, en tabii hakları için mücadele eden işçilere vahşice saldırdı. Ağır bir baskı rejimi kurdu. Yabancı patronları destekledi. Onların menfaatleri için işçileri katletti. İşçi sınıfının bütün hakları gasp edildi. Grev hakkı ve teşkilatlanması yasaklandı. İşçi sınıfımız boğaz tokluğuna çalıştırılarak, yerli ve yabancı patronların elinde köleliğe mahkûm edilmek istendi.” (s. 200)

Şeyh Sait İsyanında tenkil

“Kemalist diktatörlük, Kürt halkına milli baskı ve eritme politikası uyguladı. Şeyh Sait isyanı sırasında Kürt köylülerini kitleler halinde katletti. İskân Kanunu’yla on binlercesini yurtlarından, topraklarından sürdü.” (s. 202)

“Kemalist burjuvazi, Şeyh Sait isyanını kırmak için, aşiret ve mezhep çatışmalarını körükledi. Alevi Kürt köylülerini ve bir kısım aşiretleri ayaklanmaya karşı kullandı. Hükümet, ayaklanmayı kanlı bir şekilde bastırdı. Kürt milliyetinden kitleleri katletti… Ayaklanmanın önderleri asıldı… Silah toplama ve kaçak arama bahanesiyle halka ağır bir zulüm uygulandı.” (s. 416)

Kürt ayaklanmaları

Türk hâkim sınıfları, ağrı ayaklanması sırasında Kürt milliyetine karşı kitle katliamı siyaseti izlediler. Ağrı’da ayaklanan Zilan, Celalî, Haydaran, Ademan, Takoriyan ve Mişikan aşiretlerinden yüzlerce köylüyü Zilan Deresi’nde kurşuna dizdiler.” (s. 418)

Devletçilik

“…özel kapitalistler henüz büyük sanayi tesisleri kuracak güçte değildi… Bütün bu sebeplerle devlet kapitalizmi uygulanmaya başlandı. Görülüyor ki, devlet kapitalizmi burjuvazinin halk üzerindeki diktatörlüğünü sürdürmek için alınmış bir tedbirden başka bir şey değildir.” (s. 204)

“Büyük burjuvazi, devlet kapitalizminin attığı temeller üzerinde ilerledi.” (s. 206)

141-142. Maddeler

1936’da faşist İtalyan Ceza Kanunu’ndan alınan 141. Ve 142. Maddeler Ceza Kanunu’na eklendi. Yine 1936’da faşist İtalya’dan aktarılan İş Kanunu çıkarıldı. Bu kanunla işçilerin sendika kurması ve grev yapması yasaklandı.

Dersim Katliamı

“1930-1938 arasında her yıl komünist tevkifatları yapıldı. Ağrı, Zilan, Dersim isyanlarında binlerce Kürt köylüsü katledildi.” (s. 208)

“Faşizmin dünya çapında saldırganlaşmasına paralel olarak, Türkiye hâkim sınıflarının da faşist baskı ve zorbalıkları arttı. Önceki ayaklanmalar dışında kalan Dersim bölgesinde de, 1934’ten başlayarak yeni baskı ve zulüm tedbirleri alındı. Yol kavşaklarına jandarma karakolları kuruldu. Halkın silahlarını toplamak için, bugün faşist komando birliklerinin yaptığı gibi, köylere baskınlar düzenlendi. Halka zulmedildi. Tarihin hiçbir döneminde zulme boyun eğmeyen Dersim halkı, başkaldırdı. Halka zulmeden bir jandarma bölüğü pusuya düşürüldü ve ayaklanma başladı. Dersim halkı, kadınıyla erkeğiyle, çeteler halinde savaştı. Pek çok ordu birliğini bozguna uğrattı. Zalimlerin yüreğine korku saldı. Kanlı katliamları yöneten Abdullah Alpdoğan, Dersim Dağları’nı ve geçitlerini tutan halkın yiğitliği ve baş eğmezliği karşısında, çaresizlik içinde şöyle dedi: ‘Dersim’e sefer olur, zafer olmaz.’” (s. 419)

“Ayaklanma sırasında zorba devlet kuvvetleri 40 bin Kürt köylüsünü katlettiler. Munzur Dağları eteklerinde yaşayan köylüleri, isyancılara yardım ettiler diye kitle halinde imha ettiler. Munzur halkı, ‘Katliamlar sırasında, Munzur kızıl aktı’diyor. Mağaralara sığınan halk bombalandı.” (s. 420)

Tek Parti Dönemi

“’Milli Şef’in faşist diktatörlüğü bunlarla da yetinmedi. 1944 yılında Milli Korunma Kanunu’na eklenen maddelerle işçi ve köylüler üzerindeki sömürü ve zulüm artırıldı.” (s. 212)

“Bazılarının otoriter-devrimci dediği ‘Milli Şef’ iktidarı, işte böyle zalim bir faşist diktatörlüktü.” (s. 213)

“’Milli Şef’in CHP’si savaş yıllarında jandarma dipçiği ve tahsildar zulmüyle faşist bir diktatörlük sürdürdü.” (213)

Varlık Vergisi

Varlık Vergisi’yle azınlıklara zulüm yapıldı. Bu vergiyi ödemeyenlerden 2 057 kişi Hitler’in toplama kamplarına benzeyen Aşkale’deki çalışma kampına gönderildi.” (s. 214)

Kürt Sorununa Bakış

“Savcılar, Türk milletinin üstün bir millet olduğunu ileri sürüyorlar. Başka milletleri ve Kürt milletini hor görüyorlar. Faşistlerin uydurduğu bütün ırkçı teoriler, Kürt milleti üzerindeki zulmü ve sömürüyü haklı göstermek amacına hizmet ediyor. Onlar, iki kardeş halkı birbirine düşman ederek faşist diktatörlüklerini ayakta tutmaya çalışıyorlar.” (s. 426)

“TİİKP, Kürt milletinin kendi kaderini tayin hakkını her zaman savundu ve savunmaya devam edecektir… Kürt milleti, Türk milletiyle aynı devlet içinde yaşamaya karşı çıkabilir, Türkiye Cumhuriyeti’nden ayrılarak, kendi bağımsız milli devletini kurabilir. Devlet kurmak, yalnız Türk milletinin imtiyazında olamaz… Milletlerin kendi kaderini tayin hakkı demek, özünde ayrılma ve bağımsız bir milli devlet kurma hakkı ve özgürlüğü demektir.” (s. 427-428)

Devlet ve Ordu

İşbirlikçi burjuvazi ve toprak ağalarının devleti, toplumumuzun yarı-sömürge yarı-feodal yapısına dayanmaktadır. Bu devlet, çöken ve çürüyen hâkim sınıfların baskı mekanizması olarak ordusu, bürokrasisi, parlamentosu, adaleti ve ideolojisiyle, emekçiler ve bütün halk üzerinde ağır bir yüktür. Emekçilere her an acı çektiren bu devletin temel unsuru olan ordu, emperyalist hâkimiyetin bekçisi ve hâkim sınıfların diktatörlüğünün silahlı baskı gücüdür.” (s. 439)

“Türk ordusu, NATO’ya bağlıdır. NATO generallerinin emri altındaki bu ordu Amerikan emperyalizminin tahakküm ve yayılma emellerinin hizmetine verilmiştir. Amerikan emperyalistleri, Türkiye’deki hâkimiyetlerini bizzat Türk ordusu vasıtasıyla korumaktadırlar.” (s. 439)

“Ezilen Kürt halkına sorulsun! Ağrı’da, Dersim’de katledilen on binlerce Kürt köylüsünün çocukları, torunları ordunun gerçek niteliğini söyleyeceklerdir.” (s. 450)

Örnekler bunlar. Daha da artırılabilir ama gerek yok, sanırım bu kadarı yeterli. Peki, nasıl olmuştur da, bu hareketin devamı olan bir parti (yakın zamana kadar adı İşçi Partisi olan Vatan Partisi) bugün bu fikirlerin taban tabana zıddı, faşist fikirlere yönelmiştir. Bunun üzerinde elbette kafa yorulmalı ve kolaycı sonuçlara gidilmemelidir.

Benim şimdilik söyleyeceğim şudur: O zaman TİİKP, egemen yapıya karşı bir iktidar alternatifi olarak ortaya çıkmıştı. İddiası buydu. Bu yüzden, egemen düzenin tam zıddı devrimci fikirleri geliştiriyordu. Bununla bu devrimci fikirlerin hepsinin tartışmasız doğru olduğunu söylemek istemiyorum. Elbette birçok hatalı tespiti de içeriyordu. Bunların en başında da iktidarı alma ve “proletarya diktatörlüğü” fikri gelir. Bununla birlikte, o zamanki fikirlerin sonuçta devrimci bir yönelim içinde bulunduğu açık. Bugünkü Vatan Partisi ise, TİİKP’nin tersine, kendini egemen yapının en kararlı savunucusu olarak görmekte ve bu savunuculuk görevini yerine getirecek faşist bir güç olarak iktidara adaylığını koymaktadır.

Peki, aralarında hiç mi bağlantı kalmamıştır. Bence tek bağlantı Stalinizmdir. O gün devrimci fikirleri karartan Stalinizm, bugün faşist fikirlerin yolunu aydınlatıyor.

Ben, yukarıda alıntıladığım paragraflara bugün de imzamı atıyorum. 141 kişi içinde yer alan, benim tespit edebildiğim 20 kadar Vatan Partili’nin aynı cevabı vereceğini hiç sanmıyorum. Onların TİİKP Savunması’nda bugün imzalarını atabilecekleri tek nokta Stalin savunusudur.

Gün Zileli
14 Mayıs 2015
www.gunzileli.com
gunzileli@hotmail.com

Hakkında Gün Zileli

Okunası

12 Mart ve Sol

Artıgerçek Ümit Zileli, Tele-1’deki programın başında “Neydi 12 Mart?” diye sormuş, ben de bugüne kadarki …

75 Yorumlar

  1. 19 Mayıs 1919 Pontos soykırımından söz etmiyorsun? Bunun yan ısıra 1923 ‘de 6 bin Rum Trabzon’dan sürgün edildi.

  2. Ben de o paragrafları hala savunuyorum. Genel olarak o savunmayı imzalamış olmaktan gururluyum. Üslup konusundaki söylediklerin doğru. Biraz yaşımızdan biraz da, siyasi savunma vermenin ayrıcalığından kaynaklanıyor. O savunmada imzası olanlardan buün HDP’ye oy verecek on kişi kadar çıkar sanıyorum.

  3. Atatürk dönemi bu kadar mı kötü?

  4. Atatürk dönemi bu kadar mı kötü, Gün Abi?

  5. TİİKP’nin milli demokratik devrim tezleri de baştan aşağı yanlıştı ama bunu eleştirmemişsin. Bunun nedeni bugün senin de aşamalı devrim fikrini başka bir formda (CHP-HDP koalisyonu) savunuyor olman mıdır?.

  6. 1974 yılında Aydınlık hareketinin lideri Perinçek eceliyle ölseydi, hareketin liderliğine siz gelecektiniz. Acaba diyorum, siz partinin lideri olsaydınız Türkiye sol tarihi nasıl yaşanırdı? Fikir jimnastiği açısından soruyorum. Yetmişlerde yine klasik stalinist maocu takılmaya devam ederdiniz belki. Ama seksenlerde sizin, Halil Berktay, Oral Çalışlar gibi liderlerin fikir değişikliğiyle Aydınlık hareketi de yön değiştirir miydi? Bu hareketin bağrından önce liberter marksist, sonra toplumsal anarşist bir hareket doğar mıydı? Şunu da hatırlatayım: Mao’nun da yola anarşizmle başladığını, fakat Ekim devriminin yüksek prestiji nedeniyle marksist çizgiye kaydığını siz yazmıştınız. Yani maoculuğun köklerinde anarşist bir damar var.

  7. Öcalan dün: ´Mustafa Kemal Türk Tarihinin en küçük adamıdır.´
    Öcalan bugün: ‘Mustafa Kemal türk tarihinin en büyük adamidir ve en büyük bir demokrattır. Şeyh Said Hareketi ise bir İngiliz komplosunun ürünüdür.’
    http://www.serbesti.net/forum/showentry.php?sNo=21145

  8. doğu perinçek ve şurekası acaba daha ne kadar savrulabilir diye düşünürsek, bu yazı bunun gayet güzel bir cevabı. bu partiden medet uman (ki bide osman pamukoğlu gibi tipler var) bence olsa olsa liseli çocukların o kaynayan kanlarına hitabet eder, çünkü orda-burda bunların reklmaını yapan bir bu çocuklar var.

    yoksa tarihi biraz incelemiş, az biraz bişey okumuş ve herhangi bir enternasyonel sol kimliği olan kimse bunlara oy vermeyi geçtim, 2 dakika bile dinlemez.

    gün abi bu kadar savrulmanın psikolojik durumu nedir sence? bunlar tam tamına freudluk vakalar bence…

  9. KİTAP BULUNMUYOR… BULABİLECEĞİMİZ YER…

  10. Neden dönüp dönüp aynı konuları yazdığını merak ediyorum. Eski yoldaşlarınla olan meselelerini web sitesi açmak yerine telefon, mail gibi yerlerden de halledebilirdin pekala…

  11. Aslında ulus benzeri hayali cemaatleri, ideolojileri, inançları çürütmek için böyle yazılarla argümanlar üretmek gereksiz hatta yanlış.
    Bunu kavramak basit. Bazı şeyleri hatırlamak yeter. İnsan topluluklarının Afrika’da ortaya çıkışından günümüze kesintisiz ilerleyen yayılışlarını aklına getirmek. Göçlerin, fetihlerin, devletlerin, beyliklerin devamlılığını kavramak (Hayvanların, bitkilerin yayılışları da tarım ve ekonomi açısından önemli). Yeni ideolojilerin, inançların, nesne ve kavramların ortaya çıkışını kavramak için etimolojik evrimi, kelimelere yüklenen yeni anlamları, yeni kelimelerin türetilişleri, dillerin yayılışı ve etkileşimi üzerinde düşünmek.

  12. İyi geceler,

    Aydınlık ta ki günlerinizi ‘pazarlayarak’,yer işgal etmeye devam ediyorusunuz. Kolay gelsin, ama bu hikayeler ve hezeyanlarınız sıktı :))

  13. bir okur; bir dost

    üstad.. en büyük katkı senin tabi; sayende ben (biz) o kitabı (savunma) ezbere biliriz. o zamanki ”devrimci genclik birlikleri” nin ”abc” si; yanımızdan ayırmadığımız el kıtabı idi. hiç teorik bişey söylemeden; safça ve hatta herhangi bir gözle bakıldığında bile başarısızlık zaten görülüyor. o hareketten on yıllarca sonra ortaya çıkan HDP nin bugün bulunduğu yer çok lüxs.. işçi’yi vatana döndürmekle olmuyor o işler.. akıl lazım..

  14. Sahaflarda bulunabilir belki. Kaynak yayınlarına da bir sorun.

  15. Şahıslara bağlı bir durum olduğunu pek sanmıyorum.

  16. Bu bir savunm eleştirisi yazısı olmadığı için.

  17. 3 kişi arasında sen de varsın.

  18. Bu yazı Savunma’da yer alanlarla kısıtlı.

  19. gün ellerine aklına yüreğine sağlık
    alıntılar, tespit ve değerlendirmelerin bana da çok önemli ve doğru geliyor. savunma’da değindiğin temaların bugünkü vp tarafından nasıl ele alındığını da yazsaydın VP’nin bugün Türkiye’nin en gerici siyasi odağı olduğunu da ortaya koymuş olurdun. kürt meselesi, ermeni meselesi konusunda VP’den daha geri siyaset yok, keza hdp’ye kara çalma ve akp’ye destek konusunda da VP bir numara. ne derdik eskiden? herşey zıddına dönüşebilir! selamlar ragıp

  20. VP kaynaklarına bakmam lazımdı ama internetim kapalı olduğundan o zamanı bulamadım. Bir de herkes tarafından bilindiğini farz ettim Ragıp.

  21. öğrenmek istiyorum..

    Benim merak ettiğim o zamanlar Kürt vb etnik temeller üzerinde sahip olduğunuz bu duruş bir İskilipli Atıf hoca örneğinde olduğu gibi din boyutunda kendini göstermediği gibi tamimiyle kemalist bir duruşa sahip.Türkiye’de sol hareketi din ile ayrıştıran en önemli etken nedir?Bana kalırsa deniz gezmişlerle vatan partisinin Kemalizm söylemleri aynı temelden besleniyor.Bu temel nedir? yani,Deniz gezmiş ve arkadaşlarının Kemalizmi fazlasıyla ön plana çıkarması bu duruşla ters orantılı olmasına rağmen bu noktayı nasıl açıklıyorsunuz?İsmet İnönü dönemine ait objektif bir kitap önerirmisiniz?

  22. VP’nin bu savrulması şöyle açıklanabilir mi?
    Din’in iktidarı olmayıp ancak İktidarın Din’i oluyorsa.. ideolojinin de iktidarı olmaz; iktidarın ideolojisi olur yazılabilir ve bu cümleden hareketle, VP’nin durumu..
    VP-Doğu P için de ideoloji-analiz, anlatı iktidar ya da iktidarın parçası olma amaçlıdır; iktidar ya da umudu; parçası olma, eklemlenme beklentisi ile bile ideoloji ve tarihsel analiz değiştirilebilir; bu kafa için iktidara hizmet edecek her “ideoloji”, “tarihsel yorum” meşrudur… Asl’olan ideoloji değil, iktidardır! Tabanı-insanları harekete geçirecek, iktidara yaklaştıracak olan “ideolojidir” önemli olan; ve bu nedenle de “uçlara” savrulma, o zihniyet için yalnızca “yolda olma” halidir; göründüğü gibi değildir; anlaşıldığı gibidir.

  23. Deniz Gezmiş değil sadece, hepimiz aşağı yukarı Kemalist resmi tarihten beslenmiştik o dönem. İskilipli hocaya yapılanları mesela ben yakın bir zamanda öğrendim.

  24. İskilipli Ortaçağ yaratığına yapılanlar… Yetmez ama evet.

  25. umarım bir gün başına gelmez.

  26. ‘Anarşizm’in kalıplaşmış bir ideoloji değil; adeta hayatın kendisi olduğunu düşünüyorum. Sizin de aynı zeminde düşündüğünüzü tahmin ediyorum.

    Haberiniz var mı bilmem Gün Bey?

    Savundukları dünya görüşü (Weltanschauung) ne olursa olsun;
    Her cuma saat: 22.00-00.30 arası ‘TV Net’ adlı (AKP yanlısı!) kanalda ‘Bize Müsaade’ adlı bir program Eylül 2014’ten beri canlı yayınlanıyor.

    Selahattin Yusuf ( twitter @SelYusuf )
    Haşmet Babaoğlu ( twitter @HasmetBABA )
    İsmail Kılıçarslan ( twitter @kilicarslan_is )

    ‘Bize Müsaade’ ( twitter @bize_musaade )

    programını hazırlıyor.

    Yayınlanmış tüm programları YouTube kanalından izleyebilirsiniz:
    https://www.youtube.com/channel/UC3Az_sGA6ZInBykdO7a4XDQ/videos

    Cuma akşamları canlı izlemek ve programa twitter üzerinden katılmak için:
    http://www.hdtvizle.com/index.php?do=static&page=tv-net-hd-izle

    (Alternatif canlı yayın adresi:

    Pencerenin biraz altına gidip ‘Canlı Yayın’ sekmesine tıklayınız.

    http://tvnet.tv.tr/ )

    ***
    Özellikle Selahattin Yusuf, gözlemlediğim kadarı ile her üç programda bir, konuşmasının bir yerinde
    Sizin otobiyografik kitaplarınızdan alıntılar yaparak;
    Hem genel anlamda Türkiye sınırları içindeki sol hareketlerin kırılmalarını izleyicilere hatırlatıyor,
    Hem de ‘keşke Gün Zileli gibi öz eleştiri getirebilen sol geçmişe sahip insanlarımız çoğalsa’ niyetini beyan ediyor.

    Aslında bir gün AKP iktidarı giderse;
    Yine yüzüne her gün bakacağımız insanlar Selahattin Yusuf ve benzerleri gibi olacak!

    Mesela R.T.Erdoğan, A.Davutoğlu, B.Arınç, K.Kılıçdaroğlu veya S.Demirtaş, D.Bahçeli gibi isimleri artık görmesek de (Nasıl Mesut Yılmaz, Tansu Çiller veya Süleyman Demirel’i artık hatırlamıyorsak!);
    Selahattin Yusuf ve onun gibi yüzbinlerce, milyonlarca ‘T.C. vatandaşı’ ile her gün yüz yüze gelmeye, muhabbet kurmaya devam ediyor olacağız!

    Unutmayınız:
    ‘AKP’ isimli mekanizma bir gün gidebilir;
    Ama AKP mekanizmasına ‘oy vermiş ve verecek olanlar’ bu ülkede yaşamaya devam edecek!
    Aynı durumu tüm partiler için de söylüyoruz!

    Programda her ne kadar samimi gözükmeye çalışıyorlarsa da, AKP’nin gitmesini istemediklerini yeri gelince açık açık söylüyorlar!

    Size bu bilgiyi vermekteki amacım şu:

    Türkiye sınırları içindeki sol hareketlerin kırılmalarını izleyicilere aktarırken; çoğu zaman kantarın topuzunu kaçırıyorlar!

    Mesela sizden örnek verecek olursam;

    İki ya da üç hafta önceki programda,
    Yine otobiyografik kitaplarınızdan alıntılar yapıldıktan sonra;
    ‘Acaba şimdilerde Gün Bey neler yapıyordur? Galiba bugünlerde -ulusalcıların- görüşlerine yanaşıyor gibi gözüküyor!’ diyebildiler!

    Amacım; ispiyonculuk yapmak, yaramazlık yapan öğrencileri tahtaya yazıp ‘iktidar’a şikayet etmek değil!

    Ortada apaçık bir ‘dezenformasyon’ var Gün Bey!

    Yani birileri çıkıp: ‘Gün Zileli; Hindistan’da bir fil ırkının adıdır!’ dese, buna inananlar ve inanacaklar çok!

    Siz, twitterda bir takipçinizin ‘niçin kendinize bir tür terapi uyguluyorsunuz?’ sorusuna;
    ‘Hayır, terapi değil! Bugün Vatan Partisi’nin ve TGB’nin oyunlarına gelen o kadar çok genç arkadaşım var ki! Onlara bir nebze gerçeği göstermeye çabalıyorum!’ cevabını vermiştiniz.

    ‘Bize Müsaade’de dile getirilenlerin çoğu samimi olmakla beraber,
    Sırf AKP’ye yaranmak için kasten dezenformasyon yürütüldüğünü de size hatırlatmak istedim Gün Bey!

    Ve emin olunuz; bir çöplük hâline getirilmiş şu ‘televizyon dünyası’nda, dikkate almanız gereken bir program ismi önerdim size!

    Umarım bu yazdıklarımı sitenizde yayınlarsınız ve umarım yukarıda yazdıklarıma cevap verirsiniz.

    Bekliyorum…

    Saygılarımla

  27. VP’nin bugün en gerici, faşist çizgi olduğuna bir örnek daha. İran’da istihbarat ajanlarının tecavüz ettiği ve Mahabad halkının ayaklandığı Ferinaz için bile komplo deyip tecavüzcüleri savunmaya kalktılar. Haberi olmayan varsa diye:
    http://www.aydinlikgazete.com/mahabad-uzerinden-kurdistan-operasyonu-makale,59777.html

  28. sultan galiyev

    Türkiye’de sol hareketin Kemalizme yaslanması aslında tirajı-komik bir vakıadır.Burada zannediyorum karşılıklı bir çıkar ilişkisi söz konusu.Düşünün ki hem anti emperyalizmden bahsedeceksiniz hemde aynı emperyalizmden bilmem ne kadar şapka ithal edeceksiniz.Hem anti emperyalizmden dem vuracaksınız hemde aynı emperyalizminin kanunlarıyla halkları dizayn edeceksiniz, burada müthiş bir çelişki söz konusudur.
    İkinci bir noktada şöyle olabilir Marksizm aslında tek cümleyle özetlersek ekonomik bir doktrinden başka bir şey değildir.Oysa Kemalizm ekonomiden ziyade toplumu sosyal ve kültürel olarak dönüştürmek gibi bir misyona sahip.Diğer taraftan Marksizmin hedef kitlesi Avrupa emperyalizmi ve dolayısıyla Avrupa da güçlü bir otoriteye sahip olan kiliseler.Oysa İslamiyette kiliseler gibi bir otorite söz konusu değil.İşte burada hem Marksizmi kopyalamış bir sol zihniyet hemde toplumu dönüştürmek isteyen bir Kemalizmin etkileşime girmesi muhtemeldir.Kemalizm dediğimiz egemen ideoloji bu etkileşimi aslında din -sol çatışmasına dönüştürerek bir denge kurmaktaydı.Ne kadar din olgusunu diyanet vasıtasıyla kontrol altında tutsa da çok çatlak seslerin çıkmasından duyduğu rahatsızlığı diğer taraftan her an kontrol edemeyeceği sol ile çatıştırmak en çıkar yol idi.
    Solun Kemalizme yaklaşmasının egemen güçten faydalanma isteğinin yanı sıra toplumu kültürel olarak nereye ve nasıl dönüştüreceği konusunda yeterli bir bilgi ve birikiminin olmamasıdır.Bu noktada Kemalizmin çizdiği sınırlarla yetinmek işine geliyordu.Ama bu noktalara dikkat kesilen sol hareketler emperyalizm ve kapitalizm mücadelesinde Kemalizmin yapısını ya analiz edemiyor yada bir şekilde bu noktayı gözden kaçırıyordu.İşte bu yüzdendir ki ekonomik olarak aynı sınıfa mensup insanlar çatışıyorlardı.Mesela yukarıda İskilipli için orta çağ yaratığı diyen zihniyet o zamanlarda sola hakim olan bir zihniyetti.
    Başka bir noktada şöyle olabilir. Bolşeviklerin en çok üzerinde durdukları nokta devrimin milli olması idi. Çünkü Rusya halkları içerisinde Rus olmayan halkların varlığı Rusları ciddi olarak rahatsız ediyordu. Ki lenin dahil Stalin’in bu farklı milletlere bakışı hiçte insani değildi.Devrim bahanesiyle bu farklılıkların tasfiyesi ile Kemalizmin Türkiye’de yaptığı tasfiyeler birbirine benzerlik gösteriyordu.Türkiye’nin solu, bu benzerliği ”devrim için”mantığıyla özümsemiş olmalı ki kemalist bir etkileşimden rahatsızlık duymamışlar.Dolayısıyla sol hareketler hiç bir zaman tam anlamıyla bir sınıf mücadelesine girişemememiştir.
    Zaten sol genellikle öğrenci hareketleri olarak karşımıza çıkar.Genellikle genç bir harekettir ve dolayısıyla militarizme yatkındır.Kİ nitekim bugün sol hareket aynı zamanda militarist bir hareket olarak anılır.
    Başka bir noktada Türkiye’de ilk solcuların Türkçü olduğu yada başka bir deyişle Türkçülerin solcu olduğu gibi bir durum söz konusu.Bu durum 1960-70 gençliğini etkilemiş olmalı ki ne” mutlu türküm diyene ”mantığı sol hareketlere pek yabancı gelmemiştir.Kısaca bugün Kürt meselesinde MHP Kürtlere ne söylüyorsa, geçmiş dönemlerde de sol topluma benzer şeyleri aynı sığlıkta,birer tekerleme olarak söylüyordu.
    Solun o parlak ve hareketli dönemlerini yaşamış duayenlerin öz eleştirileri varken, halen daha solun yanılgıları üzerinde ısrar edenlerin de iktidar hırsını iyi anlıyorum.Ama onlar artık bu noktada çok geri kaldıklarını ve eski faşist yapılarının bu gün daha çok sırıttığının farkında bile değiller.
    Yazarın dediği gibi ”kendinden gayrı kimseye demokrat olmayan Devrimci Sosyalist soldan demokrasi beklemek Stalin ya da Hitler’i anarşist ilan etmek gibidir.”
    Yani yakında bu kafa Stalini Anarşist ilan ederse şaşmamak lazım.

  29. https://www.youtube.com/watch?v=7r5oPLdnDng Elif Sultan Kalsen, Bahtiyar Dogruyol , Safak Yayla. ve yoldaslarina, ve yureginde hicbir zman devrim atesi yanmayanlara….

  30. öğrenmek istiyorum..

    Gün bey, kemalist ideolojiden beslenmeyenler de vardı. İbrahim Kaypak kaya gibi.Ama o ve onun gibileri diğer fraksiyon dışlamıştı hatta Deniz gezmişin İbrahim Kaypakkaya’yı dövdüğü bile söylenir.Demek ki sol toplumu dönüştürmekten ziyade bir an evvel iktidarı ele geçirmek istiyordu.Önce sopaya sahip olmalıydı,sonra o sopayla toplumu da dönüştürebilirlerdi.Ama resmi ideoloji çok daha uyanık çıktı milliyetçi ve gerici çevrelerin eline çoktan bir sopa tutuşturmuştu.Tıpkı bu gün AKP zihniyetinin yaptığı gibi…

  31. Stalincilik ve Maoculuk değişmediyse, sorun yok demektir.

  32. Hakikaten kimse kusura bakmasın ama zamanındaki tarihsel değerlendirmelerinizin düzeyi pek düşükmüş. O çıtanın seviyesi ile bugünkü çıtanın seviyesini karşılaştırmak imkansız. Vatan Partisi’nin bugün bu argümanların tersini söylüyor olması ne o zamanki argümanları haklı çıkarır ne de bugünkü.

  33. Atatürk ve diktatörlük

    TÜRKİYE Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu’nda konuşan BDP milletvekili Altan Tan, “Kemalist diktatörlük” deyince CHP ve MHP’den itiraz geldi.
    Altan Tan’ın söylediği tam olarak şu: “İskilipli Atıf Hoca, mazlum ve mağdur bir Müslümandır. Kemalist diktatörlüğün katlettiği on binlerce insandan sadece biridir. Allah’tan rahmet diliyorum. Kemalist diktatörlüğün bir huyu var; öldürüyor, asıyor, işkence kuruyor ve ondan sonra da ‘İngiliz ajanı’ diyor. İngilizler, bir kurşun atmadan İstanbul’dan çıktılar ve Ankara hükümetine İstanbul’u teslim ettiler.”
    Neye itiraz ediliyor, Atatürk’ün “diktatör” olduğuna mı, İngilizlerin tek kurşun atmadan, sadece Halife/Padişah’ı gemilerine alarak ülkelerine döndükleri gerçeğine mi?..
    Sahi, İngilizler neden geldiler, niçin gittiler?
    Anadolu’yu işgal etmek gibi bir niyetleri olmadığına göre (çünkü yapabilecekken yapmadılar) neden geldiler?..
    Hiçbir cephede onlarla çatışmadığımıza, savaşmadığımıza, yenmediğimize göre, niçin gittiler?
    Soru iki: Ne getirdiler, ne götürdüler?
    Padişahlık döneminde işgal ettikleri Başkent’i Ankara hükümetine hangi amaçla teslim ettiler?
    Ankara Hükümeti’ni çok mu sevdiler acaba, bir “kara kaş-kara göz” hikâyesi mi?.. Peki siz İngiltere’nin tarih boyunca “akıntıya kürek” çektiğini hiç gördünüz mü?..
    Açıkçası bu konu açıklanmaya muhtaç bir konudur. Ne var ki, ilkokul seviyesinde bilgilenmiş kişiler bu konulara şiddetle tepki gösterdikleri için kimse izaha yanaşmıyor…
    Zaten meşhur “Koruma Kanunu” da izin vermiyor.
    Diktatörlük meselesine gelince: Bir mecliste muhalefet yoksa, muhalefet edenlerin defteri bir şekilde dürülüyor (İzmir Suikastı bahanesiyle Kâzım Karabekir Paşa’nın da içinde olduğu bazı İstiklâl Savaşı kahramanlarının yargılanması, bazılarının kaçmaya zorlanması gibi), hatta bazıları öldürülüyor (Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey ve topal Osman Ağa), psikolojik savaş taktikleriyle bazıları gözden düşürülüyorsa, yasama, yürütme ve yargı tek kişinin emriyle hareket ediyorsa, bir kanunun reddi ihtimali belirince kürsüye çıkıp, “baş kesme işareti” de yaparak, “Bu, mutlaka olacaktır. Burada toplananlar, Meclis ve herkes meseleyi tabiî görürse, fikrimce uygun olur. Aksi takdirde, yine gerçek gerektiği şekilde ifade olunacaktır. Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir” (1922 Nutuk II, S. 691) şeklinde TBMM üyeleri “tehdit” edilebiliyor, sindiriliyor ve ancak o sayede istenen amaca ulaşılabiliyorsa…
    Nedir böyle bir rejimin adı?..
    Böyle bir rejime “demokrasi” denebilir mi?..
    Rejimin başındakilere “demokrat” denebilir mi?
    Zaten Atatürk de “demokrasi” iddiasında hiç olmamıştır. Bakın ne diyor?
    “Efendiler, bizim hükûmetimiz demokratik bir hükûmet değildir, sosyalist bir hükûmet değildir ve gerçekten kitaplardaki hükûmetlerin, islâmî niteliği bakımından, hiç birine benzemeyen bir hükûmettir.
    “… Sosyal bilim bakımından bizim hükûmetimizi ifade etmek gerekirse ‘halk hükûmeti’ deriz… Fakat ne yapalım ki demokrasiye benzemiyormuş, sosyalizme benzemiyormuş, hiçbir şeye benzemiyormuş! Efendiler, biz benzememekle ve benzememekle övünmeliyiz! Çünkü, biz bize benziyoruz, efendiler!” (Aralık 1921).
    Kısacası Atatürk, “Demokrasinin de sosyalizmin de canı cehenneme” diyor, “bizim rejim başka rejim!”
    Ne var ki siyaset biliminde bu tür rejimlere bir isim verilmiştir: “Diktatörlük”!
    Hukuk dışı “İstiklâl Mahkemeleri”ni başka türlü nasıl kuracaksınız, sırf şapka giymediği için insanları nasıl asacaksınız?
    Yavuz Bahadıroğlu
    Yeni Akit, 2 Mart 2012

    http://www.yeniasya.com.tr/politika/ataturk-ve-diktatorluk_130402

  34. Halil Berktay AKP iktidarını desteklerken Ayşe Berktay’ın HDP’den aday olması ilginç.

  35. VP yöneticileri Sakine Cansız cinayeti hakkında seninle aynı tezi savunuyorlar! Şu linkte ( http://www.ulusalkanal.com.tr/aydinlik-in-tarihi-yazi-dizisi-sakine-cansiz-olayi-makale,4272.html ) bahsedilen yazı dizisinden haberin var mı?

  36. Gencettin Öner

    Sayın Zileli.Türkiye sol hareketi içinde “Aydınlıkçılar” olarak bilinen ve bir dönemde İllegal partileşerek TİİKP adını alan Doğu Perinçek’in başını çektiği ve ikinci adam olarak adınızın geçtiği bu siyasi oluşumdan ayrılarak Anarşist ideolojiye evrildiğinizi biliyorum. Sizin kitaplarınızı zevkle okumuş biriyim. Geçmişteki siyasal eylemlerinizi samimi bir şekilde özeleştiriye tabi tuttuğunuzu da takdirle karşılayan biriyim.sizden, cevabını çok merak ettiğim konu, Anarşist ideolojide, genel olarak ulusal sorunlar özel olarak Kürd sorununun çağımız koşullarında halkları biribirine düşman ettirmeden kanlı çatışmalar olmadan çözümü mümkünmüdür? Cevabınız evet ise, bu nasıl olacaktır? Vereceğiniz cevap için şimdiden teşekkürler.

  37. Selam Gencettin arkadaşım. Buna cevap vermek o kadar kolay değil. Bugüne kadar ulusal sorun konusundaki bütün uygulamalar yanlış çıkmıştır. Ya milliyetçiliğe evrilmiş ya da milliyetlerin egemen ulus tarafından ezilmesine. Anarşizmin de bu konuda çok başarılı çözümler ürettiğini sanmıyorum. Benim formülüm ise şudur: Çözüm özgürlüktedir. Bırakın bir ulus ne yapmak istiyorsa onu yapsın. Bırakın bir ulusan içinde sınıf mücadelesi gelişsin. Sevgiler.

  38. yalnız benimki bir tez değil, sadece bir ihtimal.

  39. Gün Bey,

    21 numaralı kısımdaki sorulara (17 Mayıs) cevap yazmanızı bekliyorum.

    Saygılarımla

  40. Merhaba..Gün bey diye başlayacağım ama aslında gün abi demek daha samimi ve daha içten geliyor.Gencettin arkadaşın sorusuna daha uzun bir yanıt vermenizi çok isterdim.Çünkü, eski ideolıjik mahallelerinden uzaklaşmış, anarşizmi yeni tanıyan,anlamaya çalışan birisi için sizin engin fikirlerinizden,bilginizden faydalanmak önemli.
    Özgürlük dediğiniz şey zaten anarşizmin tam kendisidir,fakat bu içinde yaşadığımız toplumumuz ne de dünya düzenini oluşturan milletlerin bu bilince sahip olmadıkları için şu anda bir ütopya.
    Öğrendiğim kadarıyla anarşizmin en etkin yasası vicdan bilinci,vicdanı hassasiyeti üst düzeyde olmayan ve tüm dünyayı tüketim objesi olarak gören insanlar topluluğunda anarşizmi konuşmak çok ütopik olsa da en sonunda insanlar ister istemez bu noktaya evrilecektir.Dünyanın şu andaki gidişi her açıdan tüketim üzerine endeksli.Bu durum ister istemez nihilizm çukuruna doğru insanları sürükleyecektir.Nihilizmin vardıracağı noktada Türkçe deyimiyle ”insan insanın kurdur.”
    Dünya halklarını, sonu karanlık olan bir serüvene götüren aygıtlar da yine insan eliyle kurulup sonrasında adeta tapılırcasına kutsanan devletler,şirketler,güç odaklı örgütler vs…Bu noktada daha fazla zayiat almamak için…
    Sizin gibi daha nice düşünce insanlarının açtığı ve açacağı ufuklar,umarım çok geç olmadan insanlarda bir uyanışa vesile olur.
    Ülkemizi şu anda sıkıntıya sokan kürt meselesi de bence çözülemez bir vakıa değilidir.Ama bu çözüm ne devlet eliyle,ne örgüt eliyle,nede üçüncü bir gücün müdahalesiyle gerçekleşmeyecektir.Bu çözümü pişirip ortaya koyacak yegane güç, kadim Türk ve Kürt halklarıdır.
    Bu noktada çözüm isteyen insanlara da düşen vicdani duyarlılığı en üst seviyeye çıkarmak ve anarşizmi mümkün olduğunca yaymak ve her türden,her düşünceden,her dinden insanın bir arada yaşayabileceğini göstermektir.
    Bu kainat herkese yeter,yeter ki bizler aç gözlülüğümüzle,yüksek egomuzu beslemekten vaz geçelim.
    Bu noktada hayvanlar alemini daha farklı bir gözle incelemekte fayda vardır diye düşünüyorum.
    Bu sayfada yazmama,fırsat verdiğiniz ve yeri geldiğinde cevaplama nezaketini de gösterdiğiniz içinde teşekkür ederim.Saygılarımla….

  41. Sayın Zileli,

    Eğer en yakın zamanda yolunuz bir kitabevine düşerse ŞU KİTABI HEMEN EDİNMENİZİ,
    VE OKUDUKTAN SONRA SİZİN YORUMUNUZU DA GÖRMEK İSTERİZ!

    Bu sözüm çamur atmak amaçlı değildir:
    Anarşistsiniz ama “anti-kapitalist” merkezli yazılar pek yazmıyorsunuz! Bu da sizin daha “liberal & lifestyle anarchism” kanada yakın olduğunuz (yanlış!) algısını yaratıyor; haberiniz olsun!

    7 Haziran’dan sonra hiçbir şey değişmeyecek! Tahta oturan kişi ya aynı kalacak, ya da bir başkası geçip oturacak; ama şu “iktidar (taht!)” denen kavram, ne acıdır ki anarşistler ve hayat sevdalıları eyleme geçmedikçe sözlüklerimizde yaşamaya devam edecek!

    ACİLEN OKUMANIZI İSTİYORUM:

    Kitap: “Borç” İlk 5.000 Yıl
    Yazan: David Graeber
    Çeviren: Muammer Pehlivan
    Everest Yayınları

    http://www.everestyayinlari.com/tr/kitap.asp?id=1454

    İlk 5.000 Yıl

    “Para, borç, armağan ve din üzerine derin düşüncelerden oluşan benzersiz bir kitap. İncelikli, berrak, sade bir dille yazılmış ve insanı baştan çıkaran bağlantılarla, ifşaatlarla dolu. Bu kitap hayatınızı ‘gerçekten’ değiştirecek.”
    (Peter Carey)

    Bugüne kadar yazılmış tüm ekonomi kitapları bize aynı dersi anlatır:
    “Para, zahmetli ve karmaşık takas sistemine çare olarak yaratılmış, böylece insanlar mallarını yüklenip durmak külfetinden kurtulmuştur.”

    Gelgelelim bu tarih yorumunda küçük bir kusur vardır:
    “Bugüne kadar bu teoriyi destekleyen herhangi bir veri bulunamamıştır.”

    Akademisyen, aktivist, antropolog ve düşünür David Graeber kitabı “Borç”ta, sorgulamadan kabul ettiğimiz bu fikirleri ustalıkla tersine çeviriyor:
    Tarıma dayalı ilk toplumların ortaya çıkışına kadar, yani madeni ya da kâğıt paranın icadından çok daha önce, insanlar gelişkin bir kredi sistemiyle yaşayıp, mallarını bu yolla değiş tokuş ediyorlardı. Ne olduysa sonra oldu, toplumlar “alacaklı” ve “borçlu” olarak ikiye bölündü.

    O dönemden beri, dünya genelinde “borç” ve “borç affı” politik tartışmaların ana konusunu teşkil etmiştir. Öyle ki, antik döneme ait hukuksal ve dini belli başlı eserlerin lisanını ve kavramlarını, kökü geçmişe uzanan bu borç tartışmaları şekillendirmiş, dahası, ahlaki ve felsefi temel değerlere de son biçimini vermiştir. Öte yandan sayısız halk hareketini de tetiklemiştir. Graeber, halklar olarak bugün hâlâ aynı savaşın pençesinde kıvrandığımızı gösteriyor…

    “Graeber, kredinin, karşılıklı-taahhüt ağı üstüne kurulu toplumların yok edilip sınıflı toplumun yükselişiyle ortaya çıktığını, para üstüne kurulu sosyal ilişkilerin ardında ise, sürekli fiili şiddet tehdidi olduğunu vurguluyor.”
    (Paul Mason, Guardian)

    *
    Graeber’in bir diğer kitabı ile ilgili bir yazınız zaten mevcut:

    http://www.gunzileli.com/2012/11/03/devrim-uzerine-anarsist-dusunceler%E2%80%A6/

    *
    ÜÇÜNCÜ KİTAP:

    Kitap: Tersine Devrimler
    Yazan: David Graeber
    Çeviren: Aslı Esen
    Everest Yayınları

    http://www.everestyayinlari.com/tr/kitap.asp?id=1357

    Siyaset, Şiddet, Sanat ve Hayalgücü Üzerine Denemeler

    “Bir çıkmaza girdik gibi görünüyor. Bildiğimiz kapitalizm görünüşe göre dağılmaya başladı. Ancak finans kurumları tökezleyip parçalanırken, hemen akla geliveren bir alternatif yok. Örgütlü direniş dağınık ve tutarsız bir görünüm sergiliyor…

    Bir iki nesil sonra kapitalizmin var olmayacağına inanmak yersiz olmaz, çünkü sonlu bir gezegende sonsuz ve süreğen bir büyüme makinesi işletmek mümkün değil. Ancak ilericilerin ve antikapitalistlerin bu olasılık karşısında görünürdeki ilk refleksi, çoğu zaman korkup varolana tutunmak. Çünkü daha da baskıcı ve yıkıcı olmayacak bir alternatif tahayyül edemiyorlar.”

    Düşünür, aktivist ve antropolog David Graeber’in bu denemeleri “yeni siyaset stratejileri”, “küresel ticaret”, “borçlanma”, “hayalgücü”, “şiddet”, “estetik”, “feminizm”, “yabancılaşma” gibi temaları konu alıyor. Bununla beraber hiç beklenmedik yerlerde sürgün veren umut dolu hareketlerin de izini süren Graeber, “siyaset” ve “iktidar” hakkındaki bildik varsayımların inkâr edilmez bir şekilde yıkıldığı bugün tek bir seçeneğimiz olduğunu vurguluyor: “İnsanların özde ne olduğuna, dünyadan ve birbirlerinden ne beklemelerinin makul olacağına dair yeni bir dil, yeni bir sağduyu yaratmak için bir an evvel kolları sıvamak.”

    Bu seçeneğin hiç de imkânsız olmadığını gösteren Graeber, hayal- gücünü ve yaratıcılığı körükleyen bu denemeleriyle bugün sokağa dökülen milyonlar için yepyeni bir yol haritası öneriyor.

    “David Graeber’e göre neoliberalizm, özünde ‘başka bir alternatifimiz yok (There is no alternative!)’ görüşünü egemen kılan, sürekli bunalım yaratan ve tüm alternatif oluşumları saf dışı bırakan felaket bir sistemdir. Bu ufuk açıcı denemeler bizleri kuşatan bu duvarlarda gedik açıp umut dolu patikalara işaret ediyor.”
    (John Holloway)

    “Graeber bir âlim, bir aktivist, bir kamu entelektüeli!”
    (Peter Carey)

    [ Yukarıdaki eserleri “Anarşist Kitaplık” sayfanıza da eklemeyi unutmayınız. ]

    Cevabınızı bekliyorum…

  42. iktidar değişimleri gerçek değişim değildir.

  43. Sahtekarlığın buraya varacağı belliydi…. Adları Ihtilalci imiş ama zorunluluktan illegal çalışıyorlarmış!!!! Ve de o meşhur savunmaları yokmuş. Mao mu? O da kim? “Öyle birisini tanımıyoruz.” Ulan 80 yaşına geldin, tüm geçmişini inkar etsen ne yazar?
    Tam Gün Zileli’lik malzeme vermiş.
    Hadi Gün Zileli!

    Daşar Karadağ TİİKP’ni anlattı:
    ‘Partisiz bir halk hiçbir şeydir’
    http://www.aydinlikgazete.com/ozgurluk-meydani/partisiz-bir-halk-hicbir-seydir-h70422.html

  44. iyiki varsin Ragip duran :)))))))

  45. Her alanda sıkışmış bir siyasal atmosferde/seçim atmosferinde çok gerekli(!) bir yazı olmuş doğrusu…

    En azından 7 Hazirana kadar yazılarınızı iktidarın faşist uygulamalarına ve teşhirine ayırsanız daha faydalı olmaz mı?

  46. VP, Suriye savaşı ve “yenilgicilik” konusunda sizden daha ileri bir mevzide duruyor. Bkz: http://www.aydinlikgazete.com/arkadasim-i-hakki-pekinin-on-cephedeki-durusu-makale,59892.html

  47. Gencettin Öner

    Çok samimi ve mütevazi bir cevaptı. Teşekkürler. Bu coğrafyanın “solcu” diye geçinen ama öz itibari ile postmodern neo-faşistleri olsaydı, ilkel komünal toplumdan girip Marks, Engels, Lenin, Stalin ve Mao’dan çıkar bir kaç sayfa zırvadan sonra da kibir içinde “içte çözüm bu yoldaş” derlerdi :))) Sizin hem kendinizi ve hemde bu lanetli çoğrafyadaki iki yüzlü riyakarlığı aşmışsınız. Evrensel düşünme çalışmalarınızda başarılar diliyorum.

  48. Diğer –izm’ler iflas ettiklerinden, ve inşallah (biliyorum, bu sözcük üst çevrelerde söylenmez), bu anarşizmle kara sevdaya düşme şuur altı bakireliğe tutkudan kaynaklanmıyordur. Sözü gelmişken, ileriye dönük kapitalist, komünist, Marksist, ve anarşist kardeşlerin endüstri ve emekle dünyayı kurtaracakları coşkusuna İspanya işçilerin pek katılmadıkları artık kamu sırrı olmaktan çıktı. Yani anarşizm de bakireliğini kaybetti.

  49. Resmî İdeoloji Kösteği

    M. Kemal Paşanın sağlığında, asıl ismi olan Moiz Kohen’i gizleyip buram buram Türklük ve millîlik kokan Tekin Alp takma adıyla Türkçülük kitapları yazan Yahudi; Kemalizm ideolojisini kurmak istemişse de kaba ve derme çatma bir eskiz denemesinden öteye geçmemiştir.

    Kemalizm, Paşanın ölümünden sonra Vesayet rejiminin Dönmeleri tarafından tedric yoluyla oluşturulmuş bir ideoloji taslağıdır. Ona Nazizm, Faşizm gibi tam teşkilatlı ideoloji demek pek mümkün değildir. Vecizelerden, sloganlardan ibarettir. Şapka, Latin yazısı, Alafranga takvim, Beynelmilel Erkam, İslam Medreselerinin Tasavvuf Tekkelerinin kapatılması, Tevhid-i Tedrisat, Anayasaya Paşa’nın ölümünden önce konulan Laiklik ve diğer Beş Ok Yurtta Sulh Cihanda Sulh… Bunlarla sistematik bir ideoloji olmaz.

    Birtakım İlahiyatçıların ve İslamcıların İslam dini ile Paşanın ölümünden sonra üretilmiş Kemalizmi bağdaştırmaya çalışmaları ciddiyetten uzak bir çabadır.

    Kemalizm ideolojisi İslama taban tabana, kökten zıttır. İkisinin uyuşması mümkün değildir.

    Haydi, birtakım cahiller ve kültürsüzler İslamla Kemalizmi bağdaştırıyor, az buçuk din ilimlerini okumuş Kemalist İlahiyatçılar bunu nasıl yapabiliyor?

    Bazı Kemalistler o kadar ileri gidiyor ki, bu ideolojiyi devletin, ülkenin, milletin, millî kimliğin üzerinde görüyor yahut bunlarla özdeşleştiriyor. Doğrusu büyük fikir sefaleti ve akıl kıtlığıdır bu.

    İkinci dünya savaşından sonraki yıllarda Batı dünyasında resmî ideoloji kalmadı. İspanyada Frankizm, Portekizde Salazarizm biraz direndi, onlar da tarihe karıştı. Sovyet Birliğinin yıkılışı ile doğu blokunda da Marksizm-Leninizm ideolojisi çöktü.

    Şu anda Çin’deki sistem Marksist görünüyor ama gerçekte öyle değildir. Orada hakim olan ideoloji vahşi kapitalizm ve alabildiğine liberal ekonomidir. Mao’nun resimleri, heykelleri duruyor, lakin pabucu çoktan dama atılmıştır.

    Bence, Kuzey Kore’den başka tam ideolojik devlet kalmamıştır dünyada.

    Resmî ideoloji ile demokrasinin, temel insan haklarının, hukukun üstünlüğü prensibinin birlikte yürüyemeyeceğini bizim Kemalistler nasıl anlatmalı bilmem ki.

    Bu ideoloji, 1938’den bu yana Türkiyemizi çok kösteklemiş, çok geri bırakmıştır.

    Japonya’nın ayaklarında, bizdeki Kemalizm gibi bir bukağı olsaydı, o ülke bu kadar ilerleyebilir, güçlenebilir miydi?

    Ülkemizin, devletimizin önünü açmak istiyorsak, Kemalizmi resmî ideoloji olmaktan çıkartıp,. özelleştirmeliyiz. İnanan inansın, inanmayan inanmasın.

    Kemalistler, arzu ederlerse Atatürk Partisi (AP) kursunlar, seçimleri kazanırlarsa iktidara geçsinler. Lakin bize, Paşanın ölümünden sonra çıkartılmış ve günümüzde fosilleşmiş ve batıl bir din haline gelmiş ideolojilerini, sistemlerini din gibi kabul ettirmeye çalışmasınlar.

    Resmî ideoloji yerine ne konsun?

    Âdil hukukun üstünlüğü… Temel insan hakları ve hürriyetleri… Millî kimlik ve millî kültür hakim olsun.

    İtirazı olan var mı?

    Mehmed Şevket Eygi

  50. Gün abi gel ve gör diye bir film izledim belki çeviriden dolayı tam anlamadım 2. Dünya savaşında anarşistler kızıl ordudan hariçten savaştılarmı

  51. partizan birliklerinde yer alanlar olmuştur.

  52. Soner Yalçın “Yetmez ama HDP” yazısında HDP’ye saldırarak iktidara iyi hizmet etmiş.
    Bu Kürt düşmanı Kemalist devletçiler şimdiden etkisizleşmeli. Yoksa iktidara gelirlerse hepimizi yine tek parti dönemi gibi ezerler. Bu yüzden bunları iktidarın tutuklamasına veya dincilerin hedef göstermesine karşı savunmamalı ve tarafsız kalmalıyız. Mesela Akit’in şu yazdıkları ne kadar iğrenç olsa da onlara karşı savunmamalıyız bence;
    http://t24.com.tr/haber/akit-batili-yasam-tarzi-olum-ve-tecavuz-getirdi,287206

  53. size katılmıyorum savunmama konusunda. Kim baskıya uğruyorsa onu savunurum şahsen.

  54. Anonim bey, “bu Kürt düşmanı” diyerek konuşmalarınız bana “Türk düşmanları” nakaratını hatırlattı. Aynı kafa. Fakat sizinki biraz daha değişik. Şöyle ki, Türklerden Kürtçü olmalarını talep ediyorsunuz. Adam “yahu ben milliyetçi değilim” derse cevabınız hazır: “sen bir Kürt düşmanısın o halde”. İyi taktik. Sol içinde mahalle baskısı Pkk partisinin iki misli oy almasına yaradı. İyi de, Saddam/Stalin karikatürü Apo çetesi bu kadar şahane idi ise 30 yıldır neden beklediniz? Neden o örgüte girmediniz? Neden bir dönem Akp bir dönem Pkk destekçiliğ yaptınız? Bu sıralamanın bir mantığı var mı yoksa bir yerlerden gelen işarete göre mi hareket ediyorsunuz?

  55. Arif bey, her iki tarafa aynı ölçüde karşı olunamaz. Ben ulus diye bir şeyin olmadığını bilen biri olarak kendimi Türk veya başka bir ulusa ait görmüyorum. Kürtlerin de böyle düşünmesi gerekir. Fakat şu an en büyük sorun despotik Türk ulus devleti olduğundan bunun karşısındaki güçler bu devlete karşı desteklenmelidir. Ben PKK’den çok, düzene gerçekten karşı olan bağımsızlıkçı Kürtleri savunurum. Ulus-devlete karşıyım ama Kürt ulus-devleti, Türk ulus-devletini zayıflatmak ve yıkmak için gereken bir ön-aşamadır. Aynı şekilde, AKP’nin bir dönem desteklenmesi de zorunlu bir aşamaydı ne yazık ki. AKP devletleşmek için askeri ve bürokratik vesayeti kaldırmak zorunda kalmıştır.

  56. Aydınlıkçı Psikolojisi

    Aydınlıkçılık bir siyasi akım veya ideolojik hareket olmaktan çok psikolojik bir durum.
    Doğu 12 Mart ifadesinde kendi karısı, akrabaları dahil herkesi ihbar etti. Filistin kadrosunu bile.
    Şule de ifadesinde Doğu’yu satmış.
    Birbirini ihbar eden iki insanın birbirine güvenip evlenmesi nasıl bir karakter yapısını temsil eder.
    Bence bütün örgütü en küçük sempatizanına kadar ihbar etmiş adamı önder belirlemek; onun verdiği ifadelerden dolayı poliste sorgulanmak zorunda kalmak ve yine de onun peşinden yürümek de aynı türden bir tavırdır.
    Doğu’nun tek avantajı herkes işkencede çözüldüğü için suçluluk psikolojisini iyi kullanıp kendi ihbarcılığını normal bir tavır gibi kabul ettirebilmesidir.
    Böylelikle büyük bir günah veya yalan üzerine kurulu, ortak suçlar ve zaaflara dayalı bir evlilik gibi PDAcılar yollarına devam ettiler.
    “TİİKP Savunma” özünde devrimciymiş (!)
    Ya kim takar bunları? Hepiniz aristokrat çocuğuydunuz. Bizzat akrabalarınız 12 Mart cuntacısıydı. Hiçbirinizin kılına zarar gelmedi. Bence Bora’yı da harcadınız.
    Bir de utanmadan Deniz ile Mahir’i cuntacı olmakla suçladınız. Tabii onların sizin gibi kodaman akrabası yoktu. Düzen yok etti halk çocuklarını.
    Beniz gözümde HDP’deki samanlık kaçkını ne kadar düşkün bir insansa siyasetin her kulvarına bir şekilde uyum sağlayabilen PDAcılar da o düzeyde insanlardır.

  57. İfadelerle ilgili söyledikleriniz gerçeğe dayanmıyor. Aydınlıkçılar Deniz ve Mahir’i cuntacılıkla suçlamamışlardır. Sınıfsal kavramları yanlış kullanıyorsunuz. Türkiye’de aristokrasi olmadığı için aristokrat çocuğu da yoktur. Kimsenin kılına zarar gelmediği doğru değildir. İşkence ve hapis gibi şeylerden Aydınlıkçılar da 12 mart döneminde paylarını aldılar. “Samanlık kaçkını” laflarınız sadece düzeyinizi ortaya koyuyor. Aslında tüm yazdıklarınız öyle. Bu işler kişisel hırslarla ve kafadan atma yargılarla yürümez.

  58. Aydınlıkçı Psikolojisi

    Perinçek’in ve Berktay’ın polis ifadesini TİKKO’ya yakın Le-Ya Yayınları 1979 yılında bastı.
    Bu ifadeler o kadar çok ses getirdi ki Aydınlık tabanı bile ifadeleri savunamadı.
    TİKP Başkanlık Kurulu bu meseleyi ele almak zorunda kaldı. O zaman siz de içindeydiniz sanırım. Başkanlık Kurulunun konuyla ilgili açıklaması TİKP’nin o zamanki teorik yayın organı Türkiye Gerçeği’nde yayınlandı. Başkanlık kurulu ifadeleri reddetmediği gibi ortaya çıkmasından kontrgerillayı suçladı ve “bu ifadelerden dolayı kimse zarar görmedi” gibi bir açıklama yaptı.
    Şu anda kütüphanemden uzağım ama Türkiye Gerçeği’nin ilgili sayısından sizin kütüphanenizde de vardır. İsterseniz gidin bakın.
    Evet Doğu ifadesinde Şule’yi defalarca ihbar etti. Kod adını vermiş. Merkez Komitedeki herkesin kod adını verdiği gibi. 150 sayfaya yakın bir ifade. Doğu hatırlayamadığı yerde “Halil”e soru demiş ifadede. Halil’in ifadesinin de maşallahı var zaten.
    Filistin meselesine gelince. Filistin’e giden kadroların hepsinin adını vermiş. Yurt dışına nasıl çıktıklarını detaylı olarak anlatmış. Hatta Şam’da irtibat merkezi olarak kullandıkları adresi bile vermiş.
    “Bu ifadelerden dolayı kimse zarar” görmemiş olabilir mi sizce? Filistin’deki baskın ifadeden 8 ay sonra gerçekleşti.
    “İhbarcısıyla evlenmek” ifadesini düzey düşürmek için değil bir psikolojik durumu vurgulamak için kullandım. Amacım kin kusmak değil. Size hiç değil.
    Ayrıca konu ihbarcılık olunca sizin en azından 12 Mart’ta Perinçek rezilliğine bulaşmadığınızı biliyorum.
    Ama Mahir ve Deniz hakkında Aydınlık geleneği defalarca “gençlik bakanlığı alacaklardı”, “9 Mart’ın gazına geldiler” minvalinde pespaye suçlamalarda bulundu. Yayın organlarında da yazdılar.
    Perinçek “Arkadaşım Deniz” isimli yeni çıkan ve tamamen palavralardan oluşan kitabında bile bu iddiayı yineliyor.
    İster kişisel kin ister hırs deyin. Aydınlık Geleneği meselesini açan siz oldunuz. Kitaplarınızda bu konularda daha dürüsttünüz.
    Şimdilik bu kadar.

  59. Size Havariler kitabının 53-56 sayfalar arasını okumanızı öneririm. Orada bu ifadeler meselesi ayrıntılı olarak inceleniyor. Ben hapishanede ifadeleri araştırma komisyonundaydım. Her ifadenin tek tek nasıl alındığını, ilk bilginin işkence karşısında polise kimin tarafından verildiğini, kimin bu verilen ifadeyi tekrarlamak zorunda kaldığını biliyorum. Sizin ise polis ifadelerinin nasıl alındığı konusunda hiçbir bilginiz olmadığı anlaşılıyor. Doğu’nun Şule’yi ihbar ettiğine ilişkin sözleriniz bunun göstergesi. Sırf ifadelere baktığınız ve bu ifadenin nasıl alındığını, ilk bilgilerin nereden geldiğini bilmediğiniz zaman böyle yanlış bir izlenime kapılmanız kaçınılmaz. Doğu, Şule’nin kod ismini ifadesinde tekrarlamıştır, çünkü bu kod isim daha önce bir başkası tarafından polise işkence sonucu söylenmişti. Filistin’deki adres vb. de öyle. Siz işkence altında ifade vermek zorunda olmanın kolay bir şey olduğunu sanıyorsunuz ki bu da bu tür bir ifade deneyiminiz olmadığını gösteriyor. Elbette en ideali polisin işkencesi karşısında hiçbir şey söylememektir. Fakat bu zor, çok zor bir şeydir. Elbette bunu yapan ve hatta bu noktada direnmek için canını veren insanlar olmuştur. Bununla birlikte ifade veren herkesi suçlamak bedava kahramanlık olur. Eğer bir insan işkence altında polise yeni bir bilgi vermediyse, ifade vermiş olsa da polis deneyinden başarılı çıkmış kabul edilmelidir. Bu bağlamda, Doğu Perinçek 12 Mart sorgulamalarından başarıyla çıkmış bir insandır. Siyasi amaçlarla insanların onurunu lekeleyecek laflar etmek günahların en büyüğüdür.

    Ben “9 Mart’ın gazına geldiler” diye bir ibare hatırlamıyorum ama şunu dedilerse bir gerçektir: TİİKP de dahil, THKO ve THKP-C o zaman gerçekten de bir cunta beklentisi içinde olmuşlardır. Bundan TİP yönetimi bile azade değildir. TİP’in 12 Mart muhtırasından sonra şu şu talepler kabul edilirse destekleriz minvalinde bildiri yayınladığını biliyor musunuz? Kestirmeci olmayın, analitik olun. Duygusal olmayın, gerçeğe sadık kalın.

  60. Aydınlıkçı Psikolojisi

    Gün Bey takdir ederseniz gibi burada tartıştığımız mesele benim hangi sınavlardan geçip geçmediğim değil bizzat Doğu Perinçek’in 12 Mart sınavındaki performansı.
    Bence Perinçek böyle bir sınava girmedi bile. Tek bir fiske yemeden rahat bir ortamda yazılmış gibi ifadesi. Yeri geldiğinde soyismini veya kod adını hatırlayamadığı kişiyi bile 20-30 sayfa sonra “şimdi aklıma geldi” diye tekrar zikretmiş. İfadede “bu konuya daha sonra tekrar döneceğim” cümlesi defalarca kullanılmış.
    Allah’tan artık bu tür şeyleri internette bulmak kolay. Sizin hafızanız zayıfladıysa lütfen bir kez daha okuyun. 150 sayfa civarında çok uzun, aşırı detaya giren, lüzumsuz sayıda insanın ismini veren bir ifade.
    12 Mart döneminin cuntacısı Turhan Olcaytu, Emniyet Genel Müdürü Celalettin Tüfekçi’nin Perinçek ile akrabalık ilişkilerine girmiyorum. Kodaman akrabalar derken kastettiklerim bunlardı.
    Bir de bana duygusal olmayın diyorsunuz. Bence siz duygusal davranıyorsunuz. Şu nasıl bir ifadedir:
    “Bu bağlamda, Doğu Perinçek 12 Mart sorgulamalarından başarıyla çıkmış bir insandır.”
    İnsaf! Doğu bile başarılıysa kime başarısız diyeceğiz. Bu adama siz cezaevinde devrimci lider gibi değil hakkettiği gibi itirafçı ya da en azından hatalı bir insan olarak karşılasaydınız bu ülkenin sol geleneğinde bu denli büyük bir yozlaşma ortaya çıkmayacaktı.
    Bence Doğu bu konuda da çok kötü bir örnek oldu. Deniz ve Mahirlerin kuşağından sonra aşağı yukarı bütün sol geleneklerin liderleri daha fedakar ve dürüst değil daha yozlaşmış ve fırıldak karakterler arasından çıktı. HDP bu yozlaşmanın ulaştığı son noktadır bana göre.
    Anonim bir isimle polemik yürütmenin çok etik olmadığını biliyorum bu yüzden affınıza sığınarak, sizi de rencide etmemek için daha fazla yazmayacağım.

  61. Hiçbir şey bilmiyorsunuz. O tür ifadeler, polisin inandırıcı olmak amacıyla koyduğu ifadelerdir. Yani tipik polis oyunudur. Yani “oraya sonra döneceğim” ifadesi tam bir aldatmacadır. Çünkü ifadeler spontane, anında alınmaz. En sonunda alınır. Bu yüzden oraya sonra döneceğim demenin bir anlamı yoktur. Ya da şunu unuttum demenin de. Yine tekrarlayacağım. Polis ifadelerinin nasıl alındığı konusunda en ufak bir fikriniz yok. ayrıca Doğu’nun MİT’te işkenceye maruz kalmadığı da doğru değildir. üst düzeydeki akrabaları bile bu konuda hiçbir şey yapamamışlardır.

  62. Gün bey, yukarıda “Türkiye’de aristokrasi yoktur” demişsiniz. Peki, Karaosmanoğulları, Çapanoğulları gibi ayan ailelerinden gelen kişiler Cumhuriyet döneminde de etkili olmamışlar mıdır? Ayrıca aynı aileden veya evlilik yoluyla akraba kişilerin ordu, emniyet, yargı ve idari bürokraside bir güç olmaları da aristokrasi sayılmaz mı? Bakın Sabancı, Koç, Ülker, Doğan, Uzan, Karamehmet, TÜSİAD, MÜSİAD gibileri burjuvaziye girdikleri için saymadım.

  63. Burjuvazi, bürokrasi ya da Osmanlı kökenli denebilir de (Osmanlı’da aristokrasi yoktur; sadece devlet erbabı, toprak beyi vb. vardır. Aristokrasi batıya özgü bir şeydir) aristokrat denemez.

  64. Vatan Partisi biraz daha reelpolitik yapmaya çalışıyor belki de. O günlerde de baş çelişmelerin değişmesi ile değişen stratejilere değinmiştiniz.

  65. eh artık onu epeyce aşan bir durum var. Sonuçta reelpolitika tabii ki.

  66. Yorumları okuyorum da bazı kişiler “Denizler ve VP’nin kemalizme bakış açısı aynı” deyip, bazıları da Kaypakkaya için “Kemalizmle hiç bağı yok” diyorlar.

    Bunlar tamamen bilgi eksikliğinden kaynaklanmaktadır.

    Öncelikle şunu da belirteyim (ki benim kişisel görüşümdür) “Denizler” kelimesi baştan sona yanlıştır.
    Deniz Gezmiş’i ön plana çıkartıp HÜSEYİN İNAN’ı “Deniz’in takipçisi” gibi göstermek olur bu.
    THKO Deniz Gezmiş’den daha çok HÜSEYİN İNAN’dır.
    TDY’yi yazan kendisidir. THKO 1 No’lu ile (kayıp olan) 2 No’lu bildirisini ve planlanan ama faaliyete geçirilemeyen eylemlerin bildirilerini yazan HÜSEYİN İNAN’dır.
    Yani THKO’nun (çok dar da olsa) teorik hattını çizen İNAN’dır.
    Sadece teori mi?
    Hayır. Bizzat örgütlenmesinde yer almış ve eylemlerine katılmıştır.

    Bunu belirttikten sonra şunu anlatabilirim

    Deniz’in değil HÜSEYİN’in Kemalizme bakış açısı önemlidir.
    HÜSEYİN’de Mustafa Kemal’e saygı duyan gençliğin içinde yetişmişti. Ama kesinlikle “kemalist” değildi.

    Deniz’in ölmeden önce Marksizm-Leninizm’i de öğrendiği açıktır. Zira THKO’lular o dönem (daha sonra TDKP olan Hocaist k-d’ler her önüne gelene sallaya sallaya AEP çizgisinde bir parti inşa etti) teorik konulara çok girmezdi. Hatta yanılmıyorsam şu söz Mustafa Yalçıner’e aitti:

    “Marks’tan, Lenin’den çok Guevara’yı okuyorduk.”

    Söz 3 aşağı 5 yukarı böyleydi. Bunu yazmamdaki amaç yiğit devrimci SİNAN CEMGİL hariç o dönem çok okumak taraftarı değillerdi.
    Bağlıyorum.
    Yani eylemler içerisinde teorik olarak zayıftı Deniz, ama mapushaneye düşünce okumaya başladı. Zaten ailesine yazdığı mektupta da belirtiyordu “artık siyasi şeyler okuyacağım” diye.
    Ve benim kanaatimce hapiste M-L yolda yer aldı. Zira hâlâ daha kemalizme yakın olsaydı “Yașasın M-L” demez, tam bağımsız Türkiye türevi bir son söz söylerdi.

    VP ile alakalı olan kısma geliyorum.

    Deniz Gezmiş’in kemalizme bakış açısı (bence) 1974-1978 arası Perinçek’in bakış açısına benzerdi. VP’ye değil. Tabi bu kısası burada en iyi yapabilecek kişi yine Gün Zileli’dir. Eğer isterse cevap verebilir.

    Gelelim Kaypakkaya’nın kemalizme olan bakış açısına.

    Kaypakkaya 1965-1968/9 civarları (VP’lilerin ağzıyla konuşayım) “kemalist iktidarın kazanımlarına” olumlu bakıyordu. Kaypakkaya’nın kemalizme tavır alışı 1970’lerde başlar, 1971’de gelişir ve 1971/2’de bizim bildiğimiz duruma gelir.

    Hatta bir yazısı vardı Kaypakkaya’nın gençliğinde yazdığı. “Mustafa Kemal’in gençliği” türevi bir şeyler diyordu.
    Yine Çapa-FK başkanı iken yayınlandığı bir bildiri de “Atatürk düşmanı, ileriye dönük hareket düşmanı” diye okul idaresini suçluyordu.

    Bu kadar yazdım. Üşenen çıkacaktır illa ki, özet geçiyorum;

    1) VP ve Deniz aynı pencereden bakmıyordu
    2) Kaypakkaya gençliğinde kemalizme olumlu bakıyordu.