Hileli Referandum, Dikta Rejiminin Yıkılışa Gittiğinin İlanıdır!

Öncelikle “referandum”un gösterdikleri üzerine birkaç şey söyleyeyim.

İlk saptanması gereken şey, diğer faulleri bir yana bırakıyorum, rejimin elde ettiği %51.4’lük küçük farkın bile seçim hileleri yoluyla elde edildiğidir. YSK, ülke dışında kullanılmış mühürsüz zarfları geçersiz sayarken, ani bir karar değişikliğiyle, hem de oylama başladıktan sonra, bu zarfların geçerli olduğu kararına varmıştır. Oysa zarflar YSK matbu mührünü taşımaktadır ve ayrıca İlçe Seçim Kurulu’yla sandık kurulunun mühürleri de vurulmaktadır. Bir zarfın her üç mühürü birden atlatması ancak milyonda bir ihtimaldir (YSK başkanı, mühürsüz zarfların fligranlı olduğunu söylemiş. Diyelim ki öyle olsun, binlerde sandıktaki görevliler nasıl olmuştur da ilçe seçim kurulunun ve sandık kurulunun mührü olmayan zarfları “fark etmeden” seçmenlere vermişlerdir?) Bırakın milyonda biri, aşağı yukarı her sandıktan nasıl olmuşsa üçer beşer damgasız zarf çıkmıştır. Bunların devreye sonradan sokulan, içine “evet” oyu yerleştirilmiş (fligranlı bile olsa) hileli zarflar olduğu kesindir. Mühürsüz zarfların fligranlı YSK zarfları olması, sadece YSK’nın da seçim hilesine dahil olduğunu gösterir, başka bir şeyi değil. Kınalıada’daki bir sandıktan bile iki damgasız zarf çıktı. Kınalıada’da “evet”lerin oranı çok düşük olmasına rağmen (yaklaşık %25) şu “tesadüfe” bakın ki, ihtilaflı olduğu için sona bırakılmış bu iki zarftan da “evet” oyu çıktı. Oy kullanan seçmen sayısını tuttuğu için bu oylar geçerli sayıldı. Her şey apaçık ortadaydı. Damgalı iki zarf çalınmış, yerine hileli zarflar sokuşturulmuştu. Birçok yerde aynı şeyin olduğu kesin. Güneydoğu’da birçok yerde HDP sandık müşahitlerinin gözaltına alındığı ya da sandık başından uzaklaştırıldığı durumlarda neler yapılmış olabileceğini varın siz düşünün. Artık, standart “Tercih” mührü yerine, bazı yerlerde, nerden çıktığı bilinmeyen ve işi komedi boyutlarına taşıyan “Evet” mührünün vurulduğu oy pusulalarının bile geçerli sayılması, AKP’li sandık görevlilerinin hem kendi mahallelerinde hem de görevli oldukları sandıkta çifte oy kullanması gibi garabetlerin üstünde bile durmuyorum. Aslında, hele referandum gibi önemli ve verilen her oyun sonuca doğrudan etkisi olduğu bir oylamada bu durum, kesinlikle referandumun iptal gerekçesidir. Fakat sanırım bu olmayacaktır. Çünkü Türkiye’deki rejim artık zaten hileli oylamalarla ayakta durmaya çalışan bir diktadır. Bütün bunlara rağmen %48.4’lük HAYIR oyu büyük bir başarıdır ve aslında hile hurda olmasa HAYIR’ın çok daha yüksek bir orana ulaştığının göstergesidir. Durumu, Yücel Göktürk’ün bu sabah attığı tweet çok güzel özetlemektedir: “Fark 1 milyon 137 bin. Mühürsüz oy 2,5 milyon. O 2,5 milyon yüzde 5 demek. Sadece bu bile yeter. Herkes biliyor.”

İyimser olmayı gerektiren başka sonuçlar da var: AKP ile topal MHP ittifakı, yani sağcı muhafazakârlık, İstanbul ve Ankara başta olmak üzere büyük şehirlerin tamamında kaybetmiştir. Bu, toplumun gerçek ruhunu oluşturan dinamik kesimlerin AKP diktatörlüğüne “dur” dediğinin en açık kanıtıdır. Anadolu muhafazakârlığı ise yerli yerinde durmaktadır ama o bile birçok yerde HAYIR karşısında ezici bir galibiyet sağlayamamıştır. Kısacası, diktatörlüğün dayandığı sağcı muhafazakâr taban bile artık çok güvenilir, fay hatları olmayan bir zemin değildir. Referandumda, Anadolu muhafazakârlığından alınan “evet” oyları, MHP ile AKP’nin daha önceki oy oranlarının toplamının oldukça gerisinde kalmıştır. Bu, AKP’nin kuyruğundaki MHP’nin artık iyice topalladığının göstergesi olduğu gibi, AKP’nin kendi oy depolarında bile eridiğinin işaretidir.

Kürt bölgeleri, üzerlerindeki ağır baskıya, oynanan çeşitli oyunlara ve manüplasyonlara rağmen, Amed başta olmak üzere ağırlıklarını HAYIR’dan yana koymuş ve baskıcı rejimi kabul etmediğini göstermiştir.

En önemlisi ise, HAYIR kampanyası boyunca çok farklı ideolojik yönelimleri olan kesimlerin bir araya gelmiş olması ve diktatörlüğe karşı dinamik halk kesimlerine dayanan birleşik bir toplumsal muhalefet hareketinin oluşmuş olmasıdır. Bu toplumsal muhalefetin bundan böyle de diktatörlüğe karşı bir SİVİL İTAATSİZLİK hareketi şeklinde sokaklarda, mahallelerde, işyerlerinde, her yerde devam edeceğini ummak için çok neden var. Bu dalga, kanımca yükselerek devam edecektir. Bunun ilk işaretini, İstanbul, Ankara ve İzmir’deki sokak gösterileri ve tencere tava protestoları ortaya koymuştur. Karamsar olmak için hiçbir neden yoktur. Diktatörlük, birleşik toplumsal hareket blokunu kendi elleriyle yaratmıştır. Bu fırsatı iyi değerlendirelim. HAYIR hareketinin doğurduğu çok olumlu işbirliği ve dinamizmi bir İTİRAZ hareketi olarak sürdürelim. Daha güncel olarak buna, #TANIMIYORUZ hareketi de denebilir.

Rejimler Üzerine

20. yüzyılın diktatörlüklerini kısaca tek parti diktatörlükleri olarak tanımlayabiliriz. Hitler ve Mussolini faşist diktatörlükleri malum. Bunlara, Franko ve Salazar’ın tek parti diktatörlüklerini de ekleyelim. Diğer yandan, Sovyet bloku da tek parti rejimiydi. Keza Sovyet modelini kendilerine örnek alan üçüncü dünya rejimleri de (Ortadoğu’daki Baas rejimleri ve Afrika’daki milli kurtuluşçu rejimler) tek partiye dayanıyordu.

Bu devir esasen geçti. Tek parti diktatörlüklerinin çoğu çöktü. Kuzey Kore gibi birkaçı ancak sıkı bir otarşik rejimle ayakta durabilmektedir. Çin Halk Cumhuriyeti gibi bazıları ise tek parti rejimini reforme ederek döneme direnmeye çalışmaktadır.

Globalleşme dönemi olarak tanımlanabilecek 21. Yüzyıl’da ise tipik olan, artık tek parti diktatörlüklerinin yerini, “seçime” dayanan, görünüşte çok partili, fakat esasında tek partili rejimlerin almış olmasıdır. Bunun tipik örnekleri, Rusya Federasyonu, Doğu Avrupa ülkeleri ve Türkiye’ydi. Evet, Türkiye, aşağı yukarı 15 yıldır seçimli bir tek parti rejimiyle yönetilmektedir.

Son referandumla getirilen rejim değişikliği, aslında sonuna yaklaşmakta olan bu seçimli tek parti rejimini, tek kişi diktatörlüğü yoluyla, yıkılmayacak şekilde tahkim etme girişimidir. Yani aslına bakacak olursak, Türkiye’deki seçimli tek parti rejimi son rejim değişikliği ile yıkılmamak için bir savunma savaşı vermiştir. O kadar zayıflamış bir rejimdir ki bu, kendini tahkim edebilmek için bile hileye başvurmak zorunda kalmıştır.

Bana soracak olursanız, bu hileli referandum, yıkılışa doğru gittiklerinin ilanından başka bir şey değildir.

Gün Zileli
17 Nisan 2017
www.gunzileli.com
gunzileli@hotmail.com

Hakkında Gün Zileli

Okunası

MHP Takozu! (ve Artı-Gerçek’teki yazılarımın Sona Erişine İlişkin Kısa bir Açıklama)

Bu yazı, her zamanki gibi cumartesi gecesi Artıgerçek’te yayınlanmak üzere yazılmıştı. Dün, (yani 10 Mayıs, …

1.058 Yorumlar

  1. Bu yaziyi yazamadan once referandum rakamlarina bir baksaydiniz keske. Mesela http://referandum.ntv.com.tr

    “YSK, ülke dışında kullanılmış mühürsüz zarfları geçersiz sayarken”

    Yurtdisi gecersiz oy: 1,338 adet

    Yaziyla: Bin ucyuz otuz sekiz adet.

    Bu mudur sizin arguman bina etmege calistiniz rakam?

    “Bırakın milyonda biri, aşağı yukarı her sandıktan nasıl olmuşsa üçer beşer damgasız zarf çıkmıştır.”

    Bayiliyorum sizin bu ‘-dir’, ‘tir’, ‘-dur’ veya ‘-tur’larla biten hukum cumlelerinize.

    Bilmeyen de, sizin her sandikta gozlemci oldugunuzu ya da gozlemcilerle baglantiniz oldugunu sanacak.

    Rakam vermis gibi yapip yuvarliyorsunuz.

    Once mevcut rakamlara bakalim:

    — Bu referandumda 174,456 sandikta oy kullanildi.

    — Yurtici, gecerli oy: 48,934,116 adet.

    — Tum referandumda ‘Evet’ler ile ‘Hayir’lar arasindaki fark: 1,379,934 adet.

    Bu farki gidermek icin, her sandiktan cikan ‘evet’lerden en az 8 adedinin gecersiz sayilmasini gerekir.

    Halbuki, siz, “aşağı yukarı her sandıktan nasıl olmuşsa üçer beşer damgasız zarf çıkmıştır” diyorsunuz.

    ‘Aşağı yukarı her sandık’ ne demektir, anlayan varsa beri gelsin.

    O bir yana; ‘her sandik’ deseydiniz bile, ‘üçer beşer’ yetmiyor.

    Kisacasi, en basit aritmetigi bile yapmadan, hile iddianizi tutarli bulmak mumkun degil.

  2. Hileli Referandum Diktatorluge karsi, sanki normal bir Partiye karsi normal Parlementerist mucadele vermenin salakliginin ispatlandiginin ispatidir.

  3. bu mücadele verilmeseydi bunu kanıtlamak da mümkün olmayacaktı.

  4. Tabii, kime sandıklarda (iyice gözden uzak ve denetim dışı olanlarda) 50-60 oy çalınmış olabileceğini yazmayı unutmuşum. Çok zekisiniz anlamak için ama çok vicdanlı değilsiniz bence.

  5. Fasist, Diktatoryal bir iktidarin sandikta yenilmesini beklemek.?

  6. Öyle bir beklenti yok. Ancak sandıkta verilen mücadele rejimin yüzünü bugün olduğu gibi ortaya çıkarır ve rejim karşıtlarını ortak bir blokta, bir toplumsal muhalefet hareketinde bir araya getirebilir. Referanduma katılmak bu yüzden son derece hayırlı olmuştur.

  7. mesele sudur: ikinci ve daha kapsamli bir Gezi ye ruhsal olarak hazirmidir muhalif kitleler. Ama sunlarda var bunlarda var bu eylemi BITIRTTIRELIM, bizimle çözüm sürecinde olan Iktidari kurtaralim(acikca söylediler bunu , biz kurtardik diye) bir egilim varmidir hala. Esme ruhuyla, yada Yenikapi ruhuyla hareket edebilecek KULLANISLI APTALLIK anlayisi varmidir hala?

  8. Ey halkim ne yavsaksin, avrupada Yasar padisah ister padisahlikta yasamazsin, ulkende fasizmi secer avrupada sol partilere oy verirsin, ulkende papaz oldurur avrupada minare istersin haksizmi Avrupali fasistler, hadi turkiyede baski ver tirsar fasizme meyledersin ama avrupada neden fasizme meyledersin. ey benim Millet-i bi Idrak halkim.

    …………….

    Sağ popülist Almanya İçin Alternatif (AfD) partisi Türkiye’deki referandum sonuçlarına yönelik yaptığı açıklamada, Almanya’da yaşayan ve Evet oyu kullanan Türk vatandaşı seçmenlerin Türkiye’ye geri dönmeleri gerektiğini belirtti.
    Deutsche Welle Türkçe’nin haberine göre açıklamayı yapan AfD merkez yönetim kurulu üyelerinden Alice Weidel, Almanya’daki Türk vatandaşı seçmenlerden çıkan Evet oyu oranlarının, Almanya’daki birçok Türkün topluma uyumu konusunda başarısızlık sağlandığının göstergesi olduğunu belirtti.
    Weidel, “Erdoğan’ın beşinci kolu, belli ki daha fazla hoşlarına giden ve ait de oldukları Türkiye’ye dönsünler” şeklinde konuştu. AfD’li Weidel ayrıca söz konusu kişilerin Alman vatandaşlıklarını geri almanın da mantıklı olacağını sözlerine ekledi.
    Weidel, vatandaşlığın ancak topluma yeterli düzeydeki bir uyumla mümkün olabileceğini ifade etti. Ancak bu şartın Evet oyu kullanan birinci, ikinci ve üçüncü nesil Türkler arasında söz konusu olmadığını belirtti.
    AfD’li Weidel, ancak yeni memleketlerine ‘sadık olacaklarına yönelik şüphe bulunmayanların’ Alman vatandaşlığına geçebilmeleri gerektiğini savundu.
    Türkiye’de 16 Nisan’da yapılan anayasa değişikliği referandumuna Almanya’daki Türk vatandaşı seçmenlerden büyük bir katılım oldu. Almanya’dan yaşayan Türk vatandaşı seçmenlerin Evet oyu yüzde 60’ın üzerinde bir orana ulaştı

  9. Tesbitlerinizin çoğu doğru fakat, hileli de olsa, anahtarı aldılar. Artık yaptıkları her türlü baskıyı ve adaletsizlikler için hukuk da üretecekler. Bunun karşısında gibi görünen bloğun devam etme şansı var mı? Saadet Partisi, MHP’nin bir kısmı, BBP’nin bir kısmı, hatta AKP’li bile “hayır” oyu verenler sol muhaliflerle beraber bu tür bir mücadeleye gireceklerini düşünmüyorum şahsen. Büyük ihtimalle iktidar ilk iş olarak dini de kullanarak o kesimi yanına çekecek girişimlerde bulunacaktır. Bu da referandumda bir araya gelmiş farklı kesimlerin parçalanması demektir. Eğer iş seçimlere kaldıysa, bence bundan sonra hep sağ-muhafazakar kesimin adayları kazanacak ve Türkiye’yi elinde oynatacaktır. Yok eğer her türlü mücadele göze alınıyorsa, bu iç savaşı da göze almak demektir. Bu nedenle karamsar olmamak ve ümitli olmak bana çok gerçekçi gelmiyor doğrusu. Hileli de olsa, çok büyük bir fırsat kaçtı bence.

  10. Esme Ruhuna, Yenikapi Ruhuna , Tayyip Erdogan Ataturkcu cizgiye geldi, Ruhuna sahip olan bir Muhalefet kime neye neden karsi oldugunu bilince cikarmismiki Diktatorlugu yenmeyi bekliyor.(yada gercekten istiyormu?)

  11. Şimdi gördüm. Hiç hesapta olmayan ittifak önerileri başladı bile…
    Altan Tan, “Tayyip Erdoğan’ın MHP’yle kurduğu ittifak çöktü. Ve yine enteresan bir durumdur ki sayın Tayyip Erdoğan’ı Kürtler kurtardı. Ve Tayyip Bey’in yeniden bir değerlendirme yapması lazım ve Kürtlere olan bu vefa borcunu da ödemesi lazım.” dedi.
    Altan Tan, kendisine yöneltilen “HDP Eşbaşkanları ve Milletvekilleri tutuklu olmasaydı bu sonuç değişir miydi?” sourunu ise “Değişirdi tabii. 500 600 bin oy yer değiştirdiği vakit bu tablo değişiyor. Bütün bunlar göz önünde bulundurulduğu vakit, Tayyip Bey’in MHP’yle bir ittifak değil, yine HDP’yle Kürtlerle, liberallerle, Türkiye’deki sosyal demokratlarla demokratk bir Türkiye yönünde adım atması lazım.” ifadeleriyle yanıtladı.

  12. “Tabii, kime sandıklarda (iyice gözden uzak ve denetim dışı olanlarda) 50-60 oy çalınmış olabileceğini yazmayı unutmuşum.”

    Yani, simdi de, 22,998 sandikta 60’ar adet, ya da 27,598 sandikta 50’ser adet ‘evet’ oyunun iptal edilmesinin gerektigini iddia ediyorsunuz.

    Baska bir deyisle, sandiklarin yuzde 13 ila yuzde 16 kadarinda, kimsenin haberi olmaksizin boyle buyuk capta hile yapilmis. Kimsenin de ruhu duymamis.

    Bunu mu diyorsunuz?

    “Çok zekisiniz anlamak için ama çok vicdanlı değilsiniz bence.”

    Hakim/Yargic olsam, delilleri sizin yaptiginiz gibi olusturulmus her dosyanin reddini vicdanim emrederdi.

  13. “artık tek parti diktatörlüklerinin yerini, ‘seçime’ dayanan, görünüşte çok partili, fakat esasında tek partili rejimlerin almış olmasıdır. Bunun tipik örnekleri, Rusya Federasyonu, Doğu Avrupa ülkeleri ve Türkiye’ydi.”

    ABD ve Ingiltere’yi sayMAmanizin ozel bir sebebi mi var?

    Malum, her ikisi de, cook uzun zamandir hep ayni 2 parti tarafindan yonetiliyor.

    Yoksa, onlar –uzun mazilerine ragmen– ‘tipik’ mi degiller?

  14. marxist argüman

    “demokratik demagoji”

    demokrasi idealisti zileli’nin fikir sefaleti ve zileli’den demokrasi masallari

    zileli’nin yazisindan alinti:

    “Globalleşme dönemi olarak tanımlanabilecek 21. Yüzyıl’da ise tipik olan, artık tek parti diktatörlüklerinin yerini, “seçime” dayanan, görünüşte çok partili, fakat esasında tek partili rejimlerin almış olmasıdır. Bunun tipik örnekleri, Rusya Federasyonu, Doğu Avrupa ülkeleri ve Türkiye’ydi. Evet, Türkiye, aşağı yukarı 15 yıldır seçimli bir tek parti rejimiyle yönetilmektedir.”

    zileli, akp iktidarina kar$i “demokratik argümanlar” ariyor, bulamadigi icin gercekleri carpitarak; “demokratik demagoji” yaparak sözümona demokrasi cephesi in$a etmek istiyor.

    1. serbest secimler, referandum vs. demokratik yönetimlerin olmazsa olmazidir.
    akp’nin yönettigi türkiyede serbest secimler var mi var, var.
    secimlerde oy calindi, hile yapildi vs. gibi iddialar ya da vakalar amerika gibi en geli$mi$ demokratik devlette de olan $eyler. yani iktidar mücadelesinin olagan görüntüleri.

    2. zileli’nin demagojik bir dille iddia ettigi “görünü$te cok partili esasinda tek partili” dedigi meselenin özü nedir?

    türkiyede akp iktidari, rusyada putin iktidarinin serbest secimlerde üst üste secilmeleri.

    peki amerika ve avrupada durum farkli mi? degil.

    örnek: helmut kohl almanyayi üc dönem yani 15-16 yil yönetti. yine bayan merkel üc dönemdir almanyayi yönetiyor.
    yani demokrasilerde, bir parti secildigi müddetce iktidarda kalma hakkina sahiptir.
    “ben yönetmekten/iktidardan biktim” ya da “acgözlü olmak istemiyorum, biraz da muhalefet yönetsin” diyen bir siyasi parti tarihte görülmemi$tir.

    yalniz, ayni ki$inin ba$kanlik yapmasina sinirlama getiriliyor.
    örnek, ABD de bildigim kadariyla bir ki$i iki dönem ba$kanlik yapabiliyor, ondan sonra yerini yeni bir adaya birakir, ama partisi secildigi müddetce iktidarda kalmaya devam eder.

    yani real demokrasi budur, ve erdogan da putin de oyunu kurallarina göre oynuyorlar.
    bunu begenmiyosan o zaman demokrasiyi bir ideal olarak görme yanli$indan vazgecip, demokrasi’yi bir “yönetme teknigi” olarak degerlendirmek lazim.

  15. marxist argüman

    umut fakirin ekmegi: demokrasiden umudunuzu kesmeyin

    zileli’den mucizevi beklentiler ve vaatler

    zileli’nin yazisindan alinti:

    “Son referandumla getirilen rejim değişikliği, aslında sonuna yaklaşmakta olan bu seçimli tek parti rejimini, tek kişi diktatörlüğü yoluyla, yıkılmayacak şekilde tahkim etme girişimidir. Yani aslına bakacak olursak, Türkiye’deki seçimli tek parti rejimi son rejim değişikliği ile yıkılmamak için bir savunma savaşı vermiştir. O kadar zayıflamış bir rejimdir ki bu, kendini tahkim edebilmek için bile hileye başvurmak zorunda kalmıştır.”

    zileli’nin burda vermek istedigi mesaj nedir: cikmayan candan umut kesilmez; “demokratik umudunuzu” kaybetmeyin; iktidar yikildi yikilacak.

    zileli’nin kendi yazdiklarina kendisinin bile inanmadigini $urdan anlayabiliriz: “tahkim etmek” demek, kuvvetlendirmek, saglamla$tirmak demektir.

    kendini bir $ekilde tahkim etmi$ bir iktidardan “yikildi yikilacak” $eklinde bahsetmek, ki zileli’nin önceki yazilarina bakin, bunu yillardir yapiyor, hem kendini hem okuyucularini kandirmaktir; ümit etmek, dilek dilemek gibi bir$eydir.

    ümit etmek, dilek dilemek devrimci/anar$ist bir perspektif olabilir mi?

    zileli’nin davrani$i $una benziyor: aci da olsa, var olan bir gercekligi önce idrak edip, sonra atilacak adimlari dü$ünmek yerine, “aci gercegi” bir türlü kabul etmemek, idrak etmek istememek: “allahim bir mucize olsa da $u islami rejimden kurtulsak”

  16. “Ruhu duymamış”. Evet, bu o kadar da zor değil. Bakın dün doğrudan tanık olduğum bir olayı anlatayım. İki mühürsüz oy ihtilaf konusu olduğu için sona bırakılmıştı. Sandığın sonucu alındı. 154 Hayır, 61 evet çıkmıştı. ” mühürsüz zarf üzerine bir tartışma çıktı. YSK’dan gelen cevap geçerli olacakları yönündeydi. İki zarf da orada açıldı ve ikisinden de evet çıktı. Daha sonra bu sandıkta görevli olan arkadaşa sordum. Söyledikleri şunlar: “Bu olanaksız. Biz bütün zarfları mühürlemiştik ve zarfları oy kullanmaya gelenlere verirken özellikle dikkat ediyorduk mühürlü olmalarına. Bu iki mühürsüz nereden çıktı anlamadım.”

    Buyrun “yargıç bey”!

  17. Güçlü olan bir şey tahkim edilmez, zayıf olan veya zayıflayan bir şey tahkim edilir.

  18. Veya zayıflamasa bile kendisinden daha güçlü bir varlığın tehdidi altında hissedilirse tahkim edilir.

  19. Referandum hadisesinden sonra, Gezi parkı ayaklanmalarına benzer ayaklanmalar olur mu?

    Bence olmaz.

    Dikkatinizi çekti mi bilmiyorum, 10 Ekim 2015 Ankara Garı önündeki IŞİD saldırısından sonra, protesto yürüyüşleri azaldı, varsa bile tek tük var, kısa süreli ve katılan insan sayısı Gezi günlerindeki kadar çok değil.

    Sanırım, canlı bomba saldırılarından ve yılbaşındaki Reina katliamından sonra insanlar herhangi bir şeyi protesto etmek için toplu halde sokaklara dökülmekten ister istemez korkar hale geldiler.

    Bir de, 15 Temmuz darbe girişiminde at izi ile it izi birbirine karıştığından, Gezi zamanında sokaklara dökülenler kullanılmışlık veya kandırılmışlık hissi de yaşıyor olabilir: “Acaba Fethullah Gülen cemaatinin elemanları, sosyal medyadaki örgütlenmeleri ile 2013 Haziran Gezi protestolarının akışına da şekil vermiş olabilirler mi? Sonuçta, TSK’deki personel atama birimlerindeki başkanlıkların neredeyse hepsini, muhabere (haberleşme) birimlerini ele geçirecek kadar yayılmış olduklarından, sosyal medya yolu ile Gezi protestolarını niçin yönlendirmiş olmasınlar? Böyle bir ihtimal var.” diye şüphelenen kişi sayısı çok.

    Bizler burada kendi aramızda konuşuyoruz ama kullanılmışlık hissi ve korkunun insanları gittikçe çekimser hale getirdiğini, yılgınlıga sürüklediğini, boşvermişliğe hapsettiğini göz ardı ediyoruz sanki, ne dersiniz?

  20. marxist argüman

    ba$kanlik sistemi: türk usulü yönetim bicimi; milli demokrasi

    zileli’nin nolu cevabina cevaben:

    akp, referandum ve ba$kanlik secimi ile zayiflami$ olan iktidarini tahkim etmedi. peki olan biteni nasil aciklayacagiz?

    cevap: akp, kemalist ordunun/generallerin di$lerini cekip iktidarini saglama aldiktan sonra, t. erdogan’nin deyimiyle, 2000’li yillardan itibaren “ustalik dönemi”ne gecti.
    “ustalik dönemi” ne demek?

    cevap: hedef büyütmek demektir; islami devlet iktidarinin kafasinda plandigi “rejim degi$ikligi”ni gercekle$tirmesi demektir; kisacasi kadayifin alti kizardi mercümek firina verildi.

    ba$kanlik sistemi ise, islami rejimin türk devleti ve toplumu icin uygun buldugu türk usulü milli yönetim teknigini; milli demokrasi bicimini hem parlamento hem de halkin onayindan gecirip anayasaya koymasi anlamina geliyor.

    hem parlamentonun hem de halkin onayini almi$ bir ba$kanlik sistemi bir degil hem de iki kere “demokratiktir”.
    bundan dolayi, akp iktidarini demokratik argümanlarla ele$tirenler ister istemez celi$kili, demagojik bir söyleme ba$vurmak zorunda kaliyorlar.

    her$ey bir yana, erdogan’in deyimiyle “ati alan üsküdari” gecti.

    zileli gibi demokrasi idealistlerinin ve bati demokrasisi hayranlarinin demokrasiye umutla baglanmalari ve demokratik bir mucize beklemeleriyle, dindar bir insanin tanrisal bir mucize beklemeleri arasinda bir fark göremiyorum ben.

  21. Hülagü Özalp

    Ülkenin durumuna Gün bey kadar iyimser bakamıyorum ama sivil itaatsizliğin büyütülmesi konusunda kesinlikle katılıyorum. Elimizde kansız, risksiz, son derece etkili ve tamamen yasalara uygun (hatta kapitalist bir sistemde asla hukuksuz kılınamayacak) bir silah var: ekonomik boykot. İnsanca yaşamak isteyen herkese düşman haline gelmiş bir devlet mekanizmasını beslememek, ister umutlu ister umutsuz olun, bana göre ahlaki bir görev.

    Kendimden bahsedeyim: devletin gerçek yüzünü gördüğüm Gezi günlerinden beri bu tarz bir boykot içindeyim. Mükemmel bir şekilde uygulayamıyorum maalesef ama elimden geleni yapıyorum. İnternet üzerinden yurtdışındaki müşterilerle freelance olarak çalışıp para kazanıyorum, kazandığım para üzerinden tek kuruş vergi ödemiyorum, genellikle de istediğim saatte çalışabiliyorum. Öyle deli paralar kazanmıyorum ama sabah 9 akşam 5 trafikte ruhumu tüketmek zorunda olmamak bile herşeye değer, ayrıca fazlasıyla da yetiyor. Son derece basit yaşıyorum, aslında lüks olan şeylerin birçok insan için ihtiyaç haline geldiğini fark ediyorsunuz, onları eleyince gerçek ihtiyaçlar kalıyor. Romantik olmak için falan yazmıyorum, hayattaki en güzel şeyler bedava. Ama bunu anlamak için bir tür “tüketim orucu” tutmanız gerekiyor. Bunu yapınca zaten önceden severek yaptığınızı zannettiğiniz şeylere aslında bağımlı hale gelmiş olduğunuzu anlıyorsunuz. Kurtulmak için sabretmek gerekiyor.

    En temel haklarımızın bir bir elimizden kayıp gittiğinin farkında olan herkesi ekonomik boyuta çağırıyorum. İnanın ki tahmin ettiğiniz kadar zor değil. Ayrıca bir-iki sene içinde korkunç bir ekonomik krizin geliyor olduğu artık ortada, sırf bundan etkilenmemek için bile boykota hemen başlamalısınız. Bu sistemin insafına mahkum olmamak için öğrenmeniz gereken herşey İnternette, yalnızca birkaç tık uzağınızda.

  22. Türkiye’nin yeni nesil İslamcı entelektüellerinden, yaşı da epey genç Selahattin Yusuf adlı bir romancı var.

    1990’ların sonu 2000’lerin başında Haşmet Babaoğlu’nun medyadaki popülerliği ne idiyse, Selahattin Yusuf da şimdiki İslamcı medyanın popülerlerinden. (Hoş, Haşmet, Sabah gazetesine geçtiğinden beri İslamcı çevreyle raks ederek, Fazıl Say’ın piyano dinletilerini unutmayı istiyor şimdi. Artık, Nebil Özgentürk, Sunay Akın ve Hıncal Uluç’la aynı yolun yolcusu değil Haşmet.)

    Referandumdan sonra neler demiş diye twitterına girdim, şunları yazmış, bir an şaşırdım Necip’le aynı evde yaşıyor olabilirler mi, Necip belki Balkan oligarşisinin çektirdiği çileleri, Mustafa Akdağ’ın kitaplarını inisiyasyon ediyordur Selahattin’e:

    1. Bütün politbürolar dağıtılsın! İktidar yeniden narodniklere devredilsin.

    2. Hiçbir zihinsel yeterliliği, kabiliyeti, muhakemesi olmayan, medya pozu verme yeteneği yüksek insan yükünün ayıklanması gerekiyor artık.

    3. Anadolu’nun derinliklerini kavrayıp Türkiye’nin gövdesine, cesametine gıda olarak taşıyamayan her atıl insan, namusuyla geri çekilmeli artık

    4. Milyonlarca yoksul, tarihsel mağdur insanın gözlerinin ta derinliklerine bakmayı bilmeyen, dertten anlamayan herkes geri çekilmeli artık

    5. Bu hareketin içine, çantasında kule, pozisyon, ün, inşaat, rant, haram vs ile gelen herkes geri çekilmeli artık.

    6. Kendini zihnen emekli hisseden, enerjisini yitirmiş, kahvehaneye gidecekken bu hareketin içine gelmiş herkes geri çekilmeli artık.

    7. Bu harekete bir tür “kendi kendini ödeyen gayrimenkul” muamelesi çeken, atıl, kârcı, hesapçı, katkıdan uzak herkes geri çekilmeli artık.

    8. Bu hareketi Türkiye’nin geleceği için taze bir nabız olarak gören, samimi, her görüşten aklı başında insan, taş üstüne taş koymalı artık.

    9. Kötülüğü bertaraf etmenin en iyi yolu, onu ondan daha büyük bir iyilikle kavramak, kuşatmaktır. Bunu bilmeyenler geri çekilmeli hemen.

    10. Karanlıkta halkın tercihini sokaklarda kıstırıp boğabilir miyiz diye gezinen zavallılar var. Bu gece uyurken avuçlarını yalayacaklar!

    11. Darbeyi 67 günde anlayıp 6 ay sonra destekliyoruz demiş bir AB’nin, referandumu saatler sonra anlayıp desteklemiyoruz demesi beni şaşırtmadı

    https://twitter.com/selyusuf/

  23. kimsenin umudunu yikmak veya demoralize kesinlikle amacim degil!
    bundan sonra daha ne yapila bilir?
    nasil bir mücadeleye gitilecek?
    dünkü referandum gösterdi ki secimle bu kisiler gitmeyecektir!!!
    adil ve acik bir secim ortami yok manipulasyön net ortada nasil secim kazana bileceksin?
    ah yurdum vah yurdum…….
    islami fasizime bu ülke nasil teslim edildi ve önemlisi kimler tarafindan!
    bunu halk bilsin ve ögrensin,türkiye 2011 sonrasi bir kaos ortaminda tutuluyor halk nefes alamiyor bundan bu kisiler güc aliyor.
    siz merkez sag secmeni türkiye bu hale getirtiniz! klasik bir merkez sag secmen klasigi yasaniliyor dünyada bunun ögreni cok.elbette kapitalist davranis da diyebiliriz sermaye hep oppurtunist davranir merkez sag bunu hep yapar.
    son sözüm: fasizime gecit yok!

  24. içinde demokrasi övgüsü geçen bir cümlemi örnek olarak vermenizi rica edeceğim.

  25. Hülagü bey,

    Ekonomik boykot diyorsunuz da, kusra bakmayın lütfen, parasal yönden çok zengin bir ülke miyiz sizce?

    Millet aç.

    Zaten üç kuruşluk para ile zor geçinen insanlar, ağzına bir lokma ekmek koyabileceği parayı bulmak da bile zorlanan insanlar, hangi “ekonomik boykot”u yapacaklar? Ölüm orucuna mı başlayacaklar?

    Şunu da ekleyeyim, eğer siz “emekli maaşı” alan bir vatandaşsanız, lütfen çözümlerinizi kendinize saklayın. (Eğer emekliyseniz) sizin aldığınız maaşı rüyasında bile göremeyen milyonlar var bu ülkede.

    Gün bey geçen yazılarından birinde aylık 1,500 TL’yi zar zor kazanabildiğini söylemişti. Daha neyin boykotunu yapacak Gün bey gibi milyonlarcası bu ülkede. Elektrik, su, doğalgaz faturası, gıda harcamaları, ulaşım harcamaları, sigara, cep telefonu faturası…

    Ekonomik boykot demek herhalde ölüm orucu demekle aynı şey olur Türkiye’nin ekonomisinde.

  26. 17 Nisan itibariyla anayasal demokratik laik duzeni yikma sucu, DE Facto De Jure , ortadan kalkmistir. Kim kimi ne icin suclayacak.Ilimli muhalefetin,provakasyon edebiyatcilarinin, istikrar tapinicilarinin tum renklerine ilan olunur.

  27. Bence hayir da kazanmis olsaydi ezilen Türkiye halklarina karsi olan islamo-fasist baski da herhangi bir degisiklik olmayacakti, seksen milyon nufusu olan Türkiye de, elle tutulur bir muhalefetin olusturulamamasi ve kendisine muhalefet im diyen chp ve o nun gibi partilerin hayir kampanyasi yaparken fasizan ve milliyetçi argumanlar kullanmasi, Türkiye cografyasinda yasayan degisik etnik ve inanç farkliliklari olan insanlarin birbirine dusman olmasini saglamaktan baska bir etkisi olmamaktadir, dolayisi ile bu evet hayir komedisini bir tarafa birakip bu fasist diktatorluge karsi nasil orgutlenebiliriz sorusuna kafa yormamiz gerekiyor.

  28. Oyları kimin verdiği değil, kimin nasıl saydığı önemlidir.

    Josef Stalin

  29. marxist argüman

    zileli’den alinti:

    “içinde demokrasi övgüsü geçen bir cümlemi örnek olarak vermenizi rica edeceğim.”

    benim cevabim: icinde batinin, ABD ve AB’nin demokrasisini, kapitalizmini, aktüel emperyalist politikalarini ele$tiren, te$hir eden bir cümlenizi örnek olarak vermenizi rica edecegim.

    benim $öyle bir cümle -icinde sosyalizm/komünizm övgüsü gecen bir cümlemi örnek olarak vermenizi rica edecegim- kurmam ne kadar abes ise zileli’nin yukarda ki cümlesi de o derece abestir.

    benim kapitalist sisteme yaptigim ele$tiriler nasil ki ismini anmasam da marxist bir devrim’e i$aret ediyorsa, zileli’nin yazdiklarinin sürekli olarak demokrasiy’e i$aret ettigini, zileli’nin bikmadan usanmadan kemalistler gibi “muassir medeniyeti” ula$ilmasi gereken asil hedef olarak ima ettigini anlamak zor degil.

    zileli, ya kendisi neyi savundugunu gercekten farkinda degil, ki bu zayif bir ihtimal, ya da kendini cok uyanik kar$idakini siyaset cahili saniyor.

    zileli’nin sürekli olarak tek parti, tek adam yönetimini bütün kötülüklerin, sorunlarin kaynagi olarak gösterip, bunun alternatifi olarakta cok partili, parlamenter rejimleri ideal alternatifler olarak dogrudan ya da dolayli gösterdigini anlamak icin siyaset profesörü olmak gerekmiyor.

    zileli’nin yazilarinda ki ana mesaj: “beni ve toplumu hep ayni parti ve hep ayni $ahis yönetirse, bu benim zoruma gider, fakat beni ve toplumu güden cobanlar periyodik olarak degi$irse ve bu cobanlar tek bir partiye degil de farkli partilere mensup olurlarsa sorun yok”.

    bu dü$üncenin batinin cok partili parlamenter rejimini tarif ettigini, yani gidasini demokrasi kültüründen aldigini anlamak icin cin olmak gerekmiyor.

    dikkat edilirse, demokrasiyi idealize eden bu düsünce, yöneten-yönetilen, kumanda edilen-kumanda eden hiyerar$ik güc ili$kisini sorgulamiyor ve red etmiyor.

    bunun kar$iliginda benim yorumlarimda defalarca yazdigim ve zileli’nin i$ine gelmedigi icin kesinlikle dikkate almadigi ele$tirilerim $öyleydi:

    türkiyede basit bir hükümet kavgasi degil rejim kavgasi; devletin programinda köklü degi$iklik sözkonusu oldugu icin türkiyeyi ayri degerlendirmek lazim.

    fakat örnek, ABD’yi ezelden beridir cumhuriyetci ve demokrat parti sirasiyla yönetirler.
    amerika devletinin kapitalist devlet programi, emperyalist di$ politikasi üc a$agi be$ yukari bellidir.
    bundan dolayi, ABD’yi, ufak tefek, dönemsel/konjöktürel degi$iklikler di$inda, demokratlar mi, cumhuriyetciler mi yönetmis, pek fark etmez.
    hele hele de, amerikali siradan bir vatanda$ icin devleti ve toplumu cumhuriyetciler mi, demokratlar mi yönetmi$, hic bir$ey farketmez.

    ABD’yi iki parti degil de sürekli olarak tek parti, sözü gecen iki partiden birisi yönetse, siradan bir amerikalinin hayatinda ne degi$ir?

    amerika’da en cok iki dönem ba$kanlik yapma kurali olmasaydi ve obama tekrar secilseydi, bu, siradan bir amerikali vatanda$in hayatinda neyi degi$tirirdi?

    son secimlerde trump degil de bayan clinton secilseydi, amerikali siradan bir vatanda$in hayatinda ne degi$irdi?

    zileli, bu sitede yillardir bbc ve cnn’nin soguk sava$ döneminden kalma anti-komünizm propagandasinin borazanligini yapiyor, bunu yaparken de batinin “muassir medeniyetini” insanligin ula$ip ula$acagi en yüksek mertebe olarak görüyor. bunu da “kültüralizm” teorileriyle dile getiriyor.

    zileli’ye, demokrasinin parlayan yildizi ABD’nin en cok atom, nükleer, biyolojik, teknolojik silahlara sahip olmasini ve yine bu devletin dünyada atom bombasini kullanmi$ ilk ve tek devlet olmasini nasil aciklarsiniz, diye sorsam, acaba cevabi ne olur?

    ayni ABD’nin dünyaya $eriflik yaptigini, diger devletlere atom silahi yapma yasagi koydugunu, esad rejimine güya sarin gazi kullandi diye bilmem kac tane füze firlattigini, tüm bunlarin nedense bati demokrasisine ve “ileri” kültürüne yine de hic halel getirmedigini, toz kondurmadigini söylesem ve zileli’ye anti-komünizm ve anti-akp propagandasina ara verip birde bu konularda biraz yazmasini söylesem…

  30. Faşizm geliyorsa nasıl yaşamalı?

    Yale Üniversitesi’den Prof. Timothy D. Snyder’in öğütleri

    Yale Üniversitesi’nde Holokost (Yahudi Soykırımı) çalışmaları yürüten Profesör Timothy Synder’in faşizm koşullarına göre nasıl yaşanması gerektiğini anlattığı öğütleri…

    (Çeviren – Derleyen: Prof. Zeynep Direk – İstanbul Üniversitesi)

    1. Öğüt

    Otoriterliğin gücünün büyük bir kısmı bizim ona kazandırdığımız bir güçtür: Şimdilerde yaşadığımıza benzer zamanlarda, baskıcı bir hükümetin uygulamaları yüzünden zarar görmekten çekinen insanlar o hükümetin kendilerinden daha neler isteyebileceğini düşünürler. Hükümet bunları talep etmeyi henüz aklına getirmemiş olabileceği veya göze alamadığı halde, insanlar kendilerine uygulanacağını hayal ettikleri baskıya göre hareket etmeye başlarlar.

    Öngörüye bağlı itaat, hükümete halka daha fazla ne yapılabileceğini işaret eder ve özgürlüğün kaybını hızlandırır.

    Bunu şimdiye kadar yapmış olabilirsiniz, bundan sonra yapmamaya dikkat edin.

    2. Öğüt

    Elde kalan kurumları savun. Savunulacak kurum bir gazete, bir okul, bir üniversite, bir sivil toplum örgütü, bir dergi, bir sanat kurumu, bir dernek olabilir. O kurumlarda etkin olmaya çalış, hiç olmazsa varlığını hissettir. Bir davayı takip et. Bir gazeteyi satın alarak yaşat. Biz kurumları sahiplenmezsek, onlar için ve onlar adına harekete geçmezsek kurumlar hiçbir zaman bizim olmazlar. Kurumlar kendi kendilerini savunamazlar. Baştan beri sahiplenilip savunulmazlarsa faşizm geldiğinde kurumlar domino taşları gibi düşerler.

    Ek: Başkalarıyla mutlu hayat ancak adil kurumlar varsa mümkündür diyor Paul Ricoeur. Kendi hayatına çekilmek, kendini toplumsal olayların akışına teslim etmek sana mutluluk getirmez, çünkü kurumsal adaletin olmadığı yerde mutluluk da yoktur. Mutluluk içte yaşanan bireysel bir ruh haline indirgenemez.

    3. Öğüt

    “Faşizm koşullarında en büyük devrimcilik, işini iyi yapmaktır.” (W. Benjamin)

    Faşist rejimlerde devlet liderleri kötü örnek oluştururlar: Onların muktedir kıldığı bazı kişilerin artık yasaya uymama özgürlüğü vardır. Bazı kişilere, gruplara rant, talan, yalan özgürlüğü verilmiştir; zayıflara da sadece yalanlara inanma, katledilme, tecavüz edilme özgürlüğü kalmıştır.

    Böyle zamanlarda, normal halde işler düzgün yürüdüğü için kullanılması pek gerekmeyen meslek ahlakı dilinizi hatırlayın. Meslek ahlakı, adil pratiği savunmaya yarar. Avukatlar işini iyi yaparsa, yargıçlar işini iyi yaparsa bir hukuk devletini yıkmak zorlaşır. Bu diğer kurumlar için de geçerli. Kurumlar insanlar sayesinde vardır. Meslek ahlakı, muktedirin sizden yapmanızı talep ettiği yanlış işleri niye yapamayacağınızı gerekçelendirmeye yarar.

    4. Öğüt

    Politikacıları dinlerken bazı kelimeleri nasıl kullandıklarına dikkat edin. Bu kelimeleri sorgulamayı öğrenin. “Terörist”, “vatan haini” gibi kelimeler çok geniş bir anlamda kullanılmaktadır. “Olağanüstü hal”, “aciliyet” gibi çok önemli kavramları duyduğunuzda uyumayın.

    Olağanüstü halde hükümet yetkililerine göre terör, devletin bekasına karşı olduğuna hükmettikleri tutumların bütünüdür. Küçük bir çocuğun yaptığı yaramazlık, mini etekli bir kadın, öpüşen eşcinsel bir çift, bir popstarın bir mitinge katılma davetini geri çevirmesi, facebook’ta bir haber sitesinde çıkmış bir haberi paylaşmak, barış için verilen bir imza, bir gazeteyi okumak, sembolik dayanışma eylemleri terör ile yan yana getirilebilir. Terör unsuru olarak algılanan şeyler yeri geldiğinde taş, sopa, flama veya bir baret dahi olabilir.

    Peki, gerçekte terör nedir? Terörist diye kime denir? Teröristlerin amacı veya hedefi nedir?Terör kelime anlamıyla herhangi bir amaç uğruna, konu ile ilgisi olmayan bireylere yöneltilmiş şiddet eylemlerinin bütünüdür. Terörist siyasal davasını kabul ettirmek için karşı tarafa korku salacak davranışlarda bulunan, eylemler yapan kimsedir. Politikacılar, gazeteciler, yazarlar terörist değildirler.

    Yurtsever dil kullanılarak şiddete başvurmayan insanların “terörist” olarak adlandırılıp dışlanmasına veya cezalandırılmasına öfkelenin, öfkenizi uygun bir dille ifade edin.

    5. Öğüt

    Akıl almaz şeylerle karşılaştığında, örneğin ülkede bir yerde bir canlı bomba patlayıp yüz kişi öldüğünde veya başka bir terör eylemi gerçekleştiğinde sakin ol ve şunu hatırla: tüm otoriter rejimler, iktidarlarını daha da sağlamlaştırmak için böyle saldırılara gerek duyarlar, sivillerin zarar gördüğü böyle olaylara göz yumar, kışkırtır, hatta planlar ve gerçekleştirirler. Bu olaylara tanık olan insanlar korkacak, endişeyle yaşayacak, hayatlarını daraltacak, özgürlüklerini daha az talep edecek, kendiliğinden hareket etme güçlerini, bir araya gelme isteklerini kaybedeceklerdir. Bu duygulara kapılan bir halkın, güvenlik gerekçesiyle özgürlükleri elinden alınsa bile güçlü bir lideri destekleme eğilimi artar. Reichstag yangınını düşün. Hitler bu olayı bahane ederek güçler ayrımını ve dengesini ortadan kaldırmış, çok partili siyasal hayatı sona erdirmiştir. Bu eski bir oyundur, bu oyuna gelme.

    6. Öğüt

    Dile özen göster. Herkesin kullandığı cümleleri kullanmaktan kaçın. Herkesin söylediği bir şeyi söyleyeceksen bile onu nasıl söyleyeceğine kafa yor. Sadece ne dediğin önemli değil, nasıl dediğin de çok önemlidir. Faşizme karşı mücadele faşistlerin kullandığı dili kullanarak yapılamaz. Düşünen, kavramaya çalışan, kavramsallaştıran, sorgulayan, şüphe eden, ötekini dinleyen, duyan, hisseden, hatta konuşturan bir söyleme biçimi edinmeye çalış. Toplumsal olaylar karşısında kitlelerin kapıldığı heyecan, hiçbir ‘şok’ seni bu dilden vazgeçiremesin. Tepki dilini o anda kuramıyorsan tepki verme, daha sonra konuş.

    Küfretme: küfrün kadın nefreti, cinsiyet temelli nefret söylemi, erkek iktidarını güçlendiren bir dil olduğunu aklında tut. Küfür, öfkesinin sebeblerini açıklayacak kadar düşünmeye ve konuşmaya vakti olmayanların çaresizliğidir. Lümpen faşistler böyle konuşur. Öfke dilini kullan, öfkeni ifade et, fakat bunu yaparken düşünmeyi bırakma.

    Yatmadan önce internete girme. Elektronik aletlerini yatak odası dışında bir yerde şarj et ve oku. Bunun sebebi şu: Sadece sosyal medya okumamalısın. Düşünce dilini inceltmek, geliştirmek için kitap okumalısın. Yaşadıklarımızı daha iyi düşünmek için ne okumalı? Belki Václav Havel’in Güçsüzlerin Gücü’nü, George Orwell’in 1984’ünü, Czesław Milosz’un Tutsak Edilmiş Akıl’ını, Albert Camus’nün Başkaldıran İnsan’ını, Hannah Arendt’ın Totalitarizmin Kaynakları’nı ya da Peter Pomerantsev’in Hiçbir Şey Doğru Değil ve Herşey Mümkün’ünü.

    7. Öğüt

    İtiraz et. Birileri etmeli. Doğruyu söyle. Birileri doğruyu söylemeyi göze almalı. Bu senin karakterin için de önemli. Ne fazla gözü kara ol ne de çok korkak biri: Cesaret söyleyeceklerini doğru zamanda, uygun bir dille söyleyerek iki uçtan kaçınıp ortayı düşünerek bulmaya denir. Elbette hiçbirimiz kendimizi kolayca ele vermemeli, hapse girmemeye çalışmalıyız. Ama biz bile konuştuğumuz için hapse giriyorsak dışarısı içerisinden çok daha kötü hale gelmiş demektir. İnsan cesurca konuşa konuşa cesur biri olur. Bunu yapamazsak, yavaş yavaş yalanların içinde kendimizi de kaybederiz. Zamanla bizden eser kalmaz. En büyük kayıp hakikatin kaybı, kendiliğin kaybıdır.

    Sözde ve davranışta etrafa uyum sağlayarak, sürüden biri gibi davranmaktan vazgeç. Çoğumuza çocukken öne çıkmamayı, göze batmamayı, böylece daha az zarar göreceğimizi öğretmişlerdir. Şimdi farklı bir şey yapmak ya da söylemek insana kendisini garip hissettirebilir. Çoğunluk susarken konuşmak seni tedirgin edebilir. Fakat zaten artık herkes tedirgin değil mi? Tedirginlikle yaşamayı başarıyorsak biraz daha tedirgin olmayı göze alabiliriz.

    Aslında içinde bulunduğumuz şartlarda, bu huzursuzluk olmadan özgürlük mümkün değil. Sen bir örnek oluşturduğunda, sessiz çoğunluktan olmanın efsunu ortadan kalkar, korku eşiği daha kolay aşılır, diğerleri de seni takip edip itiraz etmeye başlayacaktır.

    8. Öğüt

    Doğru ile yanlışın birbirinden ayırt edilebileceğine, gerçeği bulabileceğimize ve doğruyu söyleyebileceğimize inan.

    Gerçeğe ulaşma çabanda seni yoran, umutsuzluğa kaptıran, hakikat arayışından vazgeçmene sebep olabilecek bir bilgi kirliliği, siyasi çarpıtma, algı operasyonu, savaş propagandası var. Ülkede medya iktidarın söyleminin dışına çıkamıyor. Farklı düşünen gazetecilerin çoğu hapiste. Gerçeğe savaş açılmış sanki.

    Medyaya bakarak savaş bölgelerinde ne olduğuna karar vermek zor. O bölgede çıkarları olan veya bilfiil savaşan devletler kendi amaçları doğrultusunda açıklamalar yapmaktalar. Sivil halktan kişiler kendi deneyimlerini aktarmaya çalıştıklarında onlar da, terörist olmakla suçlanıyor. Sosyal medyada muktedirlerin binlerce trolü dolaşıyor, sırf söyleme aykırı deneyimlerin bize iletilmesini engellesinler, biz gerçeğe ulaşamayalım diye.

    Faşizmde yalanın toplumsal olarak örgütlendiğine tanıklık ederiz. Halkın bir kısmının bunu fark ettiğini, kabul ettiğini ve artık hakikatle, gerçekle, olgularla ilgilenmemeye başladığını hissederiz. Normal zamanlarda ahlaksızlık olarak görülen edimler artık kanıksanmaktadır. Muktedirin topluma söyledikleri yalanların, çelişkilerin, tutarsızlıkların, saçmalıkların artık önemi yoktur. Kitleler güçten yana olmayı varoluşunun koşulu gibi görmektedir.

    Bu durumda sana da çeşitli söylemler arasında dolaşmak, farklı söylemleri, sözleri, yazıları birbiriyle karşılaştırarak hakikate ulaşmaya çabalamak kalmıştır. Her okuduğuna inanmaman, bağlamı gözden kaçırmaman, satır aralarını okuman, safsataları ayırt etmen, yapılan konuşmaların performatif boyutunu gözden kaçırmaman gerekir.
    Dil gerçekliği şekillendiriyor elbette ve bunu yapmaya aday birden fazla dil var. Gerçeğe ulaşma çabanda başkalarının somut deneyimlerine, yaşananın diline öncelik vermeyi ilke edin. Tanıklıkları dinle.

    Olgular çıplak değilse bile olgular yoksa özgürlük de yoktur. Eğer hiçbir şey doğru değilse iktidarı da kimse eleştiremez, çünkü eleştirinin bir zemini yoktur. Hiçbir şey gerçek değilse, herşey gösteriden ibarettir. Parası olan düdüğü çalıyor demektir.

  31. “Evet, bu o kadar da zor değil. Bakın dün doğrudan tanık olduğum bir olayı anlatayım. İki mühürsüz oy ihtilaf konusu olduğu için sona bırakılmıştı. Sandığın sonucu alındı. 154 Hayır, 61 evet çıkmıştı.”

    Bu anekdotta, sandiktan toplam 215 gecerli oy cikmis.

    Gene rakamlara donersek:

    – Bu referandumda 174,456 sandikta oy kullanildi.

    – Yurtici, gecerli oy: 48,934,116 adet.

    Buradan, her sandikta, ortalama 280.5 (yani, 280 veya 281) gecerli oyun kullanilmis oldugunu buluruz.

    Siz, en son yaptiginiz duzeltme ile, her sandikta 50-60 oyun hile ile ‘evet’lere yazildigini soyluyorsunuz.

    Eger her sandigin basindaki gozlemcilerin tamami su katilmamis moron degilse, ya da hepsi tek tek satinalinmis degilse, boyle bir seyin yapilmasi mumkun degil –hayatin dogal akisina uygun degil.

    174,456 sandiktan en az birisinde, bir gozlemci bunu farkedip tutanak altina alirdi.

    Boyle bir seyin vaki olduguna dair hic kimse bir sey demiyor –siz haric.

    Bu durumda, bir adet anekdotla, ‘zor degil’ demekle bir yere varamayiz. Inandirici olamayiz.

    Geriye, her zaman oldugu uzere, yenilgiye kilif aramak icin umutsuzca/caresizce verilen cabalara bir baska ornek daha kalir.

  32. “bir an şaşırdım Necip’le aynı evde yaşıyor olabilirler mi”

    Olay yerinden bildiriyorum 😉

    Bizim evde (apartman dairesi) ben ve yengeniz haricinde bir duzineye yakin kediden baska kimse yok. Onlarin arasinda da Yusuf isimli birisi yok.

  33. “İnsanca yaşamak isteyen herkese düşman haline gelmiş bir devlet mekanizmasını beslememek, ister umutlu ister umutsuz olun, bana göre ahlaki bir görev.”

    Bu yazdiklarinizi okuyunca, ‘Devlet musluman degil; dolayisi ile, bu devlete vergi vermek de caiz degil’ diyen Islamcilardan cok farkiniz yok gibi geldi bana.

    “İnternet üzerinden yurtdışındaki müşterilerle freelance olarak çalışıp para kazanıyorum, kazandığım para üzerinden tek kuruş vergi ödemiyorum”

    Iyi.

    Ama, ben yine de uyarmis olayim: Eger kazancinizi Turkiye’deki bankacilik sistemi uzerinden tahsil ediyorsaniz, odemediginiz gelir vergileriniz bir gun cezasi ile onunuze gelebilir.

    Maliye’nin bunu yapmak yetkisi her zaman vardi zaten.

    Kucuk mebaglara pek takmayislarinin nedeni, daha onceleri bu tur seyleri takip etmenin pahali olusu (attigi tas urkuttugu kusa degmemesi) idi.

    Simdi oyle degil. Fazlasiyla bilgisayarlastilar. Basit bir sorgu ile, cok ucuz bir sekilde, sizi de tespit edebilirler.

    Su siralarda, FETO vs’ye odaklandiklari icin, MASAK mesgul sayilir; ama, bu ne kadar surer bilemem.

    Sizi incelemeye aldiklarinda takdir edecekleri cezanin ne olacagini kestirmek pek mumkun degil; ama, asil rahatsiz edici olan cezanin rakami olmayabilir: Iceleme surecini yasamak, her kurus icin hesap vermek zorunda kalmak, bunlarin yaratacagi endiseler vs., cok yipratici olur.

    Benim onerim: Eger devam edecekseniz, elde ettiginiz gelirin asgari ucretin en cok 3 kati filani asmamasina dikkat edin. Yani, gozunuzu para burumesin. Boylece radara takilmak ihtimalinizi azaltabilirsiniz. Aksi halde, rus ruleti oynamis olursunuz.

    [Not: Vergi/Hesap uzmani ya da maliye mufettisi degilim. Sadece, cevremde gorup duyduklarimdan yola cikarak yazdim bunlari.]

    “En temel haklarımızın bir bir elimizden kayıp gittiğinin farkında olan herkesi ekonomik boyuta çağırıyorum.”

    Bu ‘en temel haklar’a 3 adet ornek verebilir misiniz?

  34. Bu konuda çok sayıda tutanak var. Hatta bazıları görüntülü de. Kendinize hayran olmayı bırakıp, biraz sağınıza solunuza bakarsanız görürsünüz.

  35. Yenilgi yok ki kılıf arayalım. Gerçekte %54 olan Hayır oylarının sahte 2,5 milyon oyla %48.6’ya düşürülmesi var. Bize yardımcı olur musunuz lütfen: Nasıl oluyor da bu kadar çok sayıda zarf hem YSK, hem İSK, hem de Sandık kurulunun damgasından kurtuluyor? Böyle bir şey milyonda 1 oranında olsa bir şey demem. Ama toplam oyların %5’i oranında.

  36. madeğm damgasız zarflar geçerli sayılacaktı, o kadar zahmete ne gerek vardı? Bir dakika geç kaldı diye gençleri sınava sokmayacak kadar kuralcı oylanlar nasıl oldu da bu kadar kritik bir konuda böylesine “kural takmaz” oluverdiler, izahı var mıo bunun?

  37. yüzlerce örnek verebilirim. Bu sadece bir tanesi:

    Birleşmiş Milletler’in kararı, batılı emperyalist bloğun (sonuçta devrimi bastırmak için) harekete geçtiğini gösteriyor. Bu durumda devrimin Kaddafi’den önce batılı emperyalistlerce sona erdirildiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü bu müdahale, Kaddafi’ye karşı devrimin haklılığını fiilen ortadan kaldırmış bulunuyor. Devrimci güçlerin kaçınılmaz olarak emperyalist müdahalenin himayesine girmesi, devrimin yozlaştığının, hatta sona erdiğinin açık işareti olacaktır.

    Read more: http://www.gunzileli.com/2011/03/19/devrimleri-bitirmenin-yollari%e2%80%a6/#ixzz4eZwcDdTZ

  38. recep tayyip erdoğan

    baş kan.

    not: işbu entry’de herhangi bir yazım hatası yapılmamıştır.

    https://eksisozluk.com/entry/67546605

  39. “Bu konuda çok sayıda tutanak var. Hatta bazıları görüntülü de. Kendinize hayran olmayı bırakıp, biraz sağınıza solunuza bakarsanız görürsünüz.”

    Boyle soylemek zorunda kaldigim icin uzgunum; ama, bence abesle ugrasiyorsunuz.

    Ben, kac gun once buraya yazdigimda, bu referandumun bir ‘devlet karari’ oldugunu dusundugumu yazmistim. Hala daha da oyle oldugunu dusunuyorum.

    Nitekim, surada [ http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/siyaset/722923/CHP_den_YSK_ye_cagri__Ya_hileyi_duzeltin_ya_da_iptal_edin.html ] CHP Baskan Yardimcisi Bulent Tezcan da benzer seyler soyluyor.

    Evet, devletin tüm imkanlarının sımarıkça kullandığı, hayır ise milletin tüm yoklukları içerisinde mükevazi bir biçimde yürüttüğü kampanyaydı ve bu kampanyanın sonunda Türkiye’nin yarısı hayır dedi. Kamu vicdanında devletin evet kampanyasına karşı, milletin hayır kampanyası kazanmıştır.

    Referandum yapilip bittikten sonra, tabii ki. Gunaydin.

    Simdi, bu saatten sonra, ‘orada bir sandikta o olmustu, buradaki bu sandikta da bu olmustu’ diyerek bir yere varmak mumkun degil.

    Degil, cunku referandumla ilgili tek itiraz mercii olan YSK hem her turlu datanin oldugu tek resmi merkez, hem de halen (gayr-i resmi olarak olsa da) sonucu ilan etmis durumda. 10 gun sonra da bunlari resmilestirecek.

    Sonra ne olacak?

    Eger CHP itirazlarinda israrci olursa, YSK ile kapismak zorunda kalacak. Her iddiasini tek tek ispatlamak zorunda kalacak –ama, tek tek her iddia ‘anekdotal’ da sayilabilcegi icin, cok mesakkatli bir ugrasi olacak, uzun bir surece yayilacak.

    ‘Fesih var mi, yok mu’ muhabbeti gibi, uzadikca kabak tadi veren, kimsenin de artik pek fazla onemsemeyecegi bir havanda su dovmek mesgalesine donecek.

    ‘AIHM’e gideriz’ filanlar da bos bence.

    Gitseniz ve (cok uzak bir ihtimal olsa bile) AIHM sizi hakli bulsa dahi, ne olacak? En iyi ihtimalle, birkac sene sonra cikabilecek boyle bir karar ile referandum (butun sonuclariyla) iptal mi edilecek?

    Sonucta bir siyasi mahkeme olan (benzer her mahkeme oyledir cunku) AIHM boyle bir kararin altina imza atabilir mi?

    Mumkun degil. Cok olsa, karnindan konusarak bir seyler soyleyecek. Kimsenin de umurunda olmayacak.

    En fazla, ‘her secimde bu tur seyler soylenir’ basligi altinda tozlu raflarda yerini alacak…

    Butun bunlari bilmezmis gibi, bana, benim kendime hayran oldugumu soyluyorsunuz ya; ne diyeyim.

    Sizdeki bu ayaklari yere basmayan idealizm bende olsa, keske, de, bir gece rahat uyusam. 🙂

  40. “Bize yardımcı olur musunuz lütfen”

    Malesef elimden birsey gelmez.

    Cunku, kendisine faydasi olmayana baskasinin fayda etmesi cok mumkun degil.

    Sunu demek istiyorum: Sizin sahsinizda –butun ‘muhalefet’leri dahil ederek– gozleme dayanarak olsuturdugum kanaat, iflah olmaz derecede tembel oldugunuz yonundedir.

    Zihinzel tembellikten bahsediyorum.

    Hep, sinavda caktiktan sonra, bir ‘beyaz atli prens(es) gelir de bizi kurtarir’ halet-i ruhiyesi icindesiniz.

    Bu tur ‘deus ex machina’ beklemek aliskanligi, yani Bati’nin mudahil olup sizi –istemediginiz gelismelerden– siyirmasini beklemek eskiden anlamli olabilirdi; ama artik degil.

    Bunu anlamak istemiyorsunuz. Davranislariniz hep bana bunu soyluyor.

    Anlamak istemediginiz icin de, dersinizi calismak zorunda oldugunuzu kabul etmiyorsunuz.

    Dersinizi calismiyorsunuz.

    Siz dahil butun ‘muhalefet’in dersini calismadigina en bariz ornek bence bu referandumum bizzatihi kendisidir.

    Yahu, hepi topu 18 madde degisecek.

    Bu 18 maddeyi, harf be harf, okumak ve anlamak cok mu zor?

    Anlamaktan kasdim, hem metni anlamak, hem de yansimalarini anlamak..

    Ama, yok.

    Okudugunuza bile emin degilim; ama, anlamadiginiza kesinlikle eminim.

    [Isterseniz, neden –spesifik olarak referandum maddeleri konusunda– boyle dusundugumu bana ayrica sorabilirsiniz.]

    Simdi cikmis, hersey olup bittikten sonra, herzamanki turden itirazlar dile getiriyorsunuz.

    Gecmis olsun.

  41. Ders çalışmayı oldum bittim hiç sevmemişimdir.

  42. “Ders çalışmayı oldum bittim hiç sevmemişimdir.”

    O asikar da, kopya cekerek de ancak bir yere kadar.. 😉

    Bir de su var: Okul ile gercek hayatin farki, once sinav sonra ders almak gelir.

  43. marxist argüman

    zileli’nin 23 nolu yoruma cevabi:

    “yüzlerce örnek verebilirim. Bu sadece bir tanesi:
    Birleşmiş Milletler’in kararı, batılı emperyalist bloğun (sonuçta devrimi bastırmak için) harekete geçtiğini gösteriyor. Bu durumda devrimin Kaddafi’den önce batılı emperyalistlerce sona erdirildiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü bu müdahale, Kaddafi’ye karşı devrimin haklılığını fiilen ortadan kaldırmış bulunuyor. Devrimci güçlerin kaçınılmaz olarak emperyalist müdahalenin himayesine girmesi, devrimin yozlaştığının, hatta sona erdiğinin açık işareti olacaktır.”

    yazinin tarihi 2011.

    zileli’nin eski yazilarindan birini kanit olarak gösterecegini biliyordum, ondan dolayi özellikle “aktüel” kelimesini kullandim.
    ben iki yildir bu siteyi takip ediyorum, ve bu iki yil icinde zileli’nin yazdigi yazilar icinde batinin demokrasisini, kapitalist ekonomisini, emperyalist di$ politikasini ele$tiren bir cümle orda kalsin, tam tersine, insanlarin ya$adiklari sorunlarin kaynagi sanki tek parti ve tek adam yönetimiymi$ gibi, sürekli olarak biktirircasina tek parti, tek adam/coban, diktatörlük vurgusu yapiliyor.

    bütün sorunlarin kaynagini tek parti, tek adam yönetimine baglayan bir ele$tirinin gidasini cok partili, cok adamli/cobanli demokrasiden aldigini, böylesi bir ele$tirinin ayni zamanda demokrasi övgüsü/güzellemesi oldugunu anlamak zor degil.

    zileli’nin yukarda yazdiklarinin yanli$ligina, tutarsizligina gelelim.

    dikkat edilirse zileli de dahil, sol/sosyalist kesimde nerde bir grup toplansa, halk bir araya gelse, bu insanlar neyi, neden protesto ediyorlar, diye sorma ihtiyaci duymadan “hurra ya$asin devrim” deyip alki$liyorlar.
    buna da “devrimcilik” diyorlar.

    zileli’yi yukarda ki yanli$ $eyleri yazmaya iten fikri/dü$ünsel sefalet $udur:

    1. mevcut düzene, iktidara isyan eden kim olursa olsun desteklenmeyi hak ediyor; dolayisiyla kaddafi rejimine isyan edenlerin bunu hangi nedenler ve hangi hedeflerle yaptiginin hicbir kiymeti yoktur; bu insanlari desteklemek her solcunun/sosyalistin/anar$istin boynunun borcu.
    üstelik sözkonusu bu isyana direk “devrim” etiketi yapi$tirmnin da hicbir sakincasi yoktur.

    2. kaddafi rejimi, üstelik de tek adam rejimi, zileli’nin cok sevdigi deyimle “tek adam diktatörlügü”.
    böyle bir rejime isyan eden insanlarin isyanini da zaten gözü kapali desteklemek sevaptan öte farzdir.

    sayin zileli, kaddafi sonrasi libya’da neler oldu, libya’nin ve libyalilarin durumu $u anda nedir, bu neden sizin ilgi alaniniza girmiyor?

    dünyada olan bitenlerle ilgilenmek yerine, referandumla/secimle yatip kalkmanin, rüyada bile oy saymanin, sandik numarasi sayiklamanin bir insani nasil bir fikir fukarasina, medine fukarasina döndürdügünü fark etmiyor musunuz?

    sizin davrani$iniz: sosyalist/anar$ist anlamda bir “devrim” ile alakasi olmayan halk hareketlerini “hurra ya$asin devrim” $eklinde destekle; bunun böyle olmadigini anladigin an hemen sirtini dön, ne oldu ne bitti, hic merak etme, hicbir ders/sonuc cikarma.

    bu mantiga sahip zileli ve diger solculara soruyorum:
    iki yanli$, savunulmayacak alternatiften birini muhakkak desteklemek zorunda misiniz?

    batici/laik $ah pehlevi mona$isine kar$i ayaklanan sii molla humeyni halk hareketini icerigine, taleplerine, hedeflerine bakmadan “devrim” etiketi yapi$tirip desteklemek dogru mudur?
    ortada bir devrim oldugu kesin, fakat sözkonusu devrim kapitalist sömürü ili$kilerini ve devleti bir üst otorite olarak red eden bir devrim degil, “islami devrim”.

    ayni $ey misir gibi arap bahari rüzgarinin estigi ülkeler icin de gecerli.
    misir’da ki halk hareketlerini “devrim” deyip idealize edenler, sonuc nereye vardi?
    yukarda yazdigimi tekrar edeyim: misir halk hareketlerinin talepleri icinde kapitalist ekonomik sömürü ili$kilerini ele$tiren ve devleti bir üst otorite olarak tanimayan bir talep varmiydi? yoktu.
    bütün mesele, bizi islamci coban mursi mi yönetsin yoksa laik general sisi mi gütsün?

    bundan dolayi cobanlar degi$iyor fakat, halkin hayatinda hic birsey degi$miyor; vatanda$in ya$adigi sefalette bir iyile$me, en azindan kayda bir iyile$me olmuyor.

    halk hareketleri, icerigine, taleplerine bakmadan otomotikmen desteklenmeyi hak ediyorlarsa, pe$inden on milyonlarca insani sürükleyen tayyip erdogan ve taraftarlarini neden “devrim” deyip desteklemiyorsunuz?

    gezi isyani tertip komitesinin talepleri internette duruyor. o talepler icinde t.c.’nin kapitalist ekonomisine; kapitalist sömürüye ve devlet olarak t.c.’in varligina yönelik tek bir ele$tiri var mi?

    suriye’de esad rejimine isyan eden sunni dinci/islamci/$eriatci halk hareketine “devrim” etiketi yapi$tirip sosyalistlik/anar$istlik adina desteklemenin neresi dogru?

    batili emperyalistler libya’da olmayan devrimi yikmak icin müdahale etmediler; kaddafi rejimini yikmak icin müdahale ettiler. ve sizin “devrimci” dediginiz kaddafi muhalifleri batili emperyalistlerin destekledikleri bati müttefikleriydiler.

    ingilizce basini, ingiliz, amerikan basinini takip etseydiniz bile bu kadarini anlayabilirdiniz, fakat siz gerceklere dayali analiz yerine uydurmayi tercih ediyorsunuz.

    türkiye ile ilgili yazilarinizda oldugu gibi, gercekte olup biten yerine fantazi/kurgu dünyanizda ki senaryolara göre yazi yaziyorsunuz.

    libya ile ilgili senaryonuzda da kaddafi muhaliflerine “devrimci” rolü bicmi$siniz, batili emperyalistleri de kaddafi rejimini degilde, kaddafi’nin muhalifi sözde devrimci hareketi bastirma rolü vermi$siniz.

    senarist de sizsiniz yönetmende sizsiniz, rol dagilimini pa$a gönlünüz nasil isterse, öyle düzenlersiniz, kim ne diyebilir ki?

  44. “Bu ‘en temel haklar’a 3 adet ornek verebilir misiniz?”

    Güvenlik?

    İktidarın göz yummak veya desteklemekten öte yaptırdığı açık olan ve IŞİD’in -veya adları her ne ise veya kim iseler- yaptığı katliamlar. Aklıma ilk gelenler HDP mitingini ve sosyalist gençleri hedef alan canlı bomba katliamları. Her iki olayı da iyi hatırladığımdan şimdi bakmaya ve haberlerinin linkini atmaya gerek görmedim.
    İktidarın sonra IŞİD’le ters düşmesi nedeniyle bazı katliamların doğrudan iktidarı, devleti, orduyu hedef alması da bu gerçeği değiştirmez. Hükümetin Suriye’de hem Esad rejimine hem de Suriye’deki Kürt gruplarına karşı IŞİD gibi radikal İslamcı teröristleri desteklediği ortada: MİT tırları olayı, buna engel olmaya çalışan savcı ve askerlerin tutuklanması -bugün bir savcı daha kaçmaya çalışırken yakalanmış-, hükümet ve Erdoğan cephesinin silah yardımını önce inkar edip insani yardım olduğu söylemeleri, sonra “velev ki var” diyerek kabul etmeleri ve silahların Türkmen gruplara gönderildiğini iddia ederek kendilerini savunmaları.

  45. Rusya: Erdoğan ve ailesi IŞİD’le petrol ticareti yapıyor – BBC Türkçe
    http://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/12/151202_erdogan_rusya_petrol

  46. Yukarıdaki örnekler dışında ÖSO da unutulmamalı. ÖSO’ya verilen destek hükümetten öte bir devlet politikası. TSK’nın Suriye’de IŞİD’e karşı ÖSO ile ortak harekat düzenlemesi, TSK’nın basın açıklamalarında “.. muhalif şehit olmuştur” şeklinde ifadelerle “muhalif”lerden “şehit” olarak bahsedilip meşru kabul edilmeleri.
    ÖSO dünyadaki devletlerin çoğu tarafından, hatta belki Türkiye, S. Arabistan, Katar ve ABD gibi Esad rejimini meşru kabul etmeyen birkaç devlet hariç hepsi tarafından terör örgütü kabul ediliyor. Tıpkı PYD, YPG ve onların içinde yer aldığı SDG koalisyonunu Türkiye dışında kimsenin terör örgütü saymaması gibi.

  47. Türkiye’nin siyasi tarihinde ‘lider kültü’ ön plandadır. Partiler gölgede bırakılır.

    Referandumda Anayasa falan fişmekan değil, asıl olarak RTE’nin siyasi istikbal haritası oylandı:

    10 Ağustos 2014 Türkiye cumhurbaşkanlığı seçimi, RTE: % 51,79

    16 Nisan 2017 Türkiye anayasa değişikliği referandumu: % 51,41

    Bu iki oran, Anayasa’yı kimsenin umursamadığını, ‘lider kültü’nün geçerliği olduğunu hepimize gösteriyor.

  48. iki yıl öncesinden küçük bir örnek 🙂

    Artık Ukrayna, iki emperyalist kampın, belki de yeni bir dünya savaşına yol açacak bir savaş alanına dönüşmüş durumdadır. Bu durumda devrim her iki emperyalist kampı da hedef alır.

    Read more: http://www.gunzileli.com/2014/05/06/ukrayna-meselesi-ve-devrim/#ixzz4ebSDEFXX

  49. “Güvenlik?”

    Ben 3 rica etmistim, siz 1’de kalmissiniz.

    Icinizi bosaltip rahatlamaniza yardimci olduysa, iyi; de, yazdiklariniz konuyla (‘temel hak’larla) alakali degil.

    Ben, ‘elimizden kayip giden temel haklar’in neler olduguna dair 3 ornek bekliyorum.

  50. “[Ukrayna] iki emperyalist kampın, belki de yeni bir dünya savaşına yol açacak bir savaş alanına dönüşmüş durumdadır. Bu durumda devrim her iki emperyalist kampı da hedef alır.”

    Verdiginiz linki de okudum; ama, bahsettiginiz ‘iki emperyalist kamp’tan birisi, tamam, Rusya da, digeri kim, pek belli degil.

    Oteki ‘kamp’in ismini de yazar misiniz lutfen.

  51. bu seçimde sandığa gitmeyen 10 milyon kişi, bu sistemin kendisinden hiçbir ümidi olmadığını ve bir devrim beklediğini göstermiştir.

    sandığa giden cici vatandaşlar aralarında demokrasicilik oynamaya devam etsinler. oyun kurucular isterse belki ortadoğuda olduğu gibi birbirlerini öldürmeye bile başlayabilirler. bizim hiçbirinizle işimiz yok. biz 10 milyonuz ve siz zavallıların figüran olduğunuz bu oyuna katılmıyoruz.

  52. Hülagü Özalp

    Necip, ‘Devlet musluman degil; dolayisi ile, bu devlete vergi vermek de caiz degil’ diyen İslamcılara da saygı duyuyorum. Kendi içlerinde tutarlılar en azından.

    Kazandığım parayı Türkiye’deki bir banka hesabında tuttuğumu kim söyledi? Hani o klasik kalıbı kullanayım, yıl olmuş 2017. Paranı devletin gözlerinden uzakta saklamanın bin çeşit yolu var.

    Elimizden alınan temel haklara üç örnek istemişsin, hayrola yazılı vatandaşlık sınavı mı oluyoruz 🙂 Gerçi kabul etmemek için bin dereden su getireceksin ama hadi yazayım yine de:

    – Devletin imkanlarından belli bir kesim orantısızca faydalanıyor. İhaleler yandaşlara veriliyor, yandaş memurlar terfi ettiriliyor, devlet dairelerinde bile AKP üyelerine imtiyaz tanınıyor. AKP’yle çıkarları çatışan ticari yapılar sindiriliyor.

    – Yandaş basın ihya ediliyor, muhalif basına devlet ilan bile vermiyor, THY uçaklarına aldırmıyor, gazetecileri sudan sebeplerle hapse atıyor. Sana bir şey söyleyeyim mi: şu ülkede başka herşey mükemmel olsa bile Ahmet Şık gibi bir gazetecinin içeride olduğu bir ülke sırf bu yüzden bile yarım demokrasidir. Gerçekleri yazacak insanların olmadığı bir ülkede insanlar hangi kriterlere göre oy kullanacaklar?

    – Herhangi bir gerekçeyle, mesela muktedirlerin biraz gözüne batan bir sosyal medya paylaşımı yüzünden bile göz altına alınıp tutuklanabilirim, aylarca sebepsiz yere tutuklu kalsam haklarımı savunabileceğim hiçbir araç kalmamış durumda.

    Daha da yazarım ama ne gerek var. Anlayana davul zurna az…

  53. Necipgillerin iktidarı

    İşin ilginç tarafı, RTE’nin diktatörlük manevralarını bu sitede daha çok tartışmamız gerekirken, ne hikmetse RTE’nin manevralarını öteleyip solcuların kendi aralarındaki kısır didişmelere dönüyoruz hep beraber. Şimdi, Necip gibi troller de cirit atıyor. Her dönem, kendi kullanışlı okumuş-yazmışlarını piyasaya sürüyor. Şimdi dönem Necipgillerin dönemi, iktidar Necipgillerin iktidarı.

    RTE 16 Nisan akşamı eline mikrofonu alıp ‘Şimdi, idam için referandum sandığını kuracağız. Milli irade, buna da karar verecek.’ diyor ve önündeki güruh RTE’yi elleri patlayana kadar alkışlıyor.

    Hani, nerede müslümanlık?

    Balkan oligarşisi, bu kadar fazla mı eziyet çektirdi bu güruha da, bu güruh sürekli idamla, sürekli ‘kefen giymelerle’, sürekli ölümü ve ahirete hazırlanmayı ima eden davranışlarla RTE’yi omuzlarında taşıyor?

    Mustafa Akdağ’ın kitaplarında anlattığı ‘eziyet edilen güruh’ yukarıdaki gibi ‘ölümü sürekli yüceltenler’ olmasa gerek.

    Hani nerede, ‘eziyet edilen güruh’ niçin şunları söylemiyor RTE’ye:

    * ‘RTE, sana oy verdik artık başkan olacaksın. Eğitim reformu yap ve matematik başta olmak üzere, aritmetiği, analitik düşünceyi, rasyonelliği yaygınlaştırmak için seferberlik başlat.’

    * ‘RTE, sana oy verdik artık başkan olacaksın. Ülkenin sanayi altyapısını dönüştürecek adımlar atmak senin elinde, sana tam yetki verdik. Artık, inşaat sektörüne verdiğin teşvikleri azalt, teknolojide atılımlar yapacak sektörlere teşvikleri arttır.’

    * ‘RTE, sana oy verdik artık başkan olacaksın. Artık, kadın cinayetlerinin azaltılması için yasal mekanizmayı sağlamlaştırıcı, kadına şiddeti caydırıcı adımları at. Kadını, ikinci sınıf insan gördüğün gözlerini değiştir.’

    RECEP TAYYİP ERDOĞAN: ANNELİĞİ REDDEDEN KADIN, EKSİKTİR, YARIMDIR (5 Haziran 2016)
    http://www.bbc.com/turkce/haberler/2016/06/160605_erdogan_kadin

    gibi şeyleri niçin RTE’ye söylemiyor, EVET oyu veren insanlar?

    Niçin RTE’ye oy veren ‘ezilen güruh’, sürekli ‘idam isteriz’ diye bağırıyor, ölüme yakın hayata niçin uzak duruyor? Anadolu topraklarında etkileri bugün bile hissedilen Ahmed Yesevî, Abdülkâdir Geylânî, Taptuk Emre, Yunus Emre, Mevlana, Hacı Bektaş-ı Veli, Ahî Evran ölümü sürekli ama sürekli yücelten kişiler miydi?

    Mustafa Akdağ’ın kitaplarında analiz ettiği dönemlerdeki popülasyonla, günümüzdeki popülasyon bire bir aynı değil ki.

    Balkan oligarşisi, acaba eziyet etmek için mi kuruldu?

    16 Nisan’da, ‘eziyet edilen güruh’ iktidar koltuğuna oturduğuna göre, başkalarına eziyet etmek zorunda mı?

  54. yüzlerce örnek verebilirim. Bu sadece bir tanesi:
    Birleşmiş Milletler’in kararı, batılı emperyalist bloğun (sonuçta devrimi bastırmak için) harekete geçtiğini gösteriyor. Bu durumda devrimin Kaddafi’den önce batılı emperyalistlerce sona erdirildiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü bu müdahale, Kaddafi’ye karşı devrimin haklılığını fiilen ortadan kaldırmış bulunuyor. Devrimci güçlerin kaçınılmaz olarak emperyalist müdahalenin himayesine girmesi, devrimin yozlaştığının, hatta sona erdiğinin açık işareti olacaktır.

    Ayni seyi Suriye icinde soylermisiniz? (soylemiyeceginizi biliyorum) Neden?

  55. Zileli yi demokrasi, Bati tipi Demokrasiyi ABD AB degerlerini savunmakla suclayan Marxist arguman, tüm ideolojik yapisini argumanlarini Tamamen AB standartlarina uydurmus Kürt Hareketi (suriye ve turkiyede) ve onun pesine takilmis Turkiye `ML `soluna bir iki laf edersiniz sanirim.

  56. 2013 Mayıs’ında tarafımdan kaleme alınmıştır:

    BİZ, batılı emperyalistlerin Suriye’ye yönelik müdahalesine ve bu müdahaleye alet olan Suriye muhalefet hareketine bütünüyle karşı çıkar ve teşhir eder; Suriye emekçilerinin, her türlü emperyalist müdahaleye, halkı bölen ve birbirine kırdıran Baas diktatörlüğüne ve yalnızca yeni bir kapitalist diktatörlük isteyen, emperyalist işbirlikçisi Suriye muhalefet hareketine karşı topyekûn vereceği özgürlük ve devrim mücadelesiyle dayanışmasını ilan eder;

    Read more: http://www.gunzileli.com/2013/05/21/bizin-suriye-ve-ortadogu-savasi-uzerine-duyurusu/#ixzz4edRuzn58

  57. Sandığa gitmeyen 10 milyon kişi, bu toplumun en apolitik, en pasif, en bana neci, en devrimden uzak kesimidir.

  58. Öteki kampın ismi bildiğiniz gibi batılı emperyalist kamptır.

  59. özgürlükçü

    Necip galiba bütün varlığı ile hizmet etmeye çalıştığı efendisinin çok istemesine rağmen Başkanlık nasip olmayacağı endişesi taşıyor.Şimdiye kadar bu hizmetlerinin başkan yardımcılığı gibi mevkilerle ödüllendirilmesini beklerdik ama galiba hanedandan Necibe sıra gelmeyecek!velihat çocuklar damatlardan Necipe evet savunusundan pek ekmek yok!
    Devlet-iktidarın asıl tehdit algıladığı ekonomik ve ondan kaynaklı politik tehditlerdir ve bu seviyede ceberrut tekçi hegemonik otoriter yönetim modeli ihtiyacı gerçekçidir çünkü yakın gelecekte egemen efendileri tehdit edecek ekonomik politik alternatif bütün engellemelere rağmen sürekli büyüyüp gelişmekte sadece egemen iktidarı değil bütün sistemi tehdit edecek seviyede yeni bir model tarz ile alternatiflik içermektedir olup biten bunun içindir.Bu yakın gelecek tehdidinin asıl taşıyıcısı Özgürlükçü toplumsal devrimci toplumsal muhalefet olup HDP ve cıvarında kendini yeniden üreterek geleceğin belirleyeni olduğunu gören reel egemen hegemonya böyle büyük ve önlenemeyen tehdidi ötelemek için başkanlık sistemiyle daha kontrolcu otoriter hegemonik yönetim modeli ile ömrünü uzatmaya çalışmıştır.Son veriler beklenen yakın geleceğin büyük kentlerden başlayarak artık dikiş tutmayan akp iktidarını tehdit edeceğini görünür yapmıştır görmek isteyenlere!!

  60. “‘Devlet musluman degil; dolayisi ile, bu devlete vergi vermek de caiz degil’ diyen İslamcılara da saygı duyuyorum. Kendi içlerinde tutarlılar en azından.”

    Yok. Degiller. Hic de olmadilar. Hizmeti alirken sorun yok, da, vergi oderken ‘Musluman degil o yuzden vermiyorum’ demek tutarli degil. Ucuz uyanikligin bir turudur. Cok oenm verdiklerini soyledikleri ‘kul hakki’ konusunda da riya anlamina gelir.

    Sizi bilemem tabii ki. Inanclariniz arasinda baskalarini somurmek konusunda bir takinti olmayabilir.

    “Kazandığım parayı Türkiye’deki bir banka hesabında tuttuğumu kim söyledi? Hani o klasik kalıbı kullanayım, yıl olmuş 2017. Paranı devletin gözlerinden uzakta saklamanın bin çeşit yolu var.”

    Yok –tekrar. O kadar yolu yok, malesef. Tek saglam yontem, mevcut ‘acik’lardan istifade etmek. Mesela, yurtdisina gidip, parayi yaninizda getirirseniz, meblag ne olursa olsun, kimse bir sey sormuyor. Sicak para gelsin diye yaptilar bunu. Size de faydasi olabilir.

    “Elimizden alınan temel haklara üç örnek istemişsin, hayrola yazılı vatandaşlık sınavı mı oluyoruz :)”

    Yok –tekrar. Ama, bir seyi merak ettiydim: ‘Temel hak’ olarak neyin gorundugunu.

    Sizin cevaplariniza bakinca, saydiklariniza bakinca, ‘temel hak’larin ne oldugunu bilmediginizi gorebiliyorum.

    “- Devletin imkanlarından belli bir kesim orantısızca faydalanıyor. İhaleler yandaşlara veriliyor, yandaş memurlar terfi ettiriliyor, devlet dairelerinde bile AKP üyelerine imtiyaz tanınıyor. AKP’yle çıkarları çatışan ticari yapılar sindiriliyor.”

    Bu hangi ‘temel hak’ki ihlal ediyor?

    “- Yandaş basın ihya ediliyor, muhalif basına devlet ilan bile vermiyor, THY uçaklarına aldırmıyor, gazetecileri sudan sebeplerle hapse atıyor. Sana bir şey söyleyeyim mi: şu ülkede başka herşey mükemmel olsa bile Ahmet Şık gibi bir gazetecinin içeride olduğu bir ülke sırf bu yüzden bile yarım demokrasidir. Gerçekleri yazacak insanların olmadığı bir ülkede insanlar hangi kriterlere göre oy kullanacaklar?”

    Bu hangi ‘temel hak’ki ihlal ediyor?

    “- Herhangi bir gerekçeyle, mesela muktedirlerin biraz gözüne batan bir sosyal medya paylaşımı yüzünden bile göz altına alınıp tutuklanabilirim, aylarca sebepsiz yere tutuklu kalsam haklarımı savunabileceğim hiçbir araç kalmamış durumda.”

    Bu hangi ‘temel hak’ki ihlal ediyor?

    “Daha da yazarım ama ne gerek var. Anlayana davul zurna az…”

    Yazacaklariniz yukaridaki seyler gibiyse, yazmaniza gerek yok tabii ki.

    Neyin ‘ozgurluk’ neyin ‘hak’ oldugu konusunu biraz incelemenizi oneriyorum.

  61. İşin ilginç tarafı, RTE’nin diktatörlük manevralarını bu sitede daha çok tartışmamız gerekirken, ne hikmetse RTE’nin manevralarını öteleyip solcuların kendi aralarındaki kısır didişmelere dönüyoruz hep beraber.

    “Şimdi, Necip gibi troller de cirit atıyor.”

    Nasil diyordu, Ahmed Arif, o guzelim eserinde?

    Hah, buldum:

    “kirvem hallarimi ayni boyle yaz
    rivayet sanilir belki”

    Sizin beni ‘trol’ saymaniz, saymak istemeniz, bana onu –kendi sesinden– cagristiryor.

    Rivayet (trol) sa[y/n]manizi anlayisla karsiliyorum: Hosunuza gidecek seyler soylemedigim icin.

    “RTE 16 Nisan akşamı eline mikrofonu alıp ‘Şimdi, idam için referandum sandığını kuracağız. Milli irade, buna da karar verecek.’ diyor”

    Bu tur bir soz sizi neden rahatsiz ediyor ki?

    TBMM’deki sayimiz yeter, ya da CB kararnamesi ile cikaririz demiyor; bir baska referandumdan bahsediyor.

    Neden ve neresi yanlis?

    “Hani, nerede müslümanlık?”

    Nasil yani? Seriat mi istiyorsunuz?

    “Balkan oligarşisi, bu kadar fazla mı eziyet çektirdi”

    Kendisi ilimli bir Alevi olan Asik Vesyel’i bile –kilik kiyafeti yuzunden– Ankara’ya sokmadiklarini biliyoruz.

    Buradan baslayin. Gerisini artik siz de getirebilirsiniz.

    “Mustafa Akdağ’ın kitaplarında anlattığı ‘eziyet edilen güruh’ yukarıdaki gibi ‘ölümü sürekli yüceltenler’ olmasa gerek.”

    Hem Akdag’in bu spesifik konuyla ilgisi yok; hem de –olsaydi bile– ‘kelam-i kadim’ mi sayacaktik?

    “Hani nerede, ‘eziyet edilen güruh’ niçin şunları söylemiyor RTE’ye:”

    Siraladiklarinizda haklisiniz tabii ki.

    Ilgili guruhu gordugumde, sizin selamlarinizi da ileterek, kendilerine aktaracagima emin olabilirsiniz.

    ‘Internet’te birisi, sizin coook eksiginizi goruyor, coook’ diyecegim.

    Artik kendileri bilirler. 😉

    “Niçin RTE’ye oy veren ‘ezilen güruh’, sürekli ‘idam isteriz’ diye bağırıyor, ölüme yakın hayata niçin uzak duruyor?”

    Bu soruyu boyle sormaniz ilginc.

    Ilginc, cunku, ulke secmeninin en az yarisi ‘evet’ verenlerden olusuyor. Yani, oyle, pek de ‘bir avuc’ –az sayida– degiller.

    Muhakkak, sizin cevrenizde de vardir.

    Onlara sorup anlamak yerine, gelip buralarda sormaniz ilginc.

    “Anadolu topraklarında etkileri bugün bile hissedilen Ahmed Yesevî, Abdülkâdir Geylânî, Taptuk Emre, Yunus Emre, Mevlana, Hacı Bektaş-ı Veli, Ahî Evran ölümü sürekli ama sürekli yücelten kişiler miydi?”

    Bilmiyorum. Bu yazdiklarinizla ayni donemde yasamis degilim. Eserlerinin tamamini da okumus degilim.

    Ama, yine de, Yunus’tan bir misra aklima gelmiyor degil:

    “Ondan da gecupdurur goynum
    Gayri sana varmag icun”

    Bu misralarda, sanki, olumu yuceltmek var gibi. Ne dersiniz?

    [Adamin hakkini da vermek lazim, gerci. Bu misralari evlendikten sonralari yazmis. Bazi esler insani, evet, intihara bile surukleyebilir 😉 olum ozlemine suruklemesi ne ki..]

    “Mustafa Akdağ’ın kitaplarında analiz ettiği dönemlerdeki popülasyonla, günümüzdeki popülasyon bire bir aynı değil ki.”

    Bunu, gecmiste yasamis herkes icin soyleyebiliriz.

    “Balkan oligarşisi, acaba eziyet etmek için mi kuruldu?”

    Ornek metin veriyorum:

    “mesele zaten emrivaki olmuş bir hakikati ifadeden ibarettir. bu behemehal olacaktır. burada içtima edenler meclis ve herkes meseleyi tabiî görürse, fikrimce muvafık olur. aksi takdirde, yine hakikat usulü dairesinde ifade olunacaktır. fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir.”

    Yukaridaki beyanattan ne anliyorsunuz?

    “16 Nisan’da, ‘eziyet edilen güruh’ iktidar koltuğuna oturduğuna göre, başkalarına eziyet etmek zorunda mı?”

    Degil, tabii ki.

    Ama, hic kimsenin hic bir rahati bozulmayacaksa, o zaman ne degismis olacak?

  62. “- Herhangi bir gerekçeyle, mesela muktedirlerin biraz gözüne batan bir sosyal medya paylaşımı yüzünden bile göz altına alınıp tutuklanabilirim, aylarca sebepsiz yere tutuklu kalsam haklarımı savunabileceğim hiçbir araç kalmamış durumda.”

    Türkiye’yi alay konusu yapan Erdoğan’a Gollum benzetmesi davası geldi aklıma;

    Yüzüklerin Efendisi’nin Yönetmeni Peter Jackson: Resimdeki Gollum değil Smeagol

    Yüzüklerin Efendisi film serisinin yönetmeni Peter Jackson, Aydın’da görevli aile hekimi Dr. Bilgin Çiftçi’nin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile serinin unutulmaz karakterlerinden Gollum’u karşılaştırdığı bir Facebook paylaşımı için Cumhurbaşkanı’na hakaret etmek suçu ile yargılanmasının ardından bir açıklama yaptı.
    Jackson, film serisinin senaryo yazarları Fran Walsh ve Philippa Boyens ile yaptığı ortak açıklamada, Erdoğan’ın resmiyle karşılaştırılan karakterin Gollum değil, Smeagol olduğu, dolayısıyla karşılaştırmanın ‘hakaret’ sayılamayacağını belirtti.
    Hollywood’dan haberleri gündeme getiren The Wrap’de yayımlanan açıklamada Jackson, filmde Andy Serkis tarafından canlandırılan Gollum / Smeagol karakterine ilişkin çok önemli bir noktanın atlandığını söyledi. Buna göre, uluslararası medyaya da yansıyan söz konusu resimlerdeki karakterlerden hiçbiri Gollum değil.
    Jackson, “Eğer davaya konu olan resimler bunlarsa, kesin olarak söyleyebiliriz ki hiçbiri Gollum’u yansıtmıyor. Görüntülerdeki karakterin adı Smeagol” dedi.

    PEKİ SMEAGOL KİM VE GOLLUM’DAN NE FARKI VAR?

    Gollum, Orta Dünya Evreni’ndeki kurgusal karakter, aslında Smeagol adında eski bir Hobbit. Tek yüzüğü ele geçirdiğinde ömrünü uzattı, ancak yüzüğün gücü onu tanınmaz hale getirerek çirkin, şeytani, mideden konuşan ve ürkütücü sesler çıkaran bir karakter olarak bilinen Gollum’a dönüştürdü.
    Açıklamaya göre, Smeagol tatlı ve neşeli bir karakter ve güçlerini iyilik için kullanıyor. Dolayısıyla, serinin kötücül karakteri Gollum’la karıştırılmaması gerekiyor.
    Filme ilham veren epik roman serisinin yazarı J. R. R. Tolkien de iki karakter arasındaki bu ayrımın altını çizmişti.
    Dr. Bilgin Çiftçi, kişisel Facebook hesabından Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Gollum karakterinin fotoğraflarını yan yana paylaşmış, Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Başkanlığı soruşturma başlatmıştı. Doktor Çiftçi, devlet büyüklerine hakaret’ suçundan devlet memurluğundan çıkarılmıştı.
    Dördüncü duruşmada, Mahkeme Başkanı Hakim Murat Saz, dosyanın, Gollum’un kötü bir karakter olup olmadığıyla görüş belirtilmek üzere iki davranış bilimcisi veya psikolog ile bir sinema televizyon eserleri uzmanı tarafından incelenmek üzere bilirkişiye gönderilmesine karar vermişti.
    Çiftçi, Tolkien’i son derece karmaşık bu karakterinin “kötü” olduğu ortaya çıkarsa, dört yıla kadar hapse mahkum olabilir.
    http://www.hurriyet.com.tr/yuzuklerin-efendisinin-yonetmeni-peter-jackson-resimdeki-gollum-degil-smeagol-40022230

  63. Çözüm ayrılmaktır. Herkesin kendi yoluna gitmesidir.

    Tıpkı Kürt hareketinin yapması gerektiği gibi kıyılar da kendi yoluna gitmeli, karaların oylarıyla kendisini yukarıdan aşağı yöntemlerle yönetmek isteyen bu kitleyi karalarda kendi kara kültürleri ile başbaşa bırakmalıdır.

    Bu iki toplumun, kara ve kıyı kültürlerinin aynı üniter yapıda yaşamasının mümkün olmadığını anlamak için 30 yıldır silahların susturulamadığı bir sürecin burada da tekrarlanmasını mı beklemek zorundayız?

    “Bizim ülkemizin geçmişinde bunun bir örneği yok” derseniz “Her şeyin bir ilki vardır” derler. Diğer ülkelerdeki otonom yapılar ve bunlardan daha sonra devletleşen bazıları gökten zembille inmedi.

  64. hitler de neciple geldi seçim bey

  65. Hitler’in secimle geldigi bir sehir efsanesidir.

    Dogrusu budur: Geli Raubal, Maria Reiter ve Eva Braun ile gelmistir.

  66. İhtiyar çoban

    Hiçbiriniz ‘ateşi ilk kaçıran’ olamayacağına göre, ilk arkadaşlardan Promete, elbette dünyanızda olmayacak. Oysa bu dünya, eşitlik ve paylaşım düşüncesi. Bir de eski bir defterinizde bile bir düşünce önderinin adı yazılı değil. O zaman dünyanız niye barış içinde özgür bir yer olsun? Yiğitlikten de tabii ki uzaksınız. Atın önünde et, itin önünde ot! Tükete tükete sis içinde, yoksullukla pus içinde; sömürene yanaşıksınız çoğunlukla. İnsanoğlu, avantasını bekleyen, haramiliği kutsayan düzeyi nasıl kabul eder? Çıkarcı, fırsatçı yoz bataklık. Çoklarına, iyiliği, güzelliği anlatmak bile zor; tıpkı o eski zaman kahramanları gibi. Hiçbirinizden, kimilerinin güzel şeylerin kaçırıp başkalarına dağıtan bir Promete, bir W.Tell olmayacağı gibi, ne bir kahraman ne bir özverili sürgün olur. Oysa benim kalbimi ısıtan, bu yaşta bile gözlerim ışıldatan Spartaküs, Ebuzer, Bedrettin, Börklüce, Köroğlu, P. S. Abdal, dadaloğlu, İnce Memed; Robin hood, Don Kişot, Ali Baba, bağdat Hırsızı, Sinbat… Hayal ya da gerçek, arkadaşlarım var. Halkın da umutları, hayalleri olmalı; belki Gerenimo, Zapata, Che, insan bakışlı, halden anlar atlarıyla gelip hepimizi başlarına biriktirir. Ömürlerinn baharında katledilmiş yiğit çocuklarınızı, şövalye yürekli aydınlarınızı, meydanlarda ve sokaklarda azgın saldırilarda, taşeron maden dehlizlerinde, katil şantiyelerde ve sayısız rant tuzaklarında, ihalelerde katledilmiş çocuklarınızın ve işçilerinizin mezarlarında hangi duygularınızla insanoğlu olabileceksiniz? Aşk ve isyan parayla değil. Zaten çoğunuzda yok ve olmadığı iyi sizler için.

  67. İhtiyar çoban

    Ben de erguvanlar, mecipler, manonimler gibi anlattım bozuğu bir yazı yazdım yukarıda; hele sonlara doğru. Ama en azından 7500 kelime israfıyla değil yine de.

  68. marxist argüman

    “romantik devrimciligin” ve “romantik devrimci” zileli’nin fikirlerinin/mantiginin ele$tirisi 1

    akli be$ kari$ havada, ayaklari yere basmayan, kitle/halk hayrani/kuyrukcusu devrimci kimdir diye sorulursa, zileli gibileridir, derim.

    insanlari aydinlatan, bilinclendiren, yerine göre yol gösteren, yerine göre de ele$tiren degil de, kitlenin/halkin pe$inden rüzgara kapilmi$ gibi bir o yana bir yana savrulup duran “romantik devrimcilik” nedir, diye sorulursa, zileli’nin yaptigidir, derim.

    zileli’nin ukrayna meselesi ve devrim yazisindan alinti:

    “Büyük bir halk ayaklanmasına dayanan 1979 İran devrimi, Şahın diktatörlüğünü yerle bir etti. Bu devrim de içinde kendini yok edecek karşıdevrimci güçleri barındırıyordu. Nitekim devrimden hemen sonra mollalar diktatörlüğü kuruldu ve en önce devrimcileri duvarın önüne dizdi. Bu böyle oldu diye 1979 İran devrimini, yıkılan ve ülke dışına kaçan Şah yanlılarıyla birlikte suçlamak mı gerekiyordu? Ya da mollaların yaptıklarından dolayı 1979 devrimini mi suçlayacaktık? Mollaların duruma hâkim olması ihtimali var diye İran’daki ayaklanmanın dışında mı kalınacak, dolayısıyla objektif olarak Şah’ın yanında mı yer alınacaktı?

    “Bu devrim de içinde kendini yok edecek karşıdevrimci güçleri barındırıyordu.”

    bu cümleden $unu anliyoruz: zileli, ayaklanan halk kitlelerinin taleplerine bakmiyor, bakma ihtiyaci da duymuyor, -cünkü kendisi bir “devrim a$igidir”, bir “devrim idealistidir”-, önemli olan halkin ayaklanmasi, isyan etmesidir; neye, neden isyan ediyor, bu önemsiz bir ayrinti; bunun hicbir kiymeti yoktur.

    zileli’nin bu cümlesinden birde $unu ögreniyoruz: megersem her devrim, kendini yok edecek kar$i devrimci gücleri de icinde barindiriyormu$, yani devrimin böyle bir toplumsal yasasi varmi$.

    bu mantik gidasini büyük ihtimalle “zitlarin birligi” teorisinden aliyor.

    oysa meselenin böyle sacma sapan teorilerle, mantik ile alakasi olmadigini biliyoruz.

    iran’da üc cephenin varligindan bahsedebiliriz: batici/laik $ah’in monar$ik rejimi ve taraftarlari, humeyni önderliginde ki sii molla hareketi ve taraftarlari ve birde iran komünist partisi tudeh önderliginde ki sol/sosyalist cephe.

    $ah rejimi ile sii molla hareketinin ortak yanlarindan biri anti-komünist olmalari, bunu da acikca söylemeleri ve bu komünizm düsmanligini pratikte de sol/sosyalist güclere kar$i takindiklari dü$manca tavir ile göstermeleri.
    türkiyede ki kemalist fraksiyonla islami fraksiyona benzetmek yanli$ olmaz.

    gelgelelim, bizim romantik devrimci zileli, $ah rejimi ve sii molla hareketinin bu acik komünist dü$mani karakterini görmezden geliyor ve sii mollalar iran’da devrim yaptiktan sonra komünistleri katletmeye ba$layinca romantik devrimci zileli bu durumu $öyle acikliyor:

    “her devrim zaten karsi devrimci ögeleri de icinde barindirir; her ne kadar sii mollalar sosyalistleri katlettilerse, bu yine de,
    sii/islami “devrimci” halk kitlelerini desteklemenin yanli$ oldugu anlamina gelmez.”

    dikkat edilirse, bu sefil mantik, isyan eden kitlelerin ve bu kitlelere önderlik edenlerin taleplerine, ideolojik karakterine, hedeflerine bakmadan her türlü halk hareketine “devrim” etiketi yapi$tirip, kayitsiz $artsiz destekliyor.

    tamamiyla romantik duygularla destekledigi bu sol/sosyalist dü$mani gücler iktidara gelip solculari/sosyalistleri katliamdan gecirince de, bunu devrimciligin kacinilmaz “diyeti” olarak kabul ediyor.

    son olarak zileli’nin “halk”i nasil harmonik bir kütle/kollektif olarak idealize ettigine dikkat cekmek istiyorum.

    oysa, “halk” denilen kütle icinde harmonik ili$kiler orda kalsin, bu kütlenin farkli, yerine göre zit/düsman fikirlerden, zümrelerden, cikar gruplarindan olu$tugunu biliyoruz.

    örnek, türkiyede toplumun yarisini olu$turan akp’nin islamci taraftarlari ile chp’nin laik taraftarlari arasinda ki celi$kiyi biliyoruz.
    yine, türk milliyetcileri/vatanseverlerin kürt ulusalcilarina hangi düsman gözle baktigini biliyoruz.

    keza, islamci ve fa$ist halk kesimlerinin alevilere nasil düsmanca duygular beslediklerini de biliyoruz.

    son olarak, birde kit kanaat ya$ayan cogunluk ile bir eli yagda bir balda ya$ayan zengin azinlik arasinda da harmonik bir ili$kiden bahsetmenin mümkün olmadigini biliyoruz.

  69. Hülagü Özalp

    “Sizi bilemem tabii ki. Inanclariniz arasinda baskalarini somurmek konusunda bir takinti olmayabilir.”

    Necip, düzgün konuşmaya çalışıyorum ama haddini aşıyorsun. Kimseyi sömürdüğüm falan yok. Senin gibi ikiyüzlü, muktediri eteğinin altında yaşamaya alışmış insanlar için bir ülkenin başbakanının on milyon liralık rüşveti beğenmemesi, ne idüğü belirsiz paralarını sıfırladıktan bile sonra 30 milyon lirası kalması normaldir ama sıradan bir bireyin kendisine düşman olmuş (istersen kabul etmeyebilirsin, senin gibi tipler Nazi Almanya’sında yaşasa Yahudilere de aynı aklı verirdi) devlete katkı vermek istememesi gözünüze batar. Ben devletle bütün bağlarımı koparmaya çalışan bir insanım, boykotçu halimle bile emin ol ki aldığım hizmetten fazla vergi ödüyorum.

    Senin gibilerin ciğerini biliyorum, o süslü lafların ve alttan alta laf sokmaların arkasına saklanma boşa. Özellikle Gezi’den sonra pörtlemiş, her ortamda en az bir kopyası bulunan AKP apolojisti sahte entellektüellerden birisin sadece, hepiniz karbon kağıdıyla üretilmiş gibi aynısınız. Büyük resmi (!) çok iyi görürsünüz ama burnunuzun battığı pislikleri görmek istemezsiniz. Kendini Heidegger falan zanneder senin gibi tipler, ama kötü bir kopyası bile değilsin.

    “Yok –tekrar. O kadar yolu yok, malesef. Tek saglam yontem, mevcut ‘acik’lardan istifade etmek. Mesela, yurtdisina gidip, parayi yaninizda getirirseniz, meblag ne olursa olsun, kimse bir sey sormuyor. Sicak para gelsin diye yaptilar bunu. Size de faydasi olabilir.”

    Allah Allah, yolu yok demek. O halde iki senedir yurtdışına hiç gitmediğim ve banka hesabımda hiçbir hareket olmadığı halde nasıl yurtdışından kazandığım parayla yaşayabiliyorum acaba? Belki de aslında yoğumdur 🙂 Diş çekmeyi dişçiden iyi bildiğini zannediyor olman komik. Merak edenler için söylüyorum: Bunu nasıl yaptığımı yanlış insanların görmemesi adına yazamayacağım ama biraz araştıran bulabilir. Tedbirli olursanız riski de oldukça düşük. Sıfır değil evet ama dikta rejiminde muhalif olmanın dikensiz gül bahçesi olduğunu kimse söylemedi.

    “Neyin ‘ozgurluk’ neyin ‘hak’ oldugu konusunu biraz incelemenizi oneriyorum.”

    Hak kavramından anladığımız şey farklı demek ki. Şaşırmadım açıkçası. Ben sana hiçbir şey önermiyorum, Allah ıslah etsin.

  70. marxist argüman

    “romantik devrimciligin” ve “romantik devrimci” zileli’nin fikirlerinin/mantiginin ele$tirisi 2

    zileli’nin “ukrayna meselesi ve devrim” yazisindan alinti:

    “Mısır’da bundan birkaç yıl önce halk, Mübarek diktatörlüğüne karşı ayaklandı ve sonunda Mübarek’i devirdi. Fakat bunun ardından Mısır’da ordunun ve İhvan’ın ortak diktatörlüğü kuruldu. Halk, bu sefer İhvan diktatörlüğüne karşı ayaklandı. Rejimin tehlikeye girdiğini gören ordu, ortağı İhvan’ı deviren bir darbe yaptı ve Mübarek diktatörlüğünü aratacak ölçüde bir idam rejimini yürürlüğe koydu. Bu böyle oldu diye, Mübarek’e ve İhvan’a karşı ayaklanmamak gerekirdi mi demeliyiz?”

    misir’da isyan eden halk bilinsiz fakat zileli onlardan da bilincsiz.

    bizim aga ile moraba meselesi gibi: “sonucta sen yine aga ben yine moraba, e biz $imdi bu boku yedik?”

    1. müslüman karde$ler lideri islamci mursi’ye isyan edenlerle, laik general sisi’ye destekleyenlerin yüzde yüz ayni halk kesimi olmadigi kesin.

    zileli, her zaman ki gibi “halk” denilince “sinifsiz imtiyazsiz kayna$mi$ bir kütle” dü$ündügü icin, halk denilen kütlenin farkli fikir ve cikar gruplarindan olu$tugunu görmezden geliyor.

    2. misir halki gelene isyan gidene isyan ettigi halde neticede hic bir$ey degi$miyorsa, yani hedefledigi $eye ula$amiyorsa, o zaman hangi taleplerlerle ve hedefle isyan ettigini gözden gecirmesi gerekmiyor mu?

    isyan eden misir halki “mübarek gitsin de kim gelirse gelsin; mursi gitsin de kim gelirse gelsin; sisi gitsin de kim gelirse gelsin” gibi motto/mantik ile isyan ediyorsa, sonra da gelen gideni aratinca da $a$acak bir durum yok.

    cünkü, misir halkinin sikayet konusu ettigi yoksulluk/sefalet/i$sizlik ve siyasi baskilarin kaynagi nedir diye meseleyi mercek altina aldigimizda:

    birincisi, ekonomik sorunlarin kaynagi dogal olarak o devletin ekonomi politikalari ve iktisadi sistemi ile, yani kapitalist ekonomi ile alakalidir. -misir ekonomisinin kapitalist ekonominin az geli$mi$ versiyonu olmasi hic bir $eyi degi$tirmez-.

    peki misir’da isyan eden kitlelerin devletin ekonomi politikalarina ve kapitalist ekonomiye bir itirazlari var mi? yok.
    sorunun kaynagi olarak bunu görüp bu konuya kafa yoruyorlar mi? yok.
    misir halkinin ele$tiri konusu yaptigi ekonomide ki rü$vet ve kayirmanin kapitalizm ele$tirisiyle alakasi olmadigini belirteym.

    bundan dolayi da gelene isyan gidene isyan ama sonu yine hüsran.

    ikincisi, siyasi baskilardan $ikayet eden isyankar misir halkinin bir üst otorite olarak devletin varligina bir ele$tirisi, itirazi var mi? yok.

    sorunun kaynagi olarak devleti görüp, buna kafa yoruyor mu? hayir.

    mantik $u: “allah devleti ve devlet büyüklerimizi ba$imizdan eksik etmesin, yalniz bir ricamiz var: devlet büyüklerimiz adaletli olsunlar, devlet baba evlatlari arasinda ayirim yapmasin”

    sonuc: gelene isyan gidene isyan ama sonu yine hüsran.

    bizim romantik devrimci zileli’nin mantigi da $öyle: hic yoktan iyi, vatanda$ en azindan isyan edip de$arj oluyor.

  71. marxist argüman

    zileli’nin “ukrayna meselesi ve devrim” adli yazisindan alinti:

    “Son örneği de Gezi’den vereyim. Gezi de diktatörlüğe karşı büyük bir devrimci ayaklanmaydı.”

    $imdi gezi parki isyancilarinin taleplerine bakalim:

    * Gezi, park kalsın. Taksim’de gösteri yasaklanmasın
    * Üç ilin vali ve emniyet müdürü görevden alınsın
    * Gaz bombası ve benzerinin kullanımı yasaklansın
    * Gösterilerde gözaltına alınanlar serbest bırakılsın
    Taksim’de başlayan tüm Türkiye’ye yayılan Gezi Parkı eylemlerinin ardından ilk sıcak temas dün yaşandı. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Taksim Gezi Parkı eylemleriyle ilgili Taksim Dayanışması heyeti üyeleriyle Başbakanlık’ta bir araya geldi. Platform üyeleri Arınç,’a taleplerini içeren belgeyi iletti. Taksim Dayanışması’nın talepleri şöyle:
    Gezi Parkı, Park olarak kalmalıdır. Gezi Parkına Topçu Kışlası adı altında ya da başka herhangi bir yapılaşma olmayacağı ve projenin iptal edildiğine dair resmi bir açıklamanın yapılmalı, Atatürk Kültür Merkezinin yıkılmasına ilişkin girişimler durdurulmalı.
    Binlerce insanın yaralanmasına, iki yurttaşımızın ölmesine neden olan sorumlular, İstanbul, Ankara, Hatay Valileri ve Emniyet Müdürleri olmak üzere tüm sorumluların görevden alınmalı.
    Gaz bombası ve benzeri materyallerin kullanılmasının yasaklanmalı.
    Direnişe katıldığı için gözaltına alınan yurttaşlarımız derhal serbest bırakılmalı, haklarında hiçbir soruşturma açılmayacağına ilişkin açıklama yapılmalı.
    1 Mayıs alanı olan Taksim ve Kızılay başta olmak üzere Türkiye’deki tüm meydanlarımızda toplantı, gösteri, eylem yasaklarına ve fiili engellemelere son verilmeli.
    Gezi Parkına müdahale ile simgeleşen iktidar anlayışının yurttaşlarımızda “yaşam tarzına ve inançlarına müdahale ve hor görülme” biçiminde algılandığı ve buna yanıt verdikleri görülmeli. TMMOB Şehir Planlamacıları Odası İstanbul Şubesi Başkanı Kahraman da çıkışta yaptığı açıkamada şunları söyledi. “Yükselen bu tepkinin içeriğinin; ‘başta 3. köprü, 3. havalanı, Kanal İstanbul, AOÇ ve HES’ler olmak üzere ekolojik değerlerimizin talanına ve güncel olarak Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı’na ilişkin itirazların, ülkemize ve bölgemize ilişkin savaş siyasetine karşı duruşunu ve barış talebinin, Alevi yurttaşlarımızın hassasiyetlerinin, kentsel dönüşüm mağdurlarının haklı taleplerinin, kadın bedenleri üzerinde denetim kuran muhafazakar erkek politikalarına karşı yükselen sesin, üniversite, yargı ve sanatçılar üzerindeki baskılara karşı direncin, başta Türk Hava Yolu işçileri olmak üzere tüm emekçilerin hak gasplarına karşı taleplerinin, tüm cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ayrımcılığına karşı mücadelenin yurttaşların eğitim ve sağlık hakkına ulaşımının önündeki tüm engellerin kaldırılması istemleri’ olduğunu iktidar sahiplerine iletmek istiyoruz”

    bu talepler icinde devleti/düzeni hedefleyen “devrimci/yikici” bir talep gören varsa bir adim öne ciksin.

    devrim zaten talep edilmez, yapilir.
    talep, bir üst otorite olarak tanidigin, kabul ettigin devlete/hükümete dilekce vermek, devletten/hükümetten arzu/istekte bulunmak demektir, ki yapilan da budur.

    özellikle $u cümleye dikkat cekmek istiyorum:

    “Bunun yanı sıra; 27 Mayıs 2013 saat 22.30’dan bu yana ülkemizin meydanlarında, caddelerinde, sokaklarında ve tüm kamusal alanlarında yükselen tepkilerinin içeriğinin, ruhunun, beklentilerinin, taleplerin yetkililer tarafından fark edilmesi gerektiğini düşünüyoruz.”

    “…yetkililer tarafından fark edilmesi gerektiğini düşünüyoruz.”

    bu cümlede ki “uslu/uysal/kul” vatanda$ ton’a dikkat buyurunuz.

    sayin zileli, bu dil ve taleplerin devrimcilikle alakasi nedir?
    istirham etsem, beni aydinlatir misiniz?

  72. Ümit Özdağ: Erdoğan bir Pirus zaferiyle karşı karşıya

    Bağımsız Milletvekili Ümit Özdağ, referandum sonuçlarına ilişkin “YSK’nın yardımıyla alınan yüzde 51, Erdoğan için büyük bir mağlubiyettir. Bunu o gece kameralar karşısındaki yüz ifadesi de ortaya koyuyor. Erdoğan aynı zamanda en büyük kaybedenidir, bir Pirus zaferiyle karşı karşıyadır” dedi.

    Bağımsız Gaziantep Milletvekili Ümit Özdağ ve Kayseri Milletvekili Yusuf Halaçoğlu TBMM’de düzenledikleri basın toplantısında referandum sonuçlarını değerlendirdi. Ümit Özdağ, referandum sonuçlarının meşruluğuna Yüksek Seçim Kurulu’nun gölge düşürdüğünü savunarak “YSK, yönetim tarzıyla ortaya şaibeli bir netice çıkarmıştır. YSK bu referandumda yaptıklarıyla anayasal suç işlemiştir. Buradan Cumhuriyet savcılarını göreve çağırıyoruz. Erdoğan’ın bindiği son attan düştüğünü göz önüne alırsak sonucu merakla bekliyoruz.. Bu aşamadan sonra sarayın yapacağı tek şey, süngüyle bu anayasayı dayatmaktır. Süngüyle her şeyi yapabilirsiniz ama üzerine oturamazsınız. Erdoğan aynı zamanda en büyük kaybedenidir. Bir Pirus zaferiyle karşı karşıyadır. Özetle Erdoğan, millete sopa göstermiş, hatta sopayı millete karşı kullanmıştır. YSK’nın yardımıyla alınan yüzde 51, Erdoğan için büyük bir mağlubiyettir. Bunu o gece kameralar karşısındaki yüz ifadesi de ortaya koyuyor. Sayın Erdoğan sizinle demokratik bir mücadele içinde olsaydık, kazanma şansınızın olmadığını biliyoruz” diye konuştu.

  73. Bu satırlar bana ait değil ve “Ukrayna Meselesi ve Devrim” yazısında da yukarıdaki alıntı yer almıyor. Belki de sitedeki bana ait olmayan bir yazıdan almış olmalısınız. Bir daha üçkâğıtçılığa tevessül ederek insanların kafalarını bulandırmaya çalışırsanız bizi bloklamak zorunda kalırım, haberiniz olsun. “Uknayna Meselesi ve Devrim yazısı aşağıdadır:

    Ukrayna Meselesi ve Devrim

    Ulusalcı cenahtan, Rusya yanlısı (muhtemelen İP’li ya da TKP’li) bazı arkadaşlar, Odesa’da sağcıların, bir sendikaya sığınan emekçi insanları canlı canlı yakmaları olayının ardından bana tarizde bulunan bazı twitler attılar. Twiterde, “ateist” olduğunu ifade eden bir başka arkadaş da, hakkımda “insanları yakan Nazileri destekleyen kişi” mealinde laflar etmiş.

    Siyasi mücadelede meselenin özünü anlamaya çalışmadan yapılan yaftalamalara ve çarpıtmalara bir hayli alışığımdır. Bu yüzden, bu tür nitelemelere gülüp geçebilirdim ama iddia sahiplerinin böyle saçmalıklara gerçekten de inanmış olabilecekleri ihtimaliyle irkildim doğrusu. Bir de şu var: Demagojinin muazzam bir yayılma gücü vardır. Eğer zamanında müdahale edilmezse çok sayıda insan demagojiyi gerçek gibi kabul edebilir. Daha kötüsü, böyle bir bakış açısının çok sayıda insan tarafından benimsenmesi, önümüzdeki dönemde devrim mücadelesinin önüne büyük bir handikap olarak dikilebilir.

    Tarihten örnekler vermek zorundayım.

    Toplumsal devrim öyle büyük bir toplumsal altüst oluştur ki, içinde, ilerde, hatta belki de kısa sürede kendini ezecek ya da bastıracak birtakım güçleri de barındırır. 1789 devrimi, içinde devrimcilerin kellelerini uçuracak Milli Selamet Komitesini ve daha sonrasında devrimin bayrağını, Fransız milliyetçiliğinin işgalciliğinde kullanacak Napolyon diktatörlüğünü potansiyel olarak barındırıyordu. Ama sonradan bunlar oldu diye kimse 1789 devrimini suçlamadı. Ya da “bakın, gördünüz mü desteklediğiniz devrim nelere yol açtı” demedi. Ya da bunu diyenler sadece, devrimin devirdiği krallık taraftarlarıydı.

    1917 devrimi, çarı ve burjuvaziyi deviren büyük bir toplumsal devrimdi. Fakat ne yazık ki, bu devrim de içinde kendini yok edecek unsurları barındırıyordu. Savaş komünizmindeki, köylülere kan kusturan ürünlere el koyma müfrezeleri, hem devrimin hem de devrimin bastırılmasının ürünüydü; milyonları ölüme gönderen Stalinist diktatörlük de öyle. Devrimden sonraki yirmi yıl içinde bütün olup bitenlerden dolayı bizzat 1917 devrimini suçlayanlar, sadece Çarlık rejiminin kalıntısı karşıdevrimci Beyaz Muhafızlardı. Oysa bu olup bitenler, karşıdevrimcilerden çok daha fazla devrimi ve devrimcileri yok etmişti. Yani devrimcileri, kendilerini yok eden devrim sonrası karşıdevrimci uygulamalar nedeniyle suçlamak büyük haksızlıktı ve son derece saçmaydı.

    Daha yakın zamanlara gelelim.

    Büyük bir halk ayaklanmasına dayanan 1979 İran devrimi, Şahın diktatörlüğünü yerle bir etti. Bu devrim de içinde kendini yok edecek karşıdevrimci güçleri barındırıyordu. Nitekim devrimden hemen sonra mollalar diktatörlüğü kuruldu ve en önce devrimcileri duvarın önüne dizdi. Bu böyle oldu diye 1979 İran devrimini, yıkılan ve ülke dışına kaçan Şah yanlılarıyla birlikte suçlamak mı gerekiyordu? Ya da mollaların yaptıklarından dolayı 1979 devrimini mi suçlayacaktık? Mollaların duruma hâkim olması ihtimali var diye İran’daki ayaklanmanın dışında mı kalınacak, dolayısıyla objektif olarak Şah’ın yanında mı yer alınacaktı? Aynı şeyleri, Romanya’da Çavuşesku diktatörlüğüne son veren 1989 Romanya devrimi ve sonrasıyla ilgili olarak da söyleyebilirim.

    Mısır’da bundan birkaç yıl önce halk, Mübarek diktatörlüğüne karşı ayaklandı ve sonunda Mübarek’i devirdi. Fakat bunun ardından Mısır’da ordunun ve İhvan’ın ortak diktatörlüğü kuruldu. Halk, bu sefer İhvan diktatörlüğüne karşı ayaklandı. Rejimin tehlikeye girdiğini gören ordu, ortağı İhvan’ı deviren bir darbe yaptı ve Mübarek diktatörlüğünü aratacak ölçüde bir idam rejimini yürürlüğe koydu. Bu böyle oldu diye, Mübarek’e ve İhvan’a karşı ayaklanmamak gerekirdi mi demeliyiz? Ya da bugünkü idam rejimine bakıp bu ayaklanmaların yanlış olduğunu mu söylemeliyiz? Veya bugünkü idamlardan dolayı, Tahrir Meydanı mı suçlanmalıdır? “Bakın, sizin ayaklanmalarınız sayesinde iktidara gelenler neler yapıyor? ‘Sizinkiler’ bakın insanları nasıl ölüme mahkûm ediyor” mu demek gerekiyor? Unutulmamalıdır ki, Mısır’daki bugünkü ordu diktatörlüğü, geçmişteki ayaklanmaların en büyük düşmanıdır ve bastırdıkları, en başka devrimin kendisidir.

    Son örneği de Gezi’den vereyim. Gezi de diktatörlüğe karşı büyük bir devrimci ayaklanmaydı. Bu ayaklanma da pür değildi, doğal olarak. Diktatörü yıkacak olsaydı, içinde, bizzat kendini ezecek ve hatta yıktığı diktatörü aratacak unsurları barındırıyordu: Ulusalcıları, aşırı ulusalcıları (Türk Solu) ve hatta bir kısım MHP’liyi. Ama buna rağmen, içinde böyle güçlü bir kanat var diye, Gezi mücadelesine omuz vermemezlik etmedik.

    Belki de bu kadar örnek yeterlidir. Ukrayna’da halk, şıp demiş bizim diktatörün burnundan düşmüş Yanukoviç diktatörlüğüne karşı ayaklandı ve keskin nişancıların mermilerinin üzerine kahramanca yürüyerek ve çok sayıda ölü vererek diktatörü devirdi. Bu ayaklanmada elbette sağcı unsurların (İran’da molların olduğu gibi) önemli bir ağırlığı vardı. Fakat bu gerçek, bizi diktatörlüğü devirme mücadelesinden alıkoymamalıydı. Alıkoysa ne olacaktı? O zaman ya ayaklanma yenilecek ya da ayaklanmada sağcıların ağırlığı daha da artacaktı ve iki alternatif de kötüydü (Gerçi, ulusalcı arkadaşların Yanukoviç yanlısı olduğu açıktır). Peki, diktatör yıkıldı da ne oldu? Diğer devrimlerin birçoğunda olduğu gibi, devrim karşıtı unsurlar, sağcılar yine duruma hâkim oldu. Bu elbette olumsuz bir durumdur. Ama devrim durduğu yerde durmaz ya da tamamen sönümlenip gitmez. Sağcıların azgınlıkları ve karşıdevrimci eylemleri, ayaklanmayla diktatörleri devirmenin tadına ve kendi gücünün farkına varmış insanları bir kere bir kere daha ayağa kaldıracaktır.

    Bugün Ukrayna’da manzara şudur: Halk devrimi geri çekilmiş ve Ukrayna’nın batısında, geriye, batı yanlısı sağcı güçler bırakmıştır ve bizzat bu sağcı güçler artık devrimin düşmanı ve bastırıcısıdır. Karşılarında, Ukrayna’nın doğusunda yoğunlaşmış, Rusya’dan fiili destek alan Rus yanlısı güçler vardır ve bunlar da rakipleri Ukrayna milliyetçileri kadar karşıdevrimcidirler. Artık Ukrayna, iki emperyalist kampın, belki de yeni bir dünya savaşına yol açacak bir savaş alanına dönüşmüş durumdadır. Bu durumda devrim her iki emperyalist kampı da hedef alır.

    Dolayısıyla, Ukraynalı sağcılar, yaşanan genel vahşet ortamında, ister Rus yanlısı olsun, ister başka bir şey yanlısı, emekçi insanları bir sendikada sıkıştırıp yaktıkları zaman buna en temelden ve en yürekten karşı çıkanlar devrim yanlıları olacaktır.

    Bu yazıyı, bu iki kamptan birinde, Rusya kampında yer alan ve bana demagojik dokundurmalarda bulunan ulusalcı arkadaşların gerçek duruşumu ve bakışımı anlamaları ve demagojilerinden vazgeçmeleri dileğiyle kaleme aldım.

    Gün Zileli

    6 Mayıs 2014

    http://www.gunzileli.com

    gunzileli@hotmail.com

    Read more: http://www.gunzileli.com/2014/05/06/ukrayna-meselesi-ve-devrim/#ixzz4egu9AecW

  74. “düzgün konuşmaya çalışıyorum ama haddini aşıyorsun.”

    Duzgun konusmaga calismak gayretinizi takdir ettim.

    Haddimi astigim konusunda ise pek isabetli degilsiniz malesef.

    “Kimseyi sömürdüğüm falan yok.”

    Dogrudan dogruya somuruyorsunuz demedim. Baskalari vergilerini (az cok) oderken, geliriniz oldugu halde, siz hic odemiyorsaniz, kucuk capli da olsa onlarin katkilarini somurdugunuzu soyleyebiliriz.

    Sizin bundan alinmaniz da, aslinda, iyi bir seydir. Farkinda oldugunuza isaret eder.

    “Ben devletle bütün bağlarımı koparmaya çalışan bir insanım,”

    Gayretlerinizi takdir ediyorum. Ama, sehirde yasiyorsaniz, bunun pek de mumkun olmadigini biliyorsunuzdur. Dagda, bir magaranin kovugunda yasasaniz; belki.

    “boykotçu halimle bile emin ol ki aldığım hizmetten fazla vergi ödüyorum.”

    Aldiginiz hizmetin fiyatini da siz biciyorsunuzdur, muhakkak.

    “Allah Allah, yolu yok demek. O halde iki senedir yurtdışına hiç gitmediğim ve banka hesabımda hiçbir hareket olmadığı halde nasıl yurtdışından kazandığım parayla yaşayabiliyorum acaba?”

    Illa sizin gitmeniz sarttir anlaminda soylediysem, yanlis ifade etmisim. Kurye araciligi ile de getirilebilir. Onun haricinde, BitCoin ve turevleri de var; ama, ben guvenir miyim; hayir.

    Neyse.. banka hesabinizda hic hareket yoksa; ne adiniza kesilmis, ne de sizin kestiginiz fatura da sozkonusu ise; sevkiyat kayitlariniz da (nasil oluyorsa) kayit-disi ise, sorun yok demektir.

    “Tedbirli olursanız riski de oldukça düşük.”

    Ben de, zaten, tedbirli olmak gerektigini vurguluyorum.

    Radara takilmazsaniz, dikkat cekmezseniz, bir omur de surdurebilirsiniz.

    Hatta, bir cok kuyumcunun pekala yapabildigi gibi, yesil kart bile alir, saglik hizmetlerine de pek para harcamayabilirsiniz.

    “Sıfır değil evet ama dikta rejiminde muhalif olmanın dikensiz gül bahçesi olduğunu kimse söylemedi.”

    Dikta ya da degil, her devlet vergi almak konusunda cok ciddidir. Ne kadar becerebildikleri ise, ayri mesele.

    “Hak kavramından anladığımız şey farklı demek ki. Şaşırmadım açıkçası.”

    ‘Hak kavrami’ dediginiz sey subjektif degil. Her ulkenin hukugunda –lafzen degilse bile, ruhen– tanimlanmis bir seydir bu.

    Denemek isterseniz, bir otobus firmasina mesela, ‘seyahat hakkim var’ diye bir gidin bakalim.

    Sasiracaksiniz, belki, ama bedelini almadan size bilet filan vermeyeceklerdir. Cunku, o sizin dediginiz ‘seyahat ozgurlugu’dur ve her ozgurluk gibi bir bedeli vardir.

    Bedelini odemeksizin ozgurluk kullanmak demek, baskasinin odemesi anlamina gelir. Vergi verMEmek gibidir.

    Romantik anarsistlerimiz (ve bir kesim Islamcilarimiz) bunu gozardi eder; sonra da suret-i haktanmiscasina ovunerek soylerler.

  75. Düzen savunucusu Necipgiller bir açıklama yapmış. Referandum sonuçlarının tartışılmasından, meşruiyetinin sorgulanmasından rahatsız olmuşlar:
    http://www.hurriyet.com.tr/izmir-is-dunyasi-artik-ekonomi-konusulsun-diy-40429516

  76. marxist argüman

    necip ve mistifikasyon

    necip’in 29 nolu yorumundan alinti:

    “Ben, kac gun once buraya yazdigimda, bu referandumun bir ‘devlet karari’ oldugunu dusundugumu yazmistim. Hala daha da oyle oldugunu dusunuyorum.

    Nitekim, surada [ http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/siyaset/722923/CHP_den_YSK_ye_cagri__Ya_hileyi_duzeltin_ya_da_iptal_edin.html ] CHP Baskan Yardimcisi Bulent Tezcan da benzer seyler soyluyor.

    Evet, devletin tüm imkanlarının sımarıkça kullandığı, hayır ise milletin tüm yoklukları içerisinde mükevazi bir biçimde yürüttüğü kampanyaydı ve bu kampanyanın sonunda Türkiye’nin yarısı hayır dedi. Kamu vicdanında devletin evet kampanyasına karşı, milletin hayır kampanyası kazanmıştır.”

    mistifikasyon, bir $eyin anla$ilmasini gücle$tirme, bir $eye esrarengiz, gizemli bir hava vermek anlamina geliyor.

    necip’in olaylara baki$ ve aciklamalarina bu mistifikasyon mantigi damgasini vuruyor.

    1. ba$kanlik sistemi iktidarda ki islami rejimin projesi. bu projeyi referanduma sunma talebi de yine iktidar tarafindan yapildi ve uygulandi.
    bundan, türkiyede, necip di$inda ku$kusu olan ikinci bir insan daha var mi, bilmiyorum.

    akp iktidari bu ba$kanlik sitemi ile ve degi$tirdigi anayasa maddeleri ile neyi amacliyor, bunu akp’nin secim kampanyasinda ki argümanlarina bakarak anlamak zor degil.

    fakat bizim neco kül yutmaz biri oldugu icin, akp’nin ve erdogan’nin “biz bu ba$kanlik sistemini $u sebeplerden dolayi getirmek istiyoruz, gerekcelerimiz $unlardir” $eklinde ki sayisiz aciklamalarini dikkate almiyor, almak istemiyor.

    2. necip’in ima ettigi gibi iktidarin üstünde ba$ka bir devlet yapisi, kimsenin bilmedigi, kimsenin aklinin ermedigi ve de aklinin eremeyecegi bir “derin devlet” ya da “paralelel devlet” yok.

    eskiden bir derin devletin varligindan söz edilirdi. bununla kastedilen de kemalist generallerin/milli güvenlik kurulunun askeri devletiydi.

    akp hükümeti, kendini devletin asil sahibi ve koruyucusu olarak gören bu askeri yapiyi, kemalist orduyu kismen tasviye ederek/budayarak kendi kontrolü altina aldi.

    bilindigi gibi akp’nin devlete ve orduya ayar verme, budama, restorasyon faaliyetleri son hizla devam ediyor.
    ba$kanlik sistemini ve referandumu da bu cercevede dü$ünmek lazim.

    3. chp baskan yardimcisi bülent tezcan’in söylediginden necip’in tez’ini destekleyecek hic bir veri yok.
    necip, b. tezcan’in söyledikleri icinde sadece “devlet” sözcügünü algilami$ ve “aha, aradigim kaniti buldum” diye dü$ünmü$.

    oysa, b. tezcan acik ve anla$ilir konu$mu$: b. tezcan, necip gibi esrarengiz ve gizemli bir derin devlet yapisindan bahsetmiyor; $unu diyor: akp, iktidarda olmanin avantajini kullanarak, devletin imkanlarini, referandum kampanyasinda sonuna kadar kullandi, diyor.

    tabii tezcan’a sormak lazim: sen ne bekliyordun ki?

    diger yandan tezcan’in: bütün bunlara ragmen bu kadar hayir cikti, bunu göz önünde bulundurursak, “hayir” cephesi ba$arilidir, demek istedigini anlamak zor degil.

  77. marxist argüman

    “Son örneği de Gezi’den vereyim. Gezi de diktatörlüğe karşı büyük bir devrimci ayaklanmaydı.”

    yukarda ki cümle sizin adi gecen yazinizda var ve ben alinti derken de bu cümleyi kast ediyorum, bundan dolayi da bu cümleyi tirnak icine aldim.

    gezi parki isyancilarinin taleplerini ise internetten alinti yaptim.

    sizin”bu satirlar” dediginiz en a$agida ki paragraf, gezi parki isyancilarinin taleplerinden alinma. ben de orda zaten gezi parki isyancilarinin talepleri oldugunu belirtmi$im, ve ona göre ele$tirmi$im.

    gezi parki isyancilarinin taleplerini tek blok halinde alinti yapmadigim icin belli ki siz kari$tirdiniz ve hemen damgayi vurdunuz: “ückagitcilik”

  78. “Diş çekmeyi dişçiden iyi bildiğini zannediyor olman komik.”

    Benim o yazdiklarimi yazisim, malumatfurusuluk etmek ya da ukalalik degildi. Bemzer bir tecrubem oldugundan, belki istifade edersiniz diye yazdim.

    Arkaplani soyledir:

    Yirmi seneden fazla bir zaman once, ABD’de 3-4 kisilik bir arkadas grubu bir araya geldik ve bir yazilim peydahladik. Bunu Internet uzerinden pazarladik. Bir ihtisas yazilimi oldugu icin, ‘cok satan’ degildi; ama, birim fiyati yuksekti.

    Internet uzerinden satislarda satis vergisi (sales tax) olmadigi icin, bir de ben ABD vatandasi olmadigim (orada yerlesik de olmadigim) icin, benim payima dusen hasilatin neredeyse tamami ‘net’ benim ABD disindaki (off-shore degil; cunku onlara itimat etmem) hesabima yatiriliyordu. Ben de, borsada yeterince saglam ve karli gordugum hisselere yatiriyordum.

    Iyi de, gel zaman git zaman, 20+ senede o hesapta epeyi para birikti. ‘Nasil yapsam?’ diye dusunurken, bir gun, bankanin ‘Compliance’ departmanindan, Turkiye ile kendi devletlerinin yaptigi anlasma yuzunden artik benim hesabimin detaylarini TC Maliyesine bildireceklerini soylediler. ‘Nasil yapsam?’ sorusu acillesti, tabii ki.

    Neyse ki, kisa bir zaman sonra, ‘Varlik barisi’ diye birsey cikardilar ve devlete yuzde 5 harac verip TC’ye getirdim. O gun bugundur de, pasa pasa her kurusunun vergisini veriyorum cunku kedi-fare oynamaktan gina geldi.

    O surec icinde, ben de bircok alternatifi gozden gecirdim. Mali musavirlere filan sordum ettim. Bir suru sey mumkundu ama hic birisi su gecirmez degildi.

    ‘Death and taxes are inevitable’ lafi dogruymus. Kacis yok.

  79. Gün abinin eline sağlık.
    Yukarıda Necip diye muhalefete muhalefet bir hesap makinesi dahisi, evet hayır farkı oy sayısını sandık sayısına bölüp yuvarlak hesap 8 demiş. 8 oy lazımmış.
    Belki yazılmış, kusura bakayım okuyamadım tüm yorumları ama;
    bir sepetten öbür sepete yumurta geçerken farkı ikiye bölersin vicdansız Necip.
    Üç dört yazdı diye canın sıkılmış. 7.9’u böl bakayım bir ikiye…

  80. “ba$kanlik sistemi iktidarda ki islami rejimin projesi. bu projeyi referanduma sunma talebi de yine iktidar tarafindan yapildi ve uygulandi.”

    Benim yazdiklarimi, keske, bir de ‘acaba oyle de olabilir mi?’ gozuyle okusaydiniz.

    “bundan, türkiyede, necip di$inda ku$kusu olan ikinci bir insan daha var mi, bilmiyorum.”

    ‘Bilmiyorum’ diye bitirdiginiz bir konuda, ne kadar da keskin konusuyorsunuz boyle.

    Bravo.

    “necip’in ima ettigi gibi iktidarin üstünde ba$ka bir devlet yapisi, kimsenin bilmedigi, kimsenin aklinin ermedigi ve de aklinin eremeyecegi bir “derin devlet” ya da “paralelel devlet” yok.”

    Bu yapilar her yerde vardir.

    Sizin ‘iktidar’ dediginiz sey, esasen, bir tur sirketin gunluk yonetimi ile mesgul olan taifedir. Bildigimiz ‘management’ yani. CEO’su basbakan (ya da, yakinda, Cumhurbaskani), YK’si bakanlar filan. 3-5 senede bir de degisirler genelde. Bunlar vitrindekilerdir.

    Bir de, geri planda, –sirket benzetmesine devam edecek olursak– ‘genel kurul’a katilmak hakki olan ortaklar vardir.

    Her vatandas, nufus kagidi uzerinden, hissedar sayilsa dahi, ‘genel kurul’a katilmak imtiyazi olanlar farklidir –‘imtiyazli hisse’ yani.

    ‘Genel kurul’a katilmak hakki olan ortaklara ‘vasi’ de diyebiliriz; cunku onlarin olusturdugu ‘genel kurul’a ‘vesayet’ diyoruz.

    Bugunlerde dillerden dusmeyen ve kaldirilmasi raddelerine gelinmis olan ‘vesayet’ ‘Balkan Oligarsisi’ninkidir.

    ‘Balkan Oligarsisi’nin Abbas yolcu oldugu kanatindeyim; ama, bu, butun ‘vesayet’lerin kaldirilacagi anlamina gelmez.

    Zaten mumkun de degildir. Sadece eski ‘vasi’ler gidecek, yerine baska ‘vasi’ler gelecektir. O bakimdan, bir bosluk olmayacak yani –merak/endise buyurmayiniz 😉

    Eski ‘vesayet’in muttefiklerinin kim oldugu, mucadelenin sertlesmege basladigi bu gunlerde iyi-kotu belli oluyor: Kita Avrupasindaki birkac ulke.

    Ne kadar demokrasi asigi kesiliverdiler bu surec boyunca.. Degil mi?

    AB’ye almamak icin her turlu taklayi attiklari Turkiye’yi ne kadar seviyor ne kadar da dusunuyorlarmis.. gozleri yasariyor insanin…

    Peki, yeni ‘vesayet’in ortaklari kim, sizce?

    Dikkat ettiniz mi hic: ABD ve Rusya daha sonuclar kesinlesmeden tebrik mesajlari gonderdiler –ardindan, diplomatik nezaketsizlik etmis olmamak icin, ‘bu onayliyoruz anlamina gelmez’ lafini da ekleyerek tabii ki.

    Peki.. sizce, ABD’nin ve Rusya’nin (ayri ayri) ilgili cenahlari ile bu konu onceden hic konusulmamis midir?

    ‘Konusulmamistir!’ diyorsaniz, benim dha soyleyecegim bir sey yok. ‘Turkiye bagimsiz bir ulkedir ve her turlu kararini kendisi alir ve uygular’ der ve uykuya dalarim.

  81. arkadaş, o yaptığın alıntıyı ben bile son cümleye gelinceye kadar kendi yazımdan bir alıntı sanarak okudum, ancak son cümleye gelince bu benim yazım değil dedim ve yazının aslına baktım. Neden böyle yollara başvuruyorsun ki. Aynı şeyi şöyle de ifade edebilirdin: Benden alıntıyı verdikten sonra, “Zileli böyle diyor madem, bir de gezicilerin kendilerini nasıl tanımladıklarına bakalım” derdin ve ardından da bana sorardın: “Zileli, siz Gezi’yi pek övüyorsunuz ama bakın geziciler yukarıda devleti nasıl tanımlamışlar. Bu satırlara ne diyorsunuz?” Dürüst tartışmayı ne zaman öğreneceksiniz?

  82. “bir sepetten öbür sepete yumurta geçerken farkı ikiye bölersin”

    Yumurtacilik bile yapmamissiniz anlasilan.

    Bir sepette beyaz, diger sepette de kahverengi yumurtaniz olsun.

    Beyaz yumurtalar kahverengi olanlardan 10 tane fazla olsun.

    Baslayalim.

    Beyaz yumurtalardan 5 tanesini alip kahverengi sepetine ekleyemezsiniz; cunku onlar ‘beyaz’ –sayilmis ve o sepete konmus.

    Tek cozum, o 10 adet beyaz yumurtayi iptal etmektir. Yani, sepetten cikarip cope atmak.

    Bunu boyle yapmazsaniz, siz –alenen– hile yapmis olursunuz.

    Tevekkeli degil, ulke olarak, PISA listesinde yerlerde surunuyoruz.

  83. CHP’den son dakika referandum çıkışı

    CHP Sözcüsü Selin Sayek Böke, canlı yayında referandumla ilgili açıklamalarda bulundu. ”İlan edilen bu referandumun sonucunu tanımıyoruz” diyen Böke, ”Bunun için demokratik tüm haklarımızı kullanacağımızdan şüpheniz olmasın. Her türlü deyince Meclis’ten çekilmekten de çalışmaya devam etmek de buna girer” ifadelerini kullandı.
    Selin Sayek Böke, şunları söyledi:

    ”BU REFERANDUMUN SONUCUNU TANIMIYORUZ”

    ”Çalınmış olan milletin iradesidir. Hileyle, alel acele yapılan balkon konuşmalarıyla algı operasyonu yönetilmektedir. İlan edilen bu referandumun sonucunu tanımıyoruz tanımayacağız da…

    TEKRAR EDİLMELİ

    Bu referandum tekrar edilmelidir. Biz olmayan bir anayasa varmış gibi davranmayacağız. Oldu bittilere boyun eğmeyeceğiz.

    MECLİS’TEN ÇEKİLMEK DE ÇALIŞMAYA DEVAM ETMEK DE…

    Bunun için demokratik tüm haklarımızı kullanacağımızdan şüpheniz olmasın. Her türlü deyince Meclis’ten çekilmekten de çalışmaya devam etmek de buna girer.
    Türkiye yıllardır seçim yapıyor. İlk defa bir seçimin meşruiyeti hem ulusal hem uluslararası düzeyde şaibeli hale geldi. Bunu Türkiye’ye yaşatmaya kimsenin hakkı yok. AGİT gözlemcileri Türkiye’nin davetiyle geldi. Siz bunlara ‘Haddini bil’ diye söylediğinizde suçu kabul ettiğiniz anlama geliyor. Kimseye had bildirmeye değil Türkiye’de demokrasiyi yükseltmeye ihtiyacımız var.

    KARŞIMIZDAKİLERDE BUNU BİR MAÇ OLARAK GÖREN ANLAYIŞ VAR

    Bizler meselenin Türkiye meselesi olduğunu her yerde anlattık. Oysa karşımızdakilerde bunu bir maç olarak gören anlayış var. Sayın Cumhurbaşkanı’nın kullandığı cümleler bunu Türkiye meselesi olarak değil siyasi bir mesele olarak gördüğü ortadadır.”

  84. Hülagü Özalp

    “Sizin bundan alinmaniz da, aslinda, iyi bir seydir. Farkinda oldugunuza isaret eder.”

    Hiçbir şeye alındığım yok, birilerini sömürdüğüme dair iftira attın, ben de öyle olmadığına dair açıklama yaptım. Hala da arkasındayım. Ben sana ya da başkasına kendi ahlaki duruşumu dayatmıyorum, sen de milletin ahlakını tepeden bakarak yargılayacağına kendininkiyle ilgilen.

  85. Referandum Sonucu Gayrimeşrudur! Mücadeleye Devam!
    Marksist Tutum

    Muhalif tüm kesimlerin ağır bir baskı altında tutulduğu, parti liderlerinin ve kadrolarının hapse atıldığı, Kürt illerinde açık devlet terörünün uygulandığı, yüz binlerce insanın yerinden edildiği, muhalif medyanın kısıtlı bir alana hapsedildiği, devlet olanaklarının inanılmaz bir savurganlık ve hoyratlıkla evet oyu lehine kullanıldığı şartlarda ortaya çıkan bu sonuç kesinlikle şaibeli bir sonuçtur, meşruiyeti yoktur.

    Olağanüstü hâl şartları altında, korkutma, tehdit, şantaj, sindirme, karalama, iftira, küfür, yalan, çarpıtma, manipülasyon terörünün estirildiği, rüşvet ve ulufenin bol keseden dağıtıldığı bir kampanya sürecinin ardından yapılan referandumda, hilenin ve açık kanun ihlallerinin de devreye sokulmasıyla, gayriresmi sonuçlara göre %51 evet, %49 hayır oyu çıkmış görünmektedir. Başta Kürt siyaseti olmak üzere, muhalif tüm kesimlerin ağır bir baskı altında tutulduğu, parti liderlerinin ve kadrolarının hapse atıldığı, Kürt illerinde açık devlet terörünün uygulandığı, yüz binlerce insanın yerinden edildiği, muhalif medyanın kısıtlı bir alana hapsedildiği, devlet olanaklarının inanılmaz bir savurganlık ve hoyratlıkla evet oyu lehine kullanıldığı şartlarda ortaya çıkan bu sonuç kesinlikle şaibeli bir sonuçtur, meşruiyeti yoktur.
    Sandıklar kapanır kapanmaz YSK’daki AKP’li üyenin isteği üzerine mühürsüz pusula ve zarfların da geçerli sayılacağının açıklanması gerçek sonucun farklı olduğuna dair güçlü bir işarettir. Böylesi bir referandum sonucu üzerine bina edilecek bir yeni rejimin geniş kitlelerin gözünde de meşruiyeti olmayacaktır. Gerçek şu ki, toplum içinde totaliter tek adam rejimine karşı büyük direnç vardır ve hem bu rejimi istemeyenlerin gerçek sayısı hem de oylamadaki hayır oylarının gerçek sayısı yarıdan çoktur. Tüm baskı, şiddet, yalan, dolan, hileye rağmen elde edebildikleri sonuç ancak yarı-yarıyadır. Bunun anlamı, sadece bu görüntü veri alınacak olsa bile, her iki kişiden birinin bu rejimi istemediğidir. Anayasal düzeydeki değişiklikler için mecliste basit çoğunluk değil nitelikli çoğunluk arandığı düşünülecek olursa, bu sonucun bir rejim değişikliğine asla meşruiyet temeli sağlamayacağı açıktır.
    Tüm baskılara, hile ve usulsüzlüklere rağmen, Bursa hariç en büyük 6 ilde hayır oyu çıkmıştır. Büyükşehir statüsündeki en büyük 30 ilin 17’si hayır demiştir. AKP’nin yıllardır hep önde geldiği ve övündüğü en büyük iki il olan İstanbul ve Ankara’daki hayır oyları da İzmir, Antalya, Adana’nın yanı sıra üstün gelmiştir. Modern işçi sınıfının asıl mekânı olan bu illeri içeren Marmara bölgesi, Ege bölgesi, Akdeniz bölgesi bu rejim değişikliğini reddetmiştir.
    Kürt illerindeki sonuç, referandum sürecinin baskıcı, anti-demokratik karakterinin gerçek bir aynasıdır. Yüz binlerce insanın evleri yakılıp yıkıldı, siyasi temsilcileri hapislere atıldı. Kürt halkına siyasi alanda yön verecek, onları örgütlendirecek, legal siyasi çalışmayı yürütecek örgütleri büyük oranda çalışma yapamaz hale getirildi. Böylece Kürt halkı referanduma eli kolu bağlı olarak girmek zorunda bırakıldı. Öte yandan devlet baskısı ve terörü altında, halkın bir bölümü de satın alınmaya çalışıldı. Bunların üstüne, silahların gölgesi altında sandık güvenliği olmaksızın oylama kotarıldı, sandık mahalleri değiştirildi, HDP’nin bazı sandık görevlileri gözaltına alındı, müşahitler seçim salonlarına sokulmadı, bazı Kürt köyleri “hayır çıkarsa siz bilirsiniz” diye tehdit edildi. Tüm bunların sonunda Kürt illerinde AKP cephesi ortalama 10 puan daha yüksek oy aldı. Erdoğan’ın savaş yürüttüğü ve abluka altına aldığı Kürt illerinde elde ettiği bu 10 puanlık artış şaibelidir.
    Oylama sonucunun meşruiyet zaafı anlamına geldiğinin gayet bilincinde olan Erdoğan, tam da bu nedenle kalabalığa yaptığı daha ilk konuşmada, meşruiyet tartışmalarını ve soru işaretlerini bastırmak için “Atı alan Üsküdar’ı geçti” demiş ve hemen idam meselesini gündeme getirmiştir. Hiç kuşkusuz idam sorunu bu zaafı giderme yolunda yapılacak girişimlerin tek örneği olmayacaktır.
    Referandum sonucu doğan durum ne Erdoğan cephesi için bir zaferdir, ne de ilerici hayır güçleri açısından bir hezimet ya da bir yenilgidir. Başta Erdoğan’ın kendisi olmak üzere taraftarlarının hiç de zafer coşkunluğunu yansıtmayan yüzleri çok şey anlatmaktadır. Öte yandan hayır cephesi de bir yenilgi ve ümitsizlik ruh hali içinde değildir. Mevcut durum, meşruiyet krizini de içeren bir siyasi krizdir. Önümüzdeki günler bu siyasi krizin boyutlarının belirginleşmesini sağlayacaktır.
    Erdoğan ve şürekası evet oylarının yüzde 50’ler düzeyine çıkarılmasının hiç de coşku ve ikna temelinde olmadığının, tabanda ciddi bir hoşnutsuzluğun birikmekte olduğunun farkındadır. Bazı önemli AKP kaleleri yıkılmıştır. Evet oyu verenlerin de önemlice bir bölümü isteksizce ve şüpheyle vermiştir. Önümüzdeki dönemde, ekonomik krizin bastırılmış ve ertelenmiş sonuçları zincirlerinden boşanarak açığa çıkacaktır. İktidarın sermaye sahiplerine referandum gününe kadar kimseyi işten çıkarmamaları yönünde açık baskı uyguladığı biliniyor. Kıdem tazminatı hakkının ve kamu çalışanlarının iş güvencesinin ilk eldeki saldırı konuları olarak çoktan belirginleştiği de malûm. Gündeme gelecek yeni grevlerin yasaklanacak olması ve daha saymaya gerek olmayan nice saldırı, AKP’ye oy veren emekçi kitledeki hoşnutsuzluğu daha da arttıracaktır.
    Burada önemli nokta bu emekçi kitlelerin ne yazık ki bir alternatifsizlik sorunuyla yüz yüze olmalarıdır. Bu kitlelerin önemli bir bölümü kötünün iyisi saikiyle bir çıkışsızlık duygusu içinde oy vermektedirler. O nedenle örgütlü güçlerin önemi daha da artmaktadır. Önümüzdeki dönemin saldırıları ve çok boyutlu krizin çalkantıları karşısında örgütlü mücadele önemli rol oynama şansına sahiptir. İşin doğrusu bu referandumda da örgütlü sınıf güçleri tüm baskılara rağmen önemli ve başarılı bir çalışma yürüterek, sayısız işçinin oy yönelimini ve bakışını değiştirmiştir. Bu zemin, daha ötesi için umut ve azim kaynağıdır.
    Ekonomi cephesinin yanı sıra Erdoğan uluslararası alanda da bir sıkışmışlık içindedir. Erdoğan’ın eski ve yeni emperyalist müttefikleri de referandum sonuçlarını hemen kabul etmemiş, temkinli yaklaşmışlardır. Erdoğan’ın kitleye yaptığı ilk konuşmada uluslararası güçlere seslenerek referandum sonucunu kabul etmelerini talep etmesi boşuna değildir. Bölgedeki emperyalist savaş sürecinde Türkiye tam bir sıkışmışlık yaşamaktadır. ABD ve Batı’ya yaranamadığı gibi Rusya’ya da yaranamamaktadır. Referandum öncesi gibi milliyetçi kışkırtmalara ve hamasete pek ihtiyaç duyulan bir dönemde Fırat Kalkanı operasyonunun bitirildiğini ilan etmek zorunda kalmaları bu sıkışmanın hazin bir itirafı niteliğindedir. İşte bu çok boyutlu kriz ve sıkışmalar içinde Erdoğan’ın hızla gündem değiştirmeye ve yeni bir rüzgâr oluşturmaya ihtiyacı var.
    Bu krizin temelde iki yönlü eğilimler taşıdığını iyi kavramak gerekiyor. Bir yandan Erdoğan arzuladığı totaliter rejimi oturtmak için girişimlerini ilerletmeye çalışacak, bir yandan da dayandığı zeminin kayganlığı ve istikrarsızlığının doğuracağı sorunlar üzerinden yükselecek muhalefet dinamikleriyle yüz yüze kalacaktır. Devrimci işçi sınıfının mücadelesi açısından yılgınlığa, ümitsizliğe kapılmak için hiçbir neden yoktur, yeni bir mücadele süreci başlamıştır. Şüphesiz yeni şartların yeni zorlukları olacaktır. Erdoğan yeni rejimi oturtma yolunda demokratik hak ve özgürlükleri daha da bastıracaktır. Ancak bu tereyağından kıl çeker gibi rahat olmayacak, dirençlerle karşılaşacaktır.
    AKP ve Erdoğan’ın genel olarak bir gerileme sürecinde olduğu bu referandumla bir kez daha ortaya çıkmıştır. Türkiye’nin sanayileşen, modernleşen bölgelerinde AKP eskisi gibi at oynatamamaktadır, aksine AKP karşıtlığı ya da AKP’den hoşnutsuzluk artmaktadır. Referandumu kazanmışlık görüntüsüne rağmen, AKP’nin tarihsel eğrisindeki düşüş süreci aslında ilerlemektedir. Bu referandum söz konusu düşüşü teyit etmektedir. Kente akmış olan, ama sosyo-kültürel olarak henüz işçileşmemiş, kent kültürünü içselleştirmemiş kır ve taşra kökenli emekçi kitleler yavaş yavaş ve sancılı biçimde olsa da değişmektedir. Bu süreç çelişkilidir, ama genel yönü tartışmaya yer bırakmayacak ölçüde nettir. Emekçi kitleler deneye deneye, kafayı taşa vura vura öğrenmektedir. Devrimcilerin görevi bu süreci baltalayacak tutumlar değil, teşvik edecek ve ilerletecek tutumlar almak, bu doğrultuda bir hat izlemektir.
    Sonuç olarak, Erdoğan’ın temsil ettiği totalitarizmin zemini göründüğü kadar güçlü değildir, bu rejim hemen yarın yıkılıp gitmeyecektir, ama çok uzun yıllar da sürmeyecektir. İstikrar söylemiyle getirilmeye çalışılan ve AKP’ye oy verenlerin bir kesiminin de bu niyetle ama ancak kerhen destek verdiği bu rejim, hiçbir surette istikrar getirmeyecektir. Çok uzak olmayan bir gelecekte çözülme günü geldiğinde devrimci işçi sınıfının önünde önemli fırsatlar doğabilir. Marifet, bir yandan morali yüksek tutarak örgütlü mücadeleyi sürdürmek, bir yandan da o günlere hazırlanmaktır.
    http://marksist.net/node/5592

  86. marxist argüman

    43 nolu yorumu buraya aliyorum:

    “Zileli yi demokrasi, Bati tipi Demokrasiyi ABD AB degerlerini savunmakla suclayan Marxist arguman, tüm ideolojik yapisini argumanlarini Tamamen AB standartlarina uydurmus Kürt Hareketi (suriye ve turkiyede) ve onun pesine takilmis Turkiye `ML `soluna bir iki laf edersiniz sanirim.”

    birincisi, ben burda kimseyi suclamiyorum. peki ne yapiyorum: ele$tiriyorum

    dikkatini cekerim, suclamak ile ele$tirmek farkli $eylerdir.

    ikincisi, senin niyetin üzüm mü yemek bagciyi dövmek mi, biraz ku$kuluyum.

    ücüncüsü, zileli’nin “boykotculara son sesleni$” yazisinin altina senin ML (marxist leninist) $eklinde tarif ettigin sosyalistlerden “halkin günlügü” dergisinin secimlerde/referandumda oy kullanma tavrini ele$tiren iki yorum yazdim.

    “anonim” mahlasini kullansan da, senin daha önce yazdigin yorumlari biliyorum.

    sen, sürekli olarak suriyede ki kürt ulusal hareketinin/ypg’nin ABD ile i$birligi yapmasini ele$tiriyorsun. bunu yaparken de hic tereddüt etmeden esad rejiminden yana tavir koyuyorsun.
    bunu da burda “devrimcilik” olarak sunmaya cali$iyorsun.

    1. kürtlerin, ya da $öyle ifade edeyim anadili kürtce olan insanlarin sirf etnik kimliklerinden ve kültürel taleplerinden dolayi türkiye, iran, irak’in yanisira suriye’de de ugradiklari baski ve katliamlari sen de en az benim kadar bilirsin.

    suriye arap cumhuriyeti kuruldugundan beri ikinci sinif vatanda$ muamelesi gören kürtler, ortadoguda kürtlerin asimilasyon ve katliami üzerine kurulmu$ anti-kürt statükonun catlamasini firsat bilerek mümkünse bir otonomi/federasyon gibi bir statü elde etmeye cali$iyorlar.
    bunun icin de kim kendilerine yardim ederse, onunla cikara dayali i$birligi yapiyorlar.
    yerine göre rusya ile de yapiyorlar. bunu sen de biliyorsun.

    fakat sen ABD’yi $eytanla$tirmissin, buna kar$ilik esad rejimini de acikca savunuyorsun ve kürtleri ABD ile i$birligi yaptigi icin ele$tiriyorsun.

    peki sen kürt ulusal hareketinden ne bekliyorsun, kürtlere ne tavsiye edersin?

    belli ki sen kürtlerden $unu bekliyorsun: kendilerini yillarca ezen, asimile eden, a$agilayan, katliamdan gecieren türk, arap, fars ulus devletlerinin yaninda; türk, arap, fars milliyetcileriyle beraber ABD’ye kar$i sava$sinlar, öyle mi?

    kürtlerin hak hukukunun senin umrunda olmadigi acik.

    sen, devrimci duygularini tatmin pe$indesin.
    anti-amerikanciligin devrimciligin tek kistasi/ölcüsü oldugunu sana kim söyledi?

    iran molla rejimide anti-amerikanci. sunni cihatci i$id örgütüde anti-amerikanci, hatta i$id örgütü $u anad yedi düvele kar$i sava$iyor.
    bizim marxistler olarak $imdi bu i$id’ci cihatcilari ve sayisiz sosyalisti katletmi$ iran molla rejimini ABD’ye kar$i desteklememiz mi lazim?

    komünist düsmani iki devlet, iki rejim arasinda taraf olmak, -zayiftan yana- tercih yapmak zorunda miyim?

    senin anti-amerikanci devrimciligin perincek/aydinlik grubunun devrimciligi ile ayni kategoriye giriyor:

    birincisi, sen, genel olarak “milliyetcilik/ulusalcilik” fikrini ele$tirmiyorsun, yanli$ligini te$hir etmiyorsun.

    ikincisi, kürtlere kar$i egemen ulus milliyetciligi olan arap/baas, türk, fars milliyetciligini ele$tirmiyorsun, tersine destekliyorsun.

    kendisine ML diyen sosyalist gruplarin kürt ulusal hareketi ile i$birligine gelince:
    evet, yanli$tir, savunulacak bir tarafi yoktur, sosyalizm davasina hizmet etmez.
    fakat bir$eyi yargilayip mahkum etmek yetmez, yanli$ligin kaynagini da aydinlatip anlamak lazim ki ayni yanli$ tekrar tekrar yapilmasin:

    türkiyeli sosyalistlerin kürt ulusal hareketi ile ortak hareket etmesinde rol oynayan etkenler:

    1. pragmatist/faydaci yakla$im: birbirinden kar$ilikli faydalanma. buna bir ce$it muhtaclik/dayani$ma/yardimla$ma ili$kisi de diyebiliriz.

    2. sosyalistlerin benimsedigi ve benim $ahsen yanli$ buldugum $u dü$ünce: ulusal hareketleri, ezilen ulus milliyetciligini ezen ulus milliyetciligine kar$i desteklemek, sahiplenmek, taraf olmak her sosyalistin görevidir.

  87. marxist argüman

    sayin zileli,
    “dikkatsizlikten fark etmemi$im” deyip hatanizi kabul edeceginize, yazdiklarimda kötü niyet, ückagitcilik aramaya devam ediyorsunuz.

    “$imdi gezi parki isyancilarinin taleplerine bakalim” diye yazmi$im ve sonra da bu talepleri siralami$im.
    o talep listesinin sizin yazinizla alakasi olmadigi, o listenin gezi parki isyancilarinin talepleri oldugu apacik ortada degil mi?

    yazdiklarimda “manipülasyon” aramakla ne kadar abartili bir “ku$kucu” davrani$ icinde oldugunuzu farkinda misiniz?

    site sizin siteniz, benim size ele$tirilerimi yayinlayip yayinlamamak sizin bileceginiz bir$ey.
    fakat yazdiklarimda “ückagitcilik/manipülasyon” aramaniz son derece tuhaf bir baki$ acisi.

  88. Tepeden inmeci, yukarıdan dayatmacı, kibirli, hoyrat argümanlar.

    Hayat hep düz çizgi izlemez. Toplumsal mücadele de hep birilerinin kafasındaki modele uygun biçimde gelişmez.

  89. Sevgili sözel dahisi ukala necip beyefendi hazretleri,

    Yukarıda Zileli’nin yazdığı yazıdan anlaşılan: Kahverengi yumurtanın hokus pokus ile beyaz eylendiğidir. Zileli’nin yazdığı yazının yorum kısmında sanırım bu yazıya dair konuşuyoruzdur.

    Buradaki iddia üzerine Pisa listesini filan bir kenara koyup, ufacık düşünüver.

    Varsayalım 15 kahverengi, 10 beyaz yumurta var. yani fark kaç: 5.
    Toplam yumurta kaç: 25.
    Adamlar yumurta sayısını değiştirmemiş.
    Ne yapmışlar? 3 tane kahverengi yumurtayı beyaza boyamışlar.
    Ne olmuş o zaman?
    12 kahverengi, 13 beyaz. Bu defa ne olmuş:-1.

    Yani neymiş: 60-40 farkı, 48-52 haline getirmek için %12 yumurtayı boyaman lazım.
    Yani %20 farkı kapatmak için %12 yumurta lazım.

    Artık bunları gerçek rakamlara çevirip hesap yapabilecek kadar da anlarsın sayılardan sanırım.

  90. Zileli nin yukaridaki Suriye aciklamasi (biz) tam bir fifti fifti ci aciklama , yani objektif olarak emperyalist saldiriya karsi cikmiyor , sarki soyluyor, zaten emperyalizmin , Ozgurlukcu sola verdigi gorevde bu. Hele Ukrayna Donbass meselesende yenilen herzeler yenilir yutulur degil. Iste ozgurlukcu solun son tahlilde pratik Politik tavri ve yeri bu ornekte guzel anlasiliyor.

  91. benim açımdan seninle tartışma bitmiştir arkadaş.

  92. Ermenisi hristiyani sunni laiki Esad in yaninda iken Esad diktatorlugunun ayristiriciligini hangi Sunni Muhalefet yayinindan aparttin Zileli. bunu birde Suriye halkina sorsan?

  93. Esad rejimi, emperyalist ve bölgesel hegemonyacı TC gibi devletler tarafından dışarıdan komplolarla yıkılmaya çalışıldığı için 5 senedir bu rejimin ne menem bir diktatörlük olduğu konusunda herhangi bir argüman ileri sürmemeye dikkat ettim. Ama işin aslına bakacak olursanız, bu rejim de diğer bütün Baas rejimleri gibi tek partili polis devletidir. Muhaberat adlı polis örgütü işkenceleriyle ünlüdür. Şimdi açtırma kutuyu söyletme kötüyü.

  94. ihtiyar coban, 51 de yazdiklarin makbul degil ne yazik ki.

    necip (fazil kisakurek ozentisi) veri istiyor, data istiyor. sense nostaljiyle harmanlanmis hayal satmaya gelmissin.

  95. Eğer bu ülkede bir demokrasi mücadelesi veriliyorsa ve siyasal taktiklerin bu mücadeleye katkılarına göre değeri varsa…
    1. Seçime Hayır denilerek katılmış olanlar, iktidarı çılgın hilelere mecbur etmiştir. Suçüstü yakalanmalarını sağlamıştır.
    Seçimi boykot edenler (bence) yanıldıklarını kabul etmeli.
    2. CHP nin bu “referandumu yok sayıyoruz, tanımıyoruz” tavrı sonuç olarak yine Demokrasi Mücadelesine katkı verecektir.
    3. Bu mücadele süreci herzamanki gibi zorlu geçecek. Ama seçim hilesi ile hakkı gaspedilmiş muhalefet mağduriyet üzerinden enerjisini yükseltecek. Bu olgu da boykotçuları mahcup eder.
    4.Muhalefete polis baskısı artacak. Sindirme operasyonları başladı. Ama bu “mağduriyet” ve haklılık duygusu kitleleri geriletmeyecek kadar güçlü.
    5. Politikleşme yükselecek. Hayır diyen Türk ve Kürtler arasında diktatörlüğe karşı ortak taktikler gelişebilir. Mücadele süreci tüm halkı daha önce düşünmediği olumlu yerlere taşıyacaktır…
    ……. Velhasıl boykotçular bir geveze durumuna düşmüştür.
    aynını yapmayı da sürdürüyorlar.

  96. Necip’e onun diliyle de cevap verilebilir.

    AKP iktidarı artık bölünmeye, toplumun parçalanmasına, dolayısıyla kendisinin savunucusu olduğu DÜZENin ortadan kalkmasına hizmet etmeye başlamıştır.

    Fakat DÜZEN kendisiyle birlikte toplumun da sonunu mu getirecek, yoksa yerine başka bir şey koymak suretiyle buna engel olmak için mücadele mi etmeliyiz, mesele bu.

  97. Başkan Erdoğan ve BaşTroll Necip

    Aklı öldürürsen, ahlak da ölür.
    Akıl ve ahlak öldüğünde millet bölünür.
    Kadı’yı satın aldığın gün adalet ölür.
    Adaleti öldürdüğün gün Devlet de ölür.

    Fatih Sultan Mehmed
    30 Mart 1432 – 3 Mayıs 1481

  98. "Gezi olaylarına benzer olayları başlatmak"

    Gezi’ye burun kıvıran ortodoks devrimcilere gelsin bu haber:

    İstanbul’da referandum protestolarına 19 gözaltı

    İstanbul’da, halk oylaması sonuçlarını bahane ederek izinsiz gösteri düzenledikleri, grupları provoke ettikleri ileri sürülen 19 kişi gözaltına alındı.

    İstanbul Emniyet Müdürlüğünden yapılan açıklamada, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Genel Kurulunca kabul edilen 18 maddelik anayasa değişikliğine ilişkin 16 Nisan 2017 günü yapılan halk oylamasından çıkan “Evet” kararının meşru olmadığı iddia edilerek kent genelinde birtakım protesto eylemleri yapıldığı belirtildi.

    Açıklamada, “Protesto eylemlerinde, grupları yönlendirip provoke ederek, gerek sosyal medya üzerinden gerek izinsiz gösteri ve yürüyüşler ile halkı kin, nefret ve düşmanlığa sevk eden, 2013 yılında ülkemiz genelinde yaşanan Gezi olaylarına benzer olayları başlatmaya çalışarak referandumun iptal/tekrar edilmesini sağlamaya çalıştığı tespit edilen şahıslara yönelik olarak 19 Nisan 2017 günü saat 04.30 da yapılan çalışmalar doğrultusunda 19 kişi tarafımıza gözaltına alınmıştır.” denildi.

    http://www.hurriyet.com.tr/istanbulda-referandum-protestolarina-19-gozalti-40432205

  99. #HAYIR Hareketi Sokaklardan Çekilmemeli– CHP ve HDP Meclisten Çekilmelidir
    https://demirden-kapilar.blogspot.com.tr/2017/04/hayir-hareketi-sokaklardan-cekilmemeli.html

    Erdoğan’ı Türkler Kurtardı – Evet’in Mimarı Türkler
    https://demirden-kapilar.blogspot.com.tr/2017/04/erdogan-turkler-kurtard-evetin-mimar.html

  100. E v e r y d a y I’m Ç a p u l i n g !

    G E Z İ #2

    G E L İ Y O R U Z . . .

    https://www.youtube.com/watch?v=QV0NTUY0Zls

  101. “Yukarıda Zileli’nin yazdığı yazıdan anlaşılan: Kahverengi yumurtanın hokus pokus ile beyaz eylendiğidir.”

    Yok. Zileli, benim anladigim kadariyla, “Kahverengi yumurtanın hokus pokus ile beyaz eylendiği”ni soylemiyor.

    O yorumda soylediklerini kisaca ozetlersem:

    — Sandikta kayitli toplam secmen sayisi 217.
    — 154 hayir, 61 evet, yani 215 oy sorunsuz.
    — Fakat, 2 adet muhursuz zarf da cikmis sandiktan.

    — Zarflari acmislar, ikisi de ‘evet’ cikmis. YSK’nin karari uzerine, mesru gorup kaydetmisler. 61 evet + 2 daha = 63 evet olmus.

    Burada ilk onemli detay, toplam sayinin asilmamis olmasidir.

    Yani, kimse ‘hokus pokus’ ile sandiga 500 oy filan sokusturmus degil.

    Durumu aciklamaga calisan kisi (sandik gorevlilerinden birisi, Zileli ile konusan sahis) ise sunu soylemis:

    “Bu olanaksız. Biz bütün zarfları mühürlemiştik ve zarfları oy kullanmaya gelenlere verirken özellikle dikkat ediyorduk mühürlü olmalarına. Bu iki mühürsüz nereden çıktı anlamadım.”

    ‘Ozellikle dikkat ediyorduk’ filan guzel ama; ‘butun zarflari onceden muhurledik ve herkesin gozunun onunde tek tek saydik’ demiyor, diyemiyor.

    Sonunu da, “anlamadım” diyerek tamamliyor, zaten.

    Kisacasi, o ifade bence muglak.

    215 zarf icinde 2 tanesini atlamis da olabilirler, pekala.

    O degilse, kendi gozleri onunde, 2 adet zarf baska 2 adet zarfla degistirilmis olmali.

    E, iyi de, sandik gorevlilerinin (ki, herbir ayri partidendir) baska ne isi var? Zarflarin calinmasini onlemekten baska?

    Son olarak, diyelim ki, evet, o iki zarf baska iki zarfin yerine konmus. O isi yapan kisi, her kim ise, cikardigi iki zarfta ‘hayir’ oldugunu nereden biliyor? O kadar zamani nasil buluyor?

    Bu sorularin anlamli bir cevabini vermek lazim.

    Bir baska sey daha: Muhursuz cikan butun zarflarin icinden ‘evet’ ciktigini varsayiyor, oyle konusuyoruz.

    Bunun boyle olduguna dair bir data/veri var mi? Yok.

    “12 kahverengi, 13 beyaz. Bu defa ne olmuş: -1.”

    Yanlis anlamissiniz. Kimse, acikca, yumurtalarin farkli renklere boyandigini (‘hayir’ yerine ‘evet’ kondugunu) iddia etmiyor.

    Dahasi, oy kagitlari da fligranli. Yani, isteseniz dahi, sahtesini kolayca uretemezsiniz. Bayagi ciddi bir teknik imkan ve genis bir organizasyon gerekiyor.

    Mumkun mudur? Tabii ki. Ama, lafta kalmayip, bunun boyle yapildigini ispat etmek gerekiyor.

    “Yani neymiş: 60-40 farkı, 48-52 haline getirmek için %12 yumurtayı boyaman lazım. Yani %20 farkı kapatmak için %12 yumurta lazım.”

    Oyle degil. Yukarida izah etmege calistim.

    1) Sandiklardan cikan, kullanilmis toplam oy sayisinda bir acayiplik yok.

    2) Zarflarin icinden cikan oy kagitlari arasindan fligransiz cikan da yok.

    Sadece, bazi zarflar muhursuz cikmis.

    Zileli’nin verdigi ornekte bu 215 adet icinde 2 adet. Yani, yuzde 0.93 (yuzde bir bile degil).

    Bunu, pekala, sandik heyetinin insani hatasi olarak (dalginlikla 2 taneyi atlamislar) aciklamak da mumkun.

    “Artık bunları gerçek rakamlara çevirip hesap yapabilecek kadar da anlarsın sayılardan sanırım.”

    Hangi rakamlara ceviriseniz, cevirin; bir sey cikmaz.

    Butun muhursuz zarflardan ‘evet’ ciktigina dair bir kanit/delil/veri/data yoksa elinizde, sizin argumaninizla bir yere varamayiz.

  102. “AKP iktidarı artık bölünmeye, toplumun parçalanmasına, dolayısıyla kendisinin savunucusu olduğu DÜZENin ortadan kalkmasına hizmet etmeye başlamıştır.”

    Once sunu soyleyeyim: Bu bolunme laflari bence konunun ozunu iskalamak, belli bir gundeme yakit tasimak amaciyla ediliyor.

    ‘Evet’ veya ‘hayir’ gibi sadece iki alternatifi olan bir soruyu nerede, kimlere sorarsaniz sorun; bir kismi ‘evet’ digeri de ‘hayir’ diyecektir.

    Sonra da, cikip, ‘biz bolunduk’ demek de ne oluyor?

    Cocuksuluk, naiflik, salaklik, ya da ahmaklik degilse.

    Ya da, aslinda sunu mu demek istiyoruz: ‘Demokrasi, oylama ve secimler secmeni boluyor; dolayisi ile demokrasi boluculuge hizmet ediyor’..

    Kaldiralim gitsin.

    Bu mudur muradiniz?

    Degilse, ne?

    Simdi de, gelelim, AKP meselesine.

    15 senedir iktidarda olduklarini dikkate alirsam, aslinda beklenenden cok uzun surdu. Baska yerlerde de cok nadirdir bu kadar uzun sure iktidarda kalmak.

    Baska hicbirsey olmasa bile, secmen yorulur; farkli bir seyler, bir alternatif arayisina girer.

    Fakat, thanks to CHP –mainly–, secmenin boyle br alternatif arayisina zemin bile bulunamiyor.

    O yuzden, istediginiz kadar AKP’yi itham edin; ama, yerine bir alternatif olamayanlarindir bence en buyuk kabahat.

    “Fakat DÜZEN kendisiyle birlikte toplumun da sonunu mu getirecek, yoksa yerine başka bir şey koymak suretiyle buna engel olmak için mücadele mi etmeliyiz, mesele bu.”

    Sizce mesele ‘o’ olabilir. Ama, ‘o’ sadece bir hedef.

    Pratik hayatta nasil saglanacagini da soylemek, gostermek gerekiyor.

  103. “Hiçbir şeye alındığım yok, birilerini sömürdüğüme dair iftira attın, ben de öyle olmadığına dair açıklama yaptım. Hala da arkasındayım. Ben sana ya da başkasına kendi ahlaki duruşumu dayatmıyorum, sen de milletin ahlakını tepeden bakarak yargılayacağına kendininkiyle ilgilen.”

    Aslinda haklisiniz. ‘Somuru’ kelimesi, soldan kalma bir jargon ve ahlakcilik da ima ediyor. Baska bir kelime kullanmaliydim.

    Fakat, soyle bir senaryoyu alalim, ornek olarak:

    10 arkadas, beraber bir yemek yiyip sohbet etmek icin bir lokantada bulustuk diyelim. Yemek bitti; fatura geldi. Dokuz kisi kendi payina duseni verdi, bir kisi ise vermeden sivisti.

    Bunun icin hangi kelimeyi kullaniriz?

    Not: Yanlis anlasilmasin. Ben vergi vermek icin can atiyor filan degilim. Hatta, anlattigim hikayede, 20+ sene boyunca o paradan tek kurus vergi vermedigimi de yazdim. Fakat, ‘ben yaptim, dolayisi ile dogrudur’ da diyemiyorum; cunku baskalari o fikirde olmak zorunda degiller.

  104. Hile şu şekilde uygulandı. Evet mührü basılmış oy pusulalarını içeren mühürsüz zarflar, büyük bir ihtimalle para karşılığında bazı kişilereönceden verildi. Onlar da oy kabininde kendilerine vcerilen mühürlü zarfı ve pusulayı ceplerine atıp kendilerine verilen mühürsüz zarfı sandığa attılar. Mühürsüz zarf sandığa atılırken bunu fark edebilecek bir görevli çıkmamış mı derseniz, bu durumda cevap “çıkmamış” oluyor. Bu tür oy kullananlardan bazıları çıkıp hileyi açıklamaları halinde olay çözülür. Fakat mühürsüz zarfların, seçmen sayısını bozmadan oraya girmesinin tek izahı budur. Üç mühürü birden atlatacak bir zarff ancak milyonda bir olabilir, bunu görebiliyorsunuz değil mi?

  105. Dünyanın her yerinde buna hileli seçim denir. 1946 genel seçimleri de tarihe böyle geçmiştir.

  106. “Hile şu şekilde uygulandı.”

    “Uygulanmis olabilir” demek istediginizi zannediyorum.

    “Evet mührü basılmış oy pusulalarını içeren mühürsüz zarflar, büyük bir ihtimalle para karşılığında bazı kişilere önceden verildi. Onlar da oy kabininde kendilerine verilen mühürlü zarfı ve pusulayı ceplerine atıp kendilerine verilen mühürsüz zarfı sandığa attılar.”

    Aciklamalardan birisi, evet, bu olabilir.

    Ama, bir de ‘Hanlon’un usturasi’ yaklasimi var, malum:

    https://en.wikipedia.org/wiki/Hanlon%27s_razor

    {Mealen} ‘Ahmaklikla yeterince aciklanabilecek seylerin arkasinda illa kasit aramayin’ der.

    Yani, ‘durduk yerde kotu amac aramak yerine, ihmal ve/ya yanlis anlama olup olmadigina bakin’..

    Bu yaklasimdan istifade edersek, butun sandik heyetlerinin gorevlerini tam ve eksiksiz yaptigini farzetmek biraz abartmak olur. Kac senede bir olan, ve rastgele secilen bu heyete katilanlarin hepsi, muhur basmak konusunda beklenen titizligi gostermemis olabilir –sonuc olarak, karsiliginda az para verilen bir tur ‘angarya’dan bahsediyoruz.

    Dolayisi ile, bu da bir aciklamadir.

    Bir baska aciklama da, illa da kasit arayacaksak, neden tek yonlu bakiyoruz. Tersi de olamaz mi?

    Yani, bazi sandik heyetleri (ya da uyelerinden bazilari) referandumu saibelendirmek icin bunu yapmis olamazlar mi?

    Cok mu uzak bir ihtimaldir bu?

    “Mühürsüz zarf sandığa atılırken bunu fark edebilecek bir görevli çıkmamış mı derseniz, bu durumda cevap ‘çıkmamış’ oluyor.”

    Ve, bu mutlu/mutsuz ‘tesaduf’ butun 1 milyon 360 bin kusur oy icin de gecerli olmus –mu diyorsunuz?

    “Bu tür oy kullananlardan bazıları çıkıp hileyi açıklamaları halinde olay çözülür.”

    Ama, siz, kimse cikip ‘itiraf etmez’ ise, yine de hileli oldugunda israr edeceksinizdir, eminim.

    “Fakat mühürsüz zarfların, seçmen sayısını bozmadan oraya girmesinin tek izahı budur.”

    Tek izahi o degil. O sizin tercih ettiginiz ‘izah’tir.

    En az iki tane daha –genellenebilir– ‘izah’ daha var; ama, size uymuyor.

    “Üç mühürü birden atlatacak bir zarf ancak milyonda bir olabilir, bunu görebiliyorsunuz değil mi?”

    Ve, siz, simdi cikip o 3 muhuru de her sandikta hep 3 ayri kisinin bastigini; kimsenin (hic bir sandikta) bunlarin 3unu birden basmak angaryasini bir kisiye yuklemedigini, onun da savsaklamadigini soyleyeceksinizdir.

    [Bu arada, muhur sayisinin 3 olduguna dair bir sey bulamadim. Boyle bir sey var mi; nereden kaynakldigini bilen var mi?]

    “Dünyanın her yerinde buna hileli seçim denir. 1946 genel seçimleri de tarihe böyle geçmiştir.”

    Ziyadesiyle abartiyorsunuz. 46 secimleri ‘acik oy, gizli tasnif’ idi. Bugun bunun benzeri bir sey oldugunu iddia eden bir tek kisi –olsa olsa– siz olacaksiniz.

    Ayrica, “dünyanın her yerinde buna hileli seçim denir” mi; hic de emin degilim.

    Ama, sonucu yakin cikan her secimde/referandumda, kazanamamis olanlar, asagi yukari ayni argumanlarla ortaya cikar hep (Bkz Brexit refereandumu ve Trump’in secildigi son ABD secimi).

    Her iki ornekte de, onlar, daha dogrudan gidip, imza toplayarak sonuclari iptal etmek istediler.

    Bir sey cikmadi, tabii ki.

    ABD, bu konuda cok daha zengin bir gecmise sahip; malum.

    “Dünyanın her yerinde” hep olan, aslinda, sudur: Bir zaman konusulur; sonra gundemden duser.

  107. Üç mühür şöyle: 1. YSK’nın matbu mühürü; 2. ilçe seçim kurulunun mühürü; 3. Sandık kurulunun ‘belirlenen sabit bir noktaya vurulmuş) mühürü (belli bir noktaya vurulmasının nedeni, araya başka zarf kaydırılmasını önlemektir; yani buna kadar düşünülmüş). Takdir edilmelidir ki, bir zarfın bu üç mühürü de atlatması milyonda birden bile daha az bir ihtimaldir. Dolayısıyla mühürsüz zarfların varlığı, hiç tereddütsüz hile yapıldığını ortaya koyan en açık delildir.

  108. “Üç mühür şöyle: 1. YSK’nın matbu mühürü; 2. ilçe seçim kurulunun mühürü; 3. Sandık kurulunun ‘belirlenen sabit bir noktaya vurulmuş) mühürü”

    Soyledikleriniz mantikli. Ama, yanlis anlamayin lutfen, bunu baska bir kaynaktan –mumkunse kanunun kendisinden ya da YSK’nin yayinlamis oldugu mevzuattan– teyid etmek istiyorum.

    Fakat, su siralar herkes bu konuyu yazip durdugu icin, Google’dan bu temel kaynaklari bulmak mumkun olmuyor; cunku, cok fazla ‘gurultu’ var. Bu ‘gurultu’yu asabilecek uygun bir anahtar kelime seti de bulamiyorum.

    “Takdir edilmelidir ki, bir zarfın bu üç mühürü de atlatması milyonda birden bile daha az bir ihtimaldir. Dolayısıyla mühürsüz zarfların varlığı, hiç tereddütsüz hile yapıldığını ortaya koyan en açık delildir.”

    Yukaridaki 3 muhur konusunu kendi adima acikliga kavusturabilirsem –yani, YSK daha onceleri, hic istisnasiz bu 3 muhuru de sart kosmussa–, o zaman sizin goruslerinize yaklasacagim.

    ‘Yaklasacagim’ diyorum; cunku, ‘muhursuz zarf’ adedini bilmemekle beraber, sizin isaret ettiginiz olcekte bir hileye AKP’nin curet edebilecegini kabul etmekte zorlaniyorum.

    Taraf tuttugum icin degil; ama, AKP’nin boyle buyuk capli bir hileyi yapmaktaki cikarlarini; yani, bu operasyonun rasyonalitesini birisinin bana anlatmasi gerekiyor.

    2019’un sonlarinda yapilacak secime kadar, mevcut referandumla degisecek 3 sey var:

    1) Cumhurbaskani, yani RTE, partisine uye (sonra da, baskan) olabilecek.

    2) HSYK’da bazi duzenlemeler yapilacak ve adi HSK olacak.

    3) Askeri yargi (sadece disiplin davalarina bakacak sekilde) kaldirilmis olacak.

    Bu 3 madde icinde sadece birincisi dogrudan dogruya AKP’nin (RTE’nin) isine gelir. Geri kalani simdi olsa da olur, olmasa da.

    2019’un sonlarinda yapilacak secimde kimin secilecegi kesin degil.

    Bu yuzden, AKP’nin, simdiden bu kadar curetli davranmasini gerektirecek pek bir sey goremiyorum.

    Bir de, tabii, YSK’nin –eger hile sozkonusu ise– tartismali olacagi bu kadar bariz bir karari nasil alabildigini de sormak geliyor icimden.

    Ozellikle de, YSK’nin, muhursuz zarflarin ayrica tespit edilmesini ve kayit altina alinmasini, onlarin ayrica incelenecegini soylememis olmasi garip.

    Bu noktada, ciddi bir bit yenigi oldugunu dusunmeden edemiyorum.

    Bitmedi…

    CHP, ilk agizda, hersey sicagi sicaginayken, hem Meclis’ten cekilmegi hem de sine-i millete gitmegi dillendirdi. Sonra, ufak ufak, bunlardan vazgecti.

    Hala daha ‘referandum sonuclarini tanimiyoruz’ noktasinda midirler; emin degilim.

    Benim anladigim, CHP, esasen, milletin gazini/havasini aliyor; sonra da ‘eski hamam eski tas’a devam edilecek.

    Aydinlik’a baktim: Yazarlardan birisinin dedikleri ilginc geldi bana. [ https://www.aydinlik.com.tr/kose-yazilari/mehmet-yuva/2017-nisan/erdogan-a-karsi-cia-dan-medet-umana-da-hayir ]

    Asagi yukari ‘herseye hayir’ diyor da, yazinin basligi da ‘Erdoğan’a karşı CIA’dan medet umana da hayır’..

    Yani, her turlu gunahini siralasa da, bu konuda –RTE’yi degil de– sadece YSK’yi topun agzina suruyor gibi. Yani, konu giderek muhatapsiz kalacak..

    Butun bunlar ve baska sebeplerle, ben hala daha bunun bir ‘devlet projesi’ oldugunu dusunuyorum.

  109. sizi, gittikçe Costa Gavras’ın Missing (Kayıp) filminde, Şili’deki darbenin arkasında CIA’nin olduğuna ve damadının işkenceyle öldürüldüğüne bir türlü inanmayan ABD vatandaşı babaya (Jack Lemmon oynar) benzetmeye başladım. Sonunda baba hayretler içinde gerçeği görmüştü!

  110. “Sonunda baba hayretler içinde gerçeği görmüştü!”

    Hemen inanmak kolay.

    Yeterince tufaya dusmus birisi olarak, ugrasip arastirip ‘sonunda’ olmasini tercih ederim.

    Bu arada, filmi izledigimi sanmiyorum. Indirip bir bakayim 🙂

  111. Necip ile tartışmanın AKP militanı İslamcılarla tartışmaktan ne farkı var? AKP’li AKP’lidir.

  112. Bu sitede başından beri sömürü düzeninin doğallığını ve bu düzenle mücadelenin imkansızlığını savunan, bu doğrultuda anti-kapitalist ideolojiye savaş açan birinin bir muhatabını sömürücülükle suçlaması rekorlar kitabının tutarsızlıklar bölümüne kaydedilmeli.

  113. marxist argüman

    establishment/elit, macera ve kaos

    necip’in 88 nolu yorumundan alinti:

    “Butun bunlar ve baska sebeplerle, ben hala daha bunun bir ‘devlet projesi’ oldugunu dusunuyorum.”

    necip’in, hükümet ve iktidar di$inda var olan güc odaklarini kast ederek “devlet” dedigine bati dillerinde “establishment” deniyor.
    manasi $udur: siyasi, ekonomik ve toplumsal gücü temsil eden elit tabaka.
    bu “establishment” denilen siyasi, ekonomik ve toplumsal güc odaklari cin, peri gibi görünmeyen yaratiklar degildirler.

    peki kimdir bunlar?

    1. siyasi gücü siyaset sinifi temsil eder, yani siyaseti meslek olarak/profesyonel olarak yapanlar.
    arti, bürokrasi, yani kamu kurum ve kurulu$lari, örnek: adalet bakanligina bagli hakimler ve savcilarlar yüksek kurulu

    2. ekonomik gücü temsil edenler “i$ dünyasi” denilen kapitalistler/i$verenler sinifi ve bu kesimi temsil eden tüsiad, müsiad gibi i$veren örgütleri ve cesitli meslek odalari

    3. toplumsal güc odaklari, benim anladigim kadariyla, sivil toplum kurulu$lari oluyor.
    örnek: dini cemaatler. bunlarin en me$huru fethullah gülen cemaati, nami diger fetö.

    günümüz türkiyesinde siyasi, ekonomik ve toplumsal esteblishment necip’in yansittigi gibi blok halinde hareket etmiyor.
    örnek: i$verenler örgütü müsiad akp’nin islami rejimini desteklerken, tüsiad, kemalist fraksiyona yakin vs.

    necip’in bir türlü aklinin almadigi ba$kanlik sistemi ile t. erdogan ve tayfasi neyi amacliyor?

    cevap: devleti; devlet kurumlarini; kamu kurum ve kurulu$larini yüzde yüz kontrol altina alma; sözkonusu bu kurum ve kurulu$lara islami düsünceyi benimsemi$ ve t. erdogan’in otoritesini tanimi$; tayyip reis’e biat etmi$ kadrolari/müminleri atamak, böylelikle devlet kurumlarinda islami rejime muhalefet olabilecek kemalist/laik ve fetöcü güc odaklarinin olu$umuna set cekmek.

    anayasanin degi$tirilen maddelerine bakillinca bunu amacladigini anlamak zor olmadigi gibi, t. erdogan da bircok $eyi zaten acikca ifade ediyor.

    yine baskanlik sisteminin öngörülen i$leyi$ine baktigimizda, yani ba$kanlik sistemi ile t. erdogan’da toplanan yetki/güc, arti, partisi akp’nin parlamentoda cogunluga sahip olmasini da buna ekledigimizde, e birde akp de erdogan’in sözü üstüne söz söylenmedigini de hesaplarsak ortaya cikan manzara $öyle:
    t. erdogan baskanlik sistemi ile hem yasama, hem yürütme ve hem de yargiyi kendi kontrolü altina almi$ oluyor.

    bu kadar güc ve yetki ayni zamanda devasa bir sorumluluk altina girmek anlamina gelir. yani memlekette t. erdogan’dan habersiz ku$ ucmayacak.

    t. erdogan’in cesaret ettigi $ey aslinda rus ruleti gibi bir kumardir. ve bu kumarda erdogan’in yüzde yüz güvendigi tek güc odagi, kendi beyaniyla millet, yani kendi taraftarlari oluyor.

    t. erdogan, baskanlik sistemi ile devleti ve milleti $aha kaldiracagini söylüyor, dogal olarak herkes $imdi kemerleri baglami$, nefesini tutmu$ $aha kalkmaya hazirlaniyor.

    reis, son kozlarini da oynadi; duruma bakilirsa maceranin sonuna yakla$iyoruz; $ahlanip zirveler mi fethedilecek yoksa gidi$at ucurum ve kaos’a dogru mu, ya$ayip görecegiz.

  114. Demir Küçükaydın’dan:

    Türkiye gibi Şark despotluklarında halk örgütsüzdür. Bir tek örgütlü güç vardır: Devlet.
    Şark devleti Burjuva toplumunun devleti ile karıştırılmamalıdır. Roma imparatorluğunun feth edemediği kuzey Avrupa ülkelerinde hiçbir zaman Şark’taki gibi merkezi bürokratik devletler olmamıştır. Avrupa Feodalizmi denen şey aslında bu merkezi firavun devletlerinin ortaya çıkamadığı, komünal ilişkilerin hala yaşadığı. İşte batı demokrasisi bu komünal ilişkilerden güç almış, İngiltere’deki kimi kabile şefleri içlerinden Tayyip Erdoğan, Muaviye veya Naram Sin (Nemrut) gibi Firavunlaşmak isteyenlere “Yavaş ol bakalım. Bizim iznimiz olmadan ne vergi koyabilirsin ne de harcama yapabilirsin” demişlerdir.
    Onların harcama ve vergi alma yollarını kontrol altına alarak Firavunlaşmalarının Nemrutlaşmalarının, yani bir Şark Despotu olmalarının, yani devletin bir şark despotluğuna dönüşmesinin yolunu kesmişlerdir.

    İşte burjuvazi ve kapitalizm bu ortamda ortaya çıkabilmiştir. Bu nedenle Şark’ta ne burjuvazi ortaya çıkabilmiş ne de kapitalizm gelişebilmiştir.
    Batı ve doğu evrimlerinin farklı yol izlemesinin özü buradadır.
    Kuzey Avrupa’da ikinci bir şans daha olmuştur. Devlet daha modern biçimiyle burjuva devleti olarak ortaya çıkarken, İşçi Sınıfı da ortaya çıkmış ve demokratik talepleriyle genel oydan sosyal devlete kadar bir yığın kazanımı burjuvaziye rağmen elde etmiş, bunlar da o burjuva devletlerin bir şark devletine dönüşmesini belli bir ölçüde engellemiştir.
    Buralarda ise, yani Türkiye ve tüm Şark’ta ise, halk hala örgütsüzdür. Hala kimse Ordunun harcamalarını ve bütçesini bile soramaz. Bırakalım onu Erdoğan’ın “Örtülü Ödenek” adı altında vergilerle alınmış paraları keyfi olarak kullanmasını bile sorgulayan yok.
    Bu Türkiye’deki demokrasinin, Magna Carta’yı Krala dayatan Britanya kabilelerinden bile bir kat daha geri olduğunu gösterir.
    *
    Bu Şark Devleti bütün gücünü halkın örgütsüzlüğünden aldığından, halkın örgütlenmesini her şekilde engeller.
    Halk örgütsüz kaldığı için Devlet biricik güç olarak kalır; devlet biricik güç kaldığı için Halk örgütsüz kalır. Bu fasit daire sürer gider.
    Tarihte bu fasit dairenin kırıldığı anlar çok istisnaidir.
    Ancak devlet çürüdüğünde, içindeki fraksiyonlar çatışmasıyla felç olduğunda ya da bölündüğünde veya başka bir güçle savaşta parçalandığında, halk bir parça olsun örgütlenme olanağı bulur; başını kaldırmaya çalışır.
    Örneğin Anadolu’da Bizans’ın ve onun topraklarını Selçuklu ile feth etmiş Pers devletinin (Selçukluların) çürümesi; her ikisinin de bu çürüme sonucu Moğol akınlarıyla parçalanması, merkezi devletin dağılması sonucunu doğurmuş, bu da iyi kötü Halkın bir parça olsun örgütlenmesinin ve ayaklanmasının olanağını ortaya çıkarmıştır.
    Baba İshaklar, Baba İlyaslar, Cimri’ler, Hacı Bektaşlar vs. hepsi bu dönemde ortaya çıkmıştır.
    Hatta Anadolu’da bir parça eskiden kalmış sanat eseri bile görseniz, yine bu “beylikler” veya “fetret” (anarşi) döneminden kalmadır.
    Benzer şekilde Timur’un Osmanlı’yı yenmesi ve parçalaması ile yine bir “fetret (anarşi) devri”nde, Şeyh Bedrettin’ler, Torlak Kemal’ler, Börklüce Mustafa’lar ortaya çıkma olanağı bulmuşlardır.
    Son dönem tarihi de böyledir. Osmanlı çürüdüğü ölçüde halk bir parça örgütlenme olanağı bulabilmiştir. “Balkan komitacıları” veya Egenin efeleri veya “Ermeni örgütleri” hep bu dönemlerde ortaya çıkmışlardır.

  115. “hükümet ve iktidar di$inda var olan güc odaklarini kast ederek ‘devlet’ dedigine bati dillerinde ‘establishment’ deniyor.”

    Evet, Ingilizcede ‘the establishment’; yeni dilde kavramsal bir karsiligi varsa bile benim aklima gelmiyor.

    Eski dilde (hala daha da kullaniliyor) bu ‘muesses nizam’dir –yani, ‘kurulu duzen’.

    ‘Muesses nizam’i olusuran unsurlar listenize de katiliyorum.

    “günümüz türkiyesinde siyasi, ekonomik ve toplumsal esteblishment necip’in yansittigi gibi blok halinde hareket etmiyor.”

    Bu da dogrudur bence.

    Fakat, bu baglamda iki noktaya temas etmek gerekir.

    1) ‘Muesses nizam’i bir blok olarak algilamak dogru degil. Kendi icinde fikir ayriliklari veya catismalar/celismeler hep olur. Her ulkede de olur.

    Mesela, su anda ABD’de bunu gorebiliyoruz. AB ulkelerinde de gorulebiliyor. Radikal kararlarin arefesinde hep olur.

    Gucler birbirine yakin ise, catismanin taraflara verecegi zarar cok buyuk olacagi icin, bir sekilde uzlasilir.

    2) Turkiye’deki durum AB’den ve ABD’den biraz daha farkli. Bizde ‘muesses nizam’ dedigimiz zaman, uzun suredir, ‘Balkan Oligarsisi’ anlamina geliyordu. Yakin zamanda ise, Anadolu menseli oyuncular ortaya cikti ve zaten gucten dusmus olan (dogal omrunu tamamlamakta olan) ‘Balkan Oligarsisi’ni kusatir hale geldi. Yerine gecmek ya da basat oyuncu olmak istiyor.

    Bu tur ‘kitasal kayma’lar (‘continental drift’ler) yavas yavas ilerler fakat beklenmedik zamanlarda buyuk enerjiler aciga cikarir ve derin depremlere yol acarlar.

    Biz bu depremleri epeyi zamandir yasiyoruz –herzaman adini koyamiyoruz ama yasiyoruz.

    Dogal bir surec gibi gerceklesenlerde (dogal omrunu tamamlamakta olan varsa; yani, yenilgiyi kabul etmek egilimi varsa), ic savas gibi cok buyuk kirilmalar yerine, belli bir noktada, uzlasma sozkonusu olabilir.

    Bu bakimdan, su referandum konusu benim kafami epeyi mesgul ediyor –ya da karistiriyor da diyebilirsiniz.

    Referandum yapilabilmis olmasi, basli basina, onemli bir gosterge –bir derin uzlasmanin varligina isaret ediyor gibi.

    Yani, devir-teslim ‘kansiz’ olacak gibi gorunuyor –Erbakan’in o sozunu burada hatirlatmak gerekir.

    Fakat, referandumdan sonraki su son gelismeler benim o kadar emin olaMAma yol aciyor.

    Bu acidan emin olamadigim sey sudur: Daha once de bu baslik altinda yazdigim uzere, acaba bu itirazlar filan –durumun cok da farkinda olmayan– ahalinin gazini almak midir –yani, kayikci kavgasi midir?

    Yoksa, uzlasma halen devam ediyor da, o pazarliklarin yansimalari midir bunlar?

    Bunun cevabini, bu referandum konusunun nereye evrildigini gorerek verebilecegimizi dusunuyorum. O da zaman alacak tabii ki.

    “ba$kanlik sistemi ile t. erdogan ve tayfasi neyi amacliyor?”

    Yukarida degindim: Muesses nizamin devir-teslimi amaclaniyor, bence.

    “cevap: devleti; devlet kurumlarini; kamu kurum ve kurulu$larini yüzde yüz kontrol altina alma; sözkonusu bu kurum ve kurulu$lara islami düsünceyi benimsemi$ ve t. erdogan’in otoritesini tanimi$; tayyip reis’e biat etmi$ kadrolari/müminleri atamak, böylelikle devlet kurumlarinda islami rejime muhalefet olabilecek kemalist/laik ve fetöcü güc odaklarinin olu$umuna set cekmek.”

    Bu uzun cevaptir. Ama, oznesi (ya da, ‘muteharrik gucu, ‘prime mover’i) –hicbir sekilde– RTE degildir bence. RTE’yi gozunuzde cok fazla buyuturyorsunuz. O vitrindeki aktordur.

    “anayasanin degi$tirilen maddelerine bakillinca bunu amacladigini anlamak zor olmadigi gibi, t. erdogan da bircok $eyi zaten acikca ifade ediyor.”

    Evet. Mesela, 104 nolu madde.

    Bir madde daha var, aslinda. Hangisi oldugunu simdilik soylemeyim; fakat, o kadar radikal degisikler/yetkiler veriyor ki, bunu ‘muhalefet’in gormemis olmasi bana imkansiz geliyor.

    Gore gore bu maddeyi (‘muhalefet’ dahil) hic kimsenin gundeme dahi getirmeyisi cok ilginc buluyorum. Bir uzlasmanin varligina yoruyor ve –pismis asa su katmis olmamak adina– detaylarina girmiyorum. Kusuruma bakmayiniz.

    “bu kadar güc ve yetki ayni zamanda devasa bir sorumluluk altina girmek anlamina gelir. yani memlekette t. erdogan’dan habersiz ku$ ucmayacak.”

    Yasi musait olanlar hatirlayacaktir: 12 Eylul darbesinin hemen akabinde, Kenan Evren’e Basbakanlik’i da kendi uhdesine almasi onerildiginde, “Beni Cemal Gürsel gibi felç mi etmek istiyorsunuz” demisti…

    Belki Kenan Evren’in genel anlamda devlet tecrubesi daha azdi, o yuzden cekindi; ama, Turkiye gibi (cok fazla seyin merkezden yonetildigi) bir devlette, butun yurutme yetkilerinin tek elde toplanmasinin buna yelteneni kisa surede felc etme ihtimali hic de az degildir. RTE’nin bunu bilmemesi mumkun degil.

    “t. erdogan’in cesaret ettigi $ey aslinda rus ruleti gibi bir kumardir. ve bu kumarda erdogan’in yüzde yüz güvendigi tek güc odagi, kendi beyaniyla millet, yani kendi taraftarlari oluyor.”

    Dogru. Fakat eksik. Dunyanin ‘muesses nizami’nin destegi olmadan bu mumkun degil bence.

    Hem Gezi olaylari, hem de 15 Temmuz, boyle bir destegin varligina isaret ediyor bence.

    “duruma bakilirsa maceranin sonuna yakla$iyoruz; $ahlanip zirveler mi fethedilecek yoksa gidi$at ucurum ve kaos’a dogru mu, ya$ayip görecegiz.”

    Evet. Aynen oyle. Bence de.

  116. “Necip ile tartışmanın AKP militanı İslamcılarla tartışmaktan ne farkı var?”

    Cok farki var: Ben, ne AKP militaniyim (ne de sempatizani) ne de Islamci.

    [Beyazlarin gozunde] ‘Butun Cinliler birbirine benzer’de oldugu uzere, siz de –anlasilan– sizinle birebir rezonansta olmayanlari kolayca karsi/hasim saydiginiz kamplara ait goruyorsunuz.

    Benim degil, sizin sorununuzdur o.

  117. “Bu sitede başından beri sömürü düzeninin doğallığını ve bu düzenle mücadelenin imkansızlığını savunan, bu doğrultuda anti-kapitalist ideolojiye savaş açan birinin bir muhatabını sömürücülükle suçlaması rekorlar kitabının tutarsızlıklar bölümüne kaydedilmeli.”

    Onun dogrusu, bunu, ‘mevzuyu anlaMAmakta isra eden bir kisi daha cikti’ basligi altinda kaydetmektir.

    Ben, anti-kapitalist ideolojiye savas acmadim. Sadece ‘kapitalizm’ diye bir ‘ideoloji’ var zannettiklerinden dolayi ahmakliklarini dile getirdim.

    Simdi gelelim ‘somuru’ meselesine.

    Eger ‘somuru’yu karsiliksiz almak olarak tanimliyorsak, ‘somuru’ taa anne karnindan (cenin iken) baslar.

    Butun canlilar da doganin bizzatihi kendisini –turlu cesitli sekillerde– ‘somurur’ler.

    Bu boyledir ve ‘dogal’dir da.

    Fakat, her ‘dogal’i kutsadigimi kim soyledi?

    Yilan zehiri de dogaldir.

    Burun karistirmak da dogaldir; ama, alenen yapilmasi hicbir toplumda makbul karsilanmaz.

    Sonuc?

    Sonuc su: ‘Biyolojik evrim’ sonucu ortaya cikmis bazi davranis bicimleri ‘sosyal evrim’ surecinde zararli bulundugu icin torpulenmege calisilir.

    ‘Somuru’ de bunlardan bir tanesidir.

  118. Kedileriniz nasıl Gün bey, iyiler mi?

    Referandumdan çıkan sonuçla ilgili açıklama yapıyorlar mı?

  119. “Cok farki var: Ben, ne AKP militaniyim (ne de sempatizani) ne de Islamci.”

    Fakat RTE/AKP iktidarını meşru kabul etmek, bu iktidarın gayrımeşru olduğu görüşüne karşı çıkmak, onun bir diktatörlük olduğunu kabul etmemek açısından bir fark yok. Bu da sizi RTE/AKP iktidarının sempatizanı yapmasa bile bu iktidara karşı güç odakları karşısında onun yanında yer alan pasif bir RTE/AKP destekçisi yapar.

    [ Lenin’in de söylediği gibi siyasette tarafsızlık olamaz. O, “Sosyalist Parti ve Parti-Dışı Devrimcilik” başlıklı yazısında şöyle diyordu:

    “Siyasete ilgisizlik siyasal bakımdan doygunluk anlamına gelir. İyi beslenen bir insan bir ekmek parçasına karşı ‘ilgisiz’, ‘duyarsız’dır; ama aç bir insan bir ekmek parçası konusunda her zaman ‘partizan’ bir tutum alacaktır. Bir kişinin bir ekmek kırıntısı karşısında ‘ilgisiz ve duyarsız’ kalması, onun ekmeğe gereksinimi olmadığı anlamına gelmez; bu sadece onun ekmek bulacağından, asla ekmek sıkıntısı çekmeyeceğinden ve iyi beslenenler ‘partisi’ içindeki yerinin sağlam olduğundan emin olduğu anlamına gelir.” (“The Socialist Party and Non-Party Revolutionism”, Collected Works, Cilt 10, Moscow, Progress Publishers, 1965, s. 79)

    Garbis Altınoğlu
    Mevlana Celaleddin-i Rumi: Dünya ve Türkiye Burjuvazisinin Sevgilisi

    http://kutuphane.halkcephesi.net/Yazarlarold/Garbis/Mevlana.htm ]

  120. İhtiyar çoban

    Evinsiz, gereksiz, dedikoducu, geveze bilumum elemana:
    İNCE BECERİ: Herkesin aynılaştığı, lafın, kandırmacanın maharet olduğu bir yerde düzenlenen yarışmada, en iyi beceri ödüllendirilecektir. Kimisi, kendiliğinden örtülen yorgan, kimisi, ağızda patlayan biber vb. her türlü beceriyi sergiler. Birisi çıkar,önce on metreden, sonra 100 metreden bir iğnenin yurdusundan, uzaktan attığı ipi geçirir; ödülona verilir. 100 altın. Ama bir de bir ödül daha eklenir: 100 sopa! Niçin? -Çünkü bu becerinin insanlığa yararı yoktur. İnce beceriniz, 7500 kelime edip sıfır anlatmak mı?
    Manonim’lerden biri, benim yukarılardaki bir anlatımımı, makbul değil eylemiş ve beni nostaljik hayalci saymış. Ben size, eksik yanlarınızı sıralarken, siz cips filan yiyerek niye yorum israfı yaparsınız?
    Ben, altı üniversiteye devam edip hiçbirini bitirmeyen, kökü ve doğası gereği çobanlık sanatında doruk bir adamım. Altı köpekle, çeyreği caralı kuzu 2000 koyunu, ekili alandan yaylaya yürüymüş kişioğluyum. Kuzunun koyunun eziyetini çekmiş biri, sizden daha bilge, yiğit ve algılı değilse, bu yeryüzü safsatadandır.

  121. marxist argüman

    misyon adami: RTE

    necip’ten alinti:

    “RTE’yi gozunuzde cok fazla buyuturyorsunuz. O vitrindeki aktordur.”

    necip, erdogan’in kendine bictigi misyonu ve bu misyonu ba$ariyla tamamlamak icin her türlü rizikoyu, cilginligi göze aldigini henüz anlamami$sin bence.

    RTE’nin siradan bir siyasetci gibi emekli olmasinin artik mümkünati yok; cok canlar yakti; cok kan döktü.

    “ben bu yola kefen giyerek ciktim” diyen bir siyasetci siradan bir devlet adami degildir. RTE, m. kemal’in kalibresinde bir devlet adamidir.

    15 temmuz darbe giri$iminde RTE kendisi itiraf etti: “milletimden ba$ka kimse yanimda yoktu.”

    RTE gibi rüzgar ekip firtina bicen devlet adamlarinin tek garantisi, $iddet aparatinin koruyuculugu, yani ordu ve polisin RTE’ye yüzde yüz bagliligi, sadikligidir.

    bunun böyle olmadigini RTE kendisi itiraf ediyor.

    güc dengelerine bakilirsa RTE’nin mutlak monar$ik bir rejim kurmadan ba$ka secenegi kalmami$ gibi.
    türk tipi ba$kanlik sistemi ile RTE kursa kursa türk tipi bir mutlak monar$i in$a eder.

    ilk söyleyen de ben olmu$ olayim: padi$ahim cok ya$a!

  122. Onların adına konuşamam!

  123. “erdogan’in kendine bictigi misyonu ve bu misyonu ba$ariyla tamamlamak icin her türlü rizikoyu, cilginligi göze aldigini henüz anlamami$sin bence.”

    Yanlis degerlendiriyorsunuz. Tabii ki, ben de, bu dediklerinizin bilhakkin mudrikiyim.

    Fakat, sizin de anlamaniz gereken sey sudur: Delicesine cesur olmak, tek basina, hic bir anlam ifade etmez.

    Sizin, biraz Nazim Hikmet okumanizin zamani geldi. Su misralarini, ozellikle:

    Onlar ki toprakta karınca,
    suda balık,
    havada kuş kadar
    çokturlar;
    korkak,
    cesur,
    câhil,
    hakîm
    ve çocukturlar
    ve kahreden
    yaratan ki onlardır,
    destânımızda yalnız onların mâceraları vardır.

    Bu ‘destan’dakilere ‘umit’ olabilmek icin bir ‘sicil’ lazim. Ama, yetmez. Bir de, ‘muesses nizam’a talip olanlarla uzun bir hukugunuzun olmasi sart.

    Aksi halde, uzerinde cesur bir ‘nobody’ yazan bir mezar tasiniz belki olur; belki o da olmaz.

  124. CHP’nin, Konak Meydanı’na at getirmesine polis izin vermedi

    CHP İzmir Konak İlçe örgütü, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın referandum sonuçlarıyla ilgili “Atı alan Üsküdar’ı geçti” sözlerini protesto için Konak Meydanı’na at getirip açıklama yapmak istedi, ancak polis izin vermedi.
    CHP Konak İlçe Başkanı Mehmet Şakir Başak ve partililer, referandumda mühürsüz zarf ve pusulaların geçerli sayılması kararını eleştirmek ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın sonuçla ilgili söylediği “Atı alan Üsküdar’ı geçti” sözüne yönelik basın açıklaması yaptı. Parti tarafından bu açıklamada kullanılmak üzere bir at kiralandı. Sembolik olarak hazırlanan oy zarf ve pusulalarının içinde olduğu çuvalların yüklü olduğu bir at mizanseni yapmak isteyen CHP’lilere, polis izin vermedi. Konak Meydanı Kemeraltı Çarşısı girişinde yapılacak basın açıklamasına getirilmek istenen at, İzmir Büyükşehir Belediyesi ve Başbakanlık Ofisi’nin bulunduğu bölümde polisler tarafından durduruldu. CHP Konak İlçe Başkanı Başak, polisin ‘atın basın açıklamasında yer alamayacağı’ gerekçesiyle izin vermediğini söyledi. Üzerindeki çuvallar alınan at, buradan götürüldü.
    CHP İlçe Başkanı Mehmet Şakir Başak yaptığı açıklamada, referanduma hakemlik yapanların uyması gereken kanun ve anayasayı yok saydığını, bu nedenle referandumun yok hükmünde olduğunu söyledi. Seçim Kanunu’nun 98. maddesinin, ‘Üzerinde ilçe seçim kurulu ve sandık kurulu mührü bulunmayan zarflar geçersiz sayılır’, 101’inci maddesinin ise ‘Arkasında sandık mührü bulunmayan oy pusulaları geçersizdir’ dediğini belirten Başak, buna karşın seçim kanunu maddelerinin yok sayıldığını, bunun da referandumu gayrimeşru hale getirildiğini savundu.
    “AT ÜSKÜDAR’I GEÇEMEMİŞTİR”
    Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın referandum sonuçlarının ardından “Atı alan Üsküdar’ı geçti” sözüyle, hükümsüz olan referandumu hükümlü hale getirmek istediğini öne süren Başak, “Sayın Cumhurbaşkanım, At Üsküdar’ı geçememiştir. Kaçırmak istediği oy yüküyle at suçüstü yakalanmıştır. Bugün bu basın açıklamasını, yakalanan atı ve mühürlü oy pusulalarımızın mühürsüz oy pusulalarıyla değiştirildiğini göstermek adına yapıyoruz. Bu at yakalama operasyonunu İstanbul’un Üsküdar İlçesi’nin ‘hayır’cı cephesiyle, İzmir’in Konak ilçesinin ‘hayır’cı cephesinin yapmış olduğu ortak bir operasyondur” dedi.
    Başak, atı getiremediklerini, sadece oy çuvallarıyla açıklamayı yaptıklarını belirtti.

    http://i.hurimg.com/i/hurriyet/75/590×332/58f894d9eb10bb21d0896969.jpg

  125. zileli, 15 yılda bu akp’nin yıkılışa gittiğini söylediğin kaçıncı yazı 🙂

    eh elbette er ya da geç bir gün yıkılacaklar. o gün geldi mi ben bildim diyeceksin. tam troll kurnazlığı.

  126. “Ben, altı üniversiteye devam edip hiçbirini bitirmeyen,”

    Ne guzel. ‘altı üniversiteye devam edip hiçbirini bitirme’mek ile ilgili aklimiza takilan soru oldugunda kime danisacagimizi biliyoruz artik.

    “kökü ve doğası gereği çobanlık sanatında doruk bir adamım.”

    Bu da guzel. Bu konuda da kime danisacagimiz belli oldu.

    “Altı köpekle, çeyreği caralı kuzu 2000 koyunu, ekili alandan yaylaya yürüymüş kişioğluyum.”

    ‘Caralı kuzu’ nedir; neden burada onemli imis gibi bahsediliyor, hicbir fikrim yok; ama, ekili alandan o kadar koyunu gecirmeniz cok da akillica bir davranis gibi gelmedi bana.

    “Kuzunun koyunun eziyetini çekmiş biri, sizden daha bilge, yiğit ve algılı değilse, bu yeryüzü safsatadandır.”

    ‘Yalan dunya’ lafini duymussunuzdur. Ondan hareketle, ‘safsata dunya’ da diyebiliriz pekala.

    Bu durumda, sizin ‘daha bilge, yiğit ve algılı’ olmadiginizi soylemis olmuyor musunuz?

    Simdi..

    Butun soyleyecekleriniz bunlar idiyse, siz, ‘altı köpekle, çeyreği caralı kuzu 2000 koyun’a ayar vermege devam edebilirsiniz.

    Sizi ‘bilge, yiğit ve algılı’ sayacaklarina eminim.

  127. Lenin’in siyasette tarafsızlık üzerine yaptığı yukarıdaki yorumdaki alıntıda geçen benzetmeleri hemen her toplumsal alana uyarlanabilir. Örneğin;

    “Karşı cinse ilgisizlik ona olan ihtiyaç bakımdan doygunluk anlamına gelir. Karşı cinse ihtiyacını iyi karşılayabilen bir insan ona karşı ‘ilgisiz’, ‘duyarsız’dır; ama bu ihtiyacını karşılayamayan bir insan bu konuda her zaman ‘partizan’ bir tutum alacaktır. Bir kişinin karşı cins karşısında ‘ilgisiz ve duyarsız’ kalması, ona gereksinimi olmadığı anlamına gelmez; bu sadece onun bu gereksinimiyle ilgili asla sıkıntı çekmeyeceğinden ve bu gereksinimlerini iyi karşılayabilenler ‘partisi’ içindeki yerinin sağlam olduğundan emin olduğu anlamına gelir.”

  128. İhtiyar çoban

    Necip mecip, farkında mısın, belki de ilk kez farklı bir şeyler üzerine yazdın. Az ve öz de olabilmişsin biraz. Demek ki başka dünyaların varlığı da seni biraz şaşırttı. Meraklarına ilaçlar:
    Altı üniversiteyi, zorunlu nedenlerle sürünün başına dönmek için bıraktım. ‘Caralı kuzu’, henüz göbeği yeni düşmüş, bebek kuzu. Sürü yürürken hızı oldukça düşürür bu. Ekili alandan çok kişi sürüyü geçiremez. Zarar ziyansız yürütebilmek için aralardan, tarla anlarından akbaş ve kangalların sabrı ve çobanın ana koyunlarla diyaloğu ile bu başarılır. niye kamyonla gitmedin der, senn gibi gevezenin biri. Çünkü ikinci doğuma yaklaşan anaçlarda o zaman düşük olur. Bilgelik, yiğitlik algıyladır. Kendilerini bir yerlere yamamışlar, çov çov ağayı paşayı savunanlar bunu beceremez. ben güzelim koyunlarıma niye ayar vereyim; onlar işini bilir. Ayar, senin gibilere!

  129. İhtiyar çoban

    Yeryüzünün ilk ve tek çoban ve sürü romanını Talip Apaydın yazmıştır: YOZ DAVAR
    Bulup okumanızı öneririm

  130. “Cok farki var: Ben, ne AKP militaniyim (ne de sempatizani) ne de Islamci.elimden

    “Fakat RTE/AKP iktidarını meşru kabul etmek, bu iktidarın gayrımeşru olduğu görüşüne karşı çıkmak,”

    Isizn ilginci, ben, ‘gayrımeşru olduğu görüş’lerine karsi ciktigimi hic sanmiyorum. [Oyle bir ifadem olmussa, hatirlatir misiniz lutfen.]

    Ama, sunun gibi bir seyler soylemisimdir, eminim:

    Ayni mekanizma ve surecleri gecip gelenler mesru iseler, bu da mesrudur.

    Sizce bu bakis yanlis midir?

    Yanlis ise, sizin olcutunuz nedir?

    “onun bir diktatörlük olduğunu kabul etmemek açısından bir fark yok.”

    Oyle degil.

    Bu ‘diktatorluk’ benzetmesi, ‘kedi, yavrusunu yiyecegi zaman onu fareye benzetirmis’i luzumundan fazla cagirstiran bir yaklasim.

    ‘Diktator’lerin nasil isbasina geldiginin kirk turlu cesidi olsa bile, isbasindan nasil gitmediklerinin esasen tek bir cesidi var: Secime gitmemek.

    15 sene icinde bilmem kac defa secime gitmis ve sandiktan secilerek isbasina gelmis birisine/birilerine hala daha ‘diktator’ demek, ‘ben ne dedigimi bilmiyorum’la esdegerdir benim gozumde.

    Benim bu titizligim sizi memnun etmiyor olabilir. Ona bir sey demem. Ama, sirf siz istediniz diye de sizinle hemfikir olmami beklemeyin benden.

    “Bu da sizi RTE/AKP iktidarının sempatizanı yapmasa bile bu iktidara karşı güç odakları karşısında onun yanında yer alan pasif bir RTE/AKP destekçisi yapar.”

    Yok. Onu yapmaz.

    Ama, sizin benim olmami istediginiz ‘cephe’, beni, ‘Cevre’ye karsi ‘Merkez’in yaninda olmaga mahkum eder.

    Uzgunum, ben, o ‘cephe’de olmayacagim.

    “Lenin’in de söylediği gibi siyasette tarafsızlık olamaz.”

    Hz Lenin’in her dediginin kelam-i kadimden sayilacagi kanatinde degilim, bu bir.

    Ikincisi, Lenin ile benim cok temel bir farkim var:

    Ben, Lenin’in aksine, ‘siyasette’ degilim.

    Yani, siyasetin icinde degilim. Sahne-i siyasetteki oyuncularin hicbirine sadakat/vefa vb bagi ile bagli degilim.

    Aklima yatarsa, birisini bir zaman; digerini de baska bir zaman desteklerim –belki.

    Bu, tabii ki, benim tarafsiz oldugum anlamina gelmez: Vefasiz oldugum anlamina gelir. Yani, serbestim.

    Bu size uymuyorsa, uzgunum, gayrisi elimden gelmez.

    Ayrica, Lenin’in (veya sizin ya da bir baskasinin), ‘ya bizdensin ya da topragin’ demek mesruiyetini kendinde gormesini ben onda gormuyorum.

  131. Necip, başka ve daha somut örnekler verelim.

    AKP mi 15 Temmuz mu? (Mısır için, Mursi mi 3 Temmuz mu?)
    Bunlar genel planda. Daha özelde AKP mi 17 Aralık mı?, MİT (yani AKP) mi, MİT tırlarını durduran savcılar ve askerler mi? şeklinde de sorabiliriz.
    Görüldüğü gibi örnekler çoğaltılabilir.
    Böyle durumlarda tarafsızlığın mümkün olmadığını da görüyorsunuz.

    Seçimlerle ilgili söylediklerinize de itiraz edilebilir.
    “Seçime git[me]mek” bakımından “27 Mayıs ile giden iktidar”ın “15 Temmuz ile gidemeyen iktidar”dan ne farkı var?
    Herşeyden önce kim kimi nasıl seçiyor?
    Yine bir alıntı yapmama itiraz etmezseniz aşağıdaki yazı da buna değiniyor. Gerçi burada söylenenler zaten bilinen ve birçok kişinin katıldığı görüşler olduğundan alıntıya da gerek yok, ama şimdi bu yazı aklıma geldiği için aktarıyorum.

    [ Ha ! Bir de “Türkiye’de, 1925-1945 yılları arasında tek partiye dayanan bir siyasal hayat vardı. Doğal olarak anti-demokratik bir siyasal sistem, anti-demokratik bir siyasal rejim egemendi. Genel seçimler aslında atama şeklinde cereyan ediyordu. Milletvekilleri Cumhuriyet Halk Fırkası Genel Başkanı ve aynı zamanda Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk tarafından atanıyordu…” demişsiniz.
    Allah aşkına! Şimdi Bölge milletvekillerini kim atıyor/pardon seçiyor.
    http://tornethuji.blogspot.com.tr/2009/12/dersim-bilincinin-uyanisi.html ]

  132. Yukarıda verdiğim 27 Mayıs örneğiyle ne demek istediğimi açayım.
    Bugün ülkede büyük bir kitlenin AKP’yi diktatör kabul etmesi gibi o dönemde de DP’nin diktatörlük olduğu kanısı yaygındı. DP’nin kitle desteği de aşağı yukarı AKP’ninki kadardı. Dolayısıyla arada bir fark yoktur.

  133. İlk verdiğim örnekte (hükümet/askeri darbe ikilemi) eksik bıraktığım bir noktayı tamamlayayım.
    Bu durumlarda bazı kesimler (yani bütün devletleri ya da mevcut devleti reddeden devrimci ve etnik ayrılıkçı gruplar gibi) devlet içindeki fraksiyonların birbirlerini tüketmelerini istedikleri için her iki güç odağını da tutmadan tarafsız kalmayı savunabilir.

  134. RTE’nin gayrımeşruluğuyla ilgili asıl hatırlatılması gerekenleri Necip’e kimse söylememiş.

    Milletvekili seçilmesinin önündeki engellerin 2003’te nasıl kaldırıldığı, cumhurbaşkanı seçilmesinin bir şartı olan üniversite mezunluğu kuşkulu ve bunun kamuoyunda büyük tartışmalara ve iddialara neden olduğu bir kişi söz konusu.

  135. marxist argüman

    “demokratik illüzyonlar” ve “demokratik mantigin” sefaleti

    necip ile 109 nolu yorumcunun tarti$masina atfen:

    “demokrasi”, günümüz dünyasinda tarti$ilmaz bir deger; bireylerin ve toplumlarin degerini/modernligini belirleyen uygarlik ölcüsü; bireylerin ve toplumlarin eylemlerini/pratiklerini me$rula$tirdiklari me$ruiyet kaynagi; yakinla$tikca uzakla$ilan serap; bitmez tükenmez “demokratik” kisir tarti$malari üreten verimli bir kaynak vs.”

    dikkat edilirse, sonu gelmez demokrasi tarti$malarinda icerik; öz tarti$ilmiyor; tarti$ilan $ey bicim, form, teknik, yani secme ve secilme bicimi/teknigi.

    örnek: RTE, idam cezasini referanduma sunmak istedigini belirtti.
    $imdi kabul edelim, idam cezasi referanduma sunuldu ve oy cogunluguyla, yani demokratik bir yöntem ile kabul edildi.

    biz $imdi idam cezasi oy cogunluguyla kabul edildi diye “me$ru” mu olmu$ oluyor?
    tarti$mamiz gereken, idam cezasinin kabul edilmesinin yöntemi/teknigi midir, yoksa icerik/öz, yani idam cezasinin kendisi midir?

    dikkat edilirse, dünyada ve türkiyede ki siyasi rejimler tarti$ilirken, örnek, menderes hükümetinin ya da akp hükümetinin siyasi ve ekonomik politikalari nasil, siradan insanlarin hayatina faydasi ve zarari nelerdir, gibi konular tarti$ilmiyor.
    tarti$ilan nedir? ba$ta zileli olmak üzere, demokrasi hayranlari/demokrasi idealistleri sürekli $ekilde tarti$tiklari $ey: RTE bir diktatör müdür, degil midir; RTE, kararlari tek ba$ina mi aliyor, yoksa partisine ve diger devlet kurumlarina dani$iyor mu, kisacasi RTE demokratik prosedüre uygun davraniyor mu, davranmiyor mu?

    ba$ta zileli olmak üzere,demokrasi hayranlarina soruyorum:

    madem ki özgürlügünüze cok düskünsünüz, paranin/sermayenin/kapitalin egemenligine neden tek bir itiraziniz yok?
    insanlarin adeta paraya köle oldugu; paran varsa insanca ya$arsin yoksa sefaleti kader kabul etmeyi dayatan iktisadi düzene neden tek bir itiraziniz yok?
    hergün patronlarin/i$verenlerin kapisinda i$ dilenmeye neden tek bir itiraziniz yok?
    hergün i$inden/a$indan olma, i$ten atilma korkusuyla ya$amaya neden tek bir itiraziniz yok?
    patronlarin verdigi ücret ile kit kanaat ya$amaya neden tek bir itraziniz yok?
    bir yanda para/zenginlik icinde yüzen bir azinlik, diger yanda kit kanaat ya$ayan cogunluk, bu durumu neden “dogal” kabul edip itiraz etmiyor sunuz?

    sizin yatiginiz demokrasi ve özgürlük $övalyeliginin sizin hayatinizda köklü olarak hicbir $ey degi$tirmedini fark etmiyor musunuz?

  136. Paranın, sermayenin, devletin ortadan kalktığı bir düzende işler nasıl yürüyecek?

    Sermaye medyası, devletin radyo-TV kanalları kalkınca haberleri nereden alacağız? (İnternet, sosyal medya vb. de bir yere kadar)

    Devlet hastaneleri ve özel (sermayenin) hastaneler, devlet okulları ve özel (sermayenin) okullar kalkınca nereye gideceğiz?

    Kullandığımız otomobili, yaşadığımız evi, giydiklerimizi, yediklerimizi, içtiklerimizi devletin ve sermayenin emrinde çalışan bir işçi sınıfı üretmeyecekse kim üretecek?

  137. “Böyle durumlarda tarafsızlığın mümkün olmadığını da görüyorsunuz.”

    Ama, ben, mutlak anlamda, ‘tarafsiz’ oldugumu ya da olabildigimi hic soylemedim; hic de iddia etmedim ki.

    Dahasi, mutlak anlamda, ‘tarafsizlik’ kadar ‘tarafLIlik’in da herhangi bir birey icin mumkun olmadigi kanaatindeyim.

    O yuzden, nerden ve neden buraya geldik bilmiyorum; ama, ‘taraf’ konusuna cok fazla onem vermekle bir yere varamayacagimizi dusunuyorum.

    Bu tur bir yaklasim, solun tarihinde ziyadesiyle gordugumuz ‘amip bolunme’lerini hatirlatiyor: *BUTUN* konularda tipatip ayni dusunmuyorsak, bolunelim ve yeni bir faksiyon kuralim..

    Yanlis anlasilmasin, bolunmelere, faksiyonlara karsi degilim; ‘blok’ seklinde herkesin hersey konusunda hep ayni seyi dusunmesi beklentisine karsiyim –yanlis bulurum.

    Cunku, boyle bir beklenti, ayrismalarin kanli-bicakli olmasina yol actigi gibi, ilerde de tekrar isbirligi (beraberlik) imkanlarini da (kan davasi gutmek gibi bir yaklasim yuzunden) sifirliyor.

    “Seçimlerle ilgili söylediklerinize de itiraz edilebilir.”

    Tabii ki, edilebilir. Edilmese sasardim.

    “Herşeyden önce kim kimi nasıl seçiyor?”

    Bu soru mesru bir sorudur. Ama, cevabi hicbir zaman kolay olmamistir.

    Yani, benim gercek hayat ile ilgili muhendislik problemlerine cozum gelistirmek surecinde hep tercih ettigim uzere, temel prensiplerden/kanunlardan yola cikarak, lazim olan butun formulleri kendimin cikarsadigi bir yaklasim burada yurumuyor.

    Bundan ben de cok ve fazlasiyla rahatsizim; ama, dunyanin geri kalani bana sormadigi icin, ‘bu boyledir’i (delili/kaniti kendisi olan, ayrica ispat gerektirmeyen) bir tur ‘axiom’ saymak zorunda kaliyorum –aksi halde kafayi yemek isten bile degil.

    Oyle olunca, mecburen, daha bir felsefik (olani-biteni bir ust platforma cikip gozlemek anlaminda) bakmaktan baska yol kalmiyor: Genis kalabaliklari elestirmek veya onlarla tartismak anlamli olmadigi icin, ‘demek ki devranin ruhu bu’ gibi bir ‘gozlemci kanaati’yle yetinmek zorunlu oluyor.

    [Not: Spesifik olarak Dersim ve Alevilik konusunda sorup anlamak istedigim cok sey var; ama, lanet olasi konunun her tarafi turlu cesitli militanliklarla cevrili oldugu icin, birgun konusulabilir olacagi umidiyle, oylece ve caresizce bekliyorum. Insallah ben hayattayken olur da, gozlerim arkada gitmem 😉 ]

  138. “Bu durumlarda bazı kesimler (yani bütün devletleri ya da mevcut devleti reddeden devrimci ve etnik ayrılıkçı gruplar gibi) devlet içindeki fraksiyonların birbirlerini tüketmelerini istedikleri için her iki güç odağını da tutmadan tarafsız kalmayı savunabilir.”

    Bu, evet, pragmatik yaklasimlardan birisidir.

    Fakat, daha buyuk olcekte bakinca, sorulmasi gereken bir soru daha var:

    Bir ulkenin, dunyanin ya da belli bir insan toplulugunun nasil yonetilmesi gerektigi konusunda neden –talep anlamina gelen– fikirler dile getiriyoruz?

    Noktasal olarak kendi cikarlarimiza hizmet etsin diye mi; yoksa, cevremizin (ve sonraki nesillerimizin) cikarlarina himet etsin diye mi?

    Birincisi ‘bencillik’ ikincisi de ‘filantropislik’ (insan sevgisi) olarak nitelendirilebilir. Ama, aslinda, her ikisi de ayni kapiya cikiyor.

    ‘Ayni kapi’dan kasdim da su: Ongorulemezlere recete yazmak..

    Sunu demek istiyorum: Bugun kendi cikarlarimiza hizmet etmesi icin istedigimiz seylerin ilerde de kendi cikarlarimiza olacaginin ne garantisi var? Sonucta insaniz ve ihtiyaclarimiz/cikarlarimiz gunden gune degisiyor.

    Ayni sekilde, ayni sey, philantrophism cercevesinde de gecerli. Hem, baskalarinin ne istedigini ne kadar biliyoruz; hem de, ilerde de ayni seyleri isteyeceklerinin ne garantisi var?

    Peki, bu durumda geriye ne kaliyor?

    Walla.. durust olmak gerekirse, ne bencillik, ne de flantropi tukaka ya da makbul.

    Ya da [daha anlasilabilir bir sekilde yazacak olursak], her iki yaklasimin da isabetli (ve isabetsiz oldugu) durumlar/haller var. Ve, hangisinin hangisi oldugunu ancak zamanla gorebiliyoruz.

    [ Bir batman laf sonucunda geldigimiz yer ‘relativism’.. 😉 ]

  139. Para nasıl kalkar?

    Para düzenini ortadan kaldırmanın tek yolu bozkır Türklerinin, dağ Kürtlerinin, çöl Araplarının, ova Kızılderililerinin çağına, yani kısacası doğal hayata geri dönmek değilse nedir?

  140. Onun dediklerini yaparsak büyük resmin ne kadar kırılgan olduğunu görebileceğimizi vaat eden bütün bu yazılar (Gün Zileli, Demir Küçükaydın, Fikret Başkaya, Ergin Yıldızoğlu, hatta ogürsel) aynı torna tezgahından çıkmış gibi duruyorlar:

    Her fırsatta kanaat önderliğine soyunan, sürekli sola akıl veren, ama solun çoğunluğunu da stalinistler ve kemalistler oluşturduğu için hep duvara toslayan, nihayetinde ÖDP’li, TKP’li, EMEP’li toplumsal blok formülleriyle solculara dışarıdan bilinç aktarmaktan fazlası elinden gelmeyen, çaresiz bir aydın türü.

  141. İhtiyar çoban

    Bir zamanlar, Sosyoloji’de öğrenciyken, derslere pek devam etmez, durmadan memleketi özler, şehrin caddelerini, sokaklarını aşar, kıyıda köşede nerede eşek semeri satan yer, koyun kuzu çanı bulunan mekan, incik boncuk arardım. Şehrin duvarlarına bir iki kez yıldız, yumruk filan da çizmiştim.
    O yıllardan en güzel kazanımım, hangi hocamdan duyduğumu unuttum; Mustafa Akdağ kitaplarını arayıp buluşumdur. Bedrettin’le ilgili kitaplar, bir de o yıllarda Asım Aslan adlı bir aydının, Türkiye koşullarını belgelediği görsel bir iki kitabı. O kitapları sosyoloji eğitiminden çok üstte görürdüm. Bunları daha sonra ninem, sacın altında yakmış ekmek ederken.

    Yukarıda, Mustafa Akdağ’ı söz konusu eden bir kişi var. Mümkünse, Akdağ’ın düşüncelerinin günümüz koşullarındaki yeri ve konumu üzerine beni aydınlatmasını isterim.

  142. marxist argüman

    necip’ten alinti:

    “[Not: Spesifik olarak Dersim ve Alevilik konusunda sorup anlamak istedigim cok sey var; ama, lanet olasi konunun her tarafi turlu cesitli militanliklarla cevrili oldugu icin, birgun konusulabilir olacagi umidiyle, oylece ve caresizce bekliyorum. Insallah ben hayattayken olur da, gozlerim arkada gitmem.”

    necip, dersim ve alevilik ile ilgili merak ettigin nedir?
    sor sana anlatayim, bu konularda seni aydinlatacak bilgim var.

  143. “dersim ve alevilik ile ilgili merak ettigin nedir?
    sor sana anlatayim, bu konularda seni aydinlatacak bilgim var.”

    Yanlis anlamayin; ama, Alevilik sozkonusu oldugunda, kitaplardan edinilmis bilgiye itibar etmemege karar vereli cok oluyor.

    Benim aradigim kisi, Alevi toplumun icinde yasamis, ve onde gelen ihtiyarlarla uzun uzun sohbetler etmek sansi bulmus birisi..

    Boyle birisine denk gelmek basli basina buyuk bir tesaduf olur, da; karsilikli samimi bir dille konusabilmek icin, oyle bir kisinin guvenini kazanmak da cok zaman ister.

    Yani, bu omur icin konusacak olursam: Benden gecti gibi duruyor.

    Not: Siz, bu tanima ne kadar uyarsiniz bilemem; ama, benim ilgimi ceken konularin (ya yuzyuze ya da eposta vb gibi) birebir ve dogrudan iletisimi zorunlu kilacagini dusunuyorum. Forumlarin veya kamuya acik bloglarin cok da uygun olmadigi kanaatindeyim. Yeterince acik ve samimi olunamiyor.

  144. Hangi "işçi sınıfı"?

    Avrupa, Rusya, Yugoslavya, Arnavutluk, Çin, Küba, Latin Amerika’nın
    devrimci “işçi sınıfı”
    ile
    Türkiye’nin
    AKP’li, Muhammed’ci-RTE’ci, dinci, vatan-milletçi
    CHP’li, M.Kemal’ci-KK’ci, sözde laikçi, ulusalcı
    MHP’li, A.Türkeş’çi-DB’ci, Türk-İslamcı, ülkücü
    “işçi sınıfı” aynı işçi sınıfı mıdır?

  145. rte kaçınılmaz olarak bütün tarikat ve cemaatleri ortadan kaldıracaktır. 90ların dypsine dönüşüyor ve daha da hızla dönüşecektir. ondan sonra kendisi tarihten çekilecektir. bekleyin ve görün.

    siyasetin niyetlerle kişilerin ideolojileriyle falan alakası yok. global ve bölgesel güç dengeleri, konjonktür ve “zamanın ruhu” asıl belirleyici etmenlerdir.

    türkiyedeki toplumsal sistemi kökten değiştirmeden kim iktidara gelse ya global güç merkezlerinin piyonu olmak ya da onlara nispeten karşı durarak otoriterleşmek zorunda. isterse hdp tek başına iktidar olsun farketmez.

  146. marxist argüman

    necip’in 121 nolu yorumuna atfen:

    insanin, insan aklinin inceleyip anlayamayacagi hicbir olgu, fenomen olamaz; yalniz, inceleme/merak konusu yapilan olgu hakkinda somut bilgi ve veriye ihtiyacimiz var.
    tabii birde tek tek insanlarin bu bilgi ve verilerden hangi sonuclara vardiklari önemli.

    senin, örnegin bir alevi dedesiyle yüzyüze görü$me dedigin $eyi hic yapmami$sa yüzlece insan türkiyede yapmi$tir; o görü$meleri inceleme/ara$tirma olarak yayinlami$tir.

    bu demektir, senin alevilik ya da dersim konularinda bir karara varman icin lazim olan biligi, veri aslinda internette ve yayinlanmi$ kitaplarda mevcut.
    fakat sen belli ki hicbir ara$tirmaya giri$memi$sin, inceleme yapmami$sin; kararini pe$inen vermi$sin.

    senin ki son derece tuhaf bir dü$ünce/davrani$ bicimi.
    dikkat edersen, sözü gecen konularda henüz günyüzüne cikmami$, söylenmemi$, itiraf edilmemi$ bilgilerin varligina inaniyorsun.

    önce günyüzüne cikmi$ bilgileri incele; seni aydinlatmazsa, tatmin etmezse ondan sonra inceleme/ara$tirmaya devam edersin.
    fakat dedigim gibi, sen aslinda kafanda bir karara varmi$sin, ve sadece kendince vardigin o hükmü tasdikleyecek bilgi/itiraf pe$indesin gibi bir görüntü veriyorsun.

  147. İhtiyar çoban

    Necip mecip, Dersim ve Alevilik konusunda seni okutabilirim amabulmaca çözüyorsun; senin gibi bir öğrenciyi tercih etmem. öğrenmek isterken bile mızmızlanan seni kim ne yapsın! Sanki bulmaca çözüyorsun; kişioğlu sana gel öğreteyim demiş; sen mız mız da mız mız. Adam olmaz senden. Bu çocuk okumaz!

  148. İhtiyar çoban

    DERSİM: Ülkede renkli tv’lerin yeni yeni başladığı yıllarda, ben bir meydan savaşında iki üç ağayı paşayı dırşınlayıp nakavt edip, bir düzine düzenbazı patakladıktan sonra kendimi yarı kaçakçı, yarı eşkıya, yarım bütün çoban olarak Dersim dağlarında, yaylalarında, ovalarında, köylerinde buldum. İki üç yıl. Sizlerin hayatında yiyemeyeceği mor yeşil ”ışkın”ı, ”babiko”yu, ”Şavak peyniri”ni iştahla yedim geçtim. İhtiyarından çocuğuna, kadınından kızına dürüstlüğü, adamlığı gördüm.
    Atımla gelip, kaçak mal dolu incik boncuk yükümle akşam karanlığına doğru bir köyün duvar dibine yaygımı açtığımda, sadece aliş veriş ederler; karanlık çöktüğünde herhangi bir köylü gelip atımı alır ahıra, beni de misafir odalarına konuk ederler karnımı doyururlar, nerelisin demeden sevgi saygı gösterirlerdi. Odalarında Hz. Ali resmi, zülfikar kılıcı resmi, Şahmaran seccade, Atatürk resmi olurdu. Saz da bulunurdu resimlerin yanında. Alevlikleri teolojik değil, insacıl ve doğacıldır.
    Necip mecip, ihtiyarlarla sohbet meselesine gelince; örneğin bir Hıdır Emmi, kışta karda sırında sakosu, kartal gibi burnuyla bir tür insan-kartaldı. Bana, ”Sen cin gibisin.” der ve kalbinin, mazisinin sırlarını açardı.
    Hey yavrum Necip mecip! Yuh sana!

  149. Küçükaydın son yazısında şöyle yazmış:

    Sanılmaktadır ki, Ermeni Soykırımından bahsetmek ve Özür dilemek, Türk milliyetçiliği ile çelişir. Hayır çelişmez, aksine tam da Türk milliyetçiliği bunu gerektirir ve ister.
    Akıllı ve uzun vadeli düşünen; Türk milletinin ve devletinin uzun vadeli çıkarlarını savunan; onun daha çağdaş; daha esnek olmasını isteyenler bu devletin bu soykırımı tanımasını; Türklerle Ermenilerin böylece barışmasını; Türk devletinin bir başbakanının örneğin Erivan’a gidip Willy Brantd gibi 1915’in kurbanları önünde diz kıvırmasını hayal ederler.
    Taner Akçam’dan Baskın Oran’a, bu konuda yazan bütün “establishment”e bakın, hepsi milliyetçidir, hem de Türk milliyetçisidirler, demokratik bir milliyetçi bile değildirler.
    Çünkü bunların hepsi de, bunları okuyanlar da aynı milliyetçilerin milliyetçilik kavramına sahiptirler. Milliyetçiliği başka milletlerin haklarını tanımama veya inkar etme olarak tanımlarlar. Bu tamı tamına milliyetçilerin milliyetçilik kavramıdır.
    Milliyetçilik ulusal olanla politik olanın çakışması ilkesini kabul etmektir.
    Yani başka milletlerin de devlet kurma hakkını kabul etmektir.
    Peki milliyetçiliğin nasıl bir milliyetçilik olduğunu ne belirler.
    Ulusal olanın nasıl tanımlandığı belirler.
    Ulusal olanı, yani milleti, Türklük, Ermenilik, vs. gibi bir dille, dinle de tanımlayabilirsiniz; bir dille dinle tanımlamaya karşı da tanımlayabilirsiniz.
    Bunların ikisi de milliyetçiliktir. Birincisi gerici milliyetçiliktir
    İkincisi demokratik milliyetçiliktir.
    Peki milliyetçi olmamak nasıl olur.
    Nasıl tanımlanırsa tanımlansın ulusal olanla politik olanın çakışması ilkesini reddetmektir milliyetçi olmamak.
    Yani en demokratik biçimiyle bile uluslara ve ulus da politik bir birim olduğundan devletlere karşı bir savaş gerektirir milliyetçi olmamak.

  150. Ben, sadece ‘kapitalizm’ diye bir ‘ideoloji’ var zannettiklerinden dolayi ahmakliklarini dile getirdim.

    Senin gibi “kapitalizmin müstahdemliğini yapmak”tan tüm benliğini yitirmiş bir zibidinin, kapitalizmi daima savunmasıyla beraber, onu ideoloji zannedenlerin saptamasını yapmaya uğraşmasına ve ahmaklık dereceleri yontmasına hiç şaşırmadık. Sen; anne karnında bile kapitalizmi mutlak ve meşru göstermeye hevesli, caniye yakın bir şahıssın.

    Simdi gelelim ‘somuru’ meselesine. Eger ‘somuru’yu karsiliksiz almak olarak tanimliyorsak, ‘somuru’ taa anne karnindan (cenin iken) baslar. Butun canlilar da doganin bizzatihi kendisini (turlu cesitli sekillerde) ‘somurur’ler. Bu boyledir ve ‘dogal’dir da. Fakat, her ‘dogal’i kutsadigimi kim soyledi? Yilan zehiri de dogaldir. Burun karistirmak da dogaldir; ama, alenen yapilmasi hicbir toplumda makbul karsilanmaz. Sonuc? Sonuc su; ‘biyolojik evrim’ sonucu ortaya cikmis bazi davranis bicimleri ‘sosyal evrim’ surecinde zararli bulundugu icin torpulenmege calisilir. ‘Somuru’ de bunlardan bir tanesidir.

    Kapitalizmin müstahdemliğini yapmakta ustalaştığın gibi, yalan atmakta da maharetini gösteriyorsun.

    Demek “…bazi davranis bicimleri ‘sosyal evrim’ surecinde zararli bulundugu icin torpulenmege calisilir. ‘Somuru’ de bunlardan bir tanesidir.” ha zibidi Necip, niçin yalan atıyorsun:

    === 1 ===
    Kapitalizmin müstahdemliğini yapan, otomotiv sektöründe KOBİ-irisi bir şirkette “zibidi patron” Necip (ve muadilleri) ne diyor:

    Doğada planktonlar da, diğer çeşit çeşit türler de – hayvanlar da birbirleriyle rekabet ediyor, güçlü olan zayıf olanı eziyor, birbirlerini öldürüyor, doğanın kanunu bu. Doğada süregiden bu kanunu-sistemi insan hayatına ikame edip, buna “kapitalizm” ismi verilmiş evvel zaman içinde. Bu sistemde de, doğada olduğu gibi aynen, insanlar birbirleriyle rekabet ettiğine göre, “kapitalizmde insanların birbirini ve diğer türleri öldürmesi gayet normaldir.” Soma’da ölen işçiler, madene inmek yerine tarlada ırgatlık yapsalardı, ölmezlerdi. Belki, tarlaya, tıkabasa dolu bir minibüs ile giderken, trafik kazası geçirip ölürlerdi. Görüldüğü üzere; kapitalizmin asla kabahati yok.

    === 2 ===
    Kapitalizmin müstahdemliğini yapan, otomotiv sektöründe KOBİ-irisi bir şirkette “zibidi patron” Necip (ve muadilleri) ne diyor:

    Kapitalizm; doğada var olan sömürü mekanizmasının, bizlerin hayatına ikame edilmesinden, uyarlanmasından başka bir şey değildir. Kapitalizmi kaldıramazsınız, ama azgınlaşMAması için yöntemler geliştirebilirsiniz. “Solcu”ların ekseriyeti, bazı yöntemler denedi; ama tutmadı, beceremediler. Öyleyse, çenenizi kapatın ve kapitalizme boyun eğmeye devam edin. Ben; bir nebze “Charles Darwin”ciyim, ve bir nebze “Herbert Spencer”cıyım. “Survival of the fittest” hayatımın motto’sudur. Bu motto’mu gerçekleştirmek için, kan akıtmaktan da asla çekinmem, örnek mi: Soma’da işçilerin ölümü tamamıyla kendi “fıtrat”larının neticesidir, kapitalizm onları öldürmemiştir. Benim dinim “Kapitalizm”dir. Ben bir mahlûkum, sadece bana kızın, sadece beni eleştirin; ama dinim “Kapitalizm”e asla çemkirmeyin.

    === 3 ===
    Kapitalizmin müstahdemliğini yapan, otomotiv sektöründe KOBİ-irisi bir şirkette “zibidi patron” Necip (ve muadilleri) ne diyor:

    13 Mayıs 2014’te, Manisa-Soma’daki maden ocaklarında ölenler; madende değil başka yerlerde çalışıp para kazansalardı! Mesela niçin tarlada ırgatlık yapmadılar da maden ocağında çalışmayı istediler?! Ben mi söyledim onlara “madene gidin ve orada ölün!” diye!

    Umrumda olmaz!

    Ben bir kapitalist olarak, ölen insanları kafama takmam, neticeye bakarım:

    Eğer o maden şirketinin kârı istikrarlı bir şekilde artıyorsa (genel ekonomideki daralma dönemlerinde; kâr artmasa da zarar yazmayacak, ya da az zarar yazacak, kadar şirket kendini yürütebiliyorsa), o şirketin sömürdüğü insan ölse ne olur, ölmese ne olur!

    Bir şirketteki “verimlilik” benim için önemlidir; bu amaçta ne kadar insan ölmesi gerekiyorsa o kadar ölebilir, kalan sağları sömürmeye devam edebilmeliyim!

    === 4 ===
    Kapitalizmin müstahdemliğini yapan, otomotiv sektöründe KOBİ-irisi bir şirkette “zibidi patron” Necip (ve muadilleri) ne diyor:

    ( http://www.gunzileli.com/2013/07/13/paris-komunu-ve-esnaf/ )
    14 Temmuz 2013, “Paris Komünü ve Esnaf”, Yorum no 7

    Necip: Gun beyin blogunda benim gibi birine rastalamak biraz garip olsa gerek, sundan dolayi; kategorize etmek isteyenler icin ben bir ‘kapitalist’im.

    Otomotiv sektorunde dogrudan (yerli ve yabanci) ana sanayiye uretim yapan KOBI-irisi sayilabilcek bir sirketin sahiplerinden bir pir-i faniyim.

    40 seneyi askin bir suredir sektorde olan birisi olarak sunu diyebilirim; ‘patron kati’nda olmak pek de bir seyi degistirmiyor. Ben de emir alirim-aldim, ben de uc-otuz paraya calisirim-calistim. Turkiye’de hic de seyrek olmayan kriz donemlerinde bunlari fazlasiyla yasadik. Sag olanlarin daha da yasayacaginin garantisi de var.

    Cunku ekonomi denen lanet olasi seyin istikrar denen bir baska lanet olasi seye ihtiyaci var.

    === 5 ===
    Kapitalizmin müstahdemliğini yapan, otomotiv sektöründe KOBİ-irisi bir şirkette “zibidi patron” Necip (ve muadilleri) ne diyor:

    ( http://www.gunzileli.com/2013/07/13/paris-komunu-ve-esnaf/ )
    16 Temmuz 2013, “Paris Komünü ve Esnaf”, Yorum no 16

    Necip: Eskiden beri, yabanci musterilerimiz (devasa global otomotiv ana sanayi sirketleri) bizden her yil indirim isterler, bizde mecburen uyariz. Kimisi %2 ister, kimisi %5.

    Eskiden pek de sorun degildi. Cunku, yuksek enflasyon vardi ve TL hep deger kaybediyordu. Deger kaybi yillik %5’lerden cok daha fazla oldugu icin, bu indirimler pek de acitmiyordu.

    Daha sonralari, sizin bahsettiginiz ‘istikrar’ donemi geldi.. Kâr marjlarimiz %10’lara, %15’lere cekildi.

    Her sene 3-5 indirim verince, birkac sene icinde kâr sifirlanir hale geldi.

    Dahasi, ayni indirimleri yerli otomotiv sanayii de dayatir oldu.

    Olacak sey degil. Ya dukkani kapatip 1000 kisiyi kapiya koyacaktik, ya onlarin da maasinda indirim yapacaktik, ya da baska bir care bulacaktik.

    Biz ‘baska care’yi tercih ettik.

    Yuksek meblaglarda kredi alip yatirim modernizasyonuna gittik ki maliyetlerimiz dussun.

    Birim uretim maliyetleri dustu biraz. Uretim kapasitesi de biraz artti.

    Ama, kredi dediginiz seyin faiz ve anapara odemesi var; az-buz da degil.

    Teknolojiyi yukseltip ayni kapasiteyi daha az kisiyle gerceklestirir hale gelmis olmak iyi mi oldu?

    Bir acidan evet; kac sene icin bilmiyorum, ama sirket bir muddet daha ayakta kalacak gibi gorunuyor.

    Oyle gorunuyor, ama, bin kisiyken 3’te 2’sine indi nufusumuz.. sirketi ve geride kalan 700 kisiyi kurtarmak icin 300 kisiyle (en az 300 aile demektir bu) yollarimizi ayirmak zorunda kaldik.. hic de kolay degildi -hic kimse icin.

    Neyse.. daha uzatmayayim.

    Ve, evet, ‘istikrar’ her zaman cok da iyi bir sey degil –istikrarli buyume olmadigi zaman ise hic.

    ‘Istikrarli buyume’ icin bir firsat var gibiydi; komsularimizla daha rahat ticaret yapmaktan bahsediyorum. Ama, gorulen o ki, sevgili muttefiklerimiz buna kolay kolay izin vermeyecek..

    Göl kucuk, balik da az oldugu icin; ben sirketin kredilerini odemek icin didinecegim, siz de (varsa) taksit borclariniz icin..

    Ve, birgun (belki de bugun) canimiza tak edecek ve hep beraber sokaklara dokulecegiz.

    Peki, de, daha iyi mi olacak?

    Herkes protesto etti diye aniden is sahalari mi acilacak?..

    Iste ben bu yuzden yine de ‘istikrar’ diyorum -kuculurken, erirken de ‘istikrar’ lazim.

    Kapitalist sistem; insanın evrimsel süreciyle ilişkili olsa da, aslen “sosyo-ekonomik” bir konudur; ve bu konuda, en net analizi yapan ilk iki kişi Karl Marx ve Friedrich Engels’tir. Eğer Charles Darwin ve Herbert Spencer; bu sitede, bu sayfada, “zibidi patron” Necip’in yazdıklarını okuyabilseydi; Necip’in suratına tükürür ve Necip’i kızılcık sopası ile kovalarlardı.

    Necip gibi bir zibidi patronun; “Recep Tayyip Erdoğan diktatörlüğü”nün 16 Nisan 2017’de resmen ilan edilişine alkış yağmuru yağdırmasının pek çok sebebi var, fakat ilk sebebi; kapitalizmin müstahdemliğini yapan Necip’in “istikrar rüyası”ndan başka bir şey değildir.

    Eğer önümüzdeki günlerde, “Türkiye Varlık Fonu A.Ş.”nin yönetim kurulu üyeleri arasında; otomotiv sektöründe deneyimli, laf hokkabazlığı kursları verebilecek kalibrede bir kişiyle karşılaşırsanız, o kişinin zibidi Necip olduğuna emin olabilirsiniz.

    Mevcut yönetim kurulu şu şekilde:
    ( http://www.turkiyevarlikfonu.com.tr/TR/YonetimKurulu/2/yonetim-kurulu- )

  151. 114’e ve 117’ye

    Paranın, sermayenin, devletin ortadan kalktığı bir düzende işler nasıl yürüyecek? Sermaye medyası, devletin radyo-TV kanalları kalkınca haberleri nereden alacağız? (İnternet, sosyal medya vb. de bir yere kadar) Devlet hastaneleri ve özel (sermayenin) hastaneler, devlet okulları ve özel (sermayenin) okullar kalkınca nereye gideceğiz? Kullandığımız otomobili, yaşadığımız evi, giydiklerimizi, yediklerimizi, içtiklerimizi devletin ve sermayenin emrinde çalışan bir işçi sınıfı üretmeyecekse kim üretecek? Para düzenini ortadan kaldırmanın tek yolu bozkır Türklerinin, dağ Kürtlerinin, çöl Araplarının, ova Kızılderililerinin çağına, yani kısacası doğal hayata geri dönmek değilse nedir?

    Okulların, hastanelerin, radyo-TV kanallarının, internet & sosyal medyanın, fabrikaların, otomobillerin, evlerin, kıyafetlerin, gıdanın (ve milyonlarca diğer mal ve hizmetin) ortadan kaldırılacağını kim söyledi!

    Siz, kapitalizme karşı mücadeleyi; akşamdan-sabaha, bugünden-yarına çarçabuk başlayıp bitebilen bir kıvılcım mı zannediyorsunuz!

    İnsanların beynine yüzyıllardır zerk edilen “sömürmek ve sömürülmek doğada olduğu gibi insan hayatında da normaldir, bu düzene asla karşı gelmeyin” zırvasına karşı mücadele edip, bu zırvayı yok etmeden; yukarıda saydığınız hiçbir yapıyı dönüşüme uğratamazsınız, ve birçoğunu da kökünden söküp atamazsınız.

    Yukarıda yazdıklarınız arasında özellikle “para”, “sermaye” ve “devlet” üçlüsüne karşı mücadele etmek; sözde kolay, “icraat”da zordur! Bu konuda üfürülen pek çok teori, pratikte uygulanamayabilir.

    Geçmiş yıllara dönmek mümkün olmadığına göre, bugün gidin dikkatle araştırın bakalım:
    Sayıları azalmaya yüz tutmakla beraber, bir tür müze dekoru niyetine misyon yüklenen (yukarıda sıraladığınız) kavimler; bozkır Türkleri, dağ Kürtleri, çöl Arapları, ova Kızılderilileri günümüzde para kullanmadan yaşayabiliyorlar mı / yaşayamıyorlar mı! Araştırmanız sonucunda ulaştıklarınızı bir rapor hâline getirip, bu sayfada yayınlayabilirsiniz.

    Araştırmanıza başlamanızdan önce, şu iki uyarıyı dikkatle incelemenizi tavsiye ediyoruz:

    === 1 ===

    The first man, who, after enclosing a piece of ground, took it into his head to say, ‘This is mine,’ and found people naive enough to believe him, that man was the true founder of civil society. How many crimes, how many wars, how many murders, how many misfortunes and horrors, would that man have saved the human species, who pulling up the stakes or filling up the ditches should have cried to his fellows: Be sure not to listen to this imposter; you are lost, if you once forget that the fruits of the earth belong to us all, and the earth itself to nobody!

    Tarihte ilk kez bir toprak parçasının etrafını çitle çevirip ‘Burası benimdir!’ diyen ve buna inanacak kadar saf olan insanlar bulabilen ilk kişi, ‘uygar toplum’un ilk kurucusu oldu. O zaman biri çıkıp, çitleri söküp atacak ya da hendeği dolduracak, sonra da insanlara ‘Sakın dinlemeyin bu sahtekârı. Meyveler herkesindir. Toprak hiç kimsenin değildir. Ve bunu unutursanız mahvolursunuz.’ diye haykırsaydı, işte o kişi; insan türünü, nice suçlardan, nice savaşlardan, nice cinayetlerden kurtaracaktı.

    Jean-Jacques Rousseau,
    ‘Discourse on the Origin and Basis of Inequality Among Men’,
    ‘Eşitsizliğin Kökeni Üzerine Söylem’,
    (‘İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı’ olarak da bilinir)
    Tarih, 1754

    === 2 ===

    “We were not born critical of existing society. There was a moment in our lives (or a month, or a year) when certain facts appeared before us, startled us, and then caused us to question beliefs that were strongly fixed in our consciousness-embedded there by years of family prejudices, orthodox schooling, imbibing of newspapers, radio, and television. This would seem to lead to a simple conclusion: that we all have an enormous responsibility to bring to the attention of others information they do not have, which has the potential of causing them to rethink long-held ideas.”

    “Dünyaya, mevcut toplumların düzenleri içine, o düzenleri direkt eleştirmeye programlanmış hâlde doğmuyoruz. Hayatlarımızda öyle anlar gelir ki, bizler de sorgulamaya başlamadan çok önce, tek tek saymamızın mümkün olmadığı gerçekler yaşanmaya başlanmış, ürkütmüş, ve en nihayetinde bizleri sorgulamaya sevk etmiş; aile içinde yeşeren, nesilden nesile miras gibi devreden önyargılar, doktriner eğitim sistemleri, gazete, radyo ve televizyon aracılığıyla bilincimize kodlanan inançlar vardır. Bütün bunlar esaslı bir sonucun istikametine getirir bizi: Hepimiz, bilgi ve tecrübesi saptırılmış veya hiç olmayan, ve bu nedenle günlük yaşamlarında debelenip duran çevremizdeki insanlardan başlayarak, çember gibi genişleyip; bu insanları, yüz yıllara yayılmış yargıları, tekrar, ciddiyetle düşünmeye yöneltecek hamleler yapmak gibi devasa bir sorumluluğa sahibiz.”

    Howard Zinn,
    “Changing Minds, One at a Time”,
    “The Progressive” dergisi,
    10 Mayıs 2005
    ( http://progressive.org/magazine/changing-minds-one-time/ )

  152. marxist argüman

    filmin adi: demokrasi (demokratik kapitalizm)
    yapim, senaryo ve yönetmen: devlet (burjuva devlet)
    aktörler: zengin ve seckin elit tabaka
    figüranlar: halk/vatanda$

    “Türkiye’de çocukların üçte biri şiddetli maddi yoksunluk içinde. Yoksulluğun şiddeti doğuya gidildikçe artıyor.

    Türkiye’de 7 milyon 210 bin çocuk maddi yoksunluk çeken hanelerde yaşıyor. Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi’nin (Betam) raporuna göre bu durum, 0-15 yaş aralığında 20 milyon çocuğun bulunduğu Türkiye’de her üç çocuktan birinin yoksul olması demek. AB’nin yoksunluk ölçütüne göre kira ve faturaların ödenmesi, evin ısınma ihtiyacının yeterince karşılanması, beklenmeyen harcamaların karşılanması, her iki günde bir et, balık ya da protein eşdeğer gıdalarının tüketilmesi, evden uzakta bir haftalık tatil masrafının karşılanması, bir arabaya, bir çamaşır makinesine, bir renkli televizyona ve bir telefona sahip olunması olarak belirlenen dokuz kriterden dördünü yerine getiremeyen hanelerde yaşayan bireyler şiddetli maddi yoksunluk içerisinde kabul ediliyor.

    Veriler, Türkiye’nin Avrupa ülkeleri arasında Bulgaristan’ın ardından şiddetli maddi yoksunluğun en yoğun yaşandığı ikinci ülke olduğunu gösteriyor.” (basin)

    ba$ta zileli olmak üzere, bu sitede demokrasi ve özgürlük $övalyeligi yapanlar, kapitalist ekonominin ürettigi yoksulluk ve sefalet neden sizin ilgi ve tarti$ma alaniniza hic girmiyor?

    “establishment” denilen seckin/elit tabakanin varligini hepiniz kabul ediyorsunuz.
    devlete/düzene kendi cikarlari dogrultusunda asil ayar veren aktörlerin sözkonusu bu siyasi, askeri, ekonomik elit/seckin tabaka oldugunu da kabul ediyorsunuz.

    bu durumda sizin gibi benim gibi siradan vatanda$lara kalan rol ne oluyor: figüranlik.

    bu demokrasi filminde size bicilen rolün figüranlik oldugunu bile bile, sanki filmin aktörleri sizlermi$siniz gibi tavirlariniz, tarti$malariniz biraz gülünc olmuyor mu?

    zileli gibi romantik devrimciler demokrasi filmlerinin kalabalik figüran (halk) grubuna bakiyorlar ve bilerek ya da bilmiyerek $u gercegi karartiyorlar: o kalabaliklar asil aktörlerin iktidar mücadelesinde sadece manevra kütlesi; faydali ahmaklar kütlesi oluyorlar.

  153. “senin, örnegin bir alevi dedesiyle yüzyüze görü$me dedigin $eyi hic yapmami$sa yüzlece insan türkiyede yapmi$tir; o görü$meleri inceleme/ara$tirma olarak yayinlami$tir.”

    Bunlarin sayisini bilmiyorum; tabii ki. Ama, yuzlerce bile olsa, yapilan isin dogasi geregi, bunlarin herbiri anekdotal olmak zorundadir.

    Bunca tekil anekdotun icinden hangisinin/hangilerinin geneli temsil ettigine birisi/birileri karar vermek durumunda.

    Sorun da burada. Boyle bir degerlendirmeyi yapabilecek birisi var mi? Kim?

    “bu demektir, senin alevilik ya da dersim konularinda bir karara varman icin lazim olan biligi, veri aslinda internette ve yayinlanmi$ kitaplarda mevcut.”

    Bunun boyle oldugunu varsaymam bile kolay degil. Degil, cunku, Alevilikte ‘zahiri’den maada ‘batini’ olanin onemsendigi soylenir hep. Bir ‘sir’dan bahsedilir..

    Bunlar dogru ise, hala daha bir ‘sir’ varsa, soylenmemis (kamuya aciklanmamis) bir seylerin var oldugunu dusunmek cok mu yanlis olur?

    “fakat sen belli ki hicbir ara$tirmaya giri$memi$sin, inceleme yapmami$sin; kararini pe$inen vermi$sin.”

    Tersine. Ben, Alevilerin kendi aralarinda dahi, henuz bir anlayis birligine vardigina emin degilim. Bkz. Alisiz Alevilik konusu, mesela.

    “senin ki son derece tuhaf bir dü$ünce/davrani$ bicimi.
    dikkat edersen, sözü gecen konularda henüz günyüzüne cikmami$, söylenmemi$, itiraf edilmemi$ bilgilerin varligina inaniyorsun.”

    ‘Itiraf’ yanlis kelime. Dogrusu, belki, ‘ifsa’ olabilir.

    Bunu da, yukarida bahsettigim, ‘sir’ ile ilgili olarak soyleyebiliri. Yani, hala daha bir ‘sir’dan bahsediyorsak, aciklanmamis (ifsa edilmemis) bir seyler anlamina gelir bu.

    “önce günyüzüne cikmi$ bilgileri incele; seni aydinlatmazsa, tatmin etmezse ondan sonra inceleme/ara$tirmaya devam edersin.”

    Benim de anlatmaga calistigim tam da o. ‘Gunyuzune cikmis’ bilgilerin resmin ne kadarini temsil ettigini bilmiyorum.

    “fakat dedigim gibi, sen aslinda kafanda bir karara varmi$sin, ve sadece kendince vardigin o hükmü tasdikleyecek bilgi/itiraf pe$indesin gibi bir görüntü veriyorsun.”

    Yok. Benim sorunum, okuduklarimdan bir hukum olusturabilecegime ikna olmamis olmak..

    Dahasi, benim bakisimdan kaynaklanan seyler var. Ben, mesela, bir ‘bilimsel’ makale okurken, metinin icinde ‘2 + 2 = 5 olduguna gore’ gibi bir ifade gorursem, o andan itibaren aklim oraya takili kalir ve metnin tamami iskat olur.

    Sunu demek istiyorum:

    Sizin gecenlerde buraya ismini yazdiginiz yazar (hay, aksi, ismi su anda aklima gelmiyor) uzerinden yaptigim kisa bir arastirma sonucunda (onun da ait oldugu) Sinemili asireti konusuna vardim.

    http://sinemilli.org/sinemilli-asireti

    Kendilerini soyle tanitiyorlar:

    “Alevi/Sinemilli Ocağı çalışma grubu olarak, Boğaziçi Üniversitesi Folklor Kulübü ve Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu bünyesinde Sinemilli ocağı ve aşireti üzerine müzikal ve teorik çalışmalar yapmaktayız. Yaptığımız okuma ve dinleme çalışmalarında elde ettiğimiz bilgi ve birikimleri aşağıdaki gibi toparlamak istedik.”

    E. Iyi. Her turlu etiket yerinde. Akademik bir ortamda, calismalar yapiyorlarmis.

    Simdi de bu linkteki su paragrafa bakalim (ilginc buldugum kismi ben ‘bold’ yaptim).

    “Dilbilgisi

    Sözdizim itibariyle Kurmanci’nin bütün özelliklerini istisnasız taşır. Kelime dağarcığı olarak da yine çok büyük ölçüde Kurmanci’nin dağarcığına sahiptir. Buna ek olarak Türkçe’den geçmiş sözcüklerin de varolduğu söylenmektedir. Bunun sebebleri arasında, Alevilikte ibadet dili olarak Türkçe’nin kullanılması ve ‘Sinemilli’ konuşulan yörelerde Türkler ile komşuluk ilişkilerinin olması sayılabilir. Ayrıca Sinemilli’nin, Kurmanci’nin başka şivelerinde kullanılmayan kendine has sözcükleri de vardır. Her ne kadar Sinemilli ve Kurmanci’nin diğer şiveleri arasında telaffuz farklılıkları olsa da, konuşanlar arasında herhangi bir anlaşma sorunu olmadığı belirtilmektedir.”

    Geriye kalan metnin neredeyse tamami hangi kelimenin nasil degisime ugradigina dair bazi ornekler vermekle doldurulmus. Gecelim.

    Ama, odadaki file temas eden yok: ‘Alevilikte ibadet dili olarak Türkçe’nin kullanılması’ olgusu yazilip gecistirilmis.

    Yahu, ibadet sirasinda baska bir dilden dua filan okunmasindan degil, butun bir ibadet dilinden, butun ‘procession’larin bambaska bir dilde yapilmasindan bahsediyoruz.

    Ibadet sirasinda baska bir dilden dua filan okunmasi, asagi yukari her inanc kumesinde gorulur.

    Mesela, Almanca konusan bir Protestan toplulugun dualarinda/ilahilerinde Latince; Turkce konusan bir Sunni grubun dualarinda/ilahilerinde Arapca kelimlerin gecmesi yadirganmaz (istisnai degildir).

    Ama, gunluk hayatinda Kurmanci konusan bir toplulugun ibadet dilinin Turkce olmasi oyle kolay gecistirilecek bir sey olmasa gerek.

    Boyle bir ‘syncretism’in gecistirildigini gordugum andan itibaren, benim aklim ona takili kaliyor ve metnin diger kisimlari onemini kaybediyor.

    Benzer sekilde, sizin ismini verdiginiz (ve benim hala daha hatirlayamadigim) yazarin kitaplarina baktigim zaman, iclerinde birisinin Alevi katliamlarina hasredildigini gorudugumde, kitaptaki ana basliklara baktim.

    Basliklardaki en eski Alevi katliaminin gecmisi Tanzimat donemine filan gidiyor.

    Taa Malazgirt’ten beri gel gel, pek bir sey yok; sonra Tanzimat civarinda olan biteni butun bir tarihe ornek say.. Bu bana, metodism acisindan, biraz carpik geliyor.

    ‘Metodism acisindan, biraz carpik geliyor’ olabilir; ama, (tarihsel data ile desteklenemedigi halde) boyle bir inanisin varliginin bir sebebi olmali.

    ‘Sunniler bizi kesecek’ inanisinin arkaplani ancak Tanzimat donemlerine gidebiliyorsa, ondan onceki 7-8 yuz yilin bir aciklamasi olmali.

    Yok, daha eskilere gidiyorsa, elde bir takim tarihsel veriler olmali. Varsa, bunlar nerede?

    Bunlar su anda calaklavye aklima gelenler. Bunlari aciklayan var mi?

    Neyse. Daha uzatmayayim..

    Umarim meramimi anlatabilmisimdir.

  154. “ben bir meydan savaşında iki üç ağayı paşayı dırşınlayıp nakavt edip, bir düzine düzenbazı patakladıktan sonra kendimi yarı kaçakçı, yarı eşkıya, yarım bütün çoban olarak Dersim dağlarında, yaylalarında, ovalarında, köylerinde buldum. İki üç yıl.”

    Burada bahsettiginiz, ve yazinizin devaminda da islediginiz, pastoral hayat benim ilgi alanima girmiyor malesef.

    Coban, ya da eskiya.. sorulmasi gereken sorulari sormadan gunubirlik yasamis cok kisi tanidim. Onlarin tasvirleriyle, cok olsa, rustik tablolar cizilebilir.

    “Odalarında Hz. Ali resmi, zülfikar kılıcı resmi, Şahmaran seccade, Atatürk resmi olurdu.”

    Bir an icin, digerlerini aciklamagi gereksiz sayalim da, ‘Atatürk resmi’ neden orada asiliydi?

    Yani, kutsallarini arasina Ataturk nasil ve nicin yerlesti?

    Bunu hic sordunuz mu?

    Buradan ikinci soruya gecebiliriz:

    Dersim Katliaminin emrini veren kisiyi kutsallarinin arasina aldiklarina gore, iki seyden birisi gecerli olmali:

    1) Dersim Katliami, Sunniler tarafindan yapilmadigi icin, onemli degildir.

    2) Dersimde katliama ugrayanlar Alevi degildir.

    Hangisi?

  155. Missing (1982)
    http://www.imdb.com/title/tt0084335/

    Seyrettim. [Turkce dublaj degil, orjinalini]

    Kanaatim:

    1980’lerde Insan Haklari bugunkunden farkliymis demek. Yoksa, bugun, bu kadar sIkIcI bir seyi –film degil de bir belgesel olarak dahi– kimseye seyrettiremezsiniz.

    Bastan basa ‘konusan kelle’ler (‘talking head’s) ve theatric/static sahnelerle dolu.

    Film, basladigi gibi bitiyor: ‘Uneventful’ ve yavan.

    Iki cumleyle anlatilacak bir seyi 54 dakikaya sigdirmak ancak bu kadar olur.

  156. marxist argüman

    sen neymi$sin be milli irade!

    demokrasilerde faydali ahmaklar toplulugu olan ‘halk’in/vatanda$larin secimlere katilip oy kullanmasi, siyasi liderlerden birine “bizi yönetebilirsin/güdebilirsin” yetkisi vermesi anlamina gelir.

    devleti ve toplumu yöneten siyasi liderlerin “egemenlik kayitsiz $artsiz milletindir; me$ruiyetin tek kaynagi halktir” gibi söylemlerini fazlasiyla ciddiye alan faydali ahmaklar toplulugu halk kendi kendine: “vay be, biz neymi$ be!” $eklinde böbürlenir; kendini yönetilen/kumanda edilen degilde, yöneten/kumanda eden pozisyonunda görür.

    bu durumu $una benzetebiliriz: fabrika sahibi bir patronun i$cilerine: siz olmasaniz ben bir hicim; beni siz var ettiniz; bu i$yerini ayakta tutan sizlersiniz” gibi övgülerini fazlasiyla ciddiye alan i$cilerin kendini fabrikanin sahibi gibi görmelerine ve sanki kendi i$leriyimi$ gibi i$e dört elle sarilmalarina benzer.

    i$te demokrasilerde me$ruiyet/halkin egemenligi denilen $ey a$agi yukari budur.

    lafi $uraya getirmek istiyorum. t. erdogan, t.c. devletini hallac pamugu gibi atiyor; harman gibi savuruyor; hamur gibi yoguruyor, sonra da dönüp diyor: millet istiyor ben de yapiyorum; milletim bana yetki/me$ruiyet vermi$ bana da geregini yapmak dü$er; ben milletimin hizmetindeyim; milli irade bende tecelli ediyor vs..

    demokrasilerde ki milli irade/halkin egemenligi söylemi tamamiyla bir aldatmaca; bu, demokrasinin yönetim teknigi oluyor.

    t. erdogan bu teknigi ustaca kullanan bir devlet adami. dikkat edilirse erdogan’i yönlendiren halk degil, erdogan halki yönlendiriyor; ‘lider’lik de böyle bir$ey degil midir zaten?
    bu durumda, halkin erdogan’a verdigi yönetme yetkisinin erdogan’in kendi siyasi projelerini hayata gecirmede sadece bir arac, bir me$ruiyet gerekcesi oldugunu söylemek yanli$ olmaz.

    sözkonusu bu lider, yani erdogan, siyasi projelerini halka anlatiyor, halka bir $ekilde benimsetiyor, sonra da dönüp diyor: mili irade bende tecelli ediyor.

    evet sayin okuyucular, demokrasilerde ki demokratik yönetim teknigi üc a$agi be$ yukari böyledir.

    madalyanon diger yüzü de $öyle oluyor: faydali ahmaklar toplulugu halk, erdogan’a destegini kesince, rakipler erdogan’in ba$ina cullanacaklar.

    edogan’in ba$ina cullananlar ne deseler iyi: milli iradenin geregini yapiyoruz; milli irade bizde tecelli ediyor.

    sen neymi$sin be milli irade!

  157. “Siz, kapitalizme karşı mücadeleyi; akşamdan-sabaha, bugünden-yarına çarçabuk başlayıp bitebilen bir kıvılcım mı zannediyorsunuz!”

    Yok, canim. ‘Kivilcim’ oldugunu kim soyledi.

    Aradiginiz kelime ‘hezeyan’dir.

    Ve, boylece duzeltildiginde, cevabi ‘evet’tir; ‘zannetmiyorum, eminim’ anlaminda.

    Ben, disciye gitmekten, ‘dentist’lerden, nefret ediyorum.

    ‘Dentism’e karsi bir amansiz mucadele baslatmak niyetindeyim; bana katilir misiniz?

    O olmazsa, guzelim cicekleri omrunun baharinda koparip tezgahlarina koyan ‘florist’ler de olabilir.

    ‘Florism’ karsi amansiz bir mucadaleye ne dersiniz?

  158. “sen neymi$sin be milli irade!”

    ‘Milli irade’, tipki ‘Allah’, ‘isci sinifi’ filan gibi, joker kelimelerdendir.

    Yadirgayisinizi garipsedim.

    Siz burada (dunyada) hayli yenisiniz galiba.

    Hos geldiniz.

  159. marxist argüman

    necip’in dersim ve alevilik ile ilgili yazdiklarina cevaben:

    necip, gercek, bazen yalin ve basit olabiliyor; fakat sen tabiatin geregi biraz ku$kucu oldugun icin yalin/basit gercekler seni tatmin etmiyor. sordugun sorularin cevaplari son derece basit; aha sana “if$a” ediyorum, ister inan ister inanma.

    1. sözünü ettigin yazar mehmet bayrak. bu yazar kürt ulusal hareketine yakin oldugu icin, devletin resmi tezi olan “bütün aleviler türktür” iddasini kendince cürütmeye cali$mi$.

    2. alevilikte “sir” gibi $eylerden bahsedilmesine gelince. hangi inancta “sir”dan bahsedil miyor? inancin/din’in kendisi zaten esrarengiz, gizemli hurafelerden, dogmalardan, masallardan olu$uyor.
    benim bir ateist ve komünist olarak böyle safsatalari ciddiye almadigimi tahmin edebilirsin sanirim. sen ciddiye aliyorsan o da senin bilecegin i$.

    3. anadili türkce, arapca olan aleviler oldugu gibi, anadili kürtce/kurmanci ve zazaca olan aleviler de var.
    anadili kurmanci ya da zazaca olan alevilerin ibadetlerini türkce dili ile yaptiklari dogru degildir; tabii ki kurmanci ve zazaca dualar, deyi$ler vs. vardir.

    kemalistler kürdistani zapt edip kontrol altina almadan önce; öldürdüklerini öldürüp geri kalanlari da asimile edip türkle$tirmeden önce dersim de dag ba$inda ya$ayan kürt ya da zaza tek kelime bile türkce bilmiyordu. (osmanli ordusunda askerlik yapanlari vs. saymazsak)

    yalniz dersim’de de az da olsa “saltiklar” gibi aslen türkmen kökenli oldugu söylenen bazi a$iretler var tabii.

    4. dersim’liler icinde bugün kürt ulusal fikirlerini benimsemi$, bundan dolayi pkk’ye katilmi$ ve t.c.’ye kar$i sava$irken ölmü$ ya da hala faaliyet yürüten yüzlerce gerilla ve binlerce taraftar var.

    yani dersim de hdp’ye oy verenler “dersim katliamini kemalistler ve atatürk gercekle$tirdi; bunu da dersim kürtlerini türkle$tirmek/asimile etmek icin yaptilar” $eklinde dü$ündüklerini ve atatürk’e sempatiyle bakmalarinin mümkün olmadigini dü$ünmek senin icin de zor olmasa gerek.

    yani dersim’de/dersimliler icin de bugün t.c.’ye ve o’nun resmi ideolojisi/devlet doktrini olan kemalizme kar$i olan “ulusalci/pkk’li” insanlar oldugu gibi, politize olmami$, siyasetten de pek anlamayan, devletin asimilasyonunu, türkle$tirme propagandasini özümsemi$, bundan dolayi da “biz türküz” ya da “biz aleviyiz kürt degiliz” diyen ve evlerinde atatürk resmi olan insanlar da mevcut.

    birde iki arada bir derede kalmi$, ne dedigini bilmeyen, sacmalayan, efsane uyduran dersimler de var: dersim katliamini atatürk yapmadi; atatürk hastaydi, haberi yoktu vs.

    kaldi ki, katliamdan gecirilmi$ ve sonrasinda da kesintisiz bir $ekilde devletin $iddeti, olaganüstü hali, sikiyönetimi altinda, kisacasi kesintisiz bir $ekilde askeri bir rejim altinda ya$ami$ insanlardan mantikli, gercekci, korkusuz fikir, kanaat dile getirmelerini bekleyen sen, bu insanlarin ya$adiklarini görmezden geldigini farkinda misin?

    senin, alevilik konusunda aleviler hemfikir degiller, söylemine gelelim.
    müslümanlar müslümanlik hakkinda hemfirler mi? hemfikir olsaydilar, sunnilik, siilik olur muydu? biri digerini “sapkin, dindi$i” olarak görüp düsman olur muydu?
    hristiyanlar hristiyanlik hakkinda hemfikirler mi? hemfikir olsaydilar ortadox, protestan ve o din savaslari olur muydu?

    din’i gecelim, biz marxistler bile sosyalizm konusunda hemfikir degiliz; “sosyalizm” diye ba$i sonu belli standart bir fikir yok; sadece bazi ana konularda hemfikir olunuyor.

    insanlar kapitalizm konusunda hemfikirler mi? degiller.

    örnekler cogaltilabilir. hal böyleyken, standart bir alevilik aramakla yanli$ bir i$le me$gul oldugunu farkinda misin?

  160. Yahu ben Necip’i en son pavyonda dansöz yapmıştım. Kıvırma konusundaki uzmanlığı nedeniyle. Faşizmi Necipler besler zaten. Cahil mühendis Necip. Ignorance is bliss indeed.! Küçük esnaf, ev hanımları ve Necipler…Gramschi, Trotsky ve Thalheimer gibiler faşizmi analiz ederken ortaya Necipler çıkmaktadır….Necip’in son sözlerinden biri: “Materyalist Diyalek”…Çok iyiydi bu…Evladım dansöz Necip iklim mülayimliği konusundaki uzmanlığına bir de girişimcilik, vergi konuları, seçim güvenliği falan eklemişsin….

  161. marxist argüman

    dersim ve alevilik konusunda necip icin ek bilgi:

    necip, dersimli alevilerin hepsinin evinde atatürk resmi asili oldugu iddiasi bir efsanedir; sen bu efsaneye inanmi$sin.
    bu efsaneyi cürütecek somut bilgi/veri sana sunayim.

    68 ku$agindan ibrahim kaypakkaya adli bir sosyalist genc vardi. i. kaypakkaya kendisi corumludur; 1971 cuntacilari tarafindan dersim’de yakalandi, diyarbakir’da i$kencede öldürüldü.
    i. kayapakkaya, zileli’nin eski $efi dogu perincek’in örgütünde yer alan maocu sosyalist olarak, dogu perincek’in ve örgütünün fikirlerini revizyonist ve kemalist buluyor, bundan dolayi ayrilip ayri bir örgüt kuruyor.

    diyecegim, i. kaypakkaya türkiye sosyalist solu icinde kemalizme “askeri fa$ist diktatörlük” diyerek en “sert” ele$tiriyi yapmi$ bir sosyalisttir.
    $imdi bil bakalim, i. kaypakkaya’nin anti-kemalist fikirlerinin türkiyede en cok taban buldugu $ehir neresidir?
    cevap: dersim

    ayni $ekilde dersim, türkiye sosyalist solunun en cok taraftar buldugu yerlerden birisidir.
    ve sosyalist bir dersimlinin evinde atatürkün resmini astigina ben $ahsen hic tanik olmadim.

  162. İhtiyar çoban

    Necip mecip, tam bir sığ ve art niyetli kafayla dil döndürmece oyuncusu olmak, nasıl bir tarz? Ben sana o yıllarda gördüğümü söylüyorum: Atatürk resmi olgusundan palazlanıp içini, ciğerini belli ediveriyorsun. Gerçekten o insanlar, Atatürk’ü devrimci, aydınlıkçı bir önder görüyorlardı, mazideki olayın, taassubun, ırkçılığın, yezitliğin sonucu sayarlarken bile. Bir Atatürk’ün resmi değil, onların evlerinde Lenin’in, Mao’nun da resimlerini de gördüm. Çocukların adları, İhtilal, Devrim, Özgür, Eylem gibi isimlerdi.,Senin arzuların ve hevesin, insanları Sünni, Alevi ayrımına götürüp, kapışma ve tartışma ortamı sonucundaki acılara, sonuçta kehkeheler atmak değil umarım. O insanların kimseye Alevi misin, Sünni misin dediklerine tanık olmadım. Bu şeytanlık senin gibilerin dilinde niye daha çok?
    O yıllarda öyle değildi oralar. Belki sonradan sahtekar dinci çabalarla, şövenist ırkçılıklarla, akpkk düzenekleriyle senin tarzında düşünceler belirmiştir.
    Hey sığ ve sağ kafalı, kurnaz, cahil, entel çocuk!
    Bir de beni beğenmiyorsun. Gel seni çomaçla besleyeyim.

  163. İhtiyar çoban

    Çomaç: Garibim çobanın, rençberin iş güç arasında yiyebildiği, içi biraz çökelikli yufka ekmek dürümüdür. Fakat çok lezizdir.

  164. İhtiyar çoban

    Erguvan, biraz zeka! Bir Atatürk resminden ahiretiniz şaşıyor. Bu kadarcık mı evrenin? Kaypakkaya yoldaşı bile yanlış anlatıyorsun. halkın içinde, şuymuş buymuş kaygısı olmadan savaşıp öldürülüp, dağlarda adına ateşler yakılan bir halk çocuğuydu o zamanlar da. Entel bir sosyalizm algısı, şehirlerde kafelerde, geri zekalı ortamlarda olabilir.
    Erguvan, sen de buyur gel; sana kavurma,, bal, katmer ikram edeyim. Yersen yutarsan biraz açılırsın.

  165. “gercek, bazen yalin ve basit olabiliyor; fakat sen tabiatin geregi biraz ku$kucu oldugun icin yalin/basit gercekler seni tatmin etmiyor.”

    Sosyolojide ve psikolojide, disaridan bakarak, ‘yerindelik’ hukumleri verilemez. Hicbir gozlemcinin oyle bir hakki ya da yetkisi yoktur.

    Ama, su yapilir: Gozlemcinin celiski gordugu yerde sorular dile getirmek yoluyla, celiski zannettiklerinin giderilmesine yardim/katki istemek.

    Benim sorduklarimi lutfen bu baglamda gormege calisiniz.

    “1. sözünü ettigin yazar mehmet bayrak. bu yazar kürt ulusal hareketine yakin oldugu icin, devletin resmi tezi olan ‘bütün aleviler türktür’ iddasini kendince cürütmeye cali$mi$.”

    Tamam iste. Ben de, ‘bu konunun saglikli konusulamasinin zamani henuz gelmedi’ diyerek bu tur seyleri kastediyorum.

    Mehmet Bayrak (ve cok sayida digeri) kendisine (kendilerine) ‘Aleviler Turk degildir’ (ya da ‘Aleviler Turktur’) gibi bir sey ispat etmegi misyon edinmis(ler).

    Yani, bir propoganda be karsi propoganda curcunasi almis yurumus.

    Butun bunlara itibar etmek istemeyisim haksiz/yanlis midir?

    “2. alevilikte ‘sir’ gibi $eylerden bahsedilmesine gelince. hangi inancta ‘sir’dan bahsedil miyor? inancin/din’in kendisi zaten esrarengiz, gizemli hurafelerden, dogmalardan, masallardan olu$uyor.”

    Sosyolojide ve psikolojide, disaridan bakarak, ‘yerindelik’ hukmu verilemez demistim ya; iste burada siz de tam olarak yapMAmaniz gerekeni yapiyorsunuz.

    Sizin ya da benim (veya baskalarinin da) “inancin/din’in kendisi zaten esrarengiz, gizemli hurafelerden, dogmalardan, masallardan olu$uyor” oldugunu dusunmemizin konuyla alakasi yok –tamamen kapsam disi.

    “benim bir ateist ve komünist olarak böyle safsatalari ciddiye almadigimi tahmin edebilirsin sanirim. sen ciddiye aliyorsan o da senin bilecegin i$.”

    Gercekten bir ‘sir’rin var olup olmadigi degil, onemli olan.

    Sosyolojisinde, boyle bir ‘sir’rin varliginin zikrediliyor olmasiyeterlidir.

    Yani, bir ‘sir’ra ve o ‘sir’ri bilen cok az sayida insanin olduguna inaniliyorsa, siz (Alevi olsaniz bile) ya da ben (Alevi degilsem de) bu konuda hukum veremeyiz. Vermemeliyiz.

    Hele de derinlemesine incelememisken.

    “3. anadili türkce, arapca olan aleviler oldugu gibi, anadili kürtce/kurmanci ve zazaca olan aleviler de var.
    anadili kurmanci ya da zazaca olan alevilerin ibadetlerini türkce dili ile yaptiklari dogru degildir; tabii ki kurmanci ve zazaca dualar, deyi$ler vs. vardir.”

    Uzgunum, ama siz bu konuyu cok da iyi bilMIyorsunuz –ya da ilgili cografyadan degilsiniz.

    Su Google linkini tiklarsaniz

    https://www.google.com/search?&ie=utf-8&oe=utf-8&q=Martin+van+Bruinessen+%22Asl%C4%B1n%C4%B1+ink%C3%A2r+eden+haramz%C3%A2dedir!%22

    Martin van Bruinessen’in ‘Aslını inkâr eden haramzâdedir!’ baslikli yazisini/tebligini okuyabilirsiniz.

    Ilk cikan PDF linki onun tebligine, digerleri de tercumelerine sizi goturur.

    Martin van Bruinessen de kimmis derseniz, suradan baslayabilrsiniz: https://www.uu.nl/staff/MMvanBruinessen

    Okursaniz, Martin van Bruinessen, ‘Aslını inkâr eden haramzâdedir!’ baslikli yazisinda sunlari da soyledigini goreceksiniz.

    Ayin dillleri neredeyse sırf Türkçe olan ve hatta çoğu da Türkçe aşiret adları taşıyan, Kürtçe ve Zazaca konuşan Alevi aşiretlerin varlığı, birçok yazarın izah etmekte hayal güçlerini dahi zorlayan bir vakıa olagelmiştir.

    Hem Türk milliyetçileri hem de Kürt milliyetçileri, bu grupların muğlak kimliklerini kabul etmekte hep bazı güçlükler çekmiş; işlerine gelmeyen ayrıntıları örtbas etmeğe çalışmışlardır.

    Kürtçe ve Zazacanın esasen Türk dilleri olduğunu kanıtlamaya yönelik çabalar son bulmamış ve hatta 1980’den sonra ivme bile kazanmıştır.

    Öte yandan, Kürtler, Alevilerin dinindeki İranî unsurlara işaret ederek, Türk Alevilerin bile dinlerini Kürtlerden almış olmaları gerektiğini öne sürmüşlerdir.

    Sözü edilen aşiretlerin belagati kuvvetli olan kimi mensuplarıysa, güya eskiden kalmış sözel geleneklere dayanarak, çoğu zaman siyasi eğilimlerine uygun yorumlar eklemişlerdir.

    Aşiretler, hiçbir zaman Kürt milliyetçiliği ve Türkiye Cumhuriyeti hususunda belli ve anlaşılır bir tavır benimsediler.

    Kürt milliyetçiliğinin ve Türkiye Cumhuriyeti’nin (ve Zaza ve Alevi ulusu gibi daha küçük grupların) Kürt Alevilerin sadakatlerine dair birbirleriyle çelişen talepleri, bu cemaatlerde cemaat-içi ayrışmalara sevketmiştir.

    Baska bir deyisle, ibadet dili ile gunluk dili tamamen farkli olan pek baska bir ornek yoktur yeryuzunde.

    Sirf bu bakimdan da olsa, merak edilmege degerdir bence.

    “kemalistler kürdistani zapt edip kontrol altina almadan önce; öldürdüklerini öldürüp geri kalanlari da asimile edip türkle$tirmeden önce dersim de dag ba$inda ya$ayan kürt ya da zaza tek kelime bile türkce bilmiyordu. (osmanli ordusunda askerlik yapanlari vs. saymazsak)”

    Yok. Her ne kadar Kemalistler hakkinda soylenen bircok seye itiraz etmesem de, bu dedikleriniz hikayenin tamami degil.

    Galiba ilk defa Yavuz’un Kizilbaslari, ustlerine ordu da gondererek, kovusturmasiyla baslamis, sonra da baska sebeplerle olmus cok sayida Turkmen asiretinin Kurdistan cografyasina sigindigi, orada kendilerini Kurt gibi gostererek gizlendigi, zamanla da asimile oldugu biliniyor.

    Tam olarak bilinmeyen su: Hangi asiretler ve nerelerde?

    En azindan ben bilmiyorum.

    “yani dersim de hdp’ye oy verenler ‘dersim katliamini kemalistler ve atatürk gercekle$tirdi; bunu da dersim kürtlerini türkle$tirmek/asimile etmek icin yaptilar’ $eklinde dü$ündüklerini ve atatürk’e sempatiyle bakmalarinin mümkün olmadigini dü$ünmek senin icin de zor olmasa gerek.”

    Benim ne dusundugum cok da onemli degil.

    Fakat, ilginc buldugum nokta su: Madem Ataturk’e sempati ile bakmiyorlar, Cem Evlerine asilan Ataturk fotograflarina neden itiraz etmiyorlar?

    Baska bir deyisle, bu ikisi arasinda bir celiski oldugunu dusunuyor ve acikliga kavusmasina yardim almak icin soruyorum.

    “yani dersim’de/dersimliler icin de bugün t.c.’ye ve o’nun resmi ideolojisi/devlet doktrini olan kemalizme kar$i olan ‘ulusalci/pkk’li’ insanlar oldugu gibi, politize olmami$, siyasetten de pek anlamayan, devletin asimilasyonunu, türkle$tirme propagandasini özümsemi$, bundan dolayi da ‘biz türküz’ ya da ‘biz aleviyiz kürt degiliz’ diyen ve evlerinde atatürk resmi olan insanlar da mevcut.”

    Hala daha tam anlatamadim galiba. Kimin evinde ne resmi oldugu degil benim ilgilendigim.

    Alevilerin ortak ibadet mekanlari olan Cem Evlerinden bahsediyorum.

    Buralarda, eger itiraz eden olsa, Ataturk resimleri olamazdi; ama, var.

    Bunu nasil acikliyoruz?

    Siz bana hala daha birilerinin bilincsizliginden bahsediyorsunuz..

    “kaldi ki, katliamdan gecirilmi$ ve sonrasinda da kesintisiz bir $ekilde devletin $iddeti, olaganüstü hali, sikiyönetimi altinda, kisacasi kesintisiz bir $ekilde askeri bir rejim altinda ya$ami$ insanlardan mantikli, gercekci, korkusuz fikir, kanaat dile getirmelerini bekleyen sen, bu insanlarin ya$adiklarini görmezden geldigini farkinda misin?”

    Aleviler, kendi soylediklerinden yola cikarsak, en fazla zulmu Sunnilerden (ve bilhassa da Yavuz Sultan Selim’den) gorduler.

    Peki, hangi Cem Evinde bir Sunni isareti ya da Yavuz’un bir resmini goruruz?

    Dahasi, TC’den zulum gorduklerini dusundukleri halde, kac Sunni ibadethanesinde MKA’nin resmi var?

    O yuzden, benim baktigim yerden, MKA’nin resminin olmasi, bir tur, ‘kutsallarinin arasina katmak’ gibi gorunuyor ve ben bunun hangi surecle otaya ciktigini merak ediyorum.

    “müslümanlar müslümanlik hakkinda hemfirler mi? hemfikir olsaydilar, sunnilik, siilik olur muydu? biri digerini ‘sapkin, dindi$i’ olarak görüp düsman olur muydu?
    hristiyanlar hristiyanlik hakkinda hemfikirler mi? hemfikir olsaydilar ortadox, protestan ve o din savaslari olur muydu?”

    Bu bahsettikleriniz pek de yakin/alakali analoji degil.

    Ne sunnilik ile siilik arasinda Hz Muhammed’i reddetmek var; ne de ortadoksluk ile protestanlik veya katoliklik arasinda Hz Isa’yi reddetmek.

    ‘Ali’siz Alevilik’ bunlardan cok baska.

    Belki de bahsedilen ‘sir’ budur –bilemem.

    “hal böyleyken, standart bir alevilik aramakla yanli$ bir i$le me$gul oldugunu farkinda misin?”

    Olabilir tabii ki. Ama, bu ne benim meslegim (yani, bundan para kazaniyor degilim) ne de butun zamanimi alan bir tutku.

  166. “Gerçekten o insanlar, Atatürk’ü devrimci, aydınlıkçı bir önder görüyorlardı, mazideki olayın, taassubun, ırkçılığın, yezitliğin sonucu sayarlarken bile.”

    O gunlerden bahsetmiyorum; bugunden bahsediyorum.

    Dersim’de kimin ne halt ettigi gun gibi aciga cikmis olan ‘bugun’den.

    Ha, eminim o gunlerde siz de dunyayi kurtaracaginiza, iktidarin namlunun ucunda olduguna filan inaniyordunuz…

    Hey gidi gunler.. Sultan Palamut, Sarikamis, Galicya cepheleri.. falan filan..

    “Bir Atatürk’ün resmi değil, onların evlerinde Lenin’in, Mao’nun da resimlerini de gördüm. Çocukların adları, İhtilal, Devrim, Özgür, Eylem gibi isimlerdi.”

    Bir. Size, evlerinde ne gordugunuzu sormadim. Ben, Cem Evlerindeki resimlerden bahsettim.

    Iki. Kimin kime ne isim verdiginin bir olcusu yok. Vaktiyle, Dallas dizi oynarken, yeni dogan ogullarina ‘Jeyar’, kizlarina da ‘Suellen’ isimleri verenler olmustu.

    Bu tur seyler gunun aktualitesini yansitir. Ama, konumuz moda degil.

    “Senin arzuların ve hevesin, insanları Sünni, Alevi ayrımına götürüp, kapışma ve tartışma ortamı sonucundaki acılara, sonuçta kehkeheler atmak değil umarım.”

    Bir. Bu dediginiz kotu ihtimaller benim arzularim uzerine gerceklesebilcekse, is o raddeye gelmisse, geri donulemez noktayi coktan gecmisizdir demektir.

    Iki. Sizin farkinda olmadiginiz nokta su: Ben, Sunni ve Aleviler arasinda –kendi bakis acimdan– gordugum iki kirilma unsurunu anlamaga calisiyorum.

    Bu ikisi, eger karsilikli huzur tesis edilecekse, edilmek isteniyorsa, taraflarca konusulmali ve karsilikli yanlis anlasilmalar –ve kusatilmis duygulari– giderilmelidir.

    Siz, bu konularin konusulmasindan rahatsiz olabilirsiniz; ama, biliniz ki, konusmaksizin harcanan her gun karsilikli guvensizligin ve kusatilmislik duygusunun artmasina hizmet ediyor.

    Sizin istediginiz bu olabilir; ona bir sey demem, tabii ki.

    “O insanların kimseye Alevi misin, Sünni misin dediklerine tanık olmadım.”

    Hicbir yerde, hic kimsenin hic kimseye Alevi misin, Sunni misin dedigine ben de sahit olmadim. Ama, kendi aralarinda baskalari hakkinda bunlari konustugunu da bilirim.

    “Bir de beni beğenmiyorsun.”

    Ben, herkesin emegine saygi duyarim –hakkiyla isini yapiyorsa.

    Rencber de olabilir, coban da, bir baskasi da.

    Ama, bu, bilgisi ve gorgusu itibariyle herkese her hal u karda saygi duyacagim anlamina gelmez.

  167. “dersim ve alevilik konusunda necip icin ek bilgi:”

    Ek biliye ek yorum 🙂

    “dersimli alevilerin hepsinin evinde atatürk resmi asili oldugu iddiasi bir efsanedir; sen bu efsaneye inanmi$sin.
    bu efsaneyi cürütecek somut bilgi/veri sana sunayim.”

    Laf nereden geldi de “evlerideki resimler”e donustu bilmiyorum. Ben, ibadethanelerdeki resimlerden bahsediyorum.

    “i. kayapakkaya, zileli’nin eski $efi dogu perincek’in örgütünde yer alan maocu sosyalist olarak, dogu perincek’in ve örgütünün fikirlerini revizyonist ve kemalist buluyor, bundan dolayi ayrilip ayri bir örgüt kuruyor.”

    Ilginc bir konu olabilir bu; ama, baska bir baslik altinda.

    Kaypakkaya’nin anti-Kemalizminin Alevilik baglaminda bir karsiligi yoksa, bunu Stalin’in aslen Gurcu olmasi turunden bir trivia olarak gormek durumundayim.

    “$imdi bil bakalim, i. kaypakkaya’nin anti-kemalist fikirlerinin türkiyede en cok taban buldugu $ehir neresidir?
    cevap: dersim”

    Yine ayni sey: Anti-Kemalizm ile Alevilik’in bir iliskisi oldugunu soyluyor degilsiniz. “Dersim’de cok Alevi var; cogu da anti-Kemalist” demek, bu baglamda bir sey ifade etmiyor.

    Dahasi, Dersim haricindeki Alevilerin, MKA’nin Dersim’e yaptiklarini kaale almaksizin resmini Cem Evlerine asmalari bana yukarida sordugum su sorulari sorduruyor:

    1) Dersim Katliami, Sunniler tarafindan yapilmadigi icin, onemli degildir.

    2) Dersimde katliama ugrayanlar Alevi degildir.

    Hangisi?

    Siz bu konuda bir sey demediniz.

    “ve sosyalist bir dersimlinin evinde atatürkün resmini astigina ben $ahsen hic tanik olmadim.”

    Bana ne kimin evinde ne veya kimin resminin oldugundan.

    Ben Cem Evlerinden bahsediyorum.. Cem Evlerinden..

  168. globalist postmodernist sol, (azınlık) kimlik fetişistidir. tıpkı geçmişteki işçi tapınmacılığının işçilere bir faydası olmaması gibi, bu yaklaşım da, bırakalım toplumun çoğunluğunu, sözümona savunduğu kimliğe bile bir fayda getirmez. toplumsal mücadelenin önünü açmak şöyle dursun onu arkaik bir çatışmanın tarafı yaparak hakim sisteme hizmet eder.

    100 sene önce atalarınızın ne haltlar yediği beni hiç ilgilendirmiyor. zulme uğradığını iddia edenlere lafım: ataların güçlü olsaymış zulme uğramasaymış. kaldı ki sen bugün hayatta olduğuna göre, canlı yaşamının tek nesnel gerçeği olan doğal seleksiyon açısından başarılı olmuşsun. ne diye bu neo- atalar kültü?

    karanlık fabrikalara, yıldızlararası yolculuğa, hakiki yapay zekaya geçmemize ramak kalmış şu günlerde gündelik geçim sıkıntısı çeken milyarlarca insan varken adeta çocukça benim babam seninkini döver düzeyinde bir kimlik tartışması, üstte değindiğim toplumsal bağlamını da geçelim, bizatihi kişi olarak sizin ömrünüzü çalar ve aptallaştırır.

    tarihte zulme, adaletsizliğe, kıyıma uğramayan tek bir topluluk bile yoktur. boş işler bunlar. globalistlerin böl yönet taktiğine kurban olmayın.

  169. Necip’in Balkan oligarşisi ile Alevilerin kurduğu “mecburiyetler ittifakı”nı iyi anlayamaması, buna esrarengiz anlamlar yüklemesi tuhaf.
    Biri pozitivist, öbürü heterodoks müslüman olan bu iki zümreyi birleştiren şeyin Sünni ortodoksiye karşıtlık olmasında garipsenecek bir durum yok.
    Tıpkı ilk zamanlar kanlı bıçaklı olan Ermeni ve Kürt milliyetçiliklerinin bugün benzer bir nedenle müttefik olmaları gibi. Ya da Abdülhamid istibdadına karşı birlikte mücadele eden Ermeni örgütleri ve İttihatçıların sonra düşman olmaları gibi.
    Buna en yakın örnek Ergenekoncuların ve FETÖcülerin durumu aslında.

  170. İhtiyar çoban

    Dün gibi daha! Sürü, 2800 civarında. 12 köpek, 3 eşek,2 at; dedem, babam, annem, ben ve iki kardeşim, yeni evli abim ve yengem; bu işe yetişemiyoruz. Yağmurlu, soğuklu bir kış-baharda abim ve yengem ıslanıp üşüyüp birer hafta arayla zatürreden ölüp gitti. Dedem, uzak bir bölgeden üç yetişkin çocuklu bir aileyi getirdi sürüye. Bana da bir boşluk oluştu. İkinci kez ÖSS diye bir sınava girip Türkoloji denilen bir bölüme, Edebiyat fakültesine gittim.
    Sosyolog olamadıydım, bakalım Türkolog olacak mıydım?
    Nasıl olunacak? Arablog ve gericilog olunur burada. Eski edebiyatı Necip Fazıl’la, Yeni edebiyatı Yahya Kemal’le, Halk edebiyatını ilahilerle örüntüleyip, mirimli, azizimli bir muhabbette işi götürüyorlar. Dil, uyduruk bir Osmanlıca çorbası; arada Fransızcalı filan. Böyle nasıl öğretmen olacaksınız diyorum arkadaşsılara, halkın içinden gelip halkın içine gideceksiniz; saraya filan değil! diyorum. Adamlarda bilinç tersine. Hepsi obezit veya obezite aday tipler. Hocalar alem; 5 vakit namaz ve nafile namazlarından öğrencilerle görüşecek zamanları bile yok.
    Usluca duruyorum ya; adım ”kominist”. Baktım olmuyor, Ben de adımın gereği itirazlarla anfide estim rüzgar gibi. Caddelerde yürüdüm çayan çayan. Korkak ama sürü haline gelince saldırabilenlere ben müthiş saldırdım. çocukcakları hastanelik ettim; yurttan atıldım, okuldan uzaklaştırıldım.
    Bunlar beş ay içinde oldu. Nisan ayı gelmişti, Kuzular koyunlar rüyalarıma giriyordu; bavulumu alıp döndüm sürüye. Ben ne sosyolog olabilecektim artık ne de Türkolog. Yuh be!
    Devrimci yalnız efe duygularıyla bir süre canım sıkıldı. Sonra ivesi koyunun biri gözümün önünde dördüz doğurunca bütün dertlerim silindi. Okulda Merih adlı bir kızla arkadaş olmuştum; onun mektubu da gelince Dikbaşlı deli efe gibi sevinip şapkamı havaya attım.
    Hey gidi günler!

  171. “Ergenekoncular”dan söz etmişken, sn.Zileli’nin bu tanımın kullanılmasına itiraz etmesine bir eleştirim olacak.
    Burada önemli olan böyle bir örgütün (grubun değil) olup olmaması, ilgisi olmayan birçok kişinin bugün FETÖcü diye tutuklananlar gibi haksız yere tutuklanması (ki karşı çıkılmalı elbette ve onlardan bazılarına kimse Ergenekoncu demiyor zaten) değil bence. Bir topluluğa başkalarının verdiği ad anlamında “dış isim” (egzonym) diye bir kavram vardır. Örneğin, Nişanyan bahsetmişti, Ermeni kilisesine batılı hıristiyanların verdiği “Gregoryen” adı müslümanlara “Muhammedan” demek gibi bir şeymiş. Dolayısıyla bu ulusalcı gruba da böyle bir tanım uygun düşebilir.

  172. marxist argüman

    necip’in kuyuya attigi ta$

    necip kuyuya bir ta$ atti, cikarabilene a$k olsun.
    necip, birincisi karnindan konu$mayi birak, sorularini acik ve net sor.
    ikincisi, ben burda ne seninle ne diger yorumcularla ucuz polemik ya da sidik yari$i yapmak icin yorum yazmiyorum. istisnasiz her yorumumda bir fikir, bir mesaj, bir bilgi vardir. bana cevap yeti$tirmeye cali$acagina, önyargilarini/saplantilarini bir yana birak ve sana sundugum verilerden dogru sonuclara varmaya cali$.

    sana, istisnasiz bütün cemevlerinde atatürk resmi asili oldugunu kim söyledi, ezbere konu$uyorsun.

    ben sana yukarda “aleviler” diye ayni tornadan cikmi$, ayni fikirlere sagip bir kollektif olmadigini anlatmaya cali$iyorum. sen ise bir noktaya takilmi$ durmu$sun.

    senin cemevi dedigini cinler periler mi kurmuyorlar.
    kim kuruyor peki?
    benim yukarda sözünü ettigim ve kemalizm konusunda farkli fikirlere sahip aleviler kuruyorlar.
    peki burdan hangi sonuc cikar?
    cevap: kemalizmi benimsemi$, devlete/iktidara/hükümete yakin duran, özellikle türk aleviler kendi cemevlerinde atatürk resmi asarken; kürt/zaza aleviler, ama özellikle de kürt ulusal hareketine/pkk’ye yakin duran aleviler atatürk’ün resmini kendi cemevlerine asmak orda dursun, kapidan iceri bile sokmazlar.

    bu fikir farkliligindan dolayi alevilerin farkli isimlerde kurduklari cesitli federasyon, dernek ve cemevleri var: devlete/iktidara yakin olan var, uzak duran var; atatürk resmini asan var, asmayan var.

    hatta ayni dernek/cemevi catisi altinda bile bu fikir ayriliklari ve fikir cati$malari var, ve hepte var olacak.
    ayni dernek/cemevi catisi altinda devlete ve kemalizme yakla$im konusunda farkli grupla$malar var ve hepte var olacak.

    örnek: bir dernek/cemevinde kemalizmi red eden fraksiyon dernek yönetimine gelmi$se, atatürk’ün resmi duvarda asili ise indiriyor; birkac yil sonra kemalizmi benimseyen fraksiyon dernek yönetimine gelmi$se geri asiyor ya da “biz ayni dernek/cemevi catisi altinda olamayiz” deyip, gidip ayri bir dernek/cemevi kuruyorlar.

    senin yukarda iki madde halinde yazdiklarin sacma $eyler, neden?

    birincisi, dersim katliamini yapan kemalist kadro sunni degil miydi? sen ne konu$tugunu bilmiyorsun. kemalistlerin resmi “dersim raporlarina” bak bakalim, alevilerden/kizilba$lardan nasil a$agilayici/di$layici bir $ekilde bahsediyorlar.

    ikincisi, kemalistlerin cumhuriyeti osmanli gibi bir din/islam devleti degildi. kemalistler her ne kadar kizilba$lagin t.c.’nin “türk/sunni” kimligine uymadigini dü$ünüp ona göre di$layici muamele yapmi$larsa da, kemalistlerin dersim ve kürdistana yönelik politikasi esasen türkcü/irkci bir politikadir.
    sivas kocgiri ya da dersim katliamlarini kemalistler dini/mezhebi motivasyondan cok, ulusalci/irkci motivasyon ile yapmi$lardir.

    bu dediklerimin hepsi kemalistlerin dersim ve kürdistan raporlarinda, o zaman ki ismiyle “$ark islahat plani”larinda sabittir.
    devletin bu raporlarini okumadan meseleyi anlamak mümkün olmaz.

    meseleye yanli$ bir acidan bakiyorsun, bakmakta da israr ediyorsun.
    yukarda da yazdim, “aleviler” diye yüzde yüz ayni fikirlere sahip bir kollektif olmadigi gibi, tüm türkiye alevileri adina baglayici söz söyleyecek, konusacak bir kurum ya da sahis da mevcut degildir, olamaz da.

    kemalizmi öven bir türk alevisiyle, kemalizmin zulmünü ya$ami$ bir kürt/zaza alevisinin ayni noktada bulu$masi mümkün mü?

    alevi, ama ayni anda türk milliyetcisi olan bir türk alevisi ile, alevi, ama ayni anda kürdistan davasini savunan bir kürt milliyetcisinin ayni noktada bulu$masi mümkün mü?

    zileli’ye yaptigim ele$tirilerden kendine biraz pay cikarsan, bunlari tekrar etmeme gerek kalmaz.

    zileli’nin romantik devrimci duygularla “halk” denilen soyut kavrami, “sinifsiz imtiyazsiz kayna$mi$ bir kollektif” olarak hayal etmesini sen de kendi muhafazakar dünyanda yapiyorsun.

    günümüz kapitalist toplumunun, farkli fikir ve cikar gruplarindan olu$tugunu, dahasi toplumda ki bu cikar cati$masinin zit/uzla$maz bir karaktere sahip oldugunu bilmek icin karl marx’i okumak $art degil, fakat sen ve zileli gibi insanlar mümkün olmadigini bile bile bir “harmonik toplum” hayaline sarilmi$siniz.

    “harmonik bir toplum” mu arzuluyorsunuz, o zaman paranin/sermayenin egemenligini, devlet denilen cisimle$mi$ $iddeti, milliyetcilik/ulusculuk denilen irkci/ayri$tirici fikirleri, din/inanc denilen safsatalari red etmeniz lazim.

    bir taraftan kiran kirana bir kapitalist rekabeti “dogal” deyip savun, diger taraftan da “sinifsiz imtiyazsiz kayna$mi$ bir toplum” arzula.
    ikisi ayni anda maalesef mümkün degil.

    sen türk olarak devletini kur, kendi dilini kültürünü yücelt, diger azinliklarin yanisira kürtleri de sirf etnik kimliginden dolayi katlet, yetmedi asimile et, yetmedi a$agila, kendi etnik/dini kimliginden utanir hale getir. buna itiraz eden kürtleri de “bölücü terör” deyip tirpan gibi bic, ondan sonra da “ya bu kürtler, kizilba$lar ne istiyorlar, niye huzurumuzu bozuyorlar” diye dalda gecer gibi soru sor.

    necip, son bir bilgi: yanli$, sacma sorular sorular soruyorsun dedim ya.

    bir türk alevisi, kemalistlerin kocgiride, dersimde alevileri katlettigini bildigi halde neden buna ragmen kemalizmi savunuyor, cemevine atatürk resmi asiyor manasinda soru sormu$sun.

    cevabi cok basit: kemalistler, dersim de dahil, $ark islahat planlarini ve kürdistan seferlerini nasil gerekcelendiriyorlar?

    cevap: kürtlerin dagli vah$iler olduklarini, kürdistana “uygarlik” götürdüklerini; kürdistanda ki feodal aga, seyh, dede ili$kilerini tasviye ettiklerini vs. söylüyorlar.
    o zaman ki cumhuriyet gazetesi bu argümanlari irkci ve a$agilayici bir dille yazmi$, merak eden bakabilir.

    yani günümüz emperyalistlerinin “ortadoguya demokrasi, insan haklari, liberal pazar ekonomisi götürüyoruz” argümanin bir ba$ka versiyonu.

    i$te kemalizmi benimsemi$ bir türk alevisi, hatta kemalist bir dersim alevisi bile ayni argümani dile getiriyor.
    sana göre celi$ki, o’na göre degil.

    neden sürekli olarak insanlarin ya da alevilerin fikirlerinden, olaylara baki$ acisindan bahsettigimi $imdi anladin mi?

  173. marxist argüman

    anonim 146

    “globalistler” gibi kavramlarla konu$mak, cinlerden, perilerden bahsetmek gibi bir$ey oluyor.

    soru 1. globalistler’den kastin kimlerdir?

    soru 2. sana göre, globalizmin kendisi neden red edilmesi gereken bir olgudur, gerekcelendirir misin?

    ayrica dikkatini cekerim, anti-globalistlerin hareket noktasi da ulusalci/milliyetci fikirdir.

    globalizm diye bir ideoloji falan yok; günümüz dünyasinda ki ic ice gecmi$ligi, küresel hareketleri anlatan bir kavram aslinda.

    fakat milliyetcilik/ulusculuk günümüz ulus devletlerinin ideolojik harcidir; globalizm gibi soyut bir olguya sava$ acmak yerine milliyetciligi/irkciligi te$hir etmek daha dogru ve anlamli olur.

  174. İnanç diye, din diye, peygamber diye bir şey yoktur. Zihinleri bulandıran bu kavramların kendisidir.

    Muhammed kabileden devlete geçiş sürecinde lider rolünü oynamış bir aktör.
    Halifeler devlet başkanları. Şiilerin Oniki İmam’ı gibi başarısız halife adayları da muhalefet liderleri.
    Zekatlar, cizyeler birer vergi.
    Gaza ve cihad, Haçlı seferleri gibi adlandırmalar fetihçi ve ganimetçi bir ekonomik düzene uydurulan kılıflar.
    Kabe putlar döneminden beri gelir getiren bir ziyaret yeri. Yukarıda mahiyetleri açıklanan kişiler ve benzerlerinin mezarları gibi. Muhammed’in, Ali’nin, Hüseyin’in, Eyüp Sultan’ın, Mevlana’nın, Hacı Bektaş’ın kabirleri ile Anıtkabir arasında getirdikleri gelir bakımından bir fark yok.

    Görüldüğü gibi hepsi geçim düzenlerine ve toplumsal liderliklere verilen isimler.

  175. marxist argümana,

    tabi burdan bir yorumun sınırlarını çok aşan bir tartışma bu ama kısa kısa ve gelişigüzel yanıtlayayım:

    öncelikle globalism ile globalization arasındaki farka vurgu yapmam gerekiyor. türkçe karşılığı sanırım küreselcilik ile küreselleşme şeklinde ayrılabilir.

    globalization (küreselleşme) bir olgudur. bir tarihsel evredir. teknik, teknolojik, kültürel vs. gelişmelerin kaçınılmaz sonucudur. hepimizin ingilizce bilmesi ve internet-bilgisayar sayesinde iletişime geçebilmemizdir örneğin. ve genel olarak da tüm insanlık için olumlu bir süreçtir. *insanlık kavramını soyut felsefi anlamıyla değil gerçek biyolojik tekil insanların toplamı anlamında kullanıyorum.

    globalism ise postmodernizm ve kimlikçilik ile beslenerek yeni teknoloji şirketleri (apple, google, microsoft, tesla vb), spekülatif finans (wall street), hollywood, küresel medyanın dünya çapında hakim kıldığı yeni resmi ideolojimizdir. google ın lgbt renklerinde doodle hazırlamasıdır. cnn in sürekli ırkçlık diye yaygara koparmasıdır. falan filan.

    geçmişin piyasa devleri petro-kimya, otomotiv ve askeri endüstridendi. organik ideolojileri anti-komünizm, ulusalcılık, natoculuktu. bunu her ülkenin yerel tonlarına yediriyorlardı. müttefikleri her ülkenin sağıydı.

    eski tekeller azami kar ve yeni piyasalar ile birbirleriyle rekabet ederlerdi, devlet ise hakemdi. şu andaki tekeller ise azami büyüme (kar önemli değil) ve bilgi kontrolü için devletleri arkalarına alarak %99 ile rekabet ediyorlar. %1 vs %99 hikayesi.

    günümüzdeki yeni global resmi ideolojinin müttefiki ise her ülkenin solu, liberalleri ve azınlıklarıdır.

    bugün milliyetçilik (ırkçılık diye bir şey zaten yok) de sadece globalist ideolojiye bir reaksiyon düzeyindedir. çünkü milliyetçiliği besleyebilecek gerçek bir sermaye ve kurumsallaşma kalmadı. en fazla geçmişin kalıntısı olarak giderek sönen bir milliyetçilikten bahsedilebilir.

    günümüzde en büyük tehlike, yeni tipte köleliği özgürlük, en yıkıcı savaşı (beyinlerimizi kontrol için verilen savaşı) barış ve kişinin kendine yabancılaşmasını isyan diye sunan postmodern global soldur.

    globalizme karşı çıkınca ne kadar istersen iste, kendine ne kadar o süsü verirsen ver artık milliyetçi ulusalcı kapalı ekonomici olamazsın. çünkü onun maddi dayanakları ortadan kalktı. en fazla fantezi yapmış olursun. tutarlı anti-globalizm kişiyi komünizme götürür. bugün dünya çapında komünizm tarihte ilk kez mümkün hale gelmiştir. 100 sene önce istediğin kadar uğraş insanları ortak dil konuşturamazdın. nasıl kaldıracaktın sınırları? bugün 5 milyar insan aynı dili konuşuyor. 100 sene önce istediğin kadar uğraş birbirine uzak iki bölge ile anında iletişim kuramazdın. 100 sene önce bir yığın veriyi işleyecek işlemci gücün yoktu. işlemek istersen sscbdeki gibi bir teknokrat ordusu yaratman ve boğazına kadar yolsuzluğa batman gerekiyordu. bugün bunların hepsi ve daha fazlası mümkün.
    insan türü doğa yasaları gereği her zaman mümkün olan en iyi şartları seçmeye eğilimlidir.

    artık fiziki sermaye giderek önemini yitiriyor çünkü 1. kapasite kullanımı inanılmaz verimli hale geldi 2. tüketimin nesnel sınırlarına dayandık, o yüzden saçma sapan nesnelerin fiyatı spekülatif biçimde şişiriliyor.

    globalist ideoloji ve kurumsallaşmanın yıkılması demek tarih başka bir alternatif sunamayacağı için komünizm demektir.

  176. Devlet Terörüyle Mücadele Kanunu:
    (Tek maddelik)

    Devlet terörüyle mücadelede her yöntem meşrudur.

  177. “necip, birincisi karnindan konu$mayi birak, sorularini acik ve net sor.”

    Bu cok da kolay degil.

    Iki sebebi var: [onem sirasi ile]

    1) Konuyu cok da iyi bilmedigimi zaten soylemistim. Insan, yeterince bilmedigi konuda noktasal sorular soramiyor kolay kolay.

    2) Konu hassas bir konu. Farkinda olmaksizin edilecek bir laf ile ya bir tarafi ya da obur tarafi –ya da ikisini birden– gucendirmek isten bile degil.

    Bu da, benim isime gelmez; cunku, o noktadan sonra ne soru sormak mumkun olur ne de cevap almak.

    Bu yuzden, ister istemez, Incili Cavus’un ‘Semaver’ darb-i meseline donuyor muhabbet. Anlayisla karsilaycaginizi umuyorum.

    “bana cevap yeti$tirmeye cali$acagina, önyargilarini/saplantilarini bir yana birak ve sana sundugum verilerden dogru sonuclara varmaya cali$.”

    Iyi de, sizden gelenlerin ne kadari ‘veri’ ne kadari da subjektif anekdotal gozlem.. bunu kestirmek cok kolay degil.

    Dahasi, ‘Bazi Aleviler oyle, digerleri baska turlu’ anlamina gelen seyler –malesef– cok da aciklayici degil.

    “sana, istisnasiz bütün cemevlerinde atatürk resmi asili oldugunu kim söyledi, ezbere konu$uyorsun.”

    Tabii ki, bilmiyorum. Birakin ‘butun cemevlerini’, bir tanesinden dahi iceriye adim atmis degilim. Ozel bir sebebi yok. Ama, boyle.

    [Turistik amaclarla –yabanci misafirler istedi diye, ya da lise yillarinda okulca ziyaretler yuzunden–, bazi camileri ziyaret etmisligim vardir. Ama, o kadar. Hacibektas’a yolum da dusmedi hic; dolayisi ile, turistik dengeleme acisindan istemdisi bir eksigim oldugunu kabul ederim.]

    Ben, sadece sagda solda rastladigim bazi cemevi resimlerine bakarak bunu soyluyorum. Gordugum o resimler hep ayni cemevine de ait olabilir –eger oyleyse, birisi benimle ugrasiyor demektir; o ayri.

    “ben sana yukarda ‘aleviler’ diye ayni tornadan cikmi$, ayni fikirlere sahip bir kollektif olmadigini anlatmaya cali$iyorum. sen ise bir noktaya takilmi$ durmu$sun.”

    Iyi de, Aleviler de –hic olmazsa– bu konuda bir fikir birligine varsinlar canim. [Gordugunuzde selamini soyleyip; boyle boyle dediydi dersiniz 😉 ]

    Ben, cikip, “Ege’nin Alevisi ile Konya’nin, Sivas’in, Ordu’nun Alevileri ayni degil; aralarinda cok fark var” turunden birsey dedigimde bir suru itiraz/tenkit/sitem/firca yiyorum.

    Ya da, “farklidirlar; fakat, ozunde aynidirlar” gibi cevaplar aliyorum.

    Kafasi karisik olan tek ben degilim gibi. Ne dersiniz?

    [Bunun devaminda yazdiklariniz aslinda Alevilerde de –en azindan Ataturk ve Dersim baglaminda– ciddi kafa karisikligi ve farkliliklar oldugunu teyid ettigi icin, onlari alintilamadim.]

    “birincisi, dersim katliamini yapan kemalist kadro sunni degil miydi? sen ne konu$tugunu bilmiyorsun.”

    Iste bu –tek basina– tartisilir bir onermedir.

    Ilk 2 hatta 3 imzanin Sunniligi cok su goturur.

    “kemalistlerin resmi ‘dersim raporlarina’ bak bakalim, alevilerden/kizilba$lardan nasil a$agilayici/di$layici bir $ekilde bahsediyorlar.”

    Baktim. Aynen dediginiz gibi.

    Iyi de, bu, benim sorumu gecersiz (ya da cevaplanmis) kilmiyor ki.

    Tersine.

    “sivas kocgiri ya da dersim katliamlarini kemalistler dini/mezhebi motivasyondan cok, ulusalci/irkci motivasyon ile yapmi$lardir.”

    Iyi de, bunun neresi bir mazeret olabilir?

    “devletin bu raporlarini okumadan meseleyi anlamak mümkün olmaz.”

    Aciklanmis butun devlet raporlarini okudum. O raporlardaki, ve o gunlerde yayinlanmis gazetelerdeki dil, bana, (bazi fakat onemli sayida) Alevilerin neden Kemalizmle bu kadar bitisik nizam olabildiklerini aciklamiyor.

    Daha dogrusu, zaman icinde bu raporlar filan gun isigina ciktiktan sonra, duruslarin degismesini beklemek sozkonusu iken, bu, olmuyor.

    Mesela, sol.org’da cikan su yazi: [ http://haber.sol.org.tr/yazarlar/fatih-yasli/dersim-uzerine-49063 ]

    Yazinin hemen basinda “Erdoğan’ın Dersim özrü araçsaldır.” dedikten sonra, yazinin geri kalan kismi ise, satir aralarinda, statukonun nasil da –sol icin– ‘araçsal’ oldugunu izah eden uzun bir tiraddan ibaret.

    Bir tur, Sener Sen filmlerinden birindeki “yaptim; ama, bir sor, neden yaptim” ‘apologetics’i..

    Ya da, ‘bu tur ufak seyler yuzunden ittifagi bozmaga degmez’ turunden ortulu nasihatler.

    Peki, bir ‘ittifak’tan soz edebilir miyiz? Galiba edebiliriz: ‘Pirevi Protokolu’. [ http://www.aleviweb.com/forum/archive/index.php/t-12561.html ]

    Gerci, icerigini bilen yok (Hacibektas ileri gelenleri ve devletin ilgili birimleri haric; fakat kimse aciklamiyor); ama, hakkinda soylenenler dogruysa, onemli bir protokol.

    Acaba, yine icerigi bilinmeyen ama dillerden de dusmeyen, ‘Cumhuriyetin ilkeleri ve kazanimlari’ ayni sey midir; bilmiyorum.

    “kemalizmi öven bir türk alevisiyle, kemalizmin zulmünü ya$ami$ bir kürt/zaza alevisinin ayni noktada bulu$masi mümkün mü?”

    Peki. Bilmedigimden soruyorum: Kurt/Zaza alevileri Haci Bektas Dergahina bagli degil midirler?

    “alevi, ama ayni anda türk milliyetcisi olan bir türk alevisi ile, alevi, ama ayni anda kürdistan davasini savunan bir kürt milliyetcisinin ayni noktada bulu$masi mümkün mü?”

    “‘harmonik bir toplum’ mu arzuluyorsunuz, o zaman paranin/sermayenin egemenligini, devlet denilen cisimle$mi$ $iddeti, milliyetcilik/ulusculuk denilen irkci/ayri$tirici fikirleri, din/inanc denilen safsatalari red etmeniz lazim.”

    Sizin gul hatirinizi mi kiracagim.

    Ahan da buraya yaziyorum: Red ettim.

    Simdi sorunlar cozulmus oluyor mu?

    “bir taraftan kiran kirana bir kapitalist rekabeti ‘dogal’ deyip savun, diger taraftan da ‘sinifsiz imtiyazsiz kayna$mi$ bir toplum’ arzula.”

    Benim demedigim seyleri benim agzimdanmis gibi yazmayin lutfen.

    Benim ‘sinifsiz imtiyazsiz kayna$mi$ bir toplum’ gibi hamhayal bir arzum hic olmadi. Sizin sevmediginiz o kelime var ya, ‘fitrat’, evet, ona aykiri bu.

    Fakat, catismalara yol acan seylerin kaynagini merak etmek, ogrenmek de mi tukaka oldu?

    “sen türk olarak devletini kur, kendi dilini kültürünü yücelt, diger azinliklarin yanisira kürtleri de sirf etnik kimliginden dolayi katlet, yetmedi asimile et, yetmedi a$agila, kendi etnik/dini kimliginden utanir hale getir. buna itiraz eden kürtleri de ‘bölücü terör’ deyip tirpan gibi bic, ondan sonra da ‘ya bu kürtler, kizilba$lar ne istiyorlar, niye huzurumuzu bozuyorlar’ diye dalda gecer gibi soru sor.”

    Demistim ya, konu hassas.

    Iste, burada da goruldugu uzere, benim hic soylemdigim, ima dahi etmedigim (en azindan bilerek etmedigim) bir seyi bana mal etmissiniz.

    Benim, ‘ya bu kürtler, kizilba$lar ne istiyorlar, niye huzurumuzu bozuyorlar’ diye bir serzenisim olmadi.

    Ben, ‘kürtler, kizilba$lar’ ile neden konusamiyoruz; neden hemen birbirimizi yanlis anliyoruzu da anlamaga calisiyorum.

    “o zaman ki cumhuriyet gazetesi bu argümanlari irkci ve a$agilayici bir dille yazmi$, merak eden bakabilir.”

    Biliyorum. Yukarida da bahsettim zaten.

    “i$te kemalizmi benimsemi$ bir türk alevisi, hatta kemalist bir dersim alevisi bile ayni argümani dile getiriyor.”

    Iyi de, neden HALA DAHA bu boyle?

    Materyalist bakalim: Bu baglilgin sebebi oyle kuru sevgi filan olamaz. Maddi bir (ya da bircok) sebebi olmali.

    “sana göre celi$ki, ona göre degil.”

    Size gore nedir?

    Ve, sadece ‘o oyledir’ demek yetmez –en azindan benim icin yeterli degil– bunun daha bir ‘tangible’ aciklamasi olmali.

  178. “Usluca duruyorum ya; adım ‘kominist’. Baktım olmuyor, Ben de adımın gereği itirazlarla anfide estim rüzgar gibi. Caddelerde yürüdüm çayan çayan. Korkak ama sürü haline gelince saldırabilenlere ben müthiş saldırdım. çocukcakları hastanelik ettim; yurttan atıldım, okuldan uzaklaştırıldım.
    Bunlar beş ay içinde oldu.”

    Genclik iste.

    Bosuna ‘delikanli’ demiyorlar –kani ‘deli deli’ akiyor insanin o donemlerde.

    Cekinerek de olsa, ‘deger miydi?’ diye soracagim; ama, biliyorum, hayatin saglamasi yok.

  179. “Biri pozitivist, öbürü heterodoks müslüman olan bu iki zümreyi birleştiren şeyin Sünni ortodoksiye karşıtlık olmasında garipsenecek bir durum yok.”

    Benim garipsedigim bu degil.

    Ittifakin kaynagini merak ediyordum. Onu buldugumu saniyorum: MKA’nin Hacibektas Postnisini ile yaptigi gorusme ve ardindan da (farkli bir zamanda) teati edilen Pirevi Protokolu.

    Benim merak ettigim: Yaklasik 48-50 bin kisinin katline ferman vermis birilerine, bu konu artik aciga ciktigi halde, hala daha neden bu baglilik?

    Daha iyi bir ittifak alternatifi olmadigi icin mi; yoksa –herseye ragmen– mevcut ittifaka bagli olmak icin baglayici baska sebepler oldugu icin mi?

  180. emperyalizme karsi bisey yapacaksan mao culara, ve cin lilere guvenmeyeceksin.

  181. Necip diktatörlüğü ve Vehbi Koç

    Kapitalizmin müstahdemliğini yapan Necip, KOBİ-irisi şirketindeki (sözde!) “istikrar”ın sürmesi için; “Recep Tayyip Erdoğan diktatörlüğü”ne alkış yağmuru yağdırıyor.

    Şaşırdık mı? Hayır, şaşırmadık!

    Necip’in mentor’u (guru’su) Vehbi Koç; 12 Eylül 1980 darbesinden sonra diktatör Kenan Evren’e mektup yazmış, “ülke (elbette ‘kendi şirketi’nin!) ekonomisinin yalpalanmaktan kurtulması ve derhâl istikrara kavuşması için” 15 maddelik bir liste hazırlamış, “nazik bir üslup” kullanmış ve mektubu göndermişti.

    Güneşin altında değişen bir şey yok; 37 sene sonra, bu kez Necip, Recep Tayyip Erdoğan’ın sırtını sıvazlıyor.

    Sermaye diktatörlüğü = Devlet diktatörlüğü

    Vehbi Koç diktatörlüğü = Kenan Evren (ve Turgut Özal) diktatörlüğü

    Necip diktatörlüğü = Recep Tayyip Erdoğan diktatörlüğü

    Vehbi Koç’un, Kenan Evren’e gönderdiği mektubun tamamı:

    Sayın Orgeneral Kenan Evren,
    Devlet Başkanı
    Milli Güvenlik Konseyi ve Genelkurmay Başkanı
    ANKARA, 3 Ekim 1980

    Sayın Başkan,

    Atatürk, 1919’da Ankara’ya geldiği zaman, 18 yaşında idim. Balya çemberlerinden süngü yapılarak, Kurtuluş Savaşı’nı veren ordunun donatıldığını hatırlıyorum.

    Aradan 60 yıl ve pek çok olay geçti. Yaşadığımız iyi ve kötü günlerin sonunda vardığım hüküm şudur:

    Türk milleti, kendisine birlik ruhu verildiği takdirde, her işi başarır, her hedefe varır.

    İstikrarsız ve güvensiz yaşadığımız son yılların ümitsizliği içinde, sizlerin iktidarı ele almak mecburiyetinde kalışınıza şahit olduk. 12 Eylül Cuma günü, radyo ve televizyonda yaptığınız samimi ve gerçekçi konuşmadaki düşüncelere katılmamak mümkün değildi.

    Ülkemin hizmetinde geçen 60 yılı düşünürken, tecrübelerime dayanarak birkaç önemli noktayı size arz etmek istedim. Sizin başarınızın, bütün olduğu milletin tek ümidi olduğuna inanıyorum. Bilgi ve tecrübe arasındaki muvazeneye verdiğiniz önem ise bütün kamuoyunun malumu. Bu bakımdan, faydalı olacağını sandığım hatırlatmalarımı size iletmeyi, bir memleket görevi olarak görüyorum.

    Atatürk’ün 27 Aralık 1919’da Ankara’ya gelerek İstiklal Savaşı’na başlama kararı vermesinden sonra, memleket kurtarıldı ve 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet kuruldu.

    Cumhuriyetimizin 57 yıllık hayatında, memleketimiz şu tarihi olaylarla karşı karşıya kaldı:

    * 1946’da, Demokrat Parti’nin kurulması ile çok partili sisteme geçildi.

    * 27 Mayıs 1960’ta Türk Silahlı Kuvvetleri’nden bir grup ihtilal yaparak, iktidarı ele aldı.

    * 25 Haziran 1962’de, idare sivillere bırakıldı ve “İnönü Hükümeti” kuruldu.

    * 12 Mart 1971’de Silahlı Kuvvetler muhtıra vererek “Demirel Hükümeti”ni düşürdü, 20 Mart 1971’de Nihat Erim, partiler üstü bir hükümet kurdu.

    * 12 Eylül 1980’de Silahlı Kuvvetler emir ve komuta zinciri içinde ve emirle Parlamento’yu feshetti. 21 Eylül 1980’de “Bülend Ulusu Hükümeti” kuruldu.

    Türk Silahlı Kuvvetleri, daima şerefli hizmetler yapmış ve millet hayatımızın her döneminde, milli bütünlüğümüzün devamını sağlamıştır. Memlekette işler çıkmaza girdiği zaman, Türk Ordusu müdahale etmekte ve sonradan kışlasına çekilerek, devlet idaresini sivil hükümetlere terk etmektedir.

    1973 seçimlerinden sonra yedi sene boyunca, iktidara gelen hükümetlerin aldıkları kararlarda parti menfaati ve rey politikası ağır bastığı için memleket bir çıkmaza girmiştir.

    O hâle gelinmiştir ki;
    Öğretmen öğrencisinden,
    Amir memurundan,
    Anne ve baba çocuğundan,
    Fabrika müdürü işçisinden korkar olmuştur.

    O zamanın Cumhurbaşkanı Sayın Fahri Korutürk ile Milli Güvenlik Kurulu’nun uyarıları nazarı dikkate alınmadığı için, Silahlı Kuvvetler, mecburen devlet idaresini ele almıştır.

    12 Eylül 1980 Cuma günü, Devlet Başkanı, Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Orgeneral Sayın Kenan Evren’in radyo ve televizyon konuşmasında, devlet idaresinin niçin ele alındığı, bundan sonra ne yapılacağı, gayet açık bir lisanla millete duyurulmuştur. Orgeneral Evren’in anarşi, bölücülük, din istismarı, ekonomik ve politik durumla ilgili sözleri millet üzerinde müspet tesir yapmış ve tam bir tasvip görmüştür.

    Nelere Dikkat Edilmeli?

    1. İki seneden beri devam eden sıkıyönetim yüzünden, Silahlı Kuvvetler asli görevi olmayan konularla karşı karşıya gelmiş ve yorulmuştur. Devlet idaresi bütünüyle ele alındıktan sonra, uygulamaya konacak önemli yeni kararlar yüzünden, Silahlı Kuvvetlerimiz’in yıpranması mukadderdir. Bundan dolayı “temel” kanuni düzenlemeler yapıldıktan sonra ordunun kışlasına dönmesi, demokrasimizin devamı için elzemdir. Ordu, yanlış kararlar alır ve yıpranırsa, memlekete diktatörlük, onun arkasından komünizm gelebilir. Bu tehlike karşısında, Silahlı Kuvvetlerimiz’in bu devrede alacağı kararlardan kendisine yardımcı olmak, vatanını seven her Türk için milli bir vazifedir.

    2. Türkiye, birçok anlaşmalarla Batı Dünyası’na bağlıdır. Bu anlaşmalar “Hür Demokratik Parlamenter” sisteme göre düzenlenmiştir. Demokrasiye dönüş uzadığı takdirde, Batılı ülkeler ve onların kuruluşları, endişe duyarlar, birtakım taahhütlerini yerine getirmezler. Bundan dolayı, konuşmalara ve beyanlara çok dikkat etmek, “vaktinde demokrasiye dönüleceği” inancını sarsmamak lazımdır.

    3. İki yıl boyunca 5200 vatandaşın anarşi yüzünden canını kaybetmiş olması ve memlekete büyük miktarda silah ve cephane sokulmuş bulunması, vaziyetin ciddiyetini, vahametini göstermektedir. Bu durumda; anarşi, bölücülük ve kaçakçılıkla ilgili kanunlar, öncelikle ele alınmalıdır. Yakalanan anarşistlerin ve suçluların mahkemeleri uzatılmamalı ve cezaları süratle verilmelidir. Polis teşkilatını teçhiz edecek ve kuvvetlendirecek imkânlar genişletilmeli, gerekli kanunlar, bir an önce çıkarılmalıdır.

    4. Şimdi; “Faşist ordu iktidara geldi, kapitalistlerle birleşerek, Türk işçisini istismar ediyor” propagandası yapılmaktadır. Böyle bir iftira karşısında, işçi-işveren ilişkilerini düzenleyecek olan kanunlar; dikkatle incelenerek, taraflar için adilane bir şekilde ve asgari hata ile çıkarılmalıdır. Bu düzenleme yapılırken, bazı sendikaların Türk Devleti’ni ve ekonomisini yıkmak için bugüne kadar yaptıkları aşırı hareketler, göz önünde bulundurulmalıdır. Diğer taraftan, DİSK’in kapatılmış olmasından dolayı bir kısım işçiler, sendikal münasebetler yönünden bekleyiş içindedirler. Militan sendikacılar, bu işçileri tahrik etmek ve faaliyeti devam eden sendikaların yönetim kadrolarına sızarak, kendi davalarını devam ettirmek niyetindedirler. Bu durum bilinerek, hazırlanacak kanunlarda gerekli tedbirler alınmalıdır.

    5. Kıdem tazminatı karşılıkları, kurulacak bir fonda toplanmalıdır. İşçilere ödenecek yıllık miktarlar ayrıldıktan sonra geriye kalan kısım, kamu ve özel sektör yatırımları için düşük faiz ile kullandırılmalı, bu fonun, yeni işgücü yaratması sağlanmalıdır. Aksi takdirde, bu kaynak da devletin açıklarını kapatmaya kullanılır ve ekonomik fayda sağlamaz.

    6. Vergi kanunları dikkatle hazırlanmalı, vergi yükü yayılmalıdır. Bu defa herkesin, kazancı nispetinde vergi ödeyeceği bir sistem getirilmelidir.

    7. 1973 seçimlerinden sonra iktidara gelen partiler; valiler, emniyet müdürleri, müsteşarlar ve devlet kadrolarından çalışanlar arasında kendi görüşlerine göre değişiklikler yaptıkları için, bir kısmı korkudan hiçbir karar alamamıştır. Bundan dolayı hizmetler aksamış, işler yürümez olmuştur. Gazetelerde okuduğumuza nazaran, bugünkü idare de, bazı değişikliklerle başlamıştı. Bu değişiklikler yapılırken son derece dikkatli olunmalı, 12 Eylül’den sonra şevkle işe başlayan memurların itibarı ihya edilmelidir.

    8. Hatalı bir tebliğ veya kanun çıkmaması için, Anayasa Mahkemesi üyelerinin veya tarafsız hukukçuların mütalaaları alınmalıdır.

    9. Türkiye’nin enerji meselesi de, öncelikle ele alınmalıdır. Petrol sarfiyatını azaltmak için elden gelen her çareye başvurulmalı, 1981’de petrol ihtiyacımızı temin etme çareleri süratle alınmalıdır. Halk, her gün radyo ve televizyon vasıtası ile aranmalıdır. Halk, her gün radyo ve televizyon vasıtası ile uyarılmalı, enerji tasarrufuna yönlendirilmelidir.

    10. Doğu Berlin’de kurulan Türk Komünist Partisi, memleketi dışarıdan ve içeriden yıkmak için son yıllarda çok şeyler yapmıştır ve hâlâ da yapmaya devam etmektedir. 12 Eylül Harekâtı’nın ilk günlerinde sinmiş gözüken solcular, aldıkları emirlerle şimdi yeniden harekete geçmişler, bomba atmışlar, pankart asmışlar, polislerimizi şehit etmeye, vatandaşlarımızı öldürmeye devam etmişlerdir.

    Bu defa girişilen ıslahat hareketinin, muvaffak olmaması için;

    * Milli Güvenlik Konseyi üyelerinin arasını açmak,

    * Konsey üyeleri ile hükümetin arasını açmak,

    * Silahlı Kuvvetler kademeleri ile hükümetin arasını açarak, cunta kurmaya yöneltmek,

    Amacıyla; Komünist Parti’nin, solcu örgütlerin, Kürtlerin, Ermenilerin, birtakım politikacıların kötü niyetli teşebbüslerini devam ettirecekleri muhakkaktır. Bunlara karşı uyanık olunmalı ve teşebbüsleri muhakkak engellenmelidir.

    11. 1960 yılında zararı görülmüş olan ihbarlar, bu devrede de başlamıştır. Kötü niyetli insanlar, şahsi düşmanlıkları yüzünden, bu gibi ihbarları yaparlar. İhbarlar yüzünden çok vakit kaybedilir ve birtakım yanlış işler yapılır. Bu kötü niyetli teşebbüslere fırsat verilmemelidir. Nitekim Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Turgut Özal hakkında, birtakım dedikodular başlatılmıştır. Turgut Özal, bir dahi değildir. Onun da hataları olabilir. Fakat bu nazik dönemde, mevcudun içinde, meselelerimizi en iyi bilen insandır. Dedikodulara bakmadan, kendisini tutmakta fayda vardır.

    12. Yunanlılarla olan ihtilaflı meselelerimizi, başta Kıbrıs, Ege Kıta Sahanlığı ve FIR hattı olmak üzere, bu dönemde, milletimizin Silahlı Kuvvetlerimiz’e olan güveni içinde, muhakkak çözüme bağlanmalıdır.

    13. Sık beyanatlarda bulunarak veya kamuoyuna tepkisini dikkate almadan basının kalemine tenkit fırsatı verilmemelidir. Mesela 31 Ekim 1980 tarihinde CHP Genel Başkanlığı’ndan ayrılan Bülent Ecevit’in yazdığı istifa mektubunun kamuoyuna açıklanmasının mahzurlu görüldüğü hakkındaki beyanat, yanlış olmuştur. Bu mektubun açıklanmasında, hiçbir mahzur yoktu.

    14. Dinsiz millet olmaz. Din işleri, bu defa, siyasi partilerin istismar edemeyecekleri şekilde düzene sokulmalıdır.

    15. Bugünkü yönetim kadrosunun “iktidar hastalığı”na yakalanmasına ve “Biz, en iyi düşünürüz” görüşüne saplanmasına imkân verilmemelidir.

    Sayın Başkan,

    Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu durumdan kurtulması için birbirimize yardımcı olarak, Kuvayı Milliye devrinde olduğu gibi elbirliği, iş birliği yaparak geceli gündüzlü çalışmamız, güçlüklere katlanmamız, maddi manevi fedakârlıklar yapmamız şarttır. Bu memleket ayakta durursa, hepimiz mesut oluruz. Aksi takdirde, bugünleri çok ararız. Varlığımızın, memleketin varlığına bağlı olduğuna inanan ben ve arkadaşlarım, memleketimizin kalkınmasında bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da elimizden gelen bütün imkânları kullanacağız.

    Bize, ancak bizden hayır geleceğini bilmekteyiz.

    Millet hayrı için vereceğiniz mücadelede, zatıâlilerine ve arkadaşlarınıza muvaffakiyetler temenni ediyorum.

    Yukarıda yazdıklarım hakkında herhangi bir bilgi arzu edilirse, emrinize amadeyim.

    Vehbi Koç

    Kaynak:
    Abdullah Köktürk
    “Vehbi Koç’un Mektubu”
    25 Ocak 2016
    ( http://www.aynahaber.org/yazarlar/abdullah-kokturk/vehbi-koc-un-mektubu/183/ )

  182. marxist argüman

    iki teke, necip ve anonim anar$ist

    159 nolu anonim anar$ist arkada$ necip’i “diktatör” ilan etmi$; biz daha tayyip’in diktatörlügünü hazmedememi$ken, üstüne birde necip’in günzileli.com sitesinde kurdugu diktatörlük.
    allah bize sabir versin.

    necip, tayyip kendine rakip ikinci bir diktatöre asla tahammül etmez; seni tipki fetullah gülen cemaati gibi önce kriminalize, sonra terörize, sonra da minimize eder.
    en sonunda da pensilvanya’ya gülen’in yanina sürgün eder, benden söylemesi.

    necip ile bu anar$ist arkada$in tarti$malarini takip edenler bilirler: bunlar dü$man ikizler gibidirler. tarti$maya türkce ba$larlar sonra bir bakmi$sin ki kanal degi$tirmi$ler, ingilizceye gecmi$ler.

    bu dü$man ikizler bana $unu hatirlatti: bizim köyde bir kom$unun iki teke’si (erkek keci) vardi. bu tekeler yaban yazida kavgaya tutu$urlardi, dövü$e dövü$e köye giri$ yaparlardi.
    günlerden bir gün bu iki teke dövü$e dövü$e, fakat bu sefer ters istikamete, yani köyden cikip ormana dogru gidiyorlar. sahibi durumu fark edip aramaya gidiyor ki; kurt ya da kurtlar tekelere saldirmi$, birini parcalami$, diger garibanda korkudan kendini bir ta$in altina gizlemi$, o $ekilde canini kurtarmi$.

  183. marxist argüman

    madem necip, diktatörlük ilan etti, zileli’linin de artik “necip diktatörlügünün sonu görünüyor” ba$likli bir yazi yazmasi farz oldu.
    corbada benim de tuzum olsun: an itibariyla “necip diktatörlügüne kar$i birle$ik cephe”nin kurulu$unu ilan ediyorum.

  184. marxist argüman

    necip’in 155 nolu yorumuna cevap 1:

    1. ben “sen türk olarak devletini kur….” $eklinde söze ba$larken, sen böyle demi$tin, demek istemiyorum, türklerden, türk milletinden, türk milliyetcilerinden bahsediyorum.
    seni de onlarin icine katiyorum ama sen on milyonlardan birisin sadece. yani alinmana gerek yok.

    2. benim “harmonik toplum” gibi özlemlerim yok diyorsun. ne sen ne de zileli bu ifadeleri kullanmadiniz ama yazdiklariniz bu kapiya cikar. yani ben size gönüllü ve bedava tercümanlik yapiyorum.

    “Ben, ‘kürtler, kizilba$lar’ ile neden konusamiyoruz; neden hemen birbirimizi yanlis anliyoruzu da anlamaga calisiyorum.”

    anlamaya cali$iyorsun, iyi güzel de, anlamayacak ne var:
    kürtler de kizilba$lar da türk devleti ve türk toplumu tarafindan artik ikinci sinif, parya muamelesi görmek istemiyorlar.
    bunu anlamak cok mu zor, yoksa i$ine mi gelmiyor?

    senin bir türk olarak türkiyede sahip oldugun ana dilini baskiya, a$agilanmaya maruz kalmadan konu$ma; anadilinde okuma yazma, basin yayin haklarina kürtler ve diger azinliklar ya hic sahip degiller, ya da kisitli/sinirli bir hakka sahipler.
    üstelik o kisitli/sinirli hakki elde edinceye kadar da bir sürü mücadele ve bedel ödemi$ler.
    bunlari anlamak cok mu zor yoksa sen bir türk/sunni olarak kendini 1. sinif, geri kalanlari da 2. sinif olarak görmeyi artik “dogal” bir durum olarak icselle$tirdigin icin mi anlamkta zorluk cekiyorsun?

    türkiyede yakin zamana kadar büyük $ehirlerde insanlar aleviyim demeye korkuyorlardi; alevilik hakkinda sunni toplumunun yaydigi “mum söndü” gibi iftira ve efsanerin kaynagi nedir acaba?

    alevilerin mara$ta, corumda, sivasta sunni dinci ve fa$istler tarafindan nasil katledildiklerini; canli canli yakildiklarindan haberin olmadi mi?
    sunni ve milliyetci türklerin bu kininin, nefretinin kaynagi nedir acaba ve dinci fa$istlerin sirtini sivazlayan türk devletinin politikasini nasil yorumlamak lazim?

    sivasta alevileri canli canli yakan dinci/fa$ist barbarlarin ve barbarlarin avukatligini yapanlarin eski refah partili yeni akp’li insanlar olduklarini gercekten bilmiyor musun yoksa bilmek i$ine mi gelmiyor?

    3. senin linkini verdigin, sol haber portal da ki fatih ya$li’nin “dersim üzerine” adli yazisinda ki 5. maddeden itibaren yaptiklari tespitler yüzde yüz dogru. dikkat edersen benim yazdiklarim ile de paralel.

    ilk maddelerde ki “aydinlanma, modernite” gibi fransiz devrimi ve avrupa uygarligini cagri$tiran ifadeleri net olmadigi icin yorum yapamayacam.

  185. marxist argüman

    necip’in 155 nolu yorumuna cevap 2

    “Bir tur, Sener Sen filmlerinden birindeki “yaptim; ama, bir sor, neden yaptim” ‘apologetics’i..
    Ya da, ‘bu tur ufak seyler yuzunden ittifagi bozmaga degmez’ turunden ortulu nasihatler.”

    sol haber portalinda ki fatih ya$li’in dersim üzerine yazilan yazi hakkinda ki bu yazdiklarin tamamiyla yanli$.
    belli ki sen yazardan “kemalistler $öyle barbarlar, böyle barbarlar” gibi yargilamalar duymak istiyorsun, bunu duymayinca da “kemalistleri/chp’yi ho$ göstermeye cali$iyor” kannatine varmi$sin. yüzde yüz yaniliyorsun. neden?

    cünkü sol/sosyalistler kürt/kürdistan meselenin direkt tarafi ya da muhatabi degildirler.
    kürt/kürdistan/dersim vs. meselesinin muhatab ya da taraflari devlet ve kürt ulusal hareketi, yani pkk, arti diger kürt örgütleri, arti dersim toplumunu temsil eden dernekler vs.dir.

    senin, pkk’nin yayinlarini ya da kürtcü internet sayfalarini okuman lazim. orda kürt milliyetcilerinin/ulusalcilarinin, kemalistlerin ve t.c.’nin kürt/kürdistan politikasini nasil yargiladiklarini göreceksin.

    “Iyi de, bunun neresi bir mazeret olabilir?”

    necip, ben ya da fatih $anli, kemalistlerin hangi hedef ve amaclarla kürt katliamlarina giri$tiklerini yazdigimizda, o yazdiklarimizda bir mesaj, bir ele$tiri var. sen o mesaji, o ele$tiriyi algilamiyorsun. hangi mesaj/ele$tiri?

    cevap: genel olarak ulusalcilik/milliyetcilik fikrine ve bu irkci/ayri$tirici/ötekile$tirici fikri kendine rehber etmi$ insanlara ele$tiri.
    özel olarakta kemalistlerin kurdugu türk ulus devletine ve türk egemen milliyetciligine ele$tiri.

    sonra, homojen bir toplum ve bir ulus devlet kurmak icin soykirimlar, katliamlar yapmi$ tek ulusalcilar/milliyetciler/irkcilar jöntürkler ve kamalistler degildirler.
    bundan dolayi sol/sosyalistlik adina jöntürkleri ve kemalistleri yargilayip mahkum etmek yetmez.

    bu insanlari soykirim, katliam yapmaya motive eden fikri, ideolojiyi, amaci te$hir etmek lazim; yani ne$teri melanetin köküne vurmak lazim ki, ele$tirinin kalici bir faydasi olsun.

    bu ele$tiriyi kim nasil algilar, ikna olur mu olmaz mi, bilinmez.
    fakat sen marxistlerin $öyle slogan atmalarini bekliyorsan, dogru degil: “kahrolsun kemalistler, kahrolsun chp, kahrolsun milliyetcilik, kahrolsun devlet vs.”

  186. marxist argüman

    necip’in 155 nolu yorumuna cevap 3

    “Ilk 2 hatta 3 imzanin Sunniligi cok su goturur.”

    insanlarin, hele de söz konusu olanlar ellerinde diger insanlarin kaderine hükmedecek yetkiye sahip devlet adamlari, siyasetciler ise, etnik/dini kökeninin hicbir kiymeti yoktur; sözkonusu bu insanlarin hangi davaya hizmet ettiklerine; hangi fikri/ideolojiyi benimsediklerine bakmak lazim.

    örnek: t.c.’ye kar$i sava$an kürt ulusal hareketine/pkk’ye kar$i, devletten silah ve maa$ alarak pkk’ye kar$i sava$an kürt korucularin etnik kökenine mi yoksa kürt sorununda ki rolüne/pozisyonuna mi bakmak lazim?

    ayni $ekilde, t.c. ulus devletini kuran jöntürk/kemalist kadronun tek tek dini ve etnik kökeninin hicbir kiymeti yoktur.
    birincisi, sözkonusu bu kadro kurduklari devletin ulusal ve dini kimliginin “türk/sunni” olmasi gerektigi konusunda hemfikirler.
    ikincisi, bu devlet kadrosu ayni zamanda uzun yillar osmanli devletine hizmet etmi$, yani osmanlinin dini kimligi olan “sunnilik” ile yogrulmu$ bir kadrodur.

    “Peki, bir ‘ittifak’tan soz edebilir miyiz? Galiba edebiliriz.”

    necip’i $u hafiyelik yapma huyundan bir türlü vazgeciremedik; göz önünde olana bakmiyor; onu cekici bulmuyor; gizli anla$malar/sözle$meler pe$inde.
    olgular hakkinda dogru bir kanaate varmak icin yaniltici/yanli$ bir yöntem, neden?

    m. kemal’in alevi bekta$i toplumu ile görü$tügünden, onlari “kurtulu$ sava$ina” seferber etmek icin birtakim sözlü ya da yazili vaatler vs.de bulunduguna inanmamak icin herhangi bir sebep yok. neden?

    m. kemal ve tayfasi, osmanlinin enkazindan en azindan ulusal bir devlet cikarmak icin yola koyulmau$ insanlar. bu amaclarina varmalari icin de mümkün oldugunca cok sayida insani yerine göre ikna ya da vaatlerle yerine göre yasanin zoru ve tehdidi ile seferber etmeye cali$mi$lardir.

    m. kemal bu hedef dogrultusunda ayni $ekilde hem sunni hem de alevi kürtlerle görü$mü$, onlari da ikna ve vaatle mücadeleye katmaya cali$mi$tir.

    sonra padi$ah ve halifelik taraftarlariyla da görü$mü$, onlarin da ikna ve vaatle destegini almaya cali$mi$tir vs.

    $imdi biz m. kemal’in t.c. devletini kurduktan sonra ki politikalarina, örnegin kürt/kürdistan politikasi; padi$ahlik/halifelik kurumuna tavir; din ve mezheplere/dini kurumlara tavrina mi bakmaliyiz, yoksa m. kemal’in devleti kurmak icin kime hangi vaatlerde bulunduguna mi bakmaliyiz?

    m. kemal’in dersimli diyap aga ve diger kürt a$iret reisleriyle ile cektirdigi fotografa bakarak mi bir kanaate varmaliyiz, yoksa kemalistlerin devleti kurduktan sonra ki kürt/kürdistan politikasina, $ark islahat planina ve devletin pratik uygulamalarina bakarak mi?

    m. kemal’in devleti kurmadan önce alevi/bekta$i temsilcilerine verdigi sözlere bakarak mi bir kanaate varmaliyiz yoksa kemalistlerin devleti kurduktan sonra tekke ve zaviyeler kanununa ve bu kanun kapsaminda kapatilan alevi/bekta$i kurumlarina bakarak mi?

    m. kemal’in devleti kurmadan önce padi$ah ve padi$ah yanlilarina verdigi sözlere, samsuna cikmadan önce vahdettin ile yaptigi $ahsi sözle$meye; cemaat ile birlikte kildigi namazlara, ettigi hayir dualarina bakarak mi bir kanaate varmaliyiz yoksa kemalistlerin devleti kurduktan sonra padi$ahligi/halifeligi kaldiran yasalarina ve padi$ahlik/halifelik taraftarlarini “irtica” diyerek kriminalize/terörize etmelerine bakarak mi?

    necip, senin “balkan oligar$isinin alevilerle gizli ittifaki” tezinin gercekte hicbir kar$iligi yok.

    sen, göz önünde olan basit gerceklerden gizli manalar cikaramaya cali$iyorsun.
    alevilik inanci, sunnilik, siilik, $afilik ile vs. kar$ila$tirildiginda görece daha az bagnaz, daha az tutucu, “liberal” bir inanctir.
    bundan dolayi da aleviler, laik/modern kemalist cumhuriyeti kolayca benimsemi$lerdir.
    arti, birde alevilerin bir din devleti olan osmanli zamaninda ugradiklari ayrim ve katliamlari da buna eklersen, alevilerin neden laik kemalistlere sempatiyle baktiklari ortaya cikar.

    bu basit gercegin altinda gizli anla$malar, derin manalar aramakla sikca yaptigin gibi öküz altinda buzagi aradigini farkinda misin?

  187. marxist argüman

    necip’in 155 nolu yorumuna cevap 4

    necip’ten alinti:

    “Bilmedigimden soruyorum: Kurt/Zaza alevileri Haci Bektas Dergahina bagli degil midirler?”

    necip, bundan 100 yil önce anadolu ve kürdistanda ki aleviler arasinda koordinasyon olup olmadigini merak ediyor.
    kiymeti kendinden menkul “balkan oligar$isi ile alevilerin ittifaki” tezine dayanak ariyor.

    bütün ocaklar icin olmasa da bazi ocaklar icin “manevi baglilik”tan söz edilebilir. bu “manevi” bagliligin pratikte bir kar$iligi var mi, varsa nedir, tarti$mali.

    bundan yüzyil önceki ula$im ve ileti$im imkanlarinin göz önünde bulundurdugumuzda, alevi ocak ve dergahlari arasinda düzenli bir koordinasyon ve kominikasyondan bahsetmek mümkün degil; olsaydi belli bir hiyerar$ide anla$abilir miydiler, bence o da mümkün olmazdi.

    bütün bunlar bir yana, bizi bu konuda dogru bir te$hise vardiracak veriler bunlar degil. neden?

    cünkü “alevilik” denilen $ey milyonlarca insani yapi$tirici gibi birbirine baglayan; milyonlarca alevinin ortak kararlar alip ortak hareket etmesini saglayan bir fonksiyona kesinlikle sahip degildi/degil.

    anadolu, balkanlar ve kürdistan alevilerinin bir bütün olarak ortak bir karar dogrultusunda hareket etmeleri orda kalsin, dersim alevi toplumu gibi bölgesel/lokal alevi toplumu bile kendi icinde yüzlerce a$irete bölünmü$ ve bu a$iretlerarasi ili$kiler dostca olmaktan cok dü$manlik ve rakiplik ili$kileriydiler.

    bundan dolayidir ki, osmanli ve t.c., dersim’e askeri seferler yaptiklarinda, bu seferler daha cok belli isyankar a$iretlere yönelikti.

    yani devlete kar$i tüm a$iretler arasi bir güc birligi olmadigi gibi, tam tersine rakip a$iretlere kar$i devlet ile i$birligi yapan a$iretler de mevcuttu. bu dengeler dönemden döneme degi$irdi.

    buna birde devletin böl yönet; maddi rü$vet ve vaatlerle araya nifak sokma giri$imleride eklenince manzara tamamlaniyor.

    sonuc: aleviligin bir inanc olarak geni$ bir cografyaya dagilmi$ farkli etnik kökenden insanlari bir cati altinda toplama fonksiyonu orda kalsin, dersim gibi ayni dili konu$an, ayni cografyada ya$ayan insanlari bile bir cati altinda toplayacak gücü sInIrlIdIr/sInIrlIydI.

    günüzde ise köyden kente göc sonucu a$iret ili$kileri tamamiyla olmasa da büyük ölcüde bitti ve köy toplumu dagildi.

    $ehir toplumunda kapitalizmin ve para’nin hükmü geciyor. herkes ya$amak icin para pe$inde ko$turuyor, ne de olsa alevilik/inanc karin doyurmuyor.

    $ehir alevi toplumunda var olan din/inanc ili$kilerine de yine damgayi vuran parasal/maddi cikar ili$kileri.

    yani siyasetten ve para ili$kilerinden azade bir inanc/din yok.

  188. İhtiyar çoban

    Can Yücel’in şu sıradan sözü, necip mecip, erguvan gibileri için çok büyük bir atasözüdür: ”Gidiyorum ben boş çakallar; .. .. fosforuyla aydınlanın siz artık.”
    Hoşçakalın.

  189. Çıkarları bir, tepkileri bir

    Sermayenin ve devletin [düzenin] sözcülerinden ortak tepki:

    Bakan Çelik’ten AKPM’nin kararına sert tepki
    AB Bakanı Ömer Çelik, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nin (AKPM) Türkiyeyi siyasi denetime alma kararına ilişkin şu ifadeleri kullandı:
    “Tartışmaların hiçbiri Türkiye’nin gerçekleri ile örtüşmüyor. O kadar şaşırtıcı şeyler var ki işkencenin Türkiye’de olduğundan, Çin’den daha fazla tutuklu gazeteci olduğundan, Türkiye’de tek adamlık rejimi olduğundan şimdiye kadar duyduğumuz tek yönlü kara propagandaların orada maalesef tartışma gündemi olması çok üzücü.
    ADİL OLMAYAN HAKSIZ, YANLIŞ BİR KARAR
    Bu karar alınırken doğru değerlendirmeler de yapıldı. Türkiye’nin orada dostları da var. Türkiye’nin Avrupa’nın bir parçası olduğunu şimdiye kadar Avrupa’nın gelişmesine, şekillenmesine büyük katkıları olduğunu söyleyen üyeler de oldu. Şaşırtıcı olan bir şey de şu; AKPM gibi bir kurulda bu üyelerin yarısının katıldığı bir toplantıda bu karar alınıyor. Türkiye gibi büyük bir ülke değerlendirilirken bu derece bir katılım ile bu konunun ele alınması da son derece yanlış. Adil olmayan haksız, yanlış bir karar. Alınan karar ile Türkiye gerçekliğinin bir ilgisi yok.”
    http://www.hurriyet.com.tr/bakan-celikten-akpmnin-kararina-sert-tepki-40438027

    İTO’dan AKPM’ye tepki
    İZMİR Ticaret Odası (İTO) Yönetim Kurulu Başkanı Ekrem Demirtaş, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) Genel Kurulu’nun Türkiye’nin yeniden denetime alınması kararını eleştirirek, “Türkiye’nin tam üye olmasını elbette isteriz. Ama ülkemizin gururu ve onuru her şeyin üzerindedir, Avrupa’nın bize ders vermesine ihtiyacımız yok” dedi.
    İTO Yönetim Kurulu Başkanı Demirtaş, Türkiye’nin batılılaşma yönündeki kararlılığının Tanzimat’tan bu yana devam ettiğini söyledi. Bunun son noktasının ise ekonomik bir birlik olarak kurulan ve zamanla siyasi bir birliğe dönüşmüş olan Avrupa Birliği’ne tam üye adayı olması olduğunu aktaran Demirtaş, “Ancak bu süreç bugüne kadar çeşitli engeller ve kesintiler ile gelebildi. Arzumuz bu sürecin devam etmesi ve tam üye olmamızdır” dedi. Bu hedefin ve uzun soluklu sürecin AKPM’nin bugün Türkiye’yi siyasi denetim altına alma kararı ile ciddi darbe aldığını belirten Demirtaş, “Ülkemizin gururu ve onuru her şeyin üzerindedir. Avrupa Birliği’nin bize ders vermesine ihtiyacımız yok. Artık kendi varlığını sorgulayan hale gelmiş olan Avrupa Birliği’nin, ülkemizin iç meselelerine taraf olması kesinlikle kabul edilemez. Bu son alınan kararı da bu açıdan haksız ve yanlış buluyoruz” diye konuştu.
    http://www.hurriyet.com.tr/itodan-akpmye-tepki-40438133

  190. ‘Kutsallarin arasina nasil girdi?’ sorusuna cevap buldugumu saniyorum. Tahmin ettigimden de eskiymis.

    Baki Oz – Kurtuluş Savaşında Alevi-Bektaşiler

    https://www.nadirkitap.com/kurtulus-savasi-nda-alevi-bektasiler-baki-oz-kitap858584.html

    Sayfa 39-40
    https://issuu.com/sacittademir/docs/baki___z_-_kurtulu___sava____nda_al

    Dolayısıyla, Doğu Anadolu’daki Alevi aşiretlerinin milis güçleri dağıtılmamıştı. Bu güçler, 1nc Dünya Savaşı sonrası için elde hazır birliklerdi. Ulusal savaşım içerisinde doğrudan yer almamışlardı. Bu kez, önderleri M. Kemal’di. Onun kişiliğinde kurtuluşun umutlarını görüyorlardı.

    Bölge Alevilerine göre, Rus-İngiliz-Ermeni-Osmanlı seddi M. Kemal’in bağımsızlıkçı-ulusçu direnişinde birleşmekle kırılabilecekti. M. Kemal, onların gözünde kutsal bir varlıktı. Hz Ali ve Hacı Bektaş Veli, M. Kemal olarak ‘tecelli ediyor’du.

    Bu kişi, Hz Ali ve Hacı Bektaş’ın ‘don değiştirmesi’ydi. Yüzyıllardır beklenilen ‘mehdi‘ olarak yeryüzüne gelmiş, göreviyse ‘kızılca kıyamet‘ aşamasına varmış toplumu kurtarmak…

    Alevi halka göre, M. Kemal, ‘evliya‘dan başka bir şey değildir. Ancak ‘evliya’lar böyle ‘dar’ günlerde ortaya çıkar ve halkı kurtarır. İşte, M. Kemal hakkında halkın inancı buydu. Türkiye’deki Aleviler arasında bu inanış geneldi.

    1921 yılında Konya Valisine Mecitözü Kaymakamınca çekilen bir telyazıda, “Son günlerde Alevilerin Meclis Başkanı Mustafa Kemal Paşa’yı ‘mehdi‘ (‘gerçek kurtarıcı‘) diye anmaya başladığı” bildiriliyordu. Bu ilginçtir. Demek ki, Alevi-Bektaşiler M. Kemal’den umut beklemektedirler. Ona gönülden bağlıdırlar. Onun yanındaydılar.

    Bunun boyle olmasini yadirgamiyorum.

    Yenicerilerle Bektasilik uzerinden olan baglarini koparmadiklari icin kriminalize olan/edilen Alevilerin, bu yeni durumu bir firsat olarak gormeleri ve degerlendirmek istemeleri son derece normal.

    MKA’nin da, bir ihtilalci pragmatizmi ile, ‘yol teorisi’ mantigi ile, ittifa kurmak, yanina taraftar toplamak istemesi de normal –nitekim benzer seyi Kurtlerle de yapti.

    Kurtlerle yapilan ittifak, verilen sozlerden cayilmasi uzerine, cok kisa zaman icinde coktu.

    Alevilerle ise, galiba 15 sene kadar surdu. Bkz. Dersim.

    Sunniler ile bir ittifaktan soz edemiyoruz; nitekim, bu yuzden Anadolunun muhtelif yerlerinde isyanlar devam etti uzun bir sure icin.

    Buraya kadar olan kisimlarini tek tek irdelemekle cok bir yere varamayiz.

    Kurtler, coken ittifak (cayilan vaadler) sonrasi cesitli toplu tepkiler verdi.

    Alevilerde ise boyle bir toplu (veya surekli) tepki goremiyoruz.

    Bunun bir aciklamasi olmali.

  191. Necip’in son sorusunun (Sünniler ve Kürtlerin aksine neden Alevilerin genelinin rejime muhalefet etmediğinin) cevabı coğrafi nedenler olabilir mi?
    Türkiye’de gerek Kürtler, gerek Sünni-İslamcı Türkler çoğunluğu oluşturdukları homojen bir coğrafi bölgede yaşadıklarından bu direnmelerine elverişli bir zemin sunuyor. Oysa Dersim ve Koçgiri gibi küçük bölgeler hariç “Alevi bölgesi” diyebileceğimiz bir yer yok (Ermenilerin direnişinin başarısızlıkla sonuçlanması da aynı nedenden kaynaklanıyordu. Hatta benzer şekilde, AKP karşıtı toplum güçleri dağınık olduklarından başarılı olamıyor. Sahil bölgelerinde yaşayan CHP kitlesi ve asker-sivil bürokrasinin tek bir çatı altında toplanamamasından söz ediyorum). Bu nedenle de -rejim karşıtı veya egemen sınıf içi muhalefetten- diğer toplum güçlerinin duruma göre desteklerini alacakları bir denge politikasına muhtaçlar. Bu nedenle çoğunluk Kemalist olsa da Kürt, sosyalist-devrimci ve hatta liberal-sağ (DYP ve sonra AKP’ye katılan R. Çamuroğlu gibi) gruplara katılan Aleviler de var.

  192. marxist argüman

    m. kemal ve ki$ilik kültü (personenkult)

    necip’in 169 nolu yorumundan alinti:

    “Kutsallarin arasina nasil girdi?’ sorusuna cevap buldugumu saniyorum. Tahmin ettigimden de eskiymis”.

    baki öz, kemalizmi ve devletin empoze ettigi m. kemal kültünü iliklerine kadar özümsemi$ bir yazar.
    b. öz, kemalist masallar/hikayeler/efsaneler anlatiyor; necip de inaniyor.

    b. öz’ün m. kemal hakkinda alevilere mal ederek anlattigi efsaneler aslinda kendi $ahsi dü$ünceleri.

    aleviler icinde, özellikle türk alevileri icinde b. öz gibi dü$ünen tek tek aleviler de muhakkak vardir.

    yalniz, b. öz ve bazi alevilerin m. kemal hakkinda ki efsanevi söylemlere inanmalarinin “kurtulu$ sava$i” ile direk bir ili$kisi yok; ondan cok t.c. kurulduktan sonra devletin vatanda$larina okul, askerlik egitimi ve resmi propaganda ile empoze ettigi m. kemal hakkinda ki ki$ilik kültü ile alakalidir.

    kemalist yazar b. öz’in “aleviler m. kemal’i anadoluyu kurtaracak mehdi olarak görüyorlardi” iddiasi, gercekleri ba$üstü ceviren ve aleviler icinde inanilan m. kemal kültünün aslinda kemalist cumhuriyetin vatanda$larina empoze ettigi resmi propagandanin ürünü bir kült oldugu gercegini karartmaya yönelik bir saptirmadir.

    necip sormu$: bunu dogru kabul edersek neden sunni vatanda$lar arasinda bu m. kemal kültü camilere resmini asmaya kadar, yani bu dereceye kadar varmami$tir?

    cevap: birincisi, sunni islamda benim bildigim kadariyla resim de put’a tapma kapsamina girdigi icin yasaktir/günahtir.

    yani alevilikte günah/yasak olmayan cemevine dini ya da siyasi bir liderin resmini asma olayi sunni islamda günahtir/yasaktir.
    bundan dolayi camilerde m. kemal orda kalsin, muhammedin resmini bile asilmaz; dahasi muhammedin resmini cizmek günahtir/yasaktir.

    ikincisi, devletin resmi kemalizm propagandasi, m. kemal kültü aleviler icinde sunnilere oranla daha fazla taraftar bulmu$tur; bunun sebebi de bilindigi gibi kemalistlerin laik/modern din anlayi$i ile alakalidir.

    günümüz türkiyesinde görülen erdoganizm propagandasinin, t. erdogan kültünün sunniler icinde kar$ilik bulurken aleviler icinde taraftar bulamamasina benzer.

    yine kürt ulusal hareketinin a. öcalan cevresinde olu$turmaya cali$tigi apocu ki$ilik kültü kürtler icinde kismen benimsenirken, türklerin icinde dogal olarak hic taraftar bulamamasi gibi.

    “Kürtlerle yapilan ittifak, verilen sozlerden cayilmasi uzerine, cok kisa zaman icinde coktu.
    Alevilerle ise, galiba 15 sene kadar surdu. Bkz. Dersim.”

    tam degil kismen dogru.

    birincisi, devletin “kürt isyanlari” seklinde yansittigi olgu bütünüyle gercege takabül etmiyor.

    yani devletin kürt isyanlari dedigi itirazlar, kürtlerin “m. kemal sen bize $öyle $öyle sözler vermi$tin, ne oldu” $eklinde ki itirazlarindan cok, devletin $ark islahat plani cercevesinde kürdistanin en ücre köylerine kadar devletin otoritesini tesis etme; bu cercevede karakollar, garnizonlar kurma, kürt a$iretlerini yüzde yüz kontrol altina alma; vergiye baglama, askere alma, silah toplama gibi uygulamalarini kürt a$iretlerinin kendilerine dogal olarak “tehdit” olarak görme; sahip olduklari otonomilerini kaybetme, devlete kar$i tamamiyla savunmasiz kalma; devletin/ordunun otoritesine kayitsiz $artsiz boyun egmek zorunda kalma gibi durumlara olan itirazlardir.

    tabii necip gibi ömrü boyunca devleti/otoriteyi idealize etmi$; devleti, insanlar üzerinde siddet ile otorite kuran bir kurum olarak görmeyip, tam tersine devleti, insanlarin hizmetinde bir kurum olarak gördügü icin bu gercekleri algilamasi, anlamasi imkansiz degil ama biraz zor; i$ine de gelmez.

    cünkü necip, hic tereddüt etmeden yönetenlerden/egemenlerden yana taraf olan bir insan.

  193. marxist argüman

    t.c.’nin kürtlerle sava$i

    “TSK’dan yapılan açıklamada şöyle denildi:

    “Ülkemizin ve milletimizin birlik, bütünlük ve güvenliğine kast eden bölücü terör örgütü PKK’ya ait terör yuvalarının yok edilmesi maksadıyla; uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarımız kapsamında 25 Nisan 2017 günü saat 02.00’de, Irak kuzeyi/Sincar Dağı ve Suriye kuzeydoğusu/Karaçok Dağı bölgelerine hava harekâtı icra edilmiş ve belirlenen terörist hedefleri tam isabetle vurulmuştur.

    Çeşitli kaynaklardan; hava harekâtı sonrasında BTÖ’ne ait barınma alanları, mühimmat depoları ve kritik muhabere tesislerinin imha edildiği, örgüte ağır kayıplar verdirildiği Irak kuzeyi/Sincar Dağı bölgesinde 40, Suriye kuzeydoğusu/Karaçok’ta ise 30 civarında BTÖ mensubunun etkisiz hale getirildiği; terör örgütü mensuplarının morallerinin son derece bozuk olduğu bilgisi alınmıştır.” (basin)

    CHP’den TSK’nın Sincar operasyonuna ilk yorum

    “Bölgesel Kürt yönetiminin bu operasyona çok fazla karşı gelmediğini görüyoruz. PYD, YPG lideri Salih Müslim’in buna karşı açıklamalar yaptığını görüyoruz. Ama şu bilinmelidir ki, Türkiye sınır güvenliğini korumak zorunda ve PKK ile her tarafta mücadele etmekte, uluslararası hukuktan kaynaklanan hakkımız. Bu gayet normaldir, gecikmiştir. Orada, Sincar bölgesine hakim olmak istiyorlar. Sincar’ı koparıp, Suriye’deki sözde Rojava’ya bağlamak istiyorlar ve orada yuvalanmak istiyorlar. Yani ikinci bir Kandil yapmak istiyorlar ama daha sağlam bir Kandil. Arkasını, tırnak içinde Rojava’ya dayadığı bir Sincar dağı yapmak istiyorlar. Dolayısıyla bu operasyonu olumlu buluyoruz.”

    kemalistlerin kurdugu 1. cumhuriyetin ic dü$manlari “irtica” ve “bölücü terör” idi. (ikinci dünya sava$i sonrasi t.c.’nin emperyalist nato cephesine dahil olmasiyla beraber 3. ic dü$man da komünizm idi. sovyetler birliginin kendini feshetmesiyle beraber komünizm tehlikesI bir “tehdit” olmaktan cikti)

    erdogan’in kurdugu 2. cumhuriyetin, nami diger t.c. islam cumhuriyetinin ic dü$malari ise birincisi fetö terör örgütü ve ikincisi yine ve hala bölücü terör/kürt ulusal hareketi,

    islamci akp iktidarinin kürt ulusal hareketi ile mücedeleyi sinir di$ina da ta$iyarak, ve suriye ile irak $engal/sincar kürtlerine de acik sava$ ilan ederek pkk’ye kar$i sava$i geni$ bir cepheye yayacagi anla$liyor.

    akp iktidari, pkk ile yurt ici ve yurtdi$i sava$inda mhp, bbp’li fa$istlerin yanisira, chp’li kemalistlerin de tam destegini almi$ durumda.

    anti-kürt ve anti-fetö koalisyonu ile “milli irade” bayragi altinda bir araya gelen t.c. devlet fraksiyonlarinin kendi aralarinda ki rejim kavgasini gecici olarak ikinci plana atacaklari anlamina geliyor.

    hal böyleyken, g. zileli, d. kücükaydin, f. ba$kaya gibi demokrasi idealistlerinin islami rejime kar$i hayal ettikleri, chp’yi ve hdp’yi de icine alan o sol cephe hayalinin gercekte kar$iligi olmadigi görülüyor.

    bu böyledir diye g. zileli, d. kücükaydin gibi solcular chp’ye umut baglamaktan, chp’ye akil vermekten, chp’yi sola cekmeye cali$maktan, chp’ye sitem etmekten vaz mi gececekler? hayir. neden?

    cünkü sözkonusu bu demokrasi idealistlerinin insanlara anlatacaklari, kendilerine ait hicbir argümanlari yok. bundan dolayi da tilkinin dönüp dola$ip kürkcü dükkanina gitmesi gibi, zileli ve d. kücükaydin gibi solcularin da dönüp dola$ip gittikleri yer chp’nin kemalist dükkani oluyor.

    demokrasi hayranligindan kaynakli anti-stalinizmin fikir/ideoloji sefaletidir bu.

  194. marxist argüman

    islamci akp rejiminin emperyalist emelleri ve hayalleri

    islami rejimin emperyalist emellerinin ideologu ibrahim karagül’ün yeni $afakta ki yazisindan alinti:

    “Erdoğan, dünyanın beş merkez gücü ile masada ne konuşacak?

    ABD, Rusya, Çin, Hindistan, Brüksel-NATO ziyaret takvimi de, işte o içerideki ziyaretlerin dışarıdaki trafiğidir. Dünyanın merkez iktidar alanını oluşturan başkentlerine, merkezlerine yapılacak bu yolculuklar, Türkiye’nin geleceğin dünyasını şekillendirmede ana aktörlerden biri olacağına dair güçlü işaretlerdir.

    Türkiye artık büyük oynayacaktır, belli başkentlerden yönetilen ülke olmaktan çıkmıştır, o tarih değişikliğine kendini içeride hazırlamış ve dışa dönük harekete başlamıştır.

    İsteseler de istemeseler de bu böyle olacaktır. Küresel ölçekte güç hareketliliği, rekabetler, çekişmeler, örtülü dünya savaşı, yeni bloklaşmalar, arayışlar Türkiye’ye inanılmaz bir hareket alanı sağlamaktadır.

    Türkiye’yi bu yüzden durdurmak istediler

    Referandum kampanyasında bütün Avrupa’nın ortak cephe olarak “Türkiye’yi durdurmaya” çalışması bile Türkiye’nin nasıl bir güç haline geldiğinin göstergesidir.

    İşte 15 Temmuz çokuluslu darbesiyle bu sonucu engellemeye çalıştı onlar. İç savaşa sürükleyip diz çöktürmeyi planladıkları ülke, çok daha büyük bir güç olarak öne çıktı. 16 Nisan’da durdurmak istedikleri de buydu. Sistem sorunlarını çözmüş bir ülkenin nasıl küresel oyuncu olacağını, ayaklarında prangalardan kurtulan bir Türkiye’yi durdurmanın artık mümkün olmayacağını biliyorlardı.

    Fatih’le, Kanuni ile, Yavuz’la masada yerimizi alacağız..

    Türkiye çok ağır bedeller ödedi ama zafer üstüne zafer kazandı. Bundan sonra istedikleri kadar tehdit etsinler, istedikleri kadar “Erdoğan’ı öldürün” çağrıları yapsınlar, Türkiye yükselecek, Avrupa ülkelerinin birçoğu tarihi hezimetler, çöküşler yaşayacak.

    Türkiye büyük oynayacak, büyük söz söyleyecek, bu iddialarla yoluna devam edecek. Bu büyük yürüyüşe karşı duranların zamanla nasıl küçüleceğini göreceğiz.

    17 Nisan ziyaretlerinden sonra “artık Erdoğan’a bu yürüyüşte Fatih, Yavuz, Kanuni de eşlik edecek” demiştim. Menderes, Özal, Erbakan birer iç siyasi semboldü, onlarla Brüksel’de masaya oturuyor, onlardan oralardaki pazarlıkta güç alıyorduk. Ama Çin’e, Rusya’ya, ABD’ye, Brüksel’e, Hindistan’a Fatih’le, Kanuni ile, Yavuz’la gidiyoruz.

    Türkiye tek başına AB’den daha büyük siyasi güçtür

    Artık böyle bir Türkiye var. Ölçek büyüdü, hesap büyüdü, iddia büyüdü, Türkiye büyüdü. “Büyük yürüyüş” derken, “tarih yapıcı rol” derken, “tarih dönüşü” derken bunu söylemeye çalışıyorum. 16 Nisan bir başlangıç” derken de öyle.

    Ben buna hep inandım. Yıllardır hep bu yönde, bu mücadele için yazılar yazdım. Ve o dönüş gerçekleşmiştir. Türkiye büyükler liginde yerini almıştır! Bugün Türkiye, dünyanın en güçlü on siyasi gücünden biridir. Tek başına bir Avrupa Birliği kadar siyasi nüfuza sahiptir. Uluslararası ilişkilerde belirleyici en güçlülerden biridir. Merkez güçlerin masasında yerini ayırmıştır ve bu böyle devam edecektir.”

  195. “senin ‘balkan oligar$isinin alevilerle gizli ittifaki’ tezinin gercekte hicbir kar$iligi yok.”

    Uzerinde dusundum, galiba haklisiniz.

    ‘Gizli ittifak’ terimi cok da dogru degil.

    Dogru olmayan ‘gizli’ oldugu degil; ‘ittifak’ demek fazlasiyla nazik bir abarti gibi duruyor.

    “sen, göz önünde olan basit gerceklerden gizli manalar cikaramaya cali$iyorsun.”

    Yazdiklarinizdan sezinledigim kadariyla, bir tur ‘savunma modu’na gecmis gibisiniz.

    Oyle yapmayalim.

    Yani, ben size tek tek cevap vermek yerine, dusunduklerimi yazayim. Siz de, kendi goruslerinizi yazarsiniz –uygun gorurseniz.

    Simdi..

    Yukarida, “‘ittifak’ demek fazlasiyla nazik bir abartma gibi duruyor” dedim ya, onu biraz (epeyi) acmam lazim.

    Siz itiraz etseniz de, istisnalari oldugunu soyleseniz de, ben, Alevilerin kutsallarinin arasina Mustafa Kemal’in eklenmis/katilmis oldugu gorusumde israr ediyorum.

    [Soydan Alevi olup da Alevi inancini benimsemeyenler icin bu sozkonusu olmayabilir; ama, konustugumuz kitle onlar degil. O tarihlerde ne ‘Ateist Alevi’ ne de ‘Alisiz Alevi’ kavramlari vardi. Bu ayrismalari temsil eden bireylerin anlamli bir kitle halinde var olup olmadiklari da apayri bir sorudur.]

    Bu eklemenin Hz Ali ile ayni seviyede mi, yoksa ‘mehdi’ veya ‘evliya’ mertebesinde oldugu konusunda bir sey demek bence gereksiz detaylara takilmak olur.

    Fakat, su acik: Alevilerin kutsallari arasinda ‘Balkan Oligarsisi’nden birisi yer alirken; bunun mutekabilinin ‘Balkan Oligarsisi’nde oldugunu soyleyemiyoruz.

    Yani, ‘Balkan Oligarsisi’nin kutsallari arasinda bir Alevi dedesi vb yok; yine Mustafa Kemal var.

    Karsiliklilik/mutekabiliyet sozkonusu degil.

    Bu tespit onemli.

    Cunku, bunu isabetli kabul edersek, ‘Balkan Oligarsisi’ ile Aleviler arasinda bir esitlerarasi ittifaktan bahsedemeyiz.

    Bir tur ABD-Turkiye arasindaki ‘ittifak‘ diyebiliriz, cok olsa.

    Yani, bir tur ast-ust iliskisi.

    Veya, isin icinde ‘kutsal’ girdigine gore, bir tur ‘ummet’ ya da ‘kulluk’ iliskisi.

    Neticece, son derece asimetrik bir iliski.

    Iyi de, o zaman, Hacibektas Postnisini ile yapilan gorusmede konusulanlar ve daha sonra kaleme alinmis olan ‘Pirevi Protokolu’ne ne diyecegiz?

    Yukaridaki cercevede bakarsak, bu esitler arasindaki bir sozlesme olamayacagindan dolayi, olsa olsa, ‘celp-icabet’ misali bir asimetrik alisveristir denebilir. Yani, ‘Balkan Oligarsisi’ protokolu kaleme almis, Postnisinlik ise sadece detayda bazi degisiklikler onermis olmali. Ne oloduklarini ve ne kadarinin kabul edildigini bilmiyoruz. Ama, gelecekteki gelismelerden haber verilmis oldugu aciktir.

    Peki, bu kanaate nereden variyorum?

    Ilk olarak, ‘Tekke ve Zaviyeler Kanunu’ ile Alevilere DE ait egitim kurumlarinin ve ibadethanelerin kapatilmasi getiriliyor.

    Alevilerin itirazlari olmus olsa bile, dikkate bile alinmamis oldugu ortada –cok olsa, birkac yerde kacak faaliyete izin verilmistir.

    Ama, asil onemli olan ‘Dersim Katliami’dir.

    Daha dogrusu, Dersim Katliami sonrasinda nelerin olamadigi.

    Dersim Katliamini kimin yapti(rdi)gi ayan beyan ortadayken, Alevilerin geri kalan kisminin giki bile cikamamissa, bunu iki sekilde aciklayabilecegimizi dusunuyorum:

    1) Islam’da da var. Esma-ul Husna arasinda, mesela, ‘kahhar’ (kahreden) ve ‘muntakim’ (intikam alan) gibi sifatlar. Bunlar, ‘kutsal’in acimasizligini mesrulastiran niteleme sifatlaridir.

    Alevilikte de MKA icin benzer bir mesrulastirma sozkonusu olmus gibi gorunuyor. [MKA’nin sagliginin yerinde olmadigi; haberinin olmadigi soylenebiliyor mesela. Halbuki, harekat planlari 5 sene onceden yapilmis.]

    2) “Sizin de istediginiz sekilde, Saltanati, Hilafeti, Hanefi Ilmihalini ve diger bir suru seyi kaldirdik. Cumhuriyet kurduk. Oturun otudugunuz yerde, halinize sukredin; sesinizi de cikartmayin!” gibilerinden bir ultimatom da alinmis olabilir.

    Bunlar, esasen, ‘reddedilemeyecek teklif’ turunden seylerdir ve ‘Balkan Oligarsisi’nin bu gucu, haydi haydi, vardi.

    O oyle de, sirf sozel propoganda ile surdurulebilirligini saglamak mumkun degildi.

    Bunun, zaman zaman, konsolide/tahkim edilmesi gerekiyordu.

    O yuzden Malatya (1978), Maras (1978), Corum (1980) ve Sivas (1993) gibi ‘katliam’lar gerekir.

    [Ben bu ‘katliam’lari su sebeplerle sentetik buluyorum:

    1) Her ne kadar Alevilerin soyleminde hep Osmanli doneminde olmus kiyim ve katliamlardan bahsedilse de, bunlarin spesifik olarak neler oldugu hic dile getirilmez –tadat edilmez; en azindan ben rastlamis degilim.

    Gecmise yonelik bir ‘extrapolation’ misali, varsayilir ve oyle olmus oldugu kabul edilir –bir tur ‘urban legend’ (sehir efsanesi) misali.

    Selcuku’yu da katarsak, 1,000 kusur sene boyunca elegelir ornekleri sozkonusu degilken, 15 sene icinde 3-5 tanesinin birden (‘spontane’ bir sekilde) zuhur etmesi bana cok garip geliyor.

    2) Durduk yerde, 1978 ila 1980 yillari arasinda 3 adet mezhep-bazli (hadi, din-bazli da diyebiliriz) ‘katliam’; ardindan da 13 sene sonra bir de 1993’te bir baska ‘katliam’in ortaya cikmasini fazlasiyla manidar buluyorum.

    Anladigim kadariyla, Cemaat’in ‘seni severim, yanlis yapmani istemem; seni patakliyorsam bir sebebi var; sevildigini bil’ anlamindaki ‘Sefkat Tokadi’ uygulamasi cok da yeni bir icat degil. ‘Balkan Oligarsisi’, bu yontemi cok daha oncelerden beri kullanageliyor gibi gorunuyor.
    ]

    ‘Balkan Oligarsisi’nin ‘Sunniler sizi kesecek, sizi biz koruyoruz’unun en basarili sahnelenisinin orneklerinden birisi de 28 Subat’tir bence.

    ‘Laiklik elden gidiyor’ samatalariyla birlikte ‘Cumhuriyetin kazanimlari’ ve ‘hayat tarzi’ yaygaralariyla, Aleviler de teyakkuza gecirip ortalik toza dumana burunduruldu; olanlar oldu, ve sonunda 100 milyar kusur para beyaz Turklerin cebinde uctu gitti.

    Son ornek de, Gezi Olaylari..

    ‘Balkan Oligarsisi’nin ‘Burada esas iktidar biziz; bizim borumuz oter’ anlamindaki deklarasyonunun son (ve, galiba, nihai) orneginde de (agirlikli olarak) Aleviler, zinde kuvvet olarak, sokaklara suruldu.

    Tutmadi, gerci.

    Ama, tutsaydi bile, Aleviler icin bir sey degismeyecekti.

    Fakat, her zaman oldugu uzere, oldurenler ‘Sunni’, olenler de Alevi.. kusatilmislik duygusu da artarak berdevam.. Yani, bir basari da sozkonusu.

    Bir baska, fakat cok daha buyuk, basari da su: ‘Balkan Oligarsisi’, Anadolu’da hic yoktan Turk-Kurt ve Sunni-Alevi fay hatlari peydahladi; bunlar uzerinde cok uzun zaman boyunca da jokerlik yapti.

    Ama, o sahne artik kapaniyor.

    Simdi…

    Aleviler baglaminda, benim endisem su:

    Vaktiyle, gonul baglari yuzunden, (Osmanli doneminde) Yenicerilerle olan irtibatlarini koparamadiklari icin, cok uzun bir sure boyunca ciddi sorunlar yasamis olan Aleviler, –‘Muesses Nizam’in el degistirdigi bu donemde– benzer bir hataya simdi de dusmek uzereler bence.

    Bu onlenebilir mi?

    Cok umitli degilim. Cunku, cok uzun zamandir Alevi toplum fazlasiyla hassaslastirildi. Cok derine islemis bir kusatilmislik duygusu var ortada.

    Bu ‘kusatilmislik duygusu’ ve diger hassasiyetler kasimaga o kadar acik ki, ne denirse densin, ne yapilirsa yapilsin, kisa zaman icinde teskin etmek pek mumkun gorunmuyor.

  196. “yani devletin kürt isyanlari dedigi itirazlar, kürtlerin ‘m. kemal sen bize $öyle $öyle sözler vermi$tin, ne oldu’ $eklinde ki itirazlarindan cok, devletin $ark islahat plani cercevesinde kürdistanin en ücre köylerine kadar devletin otoritesini tesis etme; bu cercevede karakollar, garnizonlar kurma, kürt a$iretlerini yüzde yüz kontrol altina alma; vergiye baglama, askere alma, silah toplama gibi uygulamalarini kürt a$iretlerinin kendilerine dogal olarak ‘tehdit’ olarak görme; sahip olduklari otonomilerini kaybetme, devlete kar$i tamamiyla savunmasiz kalma; devletin/ordunun otoritesine kayitsiz $artsiz boyun egmek zorunda kalma gibi durumlara olan itirazlardir.”

    Bu saydiklariniz, aslinda, verilen ve tutulmayan vaadlerin detaylari degil midir?

    “tabii necip gibi ömrü boyunca devleti/otoriteyi idealize etmi$; devleti, insanlar üzerinde siddet ile otorite kuran bir kurum olarak görmeyip, tam tersine devleti, insanlarin hizmetinde bir kurum olarak gördügü icin bu gercekleri algilamasi, anlamasi imkansiz degil ama biraz zor; i$ine de gelmez.”

    Yok. Tamamen yanlis anlamissiniz.

    Ben devleti idealize filan etmiyorum. Benim baktigim yerden, devlet, en buyuk eskiyadir.

    O oyledir de, alternatifi nedir; daha iyi midir? gibi sorulari da sormak zorunda kaliyorum.

    Diyelim ki, ben, yukaridaki vaatlerin verildigi ve tutuldugu bolgede yasayan siradan bir insanim…

    O kadar sayidaki asiretin herbirinin ozerk (ic islerinde bagimsiz) oldugu bir yerde, hangi ozgurlugumu kullanabilirim –hangisinin garantisi olabilir?

    Bir asiretin alanindan digerine gecmek icin bile kimbilir ne tur kisitlamalar olacak; asiret reisi degistiginde acaba neler degisecek ve ne kadar zaman icin?

    Daha boyle yuzlerce soru isareti var.

    Bu durumda, kurumsallasmamis, kurumsallasmak icin cok kucuk olan, bu tur yapilar bana daha cazip gelmiyor.

    Bu, beni, devletci mi yapar?

    Ehven-i ser cinsinden bakarsak, evet.

    “cünkü necip, hic tereddüt etmeden yönetenlerden/egemenlerden yana taraf olan bir insan.”

    Bu da nereden cikti?

    Yonetenleri/egemenleri kutsadigimi, onlarin degistirilmemesi gerektigini nerede soylemisim ben?

  197. “Milliyetçiliğin uzun bir süredir yükselişte olduğu tespiti genel kabul görüyor. Gerçekten de bu yükseliş ne yazık ki bir yanılsamayı değil hakikati yansıtıyor. Ne var ki milliyetçiliğin yükseldiğini sevinçle dile getirenlerin tüm iddialarının aksine, bu, kendiliğinden bir yükseliş değil, son derece planlı ve örgütlü bir şekilde yürütülen bir sürecin ürünü olan bir yükseliştir. Milliyetçilik söz konusu olduğunda işin doğası gereği kendiliğinden bir yükselişten zaten bahsedilemez. Çünkü milliyetçi ideolojinin temel direklerinden olan “ulusal çıkarlar” söylemi bir aldatmacadan, bir kurgudan öte bir anlam taşımaz. Sınıflara bölünmüş bir toplumu oluşturan tüm bireylerin gerçek ve nesnel çıkarlarının aynı olduğu ya da olabileceği düşüncesi büyük bir yalandan ibarettir. Hayali bir çıkar ortaklığını ve hayali bir kader birliğini vazeden milliyetçi ideoloji, o toplumun mülk sahibi sınıflarının çıkarlarını tüm toplumun çıkarları olarak sunan bir kurgudur. Bu nedenle milliyetçi ideolojinin en geniş anlamıyla halk kitleleri arasında kendiliğinden doğması ve yükselişe geçmesi tarihin hiçbir döneminde mümkün olmamıştır ve olamaz da. Bugün Türkiye’de yaşanan milliyetçi yükseliş de bu genel tarihsel kuralın bir istisnası değildir. Demek ki, milliyetçi ideolojinin belli bir yaygınlığa kavuşması için, bu ideolojiyi her türlü araçla pompalayacak güçlü ve etkin siyasal odaklara ihtiyaç vardır.”

    “Siyasal-ideolojik bir kavram olan milliyetçiliği, insanın içinde yaşadığı topluluğa sahip çıkması, kendisini o topluluğun bir parçası olarak hissetmesi ve ona yararlı olmaya çalışması gibi insani-etik bir duyguyla tanımlamak, milliyetçiliği popüler ve kolay kabul edilebilir bir politik kimlik haline getirme amacını güden kaba bir çarpıtmadır. Söz konusu duygular, insanı milliyetçi yapan değil, insanı insan yapan duygulardır. İnsanın sosyal bir varlık olması o denli baskın bir ağırlığa sahiptir ki, kapitalist toplumun tüm bencil ve atomize edici basıncı ve baskısına rağmen, etik düzeyde övülen ve bir erdem olarak görülen şeylerin tümünün kökeninde, dayanışma, yardımlaşma, işbirliği, fedâkarlık gibi bencilliği dışlayan davranışlar yatar.”

    “Milliyetçilik (ulusalcılık) bir duygu, bir aidiyet hissi vs. değil, bir burjuva ideolojisidir. Marksizm, milliyetçiliğin hiçbir türüyle bağdaşmaz. Hele ki Türkiye’deki gibi egemen ve ezen bir ulusun milliyetçiliğine, yurtseverlik, vatanseverlik, ulusalcılık vb. kisvelerle verilebilecek en küçük bir tavizin bile, gerici burjuvazinin ekmeğine yağ sürmek olacağı asla unutulmamalıdır.”

    Statükocuların Saçtığı Milliyetçilik Zehri / Oktay Baran
    (Kaynak: http://www.marksisttutum.org)
    http://marksist.net/oktay_baran/statukocularin_sactigi_milliyetcilik_zehri.htm

  198. Kürt alevi kürt alevi kürt alevi…

    Valla bu sol beni çok darlıyor. Kendim de bizzat bu iki kimliği barındıran daha karışık kimlikli bir insan olmama rağmen (malatya) 21. Yüzyılın meseleleri değil bunlar. Devletin dayatmalarına karşı çıkabilmek için kimlik meselesine bu kadar gömülmek gerekmez.

  199. “…Türkiye’de yasama ve yürütme yetkisinin münhasıran TBMM ve hükümete ait olduğunu söyler. Yani: İslam hukuku lağv edilmiştir, bundan böyle hukuki bir referas olarak ileri sürülemez. Filan yasa Kuran ayetine yahut İmam-ı Azamın içtihadına aykırı mıymış? Eh, uğurlar olsun, umurumuzdaydı sanki!
    Prensipte büyük bir devrimdir. Önceki seksen beş yılda adım adım hayata geçirilmişti gerçi, ama gene de bu berraklıkta formüle edilmesi cesur adımdır. İslam ülkeleri tarihinde – belki Sovyet cumhuriyetleri dışında – bir ilktir; halâ da benzeri azdır. Alkışlamak gerekir. Yaşatılabilse ve kamu vicdanında yer etmesi sağlanabilse bugün bambaşka bir ülkede, hatta bambaşka bir dünyada yaşıyor olurduk. Olmadı, başka mevzu.
    Prensipte böyle. Şimdi pratiğe bakalım.
    Pratikte İslam hukuku birçok alanda çoktan yürürlükten kaldırılmıştı. En can alıcı mesele olan zimmi hukuku, yani gayrimüslimlerin statüsü alanında Kuran’a ve hadise dayalı hukuki düzen, 1839 ve 1856 fermanlarıyla tarihe karışmıştı. Ceza hukukunda şeri hükümlerin geçerliliği öteden beri muğlaktı; 1840 ve 50’lerdeki ceza kanunnameleri ile büsbütün kaldırıldı; Fransa’dan ceza ve ceza muhakemeleri usul yasaları ithal edildi. Özel hukuk alanında dahi İslami statüko çoktan sarsılmıştı. Mesela İslam hukukunun yerleşik kurumlarından olan kölelik ve cariyelik, 1840’lardan itibaren peyderpey yasadışı ilan edildiler. 1850 ve 60’larda çıkarılan yasalarla, İslam hukukunda yeri olmayan faiz, kambiyo senedi, anonim şirket, kamu tüzel kişiliği, belediye gibi kavram ve kurumlar benimsendi.
    1924’te geriye ne kalmıştı? Adı üstünde, evkaf ve umuru şer’iye kalmıştı. Evkaf, yani vakıflar; vakfedilmiş mülklerin yönetimi ve özellikle satılabilirliği. Umuru şer’iye, yani özel hukuk işleri; nikâh, miras, velayet, vesayet, nafaka, borçlar, basit ortaklıklar vb.
    Şer’i hukukun bu alanlardaki temel işlevi, özel mülkiyeti olağanüstü muğlak, içinden çıkılmaz bir içtihatlar, yorumlar, kıyaslar ve fetvalar labirenti içine hapsetmekti. Lağvedilmesi özel mülkiyetin yolunu açtı. Ekonomik değerlerin paraya çevrilmesi sürecini hızlandırdı. Şark mahallesinin eciş bücüş sokaklarına buldozer sokma etkisi yaptı. 1924 reformunun ve onun ayak izlerinden giden 1926 Medeni Kanununun net sonucu budur. Gerisi detay.”
    http://nisanyan1.blogspot.com.tr/2017/04/3-mart-1924te-neler-oldu-1.html

  200. “O tarihlerde ne ‘Ateist Alevi’ ne de ‘Alisiz Alevi’ kavramlari vardi.”

    Burada Aleviliğin Ali kültüyle (ve Kerbela, Ehl-i Beyt, Oniki İmam gibi Şii kültlerle) ilgisini kısaca açıklamak gerekir.

    İlk olarak, aslen “Ali soyundan” anlamına gelen Alevi teriminin sözkonusu topluluklar için kullanılması 19. yy. sonlarında başlar (Aynı dönemde Türklük, Kürtlük, Osmanlılık, vatan, millet gibi kelimelerin bugünkü anlamlarını kazanmaları gibi). Bu zümreler daha önce Kızılbaş, Bektaşi, Babai, Kalenderi, Rum Abdalları gibi isimlerle tanınırdı.

    Ali kültü ve ilgili Şii kültlerin bunlar arasında yayılması da esasen 15. yy. sonlarında İran’ı Şii bir devlete dönüştüren Safevi propagandasıyla başlar.

    Yani aslında bu kültler tıpkı M. Kemal kültü gibi onlara dışarıdan propaganda edilmiştir demek çok da abartılı sayılmaz. Neticede Ali de M. Kemal de Aleviler arasında gerçek tarihsel kişiliklerinden farklı bir kimlik kazanmıştır. Bunlara yol açan koşullar temelde aynıdır.

  201. yahu ali, muhammedin kuzeni değil mi kesin tarihi kayıtlara göre?

    ali allahtır, ali peygamberdir, ali haklı halifedir. işimiz gücümüz yok bu saçmalıklarla mı uğraşacağız?

    demek ki bizim toplumun hasbelkader çoğunluğu şii olsa bugünden hiç farkı olmayacaktı. sadece sünni abukluğunun yerini şii manyaklığı alacaktı.

    işte kimlik siyasetinin ne kadar saçma bir uğraş olduğunu gösteren bir diğer örnek. türk değil hepimiz kürd olsak, sünni değil hepimiz alevi olsak, beyaz değil hepimiz siyah olsak vs. insanların çoğu yine boncuk varmış gibi böyle saçmalıklarla uğraşacaklardı. bu toplumun kumaşı, kalitesi, düzeyi budur. gerçekten giderek ümidimi kesiyorum. türkiyeden bi bok olmaz.

  202. “İlk olarak, aslen ‘Ali soyundan’ anlamına gelen Alevi teriminin sözkonusu topluluklar için kullanılması 19. yy. sonlarında başlar”

    Surada ‘Seyyid’ basligi var Wikipedia’da. [ https://tr.wikipedia.org/wiki/Seyyid ]

    Genelde Turkce Wikipedia’ya cok fazla itibar edemem; cunku, makalelere katilim azdir ve uzmanlik dereceleri daha dusuktur.

    Ama, bir an icin, yukaridaki baslik altinda yazilanlarin dogru oldugunu dusunelim.

    Bu da beni hep merak ettigim bir soruya goturur:

    Alevi dedelerinin bircogunun ‘Seyyid’ sifati da var.

    Simdi..

    ‘Seyyid’, eger Hz Muhammed soyundan demekse, Hz Muhammed soyu bu kadar nasil yayginlasmis olabilir?

    Tamam, Kerbela’dan sonra, Hz Hasan’in ve/ya Hz Huseyin’in soyundan gelenlerin bir kismi Tarsuslara (oradaki Turkmenlere) siginir –derler–; ama, bunlarin herbiri damizlik gibi Anadolunun geri kalan kismina dagitilsa bile, bu kadar cok ve degisik yerlerdeki ‘Seyyid’i aciklamaga yetmiyor gibi geliyor bana.

    Bu konuda bir seyler diyebilir misiniz?

    [Konumuz Aleviler oldugu icin o baglamda sordum; ama, Turk(men)lerde ve Kurtlerde de ziyadesiyle ‘Seyyid’, ‘Mir’ ‘Mizra’ vb var. Ayni soru onlar, tabii ki, icin de gecerlidir.]

  203. “ali allahtır, ali peygamberdir, ali haklı halifedir. işimiz gücümüz yok bu saçmalıklarla mı uğraşacağız?”

    Boyle de bakilabilir, tabii ki.

    Ama, bence eksik olur.

    Tamam, amacimiz, fikih tartismasi/tokusturmasi degil; Islam’da birligi tesis etmek filan da hic degil –en azindan benim degil.

    Ben, bir arkeologdan maada, bir tur jeolog gibi –hatta, sismolog gibi– bakiyorum.

    Bir tarihte, bu topraklara yasayanlarin bir kismi Islam’in Sunni versiyonunu kabul etmis.

    Neden? Hangi sosyoekonomik sartlarin dayatmasiyla?

    Diger bir kismi pek de kabul etmemis.

    Neden?

    Bu ‘pek de kabul etmeyen’ kisim, nasil olmussa, ayrisirken, muhalefetlerini Hz Ali’ye dayandirmislar (ya da kuvvetli bir sekilde irtibatlandirmislar).

    Neden?

    Iletisimin cok daha zor ve verimsiz oldugu bir donemde, daginik kitleler (bugunku Alevilerin o gunku durumunun bu oldugunu farzediyorum), hep beraber (ya da cogunlukla) Hz Ali’yi benimsemisler.

    Nasil?

    Ve, nicin?

    Iste, benim bu baslik altinda ilgimi ceken seyler bunlar.

    Bunlari merak etmek gercekten de sacmalik midir?

  204. Bunların bugüne göre saçmalık olduğu kesin. Fakat kendi dönemlerinin aşiretlerini, yerel-feodal egemenlerini, onların beyliklerini daha gelişmiş ve merkezi bir yapıya dönüştürüp ilerlettikleri de bir gerçek.

  205. Seyyid oldukları iddiasıyla kutsallık kazandırılmaya çalışılan kişiler sadece Alevi dedeleri değil. Seyyid oldukları söylenen Şah İsmail, Abdülkadir Geylani (Kadiri tarikatının kurucusu) gibi kişilerin durumu da böyledir.

    Şah İsmail’in dedelerinden Safevi hanedanının atası Şeyh Safi’nin Sincarlı bir Kürt olan Firuz Şah soyundan geldiği söyleniyor (Daha sonra Akkoyunlulardan ve Trabzon Rum imparatorlarından kız aldıkları da biliniyor). Fakat sonraları Ali torunlarından ve Oniki İmam’dan Musa Kazım soyundan geldikleri iddiasıyla ortaya çıkmışlar.
    Kuzey İranlı olan Abdülkadir Geylani’nin kendisi ve oğulları da seyyidlik iddiasında bulunmamış. İlk kez torunu Ali’nin oğlu Hasan soyundan geldiklerini iddia etmiş.

  206. marxist argüman

    necip, vikipedia da “ehli hak” maddesine bak. bunlar irak ve iran da ki kürt aleviler oluyorlar. anadolu alevilerine en yakin tarikat budur.

    anadolu ve suriye arap alevilerinin (nusayriler) anadolu aleviligi ile bir ilgisi yok. esad ailesinin de dahil oldugu arap “alawi”lerin sunnilikten hic bir farki yok; tek fark bunlar ali’yi isa gibi tanrisal bir varlik olarak görüyorlar, bundan dolayi da sunniler tarafindan “dindi$i” olarak görülüyorlar.

    anonim 181, anladigim kadariyla sen anar$istsin.

    1. sen birkac konu önerisi yap, onlari tarti$alim.

    2. yukarda “irkcilik kalmadi; yüzde 99 yüzde 1’e kar$i” gibi $eyler yazmi$tin. tamamiyla yaniliyorsun. kapitalist ekonominin global geli$imini otomotikmen insanlara uyarlamaya cali$iyorsun; hic gercekci degilsin.

    dünyanin en geli$mi$ demokrasisi ve ekonomisi olan amerikada siyahlara yönelik irkciliktan haberin yok mu?

    demokrasinin anayurdu avrupada $u anda yükseli$te olan irkci/sagci partilerden haberin yok mu?

    yani dünyanin neresine bakarsan bak dini ve etnik/ulusal irkcilik, milliyetcilik, fanatizm yerli yerinde duruyor. sen bu konulari hic ele$tirmeden atlayarak, tarti$madan yokmu$ gibi davranarak kime ne anlatabilirsin?

    yukarda “kimlikci” solu hedef almak lazim gibi $eyler yazmi$tin. dinci fanatikler, fa$istler, irkcilar, milliyetciler dururken solculari hedef koymak lazim demekle ne demek istiyorsun; aciklar misin?

  207. İhtiyar çoban

    İki serseriye canım sıkıldığı için ‘hoşçakalın’ desem de, bugün eriştiğim iki bilgi yüzünden; Sayın G. Zileli bağışlasın; geri dönüp bir iki yazmak istedim: Teknolojiye sonradan ulaşabildiğim için, iki eski dostumun, yoldaşımın ölüp gittiğini yeni öğrendim: Birisi, Yozgat’ta tanıdığım Abbas Sayar, diğeri tiyatrocu Çetin Öner. Biri 99’da, biri 2016’da göçmüş gitmiş. Bu adamlar, ülkenin en karakter yiğit insanlarıydı. Benim de yaşım ilerledi. Keşke onların yerine ben gitseydim. Yuh bu kalleş düzeneğe.
    Bu adamlar, entelit İstanbul Bizans’ına ve kültürel faşoluğa karşı yerli Anadolu kalpleriyle uğraşmış dağ gibi kişilerdir. Üniversitelerde bulunduğum yıllarda, arayıp bulduğum benim gibi kahraman kişioğullarıydı bunlar.

  208. “Türkiye’de sağ, demokratik özgürlüklerin, inanç ve düşünce özgürlüklerinin karşısında yer aldığı sürece, tarihi boyunca İslam’ı yorumlarken gereksindiği biricik şey özgürlük olan Alevîlik, şüphesiz solun yanında yer alacaktı. Bu konuda pişmanlık dilekçeleri vermeye, solun yanında yer almanın hata olduğunu vurgulama gayretlerine hiç mi hiç gerek yoktur. Günümüz Türkiye sağı, yıllarca şiddetle karşı çıktığı “solcu” görüşlere bugün birer birer sahip çıkarken muhasebesini kendisiyle yapmalıdır. Amerikan donanmasını protesto eden “solcu” gençler, İslam sloganlarıyla “Kanlı Pazar” saldırısına muhatap alınırken, günümüz Türkiyesi’nde bu kez yine İslam sloganlarıyla Amerika Birleşik Devletleri eleştiri konusu yapılıyorsa, burada vicdan muhasebesi yapmak zorunda olanlar, o gün solu destekleyen Alevîler değildir. Yine aynı şekilde Kahramanmaraş ve Çorum’da Türkiye sağının en aşırı uçları, Sünnî halkı Alevîlere karşı galeyana getirirken, komünist, sosyalist ya da herhangi bir siyasî ideolojinin mensubu olması mümkün olmayan 2-3 yaşındaki çocuklar sırf Alevî ana babaların çocukları oldukları için katledilirken, Türkiye’nin Alevîlerinden sağı desteklemeleri beklenebilir miydi? Belki Türkiye, insanların özgürlüklerini rahatça kullanabildikleri, özgürlüklerin kullanımının bedelinin bu kadar ağır olmadığı bir ülke olsaydı, Aleviler solun ya da sağın değil, bu özgürlüklerin yanında olurlardı. Bu düşüncemizin en güzel örneklerinden birine Arnavutluk tarihinde rastlanır. İkinci Dünya Savaşı sırasında Naziler Arnavutluk’u işgal ettiklerinde nüfus içerisinde azımsanmayacak bir yere ve örgütlülüğe sahip olan Arnavut Bektaşîleri, Nazi işgaline karşı direniş kararı alırlar. Bu doğrultuda silahlanan Bektaşîler, kendileri gibi Nazilere karşı harekete geçen komünist partizanlarla işbirliğine girerek bir ittifak oluştururlar. Enver Hoca’nın önderliğinde süren mücadelede Bektaşî babaları direnişin kurmayları arasında yerlerini alırlar. Savaş bittikten sonra Enver Hoca’nın diktatörlük rejiminin, bu güç birliğine gösterdiği vefa, Bektaşîliği yasaklamak olmuştur.”
    [Reha Çamuroğlu, Alevîlik ve Sol Üzerine – Değişen Koşullarda Alevîlik s. 91-92]

  209. Bu konuda Abdülbaki Gölpınarlı’nın “100 Soruda Türkiyede Mezhepler ve Tarikatler” adlı kitabında anlattığı benzer örnekler;

    Mevlevîlik, efendimiz anlamına gelen Mevlânâ diye anılan Belh’li Celâlüddîn Muhammed’e nisbet edilen bir tarîkattir. Celâlüddin Muhammed, Ahmed Hatîbî oğlu Huseyn Hatîbî’nin oğlu Belh’li Bahâüddün Muhammed Veled’in oğludur. Bahâüddin Veled, «Sultân’ul-Ulemâ – Bilginler pâdişâhı» diye anılacak kadar bir şöhrete sâhiptir. Sonradan, I. halife Ebû-Bekr’in soyundan olduğu, birbirini tutmayan ve târihe uymayan iki soy zinciriyle ispatlanmaya çalışılmış, buna dâir menkabeler bile uydurulmuşsa da (Tahsin Yazıcı tashihiyle «Manâkıb’ul-Ârifin»; I, s. 365 – 368) kendisinin, Mevlânâ’nın, oğlu Sultan Veled’in eserlerinde ve bilhassa Mevlânâ için yapılan, üstünde «Mesnevî»den, «Dîvân-ı Kebîrûden seçme beyitler, ön tarafında da Mevlânâ’nın kadrini, yüceliğini belirten, vefat yılını, ayını ve gününü bildiren ve Selçuk oymacılığının bir şaheseri bulunan sandûkada böyle bir kaydın bulunması, bunun sonradan uydurulma bir rivayetten, belki de Sultân’ül-Ulemâ’nın, Şems’ül-Eimme diye anılan ve ana tarafından imâm Muhammed’üt-Takıy’nin soyundan gelen Ebû-Bekr Muhammed-i Serahsî’nin torununun kızı Firdevs Hâtun’un kızıyle evli olmasından doğan bir zanının ifâdesinden başka bir şey değildir. Fakat sonradan bu rivâyet, ilk yazılan manâkıb kitaplarına girmekle kalmamış, Sultan Veled’in «lbtidâ Nâme» sine bile iki beyit eklenerek kuvvetlendirilmek istenmiştir. İnsan, gerçeklik üzerine kurulduğu söylenen tarîkatlere mensup kişilerin bu yalancılıklarına, gerçekten de şaşıp kalıyor (Mevlânâ Celâleddin, III. basım; s. 35 – 40 ve bilhassa 85. Sahifedeki 1. not).
    http://www.corumehlibeytvakfi.com/Ehlibeyt/mevlevilik-1396

    Sıffîn savaşında Hz. Alî’ye, düşmanlariyle ölünceyedek savaşmak üzere bey’at eden ve savaşa girip şehit olan Üveys’ül-Karanî’den de bir tarikatin yürüdüğünü söyleyenler olmuşsa da esasen Üveys hakkındaki hikâyelerin çoğu, muhayyile mahsulü olduğu gibi, Hz. Peygamber’in Hz. Alî’ye, yahut Ebû-Bekr’e zikir telkîn etmediğini, Hırka vs. hususundaki rivâyetlerin uydurma olduğunu “100 Soruda Tasavvuf” adlı kitabımızda bildirmiştik.

  210. marxist argüman

    islami rejimin devleti restore cali$malari; bicme budama faaliyetleri hiz kesmeden devam ediyor:

    “Özel Güvenlik’te FETÖ temizliği
    Emniyet Genel Müdürlüğü, FETÖ’yle mücadele kapsamında 9 bin 103 polisi dün gece açığa aldığını duyurdu. Açığa alınan polislerin isimleri belli olurken, listede Özel Güvenlik Denetleme Başkanlığı’ndan kritik isimlerin de bulunduğu ortaya çıktı.

    Emniyet’ten yapılan açıklamada şu ifadeler yer aldı:

    “667 sayılı Olağanüstü Hal kapsamında alınan tedbirlere ilişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin ikinci maddesinde zikredilen ve milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen Fetullahçı Terör Örgütü ile iltisakı veya irtibatı olduğu gerekçesiyle 9103 emniyet teşkilatı mensubu görevden uzaklaştırılmıştır.”

    FETÖ’nün 15 Temmuz hain darbe girişiminin ardından FETÖ ile mücadele kapsamında çıkarılan KHK’larla ihraç edilen ya da açığa alınan memurlar arasında çok sayıda polis de bulunuyordu. İhraç edilen ya da açığa alınan polis sayısı son kararın ardından 40 bini aştı.” (basin)

    “fetöcü” denilerek kriminalize edilen bu devlet memurlari türkiyede kalirlarsa ilerde erdogan rejimini yikmak isteyecek muhalefetin bir parcasi olacaklar. (o durumda zileli bu fetöcülere de “devrimci” etiketi yapi$tirip desteklemede tereddüt etmeyecek)

    yahudilerin dünyaya dagilmalari gibi, dünyaya dagilirlarsa -huruc/hicret- ilerde amerikada mini bir “fetö cumhuriyeti” kurma ihtimalleri de var.

    bütün bunlar bir yana, bu “fetö tehditi” islami rejimin elinde adeta bir makas i$levi görüyor; devlete ayar vermek, kesip bicmek icin kilit sözcük “fetö”; tasviye edilen devlet memurlarina “fetöcü” damgasi yapi$tirmak yetiyor.

    “terör örgütleriyle mücadele” argümani erdogan rejiminin halki ve muhalefeti “milli irade” etrafinda toplamak, olaganüstü halin devami icin kullandigi temel argümana dönü$mü$ durumda.

    bu cercevede son dönemde özellikle kürt örgütü “pyd”nin, ismi türk basini tarafindan özellikle ön plana cikarilmaya ba$landi.

    islami rejimi icerde in$a itmek icin “ic tehtid” olarak “fetö” gösterilirken; yeni t.c. rejimin ortadoguda ki emperyalist politikalari icin ise suriye kürtleri, -pyd- “di$ tehtid” olarak ön plana cikarilmaya ba$landi.

  211. mısır tanrısı ra’nın ses kaydı

    türkçe çevirisi şu şekilde;

    “sevgili yurtdaşlarım, sevgili mısırlılar. bu başkanlık seçimi ülkemiz için çok önemli. bizim pramitlerimizi kıskanan sümerler ve hititleri görüyorsunuz sürekli bize saldırıyorlar. geçen benin firavun yardımcımın konuşmasına izin verilmedi. eyyy sümerler… ” kayıt sonra bitiyor.

    https://eksisozluk.com/entry/67754566

  212. marxist argüman

    “islami asparagas”: reji, ver mehteri; pompala gazi!

    “Haç şeklinde kolye” çıktı

    Etkisiz hale getirilen teröristler arasında Bestler-Dereler bölgesinin sözde cephe sorumlusu İran asıllı “Saro” kod adlı Salar Acem de bulunuyor. Terörist Acem’in boynunda Hazreti İsa figürlü haç şeklinde kolye bulundu.” (yeni $afak)

    “Raporu Kandil hazırlamış!
    Referanduma şaibe bulaştırmak için yanlı rapor hazırlayan AGİT gözlemcilerinin PKK destekçisi çıkmasının ardından bir skandal da AKPM’de yaşandı. Türkiye’yi 13 yıl sonra ‘izlemeye’ alan Avrupa’nın dikkate aldığı raporu da PKK-FETÖ destekçileri hazırlamış.” (yeni $afak)

  213. marxist argüman

    “ihtiyar coban” sürüyü otlatti geri geldi

    ben tam “ihtiyar coban 7. üniversiteyi de, günzileli.com üniversitesini de yarim birakti koyun otlatmaya gitti” diye dü$ünürken, ihtiyar coban geri döndü.

    ihtiyar coban, böyle kararsizlik ve devamsizlik yaparsan zileli’den mezuniyet diplomasi alamazsin, benden söylemesi.
    cobanlik diplomasi da biliyorsun modern kapitalist toplumda artik gecerli degil.
    senin heves ettigin zaloglu rüstem kahmamanligi da kapitalist toplumda para etmez.

    egemenlerin yönetme araclari para ve siyasi güc.
    egemen düzene kar$i olanlarin mücadele araclari: bilgi ve bilinc

    sen belli ki okumayi sevmiyorsun: okumazsan, zihnini yormazsan bilgi ve bilince nasil ula$acaksin?

    türkcü kemalist ideolojinin irkciligini te$hir edince bize “cakal” diye küfür ediyorsun.

    senin gibi kemalistlerle islamci akp’liler bir madalyonun iki yüzüsünüz; mesele kürt sorunu olunca nasil da birle$iyorsunuz.

    ya türkcülügü/irkciligi/milliyetciligi, dolayisiyla devlet savunuculugunu tercih edersin ya da insanlari etnik kökenine göre ayirmayan; devleti ve egemen seckin/elit tabakayi hedefleyen bir devrimci anlayi$i; ikisi ayni anda olmaz; birbiriyle bagda$maz.

    kemalizmi “anti-emperylist devrimcilik” olarak pazarlama dönemi gecti.

  214. marxist argüman

    T.C., ABD’yi tercih yapmaya zorluyor

    “ücüncü taraflara mesaj

    Suriye ve Irak’ta en az 70 PKK/PYD’linin öldürüldüğü operasyon sonrası Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar, ABD’li ve Rus meslektaşlarını aradı. ABD Genelkurmay Başkanı Joseph Dunford ve Rusya Genelkurmay Başkanı Valeri Gerasimov ile görüşen Akar, muhataplarını yürütülen harekâta ilişkin bilgilendirdi. Operasyon öncesi temas trafiğine ilişkin bir açıklama da Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hüseyin Müftüoğlu’ndan geldi. PKK/PYD hedeflerine yönelik harekâta ilişkin, “Operasyon öncesi, çakışmalara mahal vermemek üzere ikili düzeyde hayata geçirilmiş olan askeri düzenlemeler çerçevesinde ABD ve Rusya askeri ataşelerine, Ankara’da askeri makamlarımızca bilgi aktarılmıştır” diyen Müftüoğlu, şunları söyledi:

    “Sayın Genelkurmay Başkanımız, ABD’li ve Rus muhataplarıyla birer telefon görüşmesi yapmış, ayrıca DEAŞ ile Mücadele Küresel Koalisyonu’nun hava harekatlarının yönetildiği merkez olan Katar’daki Birleşik Hava Harekat Merkezi’ne (CAOC) bilgi iletilmiş, ABD ve Rusya’nın Ankara’daki büyükelçilikleri kanalıyla da gerekli bilgilendirmede bulunulmuştur. Esasen terör örgütünün ülke ve sınır güvenliğimize, Irak ve Suriye’nin kuzeyinden yönelen eylemlerine misliyle mukabele etme kararlılığımız, sınırımızın Suriye ve Irak bölümünün 30 kilometreye kadar olan derinliğinde DEAŞ’a karşı harekat icra eden üçüncü tarafların terör örgütünün mevzi, eğitim kampı ve faaliyet bölgelerinden uzak durmaları yolunda gerekli uyarılar da bir süre önce gerek askeri gerek diplomatik kanallardan ABD ve Rusya nezdinde yapılmıştı.” (yeni $afak)

    bir yandan esad rejimini devirme diger yandan anti-amerikanci islamcilikla, i$id ile mücedelenin orkestra $efi ba$ emeperyalist ABD’yi müttefigi T.C. “ya biz ya kürtler” $eklinde tercih yapmaya zorluyor.

    t.c.’nin milli cikarlariyla kürt ulusal cikarlarinin zit/uzla$maz karakterini ABD de farkinda. buna ragmen her iki tarafi da idare ve amerikan cikarlari dogrultusunda fonksiyonalize etmeye cali$an amerikayi, akp iktidari bir tercih yapmaya zorluyor.

    t.c.’nin suriye kürtlerine, pyd’ye acik sava$ ilan etmesi ne anlama geliyor?

    1. suriye’nin kuzeyinde, rojavada otonom bir kürt bölgesine kesinlikle izin vermem.

    2. ABD ve rusya tarafindan kürtlere, suriye ic sava$inda ne aktör ne de figüran olarak rol bicilmesine de ayni $ekilde izin vermem.

    diger yandan suriye kürtleri rusya’dan, ama özellikle de suriyenin kuzeyini kontrol eden ABD’den, t.c.’nin kendilerine yönelik hava ve kara saldirilarina engel olmalarini talep ediyorlar, bekliyorlar.

    t.c.’nin suriye ve $engal kürtlerine saldirilari devam etmesi ne gibi sonuclara yol acabilir:

    1. pkk’nin t.c.’ye topyekün sava$ ilan etmesi. ne demek bu?

    kürt ulusal hareketinin intihar eylemleri de dahil, sava$i türkiyenin batisina, metropollere yaymayi cali$masi, arti, hdp’yi, parlamenter mücadeleyi tamamiyla devre di$i birakmasi.

    2. suriye kürtleri, mecburen esad rejimi ile anla$ip, suriye ordusunun rojavaya yerle$mesine razi olacak.

    buna da ABD razi olmayacak, cünkü ABD’nin rojava da askeri üsleri bulunmakta; bu, ABD ile suriye/rusya/iran güclerinin kar$i kar$iya gelmesi anlamina geliyor.

  215. “vikipedia da ‘ehli hak’ maddesine bak. bunlar irak ve iran da ki kürt aleviler oluyorlar. anadolu alevilerine en yakin tarikat budur.”

    Baktim. Oradaki linklerin bir kismina da baktim.

    O link senin, bu link benim.. git git bitmiyor. Bir derya da orada var.

    Genel olarak merak ettigim sey su:

    Bu topraklardaki inanc cesitliliginin bu kadar zengin olmasinin sebebi ne olabilir?

    Insanlarin maddi refahi yeterince yerinde oldugu icin, ruhani cesitlilige mi yoneldiler; yoksa tersi mi?

    “anadolu ve suriye arap alevilerinin (nusayriler) anadolu aleviligi ile bir ilgisi yok. esad ailesinin de dahil oldugu arap ‘alawi’lerin sunnilikten hic bir farki yok; tek fark bunlar ali’yi isa gibi tanrisal bir varlik olarak görüyorlar, bundan dolayi da sunniler tarafindan ‘dindi$i’ olarak görülüyorlar.”

    Dolayisi ile, bizim Alevilerimiz ile Suriye ALewilerinin rezonansinin arka planinda inanc benzerligi degil, siyasi anlamda muhalefette ortak hedeflerinin olmasidir diyebiir miyiz?

    “dinci fanatikler, fa$istler, irkcilar, milliyetciler”

    Bir istisna ile buradaki her kelimenin Ingilizcesini biliyorum.

    O istisna ‘dinci’dir.

    Bunun Ingilizce ya da Almanca bir karsiligini bilen var mi?

  216. İhtiyar çoban

    erguvan… (admin) ben hiç kimseye burada ”çakal” demedim; Türkçülük etmedim. Sosyal faşist beynin hayaller mi kuruyor?

  217. marxist argüman

    necip’in 196 nolu yorumundan alinti:

    “Bir istisna ile buradaki her kelimenin Ingilizcesini biliyorum.
    O istisna ‘dinci’dir.
    Bunun Ingilizce ya da Almanca bir karsiligini bilen var mi?”

    necip ve zileli, her zaman degil ama ara sira, yazilan $eyin icerigi ile ilgili söyleyecek bir söz bulamayanci, bu sefer bicim hakkinda ahkam kesmeye, yani gramer/dilbilgisi hocaligi yapmaya ba$larlar.

    $imdi bilmeyende sanacak necip yazilanin manasini anlamadi, ondan soruyor.

    din-ci ne demek? din-dar, softa, cihad-ci vs. anlamina gelir.
    ulus-cu, ulusal-ci, türk-cü, ückagit-ci vs. örneklerinde ki kelime türetimi gibi.

    necip, daha önce yazmi$tim, tekrar edeyim, benim sözcüklerle, kavramlarla derdim yok, ben bir olguya, manaya i$aret etmek istiyorum; bicime degil icerige bak; dersimiz de türkce bilgisi degil zaten.

    yine de senin bu konuda tavsiye edecegin ba$ka bir sözcük varsa, ben o’nu da kullanmaya hazirim.
    ben sizin gibi dil, kültür idealisti degilim; dil benim icin sadece bir ileti$im aracidir, bundan öte de benim icin bir anlami yok.
    bu böyledir diye ben dile özenmiyor muyum? özeniyorum, ama imkanlar ve zaman elverdigi ölcüde.
    rica ediyorum, yine türkce ögretmenligine ba$lama.

    “Dolayisi ile, bizim Alevilerimiz ile Suriye ALewilerinin rezonansinin arka planinda inanc benzerligi degil, siyasi anlamda muhalefette ortak hedeflerinin olmasidir diyebiir miyiz?”

    güneyde ki arap alevilerini saymazsak, geri kalan diger türkiyeli alevilerin esad rejimini ne kadar desteklediklerini; balkanlar, türkiye ve kürdistan aleviligi ile arap alaviligi/nusayriligi arasinda ki farki ne kadar bildiklerini bilmiyorum, merak da etmiyorum, fakat 80’li ve 90’li yillarda türkyede ki “irtica” tehlikesine dikkat cekip “türkiyeyi iran’a cevirecekler” diyen kemalistlerin ve bir kisim alevi kesimin bugün iran molla rejiminin müttefigi esad rejimine sempati ile bakmalarinin sebeplerini anlamak zor degil:

    1. esad rejimini kar$i sava$an güclerin alevi/yezidi/nusayri dü$mani sunni cihadci örgütlerden olu$masi.

    2. esad rejiminin tipki kemalizm gibi laik/modern bir din anlayi$ina sahip olmasi.

    3. kemalist ordunun/kemalist fraksiyonun “esad rejimi yikilirsa otorite bo$lugu dogar, kürtler bundan faydalanarak siyasi/kültürel statü elde edebilirler; bu durum bizim kendi kürtlerimize cesaret verir; örnek olur” $eklinde ki anti-kürt kaygilar/hesaplar.

  218. marxist argüman

    ihtiyar coban,

    167 nolu yorumunda yazdiklarina bak bakalim, “cakal” diye küfür etmi$ misin etmemi$ misin.

  219. “din-ci ne demek? din-dar, softa, cihad-ci vs. anlamina gelir.”

    Ben, ‘dinci’nin anlamini sormamistim. Ingilizce veya Almanca karsiligi nedir diye sormustum. Ikisi farkli seylerdir.

    Yani, Turkce bilmeyen birisine anlatmaga kalktiginizda, hangi kelimeyi kullanirsiniz?

    Ote yandan, sizin de cok iyi bildiginize emin oldugum sekilde, ‘dinci’ denildiginde, herhangi bir ‘din’e (baskalarindan biraz daha fazla) inanan birisinden/birilerinden bahsedilmiyor.

    Yani, kastedilen sey ‘herhangi bir din’ degil.

    Bu yuklu (loaded) bir kelimedir.

    Tipki, ‘yobaz’, ‘murteci’ vb gibi..

    Dislayicilik ve asagilayicilik, bu kelimelerde –eski dille soyleyecek olursak– ‘mundemic’tir.

    Turkiye’deki belli bir kesimin, ya da dunya gorusunun, anahtar (isaret fisegi) kelimelerindendir ve sirf bu nedenle bunlarin uluslararasi karsiliklari mevcut degil.

  220. 196 nolu yoruma yanit,

    dincinin karsiligi religious opportunist veya spiritual opportunist

  221. Gun abi merhaba. Soru cevap bolumunde yorum kismi kaldirilmis, dolayisiyla soru soramiyoruz. Problem mi var, yoksa soru cevap bolumune hala soru almiyor musun?

  222. selamlar, teknik bir arızadan dolayı soru-cevap bölümü çalışmıyor ne yazık ki. Uğraşıyor teknik arkadaş. Sorularınız varsa buralardan sorabilirsiniz.

  223. İhtiyar çoban

    erguvan, bir şiir, bir dize nasıl küfür oluyor? Hadi küfür diyelim, o küfrü ben mi ediyorum, Can Yücel mi? O dizelerde Can Yücel, sitemini, çekip gitme isteğini ”edebi”leştirmiş. Başkaları da, boş bomboş olmasın diye ‘boş çakallar’ diyerek, kurt gibiliğin, aslan gibiliğin önemini vurgulamış. Bence atasözü gibidir bu. Ne var buncağız anlatımda? 3500 kelime israf edeceğime, 3 dört kelime etmişim. Bana bunu bile çok gürüyorsun; sen binlerce anlatım insanı hafakanlara boğuyorsun. Yapma abim böyle yahu!

  224. Onceden en son yazilan yorumlar gozukuyordu sayfanizin acilisinda, onu da ayarlatabilir misiniz?

    DUYURU: 1 Mart’ta ‘Yorumlar Bölümü’ yeniden açılıyor! un oldugu yerdeydi.

  225. hangi "dincilik" ?

    Necip’in dikkat çektiği gibi, hangi dinin dinciliği?

    Mesela Kemalizm dininin dincilerine ne demeliyiz bu arada? (“Kemalperest” olur mu mesela? Bu tabiri ekşisözlükte görmüştüm. Bu da “putperest” gibi dışlayıcı ve aşağılayıcı bir ifade. Ama böyle tanımlanmayı hak ettikleri de savunulabilir.) Bir kısım Kemalcilerin yobazlığının Muhammedcilerinkinden geri kalır bir yanı var mı?
    Ya Marksizm dinine ve özellikle de onun Stalinizm mezhebine mensup yobazlar?

    Bu arada bu pejoratif kelimelerden bazılarının başlangıçta böyle bir anlamı yoktu. Daha sonra hakarete dönüşen “Kızılbaş” ve “Faşist” kelimeleri gibi.
    Bir benzeri de “Zındık”tır. Aslı “Zendik” (yorumcu) olan bu kelimenin kökü “Zend”dir (yorum) ve Manici/Maniheist anlamına gelir. Zerdüşt dininin kitabı Avesta’ya Zend-Avesta adında bir tefsir yazarak Zerdüşt dinine yeni yorum getiren sapkın peygamber Mani’nin müritlerine verilmiş bir addır.

    Yobaz kelimesiyle ilgili şu açıklamalar da ilginç:

    =? Tü yabız kötü → yavuz
    Türkçe yabız “kötü” sözcüğü ile eş kökenli olabilir; ancak bu kesin değildir.
    “iri, kaba saba, kuvvetli adam, köylü, cahil, kaba sofu” [ Ahmet Vefik Paşa, Lugat-ı Osmani (1876) ]
    Anadolu ağızlarından alınmış olması muhtemel olan sözcüğün İstanbul dilinde ilk kez 1875 dolayında birtakım siyasi gösteri ve yürüyüşler dolayısıyla popülerlik kazandığı anlaşılıyor.

  226. RTE buyurmuş:

    “Tehditler sürdüğü müddetçe gereken her türlü tedbiri alacağız. Güney sınırımız boyunca bir terör koridorunun oluşmasına asla izin vermeyeceğiz. Hele hele Kuzey Suriye’de bir devlet kurma teşebbüsü içerisine giren malum bazı cahiller var, ‘Cahil cesur olur.’ diyorlar ya o da o havalarda, kendine göre bakanlar kurulu oluşturuyor vesaire… Biz bunları karşılıksız bırakmayız ve Kuzey Suriye’de böyle bir devlet kuruluşuna da asla müsaade etmeyiz. Çünkü Suriye’nin bölünmesine karşıyız, Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunmasından yanayız. Terörle mücadeleyi sınırlarımız içinde ve dışında sürdürmekte kararlıyız. Bu konuda tüm dost ve müttefiklerimizden dayanışma bekliyoruz.”

    Eyyy RTE! Sen kimsin ki Suriye halklarını bölücülükle suçluyorsun? Sen değil misin Suriye’de savaşı başından beri körükleyerek toprak bütünlüklerini tehlikeye sokan? Suriye’deki bölücü terörist tekfirci gruplara destek veren? Kendilerini yönetmek isteyen Suriye halklarının milli iradesine nasıl müdahale edebilirsin? “Üst akıl”ların Suriye halklarına akıl veremeyeceğinin farkında değil misin?

  227. “dincinin karsiligi religious opportunist veya spiritual opportunist”

    Pek tutmuyor.

    ‘Dindar firsatci’ ya da ‘ruhani/uhrevi firsatci’ terimleri universal bir kavrama karsilik gelmiyor.

    Ya da, soyle soyleyeyim:

    Ingilizce bir metinde ‘religious opportunist’ veya ‘spiritual opportunist’ terimlerini gordugum zaman, ibadet/ayin sirasinda on saflara gecmege calisan, ya da daha fazla bagirarak veya abartili hareketlerle ‘kutsal’in dikkatini cekmege calisan birisi benim gozumde canlanir.

    Bunlarin yerine, mesela, ‘religion peddler’ gibi daha ‘literal’ ceviriler denenebilir (‘din saticisi/pazarlayicisi’ anlaminda); ama, o zaman da –yine anlam eksik kaliyor. Ustelik, Bati kulturunde hic de yadirganmayan misyonerleri cagristirdigi icin, gene olmuyor.

    Kisacasi, bizim kendi aramizda, ‘karsi taraf’ bellediklerimizin sinir uclarina –acitacak sekilde– dokunmak icin kullandigimiz boyle cok kelime var ve kullanan herkes de suret-i haktanmiscasina davraniyor.

    Hani, su Yahudi anekdotta oldugu uzere:

    Çarlık Rusyası’nda Yahudi bir anne oğlunu 1877 Osmanlı-Rus Savaşı için cepheye yolluyormuş.

    Anne, sırt çantasını hazırladığı oğlunun kendisini fazla yormasını istemediğinden şu öğütte bulunmuş: “Cephede bir Türk öldür, dinlen… Bir Türk öldür, dinlen…”

    Oğlu, “Ama anne, ya ben dinlenirken bir Türk beni öldürürse?” karşılığını verince dehşete düşen anne, “Aman oğlum ağzından yel alsın.Sen Türklere ne yaptın ki seni öldürsünler”

    Her iki taraf, daha dogrusu butun taraflar, buradaki ‘anne’ gibi davraniyor.

    [Bu darb-i meselin kendisi de sorunlu; o ayri.]

  228. “Türkiye’de sağ, demokratik özgürlüklerin, inanç ve düşünce özgürlüklerinin karşısında yer aldığı sürece, tarihi boyunca İslam’ı yorumlarken gereksindiği biricik şey özgürlük olan Alevîlik, şüphesiz solun yanında yer alacaktı.”

    Reha Camuroglu, burada, ‘sarigi almadim ki cuppenin parasini vereyim’ turunden bir elcabuklugu yapiyor bence.

    Ozellikle bahsettigi donemde, ‘sol’un derdi ‘kimin ne kadar ihtiyaci varsa, ona o kadar ozgurluk’ filan degildi ki.

    Oyle olsaydi, ‘Sunni’lerle de bu baglamda bir pazarliga acik olurlardi ve bir orta nokta bulmak icin bazi gayretler gorulurdu.

    Boyle birseyden benim haberim yok; bilen varsa, aydinlatirsa memnun olurum.

    ‘Sol’un dertlerinin arasinda universal ozgurlukculuk diye bir sey hic yokken, ‘devrim’ gerceklesseydi, Alevilere ozgurluk bahşedeceklerini soylemek ham hayal degilse nedir?

    [Nitekim, metnin sonunda, Arnavutluk’ta Enver Hoca’nin –Bektasilerin butun beklentilere ragmen– birakin ozgurlukleri artirmagi, tersine, Bektasiligi yasakladigini da kendisi soyluyor.

    Dediklerinin nasil bir perhiz, nasil bir lahana tursusu oldugunun kendisi de farkinda degil gibi.]

    Halbuki, ‘Balkan Oligarsisi’nin bir devami olan ‘sol’ ile Alevilerin ‘anti-Sunni’lik baglaminda uzun zamandir birarada oldugunu soyleseydi bence cok daha durust olurdu.

    “Amerikan donanmasını protesto eden “solcu” gençler, İslam sloganlarıyla “Kanlı Pazar” saldırısına muhatap alınırken, günümüz Türkiyesi’nde bu kez yine İslam sloganlarıyla Amerika Birleşik Devletleri eleştiri konusu yapılıyorsa, burada vicdan muhasebesi yapmak zorunda olanlar, o gün solu destekleyen Alevîler değildir.”

    Vicdan muhasebesi neyi cozer bilmiyorum; ama, yontemin dogru olup olmadigina bakmanin –gelecege yonelik– faydalari olabilir.

    Bu baglamda, ‘sol’un ABD’ye karsi gosterdigi tepkinin bir kesrini (kucuk bir oranini) dahi neden Avrupa’ya gostermedigini sormak kimsenin aklina gelmez pek.

    Bu soru, bilhassa su acidan mesrudur: Bu topraklarda emperyalizmin en aci tecrubeleri ABD’ye karsi degil, muhtelif Avrupa devletlerine karsi yasandi.

    Buna ragmen, Avrupa’ya degil de, hep ve sirf ABD’ye karsi duruslar sergilemek, ‘anti-emperyalist’likle pek de ortusmuyor bence.

    “Yine aynı şekilde Kahramanmaraş ve Çorum’da Türkiye sağının en aşırı uçları, Sünnî halkı Alevîlere karşı galeyana getirirken, komünist, sosyalist ya da herhangi bir siyasî ideolojinin mensubu olması mümkün olmayan 2-3 yaşındaki çocuklar sırf Alevî ana babaların çocukları oldukları için katledilirken, Türkiye’nin Alevîlerinden sağı desteklemeleri beklenebilir miydi?”

    Baska bir deyisle, yukarida sayilan olaylar, Alevilerin ‘sag’ ile herhangi bir sekilde bag(lanti) kurMAmasini garanti ediyordu.

    Bu sekilde degerlendirmek, bence, daha sogukkanli ve saglikli bir analiz olurdu.

    Nitekim, bir zamanlar ve epeyi uzun sure boyunca, ‘sol’un duzenledigi protesto eylemlerinde, eger polisle catisma cikmamis, dahasi en az bir eylemci oldurulmemisse, eksik sayilirdi.

    En makbul olani da, oldurulenin Alevi olmasiydi; boylece Alevilerin kusatilmislik duygularini tahkim etmek ve onlari ‘zinde’ tutmakta devamlilik saglaniyordu.

    “Belki Türkiye, insanların özgürlüklerini rahatça kullanabildikleri, özgürlüklerin kullanımının bedelinin bu kadar ağır olmadığı bir ülke olsaydı, Aleviler solun ya da sağın değil, bu özgürlüklerin yanında olurlardı.”

    Burasi, ozunde, dogru olmakla beraber, genellenebilir degildir malesef.

    Yani, Alevilerin ‘herkese, sonuna kadar, ozgurluk’ askiyla yanip tutustugu intibaini verecek seyler kaleme almak, bence, parlatmak, iltimas gecmektir.

    [Dunyanin hicbir yerinde, hicbir zaman diliminde, ‘herkese ozgurluk’ derken gercekten de ‘herkes’i kasteden bir toplum gorulmus degildir.]

    Aleviler, Osmanli’nin son 2-3 asirindaki tecrubelerinden dolayi, Sunniligin baski altina alinmasindan memnun idiler.

    Bu, onlara, kendileri icin arzu ettikleri ozgurluklerin bir kismini tanimis idi. Amenna.

    Bunu da ‘Balkan Oligarsisi’nin sayesinde edinmislerdi. Buna da amenna.

    Ama, ulkenin geri kalan %80-85’inin sonsuza kadar baski altinda tutulAMAyacagini da dikkate almak fena fikir olmazdi; bazi noktalarda uzlasmaya gidip ‘kazanim’larin en azindan bir kismini kalici hale getirmek mumkun olurdu.

    Oyle yapilmadi.

    Nesv u nemasini Avrupanin dumen suyundaki ‘Balkan Oligarsisi’nin kucaginda bulmus olan ‘sol’ ile surekli ve kalici bir isbirligi tercih edildi.

    Bu durumda, ‘Sunni’lerin de ABD ile isbirligine gitmesi ve –vakti geldiginde– ‘mueses nizam’i devralmasi gercekten bir surpriz midir?

    “Savaş bittikten sonra Enver Hoca’nın diktatörlük rejiminin, bu güç birliğine gösterdiği vefa, Bektaşîliği yasaklamak olmuştur.”

    Hadi, Sovyet Muslumanlarinin basina ne geldigi Alevilerin radarinda degildi diyelim; peki Arnavutluk’taki Bektasilerin macerasindan dahi ders almayislarinin bir aciklamasi vardir muhakkak.

  229. marxist argüman

    cikar birligi: t.c.’nin milli cikarlari ve suriye’nin toprak bütünlügü

    206 nolu yorumcunun RTE’den yaptigi alintiyi buraya aliyorum:

    “Tehditler sürdüğü müddetçe gereken her türlü tedbiri alacağız. Güney sınırımız boyunca bir terör koridorunun oluşmasına asla izin vermeyeceğiz. Hele hele Kuzey Suriye’de bir devlet kurma teşebbüsü içerisine giren malum bazı cahiller var, ‘Cahil cesur olur.’ diyorlar ya o da o havalarda, kendine göre bakanlar kurulu oluşturuyor vesaire… Biz bunları karşılıksız bırakmayız ve Kuzey Suriye’de böyle bir devlet kuruluşuna da asla müsaade etmeyiz. Çünkü Suriye’nin bölünmesine karşıyız, Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunmasından yanayız. Terörle mücadeleyi sınırlarımız içinde ve dışında sürdürmekte kararlıyız. Bu konuda tüm dost ve müttefiklerimizden dayanışma bekliyoruz.”

    gerek erdogan’in gerekse de ba$ emperyalist ABD ve müttefiklerinin en azindan $u anda suriye’yi bölüp parcalamak gibi plan ve gayretleri olmadigini; bunlarin esasen esad rejimini devirip bati ve amerikan yanlisi sunni bir rejim -akp ve müslüman karde$ler cizgisinde- tesis etmek istediklerini ve rejim degi$ikligi ile bir devleti bölüp parcalamanin ayni $eyler olmadigini daha önce yazmi$tim.

    yalniz, bir ülkede ki rejim degi$ikliginin, irak’ta oldugu gibi, ne gibi sonuclara yol acacagini ba$ aktör ABD’denin de önceden tam olarak hesaplayabildigini söylemek yanli$ olur.

    ayni $ey suriye icin de gecerli. gerek türkiye olsun gerekse de ABD olsun, esad rejimi sonrasi kurulacak yeni rejim icin birtakim yeni adaylar, örnek ÖSO, tabii ki hazirliyorlar. fakat bu hesaplar her zaman tutmayabilir.

    bundan dolayi t.c., amerika, AB, körfez arap monar$ileri ve israil’in $u anda kesinlikle hemfikir olduklari $ey: esad rejimi yikilmali, sonrasina sonra bakariz.

    $imdi gelelim sunni islamist erdogan’in suriye’nin toprak bütünlügünü savunmasina.
    bu konuda erdogan’in samimiyetini sorgulamak yanli$ olur, cünkü erdogan gercekten de suriye’nin toprak bütünlügünden yanadir, fakat erdogan’in asil derdinin suriye’nin toprak bütünlügünden cok suriye kürtlerinin siyasi/kültürel bir otonomi elde etmelerine engel olmak oldugu acik.

    yani t.c.’nin milli cikarlari suriyenin toprak bütünlügünün korunmasina denk geliyor; cikarlar üstüste düsüyor; uyu$uyor.

    erdogan’in dediklerini basitce formüle edersek: suriye’nin toprak bütünlügünden yanayim cünkü kürtlerin devlet ya da otonomi/federasyon kurmalarina kar$iyim.

    tersi de uyar: kürtlerin devlet ya da federasyon/otonomi kurmalarina kar$i oldugum icin suriye’nin toprak bütünlügünden yanayim.

    yani erdogan’in suriye’nin toprak bütünlügü argümaninin, t.c.’nin anti-kürt politikasina uluslararasi siyasi, hukuki ve ahlaki bir kilif uydurma söylemi oldugunu anlamak zor olmasa gerek.

    kürtlerin ya$adigi iran, irak ve suriye’nin yanisira, t.c. neden kürtlerin siyasi/kültürel otonomisini kendi milli cikarlari icin “tehdit” olarak görüp, kürt ulusal hareketlerini “terörizm” olarak siniflandiriyor?

    cevap: cünkü t.c.’nin kendi sinirlari icinde de hatiri sayilir bir kürt nüfus ve ulusalci bir akim var. iran, irak ve suriye’de ki kürtlerin siyasi/kültürel bir statü elde etmeleri:

    birincisi, kom$u devletlerde ki kürtlerin lehine olan bu geli$melerin türkiye kürtlerini ulusal yönden etkilemesi, t.c.’ye kar$i mücadelede cesaretlendirmesi vs. anlamina gelir.

    bu da t.c.’nin cumhuriyetin kurulu$undan beri sürdürdügü “bölücü terörle mücadele”; kürdistan fikrini tarihe gömme cabalarini baltalar.

    ikincisi, türkiyede ki kürt ulusal hareketinin iran, irak ve suriye kürdistanini lojistik acidan “hinterland” olarak kullanma, dolayisiyla bunun kürt ulusalcilarina geni$ manevra alani sunmasi; bunun da yine t.c.’nin “bölücülükle mücadelesini” baltalamasi anlamina geliyor.

  230. marxist argüman

    demokratik cogulculuk ve kavramlar/manalar/fikirler

    necip’in 200 nolu yorumuna atfen:

    kavramlar konusunda dünyada fikir birligi yok. bu tamamen insanlarin dünya görü$ü ve bununla baglantili olarak kavramlara yükledikleri olumlu, olumsuz, nötr anlamlarla ve hatta duygularla alakalidir.

    örnek “özgürlük”: kabaca söylersek bos-bele$ bir kavramdir; lastik gibi ne tarafa ceksen oraya cekilecek kadar soyuttur.
    buna ragmen zileli gibi romantik devrimciler “özgürlük” kavramini duyunca duygulanirlar; “özgürlügü” bir olgu olarak idealize ederler; cölde ki bir serap’a benzeyen bu idealler icin mücadele ettiklerini söylerler.

    tabii bu “özgürlük” ideali bir nevi “hayali” bir olgu oldugu icin, gercek hayatta kar$ilgi olmadigi icin; böyle kavramlarla siyasi bir program/konsept olu$turmak mümkün olmadigi icin zileli gibi romantik devrimcilerin dönüp dola$tiktan sonra vardiklari yer chp’nin kürkcü dükkani oluyor.

    dinci kavramina gelirsek: bunun bati dillerinde en bilinen kar$iligi “fundamentalist” , türkce cevirisi “köktenci-kökten dinci” oluyor.
    radikal dinci, radikal solcu; a$iri dinci, a$iri solcu gibi kavramlarda devletler ve insanlar tarfindan ayni anlamda kullaniliyor.

    “a$iri” ve “radikal” kavramlarini üreten günümüz demokratik devletleri $una i$aret etmek istiyorlar:

    mevcut düzeni/devleti kökten red eden ve yikilmasini amaclayan fikir.

    bilindigi gibi “demokrasi kültürü” $unu icerir: senin fikrin de bir fikirdir, benim ki de; senin fikrin sana benim fikrim bana; ali’nin de fikirdir, veli’nin ki de; ali’nin fikri ali’ye, veli’nin fikri veliye.

    buna demokrasi kültüründe fikir özgürlügü, cogulculuk ve tolerans deniliyor.

    bu, demokratik devletlerin yönetim tekniklerinden biri oluyor. bu teknik ile, fikirler relative edilir; ici/özü bo$altilir; zararsiz hale getirilir.

    yani mantik $u: ya abartma, neticede, alti üstü bir fikir!

    bu demokratik mantik, bununla genel olarak bir fikrin gecerliligini, dogrulugunu relative eder; bo$a cikarir: neticede seninki de binlerce fikirden sadece bir tanesi.

    bundan dolayida demokrasilerde agzi olan konu$ur; ele$tiri yapar; fakat neticede hicbir $ey degi$mez: ne ele$tiri konusu yapilan durum degi$ir, ne de ele$tirenler ele$tirmekten bikarlar.

    demokrasilerde devlet adamlari bundan dolayi $öyle davranirlar: birak vatanda$ konu$sun, de$arj olsun; icini döksün; rahatlasin. rahatlayan vatanda$tan devlete/millete zarar gelmez; tam tersine, bu ele$tiriler aslinda vatanda$larin vatan/millet icin ne kadar kaygilandiklarini gösteriyor.

    evet, idealize edilen demokratik tarti$ma kültürünün özü budur.

    bu sitede yanli$ kapitalizm ele$tirileri yüzünden ele$tirdigim anar$isit arkada$ da bu cogulcu demokratik fikir tarti$masini özümsemi$ bir arkada$. bundan dolayi bana sürekli $öyle tepki gösteriyor: sen de kapitalizmi ele$tir ben de ele$tireyim; ele$tiri olsun camurdan olsun; ele$tirinin dogrulugunu yanli$ligini ele$tiri konusu yapma.

    fikir tarti$masinda cogulculugu ve görecelilik prensibini benimseyen demokratik düzen, i$ doga bilimlerine geldiginde hicte öyle davranmiyor.

    örnek: matematikte 2+2= 4 bu da dogru olabilir; 2+2= 5, bu da dogru olabilir, birincisi de bir fikirdir, ikincisi de bir fikirdir; ikisi de dogru olabilir, ikisi de yanli$ olabilir; ille de biri dogrudur digeri yanli$tir; biri dogru ise digeri yanli$tir, bütün bunlara ne lüzüm var canim; fikirlere kar$i töleransli olalim, deniliyor mu? hayir.

    su hangi elementlerden olu$ur? kimya’da bu kesinle$mi$ bir sonucu var midir? vardir. yani su, $u elementlerden de olu$uyor olabilir, bu elementlerden de; o da dogru olabilir bu da, gibi bir akil yürütme mümkün mü? degil.

    dogru olan nedir: su’yun kimyasal formülü: h2o, hidrojen ve oksijen atomlarindan olu$uyor.

    fakat marxistler, kapitalist ekonominin “kimyasal” formülünü aciklayinca, bu ekonomin sömürüye ve paranin sonsuz birikimi üzerine in$a edildigini; ekonomik gücü elinde bulunduran aktörlerden/i$verenlerden ve “bagimli degi$ken” olan figüranlardan/cali$anlardan olu$tugunu söyleyince, demokratik cogulcu mantik hemen cevapliyor: fikrinin dogru oldugundan bu kadar emin olma, neticede senin fikrin fikirlerden sadece biridir; herkes olaya senin gibi bakmiyor, bu da gösteriyor ki hicbir fikir tek ba$ina “dogruluk” iddiasinda bulunamaz.

    evet, idealize edilen demokratik cogulcu mantik tam olarak bu oluyor.

  231. “bu konuda erdogan’in samimiyetini sorgulamak yanli$ olur, cünkü erdogan gercekten de suriye’nin toprak bütünlügünden yanadir, fakat erdogan’in asil derdinin suriye’nin toprak bütünlügünden cok suriye kürtlerinin siyasi/kültürel bir otonomi elde etmelerine engel olmak oldugu acik.”

    Yazinizin butunu icinde, yer yer isabetli olan analiziniz, etnik aidiyetiniz yuzunden malesef zedelenmis.

    O kadar ki, yanlis oldugunu dusundugum kisimlarina isaret etmek beni RTE’nin durusunu savunmak noktasina surukluyor.

    Bu riskin farkinda olmakla beraber, soylemek zorundayim:

    Analizinizde ‘Erdogan’ degil de ‘Kemalistler’ demis olsaydiniz onemli derecede hemfikir olabilirdim; bunu da Kemalistler ile Kurtler arasindaki (yakin) tarihte yasanmis catismalarla izah edebilirdik.

    Erdogan’in ‘Islamist’ligini (anladigim kadariyla, ‘dinci’ yerine simdi bu kelimeyi tercih ettiniz) de bence gereksiz yere one cikariyorsunuz.

    Halbuki, cok uzaga gitmege gerek yok: Gurcistan-Turkiye iliskilerine bakarsaniz, Gurcistan’in Musluman olmadigini da eklersek, ‘gul gibi’ gecinip gittigimizi gorebilirsiniz. Iki devlet arasinda pasaport da kalkmis durumda, esasen.

    [Bunu, umarim, RTE’nin –soylentiler dogruysa– Gurcu asilli olduguna baglayacak degiliz.]

    Uzatmayayim. Sizin de pekala bildiginiz gibi, aslolan cikarlar.

    Guney hudutlarimizin hemen bitisiginde bir (tane daha) Kurt devleti olmasinin (ihimalinin) Turkiye’yi rahatsiz etmesinin tek sebebi, bu devletin Turkiye’nin cikarlarina halel getirmek olasiligidir.

    [Kemalistlerin ve milliyetcilerin onca hop oturup kalkmalarina, bayrak krizi cikartmak icin onca ugraslarina ragmen, Barzanistan ile ciddi bir sorunumuzun olmadigini goremiyor muyuz?]

    Kimsenin cikip da ‘Turkiye’nin cikarlarina halel getirmek olasiligi’ni bertaraf etmek icin oralarda bir uydu devlet olsun dedigi de yok –tabii ki, arzu edilir ama dayatilamaz.

    Ama, kur(dur)ulmak istenen devlete bu yolda yardimci olanlarin –kurmak isteyenlerden bagimsiz olarak– Turiye’nin daha guneydeki cografya ile ticaretine ket vurmak amaci tasidigi suphesi de bos degil.

    Bu, ‘haksiz rekabet’ olarak yorumlaniyor ve –dolayisi ile– arzu edilmeyen bir gelisme olarak algilaniyor Turkiye tarafindan. [Turkiye derken, sadece ve tek basina istanbul Sermayesi filani da kasdetmiyorum. Guney sinirimiza yakin butun illerimizi bu cok daha fazla ve daha negatif etkiler.]

    Bu alginin giderilmesi, aslinda, cok zor degil.

    Heyetler gelir, heyetler gider ve muzakereler sonucunda karsilikli guvenceler verilir ve hallolur.

    Teoride, bu kadar basittir; ve ondan sonra Turkiye kurulmasina katkida bile bulunabilir.

    Ama, pratikte o kadar basit degil, tabii ki.

    Cunku, muzakerelerin asil tarafi oradaki etnik topluluk degil. O tur muzakerelerin karar alicisi oradaki etnik topluluk degil de ondan. Dahasi, Turkiye de degil bile diyebiliriz.

    Suradaki analizi de bir okumak isteyebilirsiniz.

    http://www.star.com.tr/yazar/abdturkiye-iliskilerinde-ikinci-kandil-sorunu-yazi-1212230/

  232. “fakat marxistler, kapitalist ekonominin ‘kimyasal’ formülünü aciklayinca, bu ekonomin sömürüye ve paranin sonsuz birikimi üzerine in$a edildigini; ekonomik gücü elinde bulunduran aktörlerden/i$verenlerden ve ‘bagimli degi$ken’ olan figüranlardan/cali$anlardan olu$tugunu söyleyince, demokratik cogulcu mantik hemen cevapliyor: fikrinin dogru oldugundan bu kadar emin olma, neticede senin fikrin fikirlerden sadece biridir; herkes olaya senin gibi bakmiyor, bu da gösteriyor ki hicbir fikir tek ba$ina ‘dogruluk’ iddiasinda bulunamaz.”

    Marxistlerin formulizasyonu butun degiskenleri icermiyor.

    Ama, yine de, o degil esas sorun: Cok bilinmeyenli butun denklemlerde oldugu uzere, hangi bilinmeyene gore cozmek istediginiz siyasi bir tercihtir.

    Marxsistler, denklemin neye yonelik cozulmesi gerektigine de kendileri karar vermek, yani ‘dogru’nun ne oldugunu tayin etmek isteyince sorun cikiyor/cikti.

  233. Gun abi merhaba. Sorumu sorayim. Demir Kucukaydin’in goruslerine karsi temel olaral elestiriniz nedir? Marksizm diye gecistirmeyin lutfen. Mesela, dinin ve milletin politik alandan cikarilmasi ile hukuki yani bicimsel bir esitligin belli bir cografi alan icinde kalan herkes icin gecerli oldugu demokratik ulus konsepti hakkinda ne dusunuyorsun? Once hukuki esitligi saglayalim sonra bu cografi alan kisitlamasini da kaldirarak, bir kuresel devrim ile devleti yikip insanlarin sosyal ve ekonomik esitligini yani komunizmi kuralim gibi ozetleyebiliriz sanirim dusuncelerini. Bunu asamacilik olarak gordugun icin mi elestiriyorsun? Tam olarak elestirinin ana noktalari nelerdir?

  234. Selam, ben Demir Küçükaydın’ın görüşlerini değil, kendisini eleştiriyorum. Neden mi? Fazlasıyla megaloman bulduğum için. Dünyanın en zeki ve akıllısı benim tavrını eleştiriyorum. Yani bu akıl ve zekâ narsizmidir. Bu yüzden eleştiriyorum. Fikirlerine gelince. Her türlü fikir benim için azizdir, o da böyle düşünüyormuş, düşünsün, düşünmemekten iyidir. Öte yandan millet, ulus şudur budur palavralarının hiçbirine inanmıyorum, en uylusalcısından en uluslarötesicine kadar bütün tezlerin çıkmaz olduğunu düşünüyorum. Kısacası benim slogaanım şudur: Bütün uluslar ve ulusal devletler toptan yıkılmalıdır. Kısacası, ulus, millet, ulusal, devlet, sınır, din, mezhep vb. hepsi bataklıktır.

  235. Küçükaydın’ın bu önerileri aşamacılıktan çok (ki aşamacılık bence yanlış bir yöntem de değil) ütopik, uygulanması imkansız yukarıdan aşağı yöntemlerdir.
    “Camera Obscura” benzetmesindeki gibi, gerçeğin ters algılanmasından kaynaklanan bir yöntem yanlışıdır.

  236. İhtiyar çoban

    Sosyolog ve Türkolog olamadıktan sonra, ne olunabilir düşüncesi… Çobanlık serüvenimde, arazide eski çağlardan kalma ufak tefek antik vb. şeyler görürdüm. Bir gün bir çeşmenin yanında otururken, kıvrak bir tilki taşların dibinden bir deliğe girdi, uzun bir süre çıkmadı. Aşağılardan, 50 m. uzaktan ıslak bir şekilde çıkıp silkinip koştu gitti. Yerin altında bir şehir mi vardı, merak ettim. O delikten bakılınca birkaç taş mezar, su akıntıları, başka bir şey yok. Delifişek çoban, Arkeolog olabilir.
    Bu alanın zorluğu, Latince, arkeoloji dili. Okuldan bende iz bırakan tek anı: Eski bir kentin yamacındakı devam kazılarında, eskilerden mezarlar, iskeletler çıkmış; bu arada Müüslüman mezarları da bu arada bunlarla karışık. İskeletler birbirine karış kuruş. Çevredeki köyün hocası devreye sokulmuş, o, bir ayrım yaptırtmadan çıkanları şu yana, bir arada gömüp geçelim; yeryüzünde kavga dövüş; ama yer altında kardeş kardeş uyusunlar demişti.
    Bir de o yıllarda, müzelerdeki Helenistik çıplak resimlere olan cahil düşmanlığı! Çoğunun memeleri, organları kırık, yok edilmiş.. Bir müzede de köylülerin bulup getirdiği Roma, Bizans kalıtlarına hor bakılması olayı. Aklımda kalan bunlar.
    7 ay da burada okuduktan sonra, çantamda Halikarnas Balıkçısı’nın, Azra Erhat’ın, Eyüboğlu’ların kitapları, sürünün başına dönüp gelmiştim.
    İnsanoğlunun 100 yıl bile ömrü yok. Anadolu binlerce yılın tanığı. Velhasıl arkeoloji iyi bir şeydir. Arkeolog olsam ne olacaktı; o da var!

  237. “Bu alanın zorluğu, Latince, arkeoloji dili.”

    Su yazacaklarim, birinci elden aktarilmis, bir gercek hayat hikayesidir.

    Kendisi Rizeli olan ve mesleki acidan cok saygi duydugum bir buyugum anlatmisti.

    Once biraz arkaplan:

    Sene 1940’lar. Lisede ogrenci.

    O yillarda, bugunkunun aksine, lise ogrencileri hep ayni yaslar civarinda degilmis. Iclerinde 20’li yaslarini asmis, sakali biyigi coktan cikmis, gencler de var.

    Bunlarin cogu da, yasak olmasina ragmen, atesli ya da atessiz silah tasiyabiliyormus. Yani, okul yonetimi herseye cok da hakim degilmis.

    Neyse. Konumuza donelim.

    Bir hocalari varmis, enteresan bir sahsiyet. Sinav yapmadan once sinifa sorarmis: “Hazirliksiz olan var mi; mazereti olan, sinavi ertelememi isteyen var mi?”

    Eger bir kisi dahi el kaldirirsa, sinavi –sorgusuz sualsiz– ertelermis.

    Boyle bir kac erteleme sonrasinda, bir gun, artik sinifta kimsenin mazeret beyanina yuzu tutmaz, ve nihayet sinav yapilirmis.

    Ogretmenin bir baska ozelligi de, sinav kagitlarini hemen oracikta –daha siniftan cikmadan– okumak, degerlendirmek ve herkesin notunu orada vermekmis.

    Iste boyle bir gun, yine sinav yapilir; yine hoca sinifta kagitlari okur. Fakat, iclerinden birisi cok berbat bir not almistir.

    Bunun uzerine, hoca, o ogrenciye sorar: “Oglum, kac defa erteledik, eger calisamamis isen, tekrar soyleseydin, yine ertelerdik. Bu kadar kotu bir not almanin sebebi nedir?”

    Bunun uzerine, bu kart ogrenci, ayaga kalkar ve “Hocam benim mazeretim var” der.

    Bunu duyan hoca, hem kizar hem de merak eder. Sesini normalden fazla yukselterek: “Neymis bakalim mazeretin?” der.

    Ogrenci: “Hoca, bende kafa yok, kafa. Mazeretim bu!” diye cevap verir.

  238. “Şapşal Şaban” mahlasıyla bana gönderilen bu “politik hicvi” yazarının ricası üzerine (kendi teknik bakımdan yapamadığından) buradan yayınlıyorum. Bölüm bölüm devamı gelecekmiş:

    SERGÜZEŞT-İ BAŞDRAL

    -Sultan 4. Murat tarafından hiciv yazması yasaklanan Nefi,
    “Bugünden ahdim olsun, kimseyi hicvetmeyim, illâ
    Ger icazet verseydin, hicvederdim bahtı nâsazı”
    diyerek hiciv yazmaktan vazgeçerken kendi bahtını hicvetmiştir.

    Bense kimseyi hicvetmeden yalanlar düzüyorum.
    Ola ki alınan olursa kabahat benim değil.

    “Aldanma ki şair sözü elbette yalandır”-

    -I-

    Gidiyor onyedi yi’mbeşi takmış peşine
    Gidiyor rasgelemez bir daha millet eşine
    Bir elinde kasetler bir elinde ses kaydı
    Sıkıysa hayır desin Bohçacı mı ne baydı
    “-Baylara bayanlara ayrı servisimiz var
    Türkücü’ye verecek daha çok dersimiz var
    İnandı salak millet “aldatıldık” dememe
    Beni aldatacağı susuz salarım Memen’e
    O Mapo salağı da beni kandırdı sandı
    Anladı da sonunda keten helvası yandı
    Aldım mı ayağımın altına milliyeti
    Dürbünle arasa da bulamaz hürriyeti
    Canımı sıkarsanız Divanı bombalarım
    Hem bu defa boş değil dolusuna atarım
    Kimsede bırakmadım bu güne dek öcümü
    Morbakan ve Mül’e de gösterdim ben gücümü
    Yıllarca huzurunda sap gibi durdurdunuz
    “Matam Matam” diyerek başımıza vurdunuz
    Gördünüz mü nasıl da sürüdüm heykelini
    Ödeteceğim size Memalizm’in bedelini
    Bundan böyle hiç kimse izinsiz öksüremez
    “Gör” dersem eğer görür “görme” dersem göremez
    Günde üç kezden fazla kimseler osuramaz
    Taktırırım kıça egzost havamızı bozamaz
    O neydi öyle geziler gösteri nümayişler
    Kımıldayın da görün açılır başa işler
    Kızdırmayın lan beni yoksa size buğz ederim
    Uslanmayanlarınızı Mensar’a devrederim
    Beğenmeyenler varsa buyursun gitsin derim
    Parayı bastıranı vatandaş kaydederim
    Cebinde yok parası ne de bir parsel arsası
    Dikilir karşıma bir de vatandaş maskarası
    Yok öyle Mürk ırkıymış bilmem neymiş anlamam
    Paralı bir gâvuru yüz bin Mürk’e satamam
    Ok hedefe ulaştı gel sen bu derde dayan
    Kiliseden çal eğer bir mum yetmez diyorsan
    Bu diyar var oldukça ben Drallar başıyım
    Sade Drallar değil her bir şeyin başıyım”

    Şapşal Şaban

  239. İzdivaç Programlarına Hayır!!

    OHAL kapsamında izdivaç programlarına yasak konmuş. Çok iyi bir haber. Bu yozlaşmaya kim dur dese iyidir.

    Sayın Zileli ve bu sitedeki başka bazı yazar ve yorumcular gibi özgürlük kavramını idealize edenler (M. Argüman’ın deyimiyle) bu yozlaşmaların “özgürlüğe” halel gelmeden nasıl kalkmasını umuyorlar? Onların çözüm önerileri nedir? (Tabii burada devrim olana kadar, kapitalizm koşullarında nasıl kaldırılabileceğini soruyorum.)

  240. marxist argüman

    devlet’i ticari bir firma gibi gören; siyasi cikar ile ekonomik cikari bir ayni $eyler sanan cehalet

    necip’in 211 nolu yorumuna cevaben:

    necip’in linkini verdigi star gazetesinden “beril dedeoglu” adli yazarin yazisindan alinti:

    “Karaçok, Suriye’nin Rojava bölgesinde ve Türkiye sınırına çok yakın. Şengal (Sincar) ise Irak’ta ve Suriye sınırına çok yakın. Türkiye’nin bu bölgeye askeri operasyon yapma nedeni, PKK, YPG ve Şengal Direniş Birlikleri’nin Türkiye’ye yönelik saldırılarını buralardaki yığınakları sayesinde gerçekleştirmeleri.”

    yazarin bu ilk paragrafindan devletin resmi tezini dillendirmek suretiyle islami rejimin borazanligini yaptigini anlamak güc degil.
    dahasi yazar, bu yazdiklari ile kürt sorununda cehaletini gözler önüne serdigi gibi, devletin resmi tezine birde eklemeler yapmi$.

    birincisi, “$engal direni$ birliklerinin” t.c.’ye saldirdigi yazarin uydurmasi ve t.c. yöneticilerinin de “$engal direni$ birlikleri türkiyeye kar$i eylem yapiyor” gibi bir iddiasi hic olmadi.

    “$engal direni$ birlikleri”, yezidilere saldiran i$id’ci sunni cihadcilarin kürt gücleri -pkk+pe$merge- tarafindan $engalden uzakla$tirilmalarindan sonra oranin yerli yezidilerinin kendilerini sunni cihadcilara kar$i korumak icin olu$turduklari silahli birlikler oluyorlar.
    yani, bu silahli birliklerin türkiye ile uzaktan yakindan alakasi yok. pkk’nin yezidi birliklerini askeri yönden egitmesinin t.c.’ye yönelik bir tehdit olarak degerlendirmek gülünc olur, cünkü yezidilerin t.c. devleti ile hicbir ali$ veri$leri olmadigi gibi, t.c.’ye saldirmak orda kalsin, yezidilerin kendilerini i$id’e kar$i savunacak gücleri bile yok. peki t.c.’yi rahatsiz eden nedir?

    cevap: pkk’nin, “yezidileri savunan/koruyan güc” olarak sahneye cikip i$id’ci cihadcilara kar$i sava$masini nakite cevirme gayretleri.

    pkk bu sayede hem $engal’de/irak’ta/güney kürdistan’da kendine yer edinmeye cali$ti hem de yezidilerin hristiyan olmalarindan dolayi avrupa ve amerika kamuoyunda yezidileri sunni cihadcilara kar$i savunan güc olarak pkk, “terörist” imajini kismen düzeltme imkani buldu.

    bütün bunlar t.c. devlet adamlarini ve pkk’yi kendine rakip olarak gören barzani’yi fena halde rahatsiz etti, ediyor.

    ayrica ypg’nin, t.c.’nin son hava saldirilarindan kadar, t.c.’ye yönelik tek bir eylemi olmami$tir; aksine t.c., ypg’yi/suriye kürtlerini “terörist” olarak kategorize edip, rojavada ki kürt kantonlarini da kendi milli güvenligine “tehdit” olarak gördügünden beri rojavaya yönelik sürekli taciz ve saldirilarda bulunmasina ragmen ypg, t.c.’yi “tahrik etmemek” düsüncesiyle sürekli alttan aldi.

    yazarin yazdiklarinin hepsini buraya alinti yapip argümanlarini cürütmeye kalksam yorum cok uzayacak.
    yazinin genel icerigi t.c.’nin kürtlere yönelik saldirilarini “me$ru” göstermeye cali$an resmi devlet argümanlarinin yeniden üretiminden ba$ka bir$ey degil.

    yazar, ABD’nin suriyede neden t.c. ile degil de kürtlerle ortak i$ yaptigini “ABD’ye pahaliya patlar” gibi sacma sapan bir gerekce ile aciklamaya cali$iyor. ABD’ye neden pahaliya patlar, bunun aciklamasini da yapmami$.

    yazarin diger bir iddiasi “ortada i$id ile mücedele diye bir$ey yokmu$”.

    demek ki ABD öncülügünde kurulan koalisyon ucaklarinin kac yildan beridir i$id’e yönelik hergün yaptigi bombarduman kandirmaca ya da antreman.

    kürtler/ypg de, i$id’in kobani’ye saldirmasindan $u anda ki rakka’ya dogru ilerleyi$e kadar, i$id ile degilde hayaletlerle sava$iyorlarmi$.

    ABD suriyede neden islamci erdogan ile degil de ypg ve ypg ile beraber hareket eden arap ve türkmenlerle i$ yapiyor?

    cevap: sunni islamist akp rejimi en ba$indan beri, körfez arap monar$ileriyle beraber, -i$id ve el kaide de dahil olmak üzere-, esad rejimini yikmak icin dünyanin dört bir yanindan suriye’ye dolu$an bu sunni cihadcilara hem sponsorluk yaptilar hem de lojistik destek sundular.

    bu projenin sahibi ve orkestra $efinin ba$ emperyalist ABD oldugunu belirtelim.

    i$id’in güclenerek ön plana cikmasi, ardindan “halifelik” ilan etmesi ve tüm hristiyan alemine “haclilar” diyerek sava$ ilan etmesi sonucu ABD, “ilimli islamcilar” ve “amerikan düsmani islamcilar” ayrimi yapti; yapmak zorunda kaldi.

    i$te bu noktadan itibaren ABD ile sunni cihadcilarin sponsorlugunu yapan türkiye ve körfez arap monar$ileri arasinda görü$ ayriliklari belirmeye ba$ladi.

    obama’nin türkiye, suudi arabistan, katar, BAE gibi devletlere yaptigi “cihadcilari destege devam fakat i$id’i ayirin; i$id’e destek vermeyin” uyarilarini bu devletler ya hic dikkate almadilar ya da ancak kismen dikkate aldilar. neden?

    mesela islamist erdogan i$id’i sadece esad rejimine kar$i degil, ayni zamanda kürtleri ezmek icin, kürtlere kar$i da sava$tiracak “faydali” bir güc olarak görüyordu/gördü. erdogan’in müjde verir gibi “kobani dü$tü dü$ecek” söylemini hatirlayalim.

    i$te ABD’nin suriye’de i$id’e kar$i i$id’in sponsoru islamist erdogan’in yerine, zaten i$id ile sava$ta olan ypg/kürt güclerini tercih etmesinin asil sebebi budur.

    bilindigi gibi, daha sonra erdogan, ABD’yi sirf kürtlerle ortak i$ yapmaktan caydirmak icin direksiyonu kirip, i$id’e destegini kesti kesmesine ama, i$ i$ten gecmi$ti ve ABD artik kararini kürtler lehine vermi$ti.

    necip’in yukarda linkini verdigi islamci akp medyasinin anlattigi “maddi cikarlar” safsatasinin asli budur; gercekler bundan ibaret.

  241. İhtiyar çoban

    Necip mecip, sende dürüst bir kalp ve insan erdemi var mı diye sorsalar, lafazan cevapların yetişir. Önce çene, sonra beyin! Motor ters sarıyor.
    Ben, arkeoloji dili, Latin meselesi kötü bir şey demedim ki! Zor yanı dedim ve bunu da arkeolojinin tatlılığına bağladım.
    Sen, eveleme geveleme, dil döndürmece, bilmece bulmaca, kandırmaca, dönmece uzmanı mısın? Değilsin; hiçbirşey de olamazsın. İnsanlık, adamlık, pazarda satılsa alırdın ama, satılmıyor.

  242. İhtiyar çoban

    Çoklarının sıkıntısı, tek tasası para ise, bir zamanlar o para denen kağıtları kamyonla taşıdığımı bilirim; gözümde hiç bir değeri yoktu. Sizin emperyalizminize, kapitalizminize, faşizminize de hiç pabuç bırakmadım. Karşımda zedeli şeyler oldular: Afetzede, depremzede gibi.
    Sizin okuduğunuz okullara ben oyuncaktan eğlence evleri gibi baktım. Sonunda ”log-loji” olan alanlarınızı zeka katliamı oyunları saydım. Benim gerçek okulum, hayatın kendisi, doğallık, anlayışla çözümleme ve yararlı olma üzerinedir.
    Durunuz daha, devam edip bitirmediğim 3 okul mokul daha var. Firari, eşkıya, delifişek çoban ağabeyiniz, çoğunuzun ‘kariyer’ , ‘istikbal’ , vb. dediğiniz şeylerin bir gübre etmediğini gördü geçti.
    ‘Bataklık’ yurt olsa, İhtiyar çoban, dağ doruğunda ateş yakmayı seçer.

  243. İzdivaç programları ev hanımlarını uyutmak için bir afyon niteliğindedir.

  244. “devlet’i ticari bir firma gibi gören; siyasi cikar ile ekonomik cikari bir ayni $eyler sanan cehalet”

    Rica etsem, icinde ‘ekonomik cikar’ (yani, maddi getiri ya da maddi ziyandan kacinma) amaci barindirmayan herhangi bir ‘siyasi cikar’ ornegi verebilir misiniz?

    Yazdiklarinizin geri kalan kismi uzerine cok fazla sey yazacak degilim.

    Ama, su kadarini soylemekle yetineyim: Ateist oldugunu soyleyen birisinin ‘Allah’ inancinin bu kadar derin ve kuvvetli olabilecegi kirk yil dusunsem aklima gelmezdi…

    Su bakimdan soyluyorum: Siz, anlasilan, (dunyanin askeri ve istihbarat gucunun en az yuzde 80’lerine denk gelen) 60’dan fazla devletin (koalisyon) karsisinda ISID diye bir seyin ortaya cikmasini ve varligini devam ettirebilmesini ‘onlara Allah yardim ediyor’ seklinde acikliyorsunuzdur herhalde.

    Oyle ya; dunyanin %80’ine denk gelen 60+ ulkenin karsisinda ancak ‘Allah’ durabilir; cunku herseye ‘O’nun gucu yeter.

    Yok, eger sizin aciklamaniz bu degilse; o zaman, bir zahmet, bana ayaklari yere basan –akil suzgecinizden gecirdiginiz– ciddi bir aciklama lutfedin.

    Yalniz, anlatacaginiz hikayenin icinde, lutfen, dag baslarinda, magaralarda ya da colun ortasinda karnini zor doyuranlarin onca silaha, paraya ve iletisim imkanlarina nasil eristikleri de olsun.

  245. “Durunuz daha, devam edip bitirmediğim 3 okul mokul daha var.”

    O da bir sey mi?

    Benim –bitirmek bir yana– hic gitmedigim binlerce (hatta, sayisiz) okul-mokul var.

    “Firari, eşkıya, delifişek çoban ağabeyiniz, çoğunuzun ‘kariyer’ , ‘istikbal’ , vb. dediğiniz şeylerin bir gübre etmediğini gördü geçti.”

    Hic alamadigi Ferrari’sini hic satamamis –ama, ‘birakip gittim’ diyen– bir ‘bilge’ ile muhatabiz, anlasilan.

    Dunya denen bu ‘zerzevat sepeti’nde bir tane de bundan olmasini yadirgaMAmak lazim.

  246. Göklere çıkarılanlar

    Ergenekon hükümlüsü Ergün Poyraz’ın bir kitabında okumuştum, Şerif Mardin’in Nurculuğu Kemalizm karşısında göklere çıkardığından bahsediyordu.
    Sizin de aklınıza AKP’yi Balkan oligarşisi karşısında göklere çıkaran Necip gelmedi mi?

    [Şimdi hatırladığım o cümleleri arayınca buldum, alıntılıyorum;
    “Said Nursi’yi ve Nurculuğu güncelleştirmek ve uluslararası düzeyde önemli kılmak yönündeki çabalar, Şerif Mardin’in tam da “Yeni Dünya Düzeni”nin doğuşuyla birlikte piyasaya sürülen, Said Nursi hakkındaki kitabıyla yeni bir halkaya kavuşmuştur. Halen Amerika’da Washington Üniversitesinde görev yapmakta olan Şerif Mardin, 1998 Mart ayı başında Türkiye’ye geldiğinde, basına yansıyan açıklamalarından anlaşıldığına göre, daha özgür olduğu için Amerika’da yaşadığını ifade etmiştir. Oysa, Türkiye’de özgürlüklerin en çok kısıtlandığı 12 Mart ve 12 Eylül dönemlerinde bile, bilindiği kadarıyla, bu zatın başına en ufak bir şey gelmiş değildir. Said Nursi’yi ve Nurculuğu Kemalizm karşısında göklere çıkaran kitabı da Türkiye’de özgürce basılmış ve satılmıştır.
    Bütün bunlardan sonra, Şerif Mardin’in kendisini Aksoy’lar, Üçok’lar, Mumcu’lar… safında bir özgürlük kahramanıymış gibi göstermeye kalkışması biraz garip kaçmıyor mu!
    Ayrıca sorulması gerekir: Şerif Mardin, Martin Luther King gibi veya Kennedy kardeşler gibi, Amerika’da mevcut özgürlüklerin sınırlarında dolaşmasını gerektiren bir şeyler mi yapmıştır ki orada daha özgür olduğu sonucuna varabilmiştir?”]

  247. O kadar rahatsızsanız seyretmezsiniz olur biter. İslami faşizmin hiçbir yasağına alkış tutmam. Nitekim, Wikipedia da yasaklanmıştır biliyorsunuz. Dünyanın en büyük ve kolektif ansiklopedisini bile yasakladılar.

  248. marxist argüman

    necip’in 224 nolu yorumundan alinti:

    “Rica etsem, icinde ‘ekonomik cikar’ (yani, maddi getiri ya da maddi ziyandan kacinma) amaci barindirmayan herhangi bir ‘siyasi cikar’ ornegi verebilir misiniz?”

    $imdi de necip’n linkini verdigi akp medyasindan star gazetesinin kö$e yazarzi “beril dedeoglu”nun yazisindan iki alt ba$lik:

    “Rusya’ya karşı ‘en karlı’ oyunu oynama”
    “Türkiye’ye karşı ‘en az maliyet’ oyunu kurma”

    anla$ilan beril hanim uluslararasi/devletlerarasi siyaseti bir monopoli oyunu gibi görüyor.

    önce $u akp’li islamci madrabazlarin ve basininin sahte “anti-emperyalizm” söylemini te$hir etmek lazim.
    akp basinini okuyan ve erdogan’in “ver mehteri” manasinda ki demeclerini okuyanlar, birde perincekci/aydinlikci ulusalci fa$istlerin söylemlerine bakanlar türkiye’yi ABD ile sava$ta sanir. kendilerini ABD’ye kafa tutan k. kore sanan ve öyle sunan islamci madrabazlarin devleti t.c. kimdir?

    cevap: ikinci dünya sava$indan sonra kurulan amerikan dünya düzeninde safini amerika/nato cephesinde belirlemi$; o yillardan beri de nato’nun güney kanadi olarak komünizme kar$i kalkan olmu$; bu hizmetleri kar$iliginda amerika ve almanya’dan her yil düzenli olarak askeri/mali yardim almi$; on küsür kere IMF’nin kredileriyle ekonomik krizden cikarilmi$ bir devlet.

    islamci madrabazlara ve aydinlikci fa$istlere sormak lazim: madem amerika ile sava$tasiniz nato üslerini neden kapatip, amerikan askerlerini yurtdi$i etmiyorsunu?

    türkiyede ki amerikan ve AB sermayesini neden yurdi$i edip ticari ili$kinizi kesmiyorsunuz?

    ya da tersinden soralim, madem ABD ve AB ile sava$tasiniz, sosyalist blok’u, küba’yi, k. korey’yi, iran sii molla rejimini, esad rejimini, kaddafi rejimini devirmek icin elinden geleni ardina koymayan ABD ve AB; türkiyeye neden tek bir yaptirim uygulamiyor; tam tersine “türkiye nato müttefigimizdir; ticari ortagimizdir” gibi aciklamalar yapiyorlar, ona göre de davraniyorlar?

    islamcci madrabazlar ve aydinlikci fa$istler devletleri t.c.’nin ABD ve AB ile “cikar cati$masini” $anli bir anti-emperyalist mücadele olarak pazarlamaya cali$iyorlar.
    kime, alicisi kim? “halk” denilen

  249. marxist argüman

    necip’in 224 nolu yorumuna cevaben:

    yukarda ki yorumum bitmeden yanli$likla gönderildi, kaldigim yerden devam ediyorum:

    islamcci madrabazlar ve aydinlikci fa$istler devletleri t.c.’nin ABD ve AB ile “cikar cati$masini” $anli bir anti-emperyalist mücadele olarak pazarlamaya cali$iyorlar.

    kime, alicisi kim? “halk” denilen faydali ahmaklar toplulugu: reji, ver mehteri, pompala gazi!”

    devlet neden ticari bir firma degildir ve devleti yöneten siyasetciler neden ticari bir firmanin sahibi gibi hesap yapmazlar?

    türkiye ile yunanistan arasinda ki “be$ para etmez” kardak kayaliklari bilmem, keci kayaliklari krizlerini, tarti$malarini göz önüne alalim: o kayaliklarin ihtiyar coban’in deyimiyle gübre kadar kiymeti yokken, bu kadar gürültü neden?

    ayni $ekilde güney cin denizinde cin devletiyle vietnam, filipinler, japonya vs. arasinda da yine ekonomik olarak kayda deger bir anlami olmayan adalar icin bu kadar gürültü neden?

    t.c., “hava sahami ihlal etti” diye neden o kadar riski göze alip rusya ucagini dü$ürdü; t.c.’nin bundan maddi cikari orda kalsin bir sürü ekonomik zarari oldu.

    t.c. devlet adamlari cumhuriyetin kurulu$undan beri neden kürdistanda bir sava$ yürütüyorlar, bu sava$ cercevesinde vatanda$larini katlediyorlar; kendi dagini, arazisini bombaliyorlar?
    t.c. devlet adamlari “bölücü terörö” ile sava$inin t.c. maliyesinin en az 30-40’na mal oldugunu bildikleri halde, neden kürtlerin ana dilde egitim, yerel otonomi gibi kültürel/siyasi haklarini taniyip, kürt sorununun maddi külfetinden kurtulmuyorlar?

    böyle sorulari ve örnekleri cogaltmak mümkün ama devletin ticari bir firma olmadigini anlamak icin bu örnekler yeter.
    her devletin bir ekonomisi oldugunu, ve ekonominin önemini bilmeyen ya da inkar eden mi var? hayir.

    necip’ten alinti:

    “Yok, eger sizin aciklamaniz bu degilse; o zaman, bir zahmet, bana ayaklari yere basan –akil suzgecinizden gecirdiginiz– ciddi bir aciklama lutfedin.

    Yalniz, anlatacaginiz hikayenin icinde, lutfen, dag baslarinda, magaralarda ya da colun ortasinda karnini zor doyuranlarin onca silaha, paraya ve iletisim imkanlarina nasil eristikleri de olsun.”

    bunun cevabini yukarda zaten verdigim halde necip ya demagoji yapiyor ya da dünyadan haberi yok cünkü ingilizcesi oldugu halde dünya basinini takip etmiyor; tutucu/muhafazakar duygularinin asiri bir mantik ile sadece islamci madrabazlarin “ver mehteri” babinda yazdiklari safsatalara dayanarak burda yorum yaziyor.

    i$id’ci sunni cihadcilarin dag ba$inda, cöllerde, magaralarda ya$adigi nerden cikti?

    anla$ilan necip’in, i$id’in kurdugu halifelik devletinden haberi yok; i$id’in yakin zamana kadar icinde musul gibi büyük $ehirlerde dahil, türkiyenin yarisi büyüklügünde bir cografyayi kendi egemenligi altina aldigindan haberi yok.

    i$id örgütünün gücü nerden geliyor?

    yukarda yazdim: sponsorlarindan. kimdir bu sponsorlar?

    para, ba$ta suudi arabistan ve katar olmak üzere, körfez arap monar$ilerinden ve sunni cihadci arap zenginlerinden. silah,mühimmat ve personel sevkiyati, lojistik türkiye üzerinden.
    t.c. ayni zamanda cihat sava$cilarin tedavi olup dinlendikleri, hatta egitim gördükleri bir devlet oluyor.

    bunun birde güney cephesi var: israil’in esad rejimini devirmek icin güneyden i$id de dahil, sunni cihadcilara verdigi destek var.

    arti, i$id’in musul merkez bankasinda ki paralara el koymasi; i$id’in ba$ta petrol olmak üzere, yaptigi ticaret; halktan topladigi vergiler; i$id’in artik kendisinin ürettigi patlayici ve silahlar vs.

    bu yazdiklarim sir falan degil, necip, türk yazar “fehim ta$tekin”in yazdiklarini okusa bile meseleyi anlayacak, fakat o kendi kücük muhafazakar dünyasinda ya$iyor.

  250. “Sizin de aklınıza AKP’yi Balkan oligarşisi karşısında göklere çıkaran Necip gelmedi mi?”

    Eger akliniza gelen o ise, ya ben yanlis anlatmisim ya da siz yanlis anlamissiniz.

    Ben, ‘Balkan Oligarsisi’ artik kaybettigini (ya da kaybetmek raddelerinde oldugunu) soylerken, bunu gerceklestirenin AKP oldugunu soylemedim.

    Sebebi de basit: AKP, tek basina, boyle bir sonuca ulasmak icin cok kucuk, hatta onemsiz bir yapidir.

    Bir tur ‘spearhead’ (‘mizrak ucu’) gorevi yapmis olabiir; ama, butunsel anlamda sonucu tayin edici bir rol icin cok kucuktur.

    Yani, aslinda, AKP’yi ortaya cikaran sosyolojiye bakmak gerekir.

    Bu sosyoloji, ayni zamanda, ‘Cemaat’i de ortaya cikaran, ona insan kaynagi olan sosyolojidir.

    Yani, ‘Cevre’nin ‘Merkez’de olmak, pastanin/lavasin asil bolusuldugu yeri ele gecirmek (elde etmek) arzusudur/hevesidir/hirsidir.

    Isin ilginci, bu arzusunun/hevesin/hirsin en yogun kristalize oldugu –en iyi odaklamanin yapildigi– yer de, Milli Gorus filan degil, bence, Cemaat’tir.

    Derdim Cemaat guzellemesi yapmak degil, su siralarda bu hic de ‘politically correct’ de degil zaten; ama, geriye dogru dikkatle bakarsaniz, ‘Balkan Oligarsisi’ ile en derin, en kiran kirana ve en uzun soluklu mucadeleyi veren bu yapidir.

    Bu bakimdan bakarsak, basarili oldugunu da teslim etmeliyiz.

    Bunu (bu ‘basari’yi), tabii ki, sonuca bakarak soyleyemeyiz; cunku, sonucta –ulkeyi devralmak baglaminda– Cemaat kaybetmis gorunuyor; o ayri.

    Ama, ‘Balkan Oligarsisi’nin bir daha belini dogrultamayacak noktaya gelisinde Cemaat’in payini (daha dogrusu, Cemaat’e insan kaynagi olan kitlenin sosyolojisini) gozardi etmemizi gerektirmez bu.

    AKP (ve Milli Gorus tabani), Cemaat bu canhiras mucadeleyi yaparken, cogunlukla kenarda beklemis ve her iki taraf da birbirini yeterince zayiflattiktan sonra ‘live to tell the story’ (hayatta kalip hikayeyi anlatacak birisi olmak) cinsinden ortaya cikarak boslugu doldurmaga aday olmustur.

    Buna firsatcilik diyebilir miyiz?

    Emin degilim.

    Buna ‘result of unintended consequences’ (niyetlenilmemis sonuclarin/hedeflerin neticesi) veya ‘sans’ demek daha uygun gibi geliyor bana.

    Gunumuze, bugune donelim:

    Ben, referandum sonuclarina itirazlarin bir ise yaramayacagini, bunun bir ‘devlet projesi’ oldugunu dusundugumu daha once yazmistim. Benim kanaatim buydu ve hala daha da bu.

    Fakat, ‘Balkan Oligarsisi’nin temsil ettigi ‘muesses nizam’in el degistirmesinin nasil olacagini kestiremiyordum. Vurusarak mi cekilecekler; yoksa, daha bariscil (sulh ile) mi olacakti?

    Galiba, ikincisi soz konusu. Bunu da, Disk’in 1 Mayis kutlamalarini Taksim’de degil de bundan boyle Bakirkoy’de yapacagini aciklamasindan cikarsiyorum.

  251. “önce $u akp’li islamci madrabazlarin ve basininin sahte ‘anti-emperyalizm’ söylemini te$hir etmek lazim.”

    Iyi olur da, bunu militan diliyle, tek tarafli sloganlarla yapmaniz hic de kolay olmayacak.

    “islamci madrabazlara ve aydinlikci fa$istlere sormak lazim: madem amerika ile sava$tasiniz nato üslerini neden kapatip, amerikan askerlerini yurtdi$i etmiyorsunuz?

    türkiyede ki amerikan ve AB sermayesini neden yurdi$i edip ticari ili$kinizi kesmiyorsunuz?”

    Cevabi hayli basit olan seyler uzerinde cok fuzuli zaman harcamissiniz: Bu adimlari atmanin potansiyel zarari elde edilebilecek faydadan coktur. O yuzden, o adimlar atilmaz.

    Yani, ekonomik acidan, fayda-maliyet hesabi, negatif cikiyor.

    Diger yazdiklariniz, malesef, icinizi bosaltmak, soyleyerek rahatlamak bakimindan tabii ki faydali; ama, konumuzla alakali degil.

    “devlet neden ticari bir firma degildir ve devleti yöneten siyasetciler neden ticari bir firmanin sahibi gibi hesap yapmazlar?”

    Yeni bir ‘devlet’ teorisi mi duyacagim diye merakla devamini okudum.

    Heyhat, nerede bende oyle bir sans.

    Onun yerine, klasik kahve muhabbeti yazmissiniz.

    “türkiye ile yunanistan arasinda ki ‘be$ para etmez’ kardak kayaliklari bilmem, keci kayaliklari krizlerini, tarti$malarini göz önüne alalim: o kayaliklarin ihtiyar coban’in deyimiyle gübre kadar kiymeti yokken, bu kadar gürültü neden?”

    Ihtiyar Coban nam arkadasimiz bu konularda bir tur uzmandir, tabii ki; ama, o kadar uzmanlik kendisinden degil bekledigi binlerce koyunun herhangi birinden de edinilebilcegi icin, kendisini kolayca gozardi edebiliriz.

    Simdi gelelim Kardak ve diger ‘kayalik’lara.

    Sizin bilmeniz gerekli degil tabii ki; ama, yine de tamaminin bir ekonomik degeri olmayan Yunanistan’in neden AB’ye alindiginin uzerinde biraz dusunmeniz lazim.

    Amac, antik Grek medeniyetine sahip cikmak idiyse, bu medeniyetin (Atina haric) tamami Turkiye’nin Ege sahillerinde tecelli etti. Bunu da, konuyla ilgili her Avrupali bilir zaten.

    Mesele eger Atina olsaydi, orada zaten duruyordu, hala daha da duruyor; herkes gibi, her Avrupali turist de her zaman gidip gorebilirdi, gorebilir.

    Yok, mesele Yunanistan topragi idiyse; walla, kirac daglarinda zeytin agaclari ve keciden baska bir sey yetismeyen bu toprak parcasini hic de oyle kiymeti yok. Keci eti/sutu ve zeytin icin kimse Yunanistan’a mahkum da degil zaten.

    Geriye ne kaliyor?

    Ege denizindeki hidrokarbon yataklari. Ziyadesiyle zengin petrol ve dogalgazdan bahsediyorum.

    Bunlari sizin gibi kahve kosesi ufkundan bakanlar bilmek zorunda degil; ama, bilenler pekala biliyor.

    Bundan 30+ sene once Yunanistanli isadami ahbabimla sohbet ederken, muzip bir tebessumle, “bizi ceyizimiz icin aldilar” demisti. Ikimiz de ‘ceyiz’in yukarida bahsettigim kaynaklar oldugunu biliyorduk.

    Ayni sey, Kibris icin de gecerlidir.

    Icecek yeterince suyu olmayan, elektrigini de dizel jeneratorlerle uretmege calisan Kibris’in kiymeti –olsa olsa– bazi bolgelerinin sayfiye yeri olmasi olabilir.

    Ama, tam olarak oyle olmadigini yakin zamanda gorduk: Etrafinda, denizde, zengin hidrokarbon yataklari var.

    Bunlari cikartip satabilirlerse, paraya para demeyecekler. Dahasi, AB de, enerjide disa bagimliligini yok denecek seviyeye indirgeyebilecek.

    Bu baglamda, yakin gecmiste, cikacak olana ortak olmak icin, Turkiye, Kuzeyi de AB’ye devretmegi teklif etti.

    AB, ve Guney ahalisi, bunu kabul etmedi. Turkiye’ye zirnik koklatmamak niyetine tamam da, arkasini getirmek onemli.

    Yapamadilar ve sonucta geldi ABD sermayesi oturdu oraya. Onlar da, Turkiye ile anlasmazlarsa, maliyetlerinin cok yukselecegini biliyorlar. ABD ile anlasmak daha kolay; cunku, onlar Kibris’tan cikacak olana cogunlukla sadece ticari gozle bakiyorlar; AB’ninki gibi ‘yasamsal’ bakmiyorlar.

    Donelim Kardak ve diger ‘kayalik’lara.. Buradaki gorsel atismalarin arkasinda hep su vardir: Ege denizindeki hidrokarbon kaynaklarindan Turkiye’nin payini vermezseniz, ya yapazsiniz ya da size cok pahaliya patlar.

    50 senedir devam eden bir pazarliktir bu –Hora gemisini hatirlayanlar bilecektir.

    Kisacasi, ornek diye verdiginiz sey tam olarak ekonomik cikarlara ornektir ve konuyu bilmediginizi ifsa etmenizden oteye bir sey yapmis olmuyorsunuz.

    [Sahi.. Siz, Turkiye’nin NATO semsiyesi altinda olmayan tek ordusunun Ege Ordusu oldugunu da bilmezsiniz, buyuk bir ihtimalle. O ordunun neden kuruldugu hakkinda da, muhakkak, cok heyecanli magazinel/Marksist teoriler de yazarsiniz.]

    “böyle sorulari ve örnekleri cogaltmak mümkün ama devletin ticari bir firma olmadigini anlamak icin bu örnekler yeter.”

    Siz, bakkal dukkani seviyesinde yapilan faaliyete ‘ticari’ dediginiz icin, ondan daha uzun erimli/menzilli ve daha kapsamli faaliyetlerdeki ticari vizyonu goremiyorsaniz, kabahat benim mi?

    “anla$ilan necip’in, i$id’in kurdugu halifelik devletinden haberi yok; i$id’in yakin zamana kadar icinde musul gibi büyük $ehirlerde dahil, türkiyenin yarisi büyüklügünde bir cografyayi kendi egemenligi altina aldigindan haberi yok.”

    Bu kadar ufuksuzluk gormek beni kahrediyor.

    Bahsettiginiz ‘halifelik’ ya da ‘devlet’, yer ile yeksan edilen Irak’in bir kisminda ortaya cikmis degil mi?

    Yani, ‘koalisyon’ dedigimiz 60+ devletin halen her sekilde mevcut oldugu bir toprak parcasinda..

    Bu ‘halifelik’in hava gucu yok. Sifir.

    Sadece kara gucu ve insan kaynagi var.

    Bir yerden bir yere, tanklar ve Toyotolar ile gitmiyorlar mi?

    Kolaisyonun, birakin kara gucuyle bir seyler yapmasini, hava kuvvetleri, roketler ve drone’lar ile birkac saat icinde cil yavrusu gibi dagitacagi bir seyi siz benim ciddiye almami istiyorsunuz.

    Siz ciddiye alabilirsiniz; ona bir ey diyemem. Ama, bunlari deyince, sizi ciddiye alamayacagimi bilmeniz lazim.

    “i$id örgütünün gücü nerden geliyor?
    yukarda yazdim: sponsorlarindan. kimdir bu sponsorlar?”

    Guldum simdi. Asil sponsorlari gormeden, aracilari onemserseniz, yapacaginiz analiz de bu kadar olur.

    Keske, siz de, ‘onlara Allah yardim ediyor; o Kadir-i Mutlaktir; Onun herseye gucu yeter’ filan gibi seylr soyleseydiniz.

    Ona da itibar etmezdim; ama, en azindan itiraz etmek daha zor olurdu.

    “arti, i$id’in musul merkez bankasinda ki paralara el koymasi; i$id’in ba$ta petrol olmak üzere, yaptigi ticaret; halktan topladigi vergiler; i$id’in artik kendisinin ürettigi patlayici ve silahlar vs.”

    Kuzum, gercekten.. Cocuk musunuz siz?

    Musul’un ele gecirilmesini ISID’in yetenekleri arasinda sayiyorsaniz, kolaisyonun (uzaktan kumandayla tamamini silmek mumkunken) mudahale etmeyisini dikkate almiyorsaniz, siz, bana kurt masali anlatiyorsunuz demektir. Sizin inandirildiginiz kurt masallarini bana anlatmayin, karsilik bulmaz, demek istiyorum.

    “bu yazdiklarim sir falan degil, necip, türk yazar ‘fehim ta$tekin’in yazdiklarini okusa bile meseleyi anlayacak, fakat o kendi kücük muhafazakar dünyasinda ya$iyor.”

    Kilavuzunuz Fehim Tastekin gibi amigolar oldugu muddetce kendi burnununuzun ucunu dahi goremeyisinizi anlayisla karsiliyorum.

  252. “OHAL kapsamında izdivaç programlarına yasak konmuş. Çok iyi bir haber. Bu yozlaşmaya kim dur dese iyidir.”

    Izdivac programlarinin OHAL ile baglantisi nedir?

    RTUK’un pekala duzenleyebilecegi bir sahaya OHAL/KHK ile mudahale etmek de neyin nesi?

  253. İhtiyar çoban

    Sarılaşan sendikaların, işçiden başka bir şeye benzemiş işçilerin, düzenek partilerinin, İşçi Bayramında gereği yok.
    Eşitlikçi, özgürlük tutkunu devrimci insanların 1 Mayıs’ı kutlu olsun; böyle işçilerin de!

  254. marxist argüman

    “özgürlükcü/idealist” devrimcilik neden dünyayi anlamaktan ve aciklamaktan acizdir?

    zileli’nin yorumunu buraya aliyorum?

    “O kadar rahatsızsanız seyretmezsiniz olur biter. İslami faşizmin hiçbir yasağına alkış tutmam. Nitekim, Wikipedia da yasaklanmıştır biliyorsunuz. Dünyanın en büyük ve kolektif ansiklopedisini bile yasakladılar.”

    dikkat edilirse zileli olgunun kendisini, yani tv’lerde ki izdivac/evlilik programlarini mercek altina alip incelemiyor; bu programlarin toplum yönelik amaci ve fonksiyonu nedir, kimler düzenliyor, bu i$ten kazanclari nedir, islami rejim ve taraftarlari bu programlardan neden rahatsiz oluyorlar, aciklamiyor; olgunun kendisi hakkinda bir kanaat sahibi degil, kanaat sahibi olma gibi bir niyet ve ilgi de yok.

    zileli’nin mantigi $u: ben “özgürlükcü” bir devrimciyim; yasaklari savunamam hele bu yasak islamci rejimin koydugu bir yasak ise hic savunmam.

    zileli, kendi baki$ acisinin ne kadar isabetli oldugunun altini cizmek icin “wikipedia’yi bile yasakladilar” diye yazmi$.

    zileli’ye sormak lazim: wikipedia ile izdivac/evlilik programlarinin arasinda ki ili$ki nedir; bu iki olgunun birbiriyle uzaktan yakindan alakasi olmadigi halde, neden sanki birbiri ile ili$kili imi$ gibi gösteriyorsunuz?

    dikkat edilirse islami rejim wikipedi’yaya eri$imi neden engelliyor, gerkcesi nedir, wikipedi’nin hangi icerigi islamci madrabazlari rahatsiz etti, zileli ve zileli ile ayni mantiga sahip okuyuculari bunu merak etmiyorlar; olani biteni anlamak ve kanaat/fikir sahibi olmak, böyle $eyler zileli ve okuyucularinin ilgi alanina girmiyor?

    zileli icin önemli olan sözü gecen iki $eyin de yasaklanmasi; yani zileli, izdivac programlari ile wikipedia’nin yasaklanmasindan yola cikarak iki durum/olgu arasinda otomatikmen bir ili$ki kuruyor: “haaa, söz yasaklardan acilmi$ken, bu arada wikipedia’yi da yasakladilar, onu da belirteyim.”

    böylelikle yasaklanan $eylerin kendisi tarti$ilmami$ oluyor, yasaklama eyleminin kendisi tarti$ma konusu oluyor; zileli’nin derdi de zaten o.

    zileli ve okuyucularinin bu yanli$ ve entellektüel düzeyi/derinligi sifir olan yüzeysel mantigi, bu sefil mantigin sahiplerini izdivac/evlilik programlari gibi en sacma, en savunulmayacak $eylerin savucusu pozisyonuna sürükledigi halde kendilerini “hic ayrim gözetmeden her türlü özgürlükleri savunan; üstün bir ahlaka sahip kahramanlar” olarak görürler.

    bu yanli$ mantigin beslendigi kaynak demokrasisi hayranligidir; demokrasi idealistligidir. böyleleri “diktatörlük”, “yasak” gibi kavramlari bir küfür gibi algilar ve kullanirlar. (bkz. zileli’nin yazilari)

    özellikle avrupada cocuk pornografisini bile “özgürlük” adina savunan mantik i$te bu mantiktir.

  255. diagnostic retikul

    gün kusura bakma ama propaganda yazısı ile umut vermeye çalışmışsın, bu nasıl bir iktidar zayıflığıdır ki göz göre göre hile yapmasına rağmen kimse itiraz edemiyor ? carl schmitt’in tespitini hatırlayalım, egemen olan hukukun üzerine çıkandır. adamlar hukukun üzerine çıktı mı ? çıktı, demek ki egemenlikte zirve noktadalar. kaldı ki arzusu güç olan, iktidarı nasıl elde ettiğini önemsemez. bu yüzden anarşist değil miyiz ? güç ile ahlak arasında tezat bir ilişki var.

    şimdi diyorsun ki sonları geldi, hiç sanmıyorum. bilakis bu dönemi alt kültürü ideolojik olarak örgütlenmede, orta sınıfı ise sallanan ekonominin istikrarsız yapısı içinde üst sınıfı ise kendilerine yakın tutmak vesilesiyle tüm sınıfsal katmanlara ideolojik gömleklerini iktisadi ilişkilerle perçinleyeceklerdir. dolayısıyla 2023’de gerçekten çok katı ve halk desteği çok güçlü bir iktidar ortaya çıkacaktır.bu durumda daha çok temel hak ve özgürlüklere eğilmek ve mücadeleyi bu eksende tutmaktan başka yapılacak bir şey yok.

  256. Küçükaydın’dan:

    Enternasyonalizm, kendisinin milletin değil sınıfın çıkarını öne aldığını söylerken, aslında milliyetçilerin milliyetçilik tanımını kabul etmiş ve savunmuş olur. Bu nedenle enternasyonalizm aslında içi dışına çevrilmiş bir milliyetçiliktir.
    Milliyetçilik, bir milletin çıkarını öne almak değildir; Milliyetçilik, ulusal olanla politik olanın çakışması ilkesini savunmaktır.
    Milliyetçiliğin biricik doğru tanımı budur.
    Enternasyonalizm, milliyetçiliğin millet ve milliyetçilik anlayışlarına dayandığından, ulusal olanla politik olanın çakışması ilkesini hiçbir zaman ve hiçbir şekilde sorgulamadı, dolayısıyla kendisi milliyetçiliğin ufkunun dışına çıkamadı ve dolayısıyla da milliyetçiliğin ne olduğunu hiçbir zaman anlayamadı ve ona karşı hiçbir program geliştiremedi.
    Bizzat Enternasyonal sözcüğü bile, yani uluslar arası sözcüğü bile, bu milliyetçi ufkun damgasını taşır. Yani uluslar arası, uluslara karşı değil. Yani a-nasyonal ya da anti-nasyonal değil.

    Bu uygarlığın temel var oluş biçimi olan uluslara ve ulusal olanla politik olanın çakışması ilkesine karşı çıkmadan, yani a-nasyonalist, anti-nasyonalist olmadan, (buradaki anti nasyonalizm, politik olanla ulusal olanın çakışması ilkesini reddetmek olarak anlaşılmalı, yani milliyetçilerin nasyonalizm tanımı anlamında anti ya da a-nasyonalizm değil) ona karşı bir program geliştirilemez

    Bu, “dünyanın bütün işçileri” niçin birleşecek?
    Ulusal olanla politik olanın çakışması ilkesine son vermek için.
    Yani nasıl tanımlanırsa tanımlansın, ister demokratik ve cumhuriyetçi, her hangi bir dil, din, etniye gönderme yapmayan uluslar olsun, ister bunlara gönderme yapan, ulusal olanı bunlara göre tanımlayan gerici ulusçuluğa göre olsun, politik olanı ulusal olana göre tanımlamaya son vermek için. Ulusal olanı, apolitik yapmak, onu kişinin bir vicdan sorunu yapmak için. Anti-nasyonalizm ya da a-nasyonalizm budur.

    Ama burada iş biter mi?
    Hayır?
    Bu bir sosyalist devrimin şiarı olur, ama işçi sınıfının gerçek hedefi, ulusal olanı özel, bir inanç ve vicdan sorunu olarak tanımlamak değildir. Bu sadece burjuvazinin siyasi biçimine son vermek olur. Halbuki işçi sınıfı için hedef burjuvaziyi alaşağı etmek, onun siyasi ve ekonomik ilişki ve biçimlerine son vermekle yetinmek değildir; o devleti ve sınıfları yok etmekle de yükümlüdür.

  257. İhtiyar çoban

    Emeğin, emekçiliğin ne kadar zor olduğunu anlatmak istiyorum: Eliniz keser tutar, bir rüzgarlı gün; cereyan, akım; yel girer; yürüyemezsiniz bile, çalişılamaz hal. İşten geri kalsanız, yövmiye 50 lira, uçar. (Gerizekalılara not: Yel girme, rüzgar meselesidir ve biz çalışkan fedaileri hep hasta eyler.)
    Otları biçmişsinizdir; direkler sarılacak otla. Gecede, ay ışığında koyun kuzu yiyebilir, siz yaparsanız. (Ben hep yapardım; çocuklarımdır kuzular bilinciyle.) Koyun kuzu, emeğinizi sayar sever; iştahla yerler, sizin damak tadınız olurlar. Siz, eşek tarzı, yer, içer, uyur, …ar geçersiniz.
    Demirci, tamirci dükkanınızı açmışsınızdır, kapitelo, faşingo, paramete, düzenbaz tezgaha rağmen. iki kira, iki vergi
    üç düzenek, beş bokepe olayı… Küsersiniz bilemediğiniz üçkağıda.

    Neyse! ağır ve derin konular buradaki ”zerzevat”a.

    Bugün 1 mayıstı ve bir traktör çalı, söğüt, ardıç odunuyla emektar traktörle doruğa çıktım bu yaşımla. Müthiş bir ateş yaktım, Mahirli, Kaypakkayalı, Denizli, Bedrettinli, Zapatalı, Pancholu bir ateş yaktım aşağılara. Aşağılarda sirenler, alarmlar çaldı. ben kaç yaşımda adamım; herkesten çok fazlasını bilirim. yanıma bile yaklaşamadılar; Delifişek çoban var orada, dediler.
    Ulan, ben ölüp gitsem, sanki bu insanların üzerine faşizm çöreklenecek. Bu yüzden, 100 yaşıma kadar yaşamaya karar verdim. ne mutlu bana, ne mutlu toprağıma, ne mutlu insanlığa.
    Tanrı topraktır; evinizdir, bahçenizdir, el emeğiniz ve kararlarınızdır.

    İşçi bayramı üzerine lafazan faşoluğun taa ebesini bir de!
    Hala eller toprak, demir, tebeşir, bulaşık kremi filan, kuzu boku, mermer fabrikası tozo filan kokuyorsa hala umut var.

  258. Bir uyanış var. Hissettiniz mi?

  259. “Kartaca Yıkılmalı” – Erdoğan Gitmeli

    “Raviyanı ahbar ve muhaddisanı ruzigar rivayet ederler ki”, Roma’lı, yaşlı senatör Cato, hangi konuda konuşursa konuşsun, her konuşmasını “körün değneğini bellediği gibi” daima, “bu vesileyle de şunu eklemeliyim ki Kartaca yıkılmalı” diye bitirirmiş. (Ceterum censeo Carthaginem esse delendam)
    Kartaca, Fenikelilerin açtığı Akdeniz ticaret yollarının yine Fenike kökenli bir koloniden çıkmış mirasçısı idi.
    Genç Roma ancak yaşlı Kartaca’nın Akdeniz ticaretindeki egemenliğine, Kartaca’yı taş üstünde taş bırakmamacasına yok ederek son verdikten sonra, Roma-Bizans-Osmanlı diye sürecek Akdeniz-Ortadoğu uygarlık alanının birliğini ve ticaret yollarının güvenliğini sağlayabilmiştir.
    Hıristiyanlık da Akdeniz-Ortadoğu uygarlığının ekonomik temeldeki bu birliğinin üstyapıdaki bir yansımasından başka bir şey değildir özünde.

    Hıristiyanlığın gerçek kurucusu olan Paulus, o dönem Akdeniz-Ortadoğu uygarlık alanının, Efes, Korint, Roma, Antakya, İskenderiye şehirlerindeki Hıristiyan cemaatleriyle haberleşiyordu.
    Kartaca’nın yıkılışı neredeyse iki bin yıl sürecek bir düzenin maddi ön koşulunu oluşturmuştu. Akdeniz uygarlığında kentler dönemi bitiyor, ticaret yollarının emniyetini sağlayan İmparatorluklar dönemi başlıyordu.
    Benzeri binlerce yıl önce, Mezopotamya’da, Sümer kentlerinin yerini Sargon’un kurduğu Akad imparatorluğunun kuruluşu ile yaşanmıştı.
    *
    Evet, Erdoğan gitmeli.
    Erdoğan gitmeden, sadece Türkiye’de değil, Ortadoğu’da kimseye gün yüzü görmek yok.
    Bunun için 2019 veya Erdoğan’ın kendi ihtiyaçlarına uygun olarak tespit edeceği başka bir tarih beklenmeden derhal yola koyulmalı, ona güçlerini toparlayacak; yeni saldırılar örgütleyecek zaman ve imkân tanınmamalı.
    Erdoğan’ın gitmesinin tek yolu seçimler değildir.
    Politika gerçek güçlerin konumlanışları ve ilişkileri üzerinden yürür.
    Seçimler bu gerçek güç ilişkilerini yansıtan araçlardan sadece biridir.
    Seçimlere odaklı olmayan, gerçek toplumsal güçler arasındaki ilişkileri değiştirmeye yönelik bir strateji izlenerek pek ala Erdoğan tecrit edilebilir ve istifası veya mahkemeye çıkarılması veya mahkemeye çıkmamak için kaçmasına yol açılabilir.
    Bu nedenle, #HAYIR cephesinin, Erdoğan’ın 2019’a kadar bulunduğu yerde kalmasını veri olarak kabul eden, 2019 seçimlerine yönelik strateji oluşturmaya yönelik yaklaşımları kategorik olarak reddetmesi gerekiyor.
    Erdoğan’ın gitmesinin ilk koşulu budur.
    Her kim ki, 2019’a odaklı bir politika önermektedir, o Erdoğan-Ergenekon ittifakının sorunsuzca sürmesini istiyor demektir.
    Doğmamış çocuğa don biçiyor demektir.
    *
    Erdoğan’ın gitmesi demek elbette demokrasinin gelmesi demek olmayacaktır.
    Ama Erdoğan’ın gitmesi en azından az çok hukukun geri gelmesi anlamını taşıyabilir.
    Erdoğan tüm hukuku ayaklar altına alandır ve aynı zamanda hukukun ayaklar altına alınmasının sembolüdür.
    Erdoğan orada olduğu sürece kimsenin canı, malı, ırzı emniyette değildir.
    Yaşamın ve siyasi mücadelenin bu asgari koşullarını tekrar kazanabilmek için temel hedef Erdoğan’ın bir an önce gitmesi olmalıdır.
    “Erdoğan gitmeli” hedefi ve vuruş yönü, demokrat olmayan ama aynı zamanda devletin uzun vadeli çıkarları açısından bir hukuku olması gerektiğini düşünen geniş kesimlerden Erdoğan’ı tecrit etmek için de şarttır.
    Erdoğan’ın gitmesini hedef alan bir mücadele çizgisi, Erdoğan’ın gitmesi ve can, mal ve ırz emniyetinin gelmesi için olmazsa olmaz koşuldur.
    *
    “Erdoğan giderse bir şey değişmez, Erdoğan’ı baş hedef göstermek yanlıştır” diyenler ise siyasi mücadelenin dinamik karakterini anlamıyorlar.
    Toplumsal mücadeleler değişmez birimlerin mekanik hareketlerinden oluşmazlar.
    Mücadeleye giren güçlerin kendisi mücadele içinde değerlerini değiştirirler.
    Erdoğan’ı götürme, Hukuk’u getirme mevziinde kurulacak bir savunma hattı ile Erdoğan ve Ergenekon ittifakının saldırısı durdurulabilir.
    Daha sonra bu birikmiş potansiyel ile çok daha ilerilere gidilebilir.
    Bu nedenle “Kartaca Yıkılmalı”.
    Erdoğan gitmeli.
    Basta.
    3 Mayıs 2017 Çarşamba
    Demir Küçükaydın
    https://demirden-kapilar.blogspot.com.tr/2017/05/kartaca-yklmal-erdogan-gitmeli.html

  260. 11 nolu yoruma tamamıyla katılıyorum. Bu Zileli aslında Fransız devrimiyle Bolşevik devriminin evlenmesinden doğma bir modern vatandaş, yani bilir bilmez konuşan bir medya soytarısı.

  261. Sen hangi grup Erdoğanistsin Necip?

    3 Mayıs 2017

    Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AKP’ye yakınlığıyla bilinen gazetelerin köşe yazarları arasıda yaşanan tartışmayla ilgili açıklama yaptı.

    Gazeteci Cem Küçük’ün “Mavi Marmara’daki manyak tipler” şeklindeki sözlerinden sonra başlayan “İslamcılar AKP’den tasfiye ediliyor” tartışmasına değinen Erdoğan,

    “Son dönemde, çok çirkin, kabul edemeyeceğimiz yaklaşımlara şahit olduk. Bu bir defa, yolda, çizgide istikrarsızlıktır. Sırat-ı müstakim’den sapmadır. ‘İslamcı olanlar atılıyor, İslamcı olmayanlar getiriliyor’ deniliyor. Bir siyasi partinin çalışmalarında, İslamcı olmak ya da olmamak şeklinde bir ayrım yapmak zaten yanlış. Biz tekkeye mürit aramıyoruz ki. Siyasi parti için esas olan, dürüst, ilkeli, vatanını, milletini seven, parti ilkelerine uyacak insan aramaktır. Ama bazıları işi tamamen şirazesinden çıkardı. İşi, kendi belirledikleri çerçevede kalan insanları ‘doğru’, onun dışındakileri de ‘yanlış’ addetme noktasına getirdiler.” diye konuştu.

    “Aralarında, kurucusu olduğum partiyi geçmişte desteklemiş olanlar bulunabilir. Ama onların bu desteklerini daha sonra da aynen sürdürdüklerini düşünmüyorum. Daha sonra ibreleri değişti.” görüşünü dile getiren Erdoğan, “yol arkadaşıysan, gönül arkadaşıysan, pazara kadar değil, mezara kadar gidilir. Bunların bir kısmı pazara kadar geldiler, sonra trenden indiler” dedi.

    http://www.birgun.net/haber-detay/erdogan-dan-yandas-yazarlara-tekkeye-murit-aramiyoruz-157903.html

    1. grup: Hakiki-İslamcı Erdoğanistler

    2. grup: Sahtekar-İslamcı Erdoğanistler

    3. grup yok.

    Erdoğanizme göre, kainatta iki tür insan vardır: Müslümanlar ve kefereler.

    Sen hangi gruba mensup Erdoğanistsin Necip?

  262. “aslında Fransız devrimiyle Bolşevik devriminin evlenmesinden doğma bir modern vatandaş”

    Ya da D. Küçükaydın’ın ifadeleriyle [yani modern toplumun dininin, yani Aydınlanma ve onun karşı devrimci biçimi olan ulusçuluğun]* mensubu da denilebilir.

    * https://demirden-kapilar.blogspot.com.tr/2014/05/demokrasi-ve-islam-demokratik-islam.html

  263. You can't hurry revolution

    https://www.youtube.com/watch?v=upnrXooMh4s

    Sitenin üstündeki “Aşk ve Devrim” başlığından aklıma geldi bu parça. “Devrim” de “Aşk” gibi aceleye gelmez. Devrimcilerin hatası belki de budur.

  264. Balkan oligarşisi ile Başkan oligarşisinin (ve bu ikisi içindeki hiziplerin, örneğin bugün cemaati, geçmişte “Ergenekoncu” denilen ulusalcıları iktidara karşı savunduğumuz gibi) mücadelesinde hangi tarafın zayıfladığını görüyorsak o tarafa yardım etmeliyiz ki bu şekilde birbirlerini mümkün olduğunca çok kırsınlar. Bugün Başkan’ın ve oligarşisinin bu güçlü durumuna aldanarak muhalefete düştüklerinde onlara bir tekme de biz vurmamalı, aksine böyle bir durumda yeni bir Balkan oligarşisi diktatörlüğü tehlikesine karşı bu sefer onları desteklemeliyiz.

  265. “Sen hangi gruba mensup Erdoğanistsin Necip?”

    Sizi sorguculuga kim tayin etti?

    Ozgurlukcu (!) ‘sol’un gelenegi mi?

    Once, kendiniz, durdugunuz yeri detaylariyla hele bir yazin (baska yerlerden kopyala-yapistir yapmak yerine), sonra yorum yapmaga degip degmeyecegine bakarim.

  266. “‘Devrim’ de ‘Aşk’ gibi aceleye gelmez.”

    Butun bir gece boyunca surse, yine de ‘aceleye geldi’ mi sayilir?

  267. Bu Zileli aslında Fransız devrimiyle Bolşevik devriminin evlenmesinden doğma bir modern vatandaş, yani bilir bilmez konuşan bir medya soytarısı.
    Sayın şef,m,z Gün Zileli’ye dil uzatanların dilini keseriz. Gün amcamız aynı Stalin amcamız gibi Kapitalizm ve baskı düzenlerine kariı gelen cesur bir önderimizdir. Bu önderimiz Erdoğan’dan bile korkmaz.

  268. Necip, seni Erdoğanistlik yapmaya kim tayin etti?

    Sen ilk önce bunu detaylarıyla bir yaz hele, sonra sana soru soran kişilerin saçmasapan ‘özgürlükçü’ ve saçmasapan ‘sol’ gelenekten olup olmadığıyla ilgili fal bakmaya devam edersin. İlk önce önyargılarını kırıp, sorulara cevap vermeye çalış, sonra kişilerin geçmişini didiklemek için sorular sorarasın.

  269. Erdoğan ‘İflah olan yok’ dedi Abdüllatif Şener cevap verdi

    Eski Başbakan Yardımcısı ve AKP’nin kurucularından olan Abdüllatif Şener’den, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan AKP’ye tekrar üye olurken yaptığı konuşmada “Bu partiye sırtını dönüp de iflah olan kimse görülmemiştir” şeklindeki sözlerine yanıt geldi.

    Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan AKP’ye tekrar üye olurken yaptığı konuşmada ‘Bu partiye sırtını dönüp de iflah olan kimse görülmemiştir’ dedi.
    Eski Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener de Erdoğan’ın bu sözleri hakkında “Başarının, iflah olmanın, hakkın hakikatin ölçüsü güç ve koltuklar olsaydı dünyanın en iflah olan insanları firavunlar olurdu” açıklamasını yaptı.
    Erdoğan’ın sözlerini RS FM’de Yavuz Oğhan’dan Bi De Bunu Dinle’de değerlendiren Şener, şu açıklamaları yaptı:
    “Siyaset yapan herkes kendi pozisyonunu güçlendirmek için, kendi durduğu yerde ne söylenmesi gerekiyorsa onu söylemeye çalışır. Cumhurbaşkanı’nın değerlendirmesi, kendisine özgü bir değerlendirmedir. İflah olmak ne demektir? İflah olmak, başbakan, milletvekili, bakan ya da cumhurbaşkanı olmak mıdır? İflah olmak birilerine göre makam, mevki sahibi olmak ve bununda ötesinde mevkii kullanarak, haram veya helal bol para sahibi olmak olarak değerlendirilebilir. Bulunduğu konuma gere topluma faydalı olan insanlar, iflah olan ve başarılı insanlardır. Ama konumu, makamı, unvanı, serveti yükseldiği halde ülkesine zarar veren insanlar, başarısız ve iflah olmayan insanlardır. Türkiye’de ortam o kadar felakete doğru gidiyor ki, şu anda ortaya çıkan bu tablodan dolayı sorumlu hissetmesi gereken devlet büyükleri, başarısız gözüküyorlar. Nedir o başarısızlık? En basiti ekonomi. Türk lirası değer kaybetmiştir. Son 9 yıldır kişi başına düşen milli geliri düşüren, insanları yoksullaştıran, bir siyasi iktidar ve iktidarın tepesinde bulunan kişiler başarısızdırlar. Başarısız olmaksa, iflah olmamayı gerektirir.”

    ‘ERDOĞAN’IN ‘BİZİM KARDEŞLİĞİMİZ MEZARA KADAR’ CÜMLESİ GERÇEĞİ YANSITMIYOR’

    Şener, iflah tartışmasını değerlendirmeye devam ederek şunları söyledi:
    “Hayatımın en önemli dönemini Adalet ve Kalkınma Partisi’nin var olması için harcadım. Ancak dava dediğiniz şey kurumsal bir yapı değildir. İçinde bulunduğunuz kurumsal yapıda eğer sizin dava dediğiniz temel ilkelere aykırı şeyler varsa orada durmak davaya ihanet olur, oradan ayrılmak değil. Benim dışımda partinin kurucuları arasında yer alan, partinin var oluşunu sağlayan isimlerin hemen hemen hiçbiri şu anda Adalet ve Kalkınma Partisi’nde değildir. Ayrılmak ve bırakmak istemedikleri halde Sayın Erdoğan tarafından partiden dışlanmışlardır, diskalifiye edilmişlerdir. Dolayısıyla böyle bir tablo ortadayken, Erdoğan’ın ‘Bizim kardeşliğimiz geçici bir kardeşlik değildir. Uzun süre beraber yol almak gerekir. Mezara kadar gidilir’ gibi sözleri yaptıklarını değil, yapmadıklarını bastırmaya yöneliktir.”

    ‘BU MU BAŞARI, BU MU İFLAH OLMAK?’

    Türkiye’nin şu anki politikasını da değerlendiren Şener, “Türkiye dış politikası arapsaçına dönmüştür, bir curcunadır. İslam alemini kan gölüne çeviren politikaları sahiplenmek yine aynı şekilde bir başarısızlığın sonucudur. Devletin tepesindeki insanların siyasi tarzı insanları ayrıştırmayı derinleştirmiştir ve huzur kalmamıştır. Bu mu başarı, bu mu iflah olmak? Her tarafında bombaların patladığı bir Türkiye’yi inşa etmek, yanlış politikalarla var kılmak iflah olamamanın resmidir. Başarının, iflah olmanın, hakkın hakikatin ölçüsü güç ve koltuklar olsaydı dünyanın en iflah olan insanları firavunlar olabilirdi” dedi.

  270. Emperyalizmden kurtuluş burjuva milliyetçiliğinde değil proletarya enternasyonalizminde

    Gerçek
    Mayıs 3, 2017

    Soner Yalçın, Sözcü gazetesinde yazdığı yazıda meseleyi sonunda “emperyalizmi kurtarıcı görerek 1 Mayıs kutlanmaz” demeye getirmiş. Sonuç doğru gibi gözüküyor ama yarım. Gidiş yolu ise tümden yanlış.

    Soner Yalçın “meramımı anlatmak için bazı bilgiler vermeliyim” diye yazıya başlamış ama verdiği bilgiler eksik. Eksik bırakılan bilgiler de özensizlik ya da unutkanlıktan değil, işine gelmediğinden… Çünkü “emperyalizm kurtarıcı değil” diyen Soner Yalçın’ın kurtarıcı olarak gördüğü şey burjuva milliyetçiliğinden başka bir şey değil.

    Yalçın yazısında, II. Enternasyonal’in Birinci Dünya Savaşı’nda nasıl bölündüğünü, kimi sosyal demokrat partilerin kendi emperyalist hükümetlerinin savaş bütçelerine onay verdiğini hatırlatıyor. Doğrudur. Ve ekliyor… “Dünya işçi sınıfının en güçlü örgütü II. Enternasyonali emperyalizm böldü.” Eksik. II. Enternasyonal’i bölen emperyalizm, baş silahı olarak burjuva milliyetçiliğini kullandı. Emperyalist hükümetlere verilen destek itina ile yurtseverlik sosuna bulanmıştı.

    II. Enternasyonal bölündü ama iş orada kalmadı. İşçi hareketi içinden bunun cevabı da verildi elbet. Almanya’da Rosa Luxemburg, Karl Liebcknecht ve arkadaşları canları pahasına bu emperyalist yurtseverliğe karşı mücadele etti. Rusya’da Lenin ve Trotskiy’in önderliğinde savaşta da barışta da bütün ülkelerin işçileri birleştiren Komünist Enternasyonal (III. Enternasyonal) kuruldu. Bu bilgiler de Soner Yalçın’ın yazısında yer almıyor. Soner Yalçın II. Enternasyonal’in 1907, 1910 ve 1912 kongrelerinden bahsediyor bu kongrelerde alınan kararları benimseyen ve ileri götüren ne Zimmerwald Kongresi’nden ne de Komünist Enternasyonal’den bahsetmiyor. Çünkü emperyalizme enternasyonalizmle cevap veren komünistler, milliyetçi Soner Yalçın’ın işine gelmiyor.

    Soner Yalçın’a bakarsanız Birinci Dünya Savaşı da sanki kendiliğinden bitmiş. 1917’de Ekim Devrimi olmamış, Rusya’yı emperyalist savaştan çeken Bolşeviklerin önderliğindeki işçi iktidarı değilmiş ve bu devrim emperyalist paylaşım savaşını bitiren esas olay değilmiş gibi kulağının üstüne yatıyor. Devrimi ve devrim seçeneğini gizlemeye çalışıyor. Çünkü burjuvazinin içindeki milliyetçi kesimlerden kendine kurtarıcı arıyor. O yüzden de soruyu işine geldiği gibi soruyor: “Solcu arkadaş hangi Paris’ten yanasın: II. Enternasyonal’e mi yoksa Barış Konferansı’na mı ev sahipliği Paris’ten yanasın?”

    Ezilen halkların emperyalizme karşı mücadelesi çoktan seçmeli test sorularına indirgenemez. Biz Zimmerwald’den Komünist Enternasyonal’den yanayız, Bolşevizmin geleneğini her türlü milliyetçi yozlaşmaya karşı savunduk ve bugün Dördüncü Enternasyonal saflarında savunmaya devam ediyoruz. Emperyalizme de her zaman hayır dedik demeye de devam ediyoruz. Ama Soner Yalçın gibilerin meseleyi getirmek istediği yeri de biliyoruz. Dün nasıl II. Enternasyonal oportünistleri sınıf işbirlikçiliklerini yurtseverlik maskesiyle gizledilerse bugün de Kürt düşmanlığının anti-emperyalizm olarak yutturulmasına karnımız tok.

    Türkiye solunun önemli bir bölümünün Avrupa Birliği hayranlığı ve Türkiye’nin geleceğini bütünüyle AB’nin himmetine bağlayan tavrı dolayısıyla, solun, geçmişinde var olan son derecede sağlıklı anti-emperyalist dürtüyü yitirmiş olduğu bizim sürekli vurguladığımız bir nokta. Ama Soner Yalçın’ın yaptığı gibi bütün solu aynı torbaya koymak aslında bir yanılgı falan değil, kasıtlı bir çarpıtma. Amacı da anti-emperyalizmin sosyalist solun gündeminden çıktığını, dolayısıyla çözümün burjuva milliyetçiliğinde aranması gerektiğini savunmak.

    Biz, Devrimci İşçi Partisi olarak, 1 Mayıs’ta taşıdığımız en büyük pankarta “NATO’dan, Gümrük Birliği’nden çıkılsın, İncirlik Üssü kapatılsın” yazdık. Sloganlarımız arasında şunlar vardı: “NATO’dan çıkılsın İncirlik kapatılsın!”; “Katil ABD Ortadoğu’dan Defol!”; “Kahrolsun ABD, Avrupa emperyalizmi!”; “Emperyalistler işbirlikçiler 6. Filo’yu unutmayın!”. Rojava’daki ABD varlığına da her zaman karşı çıktık. Ama ABD aradan çıksın Kürtleri ezelim diyen, sonunda da Ortadoğu’da ABD çıkarlarının askeri olmaya soyunan NATO milliyetçiliğinin de foyasını ortaya çıkarmaktan geri durmadık. Biz, “Kürtlerle barış ABD’yle savaş” diyoruz. Çünkü emperyalizmin en iyi dostunun burjuva milliyetçiliği olduğunu da hem tarihten hem bugün yaşanlardan gayet iyi biliyoruz.

    Biz, Soner Yalçın’dan farklı olarak, işine geldiğinde milliyetçilik yapan, işine geldiğinde NATO’yu destekleyen Sözcü gazetesinden de yana değiliz! Biz halkların kardeşliği uğruna emperyalizmin karşısına burjuva milliyetçiliğini değil enternasyonalizmi çıkaran Komünist Enternasyonal’den yanayız! Onun devamı olan Dördüncü Enternasyonal’den yanayız!

    http://gercekgazetesi.net/karsi-manset/emperyalizmden-kurtulus-burjuva-milliyetciliginde-degil-proletarya-enternasyonalizminde

    http://gercekgazetesi.net/sites/default/files/main/articles/anti-emp_pankart_2.jpg

  271. Hileli Referandum, Dikta Rejiminin Yıkılışa Gittiğinin İlanıdır!
    Ne kadar derin, ne kadar doğru, ne kadar sık sık olan yıkılışların tellalığı, yıkılış komisyonculuğu! Bunu yazan bir kahin, bir kahve falcısı, bir müneccim maşallah! On bin yıldır yıkılması beklenen ama bir türlü yıkılmayan bir düzenin hödüğü! Bir gerçek kıro! Kısacası gam tüccarı!
    Ah nerede o eski çok güzel konuş-konuş bitmez demokrasi günler! Ah nerede o özgürlük, kardeşlik, eşitliğin hüküm sürdüğü çok güzel eski günler! Ah nerede o her kafadan yalancı sahtekarların çıkan hoş ve can okşayıcı ninnilerin uyuttuğu eski güzel günler!
    Türkiye başıkanlı cumhuriyet olacak. Sahtekarlık aynı kalacak ama tek bir sahtekar kafa olacak ve yalanlar da tek bir kafadan çıkacak. Eski dinler açısından bakıldığında, çok tanrılı dinden tek tanrılı dine geçişin yeniden yaşanması, bir tarihsel ilerleme! Yeni din olan bilim açısından bakıldığından tek bir “doğa yasa”sıyla (herşey teorisi) yalanların ekonomisi, basitleştirme, hazmı kolaylaştırma. Bu süt inekleri bilim adamları dünyayı devletler ve endüstriler uygunlaştıran, azınlığa hizmet eden, coğunluğun ağzını sulandıran adamlarının veya yeni imam-papazların yalanı. Bu yeni süt inekleri imam-papazların ayıplarını saklama donları “insanlık için” yalanı; bitmez tükenmez çirkin karnından konuşmaları, asıl sahtekarların alt sahtekarları. Aynı yukarıdaki yazıyı yazan enayi bu yeni imam-papazlardan biri olmalı.
    Aslında bu, düzeni incleyen ineklere bol ot; saray yakını yazarların, düşünürlerin, devlet memuru profesörlerin çenelerini gevşetme, kendileri gibi enayilere akıl verme fırsatı sağlama.

  272. RTE ve RTEistler

    Firavun = RTE
    Hâmân = Davutoğlugiller, Yıldırımgiller (ve Perinçekgiller)
    Kârûn = Doğangiller, Koçgiller, Sabancıgiller (ve Necipgiller)

  273. “İlk önce önyargılarını kırıp, sorulara cevap vermeye çalış, sonra kişilerin geçmişini didiklemek için sorular sorarasın.”

    Once sunu bir duzeltelim: Kisilerin gecmisini didiklemek degil; hangi gecmiste saplanip kaldiklarini tespit etmek.

    Sonra da, madem sorulara cevap vermek konusunda bu kadar titizsiniz, once siz su soruyu cevaplayin lutfen:

    Mars’a gitmege ne dersiniz?

  274. Soruya soruyla cevap verme

    1. Mars’a yolculuğu tartışmıyoruz. Saçmasapan, konuyu saptırıcı bir soruyla bulanıklık yaratamazsın.

    2. Soruya soruyla cevap verme geleneğinin timsallerinden biri de sensin.

    Kişilerin geçmişini didiklemek ve hangi geçmişte saplandıklarını tespit etmek ‘falcılığına’ sonra devam edersin, diye yazmıştım.

    Soru açık, net cevap ver:

    http://www.birgun.net/haber-detay/erdogan-dan-yandas-yazarlara-tekkeye-murit-aramiyoruz-157903.html

    1. grup: Hakiki-İslamcı Erdoğanistler

    2. grup: Sahtekar-İslamcı Erdoğanistler

    3. grup yok.

    Erdoğanizme göre, kainatta iki tür insan vardır: Müslümanlar ve kefereler.

    Sen hangi gruba mensup Erdoğanistsin Necip?

  275. marxist argüman

    devlet ve ekonomi ili$kisi: emperyalist rekabet ve AB

    necip’in 8 nolu yorumundan alinti:

    “Sizin bilmeniz gerekli degil tabii ki; ama, yine de tamaminin bir ekonomik degeri olmayan Yunanistan’in neden AB’ye alindiginin uzerinde biraz dusunmeniz lazim.

    Ege denizindeki hidrokarbon yataklari. Ziyadesiyle zengin petrol ve dogalgazdan bahsediyorum.

    Bundan 30+ sene once Yunanistanli isadami ahbabimla sohbet ederken, muzip bir tebessumle, “bizi ceyizimiz icin aldilar” demisti. Ikimiz de ‘ceyiz’in yukarida bahsettigim kaynaklar oldugunu biliyorduk.”

    necip, fehim ta$tekin’in yazdiklari seni tatmin etmediyse, sana alman politikacilarina dani$manlik yapan dani$manlarin $u sayfasini tavsiye edeyim:

    “https://www.swp-berlin.org”

    bu sayfada ki almanca yazilarin hepsinin ingizcesi de var. türkiye ve suriye de dahil, dünyada ki hemen hemen her ülke ve her türlü siyasi/ekonomik konularda analiz/ara$tirma yazilari var. f. gülen cemaati hakkinda bile uzun analiz yazilari bulabilirsin.

    benim fikirsel olarak beslendigim kaynak olan almanca marxist “gegenstandpunkt” yayinevinin yayinlari icinde aradigim hemen hemen her konuda yazilar olmasina ragmen, devlete dani$manlik yapan yukarda ismini verdigim sayfada ki ara$tirma yazilarini da tamamlayici ve daha güncel oldugu icin takip ediyorum.

    sana ve zileli’ye $iddetle tavsiye ederim; belki de kendi kücük dünyanizda ya$amaktan ve yorum yapmaktan kurtulursunuz. böylece sizinle fikir tarti$msi yapmak benim icin bu kadar yorucu olmaz.

    senin yunanistan ve avrupa birligi (AB) üzerine yazdiklarina gelelim.

    önce AB’nin kurulu$ amaci/hedefini tespit etmemiz lazim ki meseleyi anlayalim:

    1. kendi aralarinda ki bitmez tükenmez sava$larla birbirlerini iflas ettirme noktasina getiren avrupali emperyalist devletler 2. dünya sava$indan sonra $iddet ve sava$a dayali; rakibe boyun egdirme amacli rekabet yerine ekonomik rekabette karar kildilar ve bu amacla bugünkü AB olu$umuna giri$tiler.

    2. ikinci dünya sava$i sonunda birbirlerini kar$ilikli yikima ugratan ve bundan dolayi dünya emperyalist önderligini ABD’ye kaptiran avrupa devletleri yeni ba$ emperyalist ABD ile rekabet edebilmek icin almanya ve fransa’nin öncülügünde güclerini birle$tirip bugün ki AB’nin temellerini attilar.

    soru: AB ile ABD’nin kapitalist/emperyalist rekabetinde belirleyici faktörler nelerdir:

    birincisi, dünya parasi olan dolar ile rekabet edecek ortak bir para birimi. AB, bu hedefine bugün dolar ile dünya capinda rekabet eden “euro” para birimi ile ula$mi$ durumda.

    “euro”nun asil gücü almanya’nin eski ulusal para birimi olan “mark”a ve alman ekonomisine dayanir. bugün alman ekonomisi ile yari$amayan fransa’nin sagci/irkci/ulusalci marine le pen gibi politikacilarin euro’yu birakip yeniden ulusal paramizi kullanalim, demesinin sebebi budur.

    ingiltere ise kendi ulusal parasi zaten kiymetli oldugu icin ve bir de londra’nin dünyanin sayili finans merkezlerinden olmasi dolayisiyla “euro” para birimine geci$i cikarina uygun bulmami$ti.

    3. genel olarak AB, özel olarak AB’nin en fazla söz sahibi iki devleti almanya ve fransa birlige yeni üye alirken, üye devletin “ceyizine” bakmazlar; AB’ye üyelik kriteri “ceyiz” olsaydi türkiye ve rusya’nin yunanistan’dan cok daha fazla ceyizi olmasina ragmen AB’ye alinmadilar.

    (rusya’yi AB’ye aday ülke olarak bile kabul etmediler ve yine rusya’nin nato’ya alinma istegini de red ettiler)
    “ceyiz”den bahsedenler hem kapitalist ekonomiyi hem de AB’yi anlamadiklarini gözler önüne seriyorlar.

    kapitalist devletlerarasi rekabette belirleyici faktörlerden ilki tüm dünyada gecerli kiymetli bir para birimine sahip olmaktir, demi$tik. bununla ili$kili olarak avrupali firmalarin kapital/sermayesinin ABD, cin gibi küresel rakiplerin firmalari ile boy ölcü$ecek derecede büyük olmasi. AB devletleri ekonomik güclerini birle$tirerek; avrupali bazi firmalarda sermayerini birle$tirerek; ticari ortaklik yoluyla vs. bunu ba$ardilar.

    kapitalist rekabette belirleyici ikinci faktör “pazar”dir; pazar’in büyüklügüdür. ne demek bu?

    yani AB’ye üye ülkelerin sahip olduklari nüfus; üretici/i$gücü ve tüketici olarak nüfusun mümkün mertebe kalabalik olmasi.

    i$te yunanistan gibi kücük devletlerin AB’ye alinmalari jeostratejik vs. faktörlerin yanisira, AB ortak pazarini mümkün mertebe geni$letme amaciyladir.
    bu geni$leme rastgele ve ölcüsüz bir geni$leme degil tabii ki.

    yunanistan’nin kisa bir süre önce AB ortak pazari icinde ki kapitalist rekabette devlet olarak iflas etmesinin sebebi, yunan sermayesinin ve ürünlerinin büyüklük, kalite ve fiyatta üstün alman, fransiz vs. sermayesi ve ürünleriyle rekabet edemeyi$iydi.

    yunanistan’in ege denizinde ki zengin petrol ve dogalgaz yataklarindan dolayi AB’ye alindigi iddiasi neden bir hurafedir/efsanedir?

    cevap: cünkü günümüz emperyalizmi 100-150 yil önceki sömürgecilik ile ayni degil. yani, yunanistan AB’ye üye oldu diye ege de eger varsa petrol/dogalgaz yataklari otomatikmen AB’nin mali olmuyor; AB’ye üye ülkelerin yeralti zenginlikleri yine o ülkerin ulusal kaynagi olarak kaliyor.
    örnek, yunanistan o yeralti kaynaklarini AB ülkelerine satmak zorunda falan da degil, istedigi devlete satma hakki var, yani yunanistan’in varsa ceyizi, AB o ceyize kafasina göre el koyamaz.

    soru: yunanistan gibi kücük, önemsiz ülkeler AB’ye alinirken türkiye, rusya gibi ülkeler neden AB’ye alinmiyor?

    cevap: cünkü AB denilen emperyalist kulüb üyeleri arasinda da kiran kirana bir kapitalist rekabet var. ve AB’nin asil kazancli devletleri fransa ama özellikle de almanya’dir.
    örnek, bayan merkel bugün diyelim ki bir putin ya da trump ile pazarlik yaparken sadece alman devletini degil ama ayni zamanda AB’nin lider gücü olarak pazarlik yapiyor ve putin, trump, erdogan gibi liderler tarafindan da öyle görülüyor; ona göre muamele ediliyor.

    yani bayan merkel’in dünyada sözü gecen bir lider olmasi sadece almanya’yi degil ayni zamanda AB’yi de temsil ettigi icindir.

    bundan dolayi türkiye, rusya gibi ülkelerin AB’ye üye olmasi almanya, fransa gibi devletlerin i$ine gelmez, cünkü:

    birincisi, türkiye, rusya gibi ülkeler AB tarafindan yunanistan, dogu avrupa ülkeleri gibi kolaylikla hazmedilecek; entegre edilecek ülkeler degiller.

    ikincisi, türkiye ve rusya gibi devletlerin üye oldugu bir AB de almanya ve fransan’in liderligi tehlikeye girer; almanya ve fransa AB icinde istedikleri gibi borusunu öttüremezler.

  276. marxist argüman

    “teke dövü$ü” yine ba$ladi; necip ile 32 nolu yorumcudan bahsediyorum.

    sayin zileli, necip ile bu anonim arkada$a sitenizde özel bir yer tahsis edin; teke dövü$ünü orda yapsinlar, cünkü böylesi bo$ bele$ polemikler, ki$isel sata$malar bu sitenin “rayting”ni belki biraz yükseltir ama yorum bölümünün kalitesini/seviyesini/verimliligini dü$ürür.

  277. Firavun: Ben sizin en yüce Rabbinizim (Ene rabbükümü’l-a’lâ)

    RTE: Ben sizin en yüce Başkan’ınızım (Efendinizim = Rabbinizim)

    [Muhtemel itirazlara: İlahlık davasına kalkışan Firavun dahi “Ene rabbükümü’l-a’lâ = Ben sizin en yüce Rabbinizim” demiş fakat “Enellah = Ben Allah’ım” diyememiştir. Allah’ın Rab ismini kullanırken, Allah ismini kullanmaya cüret edememiştir.]

  278. “1. Mars’a yolculuğu tartışmıyoruz.”

    “1. Mayıs’a yolculuğu tartışmıyoruz.” diye okudum yorumu görünce.

  279. “Mars’a yolculuğu tartışmıyoruz.”

    ‘Soru’ demisim sehven. O bir oneriydi.

    ‘Soru açık, net cevap ver’

    Yoksa ne? Filistin Askisi mi Domuz Bagi mi?

  280. “böylesi bo$ bele$ polemikler, ki$isel sata$malar bu sitenin ‘rayting’ni belki biraz yükseltir ama yorum bölümünün kalitesini/seviyesini/verimliligini dü$ürür.”

    Sitenin reytingi benim umurumda degil. Sozkonusu arkadas, burada benim icin bir eglence kaynagidir; lutfen keyfimi azaltacak onerilerde bulunmaktan vazgeciniz.

  281. “bu sayfada ki almanca yazilarin hepsinin ingizcesi de var. türkiye ve suriye de dahil, dünyada ki hemen hemen her ülke ve her türlü siyasi/ekonomik konularda analiz/ara$tirma yazilari var. f. gülen cemaati hakkinda bile uzun analiz yazilari bulabilirsin.”

    Cok tesekkur ederim. Benim de hep arayip, aramakla da bulamadigim, sey tam da bu tru sitelerdir: ‘Tales for public consumption’, yani ‘buyuklere masallar’ anlatan siteler.

    “benim fikirsel olarak beslendigim kaynak olan almanca marxist ‘gegenstandpunkt’ yayinevinin yayinlari icinde aradigim hemen hemen her konuda yazilar olmasina ragmen, devlete dani$manlik yapan yukarda ismini verdigim sayfada ki ara$tirma yazilarini da tamamlayici ve daha güncel oldugu icin takip ediyorum.”

    Aferin size –yani, ‘bravo’ demek istemistim.

    Biz, milletce, okuyan insanlari severiz; bastaci ederiz. Su turkude oldugu uzere:

    Evlerinin önü bulgur kazanı,
    Herkes sever okuyanı yazanı.
    Kimse sevmez meyhanede gezeni.

    [Not: Kimse pek dikkat etmez; ama, buradaki asil anafikir, meyhanede gezilMEmesidir. Oturup efendi efendi ickinizi icmelisiniz; nedir o elinde kadeh/sise dolanip durmalar; yani.]

    “sana ve zileli’ye $iddetle tavsiye ederim; belki de kendi kücük dünyanizda ya$amaktan ve yorum yapmaktan kurtulursunuz. böylece sizinle fikir tarti$msi yapmak benim icin bu kadar yorucu olmaz.”

    Sizi yormak istemem –hasa.

    Kendi kucuk dunyamdan kurtulmami isteyisinizi de tekdir ediyorum.

    Ediyorum da, sizin kucuk dunyaniza hapsolmak bana cok daha klastrofobik geliyor.

    Sizi kim kurtaracak diye gam kasavet keder icindeyim.

    “önce AB’nin kurulu$ amaci/hedefini tespit etmemiz lazim ki meseleyi anlayalim:”

    Evet, evet. Baslangicini bilmek iyidir.

    Hatta, orada da kalmayip, ‘Big Bang’den baslayip ‘Kaal-u Bela’ uzerinden Erenler Meclisinde oturum yapalim..

    Kuzum, siz kendinizle niye boyle dalga geciyorsunuz hep. O kadarina mustehak degilsiniz.

    “soru: AB ile ABD’nin kapitalist/emperyalist rekabetinde belirleyici faktörler nelerdir:”

    Hadi bakalim. Uluslararasi Iliskiler. Ders 1.

    Yahu, gecin bunlari. Bunlar beylik sayfa doldurma, okuyucuyu bezdirme gayretleridir. Konumuza gelelim, konumuza.

    “3. genel olarak AB, özel olarak AB’nin en fazla söz sahibi iki devleti almanya ve fransa birlige yeni üye alirken, üye devletin ‘ceyizine’ bakmazlar; AB’ye üyelik kriteri ‘ceyiz’ olsaydi türkiye ve rusya’nin yunanistan’dan cok daha fazla ceyizi olmasina ragmen AB’ye alinmadilar.”

    Azicik anlar gibi olmussunuz. Fakat, sadece ‘azicik’.

    TR’yi ve RU’yu AB’ye almayislarinin sebebi, evet, iri geldikleridir. Birakin 2sini birden, sadece bir tanesini bile almaga kalksa, AB ortadan yarilir.

    Yani, ceyizi yerin dibine batsin, oyle bir ‘partner’ ki, abaninca altinda kalmak var ve cok da gercek.

    “‘ceyiz’den bahsedenler hem kapitalist ekonomiyi hem de AB’yi anlamadiklarini gözler önüne seriyorlar.”

    Evet, iki siteden dunya gorusu edinen birisinden bu konuda dersler almam lazim. Gercekten.

    Yaziklar olsun bana ki, kirk senemi verdigim halde ‘kapitalist ekonomiyi’ anlammamisim; dogumuna sahit olmama ragmen, AB’yi de..

    “kapitalist devletlerarasi rekabette belirleyici faktörlerden ilki tüm dünyada gecerli kiymetli bir para birimine sahip olmaktir, demi$tik.”

    Hikaye.

    Emisyon hacminden dahi haberiniz yok, gelmis makro ekonomi dersi vermege kalkisiyorsunuz.

    ‘Kiymetli para birimi’ bir kriter degildir. Az para basarsiniz, paraniz ‘kiymetli’ olur; cok basarsiniz, ‘kiymetsiz’.

    “i$te yunanistan gibi kücük devletlerin AB’ye alinmalari jeostratejik vs. faktörlerin yanisira, AB ortak pazarini mümkün mertebe geni$letme amaciyladir.”

    Neler yaveliyorsunuz boyle siz?

    Yunanistan’in nufusu, en son baktigimda, Istanbul’un 4’te 3’u filandi (10 milyon gibi). Yillik binde 6 gibi de azaliyor.

    Nufusun %20’den fazlasi da 65 yas ve uzeri.

    Yani, hem yasli hem de yaslaniyor.

    Yunanistan’in, eger parasi olsaydi, tek gelisen sektoru huzurevleri olurdu; ama, kader utansin ki, paralar suyunu cekti.

    Kisacasi, Yunanistan’dan ‘pazar’ anlaminda bir cacik cikmaz.

    “yunanistan’nin kisa bir süre önce AB ortak pazari icinde ki kapitalist rekabette devlet olarak iflas etmesinin sebebi, yunan sermayesinin ve ürünlerinin büyüklük, kalite ve fiyatta üstün alman, fransiz vs. sermayesi ve ürünleriyle rekabet edemeyi$iydi.”

    Dalga mi geciyorsunuz siz?

    Yunanistan, hicbir zaman, hicbir tur ve sekilde sanayilesmek, sanayi yatirimlari filan yapmak niyetinde olmadi ki; rekabet filan gibi seylerden bahsedelim.

    Bunun boyle oldugunu, AB dahil, herkes biliyor.

    Siz haric, tabii ki.

    Bilmeyince de, gelip burada, fuzuli diskurlarla (‘discourses’) kafa sisiriyorsunuz.

    “yunanistan’in ege denizinde ki zengin petrol ve dogalgaz yataklarindan dolayi AB’ye alindigi iddiasi neden bir hurafedir/efsanedir?”

    Sahi.. merak ettim simdi. Neden hurafeymis?

    “cevap: cünkü günümüz emperyalizmi 100-150 yil önceki sömürgecilik ile ayni degil. yani, yunanistan AB’ye üye oldu diye ege de eger varsa petrol/dogalgaz yataklari otomatikmen AB’nin mali olmuyor; AB’ye üye ülkelerin yeralti zenginlikleri yine o ülkerin ulusal kaynagi olarak kaliyor.”

    Ah ha. Buymus iste.

    Ya da, demek ki, neymis?

    ‘Cünkü günümüz emperyalizmi 100-150 yil önceki sömürgecilik ile ayni degil’mis..

    Vay canina..

    Evrim. Sen nelere kadirsin –hem de 100-150 sene icinde gecirilmis bir evrim..

    “örnek, yunanistan o yeralti kaynaklarini AB ülkelerine satmak zorunda falan da degil, istedigi devlete satma hakki var, yani yunanistan’in varsa ceyizi, AB o ceyize kafasina göre el koyamaz.”

    El koymaktan bahseden kim?

    Yunanistan, o kaynaklari paraya cevirmege basladigi andan itibaren onune gecmisten gelen her turlu faturayi dayarlar.

    Su anda dayamayislarinin iki temel sebebi var:

    1) Hala daha bu kaynaklara yonelik umutlar devam ediyor.

    2) Bugunku Yunanistan’da AB’nin el koyacagi bir sey yok. Yani, ‘hacize gitsen, ev tamtakir’ misali.

    “soru: yunanistan gibi kücük, önemsiz ülkeler AB’ye alinirken türkiye, rusya gibi ülkeler neden AB’ye alinmiyor?”

    Bunu konustuk. Yunanistan ufak tefek ve potansiyel ceyizi ona yapilacak masraflari korutuyor –henuz ve hala daha.

    “yani bayan merkel’in dünyada sözü gecen bir lider olmasi sadece almanya’yi degil ayni zamanda AB’yi de temsil ettigi icindir.”

    Aferin. ‘Game Theory’e kucuk basit dokundurmalar yapabiliyorsunuz.

    Eee.. sonra?

    Sonrasi yok.

    Yok, cunku, en degme Marxist dahi, konu uluslararasi iliskilere gelince, gak guk demekten oteye gidemiyor.

    Sizi yadirgamiyorum demek istiyorum.

  282. “Allah’ın Rab ismini kullanırken, Allah ismini kullanmaya cüret edememiştir.”

    Bana pek de yeterli bir aciklama gibi gelmedi bu.

    ‘Rab’ eger ‘Allah’in karsiligi ise, daha nasil bir ‘curet’ten bahsedebiliriz.

    Bence, daha aciklayici cevap, soylenisteki siirsellik kaygisidir. Yani, ahenge uymamistir.

  283. "On bin yıldır yıkılması beklenen"

    Onbin yıllık düzen[ler]in başlangıç[lar]ı

    “Son Buz Çağının günümüzden yaklaşık 11.000 yıl önce kapanmasını izleyen iklim değişiklikleri, Neolitik ekonominin gelişmesini mümkün kıldı. Bu gelişme, Orta Doğu’da bir yerlerde başladı. Buz kuzeye doğru çekildikçe, bu bölgenin daha önceki ılıman iklimi, daha da ısınarak süb-tropikal oldu. Bir zamanlar Fas’tan İran’a kadar hemen tamamen kesintisiz bir şekilde uzanan uçsuz bucaksız otlak arazi, kısmen kuruyarak, içine yeşil vahalar ve orman kaplı nehir yatakları öbek öbek serpiştirilmiş bulunan yarı-çöl alanlara dönüştü. O ana kadar her tarafı yemyeşil otlak arazide serbestçe dolaşan gezgin avcı ve yiyecek toplayıcı topluluklar, hareket kabiliyetlerini büyük ölçüde kaybettiler. Yiyerek yaşadıkları hayvanlar ve bitkiler gibi, onlar da daralan verimli alanlarda toplaşmaya mecbur kaldılar. Ama üzerinde yoğunlaştıkları bu sınırlı alanlarda, eski yiyecek toplama ve avcılık tekniklerinin artık yeterli olmadığını gördüler. Hayvanların ve bitkilerin üremesini (çoğalmasını) denetim altına alarak, mevcut hayvan ve bitkilerin varlığının sürmesini sağlamak gerekiyordu. Bu bölgeye özgü hayvan ve bitki türleri arasında, evcilleştirilmesi kolay olan koyun, keçi ve domuz ile bugünkü buğday ve arpanın yabanî ataları bulunuyordu. Hayvanlar sürüler haline getirildi ve ağıllara kondu; bitkiler insan tarafından ekilmeye başlandı; gerek hayvanların, gerekse bitkilerin bakımı için insan emeği harcanır oldu. Yiyecek toplamanın ve avcılığın yerini, hayvan yetiştirme ve toprağı işleme faaliyetleri aldı. Yeni ekonomi, düzenli bir süt, et ve tahıl ikmalini teminat altına almanın yanısıra, dokuma ve çömlekçilik gibi bir dizi ikincil teknikler de doğurdu; bunlar ise hayat standartlarının daha da yükselmesine yol açtı. Yiyecek üretiminin gelişmesiyle birlikte, nüfus çoğaldı. Derme çatma, geçici kabile kampı, derli toplu ve kendi kendine yeterli, gelişen, fazla nüfusuyla hep aynı tipte yeni köyler fışkırtan bir köye dönüştü. Böylece Neolitik ekonomi, bütün Orta Doğu bölgesine ve bölgenin ötesine, ekilebilir toprak bulunan her yere yayıldı. Genişlemenin sınırlarına yaklaşıldıkça, artan nüfus baskısı daha entansif tarım yöntemlerini gerekli kıldı. Öte yandan, sıklaşan mübadele ilişkileri ağı da, Neolitik köyün kendi kendine yeterliliğini çökertmeye başladı.”

    “İnsanlığın barbarlıktan uygarlığa yükselişi, ilkönce nerede ve nasıl gerçekleşti? Bu dönüşümün maddî temelini hazırlayan, a) göçebe çobanlıktan veya göçer – konar bahçe tarımından tam yerleşik tarıma ve köy topluluğuna geçiş; b) henüz ilkel köy topluluğunun bağrından ve tarımdan tam anlamıyla kopmamış bir zanaat üretiminden, maden teknolojisi temelinde, zanaatların tarımdan kesin olarak ayrıldığı bir köy-şehir işbölümüne geçiş şeklindeki iki büyük ekonomik adım ilkönce nerede ve nasıl atıldı?”

    “Medeniyet – şehir hayatı, devlet, yazı, kanun, matematik – büyük nehir vadilerinde – Nil, Dicle, Fırat, İndus – doğmuştur ve yalnız buralarda doğabilirdi. Sulamaya dayanan ziraat vasıtasıyla, zanaatkârlardan, tüccarlardan, kâtip ve memurlardan müteşekkil bir nüfusu beslemeye yetecek gıda maddeleri fazlasını yetiştirmek ve bu fazlalığı şehirlerin merkezî ambarlarında biriktirmek, evvelâ yalnız buralarda mümkündü. Fakat bir defa başladıktan sonra, medeniyet yayılmak zorunda idi. Mısır ve Mezopotamya beşiklerine yakın ve şehir halkının muhtaç olduğu madenler ve diğer hammaddeler bakımından zengin olan Türkiye, biraz sonra bu fazlalıktan faydalanmaya ve kendi medeniyetini geliştirmeye başladı…”

    “Kuzeyden inen Hititlerin ve diğer çoban ve savaşçı kavimlerin eski Mezopotamya monarşilerini yıkmalarının çalkantıları durulduğunda, Nil’den İndus’a kadar uzanan bütün bölge Pers İmparatorluğunda birleştirildi. Gelişmiş bürokrasisi, ulaşım sistemi ve merkezî parası ile bu devlet, Antik Çağda Roma’dan önce en yüksek örgütlenme düzeyine ulaşabilmiş bulunuyordu. Öte yandan tam bu sıralarda batıda, Ege Denizinin karşı kıyısında, demir teknolojisine sahip Antik uygarlıkların en demokratiği olan Eski Yunan yükseliyordu. Nitekim o büyük Pers İmparatorluğu da küçük gördüğü Yunan şehir-devletlerine saldırdığında fecî bir yenilgiye uğrayacak, daha sonra (M.Ö. 335-330) Yunan uygarlığının bir ölçüde mirasçısı sayabileceğimiz Makedonyalı Büyük İskender’den son darbeyi yiyecekti.”

    “Makedonyalılar Yunan şehir-devletlerine boyun eğdirdikten sonra Doğu’ya, Asya’ya yöneldiler ve III.1.’in sonunda belirtmiş olduğumuz gibi, zaten içten içe çürümüş olan Pers İmparatorluğunu yıkarak Hindistan’a ulaştılar. Bu fetihlerin en önemli sonucu, Orta Doğu bölgesinin tamamının Akdeniz ticaretinin yörüngesine girmesi oldu.
    Aslında Eski Yunan şehir-devletleri, daha köleci üretimin ekonomik sınırlarına varmadan, siyasî bakımdan zayıflamış ve Makedonya hâkimiyetine boyun eğmişlerdi. Köleci üretimin kendisi, henüz gelişme olanaklarını tüketmemişti ve Akdeniz ticaretinin kapsamının İskender’in seferleri sayesinde genişlemesi, bu meta üretimi tipine ikinci bir şans tanıyordu. İşte Roma uygarlığı, bu temel üzerinde yükseldi, köleci üretimi doruğuna ulaştırdı, onun bütün ekonomik olanaklarını tüketti ve artık bir üçüncü köleci üretim dalgası yaşanmaksızın, Antik Çağın yerini Ortaçağa bırakmasıyla noktalandı.”

    “Bu çalışmada özel olarak yer vermeyeceğimiz Bizans’ın, devlet varlığında kesin bir kopuş olmaksızın, VI. – VII. yüzyıl dolaylarında kölecilikten feodalizme doğru bir geçişi yaşaması, üretim tarzı değişikliklerinin bir devletin yıkılması ve yeni bir devletin doğmasıyla tamamen çakışmayabileceğinin bir diğer ilginç örneğidir.”

    (H. Berktay – Kabileden Feodalizme)

  284. marxist argüman

    necip, veriye, bilgiye dayali devletlerlerarasi ili$kiler kunusu belli ki ilgi alanina girmiyor; böyle ciddi $eyler sana göre degil; bundan dolayi da ara$trima/analiz yazilari senin jargonunda “büyüklere masalar” oluyor.

    senin bu sitede ki davrani$in ve bazi yorumcularla yazi$malarin $unu gösteriyor: senin asil ilgi alanin bo$ bele$ gevezelik yapmak; senin deyiminle eglenmek.

    evet, senin hobin olan “gevezelik” de benim ilgi alanima girmiyor. sana iyi gevezelikler ve iyi eglenceler…

    bir$ey daha, islamist erdogan’a amigoluk yapmayan ve erdogan’in islami rejimininin suriye’de el kaide’den ahrar $am’a kadar, farkli cins ve kalibreden sunni cihadcilari nasil lojistik olarak besledigini yazan nadir gazetecilerden fehim ta$tekin’i “amigo” olarak adlandirman son derece enteresan.

    akp’li madrabazlarin medyasi “amigo” dolu iken, o etiketi fehim ta$tekin gibi bir gazeteciye yapi$tirmandan anla$iyor ki, seni asil rahatsiz eden $ey f. ta$tekin’in suriye ic sava$ini körükleyen sunni islamci arap ve türk rejimlerini te$hir etmesidir.

  285. İhtiyar çoban

    Veterinerlik’te okurken, sadece kimya, ilaç, aşılama üzerine kurulu sistemin gerçeklikten ne denli kopuk olduğunu görmüştüm. Aşılama melezleme kültürünü, ilaca sığınma koruma değil kurtarma çabasını gösteriyordu. Kanişe, teriyere gösterilen ilgi kangala, akbaşa yoktu; (sosyete vet.)
    Türkmenistanlı bir arkadaş, Japonya kökenli bir köpek ırkı olan Akita yavrusu getirmişti bana. Kangallarımın yanında onlar kadar kapasiteliydi. Tam sekiz yıl, kar kış önemsemeden, sürünün dış yüzünde sadık bir kurt gibi davranmıştı. Çalındıktan sonra iki bölgede aramış bulamamıştım; bir yıl sonra arka sol bacağı kopuk çıkıp gelmiş ve bir hafta sonra ölmüştü. Ülkemizde bu Akita köpeğinden veterinerlik ve zooloji ortamının haberi yok, mallığa bakın!
    Sonra sonra memlekette kuyruklu koyun kalmadı; ivesi’ler, çaparlar yok olma sürecinde. Şimdi bu okullarda kedi köpek nasıl tıraş edilir, kuru mama, şampuan bilgileri çoğaltılmış.
    O yıllarda Suriye’de bir at çiftliğinde bulundum biraz. Oradan getirdiğim tayım, sanki yarı-insandı. Bizde at nesli bitti; Türkmenistan’da at bakanlığı var.
    Veteriner hekim de olmadım vesselam eşkıyalık yıllarım başlayınca. Kurdun, yılanın, kartalın, toyun da dostu olmuşluğum iyiydi. Hey hey!
    Bazıları bana yine pusatımı giydirmesin! Dağa kaldırılacak ve oynatılacak tipler görüyorum aralarda.

  286. Rakı masası solcuları

    muharrem ince
    kesinlikle aranan kan falan değil tipik rakı masası solcusu.
    rakı içerken ülkeyi kurtaranlar bayılabilir ancak türkiye genelinde karşılığı yoktur yaprak bile kıpırdatamaz.
    https://eksisozluk.com/entry/67902188

    Kılıçdaroğlu’ndan rakı masası solcuları çıkışı
    Kemal Kılıçdaroğlu, katıldığı bir canlı yayın programında “Bazı tuzu kuru rakı masası solcuları, ‘CHP solcu değil’ der” ifadesini kullandı.
    “CHP dışında işsizlikten söz eden var mı? Emeklilerin haklarını savunan bir parti var mı? Bazı tuzu kuru rakı masası solcuları, ‘CHP solcu değil’ der. Ne yapmış CHP? İşsizin, işçinin hakkını savunmuyor muyuz? Sen neyi savunuyorsun. CHP sağa kaydı diyenler rakı masası solcuları. Rakı masasında Türkiye’nin sorunları çözülmez, Türkiye’nin sorunları akılla çözülür. 4 yıl içinde Türkiye’nin çehresini değiştireceğiz.”
    http://www.ensonhaber.com/kilicdaroglundan-raki-masasi-solculari-cikisi-2015-04-03.html

  287. marxist argüman

    “tarihi gevezelik” üzerine:

    “tarih” üzerine konu$mak ve tarihcilik meslegi neden erman toroglu tarzi bir gevezeliktir?

    41 nolu tarihsever yorumcuya cevap:

    bu “tarihsever” yorumcu sürekli olarak bu sitede tarihi yazilar asiyor. konu ne kadar güncel olursa olsun, bu yorumcu cevaplari sürekli tarihte ariyor.

    böylesi bir davrani$ nasreddin hocanin kaybettigi akcesini kaybettigi yerde degil de gidip sokak lambasinin altinda aramasi kadar abestir; mantiksizdir.

    bu “tarihsever” yorumcuya $imdi sorsam: arkada$ bu site tarih sitesi degil, zileli de tarihci degil; tarti$ilan konularda gecmis degil, $u anda, günümüzde olan biten $eyler. peki sen tarihseverlerin takildigi bir site yerine neden burdasin?

    bana $öyle cevap verecegini biliyorum: tarihi bilmeden günümüzü anlayamayiz.

    madem böyle bir varsayimdan yola cikiyorsun, sen, bu kadar tarih okuyan biri olarak neden peki günümüzde olan bitenleri anlamiyorsun?
    anlamadigini nerden anliyorum: cünkü güncel konular üzerine hicbir fikrin yok; arasira yazdigin “güncel” yorumlarda yine tarih ile günümüz arasinda sürekli benzerlikler, paralellikler kurmaktan ibaret.

    yani sen de , icinde “tarih” sosu olmayan hicbir yorum, fikir yok.

    “günümüzü anlamak icin tarihi bilmek lazim” varsayimin dogru olaMAdigina canli kanit bu 41 nolu “tarihsever” yorumcu arkada$tir.

    yukarda sözü edilen varsayim dogru olsaydi, güncel konular üzerine en isabetli tespit ve analizleri bu yorumcu arkada$ gibi “tarihsever” insanlar ve tarihciler yaparlardi.

    fakat ben henüz hayatimda “bakin tarihi bilgilerime dayanarak size öyle bir analiz yapacam ki, agziniz acik kalacak” diyen bir tarihci görmedim; tarihciler de dedigim gibi günümüzden cok gecmi$le ha$ir ne$ir olurlar; yani mazi’de ya$arlar.

    sonuc: oynanmi$ bitmi$, sonucu belli maclar üzerine -örnek: bizans tarihi- erman toroglu gibi yorum yapmak, dahasi gevezelik yapmaktan daha kolay ne var?

    asil zor olan $u anda oynanmakta olan “maclar” hakkinda yorum ve analiz yapabilmek degil midir?

    41 nolu “tarihsever” yorumcu arkada$, tarih okumayi bir hobi olarak görüyorsan, -ki bu zihni kesinlikle hic yormayan bir hobi- bir$ey diyemem; fakat tarihte olmu$ bitmi$ $eyleri okuyarak günümüzü daha iyi anlayacagini; yorum ve analiz yapma yetenegi kazanacagini saniyorsan zaman ve enerjini bo$a harcadigini sana söylemek isterim.

  288. Hangi gevezeliği yapalım?

    Tarihsel gevezelik yerine günlük politika gevezeliklerini mi tercih etmemiz gerek?

    Pardon, o da değil tabii. Kapitalizm/Antikapitalizm gevezelikleri en iyisi. Gerçi bu durumda sadece son 150-200 yılın gevezeliğini yapmış oluruz. Daha öncesi yok, çünkü kapitalizm o tarihlerde aniden gökten zembille inmiş bir şeytani düzen.

  289. Fikret Başkaya / Yol haritası veya alternatif programın gerekliliği

    http://www.gunzileli.com/2017/05/05/fikret-baskaya-yol-haritasi-veya-alternatif-programin-gerekliligi/

    Bu sitede sık sık yerin dibine sokulan Fikret Başkaya, sanıldığı kadar gerçeklerden kopuk bir marxist değil galiba:

    “Emperyalist Avrupa’dan, NATO’cu Avrupa’dan medet ummak, özgürlük, sosyal eşitlik ve demokrasi mücadelesi verenlere yakışmaz. Bizimle ancak Avrupa’nın üç yüz yıllık aydınlık yüzü, gerçekten ilerici, sosyalist, demokrat unsurları dayanışma içinde olabilir. Aynı şekilde Birleşmiş Milletler Örgütünden de (BM) bir şey beklememek gerekir. Aslında o örgüt hiçbir zaman milletlerin örgütü almadı. Birleşik Devletlerin (ABD) ve bir bütün olarak emperyalist kampın örgütüydü. İçi boş bir midye kabuğuydu. Geride kalan 72 yılda seyirciyi oyalama işlevi gördü…”

    Hadi Necipgiller gibi Erdoğan destekçisi birinin bu sitede harf israfı yapışlarını anlıyoruz da, kendini marxist eleştirinin ustası olarak pazarlayanların bağırışları, problemin büyüklüğünü gösteriyor. Gidilecek yol uzun…

  290. Tarihsevmezlere bir soru

    Aşağıdakilerden hangisi diğerlerinden farklıdır?

    a) Hz.Muhammed’in 610’da İslam “sistemi”ni yaratması (öncesi, bir gelişim süreci yok!)
    b) Osman Gazi’nin 1299’da Osmanlı “sistemi”ni yaratması (öncesi, bir gelişim süreci yok!)
    c) Atatürk’ün 1923’te yeni bir “ulus”un “sistemi”ni yaratması (öncesi, bir gelişim süreci yok!)
    d) Kapitalistlerin 18.yy sonları / 19.yy başlarında (tam tarihi tespit edemedik, üzgünüz!) kapitalizm adında yeni bir “sistemi” yaratmaları (öncesi, bir gelişim süreci yok!)
    e) Hiçbiri

  291. M. Argüman şahsında sistem karşıtlarına:

    Bilgili insanların sizinkilerine benzer görüşlerinin ve çözüm önerilerinin olmaması doğal. Çünkü sizlerin aksine onlar sistemin yapay değil doğal bir yapı olduğunun farkındalar.

  292. marxist argüman

    “muhafazakar geveze” ve “muhafazakar demagog” necip’in 39 nolu yorumundan alinti:

    “Emisyon hacminden dahi haberiniz yok, gelmis makro ekonomi dersi vermege kalkisiyorsunuz.
    ‘Kiymetli para birimi’ bir kriter degildir. Az para basarsiniz, paraniz ‘kiymetli’ olur; cok basarsiniz, ‘kiymetsiz’.”

    “ulusal parayi” basip piyasaya sürmeyi kapitalist bir devlet merkez bankasi araciligiyla yapar fakat, ulusal paranin kiymetini belirlemek ABD de dahil bir devletin yetki ve gücünü a$ar.

    hem geveze hem demagog arti birde cahil necip’in iddia ettigi gibi ulusal parasinin kiymetini belirlemek bir devletin elinde olan bir $ey olsaydi, bugün dolar ve euro gibi dünya paralari ile kar$ila$tirildiginda pul kadar kiymeti olmayan paralar olur muydu?

    yani her devlet, kendi parasinin kiymetini muslugu acip kapatir gibi ayarlar, böylece “degerli” ve “degersiz” paralar diye bir$ey olmazdi; yani dünyada ki tüm paralar üc a$agi be$ yukari ayni degerde olurdu; bu durumda insanlarin cebinde ki paranin dolar mi oldugu ya da afrika’nin herhangi devletinin parasi mi oldugunun bir önemi olmazdi; tüm para birimleri dünya capinda gecerli olurdu vs.

    fakat bunun böyle olmadigini biliyoruz.

    bir para biriminin “kiymeti” derken iki anlama gelir:

    birincisi bir para biriminin ba$ka bir para birimine oranla matematiksel degeri, satin alim gücü anlaminda ki degeri.

    örnek, türk lirasini dolar’a cevirirken, 3 küsür türk lirasinin ancak 1 dolar etmesi gibi.

    “kiymetli”nin ikinci anlami ise bir para biriminin dünya capinda gecerliligi; dünya piyasalarinda ki, hem ticari hem de finans piyasalarinda ki (kullanim) yayginligi.

    örnek, türk lirasinin gecerliligi türkiye sinirlari ile sinirliyken, dolar’in istisnasiz tüm dünyada gecerli bir para olarak kabul görmesi, gecerli olmasi gibi.

    almanya, japonya gibi devletlerin, ama özellikle de dünyanin bir numarali süper gücü olan ba$ emperyalist ABD’nin ekonomik gücünün asil kaynagi dünya capinda gecerli olan para birimleridir.

    bundan dolayidir ki ABD, japonya, almanya gibi devletler kredi derecelendirme kurumlari/reyting acentalari tarafindan iyi not alirlar; bununla baglantili olarak dünya finans piyasalarinda diledikleri kadar borclanma/kredi alma imkanina sahipler ve yine bununla alakali olarak sözkonusu bu devletler esasen en fazla borclu olan devletlerdir de, fakat bu borclanmi$lik hali bu devletleri, örnek t.c., yunanistan gibi devletlerde gördügümüz üzere, iflasa/krize sürüklemez; cünkü krediyi yine kredi ile geri ödüyor; bocu yine borc ile geri ödüyor. (bkz. devlet tahvili/borclanma senedi)

    bundan dolayidir ki, cin devleti de dahil, dünyada ki hemen hemen tüm devletlerin döviz cinsinden rezerv varliklari dolar ve euro’dur, arti bir de altin cinsinden rezerv varliklari sözkonusu.

    yani dolar ve euro para birimleri dünya capinda altin gibi i$lem gören paralardir.
    “dolar ve euro emperyalizmi” derken anlatmak istedigim olgu budur.

    parantez aciyorum: tabii böyle “ciddi” konular “cahil muhafazakar demagog” necip’in ilgi alanina girmiyor; o kazanacagini kazanmi$; $imdiyse günzileli.com da egleniyor; mars’a gitmek gibi fantastik gevezeliklerle zaman harciyor.

    devam ediyorum: bundan dolayidir ki rusya ve t.c. kisa bir süre önce aralarinda ki ticareti kendi ulusal para birimleriyle yapma karari aldilar. neden?

    birincisi, dolar ve euro’ya olan bagimliliklarini azaltmak icin.

    ikincisi, “cahil muhafazakar demagog” necip’in sandigi gibi bir devlet kendi para biriminin degerini musluk acip kapatir gibi ayarlayamaz; coklu bir denklem sözkonusu. dahasi kapitalist ekonomi de akil/mantik arayanlar da hayal kirikligina ugrayacaklar, cünkü kapitalist ekonominin akil mantiga dayali i$leyi$ yasalari yok; sürekli olarak celi$kili, zit, birbirini bo$a cikaran ekonomik i$leyi$ sözkonusu.

    yani kapitalist ekonomiyi yasalari ile kuran ve düzenleyen kapitalisr devlet ve banka-ci, borsa-ci gibi bu ekonominin aktörleri hareket ettirdikleri bu ekonomik carki kendileri de kontrol edemiyorlar; bundan dolayi da periyodik olarak kapitalist ekonomi krizlere giriyor; tüm ekonomik degerler sifirlaniyor ve yeniden ba$a sariyor; bundan dolayidir ki kapitalist dünyada ekonomik krizlerden bahsedilirken sanki tanrisal bir felaketten ya da bir doga/tabiat kanunundan bahsedilir gibi konu$uluyor, cünkü gercekten de devlet ve özel sektör gibi ekonomik aktörleri de kendi eserleri olan ekonomiyi kontrol edemiyorlar.

    bir para biriminin diger bir para birimi kar$isinda ki degerini belirleyen faktörlerden biri de ticaret hacmidir:

    örnek, türk lirasi ile ya da rus rublesi ile i$lem gören ticaret hacmi ayni zamanda lira ve rublenin kiymetini belirleyen faktörlerden (sadece) biridir.

    bundan dolayidir ki, cin devleti gibi devletler küresel oyuncu olabilmenin $artlarindan biri olan dünya capinda gecerli ulusal bir para birimine sahip olmayi önüne bir hedef olarak koymu$ durumdalar.

  293. marxist argüman

    “cahil muhafazakar demagog” necip’in 39 nolu yorumundan alinti:

    “Yunanistan, hicbir zaman, hicbir tur ve sekilde sanayilesmek, sanayi yatirimlari filan yapmak niyetinde olmadi ki; rekabet filan gibi seylerden bahsedelim.
    Bunun boyle oldugunu, AB dahil, herkes biliyor.
    Siz haric, tabii ki.
    Bilmeyince de, gelip burada, fuzuli diskurlarla (‘discourses’) kafa sisiriyorsunuz.”

    hem avrupa birligi yasalarindan ve birligin i$leyi$inden haberin yok hem de “cahil cesaretinin” eseri olan cok bilmi$lik tasliyorsun.

    avrupa birliginin yasalari ile yürürlüge koyduklari “serbest dola$im” yasalari var. bu yasalar cercevesinde:

    birincisi, i$gücünün yani cali$anlarin vizesiz ve engelsiz AB ülkeleri icinde hareket etme; i$ arama serbestligi

    ikincisi, kapitalin/sermayenin/paranin AB pazari icinde engelsiz i$ yapabilme serbestligi.
    örnegin, bir alman bankasinin ya da alman firmasinin gidip yunanistan’da yatirim yapmasi; üretmesi, i$yeri acmasi gibi.

    bir alman bankasi ya da firmasi gidip türkiye ya da rusyada da yatirim yapamaz mi? yapar, yapiyor da fakat AB sermayesinin AB pazarinda ki hareket serbestligi AB di$inda söz konusu degil.

    ücüncüsü, mallarin/ürünlerin serbest dola$imi. yani alman peynirinin, ka$arinin yunanistan piyasasina gümrüksüz, engelsiz girmesi ve yine tersinden yunan peynirinin, ka$arinin, zeytininin alman piyasasina gümrüksüz, engelsiz girmesi gibi.

    sonuc: neticede her devletin ayaktasi icin gelire ihtiyaci var; bu yunanistan icin de gecerli.

    yani yunanistan’in alman mercedes firmasiyla rekabet edecek arabasi yok ama peynir, zeytinden tutalim turizme kadar birtakim gelir kaynaklari var, olmasa zaten devlet olarak var olamaz.

    bundan dolayi da avrupa birligi (AB) demek her $eyden evvel “AB ic pazari (europäische binnenmark)” demek; AB demek her$eyden evvel “euro bölgesi (euroraum)” demek.

    i$te yunanistan’in devlet olarak iflas etmesi, bulgaristan, romanya gibi dogu avrupa ülkelerinin AB icinde olmalarina ragmen ekonomik olarak yerlerde sürünmeleri, sözkonusu bu devletlerin, örnegin bir yunan bankasinin sermaye gücünün bir alman ya da fransiz bankasiyla yari$amayacak kadar zayif olmasi; yine örnek yunan peynirinin, ka$arinin kalite ayni olsa da fiyatta alman peyniri, ka$ari ile yari$amamsi sebebiyledir.

    cünkü bir alman peynir firmasi üstün teknolojisi/makinesi ile ürettigi peyniri bir yunan peynir firmasindan daha ucuza mal ediyor ve AB piyasasinda ki rakip yunan firmasini iflasa sürüklüyor vs.

    gel ki sen bu durumlari/olgulari kendi kücük dünyasinda ya$ayan; türk/müslüman olmanin hem gururu hem de a$agilik kompleksiyle “gavur” basinini, “gavur” gazetesini bilincli bir tavir olarak okumayan türk muhafazakari necip efendiye anlatasin.

  294. marxist argüman

    “cahil muhafazakar demagog” necip’ten alinti:

    “Neler yaveliyorsunuz boyle siz? Yunanistan’in nufusu, en son baktigimda, Istanbul’un 4’te 3’u filandi (10 milyon gibi). Yillik binde 6 gibi de azaliyor. Nufusun %20’den fazlasi da 65 yas ve uzeri. Yani, hem yasli hem de yaslaniyor. Yunanistan’in, eger parasi olsaydi, tek gelisen sektoru huzurevleri olurdu; ama, kader utansin ki, paralar suyunu cekti. Kisacasi, Yunanistan’dan ‘pazar’ anlaminda bir cacik cikmaz.”

    benim anlatmak istedigim olgu neydi: avrupa birligi ülkelerinin kapitalist rekabette tek tek, örnegin bir ABD ya da cin ile yari$acak gücleri yok; bunu kendileri de biliyorlar; acikca ifade etmekte de bir sakinca görmüyorlar.

    kapitalist rekabette belirleyici faktörlerden birisi de nüfüs’tur.
    nüfus hem i$ gücü hem tüketici olarak önemlidir. bir de sava$ vs. durumlarinda tabii ki belirleyicidir.

    avrupa birligi ülkeleri icinde nüfusu 100 milyonu a$an ülke yok fakat, hepsinin birle$imiyle olu$an toplam nüfus yarim milyari a$iyor. bu yarim milyarin icine yunanistan da dahildir.
    yunanistan ve diger dogu avrupa devletlerinin tek tek önemsiz olmalari ayri bir olgudur; bu devletlerin var olan güc ve imkanlarini almanya ve fransa önderliginde kapitalist di$ rekabette ba$arili olmak; ABD, cin, hindistan, rusya, brezilya gibi devlere kar$i birle$ip AB gibi bir olu$uma gitmeleri ayri bir olgudur.

    “cahil muhafazakar demagog” necip’ten alinti:

    “Eee.. sonra? Sonrasi yok. Yok, cunku, en degme Marxist dahi, konu uluslararasi iliskilere gelince, gak guk demekten oteye gidemiyor. Sizi yadirgamiyorum demek istiyorum.”

    necip burda ne demek istiyor, anladiniz mi?

    cevap: benim kapitalist batiya yaptigim ele$tirilerden necip gibi türk muhafazakarlari $u sonuca varmamizi bekliyorlar: bati emperyalizmine kar$i t.c. devletini ve bu devletin islami rejimini savunmak; evet necip’in benim gibi marxistlerden bekledigi davrani$: devletlerarasi kapitalist rekabette batili emperyalistlere kar$i t.c. devletinden ve o’nun islamci madrabazlarinindan yana taraf olmak, akp’li islamci madrabazlari batiya kar$i savunmak. benim gibi marxistlerden bu davrani$i göremeyen türk muhafazakari necip, kendine hakim olamiyor ve sinirleniyor.

    necip’in “eee gerisi”den kastettigi budur, yani: “devletlerarasi ili$kileri inceleme, analiz, anlama, kavrama vs. beni ilgilendirmiyor; sen/siz batiya kar$i t.c.’yi ve o’nun rejimini savunuyor musunuz, savunmuyor musunuz, o’nu söyleyin.”

    necip’e cevap veriyorum: hayir, kapitalist rekabette ben taraf degilim; ya da tarafim ama ücüncü bir tarafim; elimden gelse t.c.’siyle, ABD’siyle bu devletleri ve rejimlerini hepsini cehenneme postalardim.

    benim gibi bir marxist ile senin gibi bir muhafazakari ayri$tiran noktalardan biri de bu degil midir?

    fakat senin gibi muhafazakarlarin iyi anla$acagi eski sosyalistler var: aydinlikci/perincekci fa$istler. onlar erdogan’i, di$ güclere kar$i sonuna kadar destekliyorlar. ben de onlar gibi davransam benim o irkcilardan/fa$istlerden ne farkim kalir?

    aydinlikcilari, erdogan rejimini di$ güclere kar$i savunmaya iten düsünce/motivasyon da zaten bu türk irkciligi/milliyetciligi degil midir?

    bir noktaya daha aciklama getireyim: “cahil muhafazakar demagog” necip “ba$kanlik sistemi bir devlet projesidir” derken kime, hangi mesaji vermek istiyor, anladiniz mi?

    cevap: ba$kanlik sistemine ve erdogan’in islami rejimine muhalefet etmekle “vatan hainligi” yaptiginizi varkinda misiniz; bu bir devlet projesidir; hepimizin cikarinadir; bundan dolayi da desteklemek lazim.

    “cahil muhafazakar demagog” hem türk hem de müslüman necip’ten alinti:

    “Ah ha. Buymus iste. Ya da, demek ki, neymis? ‘Cünkü günümüz emperyalizmi 100-150 yil önceki sömürgecilik ile ayni degil’mis.. Vay canina.. Evrim. Sen nelere kadirsin –hem de 100-150 sene icinde gecirilmis bir evrim..”

    necip yazdiklarima neden bu kadar bozulmu$, anladiniz mi?

    cevap: her ne kadar türk ve müslüman kimligini ön plana cikarmamaya cali$sa da, necip’in tüm düsünce ve davrani$larinin kaynagi türk milliyetciligi ve dogu/müslüman tutuculugudur; muhafazakarligidir.

    benim “günümüz emperyalizmi eski sömürgecilikten farkliliklar arzediyor” belirlememi necip $öyle algiliyor: bati emperyalizmi temize cikarmaya cali$iyor.

    günümüz emperyalizminin, yani bir devletin diger devletler üzerinde kurdugu siyasi/askeri/ekonomik hemegonyanin eski sömürgecilikten farki $udur:

    eski sömürgeciler, i$gal ettikleri bir topragi kendi topragi ilan edip, ba$ina da kendi vatanda$i bir sömürge valisi/yönetimi tayin ettikten sonra, i$gal ettikleri toprak parcasinin yeralti yerüstü tüm zenginliklerini kar$iligini ödemeden ta$iyip ülkelerine götürürlerdi.

    günümüz amerikan dünya düzeni ve nato+dolar+euro emeperyalizmi ise diger devletlerin egemenligini ve toprak bütünlügünü taniyor; birle$mi$ milletler, unesco, dünya ticaret örgütü, IMF, dünya bankasi gibi uluslarüstü kurum ve kurulu$lar araciligiyla uluslararasi ili$kileri belirli normlara/kurallara baglanmi$; kisacasi bütün devletleri baglayici uluslararasi hukuk sözkonusu.

    yani örnek ABD, saddam rejimini devirip irak’in topraklarina, yeralti, yerüstü kaynaklarina el koymuyor; böyle bir$eye ihtiyac duymuyor. ABD, irak’tan ve dünya piyasasindan aldigi her$eyin parasini ödüyor. peki bati emperyalizminin bu i$ten kazanci nedir?

    cevap: devletlerarasi kapitalist rekabette üstün teknolojiye, silaha, güclü sermayeye/kapitale, dünya capinda gecerli bir para birimine, görece daha ucuz ürünlere/mallara sahip olan devletler sözkonusu bu düzenin kazananlaridir.

    ABD’nin neden böyle bir dünya düzeni kurdugu ve bu düzenden cikari/kazanci nedir, sorusunun cevabi kisaca budur.

  295. marxist argüman

    oynanmi$ bitmi$ ve sonucu belli olmu$ maclar hakkinda, yani ya$anmi$ gecmi$ tarihi olaylar hakkinda erman toroglu gibi ahkam kesmek neden bo$-bele$ bir me$guliyettir?

    örnek: demokrasinin ne oldugunu anlamak icin illede monar$inin ne oldugunu bilmek latim mi? hayir.

    demokrasi denilen yönetim bicimi/yönetim teknigini inceledigimizde $u sonuca varmak zor degil: demokratik parlamenter yönetim bicimi cok partili ve serbest secimlere dayali bir yönetim formudur.

    peki, demokrasiyi tanimlayabilmek icin ille de monar$inin ne oldugunu bilmemiz gerekmiyor, demek, eskiden ve $imdide hala monar$i adinda bir yönetim biciminin oldugunu inkar etmek anlamina mi gelir? hayir.

    peki t.c.’den önce osmanli, ondan önce de selcuklu vs. oldugunu bilmeyen ya da inkar eden mi var? hayir.

    iyi de $u anda bizi ilgilendiren, bizim hayatimizi öyle ya da böyle belirleyen olaylara kafa yorup anlamak yerine sürekli olarak filmi geriye sarip, falan devletten önce filan devlet, falan uygarliktan önce filan uygarlik vardi demek bir sanat, bilim ya da hüner midir?

    suriye ic savasinin nedenlerini ve aktörlerini belirlemek icin bugükü suriye topraklarinda daha önce var olmu$ uygariklari, devletlerin tarihini, kültürünü vs, bilmak lazim mi? hayir.

    günümüz ekonomisini anlamak, örnek finans krizi nedir, sebepleri, sonuclari; bunu tespit etmek icin bilmem kacbin önce ki insanlarin ekonomik faaliyetlerini incemek gerekir mi? hayir.

    akp’li sunni islamci madrabazlar sürekli olarak osmanli ve selcuklu devletlerinden dem vuruyorlar cünkü onlar devleti ve toplumu yönetmek/gütmek icin me$ruiyete ve gelenek’e ihtiyac duyuyorlar. yani yönetenler/egemenler acisindan tarih’in fonksiyonal/i$levsel bir yönü var, -reji ver mehteri!- peki kendini solcu olarak tanimlayan bu sitede ki tarihe/gelenege bu gereksiz vurgu neden?

  296. Sayın Anarşist Arkadaşlar,
    Bu yaz Fransa Ardèche’de Haziran ayında bir anarşist festivali olacak.
    Katılacaklar arasında feministler, vejeteryanlar, çıplaklık savunanlar, çevreciler, hayvan haklarını savunanlar, “Doğal Çevresine Bırakın” adlı yeni bir akımın temsilcileri, … Bu sadece kısa bir katılacaklar listesi. Katılacak ülkelerin listesi de hali uzun.
    Katılacak bazı ünlü isimler de dikkat çekmekte.
    Alain Badiou, David Graeber, …
    Michel Foucault, Gilles Deleuze, vb. taraftarları accelerationistler, …
    Noam Chomsky Murray Bookchin destekçileri …
    Hatta Slavoj Žižek ve Peter Joseph’in bile katılacağından sözedilmekte.
    Selamlar.

  297. 4 numarada yazan, sayın “pipsqueak”e veya “DOPE”ye,

    Görüşmeyeli uzun zaman oldu…

    İsviçre’deki günleriniz nasıl geçiyor?

    İsviçre’de “mutsuz olmak” hâlâ yasak mı?

    Eğer mutsuz olduğunuz saptanırsa, polis, evinize zorla geliyor mu? Polis, sizi, zorla “mutlu olma doktrinasyonu”na maruz bırakıyor mu?

    “Jacques Ellul”un kitaplarıyla aranız nasıl? Tedavinize yardımcı oluyor mu?

    “Simone Weil”ın kitaplarıyla aranız nasıl? Tedavinize yardımcı oluyor mu?

    “Samuel Butler”ın kitaplarıyla aranız nasıl? Tedavinize yardımcı oluyor mu?

    “Pierre Clastres”in kitaplarıyla aranız nasıl? Tedavinize yardımcı oluyor mu?

    “Günther Anders”ın kitaplarıyla aranız nasıl? Tedavinize yardımcı oluyor mu?

    “Elias Canetti”nin kitaplarıyla aranız nasıl? Tedavinize yardımcı oluyor mu?

    “William Black”in kitaplarıyla aranız nasıl? Tedavinize yardımcı oluyor mu?

    Hani, siz ne demiştiniz; “Ben, bütün bu isimleri; kendimden üstün veya alçak görmüyorum. Hepsini ama hepsini kendimle eşit, hepsini birer dost olarak görüyorum.” Niçin unutuyorsunuz bu söylediklerinizi?!

    Kapitalizme karşı mücadelenin “yegâne ulu şefleri”; Alain Badiou, David Graeber, Michel Foucault, Gilles Deleuze, vb. taraftarları accelerationistler, Noam Chomsky Murray Bookchin destekçileri, Hatta Slavoj Žižek ve Peter Joseph değil. Bütün bu isimler de dahil olmak üzere, çok ama çok geniş bir hareket; kapitalizme karşı mücadele ediyor.

    Ve hâttâ; Ellul, Weil, Butler, Clastres, Anders, Canetti, Black bile kapitalizme karşı.

    Siz ise, “medeniyet”e karşı olduğunuzu zannederek; kapitalizmin sizi bile sömürdüğünü ıskalamaktan hoşnut gözüküyorsunuz!

    Yazık, çok yazık sayın “pipsqueak”e veya “DOPE”ye…

  298. “ücüncüsü, mallarin/ürünlerin serbest dola$imi. yani alman peynirinin, ka$arinin yunanistan piyasasina gümrüksüz, engelsiz girmesi ve yine tersinden yunan peynirinin, ka$arinin, zeytininin alman piyasasina gümrüksüz, engelsiz girmesi gibi.”

    AB reklamlarini okudunuz sayin okuyucular.

    Cok ilginc.. Marxistlerimizin ve “sol’un geldigi noktaya bakin hele:

    Acik acik fakirlerin aleyhine isleyen duzeni, sirf ‘kanunlar oyle’ diyerek savunmak; ve –daha da beteri– bunu ‘suret-i hak’tan gorunerek yapmak.

    AB’nin kurulusunda –en azindan lafta– bolgeler arasi rekabet zaaflarini engellemek/gidermek amaciyla fonlar kurulmustu. Ve, bu fonlarin da yerinde kullanildiginin takibi sarti vardi.

    Bunlardan birisi de ‘Common Agricultural Policy’ (CAP) idi. Zurrahin korunmasi amaci guduyordu.

    Baslangicta ise yaradi. Yaradi ama, zamanla rayindan cikti.

    Bunun oldukca basit de bir sebebi vardi: CAP sayesinde havadan para alan Fransiz, Italyan zurrahina, AB’ye sonradan katilanlarin zurrahinin rakip cikmasi konfor bozucu idi.

    Bunu cozmek icin ne yaptilar?

    Basit.

    Yunanistan gibi dandik ulkelere fon verdiler, vermesine; ama, bu fonlarin yerinde harcandigini denetlemediler.

    Boylece, birkac donum zeytin/uzum vs bahcesi olan –normalde de acliktan nefesi kokan– zurrah, aniden Porsche’lerle, Mercedes’lerle, Audi’lerle gezer oldu.

    Bu sayede, hem Fransiz, Italyan zurrahina rakip yaratilMAmis oluyordu; hem de Almanya’nin luks urunlerine pazar yaratiliyordu. [Birlesik Krallik’in satacak birseyi olmadigindan, onlar sadece bu soygunun finansal arayuzunde yer aldilar.]

    “sonuc: neticede her devletin ayaktasi icin gelire ihtiyaci var; bu yunanistan icin de gecerli.”

    Burnunuzun ucunu dahi gormekten aciz oldugunuzu gormek beni uzuyor gercekten.

    Yunanistan’in elde ettigi sey ‘gelir’ degil; ‘sadaka’dir. Sa-da-ka!

    Tipki sizi gibi, ufuksuz Yunanistan Marxistleri de bunu gorememis ve ulkeyi uretimsilige (dolayisi ile, reel gelir elde edemezlige) mahkum etmistir.

    ‘Herkese ihtiyaci kadar’ lafini cok fazla ciddiye almanin sizi goturecegi yer de tam olarak budur.

    “yunanistan ve diger dogu avrupa devletlerinin tek tek önemsiz olmalari ayri bir olgudur; bu devletlerin var olan güc ve imkanlarini almanya ve fransa önderliginde kapitalist di$ rekabette ba$arili olmak; ABD, cin, hindistan, rusya, brezilya gibi devlere kar$i birle$ip AB gibi bir olu$uma gitmeleri ayri bir olgudur.”

    Yine bir AB (daha dogrusu Almanya-Fransa) reklami.

    Bu dediginizin ozeti sudur: AB (daha dogrusu Almanya-Fransa), nufus satin almistir. Parasini da verdigine gore, tepe tepe kullanmak hakkidir.

    Di mi?

    “cevap: benim kapitalist batiya yaptigim ele$tirilerden necip gibi türk muhafazakarlari $u sonuca varmamizi bekliyorlar: bati emperyalizmine kar$i t.c. devletini ve bu devletin islami rejimini savunmak; evet necip’in benim gibi marxistlerden bekledigi davrani$: devletlerarasi kapitalist rekabette batili emperyalistlere kar$i t.c. devletinden ve o’nun islamci madrabazlarinindan yana taraf olmak, akp’li islamci madrabazlari batiya kar$i savunmak. benim gibi marxistlerden bu davrani$i göremeyen türk muhafazakari necip, kendine hakim olamiyor ve sinirleniyor.”

    Sinirlenmiyorum. Uzuluyorum.

    Siz, Marxism ayaklarina yatip, AB propogandasi yapiyorsunuz.

    “necip’e cevap veriyorum: hayir, kapitalist rekabette ben taraf degilim; ya da tarafim ama ücüncü bir tarafim; elimden gelse t.c.’siyle, ABD’siyle bu devletleri ve rejimlerini hepsini cehenneme postalardim.”

    ‘Ninemim husyeleri olsa dedem olurdu’ muhabbetinize mani olmak istemem, tabii ki.

    Ama, elinizden gelmeyen, gelmesi de mumkun ya da muhtemel olmayan bir seyi, sanki bir ‘durus’mus gibi konumlandirmaga gayret edisiniz hem abes hem de uzucu.

    Ucuncu taraf filan degilsiniz.

    Siz, farkindasiniz ya da degilsiniz, AB’yi savunuyorsunuz ve bunu da ‘legalism’ kisvesiyle pazarlamaga calisiyorsunuz.

    “fakat senin gibi muhafazakarlarin iyi anla$acagi eski sosyalistler var: aydinlikci/perincekci fa$istler. onlar erdogan’i, di$ güclere kar$i sonuna kadar destekliyorlar. ben de onlar gibi davransam benim o irkcilardan/fa$istlerden ne farkim kalir?

    Sizi cok da yadirgamiyorum, aslinda.

    Almanya’da yasiyorsunuz ve ‘gavurun ekmegini yiyen, kilicini sallar’ dusturunu dikkate almak zorundayiz.

    “aydinlikcilari, erdogan rejimini di$ güclere kar$i savunmaya iten düsünce/motivasyon da zaten bu türk irkciligi/milliyetciligi degil midir?”

    ‘Franco-German supremacist’ler bile AB’yi (daha dogrusu Almanya-Fransa eksenini) sizin kadar canhiras savunmuyor.

    Sizinkinin sebebi nedir?

    “cevap: her ne kadar türk ve müslüman kimligini ön plana cikarmamaya cali$sa da, necip’in tüm düsünce ve davrani$larinin kaynagi türk milliyetciligi ve dogu/müslüman tutuculugudur; muhafazakarligidir.”

    Bu ‘kaynak aramak’ merakinizi bir de sizin uzerinizde deneyelim mi?

    Sizin dilinizden dusmeyen bu kelimeler –yani, ‘Musluman’ ve ‘Turk’ gibi kelimeler– aslinda sizin kendi zihniyetinizi ele veriyor.

    ‘Musluman’ dediginiz zaman herhangi bir ‘Musluman’i degil; ‘Sunni’leri kastediyorsunuz –‘Sii’lerle bir sorununuz oldugunu hic duymadim; en azinda tahkir edici bir dille hic soylemediniz.

    Benzer sekilde, ‘Turk’ kelimesini de bir tur utanilacak bir seymis gibi konumlandirmaga gayret ediyorsunuz.

    Butun bunlar, sizdeki ‘rabid’ irkciliga ve mezhepcilige bir ‘cover’ midir; yoksa icinize isledigi icin farkinda bile degil misiniz; bilmiyorum.

    Ama, bildigim bir sey var ki, size elimi uzattigim zaman, isirmayacaginizdan emin olmak zor –ardindan kuduz asisi filanla ugrasmak istemedigim icin.

    “eski sömürgeciler, i$gal ettikleri bir topragi kendi topragi ilan edip, ba$ina da kendi vatanda$i bir sömürge valisi/yönetimi tayin ettikten sonra, i$gal ettikleri toprak parcasinin yeralti yerüstü tüm zenginliklerini kar$iligini ödemeden ta$iyip ülkelerine götürürlerdi.”

    Aferin. Yeni somurgeciler arasinda ABD’yi sayiyorsunuz da, nedense, AB’yi saymak akliniza bile gelmiyor.

    “yani örnek ABD, saddam rejimini devirip irak’in topraklarina, yeralti, yerüstü kaynaklarina el koymuyor; böyle bir$eye ihtiyac duymuyor.”

    ABD’yi biliyoruz. Onu her zaman konusyoruz ve daha da konusuruz.

    AB’den neden bahsetmiyorsunuz?

    Zulf-u yare mi dokunuyor?

  299. Hilesiz Referandum Demokratik Rejimin Ebediliğinin İlanıdır!
    Yazısını yazan gazeteciye Hiçbir Yerden Haberler:
    3 Aralık 1922’de İsviçre çok büyük bir ekonomik bunaltı yaşarken referandum hilesi komedisine başvurulur. Sayıları hiç kadar az zenginlerin servetine son derece cüzi bir vergi koyulması önerilir. Eğer kabul edilirse son derece mağdur düşmüş bir kesim kısmen refahlığa kavuşacak. Sonuç? Hilesiz referanduma oy veren demokrasi otlarıyla beslenen İsviçre inekleri reddederler.
    1958’de haftada çalışma saatini 44’e, 1976’da haftada çalışma saatini 40’a indirmeyi aynı inekler reddettiler. Avrupa milli marşı 16. yüz yıldan beri “İşleyen Demir Pas Tutmaz”. Bu milli marş yavaş yavaş dünyaya ve hızlı hızlı adına EMEK koyarak saygı değer kılan Marksistler, Anarşistler, solcular arasına yayıldı ve hatta kutsallaştı. Türk derin düşünürleri hala kendileri gibi Avrupa başarısını anlamayan bir subayın nakaratlarını tekrarlarlar: “Laiklik efendim laiklik, laik olacaksın!” Yalan devam etmeli. Bu nakaratın aslında “Zenginlik efendim zenginlik, zengin olacaksın! anlamına geldiği kamu sırrı. Bilinir ama dile getirilmez. Tüm Avrupa ve tüm dünyaya egemen olan politika felsefesinin kadim Roma “Panem et circenses”, olduğu açıkça söylenmez. İdeolojilerle süslenir. İslamlık da benzeri bir temele oturur: “carpe diem”. Allah her “an” (nanosecond bile çok) evreni istediği gibi yaratır, gününü gün et!
    Yalanlara yutmak için İsviçre otu yemek şart değil.
    Aynı İsviçre 1980lere kadar çocukları sözüm ona problemli ailelerden zorla alıp bedavaya çiftliklerde çalıştırdı. Demokratik GULAG.
    Çocukluğu telef edilenler hiç değilse bu gaddarlığın maddi karşılığını istediler. Yine demokrasi ve referandum sineması. Yine inekler reddetti.
    Türk gazeteci ve düşünürlerin mide bulandırıcı cahilliği Erdoğan, Trump, Putin, Xi Jinping, Merkel, May, Macro(n) kadar ürkütücü. Gündemde daha fazla yer alan Doğu Avrupa faşistliği ama aslında tüm Avrupa’da gittikçe yayılan otların azalmasıyla artan faşistlik bile insanlık kadar eski bir afyonu yutmuşları uyandırmaz: “Şeytan işi efendim, şeytan işi!” Şeytanın kimliği değişir ama kendi değişmez. Bazı sonsuz derin düşünürler daha çok laik oldukları için şeytanı doğada, genetik yapıda ararlar. Darwin falan filan televizyon dizisinin ince ekranlı büyük televizyonda devamı.
    Ağaçlardan dolayı ormanı göremeyen derin düşünürler ve satıhsal gazetecilere bir not: Avrupa medeniyet zincirinde son halka. Sümer-Akkad, Mısır, Asur, Hitit, Babil, Mohenjo-daro, Harappa, Maurya, Çin, Medler ve Persler, Yunan, Roma, İslam, … maşallah aynı kanser gibi gittikçe yayılan bir hastalık. Olumlu tarafı da var ama. Düşünürlere düş, işgüzarlık fırsatçılığı sağlar. Ağaçların arasında kaybolup doğanın ve içinde bulunduğumuz rezilliğin muhasebeciliğini yaparlar.
    Oku oku adam ol, seni kandıranlar gibi eşşek olma:
    “İsviçre Hegemonyası: demokratik cazibe (daha doğrusu iğfal) ve güler yüzlü baskı.”
    Claire Masnata-Rubattel, François Masnata
    Oku oku adam ol, seni kandıranlar gibi eşşek olma:
    İsviçre ünlü yazar Dürrenmatt’ın Vaclav Havel’in İsviçre’yi ziyaretinden sonraki aval aval övgüsüne açık mektupla cevabını oku.
    Ve nihayet bir İsviçre zengin ailesinin değerli çocuklarına hocalık yapmak için İsviçre’de iş bulup oraya giden ve ırkçılığını ünlü öğrencisi Marks’a aşılayan tarih filozofu, sola diyalektik taklaları öğreten, ayakları Marks, kanatları cahil anarşistler olan Hegel’in 1795’de Schelling’e mektubu:
    “Bizim Alman saraydaki prensler arasındaki entrikalar buradakilere kıyasla sıfır …”
    Allah ünlü olmak için her türlü altın yumurta yumurtlayan gazacılarımızı, üniversitelerde ve özellikle özgür üniversitelerde beyin yıkayan devlet memuru profesörleri, solcuları, anarşistleri, komünistleri, Marksistleri, yeniden doğmuş müslümanları, komünist-kapitalist Çinlileri, kısacası ezenler kadar eski ezenlere karşı ezenleri başımızdan eksik etmesin! Âmin!
    Kapitalizm insanın insanı sömürmesidir; karşı gelenler tam tersidir.
    Eğlence devam etmeli.

  300. Leon-profesyonel

    Türkiye dışarıdan nasıl görünüyor? Yalnızca batıdan değil, her yerden, doğudan, uzaktan, daha uzaktan, nasıl görünüyor?
    Yabancı yerlerdeki arkadaşlar halimizi, gidişatımızı nasıl gözlüyorlar?
    Bu konuda yazarlarsa ne güzel aydınlanırız.
    Biz açık hava hapishanesi kültürümüz, basınımız ve kanmaca kandırılmacayla yuvarlanıp gidiyoruz gibi.
    Sözkonusu arkadaşlar, bir şeyler yazın!

  301. 18 inde oldurulmek

  302. Kapitalizme karşı mücadelenin kapsamı

    5 numaralı arkadaş,
    Kapitalizme karşı mücadelenin çok daha geniş kapsamlı olduğunu ve çok daha boyutlar içerdiğinde çok haklısınız.
    Ancak tarihte sık sık rastlanan ve bazı durumlarda gereken önderlerin yararlı olduğu da inkâr edilemez. Hepimiz dünyayı daha iyi bilip, örneğin sayın Zileli, bizlere anlatanlardan yararlanırız. Çocukken anne baba ve komşulardan öğrendik, okula gittik.
    Ben kendim 4 numaralı arkadaşı sizin gibi tanımıyorum ama sizlerin okuyup öğrenmeyi küçümsemeniz biraz tuhaf.
    Ben de Avrupa’da yaşıyorum ve bilgiye varış genellikle kitap okumakla başarılmakta. Diğer yandan bilgiyi küçümseme ki binlerce dışavurumu var. Müzik, spor, dans, seyahat, kültür tüketimi, seks, modaya uyma, kişisel sağlık saplantısı … Alış veriş bireyciliği.
    Her okuyan aynı yoruma varmayabilir.
    Kapitalizme karşı olup bilgi alanını daha genişletip (epistemolojik çığır açma) dünya durumunun kaynağını medeniyette bulan sayısız eleştiriciler var.
    Medeniyete karşı olup kapitalizmi savunmak veya karşı olmamak tarih açısından hemen hemen mantıksız.
    Bilmediğiniz konularda fikir yürütmektense bilgi edinmekte yarar olabilir.
    İsterseniz uzun bir süre yeşilliği savunan, kapitalizmi eleştiren ama şimdi sorunu medeniyette bulan burada, İngiltere’de, Paul Kingsnorth’u veya hakkında yazılan (The Guardian, Nisan 2017) yazıyı okuyabilirsiniz.
    Avrupa’da şu an daha henüz uslu olmadığınız için evinizi basmıyor. Siz Almanlar gibi kısa hafızalısınız. Diğer Avrupa ülkeler her ele geçirdikleri yeri ya kendilerine benzettiler veya kırımdan geçirdiler. Eğer Erdoğan evleri basıyorsa bu sadece bu herifin daha henüz, Avrupa, kapitalizme şükür, devletleri kadar güçlü, halkını müzik, dans, spor, seyahat, kültür tüketimi, seks, modaya uyma, kişisel sağlık saplantısı gibi meşgul etme zenginliğine sahip olmadığından kaynaklanabilir.
    Her eleştirici kapitalizme aynı sizler gibi karşı olmayabilir. Hatta siz kapitalizmin son kılıfı olan bilim ve teknolojiyle herkesi Avrupalılar gibi doyurabiliriz masalını duymamışa benziyorsunuz.
    Bu daha önce oldu. Sovyetler görece başaramayan örnek. Çin maşallah başarıyor. Avrupa proleterleri orta sınıf yaptı ve başardı. Lenin’in daha henüz 1900 yıllarında proleter bu işi kendi yapamaz saptaması uzun yıllar Türk sol hareketine model oldu. Önderler ve öncü partiler mantar gibi çoğaldı. Bu açıdan bakıldığında sizin tutumunuz son derece sıkıcı. Aynı şeyi “öndersiz”, ve yeni bir bayrak olan “anarşizm”le pazarlıyorsunuz.
    Bu ümit tüccarlığı kapitalizmin ta kendisi.

  303. 18 inde oldurulmek

    haber turk un herhangi bir calisani olmak.

  304. marxist argüman

    bir türk muhafazakarinin -necip’in- cektigi kabir azabi

    necip’in 6 nolu yorumuna cevaben

    necip, sen kapitalist rekabette kazananlara dahilsin; parani kazanmi$sin, kö$eyi dönmü$sün; peki hayatin tadini cikarmak yerine, kazandigin parayi yiyip gününü gün etmek yerine neden bu sitede vaktini harciyorsun?

    cevap: birincisi, kendine misyonerlik rolü bicmissin; “hak yolundan” sapmi$ solculari devlet/millet davasina kazanmaya cali$iyorsun.

    ikincisi, solculara, kemalistlere vs. agzinin payini vereyim; yerine göre dalga gecip biraz egleneyim, amaciyla bu sitede yorum yaziyorsun.

    benim icin ise fikir tarti$masi yapmak her $eyden evvel dünyayi anlamaya cali$ma cabasi anlamina geliyor; siyasi tarti$ma benim icin her$eyden evvel zihinsel/entellektüel/felsefik bir faaliyet anlamina geliyor.

    böyle bir faaliyetin $artlarindan birisi, anlamaya cali$tigin olgu/fenomen ile arana mesafe koymaktir; amigoluk, taraftarlik yapmaktan kacinmaktir. dolayisiyla benim olan biteni, olay ve olgulari anlamaya yönelik anlamaya ve aciklamaya yönelik yorumlarimda sen sürekli olarak benim hangi tarafa amigoluk yaptigimi cikarmaya cali$iyorsun; cünkü sana göre fikir belirtmek demek iki taraftan muhakkak birini desteklemek anlamina geliyor. bunu sen yapiyorsun, zileli de yapiyor, zileli’nin okuyuculari da yapiyor, fakat bu amigoluk/taraftarlik yapmayi dogru bulmadigim icin yapmiyorum.

    senin tavrin ise amigoluk yapmaktan ibaret; kime amigoluk yapiyorsun:

    -laik kemalist fraksiyona kar$i islamci fraksiyonun amigolugunu yapiyorsun

    -ABD ve AB’ye kar$i t.c. devletinin amigolugunu yapiyorsun

    -bati uygarligina kar$i dogu uygarliginin; hristiyan uygarligina kar$i islam uygarliginin amigolugunu yapiyorsun

    -yönetilen/kumanda edilenlere kar$i yönetenlerin/kumanda edenlerin; mevcut düzenin figüranlarina kar$i aktörlerin; siradan insanlara kar$i elit kesimin amigolugunu yapiyorsun

    -sosyalizm gibi mevcut düzene alternatiflik iddiasi olan düsüncelere kar$i modern kapitalizmin amigolugunu yapiyorsun

    -ezilen ulus milliyetciligine -kürtcülüge- kar$i ezen ulus milliyetciliginin -türkcülük- amigolugunu yapiyorsun

    -hor görülen, bastirilan dine, inanca kar$i -alevilik- hakim/egemen dinin/inancin -sunnilik- amigolugunu yapiyorsun

    senin cektigin kabir azabinin kaynagi senin dünyaya baki$ acindir; bu kabir azabindan kurtulmak istiyorsan amigoluk/taraftarlik yapmaktan vazgecmen $art; vazgecersin gecmezsin, o da senin bilecegin i$.

    senin cektigin kabir azabinin nedeni egemenligi, imparatorlugu/devleti, güc/kudreti, kisacasi otoriteyi idealize etmendir; tarihe kari$mi$ osmanlinin hasretini ve hayalini cekmendir; kapitalist batinin doguya kar$i olan askeri/siyasi/maddi üstünlügünü vs. kendine dert etmendir.

  305. Sayın Leon-profesyonel,
    Evren big-bangle kabından taşmadı. Bu süt inekleri olan bilim adamların masalı. Evren televizyon (veya daha geniş anlamda medya) ile okulun vahşi evliliğiyle (madde ve karşı madde), aynı medeniyet kanseri gibi, yayıldı.
    Eminim siz bu vahşi evliliğin bir çocuğusunuz. Facebook, Twitter ve benzeri milyarderleri besleyen, Türkiye içinde veya dışında, yaşayan Türkler sizi aydınlatır. Bir göz atmaya değer.
    Kendim Türkiye’ye geldiğimden Türklerin yaşadığım ülkeyi benden sonsuz daha iyi tanıdıklarını görüp hayret ettim. Eminim siz sorduğunuz sorulara cevapları fazlasıyla biliyorsunuzdur. Kapitalizmin dünyaya egemen olduğundan bu yana sonsuz cahillikle sonsuz bilgelik çember üzerindeki bir nokta oldu. Noktaya en uzak ve en yakın aynı nokta.
    Kızılderilileri incelemek isteyen bir Alman antropolog bir kızılderiliye aracılık yapmasını teklif eder. Kızılderili yakınlarındaki üniversiteye işaret edip oradaki uzman profesörlerin daha da yararlı olacağını söyler. Peygamber Marks’ın peygamberi antropologun bir kızılderili halk hakkında yazdıkları dünyanın her yerinde hala öğrencilerin beynine tıka basa sokulur. 1970lerde kendisi antropolog olmuş bu halktan birine Marks’ın akıl hocasının kendileri hakkında yazdıkları doğru mu?, diye sorarlar. Cevap: “Evet doğru ama bizimle alakası yok.”
    Tüfek icat oldu, mertlik bozuldu.
    Yazı icat oldu, yalanlar evrendeki yıldız sayılarını çoktan aştı.
    Hala kapitalizmin serbest pazar ve görünmez elle (Allah’ın yeni adları) çalıştığı yalanını millet her yerde bal gibi yutar.
    Eğer yalanları sıralasam evrendeki yıldızların sayısı bile okyanusta bir damla olur. Ve yalanları en büyükleri düzene karşı olduklarını iddia edenlerden çıkar. Çevreyi korumak isteyenler, hayvan sevenler bu varlıkların en iyi yerinin doğal çevreleri olduğunu söylerler, ama insanların da en iyi yerinin, okulsuz, devletsiz, yazısız, bankasız, dinsiz, imansız, allahsız doğal ortamlarında yaşamasını önermezler. Heriflerin derdi son modaya uygun iş bulup “doğrusunu” konuşmak.
    Medeti dış yalanlarda aramaktansa, siz en iyisi mışıl mışıl cehalet saadettir uykunuza devam edin. Bu sitede bilgisi dibi olmayan kuyu kadar derin bir sürü yazarlar var. Onları okuyun yeter. Veya asıl kaynak olan televiyon-medya-okula baş vurup beyninizi doldurun.

  306. Leon-profesyonel

    14 No,
    Ben, yurtdışındakilerin sansürlenmemiş, gizlenmemiş beyinlerin düşüncelerinden, sözlerinden yararlanmak isterim. Senin gibi halüsinasyonlar gören, dili kirli, zihni bozuklardan bir isteğim yok.

  307. marxist argüman

    kapitalist/emperyalist rekabet ve avrupa birligi (AB)

    benim AB nedir, nasil bir olu$umdur, bunu anlmaya yönelik yazdiklarimi necip, AB’ye övgü olarak algilami$/anlami$.

    dünyada, türkiyede ve tabii ki günzileli.com’da da fikir tarti$masi genellikle futbol fanatikligi/amigoluk yapmak $eklinde yapildigi icin, ben ne yazarsam yazayim necip ve diger yorumcular benim yazdiklarimda ki informasyona/bilgiye bakmiyorlar; benim hangi tarafi destekledigimi anlamaya cali$iyorlar.

    “soguk sava$” diye adlandirilan ikinci dünya sava$indan sonra ba$layip sovyetler birliginin kendini fesh etmesiyle sonuclanan dönemde kapitalist/emperyalist nato cephesini ABD önderliginde bir araya getiren “ortak dü$man komünizm” idi.

    “ortak dü$man” komünizmin tarih sahnesinden cekilmesi ile kapitalist devletler ba$ba$a kaldilar. bu durum kapitalist devletler/uluslar arasinda ki rekabeti hem kizi$tirdi, hem de daha görünür hale getirdi.

    örnek, eskiden kayitsiz $artsiz ABD’nin önderligini tanimi$ devletlerin itirazlari ve yeni arayi$lari ya da ABD’nin yeni ba$kani trump’in özellikle AB üyesi devletlere “siz amerikayi sömürüyorsunuz; amerikan dünya düzeninden faydalanmak istiyorsaniz amerika’nin cikarini da gözetmek zorundasiniz” demesi gibi.

    AB denilen olu$um fikret ba$kaya’nin sandigi ve yazdigi gibi ABD’nin kurdugu bir olu$um degil, tam tersine iki dünya sava$i sonunda gücten dü$en avrupali emperyalistlerin ABD ile rekabet edebilmek icin kurduklari bir olu$umdur.

    ister devletlerarasi rekabet olsun, isterse de (özel) firmalar ve $ahislaraarsi rekabet olsun, kapitalist anlamda kazanmak, zenginle$mek ancak ve ancak rakipleri fakirle$tirerek, sömürerek mümkündür; yani “ben de kazanayim sen de kazan, karde$ karde$ ya$ayalim”, böyle bir ili$ki kapitalist dünyada yoktur, mümkün de degildir.

    dünyada ki melanetin; sava$larin, sömürünün, irkciligin, maddi sefaletin, mülteciligin, dini fanatizmin vs. kaynagini merak edenlerin ve bundan rahatsiz olanlarin global kapitalist düzeni ve bu düzenin ekonomisi olan serbest piyasa ekonomisinin rekabete, sömürüye dayali ve paranin/sermayenin hakimiyeti gibi ilkelerini mercek altina almalari $art.

    kapitalist sömürüyü, rekabeti ve paranin/sermayenin hakimiyetini bir kenara birakip, demokrasi/e$itlik/özgürlük gibi soyut ideallerle poltika yapan gün zileli, fikret ba$kaya, demir kücükaydin ve diger anar$ist, feministler vs. bo$a kürek cekiyorlar.

    önce kendilerini sonra da diger insanlari aydinlatmak yerine “insanlara alternatif iktidar secenekleri sunmak lazim” kaygisiyla/dü$üncesiyle iktidar sava$larinda taraf olanlar, amigoluk yapanlar, iktidar fraksiyonlarinin basip yükseldikleri tahterevalli olmaktan öte bir fonksiyona sahip olamiyorlar, olamazlar da.

    necip, benim kapitalist/emperyalist rekabette ki pozisyonumu anladin mi?

    bir fikrin/düsüncenin dogrulugunun yanli$liginin ölcüsü/kriteri, sözkonusu bu fikrin ne kadar insan tarafindan benimsendigi, kabul gördügü degildir.

    bir fikrin/düsüncenin dogrulugu yanli$ligi bunlardan bagimsiz olarak icerik/öz ile alakalidir; ülcü/kriter akil ve mantiktir.
    bundan dolayi benim tavrimi bu sitede ve dünyada kac ki$i payla$mi$, belirleyici olan bu degil.

    tabii ki fikirlerimi/düsüncelerimi insanlara anlatma gibi bir derdim var; bundan dolayi da burda yorum yaziyorum. fakat benim bu anlatma ve aciklama faaliyetim, senin yaptigin gibi “misyonerlik” yapma degildir; benim insanlara sunacagim hazir bir toplumsal recetem de, örgüt ya da partim de yok; fikirlerim, argümanlarim, aciklamalarim, bilgilerim var.

    dünyanin hal ve gidi$atindan rahatsiz olan insanlarin, bizzat dünyayi anlamaya yönelik kafa yormalari ve pasif bireyler olarak “kurtarici lider” aramak yerine kendilerini olaylarin “öznesi” yapmalari $art.

  308. Aslı müslüman ama asıl aslı Avrupalı

    İslam medeniyetini sadece ve sadece gündemdeki olaylar açısından yargılama Avrupa veya özellikle Almanya’yı İkinci Dünya Savaşı yıllarında yargılamaya benzetilebilir. İslam’a uygulanan bu yaklaşım günümüze uygun düşse ve yerinde bir tutum olsa da medeniyet tarihinde bilgisizlik, konuları anlamada miyopluk sergiler. Daha da kötüsü salt gündemdeki olayları işlemekle fırsatçılık, iki yüzlülük, özgür düşünmektense hoşa gider düşünmek gibi basitlik, basmakalıpçılık, kısacası tamı tamına politikacı oyunları oynamaya yol açar.
    Yeni yeşeren kapitalizm eskimiş güç kaynağı Hıristiyanlıkla çelişkiye düşünce Kalvin “her şey evvel zaman içinde, kimin cennete gideceği kimin gitmeyeceği alınlara yazılmıştır ve kimse değiştiremez, vs. vs. …” düğün türküsüyle gelin güveyiyi evlendirdi. Ve bazı tarihçilere göre bu teolojik cambazlık kapitalizmin ruhu olup, kapitalizm bayrağını taşıyanlara akıl almaz enerji, iştiyak, etkinlik ve üretkenlik kazandırdı. Bir Avrupa devleti kurmak isteyen bir sahtekâr koca Türk, bir saray subayı, tam tersini savunup, “ne mutlu Türklerin mutsuzluğunun kaynağının Türkleri alın yazısına inandıra İslam’dan geldiğini bal gibi yutturdu.
    Irkçılık da benzeri bir rol oynadı.
    11. Yüzyılda zamanın Amerika veya Avrupası olan Endülüs’de bir emir saray koca düşünürü dalkavuğa (şimdi bunlara üniversitelerde altın yumurtalar yumurtlayan profesörler adı verilir) dünyanın mevut durumun içeren bir rapor hazırlamasını emreder. Zamanımızda mantar gibi çoğalmış bu derin düşünür dalkavuk hemen iş başı eder. Rapor uzun. İşte bir cümle: “Dünyanın en zeki insanları, SİYAH OLMALARINA RAĞMEN, Hindistanlılar.” Irkçılık Avrupa ayak takımına dünyanın karanlık yerlerinde kalmışlara Yunan meşalesini götürüp AYDINLIĞA kavuşturmada, daha doğrusu ve kırımdan geçirmede, yer almada coşkunluğu aşıladı. Afrikalı bir gayri-meşru (yani medeni olmayan) peygamber “Beyazlar geldiğinde toprak bizim, İncil onlarındı; şimdi tam tersi!”, der. Köle toplayan Avrupalılara kulakları eski kesik Müslümanlar aracılık yaptı.
    Medeniyet tarihi zincirinde bir halka olan İslam, aşağı yukarı Haçlılar devrinde, Avrupalılara ananı bile satmak, insanı bile satmak, toprağı bil satmak, vs. öğreterek Avrupalıları medeniyet hizasına soktu.
    Kısa bir süre öncesine kadar birkaç dürüst tarihçi ve düşünür hariç, emeği Allahlaştıran Avrupa kendinin, veya isterseniz bir genetik mutasyonla, hop diye emek sevmeyen Antik Yunandan zıplayarak, fırladığını iddia etti.
    Yalanlarla doğruyu ya Allah bilir veya yüce v özellikle son moda Anarşist eğilimli yazarlar bilir. Daha doğrusu halen evrenden bile büyük bir yalanı besleyip besleyen derin düşünürler bilir. Allah onları başımızdan eksik etmesin! Âmin!
    Bu sitede maşallah çok var.

  309. marxist argüman

    AB emperyalizmi/alman/fransiz emperyalizmi

    necip’in 6 nolu yorumundan alinti:

    “AB’den neden bahsetmiyorsunuz?
    Zulf-u yare mi dokunuyor?”

    evet, biraz da avrupa birligi (AB) emperyalizmi üzerine yazmak iyi olacak, yalniz necip gibi insanlarin yanli$ beklentilerininin önünü almak icin pe$inen belirteyim: AB’nin emperyalist poltikalarini te$hir etmek t.c.’nin sunni islamci rejiminin bölgesel emperyalist politikalarini temize cikarmaz; tam tersine ister bölgesel ister global olsun, emperyalizm ele$tirisi aydinlikci/perincekci fa$istlerin/irkcilarin ve türk milliyetcilerinin yaptigi gibi vatanda$i oldugun devleti di$ devletlere kar$i savunmak degildir, ya da güclü devletlerin hegemonyasina kar$i zayif devletleri savunmak da degildir.

    “kahrolsun emperyalizm” demek de hüner ya da cözüm degildir; cözüm, emperyalizm, yani yayilma ve hakimiyet kurma politikasinin/olgusunun üredigi kaynagi; bu kaynagin “devlet” denilen kurum ile ve kapitalist ekonominin rekabet ve zenginlik/güc biriktirme karekteriyle ilgisini tespit edip, bu kaynagi kurutmak, ortadan kaldirmaktir.

    AB emperyalizminin yöntemini benim takip ettigim almanca marxist “gegenstandpunkt” dergisi “friedliche eroberung” yani “bari$cil fetih/$iddetsiz yayilma” olarak tanimliyor.

    AB emperyalizminin doguya dogru bari$cil yayilmasini sosyalist sovyetler birliginin kendini fesh etmesi ve bati almanya’nin dogu almanya’yi topraklarina katmasi/ilhaki ile ba$latmak yanli$ olmaz.

    AB emperyalizminin doguya/dogu avrupaya dogru yayilmasini dogal olarak kendine tehdit olarak algilayan rus politikacilarinin: “nato bize söz vermi$ti, sözünde durmadi” $eklinde sizlanmalarina nato cephesi: “birincisi, biz yazili bir taahütte bulunmadik; ikincisi de, biz sözü sovyetler birligine vermi$tik, o da tarihe kari$tigina göre…”

    AB emperyalizminin doguya dogru yaptigi fetihlerden anlamamiz gereken:

    birincisi, eski dogu bloku ülkelerinin AB’ye alinmalari; AB’nin almanya ve fransa önderliginde “avrupa birle$ik devletleri” $eklinde emperyalist bir blok olarak günümüzde ki son halini almasi

    ikincisi, eski var$ova pakti üyesi ülkelerin nato’ya üye edilmeleri ve nato’nun rusya sinirlarina dayanmasi

    AB’nin doguya dogru yayilmasina rusya’nin sira ukrayna’ya gelinceye kadar seyirci kalmasinin iki sebebi vardi:

    birincisi, rusya’nin $u yönde ki beklentisi: “ben rejimimi/devlet programimi/(reson etat) degi$tirdim, sosyalist ekonomiden kapitalist ekonomiye geci$ yaptim; e artik bize rusya olarak dü$manlik yapmaktan vazgecmeniz lazim; sovyetler birligine yaptiginiz gibi beni rusya olarak izole edip cökertmeye cali$ma faaliyetlerinize son vermeniz lazim; dahasi beni rusya olarak AB ve nato’ya üye etmenizi bekliyorum”

    ikincisi, AB’nin doguya dogru bari$cil yayilmasinin arkasinda nato’nun ve dolayisiyla ABD’nin askeri destegi ve rusya’nin sira ukrayna’ya gelinceye kadar nato ve ABD ile askeri olarak yüz yüze gelmekten kacinmasi

    rusya’nin ukrayna ve krim meselesinde ki tavri ne anlama geliyor?

    cevap: rusya, krim’i ilhak edip ukrayna meselesine aktif müdahale ederek nato cephesine ve AB’nin “bari$cil fetih” politikasina: “stop, buraya kadar; sava$sa sava$” demi$tir. neden?

    cünkü nato ve AB’nin ukrayna’yi da üyelige almalari demek, nato emperyalizminin rusya sinirlarina gelip dayanmasi anlamina geliyor.

    ABD’ di$ politikasinin dani$manlarindan birinin $öyle bir belirlemesi var: “ukrayna’nasiz bir rusya global bir güc olamaz; rusya’yi bölgesel bir güc olarak kalacak kadar budamak/zayiflatmak istiyorsak ukrayna’yi rusya’dan koparmak $art”.

    obama da zaten rusya’ya direk: “siz sovyetler birligi gibi küresel degil, artik bölgesel bir gücsünüz” demekte bir sakinca görmemi$ti.

    ukrayna da ki “portakal devrimi” zileli gibi ayaklari yere basmayan romantik/idealist anar$istlerin sandigi gibi ukrayna halkinin diktatörlüge kar$i bir devrimi falan degildi.

    ukrayna’da ki toplum ve iktidar fraksiyonlari, siyasi ve iktisadi elit tabaka/establishment tipki türkiyede oldugu gibi bati yanlisi ve dogu/rusya yanlisi olarak ikiye bölünmü$ durumda. yani devletin/milletin cikarini ve bekasini bati’da daha saglam ellerde görenler ile dogu’da daha saglam ellerde görenler olarak ikiye bölünmü$.

    AB’nin ukrayna’ya teklif ettigi anla$mayi ukrayna hükümeti rusya’dan daha karli bir teklif alinca red etti.
    peki ABD ve AB’nin buna tepkisi ne oldu?

    cevap: o zaman ben de ukrayna da “regime change” yani “rejim degi$ikligi” yaparim dedi ve i$e koyuldular.

    yani zileli gibi romantik devrimcilerin “portakal devrimi” diye idealize ettikleri olay, CIA ve AB politikacilarinin rus dü$mani ukrayna’li milliyetcilere/fa$istlere acik destegi ile geli$en olaylardir.

    nitekim, rus yanlisi hükümet devrilip bati yanlisi hükümet kuruldugunda CIA ve alman politikacilarinin acikca destekledileri ukraynali milliyetcilerin/fa$istlerin ilk yaptiklari i$ rus dilini/kültürünü yasaklamak olmu$tu.

    AB’yi bir tahterevalli olarak kullanan alman emperyalizmi bugün dünya capinda ABD emperyalizmi ile rekabet edecek ekonimik güce eri$mi$ durumda.

    bay trump’in bayan merkel’a soguk davranmasinin altinda yatan neden de, trump bunu acikca ifade ediyor zaten: ABD emperyalizminin alman emperyalizmiyle dünya capinda ki rekabetidir.

    bay trump bayan merkel’a ne diyor: “alman devleti ve AB olarak $imdiye kadar nato ve ABD’nin askeri $emsiyesi altinda dünya capinda ticaret yapip iyice semirdiniz; ya bütcenizden nato’ya ve savunma bütcenize daha fazla pay ayirirsiniz ya da kendi ba$inizin caresine bakin”

  310. marxist argüman

    kapitalist/emperyalist rekabetin magluplarini galiplere kar$i savunmanin vardigi yer kacinilmaz olarak neden irkcilik/milliyetcilik/fa$istliktir

    necip’in 6 nolu yorumundan alinti:

    “(“ücüncüsü, mallarin/ürünlerin serbest dola$imi. yani alman peynirinin, ka$arinin yunanistan piyasasina gümrüksüz, engelsiz girmesi ve yine tersinden yunan peynirinin, ka$arinin, zeytininin alman piyasasina gümrüksüz, engelsiz girmesi gibi.”)

    AB reklamlarini okudunuz sayin okuyucular.
    Cok ilginc.. Marxistlerimizin ve “sol’un geldigi noktaya bakin hele:
    Acik acik fakirlerin aleyhine isleyen duzeni, sirf ‘kanunlar oyle’ diyerek savunmak; ve –daha da beteri– bunu ‘suret-i hak’tan gorunerek yapmak.”

    necip burda “fakirlerin alehine i$leyen” derken neyi kastediyor? necip komünist oldu da biz mi fark etmedik?

    cevap: hayir. kapitalist rekabetin galibi necip’in, bu galibiyetin hakli magrurluguyla kapitalist rekabeti ve bunun dogal sonucu olarak insanlarin “galip/elit azinlik” ve “maglup cogunluk” olarak ikiye ayrilmasini nasil “dogal” deyip savundugunu yazdigi yorumlardan biliyoruz.

    peki necip neden $imdi “fakirlerden” yana bir tavir takiniyor?

    cevap: cünkü necip her ne kadar tek bir $ahis olarak kapitalist rekabette kazanmi$ olsa da, türk muhafazakari necip’in devleti t.c. dünya kapitalist rekabetinin “magluplari” arasinda yer aliyor. i$te necip, ölmeden önce devleti t.c.’nin kapitalist rekabetin magluplari liginden galipler ligine, $ampiyonlar ligine cikmasini arzuluyor; bu, necip’in ölmeden önceki son arzusu.

    t.c., dünya kapitalist devletler liginden $ampiyonlar ligine yükselemezse necip’in gözü arkada kalacak.
    necip’in akp’li sunni islamci madrabazlari ve ba$kanlik sistemini kayitsiz $artsiz desteklemesinin nedeni de, necip’in erdogan’in emperyalist emellerini hayata gecirecegine dair inanci ve umududur.

    demek ki necip’in “fakirlik” argümani aydinlikci/perincekci fa$istlerin “fakirlik” argümani ile ayni. ne demek bu?

    necip gibi türk muhafazakarlari ve perincekci irkcilar “fakirlik” derken kapitalist/emperyalist rekabetin kazananlari olan zengin devletler ile bu rekabetin magluplari olan görece zayif devletleri kastediyorlar.

    yani benim gibi marxistler fakirler-zenginler; galipler-magluplar, figüranlar-aktörler, baldiri ciplaklar-elitler/seckinler vs. derken örnegin almanya, türkiye ya da amerika’da ki toplumsal düzenin aktörleri olan siyasi/ekonomik elitleri/seckinleri ve yine bu toplumlarda ki ekonominin ve siyasetin “bagimli degi$kenleri” olan cali$anlari, emekcileri, kisacasi siradan insanlari kastediyorlar.

    türk muhafazakari necip ile aydinlikci/perincekci türk ircilari/fa$istleri, ya da türk milliyetcileri ise “fakirler” derken, kapitalist devletleri ve bu devletlerin kapitalist hiyerar$ide ki konumlarini kastediyorlar.

    dikkat edilirse, necip’in de dahil oldugu sözkonusu bu türk milliyetci, irkcisi, muhafazakari, islamci, vatanseveri vs. takimi devlet ile toplumu bir ve bütün olarak görüyor; devlet ve toplumun cikarlarinin bir ve ayni oldugundan yola cikarak, türk devleti ne kadar yükselirse türk toplumu da o derece otomatikmen yükselir, $eklinde hesap yapiyorlar.

    gercek öyle mi?

    cevap: hayir. türk toplumunda necip’in de dahil oldugu, bir eli yagda bir eli balda zengin azinlik kesime kar$ilik kit kanaat ya$ayan, ay sonu kirasini bile zar zor ödeyen, yerini göre kuru ekmek yiyerek sefil bir halde ya$ayan cogunluk sözkonusu.

    yine türkiyede resmi dil olan türkce ve türk kültürüne kar$ilik devlet tarafindan yasaklanan ve ce$itli bicimlerde baski altinda tutulmaya cali$ilan, asimile edilmeye, unutturulmaya cali$ilan ba$ta kürtce olmak üzere, azinlik dilleri ve inanclari sözkonusu.

    ayni örnegi dünyanin bir numarali süper gücü ABD’ye de uyarlasaniz yine bir$ey degi$mez; kar$imiza üc a$agi be$ yukari ayni manzaralar cikar.

    sonuc: necip gibi türk muhafazakarlari, milliyetcileri, irkcilari, devletcileri, dincileri vs. cogunlukta olduklari müddetce ve yine dünyada ki diger toplumlarda da ayni $ekilde bu kafada ki insanlar cogunlukta olduklari müddetce, ki cogunluktalar, bu dünya böyle gider.

  311. Sayın Başsız Anarşist 5
    Bu sitede adının yasaklandığı kişi artık İsviçre’de yaşamıyor. Arapça bildiğinden, Türk politika sığınmacılarından öğrendiklerinden yararlanıp Suriye’den kaçma numarası yapıp daha mutlu ve daha zengin ülke olan Norveç’e sığındı. Biliyorsunuz Norveç 2017 yılında mutluluk şampiyonluğunu kazandı. İsviçre’deki Türk, Kürt ve Alevilerden duyup öğrendiklerin bir de bir yahudiyle evli olduğunu katınca, sosyal yardım memuruyla konuşurken bir gaflete düşüp asıl metni olan “demokrasi sevgisi” yerine asıl asıl “para sevgisi” nden Norveç’e geldiğini söylemesine rağmen hemen oturma izini verildi. Tüm Avrupa ülkeleri hoşgörülük ve barış istiyor. Ticaret sürtüşmeyi sevmez.
    Öğrendiği metinden bir parça:
    Bu dünyada üç şey vardır
    Sevilir anam sevilir,
    Biri kardeşlik,
    Biri eşitlik,
    Biri de özgürlük.
    Üçü de Avrupa’da anam üçü de.
    Not: Daha da iyisi, bu adı ağza alınmaz kişi Norveç’in cıvasız balıklarından yararlanıp kalbini sağlamlaştıracak. Bakın o hiç de modernliğin nimetlerine karşı değil, sizler ve tüm dünya insanları gibi daha çoğunu arzu ediyor, o kadar. Sizin ümit anti-capitalizm afyonu sadece sizi uyutuyor gibi. Capitalism is the exploitation of man by man. Anti-capitalism is exactly the opposite, esteemed pushers.

  312. “sen kapitalist rekabette kazananlara dahilsin; parani kazanmi$sin, kö$eyi dönmü$sün; peki hayatin tadini cikarmak yerine, kazandigin parayi yiyip gününü gün etmek yerine neden bu sitede vaktini harciyorsun?”

    Su rezillige bakar misiniz…

    Bir de Marxist olacaksiniz –papucumun Marxisti.

    Demek ki neymis?

    ‘Paran varsa, hayatini yasa, keyfini sur; gununu gun et’..

    He mi?

    Siz, bu kafayla, zenginlerin sadece gosterisci musrifligini mesrulastirmakla kalmiyor; ustune ustluk, bir de, daha da beteri, bunu alenen oneriyorsunuz..

    ?cevap: birincisi, kendine misyonerlik rolü bicmissin; ‘hak yolundan’ sapmi$ solculari devlet/millet davasina kazanmaya cali$iyorsun.”

    Onun sebebi misyonerlik duygusu filan degil: Ahmakliga dayanamiyorum.

    Sol, kim bunu becerdiyse, iktidar olmak, gercekten bir seyler yapmak arzusunu kaybetti. Yerine, muhalefet yapmak sandiklari, fakat aslinda dilencilik aliskanligi geldi: “O ozgurlugu ver bana, bu ozgurlugu ver bana –Allah rizasi icin”..

    Devleti yonetmege talip olmayan her siyasi hareketin kaderi budur; ve, sol bunu unuttu.

    “ikincisi, solculara, kemalistlere vs. agzinin payini vereyim; yerine göre dalga gecip biraz egleneyim, amaciyla bu sitede yorum yaziyorsun.”

    Bu yazdiklarim karsisinda birileri bana para vermedigine gore, ya bir seyler ogrenmek, bilgi edinmek ya da eglenmek karsiliginda yaziyorum.

    Uzucu olan su ki, bir seyler ogrenmek cok nadir oluyor; geriye sadece eglence faktoru kaliyor..

    “benim icin ise fikir tarti$masi yapmak her $eyden evvel dünyayi anlamaya cali$ma cabasi anlamina geliyor; siyasi tarti$ma benim icin her$eyden evvel zihinsel/entellektüel/felsefik bir faaliyet anlamina geliyor.”

    Hikaye. Bu hikayeye kendinizi de inandirmis olmaniz ise uzucu.

    Siz, simdiye kadar, cok seyrek bir ‘anlama cabasi’ sergilediniz. Onun yerine, butun yaptiginiz, bir etiketleme cabasi.

    Gulunc ve acikli; ama, siz hala daha farkinda degilsiniz.

    “böyle bir faaliyetin $artlarindan birisi, anlamaya cali$tigin olgu/fenomen ile arana mesafe koymaktir; amigoluk, taraftarlik yapmaktan kacinmaktir.”

    E iyi o zaman. Bu dedikleriniz lafta kalmasin, aradabir uygulmagi da deneyin.

    “dolayisiyla benim olan biteni, olay ve olgulari anlamaya yönelik anlamaya ve aciklamaya yönelik yorumlarimda sen sürekli olarak benim hangi tarafa amigoluk yaptigimi cikarmaya cali$iyorsun; cünkü sana göre fikir belirtmek demek iki taraftan muhakkak birini desteklemek anlamina geliyor.”

    Bilmeyen de, bunu diyen kisinin kendisinin su katilmamis ‘notr’ oldugunu sanacak..

    Degil tabii.

    Bu yazdiginiz yazi dahil (ilerleyen kisimlari, ozellikle) ve diger tum yazdiklariniz sizin zikrettiginiz bu prensiplerinizi tekzip ediyor.

    “bunu sen yapiyorsun, zileli de yapiyor, zileli’nin okuyuculari da yapiyor, fakat bu amigoluk/taraftarlik yapmayi dogru bulmadigim icin yapmiyorum.”

    Anladim. Herkes hatali; bir siz munezzehsiniz..

    “senin tavrin ise amigoluk yapmaktan ibaret; kime amigoluk yapiyorsun:”

    ‘Amigoluk’ kelimesini ‘taraf tutmak’ olarak degistirirsek, daha isabetli olur.

    “-laik kemalist fraksiyona kar$i islamci fraksiyonun amigolugunu yapiyorsun”

    Evet. Cunku, ‘Balkan Oligarsisi’nin bir darbe ile ele gecirdigi, bir dizi darbe ile de tahkim etmege calisageldigi duzenin cok fazla sayida insana cok haksiz davrandigini dusunuyorum.

    Siz, aksini dusunuyorsaniz, yazin ogrenelim.

    “-ABD ve AB’ye kar$i t.c. devletinin amigolugunu yapiyorsun”

    Evet. Cunku, ben TC’de yasiyorum.

    “-bati uygarligina kar$i dogu uygarliginin; hristiyan uygarligina kar$i islam uygarliginin amigolugunu yapiyorsun”

    Evet. Cunku, bu topraklar cok uzun zamandir bu medeniyeti yasiyor. Ben de burada yasiyorum. Dahasi, Batiyi yeterince (zaman ve mekan cinsinden) gordum. Ustunluk iddialarini kabul etmiyorum.

    “-yönetilen/kumanda edilenlere kar$i yönetenlerin/kumanda edenlerin; mevcut düzenin figüranlarina kar$i aktörlerin; siradan insanlara kar$i elit kesimin amigolugunu yapiyorsun”

    Yarisi dogru, yarisi yanlis.

    Yonetilenlerin yonetici olmak talebini desteklerim. Elitismi makbul bulmakla beraber, bunun bir tur sinif ya da aristokrasi anlamina getirilmesine karsiyim.

    “-sosyalizm gibi mevcut düzene alternatiflik iddiasi olan düsüncelere kar$i modern kapitalizmin amigolugunu yapiyorsun”

    Sosyalizmin bir alternatiflik iddiasi yok ki. Cok olsa, ‘hadi, yeterince para kazandik; artik keyfimizce yasayabiliriz’ misali –paralar suyunu cekinceye kadar– hovardalik etmek hayallerinden bahsedebiliriz.

    “-ezilen ulus milliyetciligine -kürtcülüge- kar$i ezen ulus milliyetciliginin -türkcülük- amigolugunu yapiyorsun”

    Salliyorsunuz. Ben, bu cercevede hic bir sey demis degilim.

    Isin aslini sorarsaniz, ben ta gencligimden beri, milliyeciligin boluculuk oldugunu dusunurum.

    Bu benim boluculuge karsi oldugum anlamina gelmez. Fakat, milliyetcilik –hesapta, boluculuge karsi iken– tam olarak da buna yol acar. Bunu goremeyislerindeki ahmaklik beni milliyetci olmaktan alikoymustur hep. Kurtculuk, Turkculuk farketmez.

    “-hor görülen, bastirilan dine, inanca kar$i -alevilik- hakim/egemen dinin/inancin -sunnilik- amigolugunu yapiyorsun”

    Yok. Oyle degil.

    Aleviler, uzun zamandir, 1920’lerden beri, ‘Balkan Oligarsisi’ ile is tuttuklari icin, hem belli ozgurlukler edindiler, hem de (arkalari kuvvetli oldugu icin) siyaset yapmak ihtiyacini gozardi ettiler.

    Siyaset yapmak yerine, Sunnilere yonelik buyurgan taleplerde bulunmagi da muhalefet etmek sandilar. Halbuki, iktidarda ‘Sunni’ler degil ‘Balkan Oligarsisi’ vardi.

    Halbuki, siyaset yapmak demek, muzakerelerde bulunmak, pazarliklar yapmak, tavizler vermek ve karsiliginda tavizler almaga calismak demektir.

    Aleviler bunu iskaliyorlar.

    Ben ise, Alevilerin siyasete donmelerini arzu ediyorum.

    Fakat, gordugum kadariyla, bu zor geliyor.

    Cunku, dogasi geregi, ‘siyaset’ yolula bir seyleri halletmek uzun bir surec. Sonucu da isteneni garanti etmiyor.

    Oyle olunca da, kestirmeden gitmek, isyan etmek, darbelere payanda/paydar olmak daha kolay geliyor gibi gorunuyor.

    Bu yol sonuc vermiyor –verecek gibi de gorunmuyor cunku cogunluk Alevilerde degil– ama bu henuz idrak edilmis de degil.

    Bu da, Alevilerin kusatilmislik duygularini pekistiriyor.

    Ben, bu acmazin kirilmasini arzu ediyorum.

    Siz, aksini dusunuyorsaniz, yazin ogrenelim.

  313. marxist argüman

    türk muhafazakari necip’in devleti t.c.’nin kürtlerle sava$indan enstantaneler:

    “Silopi’de panzerin ezdiği çocukların annesinden kan donduran ifade: Polis silah doğrulttu

    Şırnak’ın Silopi ilçesinde panzerin ezdiği çocukların annesi, ‘Çocuklarımı görmek istediğimde polis, silah doğrulttu’ dedi.
    Bunlarla da ilgilenebilirsiniz

    Şırnak’ın Silopi ilçesindeki Karşıyaka Mahallesi’nde 3 Mayıs günü zırhlı polis panzeri bir eve girip evin karşı duvarına kadar gitmiş, o sırada odada uyuyan 6 yaşındaki Furkan Yıldırım ve 7 yaşındaki Muhammet Yıldırım ezilerek yaşamını yitirdi.

    Silopi’de polis zırhlı aracının girdiği evde ölen 2 çocuğun annesi Nesime Yıldırım, “Polisler çocuklarımın altında kaldığı betonu kaldırmaya yardım etmediler. 5-6 polis ‘Bir şey yok korkma’ diyorlardı” diye o anları anlatırken, babaanneleri Ayşe Yıldırım ise, “Biz çocuklarımızın cenazelerini kaldırırken polisler çay ve kahve içiyordu” diye konuştu.

    Yaşamını yitiren çocukların annesi Nesime Yıldırım, yaşananlarla ilgili Dihaber’e konuştu.

    “Allah’ın verdiği bela güzeldir, zalimlerin değil” ifadelerini kullanan Yıldırım, “Üç çocuğum ile yan odadaydık. Aniden yüksek bir sesin gelmesiyle yerimden kalktım. Odaya yöneldiğimde bütün duvarın yıkıldığını ve çocuklarımın altında olduğunu gördüm. İnleme sesleri yükseliyordu. Betonu kaldırdığımda Muhammet’imi gördüm. Daha sonra Furkan’ı da komşularımız kaldırdı yerden” ifadelerini kullandı.
    Panzerin eve girmesi sonrasında kaçarak uzaklaşan polisleri gördüklerini söyleyen Yıldırım, “Polisler de oradaydı. Betonu kaldırmamda yardım etmediler. Sadece ‘Bir şey yok korkma’ diyorlardı. Nasıl bir şey yok? Ciğerim yandı. Evimiz yıksalardı keşke ama ciğerimi yakmasalardı. Devletin böyle yapmaya hakkı var mıydı? Dar sokakta ne işleri vardı? Beş ya da altı polis araçta vardı ama bir kişiden bahsediyorlar” dedi.

    Hastaneye gittiklerinde polislerin kötü muamelesinin devam ettiğini söyleyen Yıldırım, “Çocuklarımı görmek istediğimi söyledim. Silahları bize doğrultarak, ‘Eğer bir şey yaparsanız silah kullanırız’ dediler. Hem çocuklarımız öldürüyorlar hem de silahlarını bize doğrultuyorlar. Vali de gelip ‘Kader’ diyor. Ben sağ olduğum sürece bunun peşini bırakmayacağım” ifadelerini kullandı.

    Yaşamını yitiren kardeşlerin babaannesi Ayşe Yıldırım da, ölüme ve sonrasındaki açıklamalara tepki göstererek, şunları söyledi:

    “Bunu yapanların yanına kâr kalmasın. Biz cenazelerimizi kaldırırken, evin yakınındaki polisler çay ve kahve içiyordu.”

    türkiye, kürdistan ve dünyada günlük olarak takip edemeyecegimiz kadar olay olurken, kendisine solcu diyen günzileli.com’da erman toroglu’nun rahatligiyla “tarih konu$mayalim da ne konu$alim, konu$acak ne var” diyerek bizans tarihi üzerine yorum yapan solcu türkler, ve yine bu sitede televizyonlarda ki evlenme/evlendirme programlarini “özgürlükler” adina savunan anar$ist türkler, siz önce devletiniz t.c.’nin cumhuriyetin kurulu$undan beri kürdistanda ki vah$etini te$hir edip, tavir alin, yoksa yaptiginiz demokrasi/özgürlük havariligi inandirici olmaz.

  314. marxist argüman

    sunni islamci erdogan rejiminin suriye’ye yönelik emperyalist emelleri:

    “İdlip’te Türk bayrağı dalgalanır mı

    (hasan öztürk, yeni $afak)

    ”Bu sağlanırsa, Suriye’de bu iş yüzde 50 çözülmüş olur diye düşünüyoruz” demişti Cumhurbaşkanımız Erdoğan “Çatışmasızlık bölgesi” konusunda, Rusya’dan dönüşte uçakta aralarında benimde bulunduğum gazetecilere…

    “Çatışmasızlık bölgesi” ile ilgili muhtıra Türkiye, Rusya ve İran arasında imzalandı ve yürürlüğe girdi. Şimdi sürecin takibindeyiz. Uçuş yasakları, silahların kullanılmaması filan var ayrıntılarda.

    Bir şey daha var sanırım!

    O da İdlip konusunda Türkiye’nin “ayrıca” garantörlüğü..!

    İdlip sınırımızın hemen yanı başı… Halep’ten kaçan binlerce sivil orada. İçlerine sızmış ve terör örgütü olarak ilan edilmiş unsurlar da…

    Bölgenin hassasiyetinin farkındayız. Hemen yanı başında, PKK/PYD terör örgütü, rejim güçleri, Amerika’nın güdümündeki unsurlar ve dahası…

    Türkiye, sınırlarına yönelik her hangi bir tehdidi sınır ötesinde önleme konusunda son dönemde önemli operasyonlar yapıyor.

    O halde soru şu: İdlip sınırımızın hemen yanı başı ve orada bir otorite boşluğu da var! O zaman Fırat Kalkanı’na benzer bir kara operasyonu İdlip’e yapılır mı?
    Ya da yarın bir gün, PYD’lilerle birlikte fotoğraf vermekten çekinmeyen Amerika’ya ve Rusya’ya bir cevap olarak Türk bayrağı İdlip caddelerinde görülmez mi?

    Cumhurbaşkanımızın Rusya ziyaretinin bir amacı da “Rusya ile Amerika’nın Suriye konusundaki tutumlarının ne derece örtüştüğünü de görmekti.”

    Astana’da imzalanan muhtıra sonrası Amerikan sözcüsünün, “Biz anlaşmanın tarafı değiliz” açıklaması, Suriye’de Amerika ile Rusya’nın Türkiye’yi de dışlayan bir tutum konusunda mutabık kalmadıklarının işareti.

    O halde, Türkiye kendi tezleri ve çıkarları konusunda muhataplarını ikna etmeye devam ediyor. Ve Fırat Kalkanı’na benzer bir operasyonu bu kez İdlip’te “asayişi sağlamak” üzere gerçekleştirebilir.

    Zaten Amerikan medyası da bunun olabileceğine ilişkin haberleri Pentagon kaynaklı yayınladı bile.

    Türkiye Rusya ile “Suriye’nin toprak bütünlüğü” konusunda hem fikir!

    Putin, Erdoğan’ın önüne koyduğu PYD ile Rus askerlerini birlikte gösteren fotoğrafları “inceleyeceğini” açıkladı…

    Astana’da “Çatışmasızlık bölgesi” muhtırası imzalandı.

    Muhtıranın gereği olarak, Rusya “Koalisyon uçaklarının da o bölgelerde uçuşuna izin verilmeyeceği”ni ilan etti.

    Türkiye, İdlip’te toplu konut yapma konusunda ilk hazırlıklarını tamamladı.

    Bütün bu olup bitenler bir müddet kalıcı hale gelirse, “Suriye sorunu yüzde 50 çözülmüş” demektir. Bundan sonrası, Suriye’nin toprak bütünlüğü korunarak, çatışmaları bitirmek ve yeni yönetimin kurulmasıdır… Kolay değil ama olmaz da değil.

    16 Mayıs’ta Amerika’da Trump ile görüşecek olan Cumhurbaşkanımız “Suriye dosyası” konusunda eli son muhtıra ile güçlenmiştir.

    Amerika’nın PYD terör örgütü ile olan ilişki biçiminin değişmesi Suriye’deki çözümün nihayete ermesi konusunda belirleyici olacaktır.

    Bakalım, Trump görüşmesi de Putin görüşmesi gibi Suriye konusunda önemli gelişmeleri getirecek mi?

    Bekleyip, göreceğiz.”

  315. marxist argüman

    sunni islamci erdogan rejiminin emperyalist emellerinin teorisyeni ibrahim karagül’ün yeni $afak gazetesinde ki kö$e yazisindan alinti:

    “Türkiye o dar masada yer bulabilecek mi?

    Türkiye’nin işte bu dar masada yer alma arzusunu iyi izlemek lazım. Kurucu ülkeler arasına girmesini teşvik etmek, kolaylaştırmak lazım. Eski ezberlerden kurtulup, yeni duruma göre yeni sözler söylemek, tanımlamalar yapmak lazım. Kurucu aktörlerin güç oyununun dışında kalmaması, 21. Yüzyılda daha da öne çıkması için Türkiye için seferber olmak lazım.

    Bugünlerde ABD, Çin, Rusya, Almanya arasındaki diplomasiyi, görüşmeleri, anlaşma ya da anlaşmazlıkları çok dikkatle takip edin derim. Özellikle Mayıs ayındaki ikili ya da çoklu görüşmeleri iyi izleyin derim. Trump, Putin, Erdoğan, Merkel ve Çin yönetimi arasındaki diyaloglara kulak verin derim.

    Suriye gibi bölgesel konuların ötesine geçip, nasıl bir merkez iktidar ilişkileri kurulmaya çalışılıyor, görmeye çalışın derim. Yeni uluslararası iktidar biçimlenmesini, iyi anlayın ve olacaklara şimdiden hazırlıklı olun derim.”

  316. marxist argüman

    savulun, osmanlinin torunlari geliyor!

    “Bilecik’in Söğüt ilçesinde Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Bey’in babası Ertuğrul Gazi’nin türbesinde askerler tarafından Alp kıyafetiyle “saygı nöbeti” tutulmaya başlandı.

    Nöbet ve seremonide Valilikçe temin edilen alp kıyafetleri, aksesuarlar kullanıldı.

    Tarihi misyona uygun bir proje gerçekleştirdiklerini aktaran Elban, şöyle konuştu:

    “Askerlerimize alp kıyafetleri hazırlattık. Tarihimizi, geçmişimizi bu sayede gençlerimize aktarmış olacağız. Bugün itibarıyla saygı nöbeti projemiz başlamış bulunmakta. Amacımız burada hem diriliş, kurtuluş ruhunun daha canlı yaşatılması hem de gelen misafirlerimizin bu ruhu, tarihi duyguyu daha fazla hissetmesi. Projemize destek olan başta İçişleri Bakanımız Süleyman Soylu’ya, Jandarma Genel Komutanımız Orgeneral Yaşar Güler’e teşekkürlerimi sunuyorum.”

    Bilecik Valiliği, Jandarma Genel Komutanlığı ve Bilecik 2. Jandarma Er Eğitim Tugay Komutanlığı iş birliğiyle hazırlanan projede, Söğüt Jandarma Ulaştırma Eğitim Merkezi Komutanlığındaki 9’u uzman çavuş, 4’ü erbaş ve er olmak üzere 13 asker nöbet ve nöbet değişim töreninde görev yaptı.

    Askerler, Ertuğrul Gazi Türbesi’nde “saygı nöbeti”ni yılın 365 günü tutacak”. (basin)

  317. marxist argüman

    önce a$ik ibreti’den bir $iir:

    Bir sah olsam hükmeylesem cihana
    Kilise, mescidi yikar giderdim
    Okullar yapardım bütün insana
    Cehaleti kökten söker giderdim

    Fabrikalar kurar idim her yerde
    İkiliği kovar idim bu serde
    Ayrı gözle bakmaz idim bir ferde
    Cihana bir gözle bakar giderdim

    Gerçek insanları bilirdim Allah
    Ondan gayrısına tapmazdım billah
    Ne Kâbe kalırdı ne de Beytullah
    Yerine bir arpa eker giderdim

    İnsanlıktan baska olmazdı cennet
    Yok olurdu İsa, Musa, Muhammet
    Kalkardı dünyada mezhep, tarikat
    Dinlerin bağını çözer giderdim

    Bir olurdu zengin, fakir her zaman
    Çaresiz dertlere olurdum derman
    Ne gavur kalırdı ne de müslüman
    Tümünü bir yola çeker giderdim

    Gece gündüz çalışırdım millete
    Bir faydali kul olurdum elbette
    Bir ırmak olurdum güneşten öte
    Yeni fezalara akar giderdim

    O günü görseydim yüzüm gülerdi
    Dünyada insanlar bayram ederdi
    Ne bir silah, ne bir atom kalırdi
    Bir ulu deryaya döker giderdim

    İBRETİ der varligimiz bitmezdi
    İnsanoğlu yanlış yola gitmezdi
    Ayrı gayrı devlet icap etmezdi
    Dünyaya bir bayrak diker giderdim

    soru: sava$siz, sömürüsüz, devletsiz bir dünya mümkün müdür?

    cevap: hayir. neden?
    bu dünyada necip gibi devletsever milliyetci/muhafazakarlar cogunlukta ve a$ik ibreti gibi dü$ünenler azinlikta olduklari icin.

    bir de a$ik ruhsati necip’e nasil sesleniyor, ona bakalim:

    Hele bir düşün ki gözümün nuru
    Bu kadar parayı sana kim verdi
    Bazı fukaraya bulma kusuru
    Mesti kundurayı sana kim verdi

    Anadan doğunca kürkün var mıydı
    Üryan gelmedin de börkün var mıydı
    Torba torba mecidiyen var mıydı
    Tükenmez parayı sana kim verdi

    Kuş tüyü döşekte yattın uzandın
    Haftada bir çesit geydin özendin
    Aferin aklına sen mi kazandın
    Şu tompu tarlayı sana kim verdi

    Dinle Ruhsati’yi ne deyem sana
    Sana bir öğüttür sanma ki çene
    Çalışmayla verse verirdi bana
    Bu köşkü sarayı sana kim verdi

  318. marxist argüman

    türk irkciligindan enstantaneler: t.c. polisi kürt avinda

    bati kamuoyunun “islamofobi”sini ele$tiren türk milliyetcisi/islamcisi erdogan rejiminin “kürdofobi”si:

    “Polis konvoyu durdurdu… Eline alıp yaktı!

    Adana’da düğün konvoyunda terör örgütü PKK’yı simgeleyen bez parçasını salladıkları öne sürülen 2 kişi gözaltına alındı.

    Devriye gezen polis ekipleri, düğün konvoyunda PKK’yı simgeleyen bez parçasının sallandığını gördü. Konvoyu merkez Seyhan ilçesi Fuzuli Caddesi’nde durduran ekiplerin anonsu üzerine olay yerine çok sayıda polis sevk edildi.

    Bez parçasını salladıkları ileri sürülen iki kişi gözaltına alındı. Polis, bez parçasını çakmakla yaktı.

    Polis ise düğün sahibine, “Konvoy senin konvoyun. Benim konvoyumda birisi bunu yapamaz. Bu, siz izin veriyorsunuz ki yapılıyor.” diyerek tepki gösterdi. Yasalara uyulması konusunda uyarıda bulunan polis, Türk bayrağını göstererek, “Bizim bir tane bayrağımız var. O da orada dalgalanıyor.” dedi.

    Şüphelilerin Terörle Mücadele Şubesindeki işlemleri sürüyor.” (basin)

  319. marxist argüman

    sunni islamci madrabazlarin kapitalist ekonomi ile imtihani; imanin para ile imtihani: kapitalizm contra din/islam

    “Yazıklar olsun, sizde ar-namus yok mu?
    (sedat yilmaz, yeni akit)

    Herşeyden önce şu bilinmeli…

    Türkiye ekonomisi; domatesin, biberin, patetesin, soğanın, patlıcanın altında kalacak kadar zayıf değil.

    Üreticinin emeğini sömürüp temel gıda maddelerini, markette pazarda fahiş fiyatlarla satanlara herşeyden önce “Yazıklar olsun. Sizde ar-namus yok mu? Tüyü bitmemiş yetimin hakkını nasıl yersiniz? Gece başınızı yastığa koyup nasıl uyuyorsunuz? diye soruyorum…

    Bunlar aslında sadece binbir çeşit yollarla fahiş fiyat uygulayarak emek sömürüsü yapmıyorlar, diğer taraftan fiyatları yükseltip enflasyonun ateşine de odun atıyorlar. Enflasyonu alevlendirerek faizcilerin ekmeklerine yağ sürüyorlar.

    Hep kendi kendime sormuşumdur; “Acaba bu pazar, market fiyatlarını azdıranlar faizcilerle birlikte mi iş tutuyor?” diye…

    Bazıları, hatta ileri geri konuşanlar; “İstihdamda seferlerlik olur. Askerlikte seferberlik olur. Ama enflasyonda nasıl seferberlik olacak?” diye soruyor…

    Ey, vatana-millete faydası olmayan ithalat ürünlerini ülkeye yığınlar…

    Ey, bu ithal malları pervasızca, ne oldum delisi gibi kullananlar…

    Bu sorular aslında size gidiyor…

    Muhatabı sizlersiniz…

    Türkiye’de bu saçma sapan kalemleri sayıp döksek, herhalde “Vay be, bunlar da mı var!” diye dudaklarınızı ısırırdınız…

    Maalesef böyle…

    Arz yeterli… Talep rahatlıkla karşılanıyor… Ama ülkede enflasyon var…

    Niçin, neden?.. Sorun, sorun… Daha çok sorun… Hatta döviz, kur niçin artıyor, Türk Lirası niçin değer kaybediyor, diye de sorun…

    Cevabını hemen vereyim…

    Mal ve hizmetlerle ülkeye döviz getiremezsen, ihracat yapamazsan, bol bol dövizi dışarıya dökersen, ithalatı zirvede tutarsan, kur da yükselir… Enflasyon da yükselir… Dolar, avro, sterlin, her ne bela ise artar da artar… Sonra da “Enflasyon niye bu kadar çıkıyor?” diye bağırıp çağırırsın…

    Öyle değil mi?

    Evet, “İhracat artsın, 2023 yılında 500 milyar dolar hedefine koşalım. Yerlerde sürünen tasarruflarımızı artıralım” diye neden insanlar kafa yormaz! Zor tabi…

    Herşeyi devletten mi bekleyeceğiz…

    Hayır, devlet düzenlemelerini elbette yapacak. Ancak vatandaş da bu düzenlemelere gücü nispetinde, vatanı milleti için katılacak, katılım sağlayacak…

    15 Temmuz şehitleri, niçin canlarını feda ettiler? Bir kere düşünme fırsatınız oldu mu?Emekliye yaşayabileceği maaş verilemiyorsa, işçi-memur, çiftçi, esnaf enflasyon altında başını kaldıramıyorsa, bunun sorumlusu kim acaba? Evet kim?..

    Yüksek enflasyon sebebiyle ödenen faizi, işçinize, memurunuza, emeklinize verseniz, daha iyi olmaz mıydı?

    Maliye Bakanı daha yeni açıkladı.

    587 milyar liralık bütçenin 55 milyar lirası faize gidiyor, diye. Bu da sadece bütçede… Ya gerisi…

    Gerçi buna da şükür… Hiç değilse faiz yükü, bütçenin 10’da birine kadar düşürüldü.

    O zaman, geçmişte bütçenin yarısından fazlasını faize ödeyen, borçlandıkça borçlanan hükümetlere ne diyeceğiz?

    Bu vesileyle ihracatı artırmak, ülkeye döviz kazandırmak üzere ekonominin yapı taşları KOBİ’lere önemli bir destek sayılabilecek Türkiye – Çin arasında gerçekleştirilen Sınır Ötesi e-Ticaret Anlaşması’nı hayata geçirenleri tebrik ediyorum.

    Yurt dışında gerek müteahhitlik, yatırım ve gerekse hizmetler yoluyla ülke dövizini artıran şirketlerimize şükranlarımı sunuyorum…

    İyi ki varsınız!..”

  320. 11 numara sayın “pipsqueak”e veya “DOPE”ye,

    Ve 20 numarada, İsviçre’den Norveç’e göçerek “statüsünü yükseltmiş” sayın “pipsqueak”e veya “DOPE”ye,

    11 numarada şunları yazmışsınız:

    5 numaralı arkadaş, Kapitalizme karşı mücadelenin çok daha geniş kapsamlı olduğunu ve çok daha boyutlar içerdiğinde çok haklısınız. Ancak tarihte sık sık rastlanan ve bazı durumlarda gereken önderlerin yararlı olduğu da inkâr edilemez. Hepimiz dünyayı daha iyi bilip, örneğin sayın Zileli, bizlere anlatanlardan yararlanırız. Çocukken anne baba ve komşulardan öğrendik, okula gittik. Ben kendim 4 numaralı arkadaşı sizin gibi tanımıyorum ama sizlerin okuyup öğrenmeyi küçümsemeniz biraz tuhaf. Ben de Avrupa’da yaşıyorum ve bilgiye varış genellikle kitap okumakla başarılmakta. Diğer yandan bilgiyi küçümseme ki binlerce dışavurumu var. Müzik, spor, dans, seyahat, kültür tüketimi, seks, modaya uyma, kişisel sağlık saplantısı (…) Alış veriş bireyciliği. Her okuyan aynı yoruma varmayabilir. Kapitalizme karşı olup bilgi alanını daha genişletip (epistemolojik çığır açma) dünya durumunun kaynağını medeniyette bulan sayısız eleştiriciler var. Medeniyete karşı olup kapitalizmi savunmak veya karşı olmamak tarih açısından hemen hemen mantıksız. Bilmediğiniz konularda fikir yürütmektense bilgi edinmekte yarar olabilir. İsterseniz uzun bir süre yeşilliği savunan, kapitalizmi eleştiren ama şimdi sorunu medeniyette bulan burada, İngiltere’de, Paul Kingsnorth’u veya hakkında yazılan (The Guardian, Nisan 2017) yazıyı okuyabilirsiniz. Avrupa’da şu an daha henüz uslu olmadığınız için evinizi basmıyor. Siz Almanlar gibi kısa hafızalısınız. Diğer Avrupa ülkeler her ele geçirdikleri yeri ya kendilerine benzettiler veya kırımdan geçirdiler. Eğer Erdoğan evleri basıyorsa bu sadece bu herifin daha henüz, Avrupa, kapitalizme şükür, devletleri kadar güçlü, halkını müzik, dans, spor, seyahat, kültür tüketimi, seks, modaya uyma, kişisel sağlık saplantısı gibi meşgul etme zenginliğine sahip olmadığından kaynaklanabilir. Her eleştirici kapitalizme aynı sizler gibi karşı olmayabilir. Hatta siz kapitalizmin son kılıfı olan bilim ve teknolojiyle herkesi Avrupalılar gibi doyurabiliriz masalını duymamışa benziyorsunuz. Bu daha önce oldu. Sovyetler görece başaramayan örnek. Çin maşallah başarıyor. Avrupa proleterleri orta sınıf yaptı ve başardı. Lenin’in daha henüz 1900 yıllarında proleter bu işi kendi yapamaz saptaması uzun yıllar Türk sol hareketine model oldu. Önderler ve öncü partiler mantar gibi çoğaldı. Bu açıdan bakıldığında sizin tutumunuz son derece sıkıcı. Aynı şeyi “öndersiz”, ve yeni bir bayrak olan “anarşizm”le pazarlıyorsunuz. Bu ümit tüccarlığı kapitalizmin ta kendisi.

    20 numarada şunları yazmışsınız:

    Bu sitede adının yasaklandığı kişi artık İsviçre’de yaşamıyor. Arapça bildiğinden, Türk politika sığınmacılarından öğrendiklerinden yararlanıp Suriye’den kaçma numarası yapıp daha mutlu ve daha zengin ülke olan Norveç’e sığındı. Biliyorsunuz Norveç 2017 yılında mutluluk şampiyonluğunu kazandı. İsviçre’deki Türk, Kürt ve Alevilerden duyup öğrendiklerin bir de bir yahudiyle evli olduğunu katınca, sosyal yardım memuruyla konuşurken bir gaflete düşüp asıl metni olan “demokrasi sevgisi” yerine asıl asıl “para sevgisi” nden Norveç’e geldiğini söylemesine rağmen hemen oturma izini verildi. Tüm Avrupa ülkeleri hoşgörülük ve barış istiyor. Ticaret sürtüşmeyi sevmez. Öğrendiği metinden bir parça: Bu dünyada üç şey vardır – Sevilir anam sevilir, – Biri kardeşlik, – Biri eşitlik, – Biri de özgürlük. – Üçü de Avrupa’da anam üçü de. Not: Daha da iyisi, bu adı ağza alınmaz kişi Norveç’in cıvasız balıklarından yararlanıp kalbini sağlamlaştıracak. Bakın o hiç de modernliğin nimetlerine karşı değil, sizler ve tüm dünya insanları gibi daha çoğunu arzu ediyor, o kadar. Sizin ümit anti-capitalizm afyonu sadece sizi uyutuyor gibi. Capitalism is the exploitation of man by man. Anti-capitalism is exactly the opposite, esteemed pushers.

    Sizle yaptığımız görüşmelerde defalarca izah ettik; ya anlamadınız, ya da anlamazdan geldiniz: “Bilgi”ye, “kitap”lara, “tecrübe”lere karşı, refleksif şekilde küçümseyici tavırlar benimsediğimiz sonucuna nasıl ulaşabiliyorsunuz! Yakışıyor mu sizin gibi deneyimli bir kişiye, önyargı dolu cümleler yazmak!

    Friedrich Dürrenmatt’ı, Jacques Ellul’u, Simone Weil’ı, David Herbert Richards Lawrence’ı, Samuel Butler’ı, Pierre Clastres’ı, Günther Anders’ı, Elias Canetti’yi, William Black’i (ve daha yüzbinlercesini; Samuel Noah Kramer’ı, Marshall Sahlins’i, Stanley Diamond’ı, Eduardo Viveiros de Castro’yu, Jacques Cauvin’i, Philippe Descola’yı, Alain Testart’ı, Johan Huizinga’yı, Edward Said’i, James C. Scott’ı, Mircea Eliade’yi, Étienne de La Boétie’yi, Guy Debord’u, Jean Baudrillard’ı, Eduardo Galeano’yu, Jared Diamond’ı, David Watson’ı, Ivan Illich’i, Joseph Campbell’ı, José Ortega y Gasset’ı, Miguel de Unamuno’yu, Walter Benjamin’i, Hannah Arendt’ı, veya Fredy Perlman’ı, daha yazalım mı, ister misiniz?!) küçümsediğimizi nasıl söylersiniz; sizde hiç utanma yok mu!

    Siz; teknoloji kullanan, internet kullanan, elektrik süpürgesi kullanan, cerrahlık mesleğinde lazer taknolojisini kullanan, kolunu-bacağını kaybetmiş insanlara ve hayvanlara “3D printing” teknolojisi ile uzuvlar üreten kurumları (ve benzerleri gibi pek çok iyileşmeyi) gördüğünüzde; hemen, “köle bunların hepsi!” nitelemesi ile yaftalamakla sürekli kendi egonuzu mu tatmin ediyorsunuz! Siz; “Artificial Intelligence & Yapay Zeka”nın, gün gelecek, bütün insanlar üzerinde hegemonya kuracağını mı zannediyorsunuz sayın “pipsqueak” veya “DOPE”! Bu safsatalara inanacak kadar tecrübesiz misiniz! Yine, Samuel Butler’ın “Erewhon” romanından alıntıları mı döşeyeceksiniz tek tek, teknolojiye karşı çıkmak için:

    “Our opinion is that war to the death should be instantly proclaimed against them. Every machine of every sort should be destroyed by the well-wisher of his species. Let there be no exceptions made, no quarter shown; let us at once go back to the primeval condition of the race. If it be urged that this is impossible under the present condition of human affairs, this at once proves that the mischief is already done, that our servitude has commenced in good earnest, that we have raised a race of beings whom it is beyond our power to destroy and that we are not only enslaved but are absolutely acquiescent in our bondage.”
    (“The Germs of Erewhon and of Life and Habit”, Samuel Butler)

    “Medeniyet” denen şeye, siz DE içinde yaşadığınız hâlde karşı olduğunuzu zannediyorsunuz sayın “pipsqueak”; ıskaladığınız mesele tam burası!

    Bizler de “medeniyet”in içinde yaşıyoruz, peki bu durum; medeniyetin her şeyini sorgusuz-sualsiz kabul ettiğimiz, “köleleşmeyi şevkle kucakladığımız!” anlamına mı geliyor! Hayır; gelmiyor! Yaftalarınızı yanlış kişilere yöneltiyorsunuz sayın “pipsqueak” veya “DOPE”. Sizin, en azından bu sitede, mücadele etmenizi önerdiğimiz kişi: Kapitalizmin müstahdemliğini yapan, otomotiv sektöründe faaliyet gösteren KOBİ-irisi bir şirketin “zibidi patronu!” Necip mahlaslı kişidir. Kendisi; Charles Darwin’in teorilerini, adeta bir silah gibi kullanıp, kapitalizmde insanları köleleştirmeyi meşru göstermeye uğraşır! Yetmez; Herbert Spencer’ın “survival of the fittest” konseptini, insan hayatına da ikame ederek, “sömürmenin ve sömürülmenin normal bir şey olduğu!” zırvasını yayar! Siz ise, sayın “pipsqueak” veya “DOPE”; gelmişsiniz bu siteye, zibidi Necip gibilere karşı mücadele edeceğinize, “bilgiyi, kitapları küçümsemeyin, sakın haaa!” minvalinde nasihatlarınızı çuvaldan döker gibi yazıyorsunuz! Yazık!

    Zibidi Necip, “Galapagos Takım Adaları’ndaki planktonların birbirlerini sömürmesi ne kadar doğalsa; kapitalizmde insanların birbirlerini sömürmesi o kadar doğaldır!” zırvası ile, kapitalizmin ne kadar hoş, ne kadar sevecen, ne kadar meşru, ne kadar “doğal bir düzen” olduğu zehrini yaymak için uğraşır; siz ise sayın “pipsqueak”, “kimlerin ümit tüccarlığı yaptığı / kimlerin ümit tüccarlığı yapmadığı” teşhisinde bulunmaya yelteniyorsunuz! Yazık!

    [Sayın “pipsqueak”e not: Zibidi Necip’in akademik formasyonu “mühendislik”tir. Geçimini ise; otomotiv sektöründe faaliyet gösteren KOBİ-irisi bir şirketin patronlarından biri olarak, şirketindeki insanları sömüre sömüre sağlar.]

    Siz, “erdemli ilkelliği!” bu çağda, 2017 dünyasında, bulabileceğinize gerçekten inanıyor musunuz sayın “pipsqueak” veya “DOPE”?! Sizin, sürekli propagandasını yaptığınız, çuvaldan döker gibi yazdığınız “medeniyet öncesi hayat”; bugün, müzeleri ziyaret eden “yarı-cahil”,

    Theodor W. Adorno Adorno, 1959’da “Theorie der Halbbildung” adlı çalışmasında şunları yazmış:

    Eğitim = Bildung

    Eğitimsizlik = Unbildung

    Yarı-eğitimlilik = Halbbildung

    hafif şişman, parfümle karışık ter kokan, Coca-Cola kutusu ile gezen, turistlere; dekor niyetine gösteriliyor! Norveç’teki evinizden dışarı çıkıp, şöyle egzoz dumanlı derin bir nefes çekip ciğerlerinize, müzeleri tek tek ziyaret ettiğinizde gözlemlemişsinizdir muhakkak! Veya, ABD-Detroit’te yaşadığınız yıllarda; müzelere yerleştirilen “kızılderili çadırları”nın önünde fotoğraf çektirip, facebook’larına profil resmi niyetine koyan “köle ruhlu!” ABD vatandaşlarından da muhakkak haberiniz vardır!

    Hindistan-Varanasi’de, beyaz tenli ve “mutsuz!” turistleri avlamak için “spiritual-healing sessions!” düzenleyen “ashram”ları ziyaret ettiniz mi peki sayın “pipsqueak” veya “DOPE”?! Bhagavad Gita’dan birkaç kelimeyi, kırık-dökük Sanskritçesiyle okuyup, turistlerin cebindeki birkaç “U.S. Dollar”ı alıp, akşama lezzetli, GDO’lu vejetaryen yemeği yemek için sesini patlatan ne çok “guru”lar, ne çok “sadhu”lar var! Siz, sayın “pipsqueak”; hangi “ilkelliği” aradığınızın farkında mısınız?! Sizin özlemini çektiğiniz “erdemli ilkellik!” neredeyse hiç kalmadı, tüketildi; farkında mısınız?!

    Veya Afrika-Nijerya’da, kabile hayatı şeklinde yaşamaları için bizzat Nijerya devleti tarafından maaş bağlanan, birer “memur-köy” hâline getirilen “ilkellikten” haberiniz var mı sayın “pipsqueak” veya “DOPE”?! Niçin böyle bir taktik izliyorlar, çünkü; Nijerya ekonomisinin büyümesi için, yurtdışına, dünyaya pazarlayabilecekleri yegâne malzeme; “göstermelik, turist-kandırmalık kabile hayatı”ndan başka bir şey değil! Veya bu duruma; sizin özlemini çektiğiniz “erdemli ilkelliğin” ambalajlanıp, kapitalizmde bir mal hâline dönüştürülmesi de diyebilirsiniz!

    Beyaz tenli, hafif şişman, parfümle karışık ter kokan turistlerin cebindeki “U.S. Dollar”dan birkaç tane alabilmek için; Nijerya’nın “müze hâline getirilmiş ilkel köyleri”nde yaşayan fakir, gariban insanlar; pet şişeler içine doldurulmuş, buzlu kovalarda soğutulmuş “mineral water”ları turistlerin eline tutuşturmaya uğraşıyorlar. Niçin? Çünkü:

    “Bizim köyün kuyusundan çıkardığımız su biraz bulanık, içerseniz ishal falan olduğunuzu sanıp korkarsınız, bir daha da Nijerya’ya gelmezsiniz! Avrupa’daki ülkenize dönüp orada diğer ‘beyaz tenli’ ahbaplarınıza da, Nijerya köylerinin ne kadar hastalıklı olduğundan falan bahsedip abartırsınız, köylerimize ‘beyaz tenli’ turistin daha az gelmesine sebep olursunuz; böylece, bizim ekmek parası kazanma şansımızı azaltırsınız!

    Siz, eyyy ‘beyaz tenli’ ve cebinde bol bol ‘U.S. Dollar’ taşıyan turistler, en iyisi, şu pet şişelere doldurulmuş, buz gibi ‘mineral water’ları lakır lakır afiyetle için de; bağırsaklarınızı bozmadan, birer ‘ilkellik müzesi’ne dönüştürülmüş köylerimizi turistik gezinizin keyfini doya doya çıkarmaya bakın! Medeniyet öncesi çağları temsil etmesi amacıyla müze gibi tasarlanmış köylerimizde dekor niyetine tutulan cefakâr annelerimizin zahmetle hazırladığı, odun ateşi üzerindeki kararmış kazanlarımızda ağır ağır pişen ‘ilkel Nijerya çorbası’ndan da iki kaşık için, sonra defolup Avrupa’nıza gidin!”

    diyorlar, Nijerya köylerinde yaşayan “ilkel insanlar!”, sayın pipsqueak veya DOPE!

    “Erdemli ilkelliği”; 2017 dünyasında bulabilirseniz, bizlere de haber vermeyi unutmayınız sayın “pipsqueak” veya “DOPE”!

    Ve şunu bir kez daha hatırlatıyoruz size; her ilkelliğin bile birer medeniyeti vardı. Siz, medeniyete karşı olduğunuzu zannediyorsunuz; hâlbuki asıl dert yandığınız husus “modernite”! Size bunu defalarca izah ettik, anlamazdan geldiniz!

    Şu,
    “Önderlik”,
    “Ulu şeflik”,
    “Peygamberlik”,
    “Saviour”luk,
    “Hz. Lenin (S.A.V.)” fetvaları,
    “Hz. Stalin (S.A.V.)” fetvaları,
    “Öncü cephe’cilik (vanguardism)” teranelerini ısıtıp ısıtıp yazmaktan bir türlü bıkmıyorsunuz sayın “pipsqueak” veya “DOPE”! Geçin bu saçmalıkları, geçin. Parmaklarınızı boş yere yormayın artık bunları yazarken.

    Bu siteye çuval çuval “önyargı” dökeceğinize, biraz kendinizden utanmayı deneyiniz sayın “pipsqueak” veya “DOPE”. Dikkatle okuyunuz, neler yazdık:

    Kapitalizmin sömürdüğü milyarlarca insanın (ve elbette; hayvanın, doğanın, bitkinin vb.) çektiği eziyeti; kendilerine bir tür yakıt malzemesi yapıp, bir tür mühimmat gibi kullanıp, kapitalizmin insanlara çektirdiği çileleri istismar edip, bunları, kendi narsist (ve hâttâ; “hedonist” ve “nepotist”) amaçları yönünde bükmeye eğilimli pek çok “iktidar kurmak heveslisi” kişi ve teşkilat var. Bu kişiler ve teşkilatlar; (Necip gibi) hedonistler olabildiği gibi; kapitalizm içinde yaşamaktan memnun, veya kapitalizm dışındaki akımlarla da hemhâl olabilir. Unutmayınız: “Hegemonya kurmak hırsı”, “iktidar kurmak hırsı”, sadece kapitalist sistemin değil; diğer pek çok akımın da içinde taşıdığı özelliklerdir. Bütün bu “tehlike tohumları”nın farkındayız.

    Şimdi okuyacaklarınızı anlamaya gayret ediniz:

    ( http://www.gunzileli.com/2017/03/12/hesaplar-oyunlar/ )
    8 Nisan 2017, Yorum no 269

    Günümüzde en ölümcül seviyelerinden birine hepimizin tanıklık ettiği, bizzat içinde oyuncu olmaya mahkûm edildiği kapitalist sistem; (artık “corporatocracy” & “şirketokrasi”nin domine etmesiyle beraber), silahlı kuvvetlerin, devlet memurluklarının, devlet ve siyaset alanının, (siyasi) partilerin, medya oligarşisinin, reklamcıların, “marketing guru”larının, gazetelerde köşe yazarlarının, tıp (özellikle ecza & pharmaceutical) alanındaki kapitalist oligarşinin, çeşitli spor dallarının (parasal) kâr odaklı şekilde hayata dikte edilmesinin, televizyon yayınlarının, insan vücudunun hazza eğilimli özelliklerinin ve saymakla bitiremeyeceğimiz yapıların hem en ince kılcal damarlarında dolaşmaya, hem (bir tür şemsiye veya çatı misali) üzerinde hegemonyasına (ne yazık ki) devam ediyor.

    Galiba, siz, sistem değişikliğinin gerekli olduğunu idrak etmekle birlikte, bunun akşamdan sabaha, bugünden yarına nasıl olacağı hususunda (belki bir nebze) acelecilik içindesiniz. Ortaya acil çözüm önerileri atılmasını ummanızla beraber, eğer bu çözüm önerileri, kapitalizmi “hemen” çökertmezse; “Bakın beceremiyoruz, bu nedenle susup, sömürmeye ve sömürülmeye devam edelim.” yılgınlığına eğilim gösteriyorsunuz gibi bir hâliniz var. (Hakkınızda yanılıyor olabiliriz.)

    Yaşınız müsait mi bilmiyoruz ama bizim kuşağımız şunları da gördü; 1974-77 yıllarında, anlı şanlı sol örgütler arasında “Acilciler” kısaltmasıyla yeri gelir övülen yeri gelir dalga geçilen, tam adı “Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi; Halkın Devrimci Öncüleri (THKP-C; HDÖ)”nün yazdığı “Türkiye Devrimi’nin Acil Sorunları (TDAS)” başlıklı bir yazı dizisi, broşür, kitapçık vardı. Bu kitapçıkta anlatılanların ekseriyeti doğru tespitler olmakla beraber, “çözüm önerileri” konusuna gelince hemen aceleciliğe kayıp; hem kendi teşkilatını, hem ülke genelindeki sempatizanlarını çok yanlış yönlere sevk etmeye kalktılar; (ölmek ve öldürmek ilk sıralarda olmak üzere) hüsranla sonuçlandı. (Not: Bu durum sadece “Acilciler” olarak bilinen bu teşkilata özgü değildi. O yıllarda, hem “sağ” hem “sol” siyasi arenada faaliyet gösteren pek çok teşkilatta “acele etmeliyiz!” ifadesi, adeta, motivasyon kaynağıydı. “Acilciler” teşkilatı, içinde sırf “acil” kelimesi geçtiğinden biraz şöhretli izlenimi yayar, teşkilatın [dikkat çeken] başka bir özelliği de yoktur.)

    İncelemek isterseniz; “Engin Erkiner” & “Türkiye Devrimi’nin Acil Sorunları”:

    (Not: “Acilciler”in kurucuları arasında olan; “İlker Akman” 26 Ocak 1976’da Malatya-Beylerderesi’nde, “Yüksel Eriş” 21 Ocak 1977’de Trabzon’da hayatını kaybetti.)

    ( http://turkiyedevrimininacilsorunlari.blogspot.com.tr/ )

    “Çözüm önerileri” meselesinde sizin de kafa yormaya devam etmenizi; fakat, acele etMEmeye özen göstermenizi öneririz.

    Eğer daha geniş çaplı örnekler incelemek isterseniz:
    En önemlilerinden biri olarak; “Livnı, Oryol”lu maden işçisi “Alexey Grigoryevich Stakhanov”un yaşam öyküsünü araştırabilirsiniz. Özellikle SBKP politbürosunun propaganda komiserliği tarafından; Stakhanov’un pek maharetli bir işçi olduğu, iddialara göre 31 Ağustos 1935’de 5 saat 45 dakika içinde toplam 102 ton kömür çıkarmasıyla saptandı. 19 Eylül 1935’de ise tek vardiyada 227 ton kömür çıkartarak yeni bir rekor kırdığı iddia edildi. Stakhanov’un, bir tür “bütün işçilerin örnek alması gereken bir kahraman, bir kült” hâline nasıl dönüştürüldüğünü, SBKP’nin plânları yönünde, bütün ülkede (ve Sovyetlerin hegemonyasındaki diğer pek çok ülke işçisi için de) reklam malzemesi olarak nasıl köpürtüldüğünü, “insan emeği”nin ancak ve ancak “komünist parti oligarşisinin toplum mühendisliği için” kutsiyet taşıdığını, başka hiçbir anlam ifade etmediğini hatırlamanızda yarar var. (Not: “Stakhanovizm” veya “Stakhanov hareketi”; az önce bahsedilen reklam çalışmaları neticesinde doğmuş ve gelişmiştir. Ve Alexey’e, partinin uysal bir savunucusu olması, kendisine söylenenleri harfi harfine uygulaması sebebiyle; 1970’te “Sosyalist Emek Kahramanı Madalyası” da verilmiştir.)

    Sınıflı toplumlar”ı değil; “sınıfsız toplumlar”ı savunmak aslolandır. Bunun için mücadele ediyoruz. “Proletarya diktatörlüğü”ne de, “Patron diktatörlüğü”ne de; HAYIR.

    Zibidi Necip gibiler ise, kapitalizmin yılmaz neferleri olarak; “(parasal & kâr odaklı) kast sistemi”ni, daha tumturaklı bir ifadeyle “social stratification”ı savunan ölümcül kişilerdir. Dünyada bazı ülkelerde komünist partilerin himayesinde “politbüro diktatörlüğü”nün ölümcüllüğü ile; Necip gibi kapitalistlerin “sömürü diktatörlüğü”nün ölümcüllüğü tamamen aynıdır.

    Necip (ve muadilleri):

    “Sömürü özgürlüğü (serbestliği)”ni savunur,

    “Birey(cilik) kültüne sırtını yaslayıp mutlak hedonizmi” savunur,

    “Darwinism” konseptini ve Herbert Spencer’ın “survival of the fittest” söylemini birer manivela gibi kullanarak kapitalist sistemin mutlaklığı ve meşruluğu iddiasını yaymaya uğraşır,

    (İnsanlar arasında da var olduğunu iddia ettikleri) piramitin tepe noktalarında “güçlülerin”, alt basamaklarında güç mücadelesinde başarısız olanların yerleşmesi gerektiği düzeni, hayata dayatırlar!

    Sayın “pipsqueak” veya “DOPE”; sizin de “kendinizle eşit gördüğünüz dostlarınız”dan iki tanesinin yaptığı uyarı ile sonlandıralım:

    ===== 1 =====

    The first man, who, after enclosing a piece of ground, took it into his head to say, ‘This is mine,’ and found people naive enough to believe him, that man was the true founder of civil society. How many crimes, how many wars, how many murders, how many misfortunes and horrors, would that man have saved the human species, who pulling up the stakes or filling up the ditches should have cried to his fellows: Be sure not to listen to this imposter; you are lost, if you once forget that the fruits of the earth belong to us all, and the earth itself to nobody!

    Tarihte ilk kez bir toprak parçasının etrafını çitle çevirip ‘Burası benimdir!’ diyen ve buna inanacak kadar saf olan insanlar bulabilen ilk kişi, ‘uygar toplum’un ilk kurucusu oldu. O zaman biri çıkıp, çitleri söküp atacak ya da hendeği dolduracak, sonra da insanlara ‘Sakın dinlemeyin bu sahtekârı. Meyveler herkesindir. Toprak hiç kimsenin değildir. Ve bunu unutursanız mahvolursunuz.’ diye haykırsaydı, işte o kişi; insan türünü, nice suçlardan, nice savaşlardan, nice cinayetlerden kurtaracaktı.

    Jean-Jacques Rousseau,
    ‘Discourse on the Origin and Basis of Inequality Among Men’,
    ‘Eşitsizliğin Kökeni Üzerine Söylem’,
    (‘İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı’ olarak da bilinir)
    Tarih, 1754

    ===== 2 =====

    “We were not born critical of existing society. There was a moment in our lives (or a month, or a year) when certain facts appeared before us, startled us, and then caused us to question beliefs that were strongly fixed in our consciousness-embedded there by years of family prejudices, orthodox schooling, imbibing of newspapers, radio, and television. This would seem to lead to a simple conclusion: that we all have an enormous responsibility to bring to the attention of others information they do not have, which has the potential of causing them to rethink long-held ideas.”

    “Dünyaya, mevcut toplumların düzenleri içine, o düzenleri direkt eleştirmeye programlanmış hâlde doğmuyoruz. Hayatlarımızda öyle anlar gelir ki, bizler de sorgulamaya başlamadan çok önce, tek tek saymamızın mümkün olmadığı gerçekler yaşanmaya başlanmış, ürkütmüş, ve en nihayetinde bizleri sorgulamaya sevk etmiş; aile içinde yeşeren, nesilden nesile miras gibi devreden önyargılar, doktriner eğitim sistemleri, gazete, radyo ve televizyon aracılığıyla bilincimize kodlanan inançlar vardır. Bütün bunlar esaslı bir sonucun istikametine getirir bizi: Hepimiz, bilgi ve tecrübesi saptırılmış veya hiç olmayan, ve bu nedenle günlük yaşamlarında debelenip duran çevremizdeki insanlardan başlayarak, çember gibi genişleyip; bu insanları, yüz yıllara yayılmış yargıları, tekrar, ciddiyetle düşünmeye yöneltecek hamleler yapmak gibi devasa bir sorumluluğa sahibiz.”

    Howard Zinn,
    “Changing Minds, One at a Time”,
    “The Progressive” dergisi,
    10 Mayıs 2005
    ( http://progressive.org/magazine/changing-minds-one-time/ )

    Capitalism is the exploitation of man by man. Anti-capitalism is exactly the opposite, esteemed pushers.

    Yes, your explanation about capitalism is correct. But in the latter part, it seems that you intentionally missed the point and masquerade as follows; “Anti-capitalism is exactly the opposite, esteemed pushers.” No, you are wrong. Being against capitalism, fighting against capitalism are one of the necessities about “being human”.

    Remember Mr “pipsqueak” or “DOPE”:
    Today, if you are sincere about seeking tirelessy “morally less-diminished-before-the civilization-tribes” (which they, also, had civilization in their own manner); one day, in the final effort of yours, you also will knock the door of the movements that have been fighting against capitalism for years. Because these movements aim to help the ones like you who are wholeheartedly searching “morally upright and culturally untouched primitiveness” in today’s world, too.

    We are not your enemy.

    Do not splash your cumulative hatred onto your friends; we are your friends.

    Ve unutmayın sayın “pipsqueak” veya “DOPE”:
    “Panem et circenses” = “Quis custodiet ipsos custodes?”

  321. “yani benim gibi marxistler fakirler-zenginler; galipler-magluplar, figüranlar-aktörler, baldiri ciplaklar-elitler/seckinler vs. derken örnegin almanya, türkiye ya da amerika’da ki toplumsal düzenin aktörleri olan siyasi/ekonomik elitleri/seckinleri ve yine bu toplumlarda ki ekonominin ve siyasetin ‘bagimli degi$kenleri’ olan cali$anlari, emekcileri, kisacasi siradan insanlari kastediyorlar.”

    Bravo.

    Okurken daha yarisina gelmeden gozlerimden yas bosanayazdi; zor mani oldum.

    Bu kadar sentimentalism, bu kadar humanizm, bu kadar philantrophism..

    Bravo.

    Gerci, yazdiginiz bu upuzun tek cumlelik paragrafin icinde anlam tutarsizligi var (‘derken’ dedikten sonra ne dediginiz pek de belli degil); ama, biz bizeyiz, o kadarini gozardi edebiliriz.

    Sahi..

    Marxism’in bir ‘fakir’ tanimi var midir; ya da ‘maglup’ tanimi?

    Yoksa, oralari dogaclama mi dolduruyorsunuz?

    Yani, mesela, farzedelim ki, ben, Yunanistan’in sirin (fakat baska bir ise yaramaz) bir adasinda yasayan bir ciftciyim.

    Zeytin bahceme gidip gelmek icin altimda –tamamini bir bankadan kredi ile aldigim, ama mulkiyeti bende olan– bir Porsche Panamera’m varsa, ben ‘fakir’ mi sayiliyorum, ‘zengin’ mi?

    Baska sorular daha var:

    SSCB deneyini biliyoruz. Acikli seylerden bahsetmenin zamani degi; o yuzden, onu gecelim.

    Fakat, Yunanistan ornegini kolay kolay gecemeyiz.

    Su acidan:

    Yunanistan’da, aslinda, Marxism’in her dedigi ziyadesiyle uygulandi.

    Devlete kimse dogru durust vergi odemedi; dolayisi ile, neredeyse butun gelirler ‘net’ idi.

    Maaslar ve ucretler, harcanan emegin ekonomik degerine kiyasla, balli borek idi.

    Genc yasta da, hayli iyi maaslarla emekli de olunabiliyordu.

    Herkesin bir eli balda bir eli yagda oldugu icin, kimse de cikip uretim/sanayi/yatirim filan gibi somuru yontemlerine yonelmedi.

    Yani, pis ‘kapitalist’ler kirletemedi.

    Baska bir deyisle, Marxism acisindan numune..

    Ne numunesi?

    Cennet. Cennet.

    Fakat, sonra, malesef, gumledi.

    Simdi soru su:

    Marxism’in cenneti en cok bir nesil mi surer?

    Yani, bir nesillik beylik icin mi bunca laf, bunca teori ve lagaluga?

  322. “We are not your enemy.”

    Of course not.

    Confused and bloated: You are your own enemy.

  323. 28 Numaralı Anonime yanıt

    28 Numaralı Anonim
    Ben ne “pipsqueak”im ne de “DOPE”. Size New York’dan yazıyorum.
    “Her cemaatin kendine özgü iyi-kötü anlayışı vardır, komşusunun iyi-kötüsünü anlamaz. Devlet bütün dillerde iyi-kötüyü bilir.”
    Siz bu bu soğuk kanlı canavarların en soğuğu olan Devlet’e benziyorsunuz. Anti kapitalst diliniz evrensel bir dil.
    “Yardım ve iyilik küçük çevrelerde, kendine yakınlar arasında olur. Bütün dünyaya yardımı şarlatanlar, sahtekarlar, yalancılar, politikacılar savunurlar.”
    Burada da kendinizi görebilirsiniz.
    Üstelik medeniyete karşı olanları anlamadığınız insanı utandıracak kadar çok bariz. Medeniyeti anlamada cahillik olimpiyatını rahat kazanırsınız.
    Belki bu nedenlerden size insanlardan ve özgürlükten nefret eden bir düşman gözüyle bakılıyor.

  324. İhtiyar çoban

    Meydan yine lafa, dedikoduya, sen dedin ben dedime, kınamaya, gücenmeye, alta düşmeye üste çıkmaya kalmış.
    Bu çocuklara atari mi almalı, stres çarkı mı, balon mu almalı ne! Binlerce laf, binlerce hezeyan, teorisyenim sanmalar kendilerini, bir delirmedikleri kaldı çenebazlıkta.
    Yukarılardaki erguvan ve necip mecip yazılarına bakın bir!

  325. ODA TV nin MOSSAD IN turkiye istasyonu olduguna inaniyorum. Ispatlayamiyorum.

  326. marxist argüman

    insanlara korkutarak din/inanc enjekte etmek ya da din/inanc insani neden aptalla$tirir; “kulluk” felsefesini a$ilar?

    akp’li sunni islamci madrabazlarin basinindan, yeni akit gazetesinden alinti:

    “Titre de kendine gel… Çünkü ölüm geldiğinde titreyemeyeceksin!

    İnsanın nefsani ve şeytani iki yönü vardır. Nefis manevi terbiye ister. Çünkü sürekli sahibini kötülüğe sürükler. Nefsine uyan da cehenneme sürüklenir…
    Titre de kendine gel… Çünkü ölüm geldiğinde titreyemeyeceksin!

    O hain gülüşün ile, hiç solmayacakmıs gibi duran meymenetli yüzün buruşup pörsüyecek ve nühusetli bir eda ve abus bir çehre ile terkedeceksin o çok sevip, uğruna en kıymetlı şeylerini tereddütsüz feda ettiğin dünyanı…

    Ve terkedileceksin dostların tarafından, küreklerinden atılan toprağın altında bırakılarak!

    Ne neslin, ne malın, ne canın, ne rütben, ne de dünyevi dostların hiçbir teselli veremeyecekler sana…

    O dem sesler kesilecek, tek renkli dünyana göç edeceksin!

    Bağırmak isteyeceksin bağıramayacaksın, pişman olduğunu defalarca haykırmak isteyeceksin, dilin tutulacak.

    Ey miskin nefsim!
    En ufak bir menfaatin için, en habis şeytanlarin ayaklarını öpecek kadar zillete düşüyorsun.

    Sonsuz ve hakiki bir menfaat için neden başını secdeye götürmekte tereddüt ediyorsun?
    Hangi cesaretle kullugun izzetini elinin tersiyle itiyorsun?
    Karanlık ve soğuk cehennem ateşinin seni yakmayacağına dair elinde bir senet mi var?
    O karacık ve daracık kabre konulmamak için bir taahhüt mü aldın yoksa?
    Titre nefsim, titre!
    Titre de kendine gel!
    Çünkü ölüm gelince titreyemeyeceksin…”

  327. Necip, Balkan Oligarşisinin ve Alevilerin Sünni Müslüman Anadolu ahalisine tahakkümünden de önce sorgulanması gereken bir şey var. Bu üç kitle de bugünkü güçlerini gayrimüslim Anadolu ahalisini sürüp servetlerine el koymalarına borçludurlar.
    Bunun nedenleri basit aslında. Çünkü gayrimüslim halklar -siyasi iktidarın tahakkümü altında olmalarına rağmen- öteden beri ekonomik iktidarın temsilcileri idiler. Müslüman halkların durumu ise -siyasi iktidarın temsilcisi bürokrasi hariç- tam tersiydi.
    Küçükaydın bunu daha iyi ifade etmiş:
    (Teorik bakımdan ulusal sorunun sömürge olmakla, yani ekonomik olarak sömürülmekle ilgisi yoktur. Ulusal sorun politik bir sorundur. Bu İspanya örneğinde çok açıktır. Bask ve Katalonya İspanya’nın en gelişmiş yerleridirler. Tabiri caiz ise, onlar ekonomik olarak İspanyolları sömürürler, ama politik olarak İspanyolların egemenliği altındadırlar. Osmanlının son döneminde Balkan Ulusları, Ermeniler, Rumlar da bu durumdaydı.)
    https://demirden-kapilar.blogspot.com.tr/2017/04/erdogan-turkler-kurtard-evetin-mimar.html
    Bu durumun bugünkü karşılığı ekonomik (Balkan oligarşisi) ve siyasi (AKP ve Anadolulu kitle) iktidarlar arasındaki çatışma değil mi?

  328. marxist argüman

    din taciri islamcilardan cocklara rü$vet; maddiyatla din a$ilamaya örnek:

    “Sabah namazına giden çocuklara bisiklet hediye”

    Yeni Şafak

    “İstanbul’un selatin camilerinden Yavuz Sultan Selim’de örnek bir çalışma başlatıldı. 40 gün boyunca sabah namazına katılan çocuklara bisiklet hediye edilecek. Programla ilgili konuşan Yavuz Sultan Selim Camii imamı Abdullah Kılıç, böyle uygulamaların Osmanlı döneminde de olduğunu hatırlatarak, “Temel düşüncemiz çocuklara camiyi sevdirebilmek ve öğretebilmek” dedi.”

  329. marxist argüman

    t.c. devleti “vatan haini” avinda, devlet göbegini idam ile kesecek!

    t.c. devlet adamlari “vatan hainlerinin” kökünü kurutmak icin idamdan ba$ka cikar yol görmüyorlar.

    “MHP lideri Bahçeli: Vatan hainlerine cezaysa ceza, idamsa idam!

    İdam cezasına ilişkin teklif veya tasarının TBMM’de görüşülüp kabul edilmesi gerektiğini vurgulayan Bahçeli, “Bir kez daha kararlılığımı açıklıyorum: İdam cezasının getirilmesi, hazırlanacak teklif veya tasarının TBMM’de görüşülüp kabul edilmesi hususunda Milliyetçi Hareket Partisi buradadır, bu bahsin kapanmasını acilen beklemektedir. Vatan hainlerine cezaysa ceza, idamsa idam! İşte er meydanı, işte Türkiye Büyük Millet Meclisi! Biz ne söylüyorsak aynı noktadayız. Biz dün neyi savunuyorsak, yine aynı çizgide, aynı kararlılıktayız. İdam cezası toplumsal bir taleptir. İdam cezasına Adalet ve Kalkınma Partisi destek veriyor. Cumhurbaşkanı kanun önüne gelecekse onaylayacak mıdır, evet. O halde durmayalım, Türkiye’nin göbek bağını nasıl kestiğini herkese gösterelim” ifadelerini kullandı.” (basin)

  330. Gilmek sağlığa iyidir

    Adı ağza alınması yasak Norveçli’den.

    Sayın 29 Anonim
    Not: Norveçli olmanın ilk faydası: Her Avrupalı ve sizlere benzer Türkler gibi İstanbul’da “tatil”deyim.

    Benim hiçbir zaman okumadığım ve sadece fiyaka için adlarını sıraladığım ama sizin gerçekten okuduğunuz koca kelleler listesinde öz be öz yerli malları eklemeyişiniz özellikle dikkatimi çekti. Biraz da çelişki koktu. Sizin gibi hoş görücü, gel kim ve ne olursan gel uçlarda dolaşan anarşistlerin bu yerli malları es geçmeniz tuhaf. Üstelik Necip Beyi katmadığınız gibi sanki adam bir düşman.
    Sanırım siz çok eski bir dünya insanlarının modern bilimin temelinde yatan ayırma ve adlandırma ilkesine uyarak sınıflandırmasından bihabersiniz. Dünyada sadece ve sadece ÜÇ türlü insan vardır.
    1. Faka basıp tuzağa düşenler,
    2. Faka basmayan açıkgözler,
    3. Fakın yapısını ve gelişimini inceleyenler. Bu sınıftan olanlar da ikiye ayrılır;
    (3. a) Ciddi ciddi bilimsel, ampirik, medyasal, gazetesel, televizyonsal, sosyal medyasal inceleyen Necip beyler, Gün beyler, Fikret beyler gibi yerli koca kelleler ve Yusuf Peter beyler, Kuzey Amerika’yı viraneye çevirenlerin cana yakın tarihini yazan ve Chomsky gibi size benzer anarşistin arkadaşı Howard Zin beyler (but as you know H. Zin and N. Chomsky are honorable men). Bunların ortak tarafı bilimsel olmaları. Bilim adamları gibi sabırlılar. Soğan hep soğan ama soymaya devam ederler. Kapitalizme şükür medeniyetin ihmal ettiği bu insan kaynakları maşallah mantarlar gibi çoğaldı. Hz Eyüp’ün tenasühleri, bunlar.

    Not: Anladığım kadarıyla Necip Bey bir müdür falan, Gün Bey de bu site müdürü ve yazar, Fikret bey allı pullu bir devlet memuru ama sıradan bir memur gibi değil, yukarılarda esen bir “professorial” havası içinde.

    (3. b) Hz Eyüp masalına başka yerlerde rastlanır. O yerlerde iş sır olarak görülmez ve uslu davranırsan mükâfat vaat edilmez. Bu guruptan olanlara göre Allah’ı arayana her rastlayan aynı cevabı verir: “Kendimizi bildik bileli bu pezevenkler bizi tuzağa sokmuşlar, sırtımıza binmişler ve bir türlü inmiyorlar!”

    Bana göre siz ölülere (veya fakın dışında olanlara) karşı savaş açmışsınız ve benim gibi bir lağım faresinden savaşı kazanma sırrını açıklamayı bekliyorsunuz.

    İşte benim size vahiyim: ölü ölmez!

    Medeniyet başladı başlayalı dünyanın her yerinde karşı gelenler ya kaçtılar, ya savaş edip medenilere benzeyip medeni oldular veya sizler gibi içinde doğup peygamberlik yaptılar. Daha henüz kimse ölüyü öldürme yolunu bulmadı.

    Not: Bana göre 3. gurubun (3. a) şıkkında olanlar bu ölüler arasında. Siz de öyle. Bakın ve okuyun sizin taptığınız bilim-teknoloji Allah’ın soyduğu soğanın son kabuklardan biri: fMRI

    Kapitalizm fMRI’la tuzaktakilerin dertlerine daha akla ve ümitlere uygun çareler bulmakta. Sizler ve (3. a) şıkkında olanlar tuzaktakilere dışarıdakiler gibi ölmeyi vaat ediyorsunuz!

  331. marxist argüman

    ortadoguda devletlerarasi rekabetin resmi devlet ideolojisi/doktrini haline getirilmi$ $iilik (iran, irak,suriye, hizbullah vs.) ile sunniligin (t.c., suudi arabistan, katar; hamas, i$id vs.) rekabeti:

    “Suudi mevkidaşı Muhammed Bin Selman’ın İran’a yönelik kullandığı “Savaşı İran sınırları içine çekmeliyiz” sözlerine tepki gösteren Dehkan, Lübnan merkezli El Minar televizyonuna konuştu.

    Dehkan, “Suudi Arabistan’ın bu işi nasıl yapacağını bilemiyorum. Onları böylesi aptalca bir eylemde bulunmamaları için uyarıyorum, fakat yaparlarsa Mekke ve Medine dışında güvenli yer bırakmayız” diye konuştu. Muhammed Bin Selman, geçen hafta verdiği bir röportajda “Savaşın Suudi Arabistan’a ulaşmadan İran toprakları içine yöneltilmesi gerektiğini” söylemişti.” (basin)

  332. marxist argüman

    t.c.’nin kürdistan israil’in filistin belasi:

    “İsrail bildiğiniz gibi… Küstah Netanyahu Canlı yayında çöpe attı
    İsrail Başbakanı Netanyahu yine küstah bir hareket yaptı. İşgalci Siyonist Rejimin Başbakanı Netanyahu Hamas’ın yeni siyaset belgesini 97 saniyelik bir video görüntüsüyle çöpe attı.” (yeni akit)

    “Türk milleti Kürdistan belasına kesinlikle geçit vermeyecektir.” (devlet bahceli)

  333. 33 İhtiyar Çoban haklı!
    Sanırım ilhamını ya Erdoğan’dan almış veya koyunlarını yola getiren çoban köpeğinden.
    Anlamaktansa susturma ve yola getirmek istiyor.
    Bu romantik sahte çoban 7-10 bin senedir ciddi inclenmelerin nimetlerine konmuş biri. Gerçek ve bilimsel tartışmalar istiyor.
    Eğer gerçek ve bilimsel bir yazı okusa yüzde doksan dokuzunu anlamayacak olan bu zavallı çareyi kendini olgun aynasında görmekte bulmuş. Bu ihtiyar sahte çoban uzman dinlemek istiyor.
    Uzman gittikçe daralan bir konuda gittikçe çok bilendir. Eninde sonunda ihtiyar çobanın uzman çobanlarına benzer: Hiçbir şey hakkında her şeyi bilir.

  334. marxist argüman

    erdogan rejiminin türk/islam cumhuriyetini in$a edecek dindar nesiller gümbür gümbür geliyor!

    “TALEBE YETİŞTİRİYORUZ

    Toplumumuzun yapıtaşı olacak bireyleri bugünden İslam ilmi ve sevgisiyle donatarak geleceğe kalbinde merhamet, şefkat ve imanla yetiştirerek uğurluyoruz.

    İNSANLIK İÇİN ÇALIŞIYORUZ

    İslam’a ve vatanına bağlı manevi duygularla yetişmiş talebeler ile geleceği inşaa ediyoruz. Gerçekleştirdiğimiz projeler ile insanlık için büyük adımlar atıyoruz.

    HİRANUR VAKFI” (yeni akit)

  335. Tarihçi Mustafa Armağan ile Hasan Akar adındaki Nurcu hocanın M. Kemal’e yönelik sözlerine ne dersiniz sayın Zileli? Aslında kime söylenirse söylensin çirkin şeyler bence. Özellikle Nurcu hocanın küfürleri. O yüzden alıntılamasam daha iyi. Fakat bunlar ve benzerleri gibi M. Kemal karşıtı beyanların devletin en büyük dayanaklarından olan M. Kemal kültünü ve dolayısıyla devleti hedef alması devlet baskılarına karşı özgürlüklerin yolunu açmaz mı? Nitekim Kılıçdaroğlu ve Yusuf Halaçoğlu’nun bu kişileri ve onlar gibi düşünenleri hain ilan edip hedef göstermelerine sizin gibi özgürlükçülerin karşı çıkması gerekmez mi?

    Kılıçdaroğlu:
    “HAİN SÖZCÜĞÜ BİLE HAFİF BUNLAR İÇİN”
    Efendim hain sözcüğü bile hafif bunlar için, insan değil bunlar, insan değil. Onur ve şeref yoksunu insanlara insan denemez zaten. Oturmuşlar TV kanallarının başına Atatürk’ü, annesini kötülüyorlar. Ne söylenebilir? Allah’a havale etmenin dışında ne söylenebilir? Nasıl yaratıklar bunlar?
    Halaçoğlu:
    Halaçoğlu, “Bu ülkede sandığımdan daha çok hain var maalesef” dedi… Halaçoğlu, şu ifadeleri kullandı: “Yahu Mustafa Armağan diye sözde bir tarihçi çıkmış, bu ülkenin kurtarıcısı ve kurucusuna hakaret ediyor… Bu ülkede sandığımdan daha çok hain var maalesef. Şu an içinde bulundukları ülkede varlıklarını o kişilere borçlu oldukları halde kurucusuna hakaret eden kişi ya cehaletle, ya da hainlikle suçlanabilir. Kişi mürekkep yalamışsa ikincisi uyuyor. Artık yüce dediğimiz Türk Milleti kendine dönmeli, milli değerlerden uzak sahtekarların kulu kölesi olmamalı, kendisinin ve çocuklarının geleceğini düşünerek hareket etmeli. Vatanı için bir menfaat gözetmeden gecesini gündüzüne katan, can veren ecdadına hakaret edenlere de pabuç bırakmamalı…

  336. “Hain” suçlaması daima egemenlere ait olmuştur.

  337. “Bu üç kitle de bugünkü güçlerini gayrimüslim Anadolu ahalisini sürüp servetlerine el koymalarına borçludurlar.”

    Dediklerinizin ilismediklerime katiliyor oldugumu soyleyeyim once. Sonra da, bu cumledeki “borçludurlar” hukmune itiraz edeyim.

    Osmanli, kendince hakli sebeplerle, Gayr-i Muslimleri askere almadi; sadece bir miktar vergi aldi.

    [Yenicerilik ve devsirme konusunu da abartmayalim. Bunlarin nufusu, en kalabalik aninda 50 bin civarindaydi –ki, o donemler Muslumanlardan da Yeniceri alinmaga baslamisti.]

    Sadece Musluman tebanin askere alinmasinin ekonomik bir karsiligi da vardi tabii ki. Ganimet.

    Ama, daha sonra seferler durunca, ya da basarisiz olmaga baslayinca, ekonomik resim de tersine donmege baslar. Baslar ama savaslar durmaz. Dolayisi ile, olenler hep Musluman taifedendir. Gayr-i Muslimlerin boyle bir derdi olmadigi gibi, (izafi anlamda) oldukca tutarli bir ortamda, zanaat ve ticaretlerini devam ettirirler. Birikimleri artar.

    Butun bunlar da Musluman ahalinin sirtindan gerceklesir –yani, olenler Muslumanlar, yasayip para kazananler digerleri…

    Filmi hizla ileri sararsak, Tanzimat vb donemlerinden itibaren, bu kitle (Gayr-i Muslimler), durumu verili kabul edip –nasil diyeyim– simardilar.

    Ya da, soyle soyleyeyim, servet sahibi olmanin tek basina yeterli olmayacagini hesap edemediler.

    Yok yok, tekrar duzelteyim 😉

    Servet sahibi olmanin tek basina yeterli olmayacagini gorup bu eksiklerini baska ulkelerle isbirligine giderek kapatmanin kafi olacagini hesap ettiler.

    Hesap tutmadi.

    Dolayisi ile, kimin kulagina ne kadar insafsiz gelirse gelsin, sizin “borçludurlar” dediginiz sey –aslinda– fazlasiyla gecikmis bir borcun tahsiliydi.

    “Bu durumun bugünkü karşılığı ekonomik (Balkan oligarşisi) ve siyasi (AKP ve Anadolulu kitle) iktidarlar arasındaki çatışma değil mi?”

    Referandumda ciddi olaylarin cikmayisina bakarak, ‘Balkan Oligarsisi’nin yukarida bahsettigimiz tecrubeden ders aldigini (en azindan, baska devletlerle gittikleri isbirligini uc noktalara tasimadiklarini) dusunuyorum.

    Bu eger isabetli bir ongoru ise, ‘Balkan Oligarsisi’nin akillica davrandigini soyleyebiliriz.

    Ama, henuz, ‘Idus Martiae’ (Martin Ortasi) gecmis degil. Onumuzdeki gunlerin neye gebe oldugunu bilmiyoruz.

  338. Halacoglu da, bal gibi, bilir neyin ne oldugunu da.. yeri dar, yeni dar.

  339. Bütün bu ideolojiler neden var? Çünkü çıkarları o ideolojilere bağlı olan zümreler ekmeklerini oradan yiyorlar da ondan. Sadece kapitalistler değil.

    Atatürk ticareti, Vatan-Millet-Sakarya ticareti, Allah-Peygamber-Kuran-Hadis ticareti, “medeniyet düşmanlığı” ticareti, “toplumsal ekolojik komünalizm” ticareti, antiemperyalizm, antikapitalizm, devrim, sosyalizm, marksizm, anarşizm ticaretleri, ezilen uluslar ya da “halklar” ticareti, feminizm ya da kadın (ezilen cins anlamında) ticareti, demokrasi, hukuk, özgürlük, insan hakları ticaretleri gibi.

    Fakat bunların hepsini aynı kefeye koyup toptan reddetmek de doğru olmaz. Yukarıdaki örneklerden bazılarının, özellikle sonlardakilerin olumlu sonuçlarını (bunlar az bile olsa) çoğu kişi kabul edecektir.

  340. “ortada ırak diye bir devlet kalmamışken, suriye devleti iç savaşta bocalarken ve oluşan boşluktan radikal islamcı terör örgütleri nemalanıp küresel istikrarı tehdit eder boyuttayken o ortamda amerika’nın jandarmalık yapacak tek istikrarlı gücü desteklemesi gayet doğaldır.
    eğer türkiye şam’da cuma namazı kılmak gibi emperyal hedefler yerine bölgesel istikrarı korumak adına akıllı hareket etseydi şu anda orta doğu’da ki konumumuz çok daha farklı olurdu.”

    https://eksisozluk.com/entry/68016241

  341. marxist argüman

    kapitalist toplumda “özgürlük”ün anlami

    “Emin olun nereye gidersem gideyim, hangi gerkeçeyle gidersem gideyim elime bir kağıt tutuşturuyorlar; ‘işsizim, bana iş bul.” (k. kilicdaroglu)

    kapitalist dünyada ekonomik organizasyonun aktörleri adina i$veren/kapitalisr denilen ve ekonomik üretim gücüne sahip; yani sermaye/para/kredi, makine, hammadde, toprak, bina, arazi, i$gücü/i$ci vs. satin alacak/kiralayacak gücü olan insanlara denir. bunlar toplumda azinliktir.

    toplumun cogunlugu ise kayda deger bir özel mülkiyete sahip olmayan, tabiri caizse tek sermayesi “i$gücü” olan insanlardan olu$uyor.

    i$te sözkonusu bu mülksüz cogunlugun iyi kötü karnini doyurabilmesi icin kendisine i$ verecek bir patron/i$veren bulmasi $art.

    yani meslegi siyaset olan kilicdaroglu’na i$ icin yalvaran insanlar bu mülksüz/parasiz cogunluga dahil olanlar.

    kendine solcu/anar$ist diyen günzileli.com da, ba$ta zileli olmak üzere, adina “ücretli i$cilik” denilen mülksüz/parasiz cogunlugun mülk/para sahibi azinliga olan bu “hayati bagimliligini” sorun eden, -benden ve anar$ist bir arkada$tan ba$ka-, kmse yok.

    bu sitede özgürlük ve özgürlükler adina mangalda kül birakmayanlar; evlenme/evlendirme gibi en igrenc televizyon programlarini bile “özgürlükler” adina savunanlar “ücretli i$cilik” denilen ekonomik bagimlilik ili$kisini ki$isel ve toplumsal özgürlükleriyle bagda$tirabiliyorlar ki,
    itiraz etmiyorlar; sorgulama konusu etmiyorlar.

    i$te paraya ve özel mülkiyete dayali kapitalist ekonominin bu aktör-figüran; muktedir-bagimli yapisindan dolayi siyaset sinifinin, yani kilicdaroglu gibi profesyonel siyasetcilerin müsterisi/secmeni de bitmez; i$i de bitmez; vatanda$in $ikayeti de bitmez; kisacasi patronlarin ve siyasetcilerin kapisinda i$/para dilenen milyonlarca muhtac sözkonusu.

    ayaklari yere basmayan romantik/idealist anar$istler: ABD ve avrupa da dahil olmak üzere, insanlarin en temel ihtiyaclarini yeterince kar$ilayamadiklari ya da en temel ihtiyaclarini kar$ilamak icin patronlarin ve devletin/siyasetcilerin kapisinda siraya dizildikleri günümüz kapitalist toplumunda “özgürlüklerden” dem vurmanin ne kadar abes oldugunu farkinda misiniz?

  342. ““-bati uygarligina kar$i dogu uygarliginin; hristiyan uygarligina kar$i islam uygarliginin amigolugunu yapiyorsun”
    Evet. Cunku, bu topraklar cok uzun zamandir bu medeniyeti yasiyor. Ben de burada yasiyorum. Dahasi, Batiyi yeterince (zaman ve mekan cinsinden) gordum. Ustunluk iddialarini kabul etmiyorum.”

    Berktay’dan:

    “…Özcülükse, ta burjuva devrimleri çağından beri Batı oryantalizminin Doğu toplumlarına bakışının esasıdır: Bu toplumlar geridirler, çünkü özleri itibariyle farklıdırlar; kendi kendilerine değişip gelişemezler; dışarıdan harekete geçirilmeleri gerekir; dolayısıyla uygarlık taşıyıcı başkaları tarafından yönetilmeye müstahaktırlar… 19. yüzyıl Batı düşünürlerinin en büyükleri bile bu hatadan her zaman kaçınamamışlardır. Hegel diyalektiği, Marx’ın Grundrisse’de ve Kapital’in Önsöz’lerinde eleştirdiği, Althusser’in “Contradiction et Surdetermination” makalesinde tekrar hatırlattığı gibi, bütünüyle özcüdür: Hareket, başlangıçta varolan tek bir özün (essence), bağrındaki yalın çelişmeyi açmasından (unfolding) ibarettir. Hegel aynı zamanda adamakıllı Oryantalist bir bakış açısına sahiptir, yani felsefi yöntemi ile Asya’ya ilişkin kanaatleri uyum içindedir. Marx diyalektiği idealist değil, materyalist bir temele dayandığı için, özcülüğü ve indirgemeciliği (reductionism) reddeder. Bununla beraber, esasen kapitalizm-öncesinin bütünsel bir teorisini kurmakla fazla ilgilenmeyen Marx’ın, Asya hakkındaki bilgilerini daha çok Oryantalist perspektifli kaynaklardan alması ve bölük-pörçük betimselliklerin ötesine geçmekle uğraşmaması, onu dahi “Asya Üretim Tarzı” hipotezine damgasını vuran Oryantalist özcülüğe zaman zaman sürüklemiştir. Yakın zamanda Emre Adıgüzel’in “Politik Toplum ve Sivil Toplum” konulu bir incelemesinin ortaya koyduğu gibi, Marx’ın Rusya tarihine yaklaşımı da aynı zaaf ile maluldür. Burada Marx’ın felsefi yöntemi ve Tarihi Materyalizm genel teorisi, Asya’ya ilişkin kanaatleriyle çelişmektedir…”

  343. marxist argüman

    sunni islamci madrabazlarin baskanlik sistemi meyvelerini vermeye ba$ladi

    adina “din adami” denilen din tacirleri icin m. kemal tabusunu kirmak icin her yol mübah; belden a$agi vurmakta dahil:

    “Nurcuların ‘hocası’ Hasan Akar, Atatürk’e hakaretler yağdırdı
    TVNet’te yayınlanan “Derin Tarih” isimli programda Atatürk’e edilen hakaretler gündemdeki yerini korurken şimdi de Nur Cemaati’nin “Okuyucular” kolunun “hocalarından” Hasan Akar’ın Atatürk’e yönelik skandal ifadelerinin bulunduğu bir videosu sosyal medyada paylaşıldı.

    Hasan Akar, Atatürk hakkında “1938’de geberen p.ç” ve annesi Zübeyde hanım için “Annesi resmi kayıtlarda genelevde çalışıyor” gibi skandal ifadeler kullanıyor.” (basin)

  344. 32 ve 41, sayın “pipsqueak”e veya “DOPE”ye,

    Önyargılarınızı çuvaldan dökercesine buraya dökmeye, euphoria içinde devam ediyorsunuz…

    32’de şunları yazmışsınız:

    Ben ne “pipsqueak”im ne de “DOPE”. Size New York’dan yazıyorum. “Her cemaatin kendine özgü iyi-kötü anlayışı vardır, komşusunun iyi-kötüsünü anlamaz. Devlet bütün dillerde iyi-kötüyü bilir.” Siz bu bu soğuk kanlı canavarların en soğuğu olan Devlet’e benziyorsunuz. Anti kapitalst diliniz evrensel bir dil. “Yardım ve iyilik küçük çevrelerde, kendine yakınlar arasında olur. Bütün dünyaya yardımı şarlatanlar, sahtekarlar, yalancılar, politikacılar savunurlar.” Burada da kendinizi görebilirsiniz. Üstelik medeniyete karşı olanları anlamadığınız insanı utandıracak kadar çok bariz. Medeniyeti anlamada cahillik olimpiyatını rahat kazanırsınız. Belki bu nedenlerden size insanlardan ve özgürlükten nefret eden bir düşman gözüyle bakılıyor.

    41’de şunları yazmışsınız:

    Not: Norveçli olmanın ilk faydası: Her Avrupalı ve sizlere benzer Türkler gibi İstanbul’da “tatil”deyim. Benim hiçbir zaman okumadığım ve sadece fiyaka için adlarını sıraladığım ama sizin gerçekten okuduğunuz koca kelleler listesinde öz be öz yerli malları eklemeyişiniz özellikle dikkatimi çekti. Biraz da çelişki koktu. Sizin gibi hoş görücü, gel kim ve ne olursan gel uçlarda dolaşan anarşistlerin bu yerli malları es geçmeniz tuhaf. Üstelik Necip Beyi katmadığınız gibi sanki adam bir düşman. Sanırım siz çok eski bir dünya insanlarının modern bilimin temelinde yatan ayırma ve adlandırma ilkesine uyarak sınıflandırmasından bihabersiniz. Dünyada sadece ve sadece ÜÇ türlü insan vardır. 1- Faka basıp tuzağa düşenler, 2- Faka basmayan açıkgözler, 3- Fakın yapısını ve gelişimini inceleyenler. Bu sınıftan olanlar da ikiye ayrılır; (3- a) Ciddi ciddi bilimsel, ampirik, medyasal, gazetesel, televizyonsal, sosyal medyasal inceleyen Necip beyler, Gün beyler, Fikret beyler gibi yerli koca kelleler ve Yusuf Peter beyler, Kuzey Amerika’yı viraneye çevirenlerin cana yakın tarihini yazan ve Chomsky gibi size benzer anarşistin arkadaşı Howard Zin beyler (but as you know H. Zin and N. Chomsky are honorable men). Bunların ortak tarafı bilimsel olmaları. Bilim adamları gibi sabırlılar. Soğan hep soğan ama soymaya devam ederler. Kapitalizme şükür medeniyetin ihmal ettiği bu insan kaynakları maşallah mantarlar gibi çoğaldı. Hz Eyüp’ün tenasühleri, bunlar. Not: Anladığım kadarıyla Necip Bey bir müdür falan, Gün Bey de bu site müdürü ve yazar, Fikret bey allı pullu bir devlet memuru ama sıradan bir memur gibi değil, yukarılarda esen bir “professorial” havası içinde. (3- b) Hz Eyüp masalına başka yerlerde rastlanır. O yerlerde iş sır olarak görülmez ve uslu davranırsan mükâfat vaat edilmez. Bu guruptan olanlara göre Allah’ı arayana her rastlayan aynı cevabı verir: “Kendimizi bildik bileli bu pezevenkler bizi tuzağa sokmuşlar, sırtımıza binmişler ve bir türlü inmiyorlar!” Bana göre siz ölülere (veya fakın dışında olanlara) karşı savaş açmışsınız ve benim gibi bir lağım faresinden savaşı kazanma sırrını açıklamayı bekliyorsunuz. İşte benim size vahiyim: ölü ölmez! Medeniyet başladı başlayalı dünyanın her yerinde karşı gelenler ya kaçtılar, ya savaş edip medenilere benzeyip medeni oldular veya sizler gibi içinde doğup peygamberlik yaptılar. Daha henüz kimse ölüyü öldürme yolunu bulmadı. Not: Bana göre 3. gurubun (3- a) şıkkında olanlar bu ölüler arasında. Siz de öyle. Bakın ve okuyun sizin taptığınız bilim-teknoloji Allah’ın soyduğu soğanın son kabuklardan biri: fMRI Kapitalizm fMRI’la tuzaktakilerin dertlerine daha akla ve ümitlere uygun çareler bulmakta. Sizler ve (3- a) şıkkında olanlar tuzaktakilere dışarıdakiler gibi ölmeyi vaat ediyorsunuz!

    Norveç’ten New York’a nasıl gittiniz: “Kayık”la mı, “uçak”la mı? Seyahatinizi; teknolojinin hangi seviyesini kullanarak yaptınız?

    Mide bulantısı yaşadınız mı? Okyanus üzerinden gittiyseniz; istifra ettiniz mi? Fırtınaya yakalandınız mı? New Bedford Harbor açıklarına ulaştığınızda Moby Dick’le karşılaştınız mı? Tecrübeli denizci İsmail’in izlerine rastlayabildiniz mi? Kaptan Ahab’ın rotasını gözleyebildiniz mi?

    Eğer uçakla gittiyseniz; türbülansa yakalandınız mı? Ayrıca; devletlerin bir numaralı “korkutma malzemesi” olan terör olgusu nedeniyle, kasabanın yeni şerifi Donald Trump’ın talimatıyla; uçakların kabinlerine; smartphone, tablet pc ve dizüstü bilgisayar sokulmasına izin verilmiyor. Siz, bu yasağı aşmayı denediniz mi? Yoksa, siz; medeniyetin ürünleri olan bu cihazları hiç kullanmıyor musunuz? Bu sebeple de, rahat rahat seyahat edebiliyor musunuz?

    Malûm; cefasız teknoloji yoktur. Norveç’ten New York’a nasıl gittiniz, bunu yazın ilk önce sayın “pipsqueak”.

    “Her cemaatin kendine özgü iyi-kötü anlayışı vardır, komşusunun iyi-kötüsünü anlamaz. Devlet bütün dillerde iyi-kötüyü bilir.” Siz bu bu soğuk kanlı canavarların en soğuğu olan Devlet’e benziyorsunuz. Anti kapitalst diliniz evrensel bir dil.

    Teşkilatlarla, siyasi partilerle, üfürükçü gençlik örgütleriyle, cemaatlerle, ulu şef organizasyonlarıyla, dergâhlarla, tekkelerle, kiliselerle, manastırlarla, camilerle, sinagoglarla, cemevleriyle, ashram’larla, dance club’larla ve benzerleriyle temasımız yok; hele hele, asıl olarak, “devlet” adlı köleleştirici canavarlara ve “şirketokrasi” adlı köleleştirici kuluçka merkezlerine karşı mücadele ediyoruz. Nefretinizi yanlış kişilerin üzerine döküyorsunuz sayın “pipsqueak”; biz, sizin düşmanınız değiliz.

    “Kapitalizm karşıtı olmak”; sadece küçük bir dil grubuna ait mücadele değil ki, her dilde kapitalizme karşı mücadele bulursunuz. “Sömürmek” denen çirkef eylem, Necip gibi kapitalist patronların iştahla savunduğu evrensel bir tehlikedir; ve bu tehlikeye karşı mücadele etmek sadece “local” bazda yetmez, “universal” bazda sürdürülür. İsviçre, Norveç ve New York da dahil.

    “Yardım ve iyilik küçük çevrelerde, kendine yakınlar arasında olur. Bütün dünyaya yardımı şarlatanlar, sahtekarlar, yalancılar, politikacılar savunurlar.” Burada da kendinizi görebilirsiniz.

    Bak, bak, bak… Şunları yazana bak…

    Sayın “pipsqueak”; siz, pek çok “koca kelle”ye karşı olduğunuzu daha önce yüzbinlerce kez yazmıştınız. Yukarıda tırnak içinde aktardıklarınız, koca kellelerden biri olan (kapitalist Necip’in de mentor’u) “Turgut Özal”ın hönkürdükleriyle ne kadar da örtüşüyor: “Eyyy benim vakur vatandaşlarım… Sakın ha sakın, ülkeyi kurtarmaya, hele hele dünyayı kurtarmaya falan kalkışmayın. O maceralı yıllar geçti gitti… Şimdi, sadece ama sadece ‘kendinizi kurtarmak’ zamanı. Hem, kapitalizmin de emrettiği gibi; kişiler kendilerini kurtarırsa, toplumsal refah da yıllar içinde artar.”

    Sayın “pipsqueak”; siz, oyun oynamak istiyorsanız, yanlış yere geldiniz. Johan Huizinga’nın “Homo Ludens” adlı eseri, sizi, doğru yönlere sevk edebilir.

    (“Homo Ludens: A Study of the Play-Element in Culture”,
    “Oyunun Toplumsal İşlevi Üzerine Bir Deneme”,
    1944-49)

    Üstelik medeniyete karşı olanları anlamadığınız insanı utandıracak kadar çok bariz. Medeniyeti anlamada cahillik olimpiyatını rahat kazanırsınız. Belki bu nedenlerden size insanlardan ve özgürlükten nefret eden bir düşman gözüyle bakılıyor.

    Medeniyete karşı olanları ve olmayanları tespit etmek için icat edilen bir cihaz varsa, bu cihazlardan biri sizin elinizdeyse; kimlerin medeniyete karşı olduğunu / kimlerin karşı olmadığını ortaya çıkarabiliyor musunuz? Bu kadar kolay mı? Matematik zeminli determinist bakış, her şeyin çözümü mü? Kimlerin cahil olduğuna ve olmadığına nasıl karar verebiliyorsunuz, o cihazla mı? Cahillik olimpiyatında yarışıp kazanabilenlere madalya dağıtan komite kimlerden oluşuyor? Siz, sayın “pipsqueak”, bütün bunları tek tek anlatın bakalım ilk önce. Ama medeniyetin ürünleri olan; smartphone’u, tablet pc’yi, dizüstü bilgisayarı veya masaüstü bilgisayarı kullanmadan anlatın, yazın bu siteye, yazın bu sayfaya, becerebilecek misiniz görelim!

    Biz, sizin düşmanınız değiliz; bunu defalarca izah ettik. Kapitalizmin dikte ettiği sömürü çirkefliğine karşı mücadele edenler, mutlak özgürlüğü savunanlar; sizin düşmanınız değil, arkadaşınızdır.

    Sizin nefretiniz medeniyete değil, kendinizi kandırmaktan vazgeçmeyi deneyiniz. Siz; “modernite”ye karşısınız sayın “pipsqueak”, bunu anlayın artık.

    Benim hiçbir zaman okumadığım ve sadece fiyaka için adlarını sıraladığım ama sizin gerçekten okuduğunuz koca kelleler listesinde öz be öz yerli malları eklemeyişiniz özellikle dikkatimi çekti.

    Bari yalan atmayın.

    “Diktatörlüğe Karşı Direniş Barikatına Bir Taş da Sen Koy!” sayfasında; çuvaldan döker gibi liste yazan ve okuyan sizdiniz sayın “pipsqueak”.

    Yerli “mal” nerede; meraklanmışsınız.

    Yazmıştık; unutmuşsunuz: Ahmet Hamdi Tanpınar’ı size defalarca tavsiye etmiştik. “Ben tanımıyorum kendisini, daha sonra vaktim olursa bakarım…” demiş ve atlamıştınız:

    Soru: Halkı sever misiniz?

    Cevap: Hayatı seven herkes, halkı sever…

    Soru: Hayatı mı, halkı mı?.. Bana öyle geliyor ki; hayatı daha çok seversiniz, yahut kavramları?

    Cevap: Halk; hayatın kendisidir!
    Hem manzarası, hem tek kaynağıdır.
    Halkı hem sever, hem tadarım.
    Bazen bir fikir kadar güzel, bazen tabiat kadar haşindir.
    Orada her şey, büyük ölçüdedir.
    Halk; çok defa büyük denizler gibi susar. Fakat konuşacağı ağızı bulunca da…

    Soru: Fakat ona gitmek, ona gidemiyorsunuz?! Sefaletleri, ızdırapları, endişeleri, hâttâ zevki size kapalı kalıyor! Yani hepimize kapalı demek istiyorum. Ben Adana’da çalışırken bunu çok iyi hissettim. Daima kapının dışındaydım; içeri nasıl girileceğini bir türlü çözemedim!

    Cevap: Kim bilir?.. Bazı kapıların bize kapalı görünmesi; önünde değil, arkasında durduğumuz içindir!
    Büyük şeylerin hepsi böyledir. Bir formülde hapsetmek için yakalamaya çalıştın mı, senden uzaklaşırlar; küçük sefaletlere inersin!
    Birisinde; akla, mantığa, şüpheye, inkâra;
    Öbüründe; imkânsızlığa, acze, isyana gidersin…
    Hâlbuki “kendinde ararsan” bulursun! Bu bir disiplin, hâttâ bir yöntem meselesidir!

    Soru: Peki ama nasıl buluruz?.. O kadar zor ki…

    Cevap: Hangi köklere gideceğiz?
    Halk ve halkın hayatı bazen bir “hazine”, bazen de bir “aldanış”tır.
    Uzaktan bakınca ucu-bucağı olmayan bir şey gibi görünür.
    Fakat yaklaştın mı; 5-10 motifin ve modanın içinde sıkışır kalırsın, yahut doğrudan doğruya bazı hayat şekillerine girersin.
    “Klasik” dediğimiz şey, yahut “yüksek tabaka” kültürü; ondan birçok yerlerde kopmuşsun… Ve zaten sıkı sıkıya bağlı olduğu medeniyet yıkılmış!

    Soru: Dediğiniz gibi; ip koptu bir kere!
    Bugün Türkiye’de nesillerin beraberce okuduğu 5 ortak kitap bulamayız!
    Çok küçük bir azınlığın dışında, eskilerden zevk alan gittikçe yok oluyor! Biz galiba son kuşağız!
    Yarın bir “Nedîm”, bir “Nef’î”, hâttâ bize o kadar çekici gelen “eski müzik” ebediyen yabancısı olacağımız şeyler arasına girecek!
    Ben burada; geçmişe saplanalım, “nostalji içinde kalalım” demiyorum!
    Ama bir yolu olmalı.. Yüzbinlerce kadim kültürün imbiğinden süzülerek günümüze kadar gelmiş değerler bize yarınlarımız için ışık tutabilmeli!
    Geçmiş ve geleceğin buluşmasını “bugün” sağlayabilmek için neler yapabiliriz?
    Ne zaman “geçmişten ders almak” öbeğini kullanmaya yeltensek:
    Hemen yüzümüze;
    “Modern dünya karşıtı”,
    “Geri kafalı”,
    “Hoş ve boş romantik” yaftasını yapıştırıyorlar!..

    Cevap: Evet önümüzde zorluklar var. Fakat çözümler imkânsız değil.
    Şu an bir tepki, bir “reaksiyon göstermek” çağında yaşıyoruz!
    Kendimizi sevmiyoruz!
    Kafamız bir yığın mukayeselerle dolu;
    “Dede Efendi”yi bir “Richard Wagner” olmadığı için,
    “Yunus Emre”yi bir “Paul Verlaine” yapamadığımız için beğenmiyoruz!
    Uçsuz bucaksız Asya’nın o kadar zenginliği içinde, dünyanın en iyi giyinmiş milleti olduğumuz hâlde; çırılçıplak yaşıyoruz!
    Coğrafya, kültür, her şey bizden yeni bir doğuş bekliyor;
    Biz; sahip olduğumuz değerlerin hâlâ farkında değiliz. Başka kültürlerin tecrübesini yaşamaya çalışıyoruz!
    Daha önceleri “sevmekten” bahsetmiştim, fakat artık sevmek de yeterli değil; daha öteye geçmek lâzım.
    Fikri ve duyguyu canlı bir şey gibi yaşamayı bilmiyoruz; hâlbuki halkımız bunu istiyor!

    Soru: Halk hakikaten istiyor mu?! Bana öyle geliyor ki; halkımız bütün bunlara başından itibaren kayıtsız, ilgisiz; umursamıyor! Bütün geçmiş boyunca bizden o kadar uzak kalmış ki.. Bu işlerde âdeta ümitsiz. Yahut hiç olmazsa şüphe içinde.

    Cevap: Evet halk istiyor! Tarihe “gündelik ve geçici hesaplar” arasından bakmazsan; bu memleketin de herhangi bir memleket gibi yaşadığını kabul edersin!
    Aradaki fark; bizde orta sınıfın adam akıllı meydana çıkmamasıdır; hem kültürel kapasite olarak, hem de sayıca henüz yeterli değiller!
    Geçmişte bu sınıf her an doğmak için olayları zorlamıştır. Fakat doğamamıştır! “Ayrılık, kopukluk manzarası” buradan gelir!
    Halkın kayıtsızlığı veya biz “Aydınlar”dan şüphesi meselesine gelince; bu, yine, biz “Aydınlar”ın uydurduğu bir masal olsa gerek!
    Aramızdaki ideoloji kavgalarında, karşımızdakini yenmek için bulduğumuz bir sınıf, bir tür günah keçisi! Hani o kısacık ve sadece okuyanın kafasında bir an için parlayıp sönen, veya okunan gazete sayfalarında kalan sonra unutulup giden “anlık zaferler” yok mu; işte onları kazanmak için!..
    Hakikatte; halkımız münevverine inanır, onu benimser. Zaten başka türlüsüne imkân yoktur!
    200 yıldır yaşanan siyasi olaylar bizi bir nevi “gemi düzeni” altında yaşatıyor.
    Mutlak olan tehlikeler, bize bu terbiyeyi verdi.
    Halkımız münevverine daima inandı ve gösterdiği yolda gitti.

    Soru: Ve daima da aldandı?..

    Cevap: Hayır, daha doğrusu biz aldanınca o da aldandı! Yani her millette olduğu gibi.
    Sen tarihte aklî bir yürüyüş kabul eder misin? Böyle bir şey elbette imkânsız!
    Fakat her türlü cemiyetin binyıllarca birikmiş tecrübesi, nesillerin hatası üzerinden atlar.
    Bize, her şeyin iyi gittiği görünümünü verir.
    Emin olun; biz de her millet kadar aldandık, her millet kadar hata ettik…

    Soru: Fakat halkın ızdırabını görmüyorsunuz?

    Cevap: Görüyorum. Fakat oradan hareket etmek istemiyorum! Halkı mazlûm gördükçe; bir gün zalim olmasını hazırlayacağımı biliyorum!

    Niçin o kadar çok ızdırap çekiyoruz; yani bütün dünya olarak?! Çünkü; özgürlük uğrundaki her mücadele yeni bir adaletsizliği gözümüzün önüne seriyor!

    Ben aynı silahlarla mücadele etmeyi artık bırakmak istiyorum!

    Türkiye’nin bütünü; benim merceğim, ölçüm ve gerçekliğimdir!

    Sadece İstanbul, Ankara, İzmir, Edirne veya Bursa’ya odaklanmak,
    Koskoca ülkeyi adı ön plâna çıkmış birkaç ilden ibaret sanmak..
    Bu hataya düştük ve içinde hâlâ debelenip duruyoruz!

    Merceğin çapını genişletmek,
    Camın kalitesini yükseltmek,
    Ve bu merceği daha yukarıda tutup bakarak:
    “Aaa.. bu Türkiye’de ‘başka’ hayatlar da varmış,
    ‘Öteki’ hayatlar da varmış,
    Gözümüzü kaçırdığımız köyler,
    Seslerini duymayı inkâr ettiğimiz kasabalar da varmış…”

    diye kendi kendimizi şaşırtmalıyız artık!

    Soru: Bu yeterli değil!

    Cevap: Bir ütopyaya kapılmak istemeyen için yeterli! Hâttâ olumlu bir iş görmek isteyen için!

    Soru: Peki nedir bu Türkiye?

    Cevap: İşte mesele burada. O’nu bulmakta!..

    Son: Ben bu soruya bazen cevap verir gibi oluyorum.
    Kendi kendime; biz gurbetin insanlarıyız diyorum!
    Mesafelerin terbiye ettiği insanlar!
    Onun aşkı, ızdırabı, hürriyeti!
    Tarihimiz, sanatımız; hiç olmazsa halkta böyle…

    Kaynak:
    “Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış #1
    Bir huzursuzluğun romanı:
    ‘Huzur’; Ahmet Hamdi Tanpınar incelemesi”
    Prof. Berna Moran, İletişim Yayınları

    Daha yazalım mı, ister misiniz: Mübeccel Belik Kıray, Hrant Dink, Yusuf Has Hacib, Mithat Cemal Kuntay, Orhan Kemal, Mustafa Suphi, Ahmet Taner Kışlalı, Hikmet Kıvılcımlı, Niyazi Berkes, Uğur Mumcu, Behçet Necatigil, Ahmet Mithat, İsmail Beşikçi, Behice Boran, Tevfik Fikret, Aziz Nesin, Muammer Aksoy, Cemal Süreya, Nazım Hikmet, Bahriye Üçok, Doğan Öz, Mehmet Ali Aybar, Attilâ İlhan, Sevan Nişanyan, Tezer Özlü, Musa Anter, Yaşar Kemal, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Ragıp Duran, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Gündüz Vassaf, Yalçın Küçük, Can Yücel, Refik Halit Karay, Nilgün Marmara, Enis Batur, İbrahim Sadun Aren, Orhan Veli Kanık, Nail Satlıgan, Mehmet Selik, Tomris Uyar, Bilge Karasu, Ulus Baker, Ali Akay, İlhan Erdost, Didem Madak, Oğuz Atay, Korkut Boratav, Sevgi Soysal… Daha yazalım mı?

    Sizin gibi hoş görücü, gel kim ve ne olursan gel uçlarda dolaşan anarşistlerin bu yerli malları es geçmeniz tuhaf.

    “Kapitalizme karşı mücadele”; çok kapsamlıdır, hiçkimsenin tekelinde değildir, bunu size daha önce de yazdık, ama laf ebeliği maharetinizin üzerine sos niyetiyle kullandınız, görmezden geldiniz, atladınız.

    Üstelik Necip Beyi katmadığınız gibi sanki adam bir düşman.

    Zibidi Necip, kapitalizmin en tehlikeli uygulayıcılarından ve savunucularından biri! Otomotiv sektöründe faaliyet gösteren, KOBİ-irisi bir şirketin patronlarından biri. Şirketinde, insanları sömürüyor! Bu da yetmiyor; ekonomideki (sözde!) “istikrar”ın sürmesi için, şirketindeki kapitalist sömürü “istikrar”ının sürmesi için; Recep Tayyip Erdoğan diktatörlüğünü destekliyor! İlk önce kapitalist sistemin direkt kendisine, sonra Necip (ve muadillerine) karşıyız. Düşmanlar mı? Evet, düşmanlar! İlk önce düşünsel zeminde, sonra fiziksel zeminde mücadele ederiz; düşmanlarımıza karşı.

    1- Faka basıp tuzağa düşenler,
    2- Faka basmayan açıkgözler,
    3- Fakın yapısını ve gelişimini inceleyenler. Bu sınıftan olanlar da ikiye ayrılır;
    (3- a)
    (3- b)
    [Not: Yazdıklarınızı okuduk. Yer kaplamasın diye, hepsini buraya almadık.]

    Safsatalarınızı bu sayfaya, bu siteye çuvaldan döker gibi yazmaktan artık vazgeçiniz sayın “pipsqueak”.

    Howard Zinn ve Noam Chomsy; “honorable men”dir, doğru.

    “Kuzey Amerika’yı viraneye çevirenlerin cana yakın tarihini yazan”; yanlış.

    “Cana yakın” değil; “can yakan” tarihi demeniz gerekirdi!

    Howard Zinn, Noam Chomsky, Gore Vidal (ve hâttâ, zaman zaman Eduardo Galeano dahil);
    Hem Kuzey Amerika’yı viraneye çevirenlerin, o coğrafyadaki “kızılderili medeniyetlerine soykırım” başta olmak üzere her türlü yıkımı yapan canavarların tarihini,
    Hem de dünya tarihinden hayat düşmanı, soykırımcı olayları;
    Gelecek nesillere uyarı olsun diye, metinlerinin gücü yettiğince nakletmişlerdir. Tam da bu sebeple; “honorable”dırlar.

    Peki;
    Jacques Ellul, Simone Weil, Friedrich Dürrenmatt, Alain Testart, Hannah Arendt, Pierre Clastres, Walter Benjamin, Günther Anders, Samuel Butler, David Watson, Fredy Perlman, William Black (dahası var)…; “honorable men and women” değil mi?! Bu kişiler de, uyarı dolu metinler yazdılar!

    Bana göre siz ölülere (veya fakın dışında olanlara) karşı savaş açmışsınız ve benim gibi bir lağım faresinden savaşı kazanma sırrını açıklamayı bekliyorsunuz.

    Yanlış görmüşsünüz.

    Kapitalizme karşı yürüttüğümüz mücadele; kazanılabilecek bir mücadeledir, “hayal tacirliği” değildir! Bunu asla unutmayınız!

    “Hayat” ve “kapitalizm”; birbirine eşit değildir! Bunu da asla unutmayınız!

    Sizden; hiçbirşeyin sırrını açıklamanızı beklemiyoruz. Kendinize; şaklaban Hz. İsa gibi peygamberlik statüsü yüklemeyiniz.

    Sizden, oldukça tecrübeli bir şahıs olmanız sebebiyle; sadece ama sadece “kapitalizme karşı mücadele”ye destek vermenizi umuyoruz, o kadar.

    İşte benim size vahiyim: ölü ölmez!

    Geçin şu “vahiy mahiy” saçmalıklarını geçin sayın “pipsqueak”. İllüzyonistler, dünya tarihinde haddinden fazla; bir de siz soyunmayın bu mesleğe!

    Siz “ölü” değilsiniz! Saçmalamayı bırakın!

    Bu siteye gelip, çuvallarla “önyargı” döktüğünüze göre; turp gibisinizdir, sağlığınız yerindedir muhtemelen sayın “pipsqueak”!

    Medeniyet başladı başlayalı dünyanın her yerinde karşı gelenler ya kaçtılar, ya savaş edip medenilere benzeyip medeni oldular veya sizler gibi içinde doğup peygamberlik yaptılar. Daha henüz kimse ölüyü öldürme yolunu bulmadı.

    Şeyhlik, peygameberlik, kardinallik, hahambaşılık, guru’luk, imamlık, papalık ve benzeri hiyerarşi konseptleriyle temasımız yok. Tuhaf tuhaf ithamlar savurmaktan vazgeçiniz sayın “pipsqueak”.

    Siz, medeniyete karşı değilsiniz; “modernite”ye karşısınız! Modernitenin pek çok unsuru; öldürür. Fakat siz henüz ölmediniz. Şimdi beyhude medeniyet karşıtlığı tavırlarınızı azaltmayı deneyiniz, ve kapitalizme karşı mücadeleye siz de destek veriniz.

    Ölenle ölünmez; onların bıraktığı anılar, miraslar, mücadele azimleri devralınır, devam edilir!

    sizin taptığınız bilim-teknoloji Allah’ın soyduğu soğanın son kabuklardan biri: fMRI. Kapitalizm fMRI’la tuzaktakilerin dertlerine daha akla ve ümitlere uygun çareler bulmakta. Sizler ve (3- a) şıkkında olanlar tuzaktakilere dışarıdakiler gibi ölmeyi vaat ediyorsunuz!

    Teknolojiye tapmıyoruz!

    Teknolojinin; kapitalist sömürü mekanizmaları içinde, hayatı yok edici amaçlarla kullanılmasına karşı mücadele ediyoruz!

    Aradakı farkı anlayacak kadar tecrübeli birine benziyorsunuz sayın “pipsqueak”!

    Bir hatırlatmada bulunalım:
    (Eğer yanlış hatırlıyorsak, düzeltirsiniz) Eşinizin kardeşinin kanser olduğunu (ya da, beyninde tümör olduğunu) yazmıştınız. Tedavi sürecinin, bütün aileniz, yakınlarınız için sıkıntılı geçtiğini; ama özellikle, maddi (parasal) yönden zorlu bir dönem yaşadığınızı yazmıştınız, hatırlıyor musunuz sayın “pipsqueak”?

    Şimdi;
    Tıp alanında yaşanan gelişmeler sayesinde, daha önceleri tedavi edilemeyen pek çok hastalık artık tedavi edilebiliyor. Bu durumda; tıptaki gelişmelerin hepsini çöp kutusuna göndermek zorunda mıyız?! Ecza oligarşisi, antibiyotik ilaçları insan bedeninde tutmak, insanı antibiyotik kölesi yapıp şirketlerine kâr kaynağını sürdürmek için taktikler uyguluyor diye; bütün tıp camiasını, bütün ezca camiasını çöp kutusuna göndermek zorunda mıyız?!

    İkinci sorumuz da şu;
    Parasal yönden zorlu bir dönem yaşadığınızı yazmıştınız. İşte tam bu noktada, kapitalizmin, sizin bile en ince kılcal damarlarınıza kadar sızdığını kabul ettiğiniz hâlde; niçin bu ölüm saçan kapitalist sisteme karşı mücadele etmeyi öteliyorsunuz da, “medeniyet karşıtlığı” gibi beyhude bir çaba peşinde koşuyorsunuz? Yakışıyor mu sizin gibi tecrübeli birine sayın “pipsqueak”?!

  345. Türkiye’de erişime kapatılan internet ansiklopedisi Wikipedia’nın sahibi Wikimedia Vakfı, erişim yasağının kalkması için Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) başvurdu.

    BBC Türkçe’nin haberine göre siteye erişim, Wikipedia’nın İngilizce sitesinde yer alan “Suriye İç Savaşı’na Dış Müdahaleler” ve “Devlet Destekli Terörizm” başlıklarında Türkiye ile ilgili yer alan içerikler nedeniyle 29 Nisan’da Bilgi Teknolojileri Kurumu (BTK) tarafından idari tedbir kararı ile engellenmişti.

    Aynı gün Ankara 1. Sulh Ceza Mahkemesi de idari tedbir kararını onaylamıştı.

    Wikimedia’nın AYM’ye başvurusunu vakfın avukatı Gönenç Gürkaynak yaptı.

    BBC Türkçe’ye bilgi veren Gürkaynak, Wikipedia’nın sahibi Wikimedia Vakfı adına mahkemeye başvurduğunu söyledi.

    Yerel mahkemeye yapılan itirazın reddedilmesi üzerine bu adımı attıklarını belirten Gürkaynak, AYM’nin başvuruyu ne zaman değerlendireceği konusunda bir yorum yapmanın mümkün olmadığını söyledi.

    BTK, BAZI İÇERİKLERİN KALDIRILMASINI İSTEMİŞTİ

    Wikipedia’nın İngilizce sitesinde yer alan “Suriye İç Savaşı’na Dış Müdahaleler” ve “Devlet Destekli Terörizm” başlıklarında dünyadaki pek çok ülkenin geçmişte “terör örgütlerine” verdiği destek ve Suriye İç Savaşı’ndaki rolleri ile ilgili bilgiler ve iddialar yer alırken, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) bu sayfalarda Türkiye’yle ilgili içeriklerin kaldırılmasını istiyor.

    BTK Başkanı Ömer Fatih Sayan, mahkemenin verdiği kararın ardından bu içerikler kaldırılmadan Wikipedia’nın açılmasının mümkün olmadığını söylemişti.

    Wikimedia’nın mahkeme kararına karşı 3 Mayıs’ta yaptığı itiraz 5 Mayıs’ta reddedilmişti.

    Hukuk profesörü Yaman Akdeniz ise dün Twitter’dan yaptığı açıklamada Ankara 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nin kararına ikinci defa itiraz ettiklerini duyurmuştu.

  346. şairin isteği üzerine politik hizivini buradan parça parça yayınlıyorum:

    SERGÜZEŞT-İ BAŞDRAL

    -Sultan 4. Murat tarafından hiciv yazması yasaklanan Nefi,
    “Bugünden ahdim olsun, kimseyi hicvetmeyim, illâ
    Ger icazet verseydin, hicvederdim bahtı nâsazı”
    diyerek hiciv yazmaktan vazgeçerken kendi bahtını hicvetmiştir.

    Bense kimseyi hicvetmeden yalanlar düzüyorum.
    Ola ki alınan olursa kabahat benim değil.

    “Aldanma ki şair sözü elbette yalandır”-

    -I-

    Gidiyor onyedi yi’mbeşi takmış peşine
    Gidiyor rasgelemez bir daha millet eşine
    Bir elinde kasetler bir elinde ses kaydı
    Sıkıysa hayır desin Bohçacı mı ne baydı
    “-Baylara bayanlara ayrı servisimiz var
    Türkücü’ye verecek daha çok dersimiz var
    İnandı salak millet “aldatıldık” dememe
    Beni aldatacağı susuz salarım Memen’e
    O Mapo salağı da beni kandırdı sandı
    Anladı da sonunda keten helvası yandı
    Aldım mı ayağımın altına milliyeti
    Dürbünle arasa da bulamaz hürriyeti
    Canımı sıkarsanız Divanı bombalarım
    Hem bu defa boş değil dolusuna atarım
    Kimsede bırakmadım bu güne dek öcümü
    Morbakan ve Mül’e de gösterdim ben gücümü
    Yıllarca huzurunda sap gibi durdurdunuz
    “Matam Matam” diyerek başımıza vurdunuz
    Gördünüz mü nasıl da sürüdüm heykelini
    Ödeteceğim size Memalizm’in bedelini
    Bundan böyle hiç kimse izinsiz öksüremez
    “Gör” dersem eğer görür “görme” dersem göremez
    Günde üç kezden fazla kimseler osuramaz
    Taktırırım kıça egzost havamızı bozamaz
    O neydi öyle geziler gösteri nümayişler
    Kımıldayın da görün açılır başa işler
    Kızdırmayın lan beni yoksa size buğz ederim
    Uslanmayanlarınızı Mensar’a devrederim
    Beğenmeyenler varsa buyursun gitsin derim
    Parayı bastıranı vatandaş kaydederim
    Cebinde yok parası ne de bir parsel arsası
    Dikilir karşıma bir de vatandaş maskarası
    Yok öyle Mürk ırkıymış bilmem neymiş anlamam
    Paralı bir gâvuru yüz bin Mürk’e satamam
    Ok hedefe ulaştı gel sen bu derde dayan
    Kiliseden çal eğer bir mum yetmez diyorsan
    Bu diyar var oldukça ben Drallar başıyım
    Sade Drallar değil her bir şeyin başıyım”

    “Şapşal Şaban”

  347. Şairin isteği üzerine “Politim hicivi”ni buradan parça parça yayınlıyorum

    SERGÜZEŞT-İ BAŞDRAL

    -Sultan 4. Murat tarafından hiciv yazması yasaklanan Nefi,
    “Bugünden ahdim olsun, kimseyi hicvetmeyim, illâ
    Ger icazet verseydin, hicvederdim bahtı nâsazı”
    diyerek hiciv yazmaktan vazgeçerken kendi bahtını hicvetmiştir.

    Bense kimseyi hicvetmeden yalanlar düzüyorum.
    Ola ki alınan olursa kabahat benim değil.

    “Aldanma ki şair sözü elbette yalandır”-

    -I-

    Gidiyor onyedi yi’mbeşi takmış peşine
    Gidiyor rasgelemez bir daha millet eşine
    Bir elinde kasetler bir elinde ses kaydı
    Sıkıysa hayır desin Bohçacı mı ne baydı
    “-Baylara bayanlara ayrı servisimiz var
    Türkücü’ye verecek daha çok dersimiz var
    İnandı salak millet “aldatıldık” dememe
    Beni aldatacağı susuz salarım Memen’e
    O Mapo salağı da beni kandırdı sandı
    Anladı da sonunda keten helvası yandı
    Aldım mı ayağımın altına milliyeti
    Dürbünle arasa da bulamaz hürriyeti
    Canımı sıkarsanız Divanı bombalarım
    Hem bu defa boş değil dolusuna atarım
    Kimsede bırakmadım bu güne dek öcümü
    Morbakan ve Mül’e de gösterdim ben gücümü
    Yıllarca huzurunda sap gibi durdurdunuz
    “Matam Matam” diyerek başımıza vurdunuz
    Gördünüz mü nasıl da sürüdüm heykelini
    Ödeteceğim size Memalizm’in bedelini
    Bundan böyle hiç kimse izinsiz öksüremez
    “Gör” dersem eğer görür “görme” dersem göremez
    Günde üç kezden fazla kimseler osuramaz
    Taktırırım kıça egzost havamızı bozamaz
    O neydi öyle geziler gösteri nümayişler
    Kımıldayın da görün açılır başa işler
    Kızdırmayın lan beni yoksa size buğz ederim
    Uslanmayanlarınızı Mensar’a devrederim
    Beğenmeyenler varsa buyursun gitsin derim
    Parayı bastıranı vatandaş kaydederim
    Cebinde yok parası ne de bir parsel arsası
    Dikilir karşıma bir de vatandaş maskarası
    Yok öyle Mürk ırkıymış bilmem neymiş anlamam
    Paralı bir gâvuru yüz bin Mürk’e satamam
    Ok hedefe ulaştı gel sen bu derde dayan
    Kiliseden çal eğer bir mum yetmez diyorsan
    Bu diyar var oldukça ben Drallar başıyım
    Sade Drallar değil her bir şeyin başıyım”

    “Şapşal Şaban”

  348. Şimdi size anlatsam bu da olmaz dersiniz
    Düşünmeye dalınca bana hak verirsiniz
    Başdralın arası bozulmuştu Mocayla
    Derde düşmüştü zahir o sümüklü kocayla
    Ne etsem de herifi rezil rüsva eylesem
    Özel hayatını mı bir güzel sergilesem
    Emretti Bostancıya “-Nerde Fısfısçıbaşı
    Tiz bulup getiresiz yanında da Onbaşı”
    Bir geldi ki Fısfısçı ense kulak yerinde
    Nöbetçi Onbaşı da iki adım geride
    “-Günlerdir kafa yordum artık beynim almıyor
    Düşünmekten gözlerim uykulara dalmıyor
    Buldunuz mu bir çare şu bizim ihtiyara
    Yoksa çıkarmaz bizi bu namussuz bahara”
    Sözü aldı Fısfısçı “-Bir çare buldum amma
    Uygun görür iseniz başlayım ben duama”
    “-De söyle bakalım ama dansöz gibi kıvırma
    Meramını açık anlat lafları yuvarlama”
    “-Evvelce söylemiştim birkaç bomba atalım
    Sonra da harp var deyi Mesed’le savaşalım
    Buna benzer bir fikir geldi benim aklıma
    Onbaşı yardım eder biraz yorulur ama”
    “-Lan sen bizi âleme rezil mi edeceksin
    Kimse anlamaz dersin anlarsa n’edeceksin”
    “-İlahi Başdral’ım söylediğin şeye bak
    Anlasa bile bunu var mıdır anlatacak
    Yüzde elli haindir yüzde elli laindir
    Ülkemiz insanları bir garip ahalidir
    Yürek ister bu gibi lafları konuşmaya
    Herkesler sus pus olur bir de tutarsa maya
    Hitler yaktırmadı mı bir gece Rayıştagı
    Kapamadı mı herkes ağzı, gözü, kulağı
    Ya o Muş’a ne dersin indirdi gökdeleni
    Cin çarpmışa döndürdü arkasından geleni
    Hele bir kıvıralım işi hayırlısıyla
    Önümüzde duramaz kralı Meto’suyla
    Çeriler ocağında kargaşalık var imiş
    Hatta bir kısımları kazan kaldırsak dermiş
    Ele geçmez bir fırsat değerlendirmek gerek
    Bir günde biter bu iş eylemeyiniz merak
    Sizi hava almaya göndeririz Manya’ya
    İşareti alınca geçersiniz Monya’ya
    Siz ordayken bizler de işleri pişiririz
    Kendilerinden gibi darbeye girişiriz
    Bir kısım sadıkayı başlarına geçirsek
    Moca emretti diye kazanları devirtsek
    Endişe etmeyiniz sadıklar kurtulacak
    Parayı cukkalayıp “itirafçı” olacak
    Çeri milleti cahildir bu işlerden anlamaz
    Kafaları yıkanmış ne yapsan uyanamaz
    Sokaklar karışınca halka marş marş veririz
    Bu hainler sizleri öldürecekler deriz
    Silahlanıp da çıkın kimse karışmayacak
    Silahı olmayanlar kapsınlar balta nacak
    Bu bizim ordu değil Mocanın çerileri
    Millete kastetmişler yüzülsün derileri
    İçlerinden çekersek sadıkanı geriye
    Döner Mocazadeler süngü kırık çeriye
    Dağılınca sergerde şenlikler başlatırız
    Halkımıza lahmacun kebaplar dağıtırız
    Birkaç çengi çağırır oyunlar oynatırız
    Sazende eşliğinde türküler çağırtırız”
    “-Bunları anladık da bizlere faydası ne”
    “-Bu hengâmeden sonra iş aynadır bilene
    Önümüzden gideni tepikler kaçırırız
    Arkamızdan geleni çifteyle deviririz
    Atarız her ne kadar bizden olmayan varsa
    Alırız yerlerine makamlar karaborsa
    Hem masrafı kurtarır hem kadroyu yaparız
    Hem usandık sistemden Şehinşahlık kaparız”
    “-Vallahi güzel fikir sen ne dersin onbaşı
    İstersen düşün biraz akşam başını kaşı
    Ama yarın isterim senden de güzellikler
    De hadi dağılalım evde hatunlar bekler”

  349. –III-

    Toparladı Onbaşı tüm Çeri Başlarını
    Dedi ki “Herkes döksün etekten taşlarını
    Mübarek bir uğraşa girişmek gerekmekte
    Yoksa bu saltanatlar elimizden gitmekte
    Beraberce uydurma bir ihtilal yaparız
    Sonrasında köşklerde yan gelip de yatarız
    Şimdi söylesin herkes neleri yapmalıyız
    Sonrasında biz nasıl mansıplar kapmalıyız”
    Önce aldı kelamı Yayan Yapıldak Başı
    Tiki var konuşurken oynuyor gözü kaşı
    “Bende var on binlerce gözü kara sergerde
    Amma lakin başına geçecek Ağa nerde”
    Atıldı Emirülma “Ondan kolay ne varmış
    Bizim Saka Ağalar her ne dersem yaparmış
    Yapalım karma bir tim hemen çıksınlar yola
    Kapasınlar köprüyü hiç vermesinler mola”
    Kuşçu Başı durur mu o da karıştı söze
    “Kuşlarım havalansın hemen kalmadan güze
    Şahin Doğanlarım var hele de Kartallarım
    Onlardan geri kalmaz benim Atmacalarım
    Taşları kapıp yerden çıkarlar gökyüzüne
    Talimlidir hepsi de atar Maşkent düzüne”
    Kullukçu yine öyle somurtup duruyordu
    Bunlar beni adamdan saymıyor mu diyordu
    Kaşları çatılmıştı suratını asmıştı
    Sona kalmak bayağı sinirini kasmıştı
    Dedi “Durur muyum ben sizlerden böyle geri
    Evvel Allah atlarım hepinizden ileri
    Onbaşım emreylesin tüm kadrom amadedir
    Dağ taş benden sorulur her ne söylersem olur”
    “Tamam” dedi Onbaşı “bu işte de anlaştık
    Vatana hizmet için hep beraber yarıştık
    Lakin tehlike de var bu işlerin sonunda
    N’olur n’olmaz tedbirli olmak var bu oyunda
    Buna göre bir tedbir düşüneniniz var mı
    Anlatın da bakalım acep işe yarar mı”
    Kem küm etti Emirülma “Bulamadım bir şeyin
    Sularda sallanmaktan kalmadı bende beyin”
    Baktılar birbirine hiç kimsede bir tık yok
    Güldü Yapıldak Başı dedi “Bende hile çok
    Veririm aklı ama karşılığın isterim
    Dört yıldızdan usandım beşincisin beklerim
    Yıldız almaya sanki para mı sayıyorlar
    Tenekeciden alıp omzuma takıyorlar”
    “Tamam” dedi onbaşı “yıldızı da takarım
    Lakin ben beş istemem altıncıya bakarım”
    “Burada da anlaştık benim Sayın Onbaşım
    Bilirsiniz her zaman size bağlıdır başım
    Birkaç gün sonra benim yeğenin düğünü var
    İşte o gün eyleriz başlara dünyayı dar
    Hep beraber gideriz düğüne eğlenmeye
    Yapıldak gelir bizi zindana götürmeye
    Herkes zindanda sansın biz işi kotarırız
    Sadıkanın emrinde sergerdeyi salarız
    İşler tersden giderse zaten başta biz varız
    Yok değişik olursa inanın hükümdarız”
    “Bir şey daha var” dedi Nöbetçi Onbaşısı
    “Sadık çerilerin de olmalı garantisi”
    Kullukçu atıldı ki “Ondan kolay ne varmış
    Kâr etmek ayıp değil kâr etmemesi armış
    Misviçre’de herkese birer hesap açılsın
    Hesaplara şimdiden milyon dolarlar yatsın
    Bu arada bizim de garantimiz olmalı
    Mümkünse bu gün hemen boş kasalar dolmalı
    Birkaç gün tutuklarız sonrasında salarız
    Nasıl olacak dersen “itirafçı” yaparız”
    Güldü Onbaşı dedi “Yakaladın ucunu
    Şeytana ters giydirir bu akıl pabucunu
    Şimdi sessiz dağılıp göze görünmeyelim
    Daha iş başlamadan çamı devirmeyelim
    Anlaştığımız üzre harekâtı yapalım
    Bizlere vadedilen hilatları kapalım”

  350. -IV-

    Monya’da Mevlana’da dönüyor semazenler
    Boynun bükmüş göz kapalı üflüyor neyzenler
    Başköşede duruyor sipahiler ayakta
    Gözler tarıyor etrafı parmaklar tetikte
    Başdral pöstekiye oturmuş dem tutuyor
    Gelen buzlu kızılcık şerbetinden içiyor
    Bir kapı gıcırtısı bu gelen de kim ola
    La bu bizim bademci hem üfürükçü molla
    Girdi içeri gözler açılmış fal taşı gibi
    Öylesine korkmuş ki görünmüyordu dibi
    Bet beniz gitmiş renk kalmamış eller titriyor
    Konuşuyor ama ses boğuk anlaşılmıyor
    Başdral anladı ki sergerdeler ayakta
    Şimdi mesele birkaç saatçik saklanmakta
    Toparlandı çıktılar belirsiz bir yöne doğru
    Sokaklarda naralar atmakta iken uğru
    Saklandılar bir süre sonra vurdular yokuşa
    Bindiler Kuşçu Başının gönderdiği kuşa
    Bir yandan haber saldı Kaymakamlara heman
    “-Durmasın müezzinler önce okusunlar ezan
    Ardından getirsinler cümle imamlar salavat
    Çıksın halk sokaklara kimi eşek kimi at
    Ne buldularsa binerek geçsinler hücuma
    Demokrasi muhtaçtır bu gün halkın gücüne
    Dövizleri açsınlar ”biz istemezük” deyü
    Saldırsın sergerdeye marş söyleyü söyleyü
    Biz de gidelim kuşum doğruca Mistanbul’a
    Millet didişip dursun kim araya kim bula
    Refakat eylesinler Başkuşçu’nun kuşları
    Daha sonra atsınlar Divana o taşları”
    Lafı uzatmayalım Başdral indi karaya
    Korumacılar alıp götürdüler saraya
    Bu saray benzemiyor Başdral sarayına
    Bu gecelik bu düştü familyanın payına
    Sıçmalık klozetler altın değil ise de
    Tutalım kıçımızı az biraz yok mesele
    Ahali sokaklarda sergerdeyi avlıyor
    Uzaklarda kalanlar çerilere havlıyor
    Tosbağanın üstünde dona kalmış bir çeri
    Ne çıkıyor dışarı ne giriyor içeri
    Yakasından tutmuşlar vur ha vur ediyorlar
    Kimisinin boynunda kement sürüklüyorlar
    “Etmeyin eylemeyin talimdeyiz” dese de
    Hırs gözleri bürümüş merhamet yok kimsede
    Asılacak asıldı kesilecek kesildi
    Sabaha karşı artık yalvarmalar da dindi
    Atladı kıratına şöyle seyrana çıktı
    Başdral geldi diye bütün yollar açıktı
    Eğilip sadrazama “-Nasılmış ey Minali
    İşte böyle kullanılır bu cahil ahali
    Demokrat ahaliden daha cahili yoktur
    Her şeyi yapmak onca demokrasi de haktır
    Çıkar isen sandıktan demokrasiyi öldür
    Yeter ki ahalinin biraz yüzünü güldür
    Fakirdir bizim millet dağıt biraz yiyecek
    Kış gelince donmasın birazcık da yakacak
    Uyanık davranmasak saltanat gidiyordu
    İşte bak meydanları halkım nasıl doldurdu
    Bu kahraman millete Başdral yetmez artık
    Şehinşah olmak için şimdiden yollara çık
    Üç Güneş Bohçacı’ya salarım emaneti
    Seyreyle ondan sonra divanda kıyameti
    Değiştirelim heman Kanuni Esasiyi
    Şehinşahlık yolunda takamam hiç kimseyi
    Dağıtın esnafıma bol keseden bahşişi
    İstemem karşımda “nayır” diyen bir tek kişi”
    “-Emredersiniz amma hazinemiz tam takır
    İçinde yok hiç bir şey ne altın ne de bakır”
    “-Kuşbazdan al getir Dral Hava Yollarını
    Hazinedar da versin kamu bankalarını
    Satar savar rehneder buluruz yolumuzu
    Ayakta uyuturuz canım cumhurumuzu”
    “-Sonra çok sıkışırız elde bir şey kalmıyor
    Halk zaten çoktan beri avucunu yalıyor”
    “-Dert eyleme Minali bir çaresi bulunur
    Halkın donunu satsan üç günde unutulur
    Alayım yanıma Onbaşıyı Fısfısçıyla
    Gidip görünelim umrede hayırlısıyla
    Din alıp iman satalım bir müddet tezgâhta
    “Mevet”çi alkışlasın bizi hacda ayakta”
    Dönüp gitti bakmadan sokakta yatanlara
    Karnı toktu Dralın böye katliamlara

  351. –V-

    Kurulmuştu koltuğa üç güneşli Bohçacı
    Böyle bir koltuk şimdi edilmez mi baştacı
    Lakin sıkıntılıydı bir Asena hanımdan
    Hiç doymazdı içse de avuç avuç kanından
    Bakmaz hanımlığına Hanlığa olmuş meyyal
    Düşmanım olur elbet kim görse böyle hayal
    Bu da yetmezmiş gibi kurtlar başkaldırmışlar
    Babadan kalmış gibi koltuğa saldırmışlar
    Karşılarına geçip bir ulumama bakar
    Lakin bende ses gitti ince sesi kim takar
    Bulmalıyım bir çare yoksa akıbet bombok
    Bir de düşersem eğer paralayacaklar çok
    Hele bir danışayım Başyardımcı kurduma
    Acep gidip yalvarsam aziz Başdralım’a
    Velakin bu isyanlar sanki onun oyunu
    Kıstırmak için yaptı ben bilirim huyunu
    Kurtları körükledi saldırdılar üstüme
    Kurtaramam kendimi yalvarmazsam dostuma
    Gerçi onun yüzüne bakar halim kalmadı
    Allah’tan dediğimi Vüzerası saymadı
    Hesaba mı gelir ki benim söylediklerim
    Ancak ne varmış bunda “dedim” “demedim” derim
    İnkâr ederim elbet “yalan” yiğit kalesi
    “Yalan” olmazsa eğer kalkar mı başbelası
    Bunları düşünürken Üç Güneşli Bohçacı
    Vurup kapıyı girdi dertlerinin ilacı
    “-Aman hoş geldin yaver ben seni anıyordum
    İti an taşı aha gelecektir diyordum
    Hemen git Başdral’a saygılarımı ilet
    Söyle ki Bohçacı’da emrinizedir niyet
    Cuma’ya Şehinşahlık teklifini getirsin
    Destekleriz biz onu geçsin tahta otursun
    Velakin öncesinde yesin tokat Asena
    Birer tepik de vursun isyana kalkışana
    Koltuk olsun garanti şöyle bir gerinelim
    Karşı çıkanlara da verip veriştirelim
    Söylesin ki “ülkenin beka sorunu vardır
    Şehinşahlık olmazsa bu dünya başa dardır”
    Gerisini bıraksın bu Bohçacı kuluna
    Dral’ımın derdine elbet çare buluna”

    -VI-

    Getirildi Divana Esasi’nin Taslağı
    Yolladı Komisyona Bohçacı’mız kabağı
    Ortada yuvarlanıp dururken işbu yasa
    Aldı mı iktidarı karşı konulmaz tasa
    “-Bu Bohçacı kıbraktır güven olmaz oy’una
    Sakının getirmesin sonra bizi oyuna
    Tez günde devşirelim komisyonun işini
    Gerekirse kırarız birkaç vekil dişini
    Hemencecik çıkarıp gönderelim Meclise
    Ondan sonra korkmayın güvenirim Reis’e
    Boşuna mı kendini Meclis Reisi yaptık
    Elinden ne gelirse geri koymasın artık”
    Gelmesine geldi ya Meclis içi karışık
    Karşı çıkan partiler birbirine yapışık
    Maddeler oylanacak bir çare bulmak lazım
    İçimizde düşman var etmeyiz bunu hazım
    “-Herkes kullanmadığı pulları getirecek
    Grup başkanlarına bunları gösterecek
    Gerekiyorsa eğer açıkta oy kullanın
    MAYM de reddeder davasını bunların
    Kasetleri çıkarıp kullanmanın zamanı
    “Nayır”cıya söylensin “-Bilir misin amanı
    Tüm özel hayatını bir güzel sergilerim
    El içine çıkamaz olursun ant ederim”
    Böylelikle oylama tamamlandı Mecliste
    İmza atmak sırası şimdi Büyük Reis’te
    İmzalar atılırken kürsüler çatılırken
    İktidar vekilleri ileri atılırken
    Kuşlara yüklediler taamlar içecekler
    “Mevet” için yiğitler akına geçecekler
    Çıkarıldı emirler ve kapandı TVler
    Ekranlara çıkmasın bu muhalif develer
    Kağnılar mekkareler hepsi ona amade
    Geride bırakmadı bir topal eşek bile
    Dört koldan saldırdılar ülkenin her yanına
    Niyetleri ot tıkamak muhalefet çanına
    Muhalefet ne yapsın düştü yayan yapıldak
    Amma ki yollarında hem çakıl hem çakıldak
    Ufkudaroğlu gardaş çekti çarıklarını
    Çarıkların üstüne giydi fraklarını
    Evvelden özenirdi bizim Kibar Feyzo’ya
    Kendisi de benzerdi zaten emlik kuzuya
    “Kızmadan bağırmadan bir program yapalım
    Kaybetsek de ne çıkar kibarlığı kapalım”
    Velakin tutulmadı planlanan hedefler
    Alı al moru mordu konuşmacı herifler
    Çıldırmak üzereydi Başdral’ım nerdeyse
    Bağırıp duruyordu sabah akşam herkese
    Kürsülerde naralar arşa yükseliyordu
    Paralı kalabalık alkışı vuruyordu
    Ağzının önü boşluk bağır ha babam bağır
    Bağırmakla yiğidin mabadı mı yırtılır
    Saraya gelmiş idi yepyeni bir Müşavir
    Herifin kafasında şeytanlar cıvır cıvır
    “-İçerde bağırmakla bu işler yürümüyor
    Bu şekilde başarı imkânı görünmüyor
    Dışardan bir devlete saldırıp kızdıralım
    “Bunlar Mürk düşmanıdır” diyerek azdıralım
    Hem orda hem de burda beyinsiz mi tükenir
    “Mislama da düşmanlar” dersek hepten dellenir
    Malmanya’dan başlayım izin varsa Dral’im
    Gerçi bu aralarda Nerkel’iniz pek zalim
    Size de kin bağlamış bilmiyorum nedendir
    Mollanda’ya saldırmak biraz daha ehvendir”
    Başvezir kızarmıştı ta ensesine kadar
    İçinden söylenirdi “Bizi buldun ah kader”
    “-Bu nasıl bir akıldır, bu saldırı nedendir”
    Saldırmadan alınmaz neticelerden midir”
    “-İçerde işler kesat kimse düşman olmuyor
    Ne kadar saldırsak da muhatap bulunmuyor
    Safları sıklaştırmak için bir düşman gerek
    Biri düşman olsun da ister olsun engerek”
    “-İyi de bu Mollanda pek kafama yatmadı
    Oğlanın şirketleri henüz temel tutmadı
    Aramız açılırsa önlerinde var örnek
    “Ben de kayyum atadım, de bakalım” diyerek
    El atarsa şirkete ve de gemiciklere
    Diyecek bir şeyimiz kalmaz kâfirciklere”
    Başdral’ım atıldı “-Ondan kolay ne varmış
    Bu işler danışıklı sanma maksat kavgaymış
    Anlatırız içerde çekilen sıkıntıyı
    Özürlerle veririz Ece’ye takıntıyı
    Ne demişti Meza’cım ne de çabuk unuttun
    “Bahşişi peşin olsun memurun orospunun”
    İçeriye yönelik bizim naralarımız
    Başbakana gizlice yalvarıp yakarırız
    Böylece bu görevi siz ediniz deruhte
    Aman ha dikkat edin iş olmasın aleyhte”

  352. -VII-

    Çöktü mü Mavrupa’ya bir koyu karaduman
    Şaşırdı mı kâfirler “-Eyvah ki haller yaman
    Tedbir almak gerekir Meceprandum sonunda
    Türlü oyunlar döner bu seçim sandığında
    “Nayır”la doldursalar sandıkları ne olur
    “Mevet”ler az çıksa da kazanan oy sayandır
    Çok çok itiraz olur sayım sonuçlarına
    Şikâyet mi kâr eder onun kadılarına”
    Bu arada Başdral oldukça düşünceli
    “Mevet” “Nayır” tartıda terazi çok dengeli
    “-Tezelden almak gerek tedbirleri yine de
    Halkı kandırmak için keramet var mitingde
    Gittiğim yerde benim toplanmalı ahali
    Gerekse para verin demeyiniz pahalı
    Memurlarla işçiler mecburen gelecekler
    Kokakola ve fanta içecek öğrenciler
    Muriyeli alçaklar zaten gelmeye mecbur
    Gelmeyenler olursa yerleri Muriye’dir
    Türkücü camiaya selamımı yollayın
    Zaptiyeye söyledim “Mozkurtları kollayın”
    “Nayır”cı Börteçine baylara saldırsınlar
    Kürsüleri devirip bayrağı kaldırsınlar
    Bohçacı kardeşim de tereddüt göstermesin
    Çıksın meydancıklara essin yağsın gürlesin
    Karşısında olamaz hiç kimse Genel Başkan
    Billahi bozdururum kararı Malamış’tan
    Belediyeler sakın bunda gevşek durmasın
    Kafaları dururken popolara vurmasın
    Demesinler bunları Allah’ımız yaratmış
    Mutlaka bilsinler ki yanlış bir yaratılış
    Hayvan yaratacakken nasılsa insan olmuş
    Yeryüzü bu sebepten insancıklarla dolmuş
    Şanlı zaptiyemizi üstlerine sürelim
    Karşı koyanların da defterini dürelim”
    Derken geldi bir haber münafık Mollanda’dan
    Çevirmişler Veziri gözyaşına bakmadan
    Başörtülü vezirim kapıda kalıvermiş
    Tutulmuş yakasından geriye gönderilmiş
    Mermiyi sürüvermiş “şırak” diye namluya
    Bir de tekme savurmuş sefarette kapıya
    “-Bir bakıma iyidir puanları artırır
    Reayanın ayranı böyle günde kabarır
    Çıkarım meydanlara Mavrupa’ya çatarım
    Karşı duran olursa anasını satarım”
    Haberler peş peşine yığıldı kâbus gibi
    Öyle bir kuyu ki bu asla görünmez dibi
    Mavusturya bir yandan vizeyi yasakladı
    Melçikayı sorarsan iyice savsakladı
    Bizim pasaportları tanımayacaklarmış
    Mürk’leri Avrupa’ya sokamayacaklarmış
    Biz gönderelim derken Muriye uşağını
    Malmanlar kabul etmez işçiler kuşağını
    “-Madem seviyorsunuz siz Başdral’ınızı
    Gidin de Mürkiye’de indirin hızınızı”
    Yasaklar art ardına gelip dururken böyle
    “-Malk Bankası Müdürüm yakalandı mı söyle”
    Araştırıp dediler “-Kelepçeyi vurmuşlar
    Sonra da tutuklayıp içeriye tıkmışlar
    Meza ile beraber yargılanacaklarmış
    İkisi de çok ağır ceza alacaklarmış”
    “-Aman çabuk dağılın herkeslere söyleyin
    Meza’yı tanıyanlar MABD’ye gitmeyin
    Meceprandum bitmeden kimse kımıldamasın
    Askere de emrettim yerinden oynamasın
    Bitirelim artıkın şu Mırat Kalkanını
    Hiç kızdırmaya gelmez Musların Başkanını
    Bir yandan da MABD çok sevmiş Mürtlerini
    Demiş “kovsunlar artık Mırak’ın Mürkmen’ini
    Nusul, Makka ve Nenbiç önceden de sizindi
    Merkük Mürkmen şehrinden Mürkmen Bayrağı indi”
    Askerimiz toplanıp geliversin geriye
    Düşen şehitlerimiz Mesed’ime hediye
    Birileri aldattı MOP Eş Başkanı diye
    Yoksa benim neyime gerek idi Muriye
    Siz dediklerimi yapadurun bir yandan
    Ben de çıkıp kürsüde ağlayayım yalandan”

    -VIII-

    Sizlere söylemiştim devamı var gelecek
    Bu öyle bir geliş ki sineleri delecek
    Hikâye çok acıklı şimdi nasıl dizerim
    Ağlamaktan kör oldu benim şehla gözlerim
    Bu nasıl bir karıdır şaştım kaldım vallahi
    Açıklarım olmasa bu gün boşarım billahi
    Durmadan dır dır edip başım etini yiyor
    “-Herkes oldu Şehinşah anca bakasın” diyor
    Tanımıyor mu desem bunca yıllık kocasını
    Hiç tanımaz olur mu âlemin dümencisini
    Zamanında istesem Başdral olmaz mıydım?
    Olurdum da sonradan tahttan atılmaz mıydım?
    Niye Başdral olmadım kimseler anlayamaz
    Bilmezler ki fendime hiç kimse dayanamaz
    Mül’ümü öne sürüp kendime ettim feda
    Sonra yuvarladım yardan demeden “elveda”
    Başımda altın tacım aha da çıktım tahta
    Sorsalar da göstermem zira diploma sahte
    Tüm düşmanları ezip gelmiş iken saraya
    Karı kendi aklınca sarıyor makaraya
    “-Tez ol Şahlık ilan et ne duruyorsun” diyor
    Derdi şahlığım değil Yardımcılık istiyor
    Duymuş ki komşumuzda Şehinşahlık kurulmuş
    Şehinşah’ın karısı Başyardımcısı olmuş
    “-Biraz boyum kısaysa ne eksiğim var ondan
    Bakmam senin yüzüne Başyardımcın olmadan”
    Başdralım kızmıştı sarayın ecesine
    Şöyle baktı yüzüne “defol git” dercesine
    “Bu bir metrelik karı beni oyuncak etti
    Alın şunu götürün gözüm görmesin” dedi
    “-Bundan böyle ülkenin hem gün hem gecesiyim
    Gerekiyorsa eğer hem Dral hem ecesiyim
    Yazsın Fermancıbaşı iradem şu yöndedir
    Her kim bir laf ederse cevabım katlinedir
    Ülkede tüm erkekler karıları boşayıp
    Evden de atacaklar arkasından taşlayıp
    Şöyle bir nefes alsın kullarım “oh oh” deyip
    Namımı yürütsünler şarkı gazel söyleyip
    Nerde evli görülse hemen boynu vurula
    Öküzlerle inekler ayrı yere konula
    İstemem uyanmayı artık horoz sesiyle
    Düzen versin ülkeye ulema nefesiyle
    Emrettim hepsi birden dualar okusunlar
    Tüm erkek mahlûkların çükünü bağlasınlar
    Bundan böyle iradem hiç kimse yorulmasın
    Kadınlara söyleyin üç çocuk doğurmasın
    Doğurup atıyorlar üstümüze bunları
    Boynumda bir tasmadır bu bastıbacak karı
    Çocukları bağlayıp kadınların boynuna
    Hemen götürüp atın denizlerin koynuna”
    “Şu ara hava soğuk yalnız yatmak zarardır”
    Diyenlere bir torba sıcak su tam karardır”
    O da ne üşüdüm mü ne oldu bana şimdi
    Bu yorganı üstümden çekip alan da kimdi
    Ulan aman bu karı yanımda yatıyormuş
    Sayıkladım duymadı iyi ki uyuyormuş
    Duysa eğer dönerdim ben eşekten düşmüşe
    Sanki binlerce “Nayır” başıma üşüşmüşe
    Kıçım açıkta kalmış rüyalara dalmışım
    Şu mübarek başımı “Nayır”lara salmışım
    “Nayır”lara kapalı bizim hayır kapımız
    Dayanmaz “Nayır”lara çünkü hıyar yapımız
    Bu gecelik bu kâbus yeter herif olana
    Ders çıkarsın diye yazdım azcık arif olana

  353. -IX-

    Bu ne iştir gardaşım başa belayı sardık
    Gide gide sonunda sert kayaya tosladık
    Mia araştırması yetmezmiş gibi şimdi
    Üstüne bir de Mato araştırması bindi
    Bu darbe Merdoğan’ın demiş Malaman Merik
    Foyamız patlar ise bilmem ki ne ederik
    Çıktık ilan eyledik yılın öğretmenini
    Kız hayatta görmemiş diploma törenini
    Nerde diploma aslı diye soracak olsam
    “-Ya senin ki nerede” derlerse ben ne yapsam
    Dört taraftan sarıldık kaçış yolu kalmadı
    Boşa koydum dolmadı doluysa hiç almadı
    Meto’nun bütün yükü omuzlarıma kaldı
    Çıkıp desem mi acep belgeyi Meto çaldı
    Aman bre gardaşlar bana bir akıl verin
    Bu kadar yük altında ben nereye giderim
    Gavurlar isterlerse inanmasın masala
    İçeriye derim ki “-Bu gâvurlar M’asala”
    Bizi çekemediler Meto’yu kolluyorlar
    Oda yetmezmiş gibi silahlar yolluyorlar
    MKK’nın ipleri bunların ellerinde
    MYD seyrediyor elleri bellerinde”
    Önce Nusul dediler sazan gibi atladık
    Bizleri almadılar balon gibi patladık
    Bari şu Makka ile kurtulur muyuz derken
    Karşıdan el salladı MPG de giderken
    “-Nenbiçe çok yakınız biz burayı alalım”
    “Ne Nenbiç’i dur hele bir boyuna bakalım”
    MABD vurdu bizim kıçımıza depiği
    On bin Molara çıktı bir tek sıçan deliği
    Musya durur mu orda yallah haydi Mafrin’e
    Ne enine yol kaldı gidecek ne dikine
    Saplandık Muriye’de bir batağın içine
    Nasıl güvendirmişti bak alçağın işine
    Dışarıyı unutup içeri yönelelim
    “Nayır” diyen olursa “teröristtir” diyelim
    Lakin içeride de isyanı başlattılar
    Metö falan hikâye boşuna taşlattılar
    Meydanlarda söyleyip geziyormuş o Mince
    Moylu hemen aldırsın boşluğunu bir ince
    Gerekiyorsa eğer kodese yollasınlar
    Daha da azar ise kafayı koparsınlar
    Zaptiyeye avuçla maaş ödenmiyor mu
    Ne zaman işe yarar bir vezir olacak bu
    Kapanmalı dünyaya açılan tüm kapılar
    Haber alma yolunda yasak bütün yapılar
    Şu millet uyanmadan bitmeli Meceprandum
    Hemen gidip yakayım Müppeli’ye kırk bir mum
    Lafları da birazcık yumuşatmam gerektir
    Bu Başdral halkını kucaklıyor demektir
    Doldurup “mevet”leri sandıktan bir çıksaydım
    Halkı çekip kucağa şöyle bir sarılsaydım
    Kırk gün kırk gece davul çaldırmazsam namerdim
    Davullar çalınırken ben ortada dönerdim
    Halay mı seksem acep yoksa çiftetelli mi
    Atabarı mı desem yoksa Yörük Efe mi
    Bu efe işi şimdi midemi bulandırdı
    Benden önce birisi çok da güzel oynardı
    Öyle güzel oynamam asla mümkün olamaz
    Benim kıvırdığımı hiç kimse kıvıramaz
    Karar kıldık demektir artık çiftetellide
    Aman geç kalmayalım miting Mikitelli’de
    Bir çıkalım kürsüye, şöyle bir sallayalım
    Sevgili halkımızı allayıp pullayalım
    Bir nara patlatalım bizim Koç Möroğlu’ndan
    Bir de beyit kıvırmak gerektir Mevlana’dan
    İki küfür bir şiir yeterli nutuk için
    Halkı haykırttıralım “mevet” de “mevet” için
    “Sür bakalım evladım doğru Mikitelli’ye
    Yüzde altmış olmazsa varım yüzde elliye”

    -X-

    “-Gel bakalım Başvezir bunlar ne rezalettir
    Kadı oldum diyerek başkaldırmak adettir
    Başfısfısçı derakap dürsün defterlerini
    Hele baksınlar Moca dinler mi dertlerini
    Bir kısmını atsınlar işlerine son verip
    Gerisi tutuklanıp yatsınlar garip garip
    Tutuklulara sakın fazla su vermesinler
    Günde bir yemek kâfi yeter gebermesinler
    Bunların eşleri de işlerinden kovulsun
    Ne zalim olduğumuz bütün yurtta duyulsun
    Memurin yarınından asla emin olmasın
    Desinler ki “susalım ayal öksüz kalmasın”
    Emri aldı durur mu Başvezirim fırladı
    Öncesinde ne kadar Kadı varsa turladı
    Bir kısmına bağırdı bir kısmına hırladı
    Kadıların bir kısmı zırıl zırıl zırladı
    Bıraktı kadıları ağlamayla başbaşa
    Birkaçı fırladı ki eteklere yapışa
    Velakin bırakmadı hazret eteklerini
    Yapayalnız bıraktı kırık yüreklerini
    Fısfısçıyla geldiler bir araya makamda
    Dedi “-Baka Fısfısçı Başdral var arkamda
    Ağzımdan çıkan sözler hep onun laflarıdır
    Arada bir olursa Minali gaflarıdır
    İsterim her bir memur için kalın bir dosya
    Yazınız her ne kadar melanetleri varsa
    Olmasa da uydurun bir şeycikler hakkında
    Dosyayı göremezse olamazlar farkında
    Rakamlardan korkmayın yüz binleri defedin
    Bir kısmını hapsedip bir kısmını nefyedin
    Arada birkaç kişi işe geri alınsın
    Adalet terazisi şaşmıştır sanılmasın
    Makbuldür zaman zaman bu işlerin tekrarı
    Memurun endişede olmalıdır efkârı
    Kimseler yerlerinden sakın emin olmasın
    Adımı duyan kimse nefes bile almasın”
    Sürülecek sürüldü asılacak asıldı
    Geri kalan aç bilaç sokaklara atıldı
    Bu arada yayıldı etrafa bir rivayet
    İşten atılan memur etmelidir riayet
    “Mevet” oyu kullanıp ispatlarlarsa şayet
    İşine dönmek için edilecektir davet
    Tekrar vardı huzura dedi “-Tamam Başdral
    Kalmadı yeryüzünde senin gibi bir Kral
    Emrettiğin üzere her şey yola girmiştir
    Memurun derisini davullara germiştir.
    “-Başkaca emri varsa amadeyim” demekte
    Başfısfısçı hizmette rakip tanımamakta”
    “-Aşkolsun Başvezirim demek işi kotardın
    Ülkemizi Maylokçu haşereden kurtardın
    Şimdi de çakalları sürmelisin meydana
    Her bir çakal olmalı birbirinden merdane
    Havlayıp hırlasınlar “Nayır”cı makuleye
    Korkmasın ısırsınlar diş atıp hergeleye
    Demokratik hakların hepsini kullansınlar
    Kafa göz demesinler kırıp parçalasınlar
    Afiş astırılmasın salon tutturulmasın
    Değil otel ahırda bile yatırılmasın
    “Mohal vardır” diyerek izin iptal edilsin
    Tam mitinge geldiği sırada bildirilsin
    Valiler Kaymakamlar birer Azrail olsun
    Gerekirse meydanlar laşeler ile dolsun
    Siz kükreyip anlatın halkıma masalları
    Ben de huzura alsam oyları basanları
    Her seçim bölgesinde yeterince oy olsun
    Önceden “mevet”lerle çuvallarımız dolsun
    Tutanağa aldırma yanlış olmuştur deriz
    Bizde MSK varken hiç seçim mi veririz
    Hangi kadı ister ki edilsin maaşından
    Maaş şöyle dursun da ayrılmak var başından
    En ufak bir hatada ederim dünyayı dar
    Sen bile göremedin bende daha neler var
    Evvel Allah “mevet”ler artık çantada keklik
    “Nayır”cı makulesi eylemez bir metelik
    Güzellikle olmazsa zorla yine alırız
    Şehinşah olmuş sayın artık Başdralınız
    Onbaşı’ya haber sal topları hazırlasın
    Yüz bir pare gerektir aman eksik olmasın”
    Onlar yürüye dursun Vüzera Heyetine
    Bizler çıkıverelim sultan kerevetine
    Böylece sonuçlandı Sergüzeşt-i Başdral
    Esti bir acı rüzgâr ne taht kaldı ne Dral
    Dört Nisan tarihinde
    Bu yalanlar düzüldü
    Mürkiye illerinde
    Kim güldü kim üzüldü

  354. (Doğu-Batı meselesiyle ilgili yukarıda M. Argüman ve Necip’in yorumlarının altında Berktay’dan alıntıladığıma benzer ilginç bir yazı daha)

    Orta Doğu? Kime göre Orta Doğu?

    Allah’ın adıyla Yurtdışı haberlerine baktığımızda ’’Orta Doğu’’ kelimesinin zikredilmediği gün şüphesiz yoktur. Orta Doğu’nun yanısıra “Uzak Doğu” ve “Yakın Doğu” kavramları da vardır. Orta Doğu, yakın ve uzak doğunun ortası anlamına gelmektedir. Peki kime göre Orta Doğu? Kime göre yakın ve uzak?

    Ehlibeyt (a.s) Haber Ajansı ABNA- Ansiklopedilerde ‘’Orta Doğu” sözcüğünü ararsak, genelde şu açıklamayı görebiliriz:

    “Orta doğu kavramı Avrupa merkeziyetçi yaklaşıma dayanır ve Britanyalıların 19. yüzyılda kullanmaya başladıkları bir kavramdır. Bu tanımlamada İngiltere ve Avrupa ülkeleri merkez kabul edilmiş; Doğu, Uzak Doğu, Yakın Doğu, Orta Doğu gibi kavramlar buna göre tayin edilmiştir.”

    Yani maalesef Türkçe’de dünya haritasına bakışımız Avrupa ve İngiliz bakış açışına göre belirlenmiş gibi gözüküyor. Sadece Türkçe’de değil. Arapça’da da ‘’Şarket-ul Evsat” ve Farsça’da da “Haver Miyane” kelimeleri Orta Doğu anlamındadır ve Arapça ve Farsça konuşulan ülkelerde kullanılmaktadır.

    Batı dünyasının (Amerika, Ingiltere, Avrupa, vs.) kendini diğer bölgelerden ve kıtalardan üstün görmesi ve hatta kendi bakış açısını empoze etmesi “Orta Doğu’’ kelimesinin kullanımında da gözükmektedir. Çünkü bu hesaba göre dünyanın merkezi Avrupa olmuş oluyor.

    Müslümanların en yoğun olduğu bölge ve tarihin ve bugünümüzün en kritik bölgesinin isminin Avrupa ve İngiltere standartlarına göre belirlenmesi ve bunun Müslümanlar tarafından kullanılması ilginç değil midir? Kendi bölgemizin ismini neden biz belirlememişiz veya belirlemiyoruz? Neden bu batının kendi dilimizde kullandığımız kavramları bile belirlemesini engellemiyoruz?

    Bunun içindir ki Imam Seyyid Ali Hamaneyi bir konuşmasında ‘’Orta Doğu’’ kavramını kabul etmememizi ve bunun yerine “Batı Asya” kavramını kullanmamızı tavsiye etmiştir.

    (kaynak: http://www.youtube.com/watch?v=cbN0wSvPA4k )

    Asya dünyadaki en büyük kıtadır. Doğusu var, merkezi var ve batısı var. Türkiye, İran ve çoğu Arap ülkeleri Asya kıtasının batısında yer almaktadır. Bunun için yaşadığımız bölgenin ismini “Batı Asya” olarak adlandırmamız çok daha makbuldür. Bu şekilde hem kendi konumumuza göre yaşadığımız bölgenin ismini koymuş oluruz, hem de batının kendini merkez bilip dilimize yerleştirdiği kavramı reddetmiş oluruz.

    “Orta Doğu” terimini reddedip yerine “Batı Asya” teriminin en azından kendi aramızda ve İslami olarak bilinen medyada kullanılmasını çok iyi bir gelişme olarak nitelendirebiliriz.

    Cihad DEDEİ

  355. Ilk dort misrayi soyle bir sigaya cekelim bakalim:

    Gidiyor onyedi yi’mbeşi takmış peşine
    Gidiyor rasgelemez bir daha millet eşine
    Bir elinde kasetler bir elinde ses kaydı
    Sıkıysa hayır desin Bohçacı mı ne baydı

    Hece yapisi asagidaki sekilde oluyor.

    3 3 3 2 3 = 14
    3 4 1 2 2 3 = 15
    1 3 3 1 3 1 2 = 14
    3 2 2 3 1 1 2 = 14

    Goruldugu uzere, vezin (olcu) cuvallamis.

    Durak desen hakgetire.

    Kafiye (uyak) var ama devrik cumlelerle takla attirmak bahasina..

    Hic de dogal degil.

    Daha dogrusu, ziyadesiyle acemice.

    Ornek: “millet eşine” derken “millet eşinsin” mi, yoksa “millet eşi” diye bir sey var da o mu kastediliyor?

    Benzer sekilde, “Bohçacı mı ne baydı” ne demektir?

    Ayrica, Turkcede 11’liden uzun (ve okunabilir) siir yazmak hayli zor ve ustalik gerektirirken; arkadasimiz ise 14’luyu hedeflemis (ve iskalamis).

    Kisacasi, olmamis.

    Boyle zamanlarda soyle diyoruz: Keep your day job!

  356. Bu sitede bir gariplik var.

    Yorumlar bazan gorunuyor bazan gorunmuyor. Bazan da baska yorumlar gorunuyor.

    Her iki durumda da, eski yorumlar yok olmus gibi, siralama 1’den basliyor –resetleniyor.

    Benim bildigim WordPress’te boyle bir bug yok; olsa zaten dunya ayaga kalkardi.

  357. haklısınız. ben de sabahtan beri aynı kargaşalığı yaşıyorum.

  358. marxist argüman

    i$id’in eski sponsoru t.c.’den pyd’ye kar$i üc koldan diplomatik atak

    suriyede esad rejimini devirmek icin uzun yillar i$id ve el nusra da dahil olmak üzere, envai cesit sunni islamci cihatcilari lojistik olarak besleyen t.c.’nin islami rejimi “ABD’den bekledigi duyarliligi” göremedi.

    önce $ii esad rejimini devirmek icin, öldürdükleri insanlarin kalbini cikarip cig cig yiyen sunni cihatcilari destekle; cuma namazini $am’da kilma, yani emperyalist emelleri kursaginda kaldigi gibi birde kürtlerin firsattan istifade siyasi statü sahibi olma ihtimali belirince i$id’e destegi cek; bu sefer kürtlerin siyasi statü elde etmelerini engellemek icin i$id ile mücadele ihalesine talip ol; amerikaya diplomatik sefere cik.

    “soguk sava$” döneminde sirtini batiya dayayarak; emperyalist nato cephesine jandarmalik yaparak kürt ulusal hareketini bastiran t.c. devleti icin jeopolitik/jeostratejik avantajini nakite dönü$türme ticareti artik eskisi gibi kolay olmayacak.

    “BAŞDÖNDÜRÜCÜ TRAFİK

    Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Beyaz Saray’da dün Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Korgeneral Herbert Raymond McMaster başkanlığındaki ABD heyetiyle biraraya geldi. Bu kritik zirve öncesi Akar, mevkidaşı Joseph Dunford ile görüşürken, Fidan da CIA Başkanı Mike Pompeo ile temasta bulundu. Bu sırada Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da ABD’li mevkidaşı Rex Tillerson ile telefonda görüştü. Washington’daki bütün temaslara Amerikan Dışişleri yetkilileri, Pentagon (Savunma Bakanlığı) ve CIA’den temsilciler de yeraldı. McMaster yönetimindeki zirve sırasında Akar, Fidan ve Kalın’ın ABD Başkanı Trump’la da kısa bir süre biraraya geldiği iddia edildi. Başta PKK/PYD olmak üzere Suriye ve Irak’taki terör örgütlerinin gündeme geldiği görüşmelerde, DEAŞ’ın elindeki Rakka’ya yönelik operasyon da ele alındı.

    Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın mesajları, Washington’daki tüm temaslarda ABD’lilere net olarak iletildi. DEAŞ’a karşı Rakka operasyonunun PYD’siz yapılması, harekâta TSK destekli ÖSO ve Arap savaşçıların katılması, Suriye kuzeyi ve Sincar’ın PKK/PYD’den temizlenmesi, Suriye Demokratik Güçleri (SDG) içerisinden terörist unsurların ayıklanması gibi talepler Türk heyetin temel gündemini oluşturdu. Teröristlere yönelik askeri desteklerden duyulan rahatsızlık da üst düzeyde bir kez daha vurgulandı. Bu silahların Türkiye’ye karşı kullanıldığı bir kez daha kanıtlanıyla aktarıldı. Yine Suriye’de çatışmasızlık bölgeleri oluşturulmasına ilişkin Astana’da alınan kararın ayrıntıları da paylaşıldı.

    TSK’dan ABD ziyaretiyle ilgili açıklama

    Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’ın beraberinde Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşarı Hakan Fidan ve Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın da bulunduğu heyetin dün Beyaz Saray’da ABD Başkanı Donald Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Korgeneral Herbert Raymond McMaster başkanlığındaki ABD heyetiyle gerçekleştirdiği görüşmede Suriye ve Irak’taki gelişmeler, terörle mücadele, ikili ilişkiler ve diğer güvenlik konularının ele alındığı bildirildi.Genelkurmay Başkanlığından Anadolu Ajansına yapılan açıklamaya göre, Orgeneral Akar, MİT Müsteşarı Fidan ve Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın’ın da bulunduğu heyet dün başkent Washington’da Beyaz Saray’da Ulusal Güvenlik Danışmanı Korgeneral McMaster başkanlığındaki heyetle bir araya geldi.Görüşmede, Suriye ve Irak’ta yaşanan gelişmeler, terörle mücadele, ikili ilişkiler ve diğer güvenlik konuları ele alındı.

    ABD ISRAR EDİYOR

    Edinilen bilgiye göre Türkiye, Suriye ve Irak’taki hassasiyetlerine karşı ABD’den gerekli duyarlılığı göremedi. Akar, Fidan ve Kalın, Amerikalıların uzlaşmaz tutumu nedeniyle görüşmelerde somut bir ilerleme kaydedemedi. Sorunun çözümüne ilişkin son söz liderlere bırakıldı. ABD’nin uzun yıllara yayılan planlarının bir günde değişmesinin zaten beklenmediğini belirten kaynaklar, bununla birlikte bu görüşmelerin Türkiye’nin atacağı olası adımlar öncesi diplomatik tüm kanalları kullanmış olması bakımından önemine işaret etti. Kaynaklar her şeye rağmen yürütülen müzakerelerin, TSK’nın terör örgütlerine karşı yürüteceği operasyonlar için Ankara’nın elini güçlendirdiğine vurgu yapıyor.” (yeni $afak)

  359. marxist argüman

    t.c.’nin bölgesel emperyalist emellerinin teorisyeni ibrahim karagül’ün kö$e yazisindan alinti:

    “O koridor bir ‘kuşatma planı’dır ve ‘B Planı’ toptan müdahaledir!

    (İbrahim Karagül, yeni $afak)

    “ABD, PKK/PYD konusunda ikna edilemezse geriye tek bir
    plan kalır. O da Suriye sınırı boyunca en az dört bölgeden tereddütsüz müdahale etmektir.

    Bunu çılgın bulanlara tek bir şey söyleyeyim:

    Türkiye’nin geleceği her şeyin üstündedir. Bedeli ne olursa olsun. Bunu bugün yapmazsak gelecekte hiç yapamayacağız, zorunlu haritaya mahkum olacağız..”

  360. marxist argüman

    global kapitalist dünyadan enstantaneler:

    kapitalist/emperyalist dünya düzeninin yan/atik ürünü/fazlaliklari olan insanlar: mülteciler

    “239 mülteci kayıp

    Akdeniz’deki göçmen facialarına dün bir yenisi daha eklendi. İtalya’ya gitmek için yola çıkan iki geminin Libya açıklarında batması sonucu 239 sığınmacı kayboldu.” (basin)

  361. mangır yok mu ?

    gün abim mangıra ihtiyacın var mı siteni düzeltmen için, anarşistlik siteyi doyurmuyor anlaşılan, site mangır istiyor mangır 😉

    internet sitesi düzenleyicisi anarşist arkadaşların varsa, bedavaya nereye kadar yardım edebilirler ki sana 😉

  362. marxist argüman

    t.c. semalarinda dolanan “kürdistan hayaleti” ve kemalistiyle islamcisiyla milliyetci türklerin kabusu: kürdistan

    t.c.’nin devlet olarak, “kürdistan hayalini tarihe gömme” cabalarina bir darbe daha:

    “Trump’tan skandal karar

    ABD Savunma Bakanlığı, ABD Başkanı Donald Trump’ın, PKK’nın Suriye uzantısı PYD’ye silah verilmesi talimatını verdiğini açıkladı.” (basin)

    t.c. basininda ki konuyla ilgili haberde iki önemli nokta bilincli olarak yazilmiyor:

    1. pyd’ye silahlar hangi amac ile veriliyor?

    cevap: i$id’li sunni cihatcilarin ba$kenti rakka $ehrini i$id’den geri alma operasyonu icin.

    2. ABD, rakka ihalesini pyd’ye vermeyi nasil gerekcelendiriyor?

    cevap: i$id’li sunni cihadcilara kar$i mücadele de en saglam ve güvenilir güc pyd.

  363. marxist argüman

    zileli gibi demokrasi idealistlerinin dikkatine:

    dünyanin en geli$mi$ demokrasisi ABD’de siyahlara, yabancilara ve müslümanlara yönelik irkciliktan enstantaneler:

    “ABD’de Müslümanlara yönelik saldırılar artıyor

    ABD’nin en büyük Müslüman sivil toplum kuruluşu CAIR, 2016 yılında Müslümanlara yönelik saldırıların 2015 yılına oranla yüzde 57 oranında artış gösterdiğini duyurdu.” (basin)

  364. marxist argüman

    din/inanc, devletin/egemenlerin toplumu yönetmek icin kullandiklari son derece faydali bir enstrümandir.

    t.c. polislerinin katlettigi kürt cocuklarina “cennet” tesellisi:

    Kazadan sonra ailelerin metanetle bu acıya sabrettiğini işaret eden (ici$leri bakani) Soylu, şunları kaydetti:

    “Muhammet ve Furkan’ın bizi cennette karşılayacağına inanıyoruz.” (yeni $afak)

  365. marxist argüman

    demokrasilerde devlet/millet/rejim düsmanlarini susturmak icin careler tükenmez!

    t.c.’nin kürtlerle sava$indan enstantaneler:

    “HDP’li Aydoğan’ın milletvekilliği düşürüldü

    HDP Diyarbakır milletvekili Nursel Aydoğan’ın vekilliği aldığı kesinleşmiş hapis cezası nedeniyle düşürüldü.” (basin)

  366. marxist argüman

    demokrasi’nin $iddeti di$ladigini iddia eden demokrasi idealistlerinin dikkatine:

    ortadogunun tek/biricik demokrasisi oldugunu söyleyen israil’den demokratik enstantaneler:

    “Fatıma size ne yaptı?

    Katledilen 16 yaşındaki Filistinli Fatıma Hacici’nin ailesi, İsrail’e öfke kustu. Fatıma’nın dedesinin kardeşi Hacı Cevdet Şakir Hacici, “Fatıma ne yaptı ki? Küçük bir kız çocuğu, ne yapabilirdi ki? 20 mermiyi bu çocuğa neden sıkıyorsun?” diye feryat etti.”

    $imdi de t.c. demokrasisinden enstantaneler:

    “Gazi Mahallesi’nde polis bir arabaya ateş açtı: 2 genç yaşamını yitirdi

    Sultangazi’de polisin ‘dur’ ihtarına uymadığı iddia edilen otomobil ateş açılarak durduruldu. Araçtaki 2 genç hayatını kaybederken, 2 kişi de yaralandı. ” (basin)

  367. marxist argüman

    t.c.’nin sömürgesi: kürdistan

    “vatansever türkler” ve kürdistanda ki icraatlari

    irkci/fa$ist perincekcilerin/aydinlikcilarin partisi “vatan partisi”nin genel ba$kan yardimcisi hasan atilla ugur kendini $öyle tanitiyor:

    “Kara Harp Okulundan Jandarma Teğmen rütbesiyle mezun oldum. Bütün meslek hayatım terör örgütleriyle mücadele şeklinde geçti. Çok sık güneydoğu ve doğu anadolu bölgelerinde görev yaptım. PKK terör örgütüyle, Hizbullah örgütüyle çatışmalara girdik.1999 yılında Türkiye’ye getirilen terörist başının sorgulanması görevi de bana verildi.”

    $imdi de “türk vatanseveri” h. atilla ugur’un kürdistanda ki icraatlarindan bir örnek:

    Gizli tanık: Atilla Uğur’la 3 kişiyi infaz ettik

    ‘Kızıltepe JİTEM Davası’nda konuşan gizli tanık, dönemin Jandarma Komutanı Hasan Atilla Uğur’un, 3 kişiyi ilçe girişinde infaz ettiğini söyledi.

    ‘Kızıltepe JİTEM Davası’ olarak bilinen, 1992-1996 yılları arasında gözaltına alınan 22 kişinin katledilmesine dair Ankara 5’inci Ağır Ceza Mahkemesi’nde süren davanın duruşmasında, “Aydos” isimli gizli tanık dinlendi. 10 duruşmanın görüldüğü davaya müşteki avukatları, sanık avukatları ile Açık Toplum Vakfı adına Asya Ergün, Gülbahar Doğan da katıldı.

    Dava kapsamında emekli Albay Hasan Atilla Uğur, dönemin Diyarbakır İl Jandarma Komutanı Albay Eşref Hatipoğlu, Jandarma Komando Bölük Komutanı Ahmet Boncuk, Başçavuş Ünal Alkan ile dört asker ve “Bıçak Timi” olduğu belirtilen Abdurrahman Kurga, Mehmet Emin Kurga, Ramazan Çetin, Mehmet Salih Kılınçaslan ve İsmet Kandemir yargılanıyor.

    İNFAZLARI ANLATTI

    Ses ve görüntüsü değiştirilerek dinlenen gizli tanık Aydos, sanık Hasan Atilla Uğur’un olayların merkezinde olduğunu, o dönem için “Ben Mardin’in Allah’ıyım” dediğini ifade ederek şunları söyledi: “Olay çok eski, ayrıntıları bilmem mümkün değil, ancak sanıklar içerisinden Hasan Atilla Uğur’u tanıyorum. Hasan Atilla Uğur Kızıltepe İlçe Jandarma Komutanı olduğundan bölgedeki tüm olayları biliyor. ‘Ben Mardin’in Allah’ıyım’ diyen bir adamdır. Hasan Atilla Uğur, insanlara baskı yaparak, istediğinin malına el koyan istediğini götüren bir İlçe Jandarma Komutanı idi. Gece yarıları suçsuz insanları PKK’li diye evlerinden alarak infaz ediyordu, kuyulara atıyordu, kemik bir kadrosu vardı. Hasan Atilla Uğur’un yaptığı buydu memlekette.”

    Sanık avukatları, Aydos’un daha önceki ifadelerinde Uğur’un Yasin adlı PKK’liyi infaz ettiğini fakat bunun resmi belgelerde yalanlandığını iddia etti. Bunun üzerine söz verilen Aydos, bahsedilen kişinin Yasin değil, Ali Temel adında olduğunu söyledi. Aydos şunları söyledi: “Bahsettiğim olay Yasin ile ilgili değildir, Ali Temel ile ilgilidir. Bir mağarada yakaladık onları. 5 kişi idiler, 3’ünü orada öldürdük, Ali Temel ile 2 kişiyi de Kızıltepe girişinde infaz ettik. Bir kız, bir erkeği öldürerek Kızıltepe Hastanesinin önüne attık. Hasan Atilla Uğur, Ali Temel’in kafasına sıkarak infaz etti. O gece bizzat oradaydım.” (basin)

  368. İhtiyar çoban

    KUŞATAN GÜÇ: Toplumları yöneten en etkili düzenek: Dincilik. Eskiden kızılderiliyi köleleştirip dönüştürmede, hatta modern yaşamda bireyi tutuklayıp durağanlaştırmada dinci kilise; özgür ve etkin insanı tutsaklaştırıp etkisizleştirmede dinci cami, önde gelen güçler. Sadece ‘kilise’ , sadece ‘cami’ olsa, insanlar dışta yine de özgür kalabilir; ‘dinci’ sözüyle asıl sorunu belirtmek gerek.
    Moğolistan’dan aşağıda Türkmenistan, Kırgızistan’da dinci Müslümancılık, ‘Gök Tanrı’ inancını Moğolistan dışında yok etme evresinde. (Moğolistan devletinin İslam ilgisi yok!) Geleceğin Işidçisini, yobazını birileri daha da katlayarak buralardan, Türk devletlerinden devşirecek. Bir ara Türkiye’de bir partinin tabanının büyük bir yüzdesi bu katillere gönül desteği sunmadı mı?
    Evet, sıkıntı, sorun İslamcı faşizm.
    YIKIM: Minicik fare (kaldı ki fare devleşiyor) kocaman masayı nasıl kemirir, nasıl yıkar? Yavaş yavaş kemirerek, önce az, sonra çok fare olup, koca masayı devirdikleri gibi bir de yerler yok ederler. Bugün, aydın ve sorumlu insanın asıl tasası ve savaşımı, bu yıkımın önünde durma kararı olmalı.
    CANAVARLAŞAN DEV: Emperyalizmin, kapitalizmin sistematiği acımasız. Sömürü. Devleşen İslamcı faşizm, bu iki cinayet ve yok ediş şebekesinden ayrı değil. Çıkarlarını ortak gözetmede sistem geliştirir. Biz şu an, ABD’nin, Rusya’nın, AB’nin yanı sıra Kuveyt, Katar, Suudi adlarını ortak bir paydada söz edilir buluyoruz.
    HALK: Cehalet batağında açan çiçeklere en güzel isimleri verelim: Devrimci, özgürlükçü, aydın, anarşist, karşıt… Ya bataklık ürünü, kalıtsal mayadan mutasyonel tutucu, gerici, işbirlikçi, eyyamcı öğeler ne olacak; onların sayısı her daim daha çok olur. Bu çok iyi saptandığı için hiçbir zaman seçimlerde yitirmeyeceklerini biliyorlar. Demokrasi böyle toplumlarda kandırmaca oyunu.
    DİRENÇ: Satılmamış, kiralanmamış aydın. Tarihsel bilincin unutulmaması. Özveri. Tutuklu, cezalı gazeteci, yazar, sanatçı, akademisyen… Direnç bu.
    YÖNTEM: Az laf, pratik bilgisi. Umut. Yararlı olma çabası.
    Sayın Gün Zileli’yi bu tarzıyla seven, sayan bir sosyalist, anarşist tavırlı bir romantiğim ben.

  369. marxist argüman

    ortak muhafazakar degerler:

    dünyada ki muhafazakar/dindar düsüncenin ortak degerlerinden biri de kürtaj yasagi/kürtaj dü$manligidir.

    “Kürtaj o ülkede de yasaklandi

    ABD bu kez şaşırtarak hayırlı bir işe imza attı. Oklahoma temsilciler meclisi kürtajın cinayet olduğunun farkına vararak yasakladı.” (yeni akit)

  370. marxist argüman

    zoruma geldi; milliyetci gururuma dokundu:

    Eller söyleseydi gülüm hiç inanmazdım
    Sen söyledin de zoruma geldi
    İki elim de kanda olsa gelirim
    Gelmesin demişsin de zoruma geldi

    “ABD’li bürokrattan Erdoğan için küstah yorum

    Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yapılan ABD ziyaretini iptal et çağrılarına ABD Dış İlişkiler Konseyi Başkanı Richard Haass’tan küstah yorum

    ABD yönetiminin, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ABD ziyareti öncesi YPG’nin de içinde bulunduğu Suriye Demokratik Güçleri’ne ağır silah verilmesi yönündeki kararının ardından Recep Tayyip Erdoğan’ın tepki amacıyla ziyaretini iptal edebileceği gündeme gelmişti. ABD yönetiminden konuyla ilgili açıklama geldi.

    ABD Dış İlişkiler Konseyi Başkanı Richard Haass, ziyaretin iptal olması ihtimali üzerine “Büyük kayıp olmaz” değerlendirmesi yaptı.Twitter adresinden açıklama yapan Richard Haass, “Trump yönetiminin Suriye Kürtlerini silahlandırdığını görmek güzel. (Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan) ziyaretini iptal ederse, otoriter yönetimi ve Suriye’deki yararsız rolü göz önüne alındığında büyük bir kayıp olmaz” ifadelerini kullandi. (aydinlik)

    haass, amerikan cikarlarini düsünerek “suriyede ki yararsiz rolü…” demi$.
    $u $ekilde düzeltmek lazim: “suriyede ki ugursuz rolü…”

  371. marxist argüman

    mesele kürtlere düsmanlik yapmaya geldi mi kemalistlerle islamcilar nasil da güzel anla$iyorlar!

    “Erdoğan, ABD ziyaretini gözden geçirmeli

    CHP’li Bülent Tezcan, ABD’nin ağır silah kararına tepki göstererek ‘Cumhurbaşkanı ABD ziyaretini gözden geçirmeli’ dedi

    Henüz ön heyet oradayken ABD YPG’ye ağır silahlar vereceğini ilan etmiş ve karar vermiştir. Bu Türkiye için kabul edilebilir bir şey değil. Bölgede söylediği bütün temel argümanlara karşı NATO müttefikimiz olan ABD’nin çok ciddi bir problemidir. Böyle bir tablo kuşkusuz hepimizin şiddetle reddedeceği bir tablodur. YPG’ye ağır silahlar verilmesi demek hem bölge güvenliğinin hem de Türkiye’nin bütünlüğünün tehdit altına alınması demektir. Cumhurbaşkanlığı makamı ve hükümet olmak üzere Türkiye’nin zayıf bir pozisyonda olması düşünülemez. Bu nedenle sayın Cumhurbaşkanı’nın, kararın arkasından ABD ziyaretini ciddi olarak bir kere daha gözden geçirmesi ve yeniden değerlendirmesi gerekir diye düşünüyoruz. (basin)

  372. marxist argüman

    trump’in kirdigi cevizler; devirdigi camlar; patlattigi balonlar

    osmanli torunu erdogan’in $erif trump ile düellosu: dinsizin hakkindan imansiz gelir

    t.c.’nin amerika’da ki diplomatik seri ataklari bozgunla sonuclandi!

    t. erdogan, trump’in patavatsiz biri oldugunu bildigi icin, trump tarafindan kamuoyu önünde rezil rüsva edilme rizikosunu önlemek icin amerika ziyareti öncesi zemin yoklama amacli öncü birlik gönderdi.

    genelkurmay ba$kani, mit ba$kani, cumhurba$kani sözcüsünden olu$an öncü birlige daha sonra takviye güc olarak adalet bakani bozdag, arti birde di$i$leri bakani canli telefon baglantisiyla destek verdiler, nafile!

    hem ypg konusunda ne de “din taciri fetö” konusunda ABD’den red alan t.c. heyeti eli bo$ geri döndü.

    böylece sunni islamci akp basininin “dünya lideri” erdogan, “küresel oyun kurucu” türkiye $eklinde ki “türk türk propagandasi; müslümana osmanli propagandasi” balonlarini trump patlativerdi.

    bu durumda erdogan trump ile neyi görü$ecek?

    geriye ABD’nin iran’a ambargosunu delen türk vatanda$i riza zerrap ile yine ayni mesele ile alakali olarak ABD makamlarinca tutuklanip riza’nin yanina, cezaevine gönderilen halk bankasi genel müdür yardimcisinin tahliyesi meselesi kaliyor.

    kimin gücü kime yeterse ilkesinin gecerli oldugu günümüz kapitalist dünyasinda mesele kürtlere gelince “bir gece ansizin gelebiliriz” diyen osmanli torunu erdogan sikiysa “ey amerika” diye ba$layan bir nutuk atsin görelim bakalim trump ile dans etmek nasil oluyor.

  373. “ben de sabahtan beri aynı kargaşalığı yaşıyorum.”

    Gordugum kadariyla, bu site, su anda, WordPress v4.7.4 ile calisiyor. Yani, en son surum.

    Dolayisi ile, eski surum oldugu icin bu oluyor diyemeyiz –zaten, cogu zaman, surum yukseltme isini servis saglayicilar kendiliginden (arka planda) yapiyor.

    Benim tahminim: Buyuk bir ihtimalle, yorumlardan biri (ya da birkaci) WordPress’in kafasinin karismasina yol acmis olsa gerek.

    Su WordPress eklentisi ise yarar mi bilmiyorum:

    https://wordpress.org/plugins/web-ninja-comment-count-fixer/

    Belki de, en iyisi, sadecehosting.com’dan birileriyle temasa gecip problemi onlara anlatmak.

  374. “2. ABD, rakka ihalesini pyd’ye vermeyi nasil gerekcelendiriyor?

    cevap: i$id’li sunni cihadcilara kar$i mücadele de en saglam ve güvenilir güc pyd.”

    Yanlis.

    En guvenilir asker her zaman kendi askerinizdir.

    Dolayisi ile, duzeltecek olursak:

    “cevap: i$id’li sunni cihadcilara kar$i mücadelede en dusuk maliyetli güc pyd.”

    olmaliydi.

    Bu arada, ISID’in kimler tarafindan kuruldugunu, gelisip serpilmesine yardimci olundugunu gozardi edisinizin sebebi PYD’ye duydugunuz yakinlik olsa gerek.

    Halbuki, bunun bir ‘sifir toplamli oyun’ (‘zer-sum game) dahi olmadigini, aksine, ‘negatif toplamli oyun’ oldugunu gorebileceginize eminim.

  375. Siz hala burada balkan oligarşsisi konuşun..!. Tayyip pohpohlaması yapın…!!..

    10 Mayıs

    Açlık grevindeki iki eğitimci, Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’da Wernicke-Korsakoff belirtileri görüldü…

    Olağanüstü hal (OHAL) kapsamında çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerle (KHK) ihraç edildikleri işlerine geri dönmek için 63 gündür açlık grevi yapan Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’da Wernicke-Korsakoff Sendromu’nun öncü belirtileri görüldü.

    Gülmen ve Özakça, bilinçlerinin kapanması durumunda yapılacak tıbbi müdahaleye de izin vermedi.

    Gülmen, ‘FETÖ’ iddiasıyla açılan soruşturma gerekçesiyle Selçuk Üniversitesi’ndeki görevinden uzaklaştırılmış, 6 Ocak’ta yayınlanan 679 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname’yle ihraç edilmişti.

    Özakça da Mardin Mazıdağı Cumhuriyet İlkokulu’ndaki sınıf öğretmenliği görevinden 675 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname’yle ihraç edilmişti.

    Gülmen ve Özakça, 10 Mart’ta Ankara’da açlık grevine başlamıştı.

    Doktorlar açıkladı: Durum çok kritik

    Bianet’in aktardığına göre Ankara’da basın toplantısı düzenleyen Ankara Tabip Odası Yönetim Kurulu Başkanı Vedat Bulut, Gülmen ve Özakça için gerekli muayaneleri başlattıklarını, açlık grevinde ‘uyulması gerekli kurallar’ı kendilerine ilettiklerini söyledi.

    İkiliye günde 1 litre su, beş çorba kaşığı şeker, iki çay kaşığı tuz ve B1 vitaminini almalarını önerdiklerini anlatan Bulut, son iki gündür Gülmen’in sağlığının giderek bozulduğunu, tansiyon ve nabız düzensizlikleri başladığını, bulaşıcı hastalıklara karşı da savunmalarının zayıfladığını kaydetti.

    Bulut, Gülmen ve Özakça’nın kan ve biyokimya değerlerinin giderek kötüleştiğini, açlık grevlerinin kritik dönüm noktası olan 45’nci günün aşıldığını, 63’üncü güne girildiğini söyledi.

    Bulut, şunları söyledi: “Her iki vatandaşımızda algılama, duygu durum bozuklukları, zihinsel ve motor faaliyetlerde bozulmalar dikkat çekici. B1 vitamini desteği almalarına karşın bu belirtiler, Wernicke-Korsakoff Sendromu’nun öncü belirtileri. Bu hastaların yüzde 10-15’i yaşamını kaybetmekte ve yüzde 77’si ileriki dönemlerde enfeksiyonlarla kaybedilmektedir. Yüzde 25 kadarı uzun süreli hastane ve özel bakım gerektiren bedensel ve ruhsal sağlık sorunlarından etkilenmektedir.”

    Gülmen, açlık grevinde 59’dan 50 kiloya, Özakça ise 86’dan 69 kiloya düştü.

    Tıbbi müdahale istemediler

    ‘Trajedi’nin Meclis’ten 500 metre uzakta yaşandığını, doktorlar olarak ellerinden bir şey gelmemesine üzüldüklerini aktaran Bulut, Gülmen’in ve Özakça’nın tıbbi müdahale istemediğini anlattı: “Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’yla görüşmelerimizde bilinçleri kapanması durumunda müdahale şansı ve izinleri Ankara Tabip Odası tarafından ısrarla istendi, ancak kendileri bu onamı vermeyeceklerini ve tedavi olmak istemediklerini defalarca beyan etti. Amaçlarını kendi ölümlerinin ve etkilenmelerinin KHK nedeniyle haksız ve hukuksuz bir şekilde işlerinden, aşlarından edilen diğer on binlerce vatandaş için bir umut olabileceği şeklinde açıkladılar.”

    Bulut, “Türkiye bu trajediyi ve bu gencecik insanların ölümünü hak etmiyor” dedi.

    OHAL komisyonu neden halen kurulmadı?

    CHP milletvekili, doktor Ali Şeker de Meclis’te sorunu defalarca dile getirmelerine rağmen hükümetin hiçbir adım atmadığını vurguladı.

    Olağanüstü hal (OHAL) mağdurlarının Avrupa’da haklarını aramalarının önüne geçmek için “Komisyon kurulacak” dendiğini ancak kurulmadığını ifade eden Şeker, şunları söyledi: “Haksız yere birçok muhalif insan, ‘Barış’ dedikleri için işlerinden odular. Onlar da haklarını savunmak, seslerini duyurmak için Meclis’e de geldiler biz de yanlarına gittik. Çözüm bulamayınca böyle bir eylemi seçtiler. Eylemin doğruluğunu, yanlışlığını tartışmamız uygun olmaz. Bizim için önemli olan insan hayatıdır. Haksızlıkların çözümü için hükümet derhal gerekeni yapmalı, haksız işten atılmaları durdurmalı görevlerine iade etmelidir. İnsan hayatı her şeyden önemli.”

    http://www.diken.com.tr/aclik-grevindeki-iki-egitimcide-wernicke-korsakoff-belirtileri-goruldu/

  376. “Siz hala burada balkan oligarşsisi konuşun”

    Diken’in Sedat Simavi’nin torunu Harun Simavi tarafindan kuruldugunu dikkate alirsak, ‘Balkan Oligarsisi’ baglamindaki ‘muhalefet’inin de geri plani hakkinda fikrimiz olur.

    https://tr.wikipedia.org/wiki/Diken_(gazete)

    “[…] işlerine geri dönmek için 63 gündür açlık grevi yapan […]”

    Bu iki ‘egitimci’nin neyin egitimcisi oldugunu bilmiyorum (biraz bakindim, bulamadim); ama, ‘is’ bir ‘hak’ olmadigi gibi, ‘isine geri donmek’ diye de bir ‘hak’ yok.

    ‘Is’ dedigimiz sey, kontrat/mukavele yapmak ozgurlugu cercevesinde ve belli bir ucret karsiliginda, isveren ve isgoren arasinda yapilmis bir sozlesmedir. Sureli de olabilir, suresiz de. Sure belirtilmemis ise, bu, ‘omur boyu’ surecek anlamina gelmez.

    Dolayisi ile, cok olsa, isten cikarildiklari (sozlesme tek tarafli feshedildigi) icin, ozluk haklarini talep edebilirler.

    Ama, anladigim kadariyla, onlar ozluk haklari icin degil, ‘is’lerini geri almak icin aclik grevine gitmisler.

    Olmayan bir ‘hak’ icin kendilerini harap etmeleri gercekten uzucu.

  377. Balkan+Tayyip oligarşisi=Kapitalist TC

    “Siz hala burada balkan oligarşsisi konuşun..!. Tayyip pohpohlaması yapın…!!..”

    Başkalarını bilmem ama ben ikisine de karşıyım. Bu nedenle Balkan oligarşisini pohpohlayan yahut Tayyip oligarşisi yerine onları tercih edenlere de karşıyım. Atatürk’e hakaret bahanesiyle yeni bir linç ve Kemalist fanatizm dalgası başlatan Balkan oligarşisine de, Başkan(Tayyip) oligarşisine de hayır!

  378. İslamcı bir sitede M. Kemal’e yapılan hakaretlerle ilgili şöyle bir yorum yapılmış;

    Kemalist ideolojiyle her türlü mücadele yapılması noktasında hem fikirim yalnız habere konu olan iki şahsın kullandıkları dil ve uslup çok çirkin ve tiksindirici olmuştur diye düşünüyorum. Bu tür beyanları düşünce ve fikir özgürlüğü bağlamında değerlendirmiyorum. (Onların, Allah’ı bırakıp tapındıklarına sövmeyin, sonra onlar da haddi aşarak, bilgisizce Allah’a söverler. Böylece her ümmete yaptıklarını süslü gösterdik. Sonra dönüşleri ancak Rablerinedir. O, yapmakta olduklarını kendilerine bildirecektir.) ENAM 108. ayet.

  379. marxist argüman

    necip’ten alinti:

    “Bu arada, ISID’in kimler tarafindan kuruldugunu, gelisip serpilmesine yardimci olundugunu gozardi edisinizin sebebi PYD’ye duydugunuz yakinlik olsa gerek.

    Halbuki, bunun bir ‘sifir toplamli oyun’ (‘zer-sum game) dahi olmadigini, aksine, ‘negatif toplamli oyun’ oldugunu gorebileceginize eminim.”

    necip, i$id ve diger sunni cihatcilar hakkinda bildigin neyse acik ve anla$ilir bir $ekilde yaz; ondan sonra ben fikrimi yazarim. senin “ben ima edeyim, gerisini artik siz anlayin” $eklindeki bulmaca yorumlarini cözmeye zamanim da niyetim de yok.

    ayrica “sifir toplamli oyun” “negatif toplamli oyun” gibi tuhaf kavramlarla siyasi bir konuya aciklak getirmek mümkün olmadigi icin de bu “tuhaf” jargonu birak ve net ve sade bir dille fikrini belirtmen en dogrusu.

  380. marxist argüman

    demokrasi idealistlerinin dikkatine:

    “İdam anketinde çarpıcı sonuç!
    BETIMAR araştırma şirketinin yaptığı ankette vatandaşların 59,86’sı idam cezasının geri gelmesini isterken, yüzde 49.54’ü ‘Avrupa Birliği ile müzakereler devam etmemeli’ dedi.” (basin)

    idam konusu, demokrasinin “cogunlugun dedigi me$ru ve gecerlidir” ilkesinin, yani cogunlugun tercihinin ayni zamanda otomatikmen dogru ve mantikli oldugunu varsayan “demokratik mantik”in mantiksizligina, yanli$ligina güzel bir örnek.

    demokrasinin “cogunluk” ilkesini kendine dayanak yaparak anar$ist/marxist siyaset yapan, “biz kazandik” yok efendim “oyumuz calindi” deyip sandik ve oy sayan zileli ve fikret ba$kaya gibi yazarlarin böylesi yazilarinin aslinda bir sistem ele$tirisi icermedigi; tersine “demokratik kapitalizmin” kriterlerini dogru kabul edip, mevcut/verili düzeni a$ma gibi bir perspektif icermedigi ortaya cikiyor.

  381. marxist argüman

    “paranin/kapitalizmin kanununa kar$i “$eriatin kanunu”

    “DAEŞ’in hırsızlık suçlamasıyla kalabalığın önünde ellerini kestiği Azad ve Muhammed isimli kardeşler, protez el için yardım bekliyor. Sağ eli olmayan kardeşlerden Muhammed, günlük beş dolara inşaatlarda çalışıyor.

    Yerel medyaya konuşan Azad, “Bir DAEŞ’li gelip bizden un aldı ama parasını ödemedi. Birkaç kez paramızı istedik vermedi. Biz de evinin kilidi kırarak unumuzu geri aldık. Onun DAEŞ emiri olduğunu bilmiyorduk. Bir ay gözaltında tuttuktan sonra herkesin önünde elimizi sağ ellerimizi kestiler” sözleriyle yaşananları anlattı.” (basin)

  382. marxist argüman

    “stratejist necip”

    “Halbuki, bunun bir ‘sifir toplamli oyun’ (‘zer-sum game) dahi olmadigini, aksine, ‘negatif toplamli oyun’ oldugunu gorebileceginize eminim.”

    necip’i tanimayanlar yorumlarinda kullangi dile bakip necip’i siyasi konularda stratejist sanirlar, halbuki kendi kücük aleminde ya$ayan, günlük gazete bile okumayan dünyadan bihaber tipik bir türk milliyetcisi/muhafazakari”

  383. marxist argüman

    iki insan tipi: “türk cengiz” ve “türk necip”

    “İslam’a karşı algı savaşı: Budizm propagandası!

    İslam karşıtı yayınlarıyla bilinen medya organları İngiliz haber ajansı ‘reuters’a dayandırdıkları ‘Kokain bağımlısı Türk, Budist rahibi oldu’ haberleriyle ‘budizm’ propagandası yapmaya devam ediyor.

    Almanya’da teknoloji sektöründe üst düzey bir pozisyonda görev alan ve hayatı boyunca para ve prestij içinde yaşadığını ifaden Cengiz adlı bir Türk’ün, budist tapınağına yerleşip budist rahibi olmasını sevinçle karşılayan İslam düşmanı yayın organları hemen kolları sıvadı.

    ‘TÜRKLER DE BAŞKA DİNLERE GEÇEBİLİR’ ALGISI

    Yıllardır Türk milletini İslam’dan koparmak için ‘algı haberleri’ üreten basın kuruluşları mevcut haberi bir mucizeymiş gibi kaleme alması okuyucuları şaşırtmadı. Gazeteleri ve internet sitelerini süsleyen ‘Kokain bağımlısı Türk, Budist rahibi oldu’ haberlerindeki asıl amacın insanları İslam’dan uzaklaştırıp yeni arayışlar içine sokmaya çalışmak olduğu açık bir şekilde ortada…

    İSLAM’A KARŞI SUBLİMİNAL SAVAŞ

    Uyuşturucudan kurtuluşun yolunu Budizm olarak gösteren gazetelerin yaptığı ‘Budizm propagandası’nın arkasında yatan İslam düşmanlığı bugün olduğu gibi yarın da farklı haberlerle karşımıza çıkmaya devam edecek. Kamuoyu otoritelerinin konuyla ilgili yorumu ise ‘İslam’a karşı subliminal savaş’ oldu.” (yeni akit)

    bu haberden iki sonuc cikarmak mümkün:

    1. dini düsünce/fikir tabiati/dogasi geregi ikinci bir dine/inanca tahammül etmez/edemez; ikinci bir dini/inanci kendi varligina “tehdit” olarak görür ve ona göre de “düsman/rakip” muamelesi yapar. yani islamin ve diger dinlerin “ho$görü” iddalari yaniltici bir propaganda ve safsatadir. (bu tespit milliyetci/ulusalci/irkci fikir/düsünce icin de yüzde yüz gecerlidir)

    2. materyalist/paraci kapitalist ili$kilerden bunalan insanlarin bazilarinin “manevi/vicdani/psikolojik huzur”u din/inancta aradiklari ve bulduklari.

    bireyler, $irketler, uluslar/devletlerarasi paraya/maddiyata endeksli kiran kirana bir kapitalist rekabetin hüküm sürdügü günümüz dünyasinda, sözkonusu bu rekabette altta kalmamak icin kapitalist i$letmelerde cali$anlar arasinda önüne cikana tekme tokat, kafa göz, dirsek/tepik, arti psikolojik terör/mobing gibi yol/yöntemlerle sürdürülen rekabetin insanlarin psikolojisinde, vicdaninda, ki$ilik, karekterinde derin izler biraktigi tarti$ilmaz bir gercek.

    kapitalist rekabetin insanlarda yol actigi ki$ilik/karakter/vicdan/psikoloji erozyonu kar$isinda pes edip dine/inanca siginanarak “hasar tespiti” muhasebesi yapanlara yukarda adi gecen “türk cengiz” bir örnektir.

    kapitalist rekabette önüne cikanlari eze eze yukarilara tirmanmi$ ve bu “yukariya tirmani$”in yarattigi “ki$ilik erozyonunu/insani erozyonu”, “güclü olan ya$amayi, zayif olan da ezilmeyi hak etmi$tir/ya$asin elitizim” felsefesini hayat felsefesi haline getirip savunanlara tipik örnekte bu sitede yorum yazan “türk necip”tir.

    bundan dolayi “türk necip”in günzileli.com sitesinde ki yorum yazma faaliyetleri bir “muhasebe” ya da “günah cikarma” degil; tam tersine devlet/egemenler adina solculara yönelik “gönüllü misyonerlik” faaliyetidir.

    “türk necip”in $imdi ölmeden önce ki son arzusu idealize ettigi devleti t.c.’nin de dünya kapitalist devletler rekabetinde tipki kendisi gibi zirvelere tirmanmasi.

    “türk necip” örneginde ki bu insan tipi dünyada cogunlukta oldugu müddetce, ki maalesef cogunluktalar, bu dünyada sava$, aclik, sömürü, $iddet, paraya dayali kapitalist efendilik ve köleligin, kisacasi “insani melanetin” bitmesi mümkün degildir.

  384. marxist argüman

    kapitalizmi anlaMAmi$ idealistlerin “radikal” eylemleri

    aclik grevi/ölüm orucu neden yanli$/isabetsiz bir mücadele yöntemidir ve devrimci mücadele adina desteklenemez?

    nuriye gülmen ile ilgili türkce vikidepiada $unlar yazili:

    “Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı (ÖYP) kapsamında kadrosu Konya Selçuk Üniversitesi’nde bulunan Gülmen, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi’nde görevlendirilmişti.
    Burada Karşılaştırmalı Edebiyat bölümünde araştırma görevlisi olarak görev yapmaktaydı. Sözleşmesinin yenilenmemesi dolayısıyla açtığı davayı kazanarak, Selçuk Üniversitesi’nde göreve başladı.

    Göreve başlamasından bir gün sonra, 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrası ilan edilen OHAL kapsamında çıkartılan 679 sayılı kanun hükmünde kararname ile çalıştığı üniversiteden ihraç edildi. Kaybettiği işine geri dönmek üzere Ankara Yüksel Caddesi’ndeki İnsan Hakları Anıtı önünde 9 Kasım 2016’da ‘İşimi Geri İstiyorum’ diyerek bir eylem başlattı. Eylem sürecinde onlarca kez gözaltına alınan Gülmen, son olarak birlikte eylem yaptığı öğretmen Semih Özakça ile birlikte açlık grevine başladı.

    Nuriye Gülmen direnişinin gerekçelerini şu şekilde açıklıyor:

    1. OHAL kaldırılsın.
    2. İşten atılan ve açığa alınan devrimci demokrat kamu emekçileri işe iade edilsin.
    3. Keyfi ve hukuksuz işten atmalara son verilsin.
    4. 13 bin ÖYP’li araştırma görevlisinin kadro güvencesi geri verilsin.
    5. İş güvencesi olmadan bilim yapılamaz, tüm eğitim ve bilim emekçileri için iş güvencesi istiyoruz.”

    1. aclik grevi/ölüm orucu mücadele yöntemleri icinde en aciz en zavalli mücadele yöntemidir. neden?

    bu eylem bicimi devlet’e: “istedigimi yerine getirmezsen kendimi imha ederim” anlamina gelen bir nevi $antaj/tehdit anlamina gelir. bundan dolayidir ki devlet adamlari böyle eylem bicimlerini “devlet $antaja/tehdite boyun egmez” diyerek $iddetle red ederler.

    2. “i$imi geri istiyorum” talebi ne anlama geliyor?

    cevap: bu talebi ileri süren ki$inin kapitalist toplumda “i$ hakki” diye özel bir hakkin varligina ve cali$tigi i$yerinde ömür boyu sürecek ki$isel bir cali$ma hakki sahibi olduguna inandigini gösteriyor; yani kapitalist ekonomiyi ve i$ yasalarini anlamami$ idealist bir insan sözkonusu.

    peki nuriye gülmen devlet memuru olmasaydi, yani devlet üniversitesinde degil de özel bir üniversite de ögretim görevlisi olsaydi ve i$ten atilsaydi ayni $ekilde bu eyleme giri$irmiydi?

    cevap: hayir, cünkü gerek türkiyede gereksede dünyada calisanlar özel sektöre ait bir i$letme/firma “zarar ediyorum, i$cilerin en azindan bir kismini cikarmak zorundayim” dediginde, cali$anlar bunu az cok anla$ilir buluyorlar fakat i$veren devlet ise daha sert tepki gösteriyorlar, neden?

    cünkü “devlet baba” bir nevi ekmek kapisi olarak görülüyor.

    oysa ki devlet kapitalist anlamda bir i$veren degildir; kapitalist bir devletin vatanda$larina i$verenlik yapmasi, i$ temin etmesi sözkonusu degil; böyle bir yükümlülük devletin anayasinda/programinda yoktur.

    devletin egitim, telekomünikasyon, posta gibi bazi hizmetleri özel sektöre birakmak yerine, -en azindan yari yariya-, devlet eliyle organize etmesi gösteriyor ki, sözkonusu bu hizmetler toplumsal düzenin ve ekonominin i$lemesi acisindan hayati öneme sahip olduklari icindir.

    soru: demokratik kapitalist düzende “i$ sözle$mesi” ne anlama geliyor?

    cevap: “‘Is’ dedigimiz sey, kontrat/mukavele yapmak ozgurlugu cercevesinde ve belli bir ucret karsiliginda, isveren ve isgoren arasinda yapilmis bir sozlesmedir. Sureli de olabilir, suresiz de. Sure belirtilmemis ise, bu, ‘omur boyu’ surecek anlamina gelmez.

    Dolayisi ile, cok olsa, isten cikarildiklari (sozlesme tek tarafli feshedildigi) icin, ozluk haklarini talep edebilirler.” (necip, 29 nolu yorumu)

    evet, gercek tam da necip’in yazdigi gibidir.
    yani i$veren ister devlet isterse de özel sektör olsun, “i$ güvencesi/garantisi” diye bir güvence/garanti yoktur; ne türkiye’de ne amerika’da ne de avrupa’da.

    serbest piyasa ekonomisinde ekonomik üretimin tek bir amaci/hedefi vardir: para kazanmak; kar etmek.
    bu ne anlama geli?

    cevap: kapitalist ekonomik üretimin biricik kriteri verimlilik/karliliktir.
    verimlilik/karliligin tek ölcü oldugu bir ekonomide “is güvencesi/garantisi” arayanlar veya devlet’i i$veren olarak görüp devletten kadro talep edenler dünyayi anlamami$ idealistlerdir.

    soru: demokratik kapitalizmde g. zileli, f. ba$kaya gibi idealistlerin ba$taci ettikleri “özgürlük” hangi anlama geliyor?

    cevap: her koyun kendi bacagindan asilir; her birey parasini nasil ve ne ile kazanacagi konusunda özgürdür, i$siz/parasiz kalma, acliktan geberme ya da fuhu$ ile ekmegini kazanma da bu özgürlüklere dahildir; kisaca özgürlük, parani kazan da nasil kazaniyorsan kazan. özgürlügüdür.

    sonuc: gercegi bu $ekilde tespit ettikten sonra ya bu durumu “normal” kabul edip, i$ten atilma durumlarinda moralini hic bozmadan bir ömür boyu para pe$inde ko$turur durursun, yok bu durumu “kabul edilemez” görüyorsan komünist, anar$ist vs. olup kapitalist düzeni yikma amaciyla örgütleneceksin.
    akli basinda bir insan bu iki secenekten birini tercih eder.

    dünyayi anlamami$ idealistler ise “ya i$imi geri verin ya da kendimi imha ederim” deyip caresizligin/zavaliligin zirvesi olan bir eylem bicimine, aclik grevine/ölüm orucuna ba$vuruyorlar.

    i$te bundan dolayi nuriye gülmen’in eylemi desteklenecek bir eylem olmasi orda kalsin, kesinlikle red edilmesi greken bir eylem bicimidir.

  385. Marksist argüman Dergisi 🙂

  386. Balkan oligarşisi vs Balkon oligarşisi

    Her seçimden sonra gördüğümüz “Balkon oligarşisi” mi artık daha tehlikelidir yoksa Balkan oligarşisi mi?

  387. “i$id ve diger sunni cihatcilar hakkinda bildigin neyse acik ve anla$ilir bir $ekilde yaz; ondan sonra ben fikrimi yazarim. senin ‘ben ima edeyim, gerisini artik siz anlayin’ $eklindeki bulmaca yorumlarini cözmeye zamanim da niyetim de yok.”

    ‘Herseyi deliye derler’ derdi ulu buyuk dedem.. ama, insan bazan mecbur kaliyor.

    Kisaca izah edeyim:

    ABD, Irak’i isgal ettiginde, Irak ordusunu tad etti. Yani, kim var kim yok, hepsine, ‘sen artik issizsin, basinin caresine bak’ dedi.

    Ben, sizin tabirinizle, “halbuki kendi kücük aleminde ya$ayan, günlük gazete bile okumayan dünyadan bihaber tipik bir türk milliyetcisi/muhafazakari” olarak bunu cok salakca bulmustum.

    Cunku, ordu mensuplari –subay ve assubaylar– ordudan atildiklarinda (hele de yuksek sayilarda iseler), ekonomik anlamda kendilerini desteklemeten aciz olurlar, ekonomiye katilamazlar; o gune kadar edindikleri yetenekler boyle bir seye imkan vermez; kolayca da donusemezler.

    [Benzer bir durum, Turkiye’de, Istiklal Harbinde yasanmistir. Issiz kalan subaylar, daha dogrusu, issiz kalmak korkusuyla, subaylar, Istiklal Harbini organize etmislerdir; zorunluydular. Baska yapacak bir seyleri yoktu.]

    Ne diyordum?

    Evet, ABD, butun Irak ordusunu tard edince, bunlarin kendi aralarinda organize olacagini, bunun da ABD’nin basina bela olacagini dusunmustum. Bu kadar basit bir seyi ABD’nin goremedigini dusunmus, aptalliklarina vermistim.

    Fakat, dedigim gibi cikmadi. ABD, isgal icin senelerdir planlar yapan ABD, tabii ki, bunu da planlamis; ona gore adimlarini atmisti.

    Sunu demek istiyorum: Tard edilen orduyu yeniden organize etti; ama, bunu da –cok usturuplu bir sekilde– ‘covert’ (ortulu) yapti. Bunu yaparken de, tabii ki, ABD’nin planlarina uygun davranMAyan olusumlari budadi (imah etti) digerlerine ise goz yumdu –ortulu bir sekilde destekledi.

    Ortaya ISID cikti.

    ISID, yani oyle bir ‘guc’ ki, tipki El Kaide misali {hatirlayin, dunyanin en buyuk istihbarat butceleriyle oynayan teskilatlar, nasil oluyorsa, El Kaide’nin ne liderinin nerede oldugunu, ne de hangi eylemleri nerede yapacaklarini bir turlu kestiremedi –guya.}, ISID, Musul’u neredeyse tek kursun atmadan ele gecirdiydi. Musul’daki gicir gicir dolarlari da.

    Daha sonra, ISID, Toyota pikaplardan olusan mobilizasyonuyla, Irak’ta cirit atti. O kadar ki, ABD’nin (ve 60’dan fazla koalisyon ulkensinin) ne uydulari bunlari tespit edebildi, ne de dron’lar filanla cil yavrusu gibi avlayabildi. Hikmet-i Ilahi iste…

    Tabii, ISID isimli (agirlikli olarak eski Irak Ordusu mensuplarindan olusan) bir eskiya/capulcu ordusu kurmak degildi gaye: Irak’in fay hatlari cinsinden parcalanmasini tescil etmekti amac.

    Bunu da, zaten agir bir yenilgi yasamis olan Irakli Sunniler, ISID’in bu olaganustu (!) basarilarini (!) gordukce o safa gecmeleri, buna karsilik Irakli Siiler de (Iran’i cok sevmeseler bile, mecburen) Iran saflarini secmeleri, Kurtlerin de ABD’nin (gecmiste cok magdur etmis olsa bile) musfik (!) kollarina siginmasi takip etti. Hersey dogal (!) surecinde isledi, yani.

    Daha sonra da, benzer yontem, ‘acgozlu’ ve ‘zalim’ ve dahi ‘Islamci’ ISID’in Suriye’de ortaya cikisinda kullanildi. Suriye de kamplara (fay hatlarina) ayrildi.

    Suriye’nin Irak’tan temel farki, Irak’ta Kurtlerle ISID’in carpismasina izin vermeyisleridir. Suriye’de ise, Kurtler (fakat, Barzanici veya Talabanici olmayan Kurtler), ozellikle secildi. Buna da, PYD ya da YPG (veya baska bir alfabe corbasi) dediler.

    Su anda, (kimin kurup ortaliga saldigi hakkinda kimsenin bir sey soylemege curet edemedigi) ‘Islamci’ ve ‘Sunni’ ISID ile, ‘laik(ci)’ PYD ya da YPG (veya baska bir alfabe corbasi) savassin diye kirmizi halilar seriliyor yollara..

    “ayrica ‘sifir toplamli oyun’ ‘negatif toplamli oyun’ gibi tuhaf kavramlarla siyasi bir konuya aciklak getirmek mümkün olmadigi icin de bu ‘tuhaf’ jargonu birak ve net ve sade bir dille fikrini belirtmen en dogrusu.”

    Kisaca aciklayayim:

    1) ‘sifir toplamli oyun’ demek, birisi kazaniyorsa, baska birileri de o kadar zarar ediyor demektir.

    2) ‘negatif toplamli oyun’da ise, oyuna katilan herkes kaybeder.

    Bunun disinda bir de ‘win-win’ vardir; herkes kazanir. Suriye ve Irak sozkonusu oldugunda, ben boyle bir durum goremiyorum.

    Tersine, hem ISID hem de YPG bir ‘negatif toplamli oyun’da rol oynuyorlar. Her ikisi de, kendi kitlelerince bir tur ‘kurtarici’ sayiliyorlar; fakat, cok uzun bir gelecek icin hic bitmeyecek bir kan davasina itildiklerinin farkinda degiller.

    Korkarim ki, siz de farkinda degilsiniz.

    Ama, zaten iyi (basarili olmus) propoganda da tam olarak bunu hedeflemez mi?

    “tanimayanlar yorumlarinda kullangi dile bakip necip’i siyasi konularda stratejist sanirlar”

    Yok canim. Ben kim strateji filan kim.

    Siz, Fehim Tastekin gibi global olecekli buyuk stratejistlerle iktifa etmege devam ediniz.

  388. “yani i$veren ister devlet isterse de özel sektör olsun, “i$ güvencesi/garantisi” diye bir güvence/garanti yoktur; ne türkiye’de ne amerika’da ne de avrupa’da.”

    Sadece o kadar degil: ‘Allah’ da boyle bir garanti vermiyor.

    Bkz. ‘Yasam hakki’ dedigimiz sey.

  389. Necip senin analizine göre, Balkan oligarşisinin günümüzdeki tezahürleriyle Gün Zileli’nin de doğrudan veya dolaylı bağı var mı?

    Bilirsin, onomastique modeliyle Yalçın Küçük, Sabetayist olma ihtimali olan kişileri tespit edebildiğini söyler sık sık.

    Balkan oligarşisiyle yakından veya uzaktan bağı olanlar konusunda tespitler yapmak için senin modellerin var mı? Zileli’nin de bu oligarşiyle bağı var mı?

  390. “soru: demokratik kapitalizmde g. zileli, f. ba$kaya gibi idealistlerin ba$taci ettikleri “özgürlük” hangi anlama geliyor?

    cevap: her koyun kendi bacagindan asilir; her birey parasini nasil ve ne ile kazanacagi konusunda özgürdür, i$siz/parasiz kalma, acliktan geberme ya da fuhu$ ile ekmegini kazanma da bu özgürlüklere dahildir; kisaca özgürlük, parani kazan da nasil kazaniyorsan kazan. özgürlügüdür.”

    Siz, bu dediklerinizi –eminim– yani bir realiteyi ifsa ediyormus gibi soyluyorsunuz.

    Yani, “demokratik kapitalizm” dediginiz ‘duzen’de, bu dedikleriniz yeni yeni ortaya cikmis seylermis gibi.

    Halbuki, alakasi yok.

    Insanligin tarihi boyunca, bu, hep boyleydi.

    “Parani kazan da nasil kazaniyorsan kazan özgürlügü” hep vardir da, bunlardan bir kismini –sosyal evrimimiz– zararli buldugu icin, engellemege calisir; cezalandirma vb yoluyla, bedellerini artirir. O yuzden, bazi ozgurlukler daha maliyetli; dolayisi ile, daha az caziptir.

    Benim baktigim yerden, dinler ve ideolojiler, bu sosyal evrim surecinin bir yansimasidir. Bu yansimanin uzantisi olarak da ‘hukuk’ dedigimiz kodifikasyon tesebbusleri ortaya cikmistir.

    Her lafin orasina burasina ‘kapitalizm’ kelimesini monte etmek, bu yuzden, kisinin analiz/anlama yeteneksizligini ortmek icin kullandigi, ‘seytan taslama’ misali, ilkel bir gayrettir.

  391. “senin analizine göre, Balkan oligarşisinin günümüzdeki tezahürleriyle Gün Zileli’nin de doğrudan veya dolaylı bağı var mı?”

    Once “Hoppala! Bu da nereden cikti” minvalinde bir seyler yazmagi dusundum. Sonra, gordugunuz uzere, vazgectim. 😉

    Soyle cevap vereyim: Benim kisilerle isim yok. Bir kavram (‘Balkan Oligarşisi’) cercevesinde kisileri demonize etmek (iblislestirmek) gibi bir niyetim de yok.

    Boyle bir seyin ne bana ne de baska herhangi birisine bir faydasi da yok. Aksine, birilerine zarar/ziyan vermek ihtimali var.

    “Bilirsin, onomastique modeliyle Yalçın Küçük, Sabetayist olma ihtimali olan kişileri tespit edebildiğini söyler sık sık.”

    YK’nin bu faaliyetinin olumlu yanlari da oldu aslinda.

    Sabetayistlerin mesrulasmasi, normalize olmalari sozkonusu oldu. Olmak zorundaydi da zaten; cunku, o kadar uzun zaman gizli kalmak hic de kolay degil –psikoloji acisindan.

    “Balkan oligarşisiyle yakından veya uzaktan bağı olanlar konusunda tespitler yapmak için senin modellerin var mı?”

    Model kurmak zor degil. Ama, her zaman oldugu uzere, modeller (yani, toptancilik) nakis/ayipli/eksik olmakla maluldur.

  392. ‘negatif toplamli oyun’a bir ornek vermek isterim.

    Diyelim ki, siz, vahsi/kanli oyunlara meraklisiniz.

    [‘Siz’ derken bizzat ‘siz’i kasdetmiyorum –hasa. Cunku, cok iyi biliyorum ki, siz, ‘Turk’ler, ‘Sunni’ler ve ‘Islamci’lar (veya bunlarin herhangi bir kombinasyonu) haric, hayran olnunacak derecede humanist ve filantropistsiniz.]

    ‘Vahsi/kanli oyunlar’ deyince illa da bir arenada gladyatorleri carpistirmak gelmesin akliniza.

    Horoz dovusu, kopek dovusu gibi seylerden de bahsedebiliriz.

    Normal olarak, bu ‘dovus’lere sokulan her hayvanin sahibi farkli olur –yani, aslinda ‘sahip’leri kapisiyorlardir.

    Ama, oyle olmasi sart da degil.

    Siz, her iki kopek ya da horozun da ‘sahib’i olabilirsiniz.

    Hangisi kaybederse kaybetsin, sizin cok da umurunuzda degildir. Ikisi de kaybetse olur yani.

    Onemli olan, bu ‘dovus’ sonucunda sizin birsey elde etmenizdir.

    Kimi zaman ‘eglence’sine deger. Kimi zaman da, es-dost eglendirilir; onlari memnun etmis olursunuz.

    Eee. onlar da esek degil ya; bir sekilde size karsiligini verirler..

    Simdi..

    Konuya donecek olursak..

    PYD/YPG ve ISID baglamina boyle baktigimi soylemek isterim.

    Gerci, eminim, taraflarin herbiri –bir sekilde sorulacak olsa– bunun boyle olmadigini, herkesin ulvi amaclar icin can alip can verdigini soyleyeceklerdir.

  393. “Necip Magazin :)”

    Fena mi?

    Boylece sizin yazmak yukunuzu azaliyor –ya da daha seyrek yazsaniz da oluyor.

    Bu size mi yoksa bizlere (okuyuculariniza) mi bir hizmettir?

    Tartisilir; tabii ki. 😉

  394. Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın açlık grevleri “zavallıca” ve desteklenemez bulunmuş kimi hard-core materyalistlerce.
    Kapitalist devletle böyle uğraşılmazmış; çünkü devlet “çok da umrumda senin hayatın” deyip umursamazca kollarını kavuşturup uzaklara bakarmış. Kapitalist toplumlarda iş hakkı yokmuş hele hele işimi geri istiyorum diye feryat etmek en hafif tabirle enayilikmiş. Bir kapitalist zarar ediyorum işçi çıkarmam gerekiyor dediğinde işçiler bunu az çok anlaşılır bulup(!) “haklısın abi kar peşinde koşan azılı bir kapitalist olmanın fıtratı bu, canımsın” deyip greve falan gitmeye tenezzül etmiyormuş (bu çıkıyor). Devlet işten atınca bir baba evladına bunu nasıl yapar deyip daha çok tepki gösteriliyormuş devlet babaya (hep samimiyetten işte), bunca kamu kuruluşunun emekçilerinin işvereni devlet değil uzaylılarmış, iş aş taleplerimizi UFO’lara taş atarak haykırmalıymışız, yok yok o da küçük burjuva eylemi, olmaz.
    Kapitalist düzen karşısında haddimizi bilmeliymişiz; örgütleniyorsan örgütlen yoksa yat aşşağa oturmuş, neden, çünkü kitapta öyle yazıyormuş. Gezi parkı direnişinin birkaç ağaç yüzünden patlak vermediğini fevkal beşer reisimiz bile şıp diye anlamışken, bugünkü açlık grevlerinin kölelik şartlarında sürdürülen işlere geri alınma yolunu değil belki de direniş ve ayaklanma yolunu açabileceğinin görülememesi ilginçmiş ohaymış… Benim gibi düşünmeyenlerin hepsi idealistmiş. Kapitalizm adamı kabak gibi oyar derken ne dediğim anlaşılmıyormuş, övgü mü yergi mi? Marx’ın Komünist Manifesto’da kapitalizme övgüler düzmesine öykünmüşüm! Yaşasın materyalizm ve vulgarlığın yüce ideolojisiymiş, amin(miş).

  395. şikâyetçi değilim. Marksist argümanla size biraz takılayım demiştim. 🙂

  396. “Siz, her iki kopek ya da horozun da ‘sahib’i olabilirsiniz.

    Hangisi kaybederse kaybetsin, sizin cok da umurunuzda degildir. Ikisi de kaybetse olur yani.

    Onemli olan, bu ‘dovus’ sonucunda sizin birsey elde etmenizdir.”

    Şunun gibi mi mesela?

    “…Üç yıl sonra Büyük Selçuklu hükümdarı Muhammed Tapar, Anadolu’da yayılma eğilimi gösteren Bizans işgaline karşı bir önlem olarak Şehinşah’ı serbest bıraktı. Konya’da Anadolu Selçuklu tahtına oturan Şehinşah İznik ve Bursa yörelerine akınlar yaparak önemli başarılar kazandı. Anadolu’da Selçukluların yeniden güçlenmesini istemeyen Muhammed Tapar, bu kez Mesud’u serbest bırakarak iki kardeşi taht mücadelesine sürükledi…”

  397. Ne oluyor arkadaş!

    Yukarıda 408 yorum var yazıyor, uçmuş yorumlar!

    Kimin ne yazdığını nasıl bileceğiz?

    Nereye uçtu yazılanlar?

  398. benim de anlayamadığım bazı sorunlar var sitede.

  399. “Şunun gibi mi mesela?”

    Bravo.

    Ancak bu kadar ‘cuk oturur’du.

    Bir de, ‘tarih bilmege ne gerek var’ diyenlerimiz cikmiyor mu?

    ‘Bilmedigin fikra yoktur; henuz duymadigin fikra vardir’ derler ya.. ‘gunesin altinda yeni bir sey yok, bilmediklerin haric’; ama, ‘Resit; sen de, sen isit’..

  400. ‘Üst Akıl’ buraya da mı geldi, ne oldu yahu!

    Diktatörlük referandumunun sonucunda ‘evet’ çıkması, bu sitenin bile akışını etkileyecek kadar kuvvetli mi!

    Yorumları, ABD’nin ağır silah yardımı yaptığı PYD/YPG’nin bilgisayar ve internet mangaları mı siliyor yoksa!

    Orwell’in yıllar önce uyardığı ‘The Big Brother’, sonunda bütün haşmetini göstermeye Zileli’nin sitesi üzerinden mi başladı!

    James Cameron’un ‘Terminator’lerinin üretildiği yer olan ‘Skynet’, Zileli’nin sitesine mi dadandı, ne oldu!

    İllüminati, Rothschildler, Rockefellerler, masonlar ve tapınak şövalyelerinin de bu işte parmağı var mı!

    Gün, cevap versene, siteye nerel oluyor?

  401. http://www.sozcu.com.tr/2016/gundem/oldurulen-dhkp-cli-yaksi-eskisehirde-topraga-verildi-1121724/

    “Eskişehir’de DHKP-C örgütüne düzenlediği operasyonda gözaltına alınan ve ardından da araştırma görevlisi olarak çalıştığı Osmangazi Üniversitesi’ndeki görevine son verilen Nuriye Gülmen aileye başsağlığı dilemek istedi. Aile bireyleri Uluçelebi ve Gülmen’e tepki gösterdi.”

    http://www.milliyet.com.tr/pankart-acan-ogretmen-ile-gundem-2311385/

    “Nuriye Gülmen, ESOGÜ Fen-Edebiyat Fakültesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü’nde araştırma görevlisiyken geçen yıl yüksek lisansı tamamlama süresini aştığı gerekçesiyle rektörlük tarafından görevine son verilmişti. Gülmen, Eskişehir’de geçen yıl polisin DHKP-C örgütüne yönelik düzenlediği operasyonda da gözaltına alınmıştı.”

    Yukaridaki iki alintidan gorebildigim kadariyla, Nuriye Gulmen’in DHKP-C ile ilgisi var (derecesini bilmiyorm). Semih Ozakca’nin ise PKK ile ilgisi olduguna dair bir seyler okudum (dogru mudur, degil midir; bilemem).

    Ama, her hal-u karda, bu iki orgut birer ‘teror orgutu’ sayildigindan, mensuplarinin devlet kurumlarinda calisiyor olmasi, olsa olsa, Turkiye’ye has bir durumdur –baska ulkelerde en ufak suphe varsa, kapiya konulurlar.

    Bu acidan bakinca, Cemaat’in ne sucu var diyesi geliyor insanin. Oyle ya, bilmemkac bin Cemaat mensubu kapiya konunca herkes ‘iyi oldu’ derken; kisi DHKP-C’li ya da PKK’li olunca ana muhalefet partisi (ve ‘aydin’lar) feveran ediyor.

    Bu iste bir yerlerde bir yanlislik var.

    http://www.birgun.net/haber-detay/iki-onurlu-insan-nuriye-ve-semih-158990.html

    Bu konuda. Fikri Saglar da soyle bir fetva vermis:

    “İlkeleri, onuru ve hakları uğruna bir kişi ölümü göze almışsa, o kişinin kararlılığı ve haklılığı ölçülemez!.

    Önünde saygıyla eğilinir!..”

    Anlasilan, bu fetva ile, bundan boyle, ISID’in intihar eylemleri de kutsanacak… Yoksa, bu tur kutsamalar, sadece DHKP-C ve PKK mensuplari icin mi gecerldir?

  402. Stalin’in hayaleti buralarda dolaşıyor olabilir…

    Zileli’nin kustuğu öfkeden intikamını almak için Stalin’in hayaleti buralara gelip yorumları silip silip kaçıyor olabilir hınzır bir velet gibi…

    Stalin’in ahını çok aldın sen Zileli çoook… Çek şimdi bakalım cezasını…

  403. teknik sorunlara bakan arkadaşa yazdım

  404. teknik sorunlara bakan arkadaşa yazdım

  405. teknik arkadaşa yazdım

  406. daha da kötüsü, onayladığım yorumlar yayınlanmıyor.

  407. bir deneme yorumu da buraya yazalım.

  408. Oha oldumu

  409. Hile var

  410. alooo bakalim olmusmu

  411. marxist argüman

    türk irkcilari/milliyetcileri isyanda!

    “Düşünün Genelkurmay Başkanınız, MİT Müsteşarınız ve Saray Sözcünüz Washington’da muhatapları ile bu konuları görüşürken ABD Başkanı, PYD-PKK’ya ağır silahların verilmesine onay veren imzayı atıyor ki böyle bir aşağılama duyulmuş değildir.” (sabahattin önkibar, aydinlik)

  412. marxist argüman

    türk milliyetcilerinin ABD ile sava$ fantazileri

    “Derhal ABD teröre destek veren terörist ülke ilan edilmeli ve ”İncirlik üssü terörizme destek veren ülkelere kullandırılamaz” açıklaması ile sadece ABD’ye kapatılmalıdır. Aynı şekilde Diyarbakır’da konuşlu sözde ABD’nin Arama Kurtarma Filosu ise şer ve istihbarat yuvası olmasından dolayı derhal oradan kovulmalıdır.” (ihsan sefa, aydinlik)

  413. marxist argüman

    “IŞİD ve El Nusra Aynı Vahabi ideolojiye ve aynı terörist doktrine sahip. Müslüman Kardeşler’le ilişkili olan IŞİD, El Nusra ve Erdoğan ile Katar’daki El Suud ve El Tani aynı doktrini taşıyor. Tüm bu grupların ortak noktası, radikal Vahabi ideolojiye sahip olmaları. Hepsinin ipleri ABD’nin elinde.” (be$ar esad)

  414. PKK operasyonunda polis ve jandarma yanlışlıkla çatıştı: 1 astsubay şehit
    http://www.hurriyet.com.tr/pkk-operasyonunda-polis-ve-jandarma-yanlislikla-40456486

    jandarma biz sosyalistiz

    (bkz: jitem biz sosyalistiz)

    https://eksisozluk.com/entry/17521895

  415. Küstah değil harika ifadeler:

    İngiliz liderden NATO’ya Türkiye tavsiyesi: Onlar için savaşmayalım

    İngiltere ana muhalefet lideri Jeremy Corbyn, Türkiye’yi suçlayan küstah ifadeler kullanarak “NATO Antlaşması’nın 5’inci Maddesi’ni Türkiye için kullanmayalım. Yaşanacak bir çatışmaya İngiliz askerleri destek vermek zorunda değil” dedi.

    Son dakika: İngiltere’de ana muhalefetteki İşçi Partisi’nin lideri Jeremy Corbyn, Türkiye’nin komşularıyla ilişkilerinin iyi olmadığını ancak bir NATO üyesi olduğunu belirterek, İngiltere’nin bir başkasının eylemlerinden dolayı otomatikman bir savaşa dahil olmayacağını ve böyle bir şey olması halinde durumun dikkatle ele alınması gerektiğini söyledi.

    “5. MADDEYE HER ZAMAN UYMAK ZORUNDA DEĞİLİZ”

    Corbyn, Cuma günü Londra’da partisinin dış politika programıyla ilgili bir konuşma yaptı. İşçi Partisi lideri daha sonra Channel 4 kanalına bir mülakat verdi.
    Corbyn, Channel 4’e yaptığı açıklamada, bir NATO müttefikini korumak için İngiliz askerlerini gönderip göndermeyeceğine yönelik bir soruya, NATO Antlaşması’nın 5’inci maddesinin tehlike altındaki bir üyeye destek verilmesini öngördüğünü ancak bunun her zaman asker gönderilmesi anlamına gelmediğini söyledi.

    “TÜRKİYE’NİN KOMŞULARIYLA İLİŞKİLERİ İYİ DEĞİL”

    Corbyn, “Tüm süreci incelememiz gerekiyor. Türkiye ile komşularının arasındaki ilişkiler iyi değil. Türkiye bir NATO üyesi. Başkasının eylemleri nedeniyle başlayan bir savaşa otomatikman müdahil olmalı mıyız? Bence bunu iyi ayarlamamız ve bu durumu dikkatlice düşünmemiz gerekir” diye konuştu.
    Ana muhalefet lideri ayrıca, tansiyonun yükseldiği durumlarda İngiltere’nin hem Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyesi hem de güçlü bir devlet olarak savaşı nasıl önleyebileceği üzerine kafa yorması gerektiğini de sözlerine ekledi.

    SADECE 11 EYLÜL’DE KULLANILDI

    NATO Antlaşması’nın “kollektif savunma”yı düzenleyen 5’inci Maddesi, Avrupa veya Kuzey Amerika’da üye devletlerden herhangi birine yönelik düzenlenecek bir silahlı saldırının ittifakın tamamına karşı yapılmış bir eylem olarak kabul edileceğini söylüyor.
    Söz konusu madde, tarihte yalnızca bir kez, ABD’de 11 Eylül 2001’de düzenlenen saldırıların ardından işletildi.

    TÜRKİYE, 2012’DE NATO TARAFINDAN YALNIZ BIRAKILDI

    Türkiye, 2012 yılında Suriye ordusu tarafından keşif uçağının düşürülmesi de dahil olmak üzere Suriye iç savaşı nedeniyle zaman zaman 5’inci Madde’nin işletilmesini gündeme getirmiş ancak bu talepleri ittifak üyeleri tarafından kabul edilmemişti.

  416. marxist argüman

    5 nolu yorumcu

    1. benim yazdiklarimi ele$tirmek istiyorsan git önce dersine cali$.

    2. bana muhalefet edecegine kendi idealist/hümanist fikirlerini gözden gecirmen daha akillica olmaz mi?
    kapitalist düzene kar$i mücadele etmek gibi bir iddian varsa tabii.

  417. marxist argüman

    türk milliyetcisi/muhafazakari necip’in deli sacmalari

    necip’in i$id, irak, suriye hakkinda yazdiklari tek kelimeyle deli sacmasi.
    kendi kücük aleminde ya$ayan bir türk milliyetcisi/muhafazakarinin deli sacmarini, fantastik kurgularini cürütmeye cali$makta ayri bir sacmalik olur.

    necip’in yazdiklarini somut veri ve bilgiye dayanan analiz sananlar varsa hemen $unu belirteyim: ABD’nin ne kadar “kötü” bir devlet oldugu üzerine kurgulu bu tür deli sacmasi aptalca yazilarin en fazla yayinlandigi internet siterinden birisi de fikret ba$kaya’nin sorumlusu oldugu “özgür üniversite” sitesidir.

    bu sitede ki ceviri yazilarinin cogunlugu avrupali ulusalci sagci ve solcularin “anti-amerikanci” yazilarindan olu$uyor. bu yazarlar icinde en namli olani fransiz “thierry meyssan”dir. bu fransiz sagcisi “insan haklari aktivisti” yazarin yazilarina bakin, türk sagcisi necip’in yazdiklariyla nokta virgülüne kadar ayni oldugunu göreceksiniz.

    mesaj hep ayni: ABD cok kötü bir devlet, $u amerikalilarin i$i gücü dünya devletlerini bölüp parcalamak, ABD dünya ile oyun oynuyor.

    “anti-amerikanciligi” “anti-emepryalizm” sananlara $unu belirteyim: “anti-amerikancilik”in “anti-emperyalizm” ile alakasi yok. sagcisi solcusuyla, amerika kar$itligi yapanlarin bütün derdi, “dünya lideri ABD olmasin, benim devletim olsun; ABD tahtan insin benim devletim tahta otursun; benim devletim de en az ABD kadar güclü olmali” vs.

    necip’ten tutalim aydinlikci/perincekcilere, mhp’lilerden chp ve akp’lilere kadar, bütün bu türk ve dünya milliyetcilerinin, irkcilarinin, fa$istlerinin, muhafazakarlarinin, kisacasi bu vatanseverlerin ele$tirdikleri, kar$i olduklari $ey emperyalizm/hegemonya olgusu degil; kapitalist/emperyalist rekabet de degil; bunlarin zoruna giden durum, kendi devletleri yerine ABD’nin dünya liderligidir.

  418. marxist argüman

    necip’ten alinti:

    “(“Şunun gibi mi mesela?”)
    Bravo.
    Ancak bu kadar ‘cuk oturur’du.
    Bir de, ‘tarih bilmege ne gerek var’ diyenlerimiz cikmiyor mu?”

    daha önce ele$tirdigim yukarda ki selcuklu ve osmanli torunu yorumcu ($ansal büyüka) ile yine selcuklu ve osmanli torunu necip’in (erman toroglu) bu sitede ki tarihi “geyik muhabbeti”ni tekip edenler bilir.

    soru 1. sene oniki ay bikmadan usanmadan selcuklu ve osmanli tarihini hatmeden necip ve kafadar’i diger yorumcu: bu tarihi “geyik muhabbetinizi” neden gidip sizinle ayni kafada olan mhp ve akp internet sitelerinde yapmiyorsunuz?

    soru 2. sizin yukarda “siyasi iktidar kavgalari”na verdiginiz örnekler icin neden bin yil geriye gidip ille de $anli atalarinizdan örnekler veriyorsunuz?
    günümüz türkiyesinde dünyasinda da ayni iktidar kavgalari girla giderken ve aktüel örnekler varken….

    sizin derdiniz selcuklu ve osmanli propagandasi yapmak degilse, aha size aktüel örnekler:

    örnek 1. akp’li sunni madrabazlarin kemalist ordu ve chp’ye kar$i önce din taciri f. gülen cemaati ile i$birligi yapmasi; ardindan cemaat ve akp’lilerin iktidar kavgasina tutu$malari ve akp hükümetinin cemaati afaroz edip “fetö” kod adiyla $eytanile$tirmesi ve bununla alakali olarak yine akp hükümetinin bu sefer cemaate ve kürt ulusal hareketine kar$i ergenekoncu kemalistleri salivermesi ve bunlarla i$birligi yapmasi.

    örnek 2. akp hükümetinin, birincisi esad rejimini devirmek, ikincisi suriyeli kürtleri ezmesi icin önce diger sunni cihadcilari ve i$id’i desteklemesi; ABD, anti-amerikanci i$id ile mücadele etmek icin suriye kürtlerine destek verince akp hükümetinin bu sefer i$id’e destegi kesip i$id’i bitirme ihalesine aday olmasi vs.

  419. dikta rejiminin dayanakları

    13 mayıs 2017 jöh pöh çatışması

    polise askeri ağır silahların verilmesinin, aşırı yetkiye sahip olmasının ve orduya yakın bir güç oluşturmasının sebebini yazmaya gerek yoktur galiba.

    normal bir ülkede görevi “şehir içi asayiş sağlayan memur” olan polis bizde kara kuvvetleri komutanlığı gibi görev yapıyor. sene başında egm savaş taarruz helikopteri istedi, aldı mı bilmiyorum. ağır silah monteli zırhlı araçları var. şaka değil, daha geçen aylarda polise füze sistemi verildi. gerekçesi de 15 temmuz’da mit füzeyle f16 vurmuş. polise de verelim bir daha olursa onlar da vurur.

    bu durum böyle devam ederse polis yanlışlıkla askeri de vurur, panzerle eve girip çocukları da öldürür.

    https://eksisozluk.com/entry/68099928

    polisin taarruz helikopteri alması

    rejimin asil guvendigi kuvvetin kim oldugunu hatirlatma amacli hamle.

    kac yildir niyetleniyorlar bu islere, kimse 15 temmuz falan demesin.
    polisin sayisinin olaganustu arttirilmasi, polislerin askerlik muafiyeti, silahlarinin yukseltilmesi vb. 10 yildir devam eden surecler.

    https://eksisozluk.com/entry/65204537

  420. SSCB’den sevgilerle…

    Alla Pugacheva – Million Roses – 1983 canlı

    https://www.youtube.com/watch?v=ZOZsxy-y93U

  421. marxist argüman

    kilicdaroglu & karamollaoglu & zileli

    anar$ist siyaset ne yana dü$er usta, burjuva siyaset ne yana?

    “CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, Saadet Partisi Genel Merkezi’nde, Temel Karamollaoğlu’nu ziyaret etti. İki lider, görüşmenin ardından basın mensuplarına açıklamalarda bulundu. Ziyaretinden dolayı Kılıçdaroğlu ve heyetine teşekkür eden Karamollaoğlu, “Sayın Kılıçdaroğlu, referandumdan sonra aynı zamanda bir bakıma bizim genel kongremizden sonra ilk ziyaretini partimize yapıyor. Teşekkür ediyoruz. O zaman da tebriklerini iletmişti. Referandum sırasında, makul bir tavır sergilendi. Bundan dolayı da kendisine ben telefon ettiğim zaman da teşekkür etmiştim. Bu memleket, hepimizin. Bu memleketin içinde farklı kanaat ve düşüncelere sahip olsak da barış ve huzur içinde yaşamak mecburiyetindeyiz. Güvencemiz, adaletin kamil manada tecelli etmesi. Farklı düşüncelerimiz kavgaya değil, aslında dostlukların pekişmesine vesile olması gerekir; diye düşünüyoruz. Bu ziyareti de bu manada değerlendiriyoruz. Elbette genel meseleler hakkında da fikirlerimiz var. Bunları Sayın Kılıçdaroğlu da ifade etti, biz de düşünüyoruz. Bundan dolayı ben Sayın Kılıçdaroğlu’na, arkadaşlarına bu ziyaretlerinden dolayı teşekkür ediyorum. İnşallah ülkemizin geleceği daha mutlu sahnelere vesile olur, diyorum” diye konuştu.

    KILIÇDAROĞLU: KAVGASIZ BİR TÜRKİYE İSTİYORUZ

    Güzel ve sıcak bir sohbet gerçekleştirdiklerini dile getiren Kılıçdaroğlu, “Türkiye’yi, Ortadoğu’yu, dünyayı görüştük. Düşüncelerimizi karşılıklı paylaştık. Şu konu, çok önemli. Bu memleketin huzura ihtiyacı var. Birlikte yaşamaya ihtiyacımız var. Kavgasız bir Türkiye istiyoruz. Birlikte yaşamak istiyoruz; ama huzur içinde yaşamak istiyoruz. Siyasi anlayışımızı bunun üzerine kurarsak, demokratik parlamenter sistemi bu çerçevede güçlendirirsek Türkiye, büyük ölçüde huzura kavuşacaktır. İnsanlar düşüncelerini özgürce ifade edebilmeliler. İnsanlar özgürce yazabilmeliler, konuşabilmeliler. Bu konuda büyük bir görüş birliğimiz var. Pek çok konuda görüşlerimizi birbirimize ifade ettik. Dolayısıyla bundan sonraki süreçte de umarım karşılıklı görüş alışverişi devam etmiş olur” dedi.” (basin)

    hatirlayalim: bu karamollaoglu sivas katliaminda sivas belediye ba$kani idi ve sivas’ta insanlari yakan sunni cihatcilara/fa$istlere “gazaniz mübarek olsun” diyen $ahistir.

    bu fotografa birde zileli’nin eski yazilarinda ki “chp’nin/kilicdaroglu’nun üstüne gitmeyin, akp’ye kar$i chp’yi desteklemek lazim” mesajli yazilarini ekleyin, manzara tamamlaniyor.

    zileli ile kilicdaroglu siyasetinin ayni oldugunu bilmem ki fark ettiniz mi?
    zileli yazilarinda sürekli olarak hangi mesajlari veriyor: akp’yi iktidardan indirmek icin mhp, saadet partisi gibi partilerle de i$birligi yapmanin hicbir sakincasi yoktur.

    bogazina kadar burjuva siyasetine batmak diye buna denir.

  422. Avrupamerkezci zihinsel kopukluk

    25 M. Argüman’a

    Benimsediğiniz ideoloji ve benzerlerinin Avrupa-merkezciliğinin bir sonucu olan zihinsel kopukluğunuz nedeniyle tarihsel devamlılığı kavrayamıyorsunuz. Bütün toplumlar kendilerinden öncekilerin doğal birer devamıdırlar (Necip’in anlatmaya çalıştığı şey olan sistemin “doğallığı”dır bu özetle).
    Cumhuriyet Osmanlı’nın ve Anadolu beyliklerinin, onlar Anadolu Selçuklularının, onlar da Büyük Selçukluların devamı ve uzantısıdırlar.
    “Kapitalist”, “emperyalist” ABD İngiliz kolonilerinin bir uzantısıdır.
    Bugünkü Mısır devletinin kurucusu olan Kavalalı hanedanı Osmanlıların Mısır valileriydi (Daha önce ise Memlukler Eyyubilerin, onlar Fatımilerin, onlar İhşidilerin, onlar Tolunoğullarının, onlar da kendilerini vali yapan Abbasilerin birer uzantısı idiler).
    Diğerleri de birebir aynı olmasa da benzer süreçlerden geçmişlerdir.

  423. “soru 1. sene oniki ay bikmadan usanmadan selcuklu ve osmanli tarihini hatmeden necip ve kafadar’i diger yorumcu: bu tarihi “geyik muhabbetinizi” neden gidip sizinle ayni kafada olan mhp ve akp internet sitelerinde yapmiyorsunuz?”

    Kendi adima cevap veriyorum:

    Su anda ‘keyfimin kahyasi’ kadrosunda bos/munhal yer yok, malesef. Olursa, ya da oldugu zaman, sizin de basvurunuzu kabul edecegime soz veriyorum. Ama, sabirli olmaniz gerekiyor.

    “soru 2. sizin yukarda “siyasi iktidar kavgalari”na verdiginiz örnekler icin neden bin yil geriye gidip ille de $anli atalarinizdan örnekler veriyorsunuz?”

    Kisa cevap: Keyfimin kahyasi siz misiniz?

    Daha kisa cevap: Because I can.

    “günümüz türkiyesinde dünyasinda da ayni iktidar kavgalari girla giderken ve aktüel örnekler varken….”

    Aktuel orneklerin temel sorunu, duygusalliklar ve tarafgirlikler yuzunden, neyin ne oldugu uzerinde henuz bir mutabakatin saglanamamis olmasidir.

    Bunun en guzel orneklerinden birisi de, az once uzerinde konustugumuz ISID vs PYD/YPG/PKK meselesidir.

    Sanatci ruhlu (saz calip soyleyebildiginizden hareketle bu kanaate variyorum), dolayisi ile duygusal yani daha agir basmak ihtimali olan bir insani hayatin acimasizliklariyla tanistirmak hem zor hem de insafsizlik anlamina gelebiliyor.

    Bu bir yana, bir de kisi Alevi ve Kurt olunca, haliyle, ‘Sunni’, ‘Islamci’, filan tonlariyla karsiniza cikarilan bir yapiya (ISID’e) antipati duymaniz, onu itici bulmaniz son derece normal. [ISID’in ‘Turk’ olmayisi cidden bir talihisizlik, tabii ki. O da olsaydi, sablona tam oturacakti. Ama, o kadar eksik kadi kizinda da olur.]

    Bunun karisinda da, ‘Sunni’ veya ‘Islamci’ ya da ‘Turk’ olmayan; ‘Laik(ci)’, Marxist ideolojiye bagli, ‘Isci Partisi’ kimligine sahip, ustune ustluk ‘Kurt’leri temsil ettigini ve onlarin bagimsizligi, mutlulugu ve huzuru icin canini ortaya koydugunu soyleyen bir yapiya (PYD/YPG/PKK’ya) sempati duymaniz, onu cekici/cazip bulmaniz da son derece normal.

    Sanatci ruhlu, duygusal yani daha agir basan insanlar icin hayat zaten yeterince zordur; bunu daha zorlastirmanin ne geregi var.

    Onlara, yukarida oldugu uzere, biri antipatik/itici, digeri ise sempatik/cekici/cazip iki uc secenek verip tercihlerini kolaylastirmak lazimdir.

    Insanlik bunu gerektirir.

    Bu bakimdan, gonul erlerinin, yani sizin gibilerin, yorulmadan –yani, cok da dusunmeden– yaptiklari tercihlere oldum olasi cok derin saygilar beslemisimdir.

    Bir de bendeki su istihza illeti olmasa.

  424. marxist argüman

    sacmalardan secmeler/fantastik kurgular

    necip’ten alinti:

    “Siz, her iki kopek ya da horozun da ‘sahib’i olabilirsiniz.
    Hangisi kaybederse kaybetsin, sizin cok da umurunuzda degildir. Ikisi de kaybetse olur yani.
    Onemli olan, bu ‘dovus’ sonucunda sizin birsey elde etmenizdir.
    Kimi zaman ‘eglence’sine deger. Kimi zaman da, es-dost eglendirilir; onlari memnun etmis olursunuz.
    Eee. onlar da esek degil ya; bir sekilde size karsiligini verirler..
    Simdi..
    Konuya donecek olursak..
    PYD/YPG ve ISID baglamina boyle baktigimi soylemek isterim.
    Gerci, eminim, taraflarin herbiri –bir sekilde sorulacak olsa– bunun boyle olmadigini, herkesin ulvi amaclar icin can alip can verdigini soyleyeceklerdir.”

    kendi kücük aleminde ya$ayan türk milliyetcisi/muhafazakari necip anla$ilan dünyada olan biten toplumsal/siyasi olaylari ve devletlerarasi rekabeti bir atari oyunu ya da bir sinema filmi saniyor. bu fantastik kurguyu da “analiz” diye buraya yorum olarak yazmi$.

    dikkat edilirse necip ve zileli gibi dünyada olan biteni, gercekleri egip bükerek kendi kafalarinda ki fantastik kurguya uyarlayanlar, siyasi/toplumsal olaylarda rol oynayan devletlerin, örgütlerin vs. amaclarini, hedeflerini vs. merak etmiyorlar. dahasi toplumsal/siyasal olaylarin öznesi olan güclerin amaclari/hedefleri ve iradeleri oldugunu da kabul etmiyorlar.

    dünyada olan biteni kurgusu önceden yazilmi$ bir sinema filmi sanalar, örnek, suriye kürt ulusal hareketinin yani pyd’nin ve türkiye kürt ulusal hareketinin yani pkk’nin örgüt olarak mümkünse bir kürdistan ulus devleti kurma, bu mümkün degilse federasyon, ona da güc yetmezse en azindan ana dilde egitim ögretim gibi kültürel hak sahibi olma gibi amac ve hedeflerinin oldugunu yok sayiyorlar.

    dünyada ne olursa olsun bunu kafalarinda ki fantastik kurguya uyarlayanlar ayni $ekilde i$id, el kaide gibi örgütlerin islami/dini bir toplum ve devlet kurma gibi hedefleri oldugunu da ayni $ekilde yok sayiyorlar.

    dünyayi anlamaktan aciz bu sefil fantastik mantik, sözkonusu bu devletler ve örgütler ne demi$ler, eylemlerini nasil gerekcelendiriyorlar, buna bakmazlar, bakma ihtiyaci da duymazlar. cünkü her$ey zaten kafalarinda net; analiz ve incelemeye ne gerek var?

    yani canli örneklerini necip ve zileli de gördügümüz, fantazileri ve kurgulama yetenekleri son derece geli$mi$ bu insan tipleri hicbir somut veriye, bilgiye, ara$tirmaya ihtiyac duymadan dünyada olan biten her$eyi hic zorlanmadan aninda aciklayiverirler.

    cünkü kurgu, fantazi kafada zaten hazir; bütün yaptiklari olan biteni o fantastik kurguya uyarlamak.

  425. marxist argüman

    necip’ten alinti:

    “(“soru: demokratik kapitalizmde g. zileli, f. ba$kaya gibi idealistlerin ba$taci ettikleri “özgürlük” hangi anlama geliyor?

    cevap: her koyun kendi bacagindan asilir; her birey parasini nasil ve ne ile kazanacagi konusunda özgürdür, i$siz/parasiz kalma, acliktan geberme ya da fuhu$ ile ekmegini kazanma da bu özgürlüklere dahildir; kisaca özgürlük, parani kazan da nasil kazaniyorsan kazan. özgürlügüdür.”)

    Siz, bu dediklerinizi –eminim– yani bir realiteyi ifsa ediyormus gibi soyluyorsunuz.
    Yani, “demokratik kapitalizm” dediginiz ‘duzen’de, bu dedikleriniz yeni yeni ortaya cikmis seylermis gibi.
    Halbuki, alakasi yok.
    Insanligin tarihi boyunca, bu, hep boyleydi.”

    necip, i$kembeden salliyorsun; yazmadan önce biraz dü$ün.

    örnek 1. eskiden var olan kölelik düzeninde, yani bir kölenin kendi hayatini belirleme hakki var miydi? hayir.

    köle efendisinin özel mülkiyeti idi ve bir kölenin kaderini belirleyen efendisi/sahibi idi.

    örnek 2. günümüz dünyasinda ki istisnasiz herkesin yasa önünde “e$it” olma durumu eskiden varmiydi? hayir.

    örnek 3. eskiden devletin/egemenligin hanedanlik bicimi olan monar$i ve yine toplumun/halkin sözkonusu o hanedanin kullari oldugu “$ahis/$ahsi egemenlik” biciminin yerini “anonim egemenlik” $eklinde adlandirabilecegimiz günümüz anayasal/demokratik devlet bicimi aldi vs.

    zileli’ye dokundurmadan yorumu bitirmek uygun olmaz: zileli gibi tek parti, yok efendim tek adam diktatörlügünden dem vuran demokrasi idealistlerinin yaptigi $ey, adina monar$i/hanedanlik denilen “$ahsi egemenlik” bicimini ele$tirip demokrasi denilen “anonim egemenlik” bicimini idealize etmektir.

    buda sözüm ona “anar$ist devrimcilik” oluyor.

  426. Gün Zileli, Ogürsel, Özgürlükçü, İhtiyar çoban, Necip, Marxist argüman, Anonim manonimler, Mülayim Sert, terler merler, testir mestirler…

    Anneler gününüz kutlu olsun.

    Eğer analarınız olmasaydı, hiçbiriniz hayatta değildiniz !

  427. marxist argüman

    necip’in akp’li islamci basin di$inda günlük gazete okumadigini nerden anliyoruz?

    necip’ten alinti:

    “Suriye’nin Irak’tan temel farki, Irak’ta Kurtlerle ISID’in carpismasina izin vermeyisleridir.”

    irak kürtleri/pe$mergeler i$id’in halifelik ilan edip islam devleti kurmasindan bu yana i$id ile carpi$iyorlar ve bu carpi$malarda yüzlerce pe$merge öldü.

    ayni $ekilde kürt pe$merge gücleri $u anda ki i$id’e yönelik musul harekatina da katiliyor; fakat musul harekatina katilan gücler arasinda rol/görev dagilimi söz konusu. (konumuz bu olmadigi icin ayrintiya girmiyorum)

    necip’e haksizlik yapmami$ olmak icin $unu belirteyim:

    -ABD’nin dünyaya ayar veren bir numarali süper güc olarak i$id’ten ve diger sunni cihatci güclerden, ve pyd gibi ulusal hareketlerden kendi hedefleri/cikarlari cercevesinde faydalandigi, faydalanmaya cali$tigini söylemek bile gereksiz olur. neden?

    günümüz dünyasinda kar$ilikli cikara dayanmayan; kar$ilikli kullanma ili$kisine dayanmayan tek bir siyasi/diplomatik ili$ki var midir? yoktur, olamaz da.

    cünkü egemenler arasi/devletler arasi ili$kiler, ve yine egemenlik iddiasi ve hedefi güden pyd gibi ulusal, i$id dini örgütler de dahil, tüm bu ili$kiler dogasi/tabiati geregi zit/kar$it cikar ve hedeflere sahipler.

    bununla alakali olarak düsmanlik, rakiplik ve müttefiklik ili$kileri tamamiyla cikar ve hedeflerin caki$masi ve uyu$masina bagli geli$ir ve degi$ir.

    böylesi bir ili$ki biciminde en güclülerin ayni zamanda en karli/kazancli olanlar oldugunu tahmin etmek zor degil.

    fakat, örnek, pyd’nin ABD’nin silahina muhtac olmasi ve ABD’den silah almasi demek:

    pyd’nin, kendisine ait ajandasi/gündemi/hedefleri olmayan, “ABD’nin basit bir piyonu” bir örgüt oldugu anlamina gelmez.

    i$id’in, pyd’nin varlik sebebini “ABD’nin cikarlari icin savasmak” sanan necip gibilerinin düsüncesi körlükten öte aptalliktir.

    ayni $ekilde, ABD’nin pyd’ye silah yardiminda bulunmasini “ABD’nin ortadoguda tek ve biricik hedefi kürdistan devleti kurmak” seklinde yorumlamak da yine aptalliktir.

    ABD’nin de devlet olarak kendine göre amac ve hedefleri var. ABD’nin $u anda ki hedef ve amaclari pyd’nin amac ve hedefleri ile uyu$uyorsa/caki$MIyorsa, ki $u anda uyu$uyor görünüyor, ABD’ nin devlet olarak pyd’ye -t.c.’nin $iddetli muhalefetine ragmen- neden silah verdigi anla$ilir.

    sonuc: ABD ortadoguda hedef ve amaclarina ulu$irsa, ABD’nin “i$id ile mücadele ihalesini” verdigi pyd de ABD’nin yardimi ile hedeflerinin en azindan bir kismina ula$mi$ oluyor.

    kar$ilikli cikar ve kullanma ili$kisi derken, anla$ilmasi gereken budur. yani kimse kimsenin pasit piyonu olmadigi gibi, hickimse de kendini ba$kasina feda etmiyor; herkes muhatabindan mümkün mertebe faydalanmaya cali$iyor.

    $unu da unutmamak lazim: pyd gibi örgütlerin kendilerini t.c. gibi devletlere kar$i savunmasi icin silah hayati önemdedir.
    yani kürdistan devleti hedefinden bagimsiz olarak pyd’nin ABD’den geli$mis silah temin etmesi demek, her$eyden evvel örgüt olarak kendi varligini devam ettirebilmesinin $artlarindan biridir.

    günümüz dünyasinda t.c.’nin $iddetli muhalefetine ragmen; t.c.’nin $antaj/tehdit ve tavizlerini gözardi edip pyd’ye silah temin etmeye cüret edecek tek devlet de yine ABD’dir.

    siyasi gücler arasi ili$kiyi bu $ekilde tespit ettikten sonra $unu belirtelim:

    i$id, el kaide gibi örgütleri kendi ajandalari/gündemleri/hedefleri/ideolojisi olmayan, ABD ürünü piyon örgütler olarak görmek aptalliktir; fakat diger fandan ABD’nin ortadoguya ayar vermek icin i$id gibi örgütlerin varligindan faydalandigi bir gercek. nasil oluyor bu?

    örnek, ABD, irak’ta o zaman ki $ii maliki hükümetinin iran ile siki fiki ili$kilerinden rahatsizdi, bunu acikca söylemekte de bir sakinca görmüyordu.

    i$id, irak el kaidesi gibi örgütlerin ortaya cikmasinda ve güclenmesinde rol oynayan faktörlerden biri ABD’nin irak i$gali sonucu ortaya cikan otorite bo$lugu ve ABD’nin emperyalist i$gal politikasina irak’lilarin duydugu öfke ve tepki ise, diger bir faktör de $ii maliki hükümetinin irak’li sunnileri di$layan ve terörize eden politikalaridir.

    yalniz burda dikkat: irak’in ABD tarafindan emperyalist i$galinin ve $ii maliki hükümetinin ayrimci politikalarinin i$id gibi örgütlerin ortaya cikma zeminini hazirladigini söylemek ayridir; “i$id’i ABD ve maliki hükümeti kendi cikarlari icin kurdular” diyen aptallik ayridir.

    t.c.’nin kürdistanda ki imha ve asimilasyona dayali sömürge politikasi pkk gibi örgütlerin ortaya cikmasina zemin hazirlami$tir; pkk, t.c.’nin sömürge politikasina duyulan tepkinin ürünüdür, demek ayridir, “pkk’yi t.c. bilerek kurdu, öcalan mit ajanidir” diyen aptal düsüncenin kastettigi ayridir.

  428. küçük bir düzeltme: anti-amerikanci i$id

    ışid’in söylemlerinde anti-amerikancılığın olmasıyla ışid anti-amerikancı olamıyor maalesef. ‘laf’ ile ‘icraat’ her zaman uyumlu şeyler değildir. ışid, sadece abd’nin değil pek çok emperyalist devletin oluşturduğu bir proje terör örgütüdür. bunu ‘t.c. hükümeti de ışid’in proje olduğunu söylüyor’ diye, ışid’in proje bir terör örgütü olduğu gerçeğinin üstü örtülemez. sırf hükümetlerle aynı üslup kullanılmayacak diye, gerçeklerin etrafında dolanılamaz.

    ışid yayınladığı videolarda erdoğan’ı ‘tağut’ sıfatıyla şeytanlaştırıp, türkiye’nin de bir cihat alanı olduğunu iddia ediyor. bu, ışid’in kötü, erdoğan’ın iyi olması demek değildir; ışid ile erdoğan’ın aynı islamcı kaynağın farklı pınarlarından beslendiğinin göstergesidir.

    kısacası: erdoğan’dan üç-beş adım ilerisi, ışid’in ta kendisidir. her ikisi de yok edilmelidir.

    küçük bir not: ypg hakkında derinlemesine bir şey söyleyemeyiz. fakat pkk, bir proje örgüt değildir. 1977-1993 arasındaki pkk ile, 1993 sonrası pkk arasında farklar çoktur. bugünlerde ise pkk, en azından otonom bir kürt yönetimi elde edebilmek için kendine destek vermeye istekli herkese kapıyı açık tutmaya razı [bazen abd’ye, bazen rusya’ya]. pkk’nin solcu [marxist] bir örgüt olması, bugün, şeklendir. geçmişte belki bazı anlamları olabilirdi ama bugün pkk’nin solcu olması bir anlam ifade edemiyor.

  429. marxist argüman

    kürt dü$mani irkci/fa$ist aptallik mi yoksa bilincli desenformasyon mu?

    “Meğer IŞİD ve YPG Tabka için anlaşmış

    ABD Savunma Bakanlığı’nca yapılan açıklamada, IŞİD’ın Tabka’dan bir ‘anlaşma’ kapsamında çekildiği duyuruldu.

    ABD tarafından yapılan açıklamada, “SDG, masum sivilleri ve yüz binlerce Suriyelinin su, tarım ve elektrik için muhtaç olduğu Tabka Barajı’nın altyapısını korumak adına IŞİD’ın kenti teslim etmesini kabul etti” denildi. Pentagon açıklamasına göre, 70 IŞİD militanıyla yapılan anlaşma çerçevesinde militanlar baraj çevresine yerleştirdikleri patlayıcıları kaldırdı, bütün ağır silahlarını teslim etti ve Tabka kentinde kalan bütün savaşçılarını da geri çekti.

    Yapılan bu açıklama ile YPG ve IŞİD arasında organik bir bağın mevcut olduğunu savunan Türk tezleri ispatlanmış oldu.” (aydinlik)

    i$idin kobane kentine saldirisindan beri birbirleriyle sava$an ve kar$ilikli olarak birbirlerinden yüzlerce sava$ci öldürmü$ ve siyasi/ideolojik olarak zit kutuplarda ki iki örgüt arasinda “organik bag” aramak ve bulmak ne anlama geliyor?

    cevap: türk irki/milleti ve türk devleti fanatikliginin eski sosyalist aydinlikcilari nerelere sürükledigini gösteriyor.
    sosyalist/komünist fikir ile ulusalci/milliyetci fikir neden birbirleriyle uyu$maz ve ulusalci/milliyetci solculuk ile irkcilik/fa$istlik arasinda sinirlarin geci$kenligine ibretlik bir örnektir aydinlikcilar.

  430. Bir sosyal medya avcı-devşiricisi

    ESKİ YALAKALAR
    Sayın 5 Anonim 10 Mayıs 17
    İlk önce siz, bu site müdürü, bu sitede yorum yapanların tümü gibi genç, olumlu, ilerici kalmayı becerenlerin yaklaşan bayramı olan 19 Mayıs Gençlik ve Spor bayramınızı kutlarım.
    Medeniyet öncesi yaşamın modern biçimi olan sosyal-medya avcı-devşiriciliği yaparken aşağıdaki alıntıya rastladım. Siteye uygun olsun diye biraz değiştirdim. İlkel-medeni-modern ayıklama, ayırma, halt etme konusunda uzman olan sizler (ex-yalakalar, yeni Yusufçular) bu yazı hakkında ne düşünüyorsunuz?
    Not: Yazı [] içinde.
    [Bu sitedeki azılı, diplomalı, otantik, otomatik, otonomatik, anarşik, solcu, devrimci, laik, vs. anarşistler harici normal insanların gözünden kaçmayan ama bilinçlerinden alta kayan (ah o meşhur kara kutu icatçısı Freud!) saptamalar:
    Avrupalılar, yıllardan beri, dünyanın çeşitli ülkelerindeki vahşi insanları kendi hayat biçimlerini yaşatmak için o kadar sıkıntıya girdikleri halde, Hıristiyanlığın yardımı ile bile, bir tekini dahi kazanamamışlardır. Ama Türk anarşistlerini mavi gözlü sarışın yapmışlardır. Önce Osmanlı sultanları ve saray, sonra saraydan bir subay ve en son saraydan bir Erdoğan’la “Evet Allah dünyayı yaratmış ve her an yaratmaya devam ediyor (Allah en yüce EMEK işçisi maşallah) ama akıl da vermiş!”, diyen akılcılık-modernlik-aydınlık-ilerleme trenini yakalamak isteyen güncelleşmiş Müslümanlar.
    Avrupa misyonerleri, Allah onları ve onlara benzemek için can atan, hep ileri hep Batı’ya bakan Müslüman, laik, solcu, devrimci, teknisyen (kibar çevrelerde bilim-teknik adamı/odunu), bazen vahşileri Hıristiyan yapmayı başarabilmişlerdir, fakat MEDENİ kişiler yapmayı hiçbir zaman başaramamışlardır.
    Vahşiler, MEDENİLERİN töre ve yaşam biçimlerinden bu sitede uslu ve terbiyeli orta sınıf eğitimli iyi kalpli küresel iyi kalpli post modern misyoner-dolandırıcıları nevraljik noktalarına bastığı için adı alınması yasaklanan kadar nefret eden kadar tiksinti duyarlar.
    Bu zavallı doktorsuz, avukatsız, mühendissiz, internetsiz, hastanesiz, generalsiz, bankasız, yazısız, kısacası sonsuz sayıda “ah ne güzel”leri satan pezevenksiz vahşiler, enayilere okul ve medyada dağıtılan afyonla uyutulmuşların inandığı kadar mutsuz iseler, bizim gibi MEDENİLEŞMEYİ, bizim gibi mutluluk hapları yutmayı, neden sarışın mavi gözlü Türklerin ataları subay başkanlarıyla ithal ettikleri akılcılıktan yoksun akılsızlıkla durmadan reddediyorlar?
    Not: Bilindiği gibi bu doğada yaşayan vahşiler yaşamlarını akıllarıyla değil “dinsel”, akıl ve mantık öncesi inançlarıyla sağladılar. Medeniyet’e hop deyip mutasyonla atlamamalarının nedeni dillerinde “M” harfi olmayışından.
    Oysa, Fransızlar ve Avrupalılar bu milletlerin arasına isteyerek sığınmışlar, bu garip hayat tarzını terk etmeden bütün hayatlarını vahşilerin arasında geçirmişlerdir…
    Güncelleştirilmiş Rousseau]
    Not: Bu yazı aynı zamanda MEDENİLERİN tanımlamış ve nitelendirmiş. Kısaltarak aktarıyorum:
    Medeniyet’ ilkellerle kıyaslama, doğa ve şimdi artık sosyal süt inekleri bilim adamları gibi, sadece ve sadece nicelik, hastalık, doktorluk, nedenleri bilinmeyen hastalıklara şifa satan komisyoncular, televizyon, facebook, twitter, medya… nicelik ölçeklerle yapılır. Algoritma falan filanıyla yapılan bir makine otomatik kıyaslar. Cihaza “medeniyet” attığınızda işte kustukları:
    Devlet, şehir, tapınak, yazı, okul, yasa, ordu-savaşı, bürokrasi, küçük pezevenklerin emri altında çalışan insan yığınları ve böylece ilk makinenin keşfi, yer ve gök bilgileri, para, banka ve ticaret, müzik değil Saray Müziği, dans değil Saray Dansı, Doğa şehirde Hayvanat ve Bitki Müzesi, ekim- biçme değil Ekim-Biçim’in ruhsal ve felsefi anlamı, düşünme değil Rahip ve Koca Kelle Düşünmeleri… ve nihayet İngiltere’den diplomalı veya Yusuf Petek balıyla beslenen semiz Türk anarşistlerine göre tüm varlıklar.
    Bu ultra modern mavi gözlü sarışın gayri- müslim laik post modern Türk anarşikleri ilk Medeniyet’den bu yana Medeniyet zincirinde her halkanın insanlardan çaldıklarını Medeniyet mezarlığı olan okul ve yazılarla biriktirir. Yusuf Petek ballarıyla beslenenlerin inandığı ve zamanımızda en başta gelen fanatiklik olan bilim-teknik inancına uyuyan diplomalı anarşistler, sefalet tüccarları solcu-devrimcilere yeni ambalajlarla sunar. Bunlara çok çekici cici bici isimler verir: Yenilik, Yaratıcılık, Çığır Açma, Yeniden Doğuş, … düşünme Felsefe olur, inanç (sizin bilim-teknik ve kapitalistsiz kapitalizm inancı gibi) Din olur. Milyonlarca yıl daha önce insanın “tüm”ü düşünüp dile getirmesine “Mit” adı verilerek sizin gibilerin dikkati ıvır zıvırda, hastalıklara şifa ve televizyonla dünyayı tanıma gibi yalanlarda odaklaştırılır.
    Büyük çok çok büyük hemen hemen dünyanın en büyük devrimi Bolşevik Devrimi kadar büyük Fransız Devrimi, uzayda ve zamanda sonsuz yaşayan “Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik”, altın yumurtası yumurtladı. Bu cevheri kapitalistler bile sizin kadar sık sık yeni ambalajlarla satmadılar. Hiyerarşi genlere yazıldı (bu ispat edildi, bilim-teknik fanatikliği yapacağınıza biraz çok az bilim-teknik öğrenseniz hiç de fena olmaz).

  431. Yukarıda (şimdi görünmüyor) Necip ile Anadolu’daki müslüman ve gayrimüslim halklar arasındaki iktidar mücadelesini tartışıyorduk. Konu Balkan oligarşisi ve Aleviler ile AKP’in temsil ettiği Anadolu Türklerinin durumundan açılmıştı.

    Bir yorumumu yanıtlarken gayrimüslimlerin sürülüp servetlerine el konmasını “fazlasıyla gecikmiş bir borcun tahsili” olarak nitelemişti. Buna temelde katılmakla birlikte bir yerde itiraz edeceğim. Daha doğrusu bunun sorumlusunun devlet, yani siyasi iktidarın sahipleri olan bürokrasi (hatta sadece saray demek daha doğru) olduğunu hatırlatacağım.

    Bilindiği gibi Osmanlı saltanatı İstanbul’un fethi ve Çandarlı vezir ailesinin tasfiyesinden sonra saray dışında bir servet birikimine -belki ulema dışında- izin vermiyordu. Kapıkulu denen ve çoğu devşirme kökenli yöneticiler öldüklerinde servetleri müsadere ediliyordu. Müsadere uygulamasının kaldırılması ve özel mülkiyetin önünü açan diğer reformlar Tanzimat’la başladı.

    Dolayısıyla, fetihlerin durması ve gerileme dönemine girilmesiyle birlikte ekonomik iktidarın gayrimüslimlere geçmesinin sorumlusu gayrimüslim halkların fırsatçılığından çok, müslüman halkta benzer bir burjuva sınıfının gelişmesine engel olarak onlara bu fırsatı veren bu merkeziyetçi saltanat düzeni değil midir?

  432. adı yasaklanandan

    Sayın 3 Necip 12 Mayıs 17
    Patronlarınız sizi köpek veya horoz kavgasını kazandığınız için seçmiş olmalı.
    İngilizce biliyorsunuz galiba, maşallah, maşallah. Sizin gibilerin katıldığı yarışlara 60larda size yakışır bir isim verildi: “Rat Race”.
    Not: Benim çeviri, rat = lağım faresi
    Aslında sizin gibi uslu, terbiyeli, ev ödevini yapan, köpek ve horoz kavgalarından çok evcil ve dalkavuklukta usta olanlar seçilir. Sizin papağanlığını ettiğiniz “bilimsel” dilde bile bu palavranın bir adı var: “internalization/ interiorization of the dominant ideology”.
    Gerçi bu sitenin tümü sizin klonlarınız. Aranızdaki fark devleti ele geçirmek için değişik yalanlar ve emzikler dağıtan partilere benzer. Size karşı olanlar kazan-kazan oyunu safsatasını yutan medya kazazadeleri.
    20. yüz yılın büyük bir filozofu şöyle söyler:
    Çağımızın en büyük sırrı televizyon seyreden çok güzel bir kızın sorusudur. Kız sorar “bu kızlar azıcık gösteriyor milyonlar içinde yüzüyorlar, ben daha çok gösteriyorum ama süpermarkette kasacıyım, neden acaba?”
    Benim büyüdüğüm mahallede anneler birbirlerine “bu kızın güzel bir subay veya doktor veya … gelir alır. Öbürü çirkin ona ev işleri öğret”, derlerdi.
    Sizi seçmişler, tebrik ederim.
    Lağım fareleri artmakta. Galiba dışkı artmakta.

  433. marxist argüman

    egemenlerin/devletin toplumu yönetme araci olarak din: modern asri saadet: ne mutlu türk milletine!

    camii-okul ve imam-ögretmen projesi: islami toplum ve islami devletin in$asi son hizla devam ediyor

    duyduk duymadik demeyin: ahalinin terbiye ve egitiminde camii’lere ve imamlara verilen yetki ve sorumluluk arttirildi

    “İstanbul Müftüsü: Camilerin statüleri değişiyor

    İstanbul Müftüsü Yılmaz, halkın camilerde daha çok vakit geçirmesi gerektiğine dikkati çekti.
    İstanbul Müftüsü Yılmaz, halkın camilerde daha çok vakit geçirmesi gerektiğine dikkati çekti.

    “Camiler sadece namaz kılınacak yer olarak görülüyor”

    Cami ve insanlar arasındaki ilişkinin zaman içinde farklılık gösterdiğini belirten Yılmaz, Diyanet İşleri Başkanlığı ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı arasında imzalanan anlaşma hakkında bilgiler verdi. Günümüzde insanların camiyi sadece namaz kılınacak yer olarak gördüğünü ifade eden Yılmaz konuşmasında şu ifadelere yer verdi:

    “Sekülerleştiğimiz süreçte hayat güneşin doğmasına ve vasati saatlere göre ayarlanmaya başlayınca cami ve cemaat ile alakamız azaldı. Cami sadece namaz için gidilen yer gibi anlaşılmaya başladı. Şimdi yeni bir gelişme oldu. Diyanet İşleri Başkanlığı ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı müşterek bir anlaşma yaptılar. Bu anlaşmaya göre artık camilerimizin statüleri farklılaşıyor ve camilerimiz 6-7 gruba ayrılacak. Bulundukları mekanlara göre mahalle camileri, meydan camileri, çarşı camileri gibi 7 kadar grup var. Her grubun içinde bulunması gereken standart mekanlar olacak. Yani cami sadece namaz kılınan bir yer değil, gençlerin, kadınların, çocukların, yaşlıların, emeklilerin oturup konuşabilecekleri, okuyabilecekleri mekanları da ihtiva eder hale gelecek. Böylece yüksek binaların aralarındaki camilerimiz, apartmanda bunalan insanlarımızın eşiyle, çocuklarıyla birlikte gittiği ve orada her birine farklı imkanlar sunan mekanlar haline dönüşecek. Asrı Saadet’te olduğu gibi.”

    Müftü Yılmaz ayrıca din görevlilerinin de görevlerinin sadece namaz kıldırmak olmadığını vurguladı. Yılmaz, “Yapılan çalışmalar sonucunda din görevlilerimiz artık sadece namaz kıldırmakla sınırlı olmayan görevlerinin olduğunun farkına vardılar” dedi.” (yeni $afak)

  434. marxist argüman

    allahin izniyle kürt/kürdistan sorununu cözecegiz: t.c.’nin kürtlerle sava$inda/kürdistan sava$inda cepheler:

    “İçişleri Bakanlığından PKK Raporu-Yavuz Özcan

    İçişleri Bakanlığının 23 Nisan’da hazırladığı bir raporla, PKK ile yürütülen mücadelenin hangi aşamada olduğunu Cumhurbaşkanı Erdoğan’a sunduğu belirtiliyor.

    “Silahlı Kuvvetlerimiz bu kış terör örgütü ile mücadelede bilinen tüm ezberleri bozmuştur” ifadelerine yer verilen raporda, “Kış şartlarını kendisi için avantaj, terör örgütü için dezavantaja çevirdi. Özellikle, Dersim, Diyarbakır, Bingöl, Bitlis, Mardin, Van, Şırnak, Hakkari, Muş ve Bitlis’te örgütün kadrolarının barındığı üslere, kimi yerlerde 6 metreyi bulan kar koşullarında seri operasyonlar gerçekleştirdi. Örgütün yaz aylarında yapacağı eylemler için hazırladığı lojistik ve hazırlıklar ve cephanelikleri nokta operasyonlarıyla yok edildi” deniliyor.

    ‘Alana hakim olan savaşa hakim olur’

    2. Ordu Komutanı Korgeneral İsmail Metin Temel denetiminde, Şırnak’ın Bestler – Dereler bölgesinde kapsamlı bir operasyon başlatıldığı ve pek çok noktada çatışmalar yaşandığı kaydedilen raporda, “TSK’nın girdiği alan PKK tarafından Botan olarak tanımlanıyor ve terör örgütü açısından stratejik öneme sahip. Çünkü bu coğrafya Haftanin, Behdinan ve Gare üs ve kamplarını, Kasrik Boğazı ve Şenoba güzergahı üzerinden Kato ve Cudi dağlarına bağlıyor” ifadelerine yer veriliyor.

    “Amaç yatay ve dikey olarak Sinaht-Behdinan-Gare-Haftanin hattı ile Kato dağı arasındaki her türlü irtibatı; kadro, cephane, lojistik, gidiş ve geliş yollarını kesmek. Kato ve Cudi, sınır hattından gelen her türlü kadro ve cephanenin toplandığı, buradan da Yurdun diğer bölgelerine ve örgüt kampları ve üslerine aktarıldığı stratejik dağıtım merkezleri” ifadeleriyle operasyonlardaki amacın açıklandığı raporda, “Ordu birliklerimiz sınır hattında, Cudi’de ve Kato’daki stratejik yükseltileri, tepe ve mevzileri ele geçirmek istiyor. Çünkü ‘gerilla’ mücadelesinde altın bir kural var. Araziye hakim olan alana hakim olur. Alana hakim olan savaşa hakim olur” ifadeleri yer alıyor.

    Raporda ayrıca, “Aynı şekilde Çukurca – Şemdinli hattı bulunmakta. Bu hatta örgütün Avaşin (Dağlıcı karşısı), Metina (Çukurca karşısı), Zap, Hakurk ve Kandil gibi stratejik açıdan büyük önem taşıyan üsleri ve kampları var. Bu coğrafyayı önemli kılan, Zagros Dağları ve Şekif Dağı. Sarp, yalçın vadiler, dik kayalıklar ve tepeler, bu coğrafyada kalıcı olmayı zorlaştırıyor. Bu faktör de dahil olmak üzere, her iki dağın ülkemiz ile geçişi sağlayan güzergahları üzerinde mutlak hakimiyet sağlanması gerekmektedir. Ordumuzun bugüne kadar elde ettiği başarılar önümüzdeki sürecinde teminatıdır. Allah’ın izniyle bu meseleyi çözeceğiz” deniliyor.”

  435. marxist argüman

    kapitalist ekonomi neden akilli ve mantikli planlama ile alakasi olmayan “hilkat garibesi” bir ekonomi modelidir?

    “merkez bankasi para basacak

    Ekonomideki durgunluğu bir türlü önleyemeyen AKP hükümeti Merkez Bankası’na fazladan para bastırmanın yolunu açacağı iddia edildi.Kaynak: Merkez Bankası para basacak

    İŞTE O YÖNTEMCanikli’nin ipucunu verdiği yöntem, Merkez Bankası’nın taze para basarak piyasayı fonlaması anlamına geliyor. SÖZCÜ’nün edindiği bilgilere göre, ekonomi yönetiminin üzerinde çalıştığı kritik fonlama yöntemi şöyle işleyecek:Bankaların vatandaşa ya da şirketlere açtığı TL ve döviz kredileri menkul kıymete dönüştürülüp belirli bir faiz karşılığında satışa çıkarılacak. Bu sayede krediler bilançolardan çıkacağı için bankalar yeni kredi verme imkanına kavuşacak. Bu menkul kıymetleri satın alması için Merkez Bankası’na zorunlu görev verilirse, Merkez kredinin karşılığını ödeyebilmek için taze para basmak zorunda kalacak. Merkez, basacağı parayı bankalara verecek. Bankalar taze parayı alıp piyasaya bol miktarda yeni kredi açacak. Vade dolduğunda ise Merkez Bankası faiziyle birlikte parasını alıp menkul kıymeti iade edecek. Bu sırada nakit sıkıntısı olmaması için Merkez’den yeni kıymetler alması ve yeni paralar basması istenecek.” (basin)

    soru 1. yukarda yazilandan bir$ey anladiniz mi?

    soru 2. anladiysaniz, ne anladiniz?

  436. marxist argüman

    34 nolu yorumumda ki $u noktayi bitirmeden gecmi$im, tamamliyorum:

    “örnek, ABD, irak’ta o zaman ki $ii maliki hükümetinin iran ile siki fiki ili$kilerinden rahatsizdi, bunu acikca söylemekte de bir sakinca görmüyordu.”

    bundan dolayi i$id musul’a hücum ettiginde devlet otoritesi zaten kalmami$ olan irak devletinin ve ordusunun ciddi bir direni$iyle kar$ila$madigi gibi, cogunlugu sunni olan musul halki da merkezi hükümetin ayirimci $ii politikalarina duydugu tepkiden dolayi sunni cihatci ve baasci i$id örgütüne destek verdi.
    yine irak ordusunun bir kismi musul’da silahlariyla birlikte i$id saflarina katildi.

    ABD,i$id örgütünün musul’u fethini izlemekle yetindi, neden?

    yukarda ima ettim, cünkü ABD maliki hükümetinin iran ile samimi ili$kilerinden; iran’in irak’ta artmakta olan siyasi/toplumsal/askeri nüfusundan rahatsizdi ve bir nevi i$id eliyle maliki hükümetini terbiye etmek istedi; ayar verdi.
    maliki de sonunda istifa etmek zorunda kaldi zaten.

    fakat ayni ABD, i$id güney kürdistanin ba$kenti erbil’e yöneldiginde müdahale etti, kürtlere yardim etti. neden?

    cünkü irak kürtleri zaten ABD’nin sadik müttefikleri ve kürtlere ayar verecek bir durum sözkonusu degildi. (talabani’nin partisi ynk’nin iran ile samimi ili$kileri var, fakat bu ili$ki ABD’yi rahatsiz edecek derecede mi, bilmiyorum, ama sanmam)

    ayni $ekilde, ABD’nin suriye’de de i$id ve diger sunni cihatci örgütlerle ili$kisinde belirleyici kriter/ölcü:

    sözkonusu islamci örgüt amerikan/bati/hristiyan kar$iti mi degil mi; amerikan cikarlarina -direkt ya da dolayli-, hizmet ediyor mu, etmiyor mu hesabidir.

    i$id’in esad rejimini belli bir süre hirpalamasini ABD seyretmekle yetindi; ne zaman ki i$id hedef büyüterek halifelik/islam devleti ilan edip, tüm hristiyan alemine de “haclilar” deyip sava$ ilan etti, o zaman ABD tekrar sahneye cikip kendi liderliginde “i$id kar$iti koalisyonu” olu$turdu.

    israil’in islamcilarla politikasi da ayni: sunni cihatcilarin elinden gelse israil’i bir ka$ik suda bogarlar fakat $u ana kadar iki tarafin politikasi: sen bana kari$ma ben de sana; önce esad rejiminin i$ini beraberce bitirelim, gerisine sonra bakariz, $eklinde.

    israil devleti sürekli olarak esad rejimi hedeflerine hava saldirilari düzenlerken, suriye’de ki i$id ya da diger cihatcilara yönelik hicbir saldirisi sözkonusu degil. neden?

    cünkü israil, devlet olarak kendi varligina birinci dereceden tehdit olarak iran-irak-suriye-hizbullah’tan olu$an $ii cepheyi görüyor ve bu cepheyi sunni cihatci cephe kar$isinda zayiflatmaya cali$iyor.

    önemli not: anlayan zaten anlami$tir, necip gibi anlamayanlar icin belirteyim: dikkat edilirse ben “sunni” ya da “türk” gibi sifatlari rastgele kullanmiyorum; bu iki sifati “marxist” sifatini kullandigim anlamda, yani kendilerini “türk ve/ veya “sunni islamci” kimligi ile tanimlayan, kendilerini bu kimlik ile özde$le$tirenler icin bu sifatlari kullaniyorum.

    kendilerini etnik -türk- ve dini -islamci/müslüman- kimliklerle tanimlamak orda kalsin, etnik ve dini kökenini “kimlik” haline getirip, kendilerini bununla tanimlayan siyasi tavri ele$tirenler zaten üstüne alinmiyorlar.

    benim zileli’ye “sunni zileli” $eklinde ele$tiri yaptigimi gören oldu mu? hayir, neden?

    cünkü zileli, dini/inanci kimlik haline getirmi$ biri degil; bundan dolayi da zileli’yi “türkcü zileli” ya da “islamci zileli” seklinde ele$tirmem/tanimlamam abes olur.

    benim “marxist” mahlasim nasil ki benim dünya görü$üme i$aret ediyorsa, i$id ya da el kaide’nin “islamciligi/cihatciligi” da onlarin kendi dünya görüsünü yansitiyor; bu etiketi ben bu örgütlere yapi$tirmiyorum; bu örgütler kendilerini bu $ekilde tanimliyorlar.

    gelegelim kendi kücük dünyasnda ya$ayan necip, ben “islamci akp” deyince bile aliniyor. oysa erdogan’in demeclerine ve akp medyasi, yeni $afak, yeni nesil gazeterinin kö$e yazilarina bakin, bu insanlar kendi kendilerini “islamci/müslüman/türk” kimligiyle tanimliyorlar. dolayisiyla necip’in “küfür” gibi algiladigi “islamci-türkcü” etiketini erdogan ve taraftarlari gururla kendilerine yaki$tiriyorlar.

  437. “örnek 1. eskiden var olan kölelik düzeninde, yani bir kölenin kendi hayatini belirleme hakki var miydi? hayir.”

    Nasil yani?

    Kolenin kendini oldurmesini engelleyecek bir duzenek filan mi vardi?

    “köle efendisinin özel mülkiyeti idi ve bir kölenin kaderini belirleyen efendisi/sahibi idi.”

    Bu dogru da, kolelik, ‘insancil’ olmadigi icin degil; pahali oldugu icin kaldirildi, malum.

    Ozgur insanlar, rekabetci bir ortamda, cok daha ucuza geliyor.

    Ben bile, vergisi, bakimi vb vs cinsinden dunyanin parasina mal olmaga baslayan su Bugatti Veyron’u satip taksi kullanmak niyetindeyim 😉

    “örnek 2. günümüz dünyasinda ki istisnasiz herkesin yasa önünde ‘e$it’ olma durumu eskiden varmiydi? hayir.”

    Yoktu tabii ki.

    Bugun, cok sukur, bu var.

    O kadar var ki, Urfa’nin kapali carsisinda ‘isini bitirin’ diyerek oldurttugu kisi icin ‘kan parasi’ odeyip hapisten yirtan insanlarimiz hic ama hic yok.

    “örnek 3. eskiden devletin/egemenligin hanedanlik bicimi olan monar$i ve yine toplumun/halkin sözkonusu o hanedanin kullari oldugu ‘$ahis/$ahsi egemenlik’ biciminin yerini ‘anonim egemenlik’ $eklinde adlandirabilecegimiz günümüz anayasal/demokratik devlet bicimi aldi vs.”

    Yani, ‘egemenlik’ dedigimiz sey ‘sahipsiz’ kaldi.

    Bunun cok da yanlis oldugunu soyluyor degilim –yanlis anlasilmasin– ama adini da koymak lazim.

    Cok da matah bir sey midir; o da tartisilir: Malum, ‘deve, bir komite tarafindan tasarlanmis bir attir’.

    “zileli’ye dokundurmadan yorumu bitirmek uygun olmaz:”

    Olmaz tabii. Yoksa, kiskanir –mazallah. 😉

    “zileli gibi tek parti, yok efendim tek adam diktatörlügünden dem vuran demokrasi idealistlerinin yaptigi $ey, adina monar$i/hanedanlik denilen ‘$ahsi egemenlik’ bicimini ele$tirip demokrasi denilen ‘anonim egemenlik’ bicimini idealize etmektir.”

    Yok, yaw. Tersine, butun bunlari diye diye RTE’nin bunlari gerceklestirmesinin mesrulastirmasina katkida bulunuyor.

    Oyle ya, adam, cikip da “aha, bakin, onu dediniz bunu dediniz, ama halk bana oy verdi. dolayisi ile, hepsini bana hak ve mesru kildi” dese kimsenin diyecek bir seyi kalmaz.

    “buda sözüm ona ‘anar$ist devrimcilik’ oluyor.”

    ‘Koroglu devrimciligi’ de diyebilir miyiz?

  438. “i$id’in, pyd’nin varlik sebebini ‘ABD’nin cikarlari icin savasmak’ sanan necip gibilerinin düsüncesi körlükten öte aptalliktir.

    ayni $ekilde, ABD’nin pyd’ye silah yardiminda bulunmasini ‘ABD’nin ortadoguda tek ve biricik hedefi kürdistan devleti kurmak’ seklinde yorumlamak da yine aptalliktir.”

    Bu ikisini dusunmenin aptallik/ahmaklik oldugunu, daha dogrusu, degerlendirmeyi sadece bu iki izahla limitlendirmenin aptallik/ahmaklik oldugunu kabul ederim.

    Birakin siyasi organizmalari, en ilkel biyolojik organizma dahi tek amacla yasamaz –baskalarinin ‘tek amaci’ icin hic. Kendisine de hizmet eder –ya da, kendisine hizmet ettigini dusundugu seyleri yapmaga calisir.

    Bu boyle de, ISID’in ve PYD’nin ‘kendisine hizmet’ baglaminda pek de ‘kisa dustugu’nu dusunuyorum. Icinde bulunduklari cografyanin diger katilimcilariyla muzakere etmek yerine, ‘topuzumun (daha dogrusu ABD’nin topuzunun) hakki icun’ diyerek oraya buraya saldiriyorlar.

    Saldirmak degil, tek basina, sorun. Arkasini doldurmak; –elde edilmis yerlerin– uzun vadede de elde kalmasini saglayacak tedbirler almak.. sorun burada yatiyor. Zannedildigi kadar kolay degil bunu gerceklestirmek.

    Bir baska sorun da su: ABD, karakteristik olarak, bir isgalci guc degil. Bati Almanya’yi saymazsak, ABD’nin yer ile yeksan ettigi hic bir yerde isgalci olabildigine bir ornek benim aklima gelmiyor. Yani, bir iki baskanlik secimi surer mi surmez mi, bilinmez; ABD cekilecektir.

    Ondan sonra ne olacak?

    “yani kürdistan devleti hedefinden bagimsiz olarak pyd’nin ABD’den geli$mis silah temin etmesi demek, her$eyden evvel örgüt olarak kendi varligini devam ettirebilmesinin $artlarindan biridir.”

    Buna gercekten inaniyor oldugunuzu varsayarak sormak istiyorum:

    PYD’nin ‘gelismis silah temin etmesi’ demek, TC’nin PYD uzerine daha buyuk bir gucle gitmesini saglamayacak mi?

    Yani, catismanin esigini yukseltmekten baska ne ise yarayacak?

    “küçük bir not: ypg hakkında derinlemesine bir şey söyleyemeyiz. fakat pkk, bir proje örgüt değildir. 1977-1993 arasındaki pkk ile, 1993 sonrası pkk arasında farklar çoktur.”

    Buna kismen katilirim. Kismen, cunku 1993 oncesi baska bir ‘proje’ idi; sonrasinda ise bambaska.

    “geçmişte belki bazı anlamları olabilirdi ama bugün pkk’nin solcu olması bir anlam ifade edemiyor.”

    Solcularin da solculugunun anlam ifade etmedigi bir zamanda, bunu cok da yadirgamamak lazim.

  439. “Daha doğrusu bunun sorumlusunun devlet, yani siyasi iktidarın sahipleri olan bürokrasi (hatta sadece saray demek daha doğru) olduğunu hatırlatacağım.”

    ‘Saray’ diyerek yonetici kadroyu tarif ettiginizi anliyorum; ama, yine de, pek katilamiyorum.

    Sundan dolayi katilamiyorum: Osmanli yonetimi, bu tur seyleri pek de becerebilen bir yapi degil.

    Daha dogrusu, buyuk etkileri olabilcek sosyal projeler ureten ve uygulayan bir yapi degil. Fazlasiyla ‘idare-i maslahat’ci bir yapi.

    Yonetimin attigi ‘radikal’ adimlar hic yok degil, tabii ki; ama, bunlar –ezici cogunlukla– ahalinin giderek artan talepleri uzerine olmus seylerdir –yani, bicak kemige dayaninca atilmis, palyatif adimlar. Cogu zaman da, pek uzun surmemistir.

    Bu tur ‘radikal’ adimlara, benim aklima gelen, iki ornek var.

    Bir tanesi, ‘Buyuk Kacgunluk’ donemindeki (Celali Isyanlari vb baglaminda) Kizilbas Turklerin kovusturulmasi. Kurtlerin sikayetleri uzerine baslatilmis ve cok uzun erimli etikleri olmustur.

    Digeri de, asiri zenginlestiklerine dair halktan gelen sikayetler uzerine, Musevilerin mallarinin musadere edilmesi.

    Sabetay Sevi’nin ortaya cikmasina yol acacak derecede ‘varliktan darliga dusmek’ anlamina gelen, Museviler arasinda ‘mehdi/mesih’ beklentilerine zirve yaptiran bu adim –gunumuzde de devam eden– etkilere yol acmistir.

    “Bilindiği gibi Osmanlı saltanatı İstanbul’un fethi ve Çandarlı vezir ailesinin tasfiyesinden sonra saray dışında bir servet birikimine -belki ulema dışında- izin vermiyordu.”

    Ulemanin zenginlesmesine imkan/izin verildigine dair bir sey bilmiyorum ben. ‘Mahkeme kadiya mulk olmaz’ lafinin oldugu bir toplumda bu pek mumkun gelmiyor bana.

    Ote yandan, ulema sinifinin mallarinin musadere edildigini ben de duymadim. Ihtisam icinde olmasa bile rahat bir hayat yasamalarina izin verildigi de bir gercektir, o ayri.

    Bu, onlarin yaptigi isin ‘devlet gorevi’ sayilmayisindan, ‘halktan’ olmalarindan olabilir. Emin degilim.

    “Kapıkulu denen ve çoğu devşirme kökenli yöneticiler öldüklerinde servetleri müsadere ediliyordu.”

    Eh, bunun da belli bir mantigi da vardi: “Culsuz geldin, belli makamlara getirildin, o makamlarin ihtisamiyla yasadin. Mal varliginin sebeb-i hikmeti devlet, mirasin da ona kalir”

    Biraz acimasiz gibi dursa da, benzer bir mantik (islemez durumda olsa bile) bugun bile var. Devlet memurlari ‘mal bildirimi’ yapmak zorunda ve aciklanamayan artislara el konmak riski var.

    “Dolayısıyla, fetihlerin durması ve gerileme dönemine girilmesiyle birlikte ekonomik iktidarın gayrimüslimlere geçmesinin sorumlusu gayrimüslim halkların fırsatçılığından çok, müslüman halkta benzer bir burjuva sınıfının gelişmesine engel olarak onlara bu fırsatı veren bu merkeziyetçi saltanat düzeni değil midir?”

    Ben, Gayr-i Muslim ahalinin ‘firsatcilik’ yaptigini soylemedim –oyle soylemek hic de adil olmaz bence.

    O surec, yani Gayr-i Muslim ahalinin izafi olarak zenginlesmesi, neresinden bakarsak bakalim, ‘unitended consequences’ (‘niyetlenilmemis neticeler’) baglaminda aciklanabilecek bir gelismedir demek zorunda birakiyor beni.

    Yani, Gayr-i Muslim ahalinin bir dahli yok. Onlar, onlara taninan sartlar icinde, dogal bir sekilde, zenginlestiler.

    Fakat, ‘unitended consequences’ dedigimiz seyin tek kademeli olmak zorunlulugu da yok. Bazan katmerli de olabiliyor.

    Sunu demek istiyorum: Gayr-i Muslim ahalinin onlara taninan sartlar icinde, dogal bir sekilde, zenginlesmesinin ‘niyetlenilmemis neticeler’ cinsinden bir sonucu da, Musluman ahalinin bunu bir haksizlik olarak gormeleri ve isten ice tepki/hinc/kin biriktirmeleri oldu.

    Bunu gidermek icin ya Gayr-i Muslim ahalinin kendileri bir seyler yapmaliydi (gonullu servet paylasimi vb) ya da probleme devletin dogrudan dogruya el koymasi gerekiyordu.

    Bu problemin devletin radarina dahi hic girdigine dair bir seye ben rastlamadim.

    Gayr-i Muslim ahalinin kendilerinin bir seyler yapmasini (gonullu servet paylasimi vb) beklemek de cok gercekci degildi. Onlar, elde ettikleri servetin tamaminin kendi marifetleri oldugunu dusunuyor, kimseye borclari olabilcegini akillarina dahi getirmiyordu.

    Ben, is hayatimda da cok gordum ‘ben zengin oldum, dolayisi ile, etrafimdakilerden daha akilliyim, becerikliyim’ diye cevresine tepeden bakan..

    Bu bakis acisini, ilginctir, ben, Gayr-i Muslimlerimizde hala daha –bazan da bariz bir sekilde– gorebiliyorum. Bunlardan birisi de Sevan Nisanyan’dir: ‘biz zengindik, dolayisi ile, sizden daha akilliyiz, becerikliyiz’ baglaminda derinlere islemis bir kibir…

  440. “Sizi seçmişler, tebrik ederim. Lağım fareleri artmakta. Galiba dışkı artmakta.”

    Aizim; bu ne siddet, ne celal?

    Kizdiginiz seyin tam olarak ne oldugunu yazmaniz icin kendinize keske biraz zaman tanisaydiniz.

  441. “(yeni $afak)”

    Bu ve diger ‘Islamci’ siteleri bu kadar yogun takip ediyor olmaniz hayra alamet degil.

    Malum, ‘akrobatla yatan amuda kalkar’ derler..

    Kripto ‘Islamci’ olmaniza az kaldi sanki 😉

  442. marxist argüman

    osmanli da oyun bitmez: karaman’in koyunu sonra cikar oyunu

    alman “faz” gazetesinden alinti:

    “Erfundenes Interview Türkei setzt auf Fake News in Anzeigenkampagne

    Die Regierung in Ankara wirbt derzeit intensiv für den Standort Türkei. Die Kampagne nutzt dafür ein Interview mit dem stellvertretenden Geschäftsführer der Deutschen Handelskammer. Doch das Gespräch hat es nie gegeben.”

    akp’li sunni madrabazlar yabanci sermayeyi türkiyeye cekmek icin bu aralar reklam kampanyalari düzenliyorlar. bu kampanya cercevesinde alman “frankfurter allgemeinen zeitung” gazetesine türk ticaret bakanligi ve tobb tarafindan verilen tam sayfa reklamda güya alman ticaret odalari türkiye temsilcisi ba$kan yardimcisi ile yapilmi$ uydurma bir röportaj yayinlaniyor: türkiye turistler ve yatirimcilar icin cok karli bir ülke falan fistik…

    alman ticaret odasi aciklama yapiyor: böyle bir röportaj bizimle yapilmadi.

  443. Antikapitalistlere, medeniyet karşıtlarına,

    Doğaya zarar veren sadece medeniyet, kapitalizm veya diğer insan ürünü sömürü sistemleri değil;

    Uludağ’da ‘gal arısı’ endişesi…
    ‘Gal arıları’ Uludağ’daki kestane ağaçlarını kurutmaya devam ediyor.
    100 bin kestane ağacının bulunduğu Uludağ’da 3 yıl içinde kestane ağaçlarının ciddi bir kısmını kurutan gal arıları nedeniye üreticiler endişeli. Kestane ağaçlarına lavralarını bırakan gal arılarının yavruları kestane ağaçlarında büyürken, ağacın suyunu emiyor ve bir yılda da ağacı kurutuyor.
    İlk gemilerle İtalya’dan Yalova’ya gelen Gal arısı Uludağ’daki kestane ağaçlarına da ulaşarak büyük zarar verdi. Üreticiler bu katil arıların yılda 50 kilometre yayıldığını belirterek, bu arılara karşı tedbir alınmazsa yakında Türkiye’de kestane ağacı kalmayacağını savundu. 2,5 santim boyundaki dişi arı, kendi kendisini dölleyerek her ağaca yaklaşık 100 yumurta bırakabiliyor. Ağaçların tomurcuklarına ciddi zarar veren kurtçuklar meyve teşekkülünü engelliyor ve ağaçları kurutuyor.
    Her yıl Uludağ’da gal arılarının artarak yayıldığını belirten Fidyekızık Köyü Kalkınma Kooperatifi Başkanı Ahmet Gültekin, “Bu arıların ilk Yalova’ya İtalya’dan geldiği söyleniyor. Bu arılar Uludağ’da bulunan 5 bin dönümlük kestane ormanlarını kapladı. Biz üreticiler olarak bu hastalığa çare bulunmasını istiyoruz. Bu arılar Uludağ’daki kestane ağaçlarının yüzde yirmisini 3 yılda kuruttu. Bu yıl ise 4’üncü senesi Uludağ’daki kestane ormanlarında ulaştıkları alan yüzde yetmiş. Bu arının ilacı yok, sadece bu arıyı yiyen bir arı çeşidi ile yok ediliyor. Geçen yıl bu katil arıları yiyen arılardan Uludağ’daki ormanlara 700 adet salındı. Ancak fayda etmedi. Tedbir alınmazsa önümüzdeki 3-4 yıl içinde Uludağ’da sonraki yıllarda ülkemizde kestane ve kestane balı kalmayacak. Acilen yetkililerin çare bulması lazım” dedi.
    http://www.hurriyet.com.tr/uludagda-gal-arisi-endisesi-40457818

  444. Kelime-i şehadet getirip, namaz kılıp, oruç tutup, zekat verip, hacca gidip, sonra da “ben müslüman değilim” diyen, veya her seçim ve referandumda oy kullanıp sonra her koşulda boykot tavrını savunarak boykota katılmayanları suçlayan birinin durumu ne ise bizim medeniyet karşıtlarının durumu da odur.

    Tabii asıl önemli olan bu değil. Ne mi? Medeni olmamak diye bir şeyin mümkün olmadığını, medeni olmadıklarını zannettikleri insanların da medeni olduğunu, “homo sapiens” denen canlı türünün ve başka benzer adlar taşıyan önceki atalarının hayvanlıktan çıkışla birlikte medenileştiğini, “medeni olmama”nın ancak insan dışındaki canlılar için söz konusu olabileceğini anlayamamaları tabii ki.

    (Bir ihtimal daha var. Doğru olmadığı apaçık ortada olan bu fikirlere kendilerinin de inanmamaları, ortalığı bu şekilde karıştırmakla ve muhataplarının dikkatlerini başka yöne çekerek meşgul etmekle uğraşan birer trol, hatta ajan olmaları ihtimali.)

  445. Necip ve Marksist argüman biraderler co. 🙂

  446. adı ağza alınması yasaklanan

    “Doğaya zarar veren sadece medeniyet, kapitalizm veya diğer insan ürünü sömürü sistemleri değil”
    Haklısınız doğaya karşı savaş açmalı.
    16-17. yüz yıllarda ilan edilen “Herkes birbirine karşı, Allah da herkese karşı”, yerine, “Herkes birbirine karşı, yeni allah Doğa da herkese karşı”, ilahilerini şakırdatmalıyız.
    Siz galiba sizi doyurup beyninizi boşaltanların Doğa’ya karşı girdikleri savaşın daha da şiddetlii olmasını istiyorsunuz.
    Unuttuğunuz küçük harflerle yazılanlar var. Bu savaşta tek kazananlar eski hatalarını düzeltmek için senin gibi hödükleri kandıran teknisyenler, endüstriler, devletler.

  447. 8 medeniyet 15 Mayıs 17
    Atatürk’den bu yana cahilliğin aşağılık duygusu içinde yaşayanlardan bir örnek.
    Cahillik ayıp değil, medeniyetin nimetlerinden yararlanmamak, cahil kalmak ayıp.
    Böyle şapşal şapşal konuşacağına biraz araştır.
    Medeniyet 7 bin yaşında, insanlar en az 2 milyon. Senin mavi gözlü sarışın süper ırkın ataları en fazla 100 bin yıllık, hatta son 4 yüz yıllık, hatta ve hatta Hitler sonrası (HS) yani 60-70 yıllık. Kültürler ise 2 milyon yıllık.
    Artı kör köre yol gösteriyor.
    “Homo sapien”: okul profesörlerinin böbürlenme niteliği olarak bilinir. Hatta senin gibi dahiler arttığı için bu da değiştirildi. Yeni bir alttakilerin kıçların gördükleri bir üst basamak eklendi. “Homo sapiens sapiens”
    Liste uzun.
    Homo Erectus; senin gibi ayakta uyuyanlar.
    Homo Faber: Emek’e tapanlar.
    Homo poeticus
    Homo religiosus
    Homo Ludens

    Mışıl mışıl uykular sayın paranoyak-hafiye dahi.

  448. En ilkel aletlerin bile medeniyet olduğunu inkar edenlere ne denir? Taş da, mızrak da, ateş de, hayvan postları da medeniyettir.

  449. Tutarlı kime denir?

    Medeniyet karşıtı düşünce[sizlik]lerini medeniyetin araçlarını kullanmadan başkalarına ulaştıramayana denir. Dumanla, ateşle [gerçi onlar da medeniyetin aracı] kendini ifade edemeyene denir.

    Gerçi oraya kadar gitmeye bile gerek yok. Bu tutarlıların kendilerini ifade için kullandıkları dil[ler] de, o dil[ler]deki kelimeler de medeniyetin bir aracı.

    Farzedelim medeniyet hayvanlıktan çıkışla değil de son birkaç bin yılda başladı [ki öyle değil], bu son birkaç bin yılda türeyen yüzbinlerce kelimeyi kullanmadan konuşmamaları da başka bir tutarlılıktır.

    Daha tutarlı olmak için hiç konuşmadan hayvanlar gibi sesler çıkararak kendilerini ifade etmeleri gerekirdi ama bu kadar tutarsızlık da olsun.

    Daha da tutarlı olmak için ilk tek hücreli canlıların hayatına geri dönmeleri gerekirdi. “En tutarlı” olmak için ise dünyada yaşamın ortaya çıkmadığı zamana dönüp yokluğu savunmaları gerekirdi. Ama buna gerek yok çünkü zaten yoklar. Yaşayan ölü gibi bir şeydir kendileri. Yere düşen taş misali anlamsız sesler çıkarıyorlar sadece. Taş gibi bilinçsiz varlıklar böyledir çünkü.

  450. Avustralya Türk Anarşistleri

    Avustralya Türk Anarşistlerinden Selamlar
    Sitenizin her türlü renkten ideolojilere yer vermesi hoş severliğe bir örnek olmalı.
    Tek bir konuda katkımız olacak.
    Bildiğiniz gibi buradaki yerlilere “aborigine”ler denilir. “Aborigine”lerin medeniyet öncesi insanlar olduğu, medeniyetin ilk defa Mezopotamya’da doğduğu artık tartışma götürmez bir gerçek olarak algılanır.
    Acaba bazı arkadaşlar “Aborigine” kültürüyle “Aborigine” medeniyetini mi karıştırıyorlar?
    Dandik vikipedi bile “Mezopotamya, bazı kaynaklarda medeniyetlerin beşiği olarak adlandırılır. “, der.

  451. İngiltere anarşitlerinden bir mesaj

    Avustralyalı arkadaşların yorumuna katılıyoruz. Medeniyetle kültürü karıştırmak hatalı.
    İlk medeniyetin Mezopotamya’da başladığı ve oradan önce Mısır, sonra Hindistan yayıldığı ve daha sonra da Avrasya steplerindeki çoban-göçebelerin Çin’e taşıdığı artık kesinlikle bilinmekte. Tartışma veya muğlak olan Orta Amerika ve Güney Amerika’ya da aynı şekilde yayılıp yayılmadığı.
    Oralara da “eski” dünyadan gittiğini savunanlar özellikle bazı reform yapmak isteyen sakallılar efsanelerine işaret ederler.
    Moctezuma’nın Cortez’e “sizi bekliyorduk”, dediğini artık bilmeyen kalmadı.
    Pasifik Okyanus’unda Amerika ile son derece gelişmiş ticaretin varlığı da artık su götürmez bir gerçek.
    Medeniyet/kültür ayırımını ciddiye almakta yarar olacağını sanıyoruz.
    Selamlar

  452. Medeniyet başka kültür başkaymış, ay kardeş ne kadar aydınlandık anlatamam. Bunca yıldır cahil kalmışsız. İkisi arasında galaksiler kadar mesafe var sanıyorduk halbuki. Bizi aydınlattığınız için ne kadar teşekkür etsek az.

  453. New York'dan Medeniyet Komedisine Katkı

    Şaka olsun diye sitenizdeki medeniyetle ilgili yazıları eğitimimi yaptığım New York’da, The New School for Social Research okul arkadaşlarıma çevirip aktardım, hayretten ağızları açık kaldı.
    Size aşağıdaki site ve sitedeki “A Brief History Of Slavery”, yazıyı göndermemde ısrar ettiler.
    Site adı : New Internationalist; Sayı: 337
    Site adresi: https://newint.org/features/2001/08/05/history/
    Yazıdan bir parça:
    Origins
    Slavery began with CIVILIZATION. For hunter-gatherers slaves would have been an unaffordable luxury – there wouldn’t have been enough food to go round. With the growth of cultivation, those defeated in warfare could be taken as slaves.
    Western slavery goes back 10,000 years to Mesopotamia, today’s Iraq, where a male slave was worth an orchard of date palms. Female slaves were called on for sexual services, gaining freedom only when their masters died.
    Kaba saba bir çeviri:
    Kölelik MEDENİYETLE başlar. Avcı-devşirici toplumlarda köleleri de doyurmak gerekeciğinden köle lüks olurdu. Tarımın ilerlemesiyle savaşta alınan esirler köle edilir.
    Batı köleciliği 10 bin yıl önce Mezopotamya’da başlar. Erkek kölelerin değeri bir hurma bahçesiydi. Sanırım kadın kölelerin akıbetini Batılılar, Türkler ve tüm dünya medenileri tahmin etmekte zorluk çekmezler.

  454. Necip buna ne der?

    İlhan Selçuk’tan;

    “Derler ki!
    1923 Devrimi’ne karşı dindarların tepkisi toplumda irticayı yaratmıştır. Dinciliğin ülkeyi sarması laik cumhuriyetin insanlar üzerindeki baskıları yüzündendir. Laikçilerin bağnazlığı ülkede İslamcılığı kışkırtıyor.
    Oysa irtica bu ülkede laik cumhuriyetten önce de baş belasıydı.
    Daha bu topraklar ‘vatan’ sayılmazken, ‘mülk’ün başında padişah ve halife hazretleri varken, şeyhülislam fetva verirken, kadılar şeriat ahkâmı üzerine kulları yargılarken, Dersaadet’te irtica ortalığı kasıp kavurur, padişahı tahttan indirir, sadrazamların kellesini alır, her türlü yenilik hareketine karşı çıkardı.”

  455. 15 mayıs 2017 sultangazi olayları

    “16 nisan tarihinde suriyelilerin vatandaşlığına, parasız eğitim ve sağlık hizmeti almalarına, kamuda rahatça işe girmelerine % 61 ile evet demiş sultangazi’de yaşanan “tatsızlık”. daha durun, başkanlık tipi demokrasinden daha çook faydalar göreceksiniz!”
    https://eksisozluk.com/entry/68159789

    “bunlara sorsan islam birliği forever, araplar aslında bizi satmamıştı, müslüman kardeşlerimiz, gavurlar ölsün falan sayıklar. e güzel abim al sana arap, al sana müslüman.”
    “evet bunlar iyi günlerimiz. senin o müslüman kardeşlerin polisin ya da mahalleden topladığın arkadaşlarının zaptedemeyeceği hale de gelecek, daha onlar yüzünden mahalleni falan terk edeceksin. bekle kardeşim bekle sen.”
    https://eksisozluk.com/entry/68160508

  456. Kongre’den Trump’a son dakika Erdoğan mektubu

    Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Washington ziyareti öncesinde ABD Kongresi’nde bir grup Cumhuriyetçi ve Demokrat, Başkan Donald Trump’a Türkiye’ye dönük uyarı ve talepler için bir mektup imzaladı. Ohio’lu Cumhuriyetçi Kongre üyesi Bill Johnson ve Illinois’li Demokrat Kongre Üyesi Brad Schneider’ın kaleme aldığı mektubun içeriği üzerinde iki parti de anlaştı. Mektubu imzalayan kongre üyelerinin sayısı Erdoğan’ın Washington’a geldiği Pazartesi akşamı itibarıyla 62 olmuştu.

    Başkan Trump’a hitaben yazılan ve Dışişleri Bakanı Rex Tillleson’a da gönderilecek olan mektubun içeriği şöyle:

    ÖNCELİK VERMENİZ GEREKEN KONULAR BU MEKTUPTA

    – Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı karşılamaya hazırlandığınız şu günlerde Türkiye’deki demokratik değerlerin dramatik olarak gerilemesinden ve insan haklarının uğradığı erozyondan duyduğumuz rahatsızlığı dile getirmek için size yazıyoruz. Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşmenizde şu konulara öncelik vermenizde ısrarlıyız.

    – Türkiye’nin demokratik kimliği uzun yıllardır Türk-Amerikan ilişkilerinin ve bu ülkenin bölgedeki rolünün bir parçası. Türkiye NATO ittifakına ilk çok partili seçimlerinin yapıldığı yıldan iki yıl sonra 1952’de katıldı. Türkiye’nin demokrasisi hem ittifak için önemli bir güç, hem de Balkanlar ve Ortadoğu’da istikrar kaynağı oldu.

    MAHKEMELERİ KULLANARAK İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNÜ BOĞDULAR

    – Ancak son yıllarda Erdoğan ve yandaşları, ifade özgürlüğü gibi temel hakları boğmak ve demokratik olmayan eylemlerine her türlü muhalefeti engellemek için mahkemeleri kullanarak hukukun üstünlüğüne yönelik saldırılarını sürdürüyor. Binlerce Türkü – özellikle de gazetecileri – hapse attılar ve kendi vatandaşlarını – hatta ülkedeki Amerikalıları – kendi geleceklerinden korkan bir duruma soktular.

    REFERANDUM ŞEFFAFLIKTAN UZAK BİR ORTAMDA YAPILDI

    – Erdoğan’ın demokratik kurumları hepten zayıflatması için temel oluşturan ve şeffaflıktan uzak olarak gerçekleştirilen son anayasa referandumundan özel olarak endişeliyiz. Referandum medya ve sivil toplumdan eleştirel seslerin hapse atıldığı, medya üzerinde sıkı kontrollerin uygulandığı bir olağanüstü hal altında yapıldı. Referandumun meşruiyetini izlemekle görevli AGİT’in seçim gözlemcileri, yaygın biçimde usulsüzlük tespit ettiler.

    – Türk medyası Erdoğan hükümetinin sansürüne ve sindirme çabalarına maruz kalırken gazeteciler hedef alıyor. Sınırsız Gazeteciler Örgütü’nün 2017 dünya basın endeksinde Türkiye 180 ülke arasında 155 sırada yer alarak dünyanın basın özgürlüklerinde en kötü ülkeleri arasına girdi. Uluslararası Af Örgütü verilerine göre 120 gazeteci hapiste ve 150’den fazla medya kuruluşu güç kullanılarak kapatıldı.

    MUHALİF SİYASETÇİLER HAPİSTE

    – Hükümet terörle mücadele adı altında siyasi muhalefet gruplarına ve etnik Kürtlerin de aralarında olduğu azınlık topluluklarına yönelik doğrudan tehditlerini arttırdı. Muhalif siyasi parti liderleri ve milletvekilleri hapse atıldılar. Medya haberlerine göre 16 Nisan referandumundan sonra da hükümet bu gruplara yönelik baskılarını sürdürdü.

    ABD’NİN ÖNCELİĞİ DEMOKRATİK DEĞERLER VE İNSAN HAKLARI OLMALI

    Türk-Amerikan ilişkileri böylesine kritik bir andan geçerken ABD Türkiye’deki demokratik değerlere ve insan haklarına saygının desteklenmesi noktasında samimi ve kararlı davranmalıdır. Bu hem Türkiye’nin kendi geleceği hem de ABD ve NATO’nun bölgedeki uzun vadeli çıkarları için gereklidir. O nedenle de Türkiye’nin demokrasisini hem Cumhurbaşkanı Erdoğan ile yapacağınız görüşmenin hem de ABD’nin ondan sonraki süreçte Türkiye politikasının önceliği haline getirmenizi bekliyoruz.

    http://www.hurriyet.com.tr/kongreden-trumpa-son-dakika-erdogan-mektubu-40459187

  457. marxist argüman

    modern ulus-devlet ve milliyetcilik/irkcilik

    irkcilik illeti/virüsü günzileli.com’a da bula$ti

    18 nolu “irkci kemalist”e cevap

    suriye’li mülteciler sorununda chp’li kemalistlerin irkci/ayrimci/di$layici demeclerini basin da ara sira okuyoruz.

    buna kar$ilik akp’lilerin bu konuda daha az irkci bir tavir takindiklarini da gözlemlemek mümkün.

    1. irkcilik illetinin üredigi kaynak modern ulus-devlet ve ulus-devletin ulusalcilik/milliyetcilik ideolojisi/fikridir.

    2. “yerli”-“yabanci” kategorileri de yine siyasi kategorilerdir: türk uyruklu-yabanci uyruklu gibi.

    irk/ulus/millet fikrinin/ideolojisinin henüz var olmadigi eski zamanlarda egemenlerin/devletin insanlari tasnif etme ölcüsü daha cok din/inanc idi: müslim-gayri müslim gibi

    günümüz modern ulus devletlerinin insan tasnifinde kullanilan en yaygin ölcü ise vatanda$lik’tir.

    i$te yukarda ek$i sözlükten alinti yapan irkci kemalist yorumcu da devletin “(ayricalikli) yerli-yabanci” siniflandirmasini icselle$tirmi$; yasal hak bakimindan gercekten var olan bu siyasi ayrimi bu irkci kemalist türk vatanda$i “ben birinci sinif vatanda$im, suriyeliler de ikinci sinif” seklinde benimsemi$ ve bu baki$ acisi ile meseleye baktigi belli oluyor.

    3. chp’li kemalist türkcüler/irkcilar ile akp’li islamci türkcülerin/irkcilarin ayrildigi noktalardan biri de bilindigi gibi islam dini ve din’in toplum hayatinda ve devlet i$leyi$inde oynamasi gereken rol.

    kemalistler yüzleri batiya dönük laikler, islamcilar da yüzleri doguya dönük islamcilar olduklari icin, islam dininin yayildigi arap cografyasina/araplara islamcilar sempatiyle bakarken, kemalistler nefret ve tiksintiyle bakarlar.

    ek$i sözlükte ki alintida okudugumuz gibi, kemalistler “araplardan neden nefret etmemiz gerekiyor” seklinde ki irkciliklarini gerekcelendirirken, “bu araplar osmaliya ihanet ettiler” argümanini da kullanirlar. (dikkat edilirse, i$ araplari irkci a$agilamaya gelince kemalistler de osmanlici kesiliveriyorlar)

    4. suriye’li mültecilere yönelik kemalistlerin bu irkci yakla$iminin sebepleri:

    birincisi, yukarda söz ettigimiz olgu: kemalistlerin din’e ve bu dinin, islam’in dogdugu arap cografyasina olumsuz baki$ acilari: “tarihi/kültürel/laik refleks”

    jöntürkler/kemalistler, kapitalist batinin maddi zenginligine ve teknolojik geli$imine gipta ile bakan devlet adamlari olduklari icin, araplarin bati ile kar$ila$tirildiginda ayni konuda ki “zayif” konumunu “gerilik” olarak damgalayip, araplara ait ne varsa red etme tutumu takinmi$lardir.

    birde chp’li kemalist irkcilarin farkinda olduklari $u siyasi hesap var: suriyeli mülteciler zaten cogu sunni müslüman, yani düsünce olarak akp’ye yakinlar; e birde akp bunlara vatanda$lik falan verirse, bunlar minnettarlik duygusundan dolayi fanatik akp’li olurlar, yani bunlardan/suriyelilerden chp’ye ekmek/oy cikmaz.

    ikincisi, akp iktidari suriye ic savasinin aktif taraflarindan biridir; dahasi akp iktidari suriye’de ki ic sava$i, sunni cihatcilara her türlü lojistik destek vermek suretiyle körükleyen bir konumdadir.

    akp’liler suriye ic savasinda kendi katkilarini bildikleri icin suriyeli mültecilere kemalistlere oranla daha “anlayi$li” yakla$iyorlar.

    ayni $ekilde akp’liler suriyeli mültecileri t.c.’nin de ba$rollerde oldugu suriyede ki emperyalist vekalet sava$inin kurbanlari olarak degil de, “zalim esed rejiminin” kurbanlari olarak gördükleri icin daha “töleransli” davraniyorlar.

    parantez aciyorum, kendilerine “anar$ist” etiketi yapi$tiran ve bu sitede yorum yazan dünyaya dagilmi$ türk anar$istlerinin medeniyet/kültür temali “geyik muhabbetine” dikkatleri cekmek istiyorum.

    medeniyet/kültür kavramlari o kadar soyut kavramlar ki, herkes bu kavramlardan farkli $eyler anliyor.

    bundan dolayi böylesi soyut kavramlarla yapilan fikir tarti$malari laf olsun torba dolsun; maksat muhabbet olsun’dan öte bir anlam ifade etmez.

    en ba$ta “ba$ anar$ist” zileli olmak üzere, kendilerini “anar$ist” olarak tanimlayan insanlarin neden dünyayi anlamktan aciz olduklari; neden akil be$ kari$ havada ayaklar yerden kesik bir vaziyette dola$tiklari sorusunun cevaplarindan birisi: “özgürlük”, “e$itlik”, “medeniyet” gibi soyut kavramlarla düsündükleri icin.

  458. marxist argüman

    modern kapitalist dünyanin tanrisi “para”

    kapitalizmin tanrisi “para”nin insanlari aptalla$tiran etkileri ve bu durumun prototipi necip

    türk milliyetcisi/muhafazakari necip’in deli sacmalari

    necip yukarda ki yorumlarindan birinde “türk istiklal harbinin i$$iz kalan subaylar yaptilar” $eklinde bir$eyler yazmi$.

    yine necip’in kürt sorunu gibi ulusal sorunlari yüzde yüz ekonomik bir sorun olarak gören baki$ acisini daha önceden yazdiklarinda biliyoruz.

    yine yukarda ki yorumda “ABD saddam rejimini devirince baasci subaylar i$$iz/parasiz kaldilar; ABD’de de bunlari bir araya getirip i$id’i kurdu” anlaminda bir$eyle yazmi$ necip.

    böylesi bir baki$ acisi aptalca oldugu gibi, sözkonusu bu fikir sahibinin dünyaya sadece “para/maddiyat” penceresinden baktigini da gösteriyor.

    “ba$ta mustafa kemal olmak üzere, türk subaylari i$lerinden ve maa$larindan olunca istiklal harbine giri$tiler” $eklinde ki bir iddia “t. erdogan yapacak ba$ka i$ bulamayinca t.c. cumhurba$kani oldu; a. öcalan ve arkada$lari i$$iz gücsüz dolanirken, can SIKINTISINDAN pkk diye bir ulusal örgüt kurdular” vs. gibi deli sacmasi iddialarla ayni anlama gelir.

    1. istiklal harbi denilen $ey sava$tir ve sava$ta kimin ölüp kimin kalacaginin, kazanilip kazanilmayacaginin garantisi yoktur. patron necip kapitalist i$ yatirimi yapmak ile sava$ yapmayi ayni $eyler saniyor.

    2. dünyada olan biten her$eyin merkezinde kapitalizmin tanrisi parayi gören bu mantik, örnek, ulusalci ya da dini ideolojinin, fikrin insanlari nasil seferber edebildildigini; diyelim ki “vatanseverligi” benimsemi$ bir insanin hicbir maddi hesap yapmadan ölmeyi ve öldürmeyi de göze aldigini; yine “cihat” ve “cennet” fikrine inanan bir insanin da ayni $ekilde yerine göre hicbir maddi hesap yapmadan gözünü kirpmadan öldürdügünü ve gözünü kirpmadan ölüme gittigini biliyoruz.

    ba$ka türlü, i$id, hamas gibi cihatci örgütlerin, pkk gibi ulusal örgütlerin intihar eylemcilerinin eylemlerini nasil aciklayacagiz?

    intihar eylemiyle hayatina son veren birinin eylemini maddiyatla, parayla aciklamaya kalkmak sacmalik, aptallik degilse nedir?

    1. ve 2. dünya sava$larinda oldugu gibi “vatan, millet” diyerek kar$ilikli olarak birbirlerini bogazlayan milyonlarca insanin eylemlerini maddiyatla, parayla aciklamaya kalkmak sacmalik ve aptallik degilse, nedir?

    1. ve 2. dünya sava$larinin aktörleri olan devletlerin ve devlet adamlarinin güc, hakimiyet, zenginlik hesaplarini biliyoruz fakat, cephelerde “kanonenfutter/top yemi/cannon fodder” olarak birbirlerini bogazlayan, ölen ve sakat kalan milyonlarca askeri sava$maya motive/ikna eden olgu “ulus/millet/vatan” ideolojisi/fikri degil midir?

    arap milliyetcileri olan baasci subaylarin ABD’nin irak i$galinden sonra ABD’nin cikarlari icin sava$mak orda kalsin, en azindan bir kisminin ABD’yi i$galci güc olarak görüp ABD’ye kar$i gerilla sava$i $eklinde mücedeleye devam ettiklerini biliyoruz.

    i$id’e katilan eski baasci subaylarda ayni $ekilde ABD’nin arap/müslüman cografyasinda ki i$gal ve yikimina tepki duyan arap milliyetcileridir.

    i$id, milliyetci baas ideolojisini yanli$ ve yetersiz bulup bunun yerine “cihatci” dini ideolojiyi ikame etmi$tir.

    gel ki sen bu durumlari kendi kücük dünyasinda ya$ayan ve kapitalizmin tanrisi parayi tanri olarak kutsami$ necip gibilerine anlatasin.

  459. Fuzuli “diskur”lardan [Necip’in kulakları çınlasın] birini daha okuduk yukarıda.

  460. Yukarıdakine bir ek:
    Bu tür “diskur”ların sahiplerinin fuzuli bir şekilde kendi enerjilerini tüketmelerini seyretmek çok eğlenceli aslında. Bu kadar enerjiyi nereden buluyorlar o da ayrı bir merak konusu.

  461. “İlhan Selçuk’tan;”

    Ilhan Selcuk, benim gozumde, hicbir zaman bir filozof (bir felsefeci; konunun derununa inip inceleyebilen birisi) olmadi.

    Tersine, ‘Balkan Oligarsisi’nin murekkep yalamis bir propoganda militaniydi hep. Kilic Ali’nin gazeteci versiyonu da diyebilirim.

    Yukarida yazdiklari icinde dogrular yok mu? Var tabii ki.

    Evet, Osmanli’nin duraklama ve gerileme doneminde, cikarlarina aykiri oldugunu dusunerek yeniliklere karsi cikanlar olmustur. ‘Kadim dogru’lardan sapildigi icin zarar gorduklerini dusunenler, ‘kadim dogru’lara tekrar donulmesi talebini dile getirmisler, hatta bu amacla ayaklanmislardir.

    ‘Kadim dogru’lari din ile irtibatlandirmis olmalari cok da onemli degildir aslinda. Mucadelenin kendisi bir cikar catismasidir: Bati’da ‘Luddism’ olarak bilinen hareketin bizdeki karsiligi yani.

    Bizdeki ‘Luddism’in adini ‘Irtica’ koymaga da cok itiraz etmem –sonucta, bir kavramin tercumesidir.

    Ama, bir ekonomik cikar catismasi olan, yansimalari da asayis problemi olan bir durumu, bir ideolojik projeymis gibi konumlandirmasi bence durustluk degil.

    Kendi amaclarina hizmet etmesi icin bunu yapmasi gerekiyordu tabii ki; ama, bizim bunu boyle –ve verili– kabul etmemiz gerekmiyor.

    ‘Luddism’ sadece o gunlere ait bir bakis acisi degil; bugun de var. Dahasi, ‘yapay zeka’ ve ‘drone’lar/robotlar baglaminda bakarsak, yakin gelecekte, oldukca sidettli bir ‘neo-Luddism’ dalgasi ile karsilacagimizi da soylemek mumkun.

    Bu tur seyler, cikarlarina halel getirdigi icin, yeniliklere karsi cikmak yeni bir sey degil. Sadece Osmanli’da gorulmus sey de degil.

    Dahasi, yukarida degindigim uzere, sadece gecmiste karsilasilan, artik karsilasilmayacak seyler de degil.

    Bu boyleyken, Ilhan Selcuk’un (daha dogrusu, ‘Balkan Oligarsisi’nin), duzeni bir darbe sonucu ele gecirmesini mesrulastirmak icin bu tur seyleri kullanmasi basit ve sufli bir el cabuklugudur bence.

  462. “bu araplar osmaliya ihanet ettiler”

    Su malum koruma kanunun kalmasini istemeyenleri de anliyorum, aslinda.

    Cunku, daha kalktigi gun, ‘Osmanliya ihanet edenler’in basinda kanunun koruma altina aldigi sahis ve zumrenin gorulmesi soz konusu olacak.

  463. “yine necip’in kürt sorunu gibi ulusal sorunlari yüzde yüz ekonomik bir sorun olarak gören baki$ acisini daha önceden yazdiklarinda biliyoruz.”

    ‘Ulusal sorun’… Hmm..

    Pek de severim boyle ‘grand’ terimleri..

    AB’nin dagitacak fonlari orasindan burasindan tasarken, bir tur ‘imparatorluk’ projesi olan AB’ye herkes katilmak isterken, lavas ufalinca, herkesin ufak ufak uzamak isteyisinin arkasinda ‘para’ ile temsil edilen seylerin olmadigini da soyleyeceksinizdir muhakkak.

    “‘ba$ta mustafa kemal olmak üzere, türk subaylari i$lerinden ve maa$larindan olunca istiklal harbine giri$tiler’ $eklinde ki bir iddia”

    Yok canim, sadece ‘para’ degil tabii ki. ‘Makam’ ve ‘mansip’ da onemlidir –ama, hepsi sonucta ayni kapiya cikar. ‘Para’ da ‘guc’u ve ‘iktidar’i temsilen kullandigimiz bir tabirdir sonucta.

    Aksini dusunuyorsaniz, Suriye cephesini niye yuzustu birakip gittigini –Istanbul’da hangi makama getirilmek icin yerinde lobi yapmak pesinde bunu yaptigini– filan aciklayacak bir seyleriniz vardir, eminim.

    Benzer sekilde, vatan-millet-Sakarya askiyla yanip tutusuldugu icin olsa gerek ki, Hint Muslumanlarindan gonderilen kulliyetli miktardaki altini Devlet Hazinesine devretmek yerine, kendi zimmetinde tutmus, ardindan da Is Bankasina kendi sahsi adina ortak olunmustur. Degil mi?

    ‘Bal tutan, parmak yalar’ lafini duymussunuzdur muhakkak.

    Orasi oyledir de, ‘parmak yalamak’ icin ‘bal tutmak’in bir onsart oldugunu gozardi ederseniz, lafin anlami kalmaz.

    Ote yandan, sizin su ‘duygusal Marxism’inize bayiliyorum.

    Bayiliyorum, cunku celiskili ve ariza tipleri oldum olasi sevimli buldum –huyum kurusun.

  464. Muğla'da tatil

    WHO employs 1,400 people, with an average salary of around $150,000 tax-free. For every $2 it spends on actual programmes, $8 goes on administration. WHO’s Geneva office produces over 100 million pages of reports annually!
    Dünya Sağlık Organizasyonu yıllık ortalama vergiden muaf geliri $150,000 bin dört yüz (1,400) kişi çalıştırır. Gerçek programlar için harcanan her $2 karşılığı $8 bürokratların cebine gider. Dünya Sağlık Organizasyonunun Cenevre ofisi her yıl 100 milyon sayfa rapor yayınlar.
    Yukarıdaki yazı ağlamak veya gülmektense, islamlık, laiklik, solculuk, anarşistlik, marksistlik, ekonomik, sosyolojik, özgürcülük, alevilik, kürtçülük, milliyetçilik gibi konuları kapsayan, Türkiye ve dünya durumunu inceleyen ciddi yazılar yazan bu site müdürü ve diğer yorumcuları hatırlattı.
    Ağlanacak veya gülünecek konuları bu sitede ciddi ciddi uslu uslu, uzun uzun, dallı budaklı yazanlar yeteneklerinin yatırımını yanlış yerde yapıyorlar gibi. Boş konuşmayla yılda vergisiz $150,000 kazanmak hiç de fena değil.
    Diğer yandan, modern çağlarda, artık ve özellikle okuyup yazma yayıldığından beri sorumlu ve bilgili VATANDAŞ olmak, entelektüeller, gazeteciler, televizyoncular, sosyal medya takipçileri ve okul profesörleri arasında zorunlu oldu diyebiliriz.

  465. “Çok ciddi ve temel bir sorun var. Demokratik güçler kastlara ayrılmıştır.
    Tıpkı Hindistan’ın veya Hinduizmin kast sistemi gibi bir durum vardır. Kastlar birbiriyle evlenemez, gen alışverişi yapmaz, her biri kendi içine kapalıdır ve bu kendi içine kapalı kastlar iş ve sınıf bölümüne dayanan daha büyük bir sistemi oluştururlar.
    Bugünün Türkiye’sinde sol veya demokrat denebilecek kesimlerin en büyük sorunu budur.
    Ortak bir gündem, kavramsal çerçeve, problematikler, dil yoktur.
    Tıpkı Kutsal kitapların anlattığı, Babil kulesini yapanların uğradığına; her birinin ayrı bir dil konuşmasına ve birbirini anlayamamasına benzer bir laneti üzerinde taşımaktadır.
    Örneğin demokratik özlemleri olan birçok kesim var.
    Sosyalistler, Kürt hareketi, Aleviler, “Laikler”, Müslümanlar, hatta kimi Kemalistler (Çünkü Atatürk’ü demokrat sanan ve böyle gördüğü için savunan çok geniş bir kesim de vardır.)
    Ancak bunların her birinin dili, problematikleri ayrıdır. Aynı özlemleri ifade etseler bile bunu anlama olanakları yoktur.
    Ama sadece bu kadar da değil.
    Bu ayrılığın çok ciddi bir sorun olduğuna ve aşılması için yolar aranması gerektiğine dair bir kavrayış da yoktur.
    Tıpkı kast sistemi içine doğan insanların onun dışında başka bir varoluş biçimi olabileceğini tahayyül bile edememeleri gibidir durum.
    Ama sadece bu kadar da değil.
    Bunların her biri içinde de daha alt kastlar bulunmaktadır.
    Örneğin sosyalistler yığınla örgütler ve bir kesim de örgütsüzlerden oluşmaktadır. Ama bunların hiç biri, diğerinin ne dediğine dikkat bile etmez, okumaz, izlemez, tartışmaz.
    Benzer durum farklı ölçülerde İslamcılar, Aleviler, “Laikler” vs. içinde de görülebilir.
    Bu, sorunun “manevi” denebilecek yanı, “üstyapısı”.
    Keşke bu kadar olsa.
    Ama bütün bu kesimlerin ortaklaşa izleyebileceği, ortaklaşa tartışabileceği, birbirini etkileyebileceği bir örgütsel yapı, bir yayın veya yayınlar manzumesi de yok.
    Yani “altyapı”, üstyapıdan da kötü.”

    “İşin kötüsü, bu kast yapısını yeniden üreten, hatta daha güçlendiren organizma da bizzat HDP ve HDK’dır.
    Çünkü bu örgütler, İslam’da veya eşit yurttaşlara dayanan demokrasilerde olduğu gibi, herkesin eşit bireyler olarak katıldığı bir yapıyı reddetmekte; yapılanma Hindistan’daki kastlar gibi veya Lübnan’daki gibi, “örgütsel temsil” üzerinden oluşmaktadır.
    Bu örgütler var olan öldürücü sistemi yeniden üretmektedir. Ve böylece Türkiye’deki demokratik hareketin önünü tıkamaktadır.
    Çünkü bu bileşenler, genç ve memnuniyetsiz kesimlerin mücadeleciliğini emerek ve bir süre sonra kendisine benzeterek, canlı ve dinamik bir demokratik hareketin oluşmasını engellemektedirler.
    Unutmayalım Gezi, bu hareketlere rağmen, doğmuştu.
    Türkiye sosyalist hareketi ve örgütleri küçük faydalarıyla kıyaslanmayacak ölüde büyük zarar vermektedirler demokratik bir hareketin oluşumuna.”

    Demir Küçükaydın / Hayır Meclisleri, HDP ve Kürt Özgürlük Hareketi
    https://demirden-kapilar.blogspot.com.tr/2017/05/hayr-meclisleri-hdp-ve-kurt-ozgurluk.html

  466. necip buraya banyo yapmaya geliyor…

    beyninde biriktirdiği pisliği döküyor…

    yıllardır biriktirdiği pislikler hiç kabuk bağlamadı mı…

    yoksa necipin bizzat kendisi mi mikrop…

  467. yerleri değişse ne değişir?

    Cumhurbaşkanı Kemal Kılıçdaroğlu, CHP lideri Recep Tayyip Erdoğan, MHP lideri Meral Akşener, MHP’den ihraç edilen muhalif milletvekili Devlet Bahçeli, eski FETÖ hükümlüsü İlker Başbuğ, Diyanet İşleri başkanı Hakan Fidan, MİT müsteşarı Mehmet Görmez, Oda Tv yazarı Halil Berktay, Serbestiyet sitesi yazarı Soner Yalçın…

  468. komedi/trajedi

    1. İslam/Mekke/Medine.
    2. Kapitalist-burjuvalar/Anarşistler ve Marksistler/Solcular ve devrimciler.
    1. ve 2. maddeler arasındaki benzerlikler ve farksız farklar.
    Benzerlikler:
    Kuran 74. suresinde “uyan ve uyar” , denir. Mekke’de Muahammed’e varan facebook, twitter ve sosyal medya sureleri hep Mekkelilerin soygunculuğu, gaddarlığı, tamahlığıyla ilgili. Bu emaillerin kökenini ahlaki ilkeler.
    Orta Çağ “kabusundan” çıkıp Antik Yunan meşalesiyle Aydınlık’a kavuşan ve dünyaya yayan kapitalist-burjuvalar da aydınlıkta uyandılar ve tüm dünyayı uyardılar.
    Anarşist-Marksist/Solcu-devrimciler de halkları ve emekçileri uyandırıp uyarmaya davet ettiler.
    Kapitalist-burjuvalar Aydınlık savunucuları hristiyan ahlakı yerine hümanist-bürokratik ahlak terennümleri yerleştirdiler.
    İyilik sever, iyi kalpli Anarşistler ve Marksistler/Solcular ve devrimciler Aydınlık savunucuları gibi uyarı ninnilerini mağdur halk, ezilen halk, sömürülen emekçiler, sömürü düzeni ve benzeri ahlaki nakaratlarla bestelediler.
    Farksız farklar:
    Medine’de Muahammed’e varan facebook, twitter ve sosyal medya sureleriyse hep Devlet kurma veya Siyasi Toplum yaratma sureleri.
    Marksist/Solcu-devrimciler başta Lenin, Stalin ve diğer yüce şefler Devlet’i ele geçirdiler.
    Eğer Lenin ve diğer pezevenkler olmasaydı Marksizm kimsenin duymadığı salt antikacı-tariçilerin konusu olurdu.
    Eğer tüccarlıkla pişmiş hilm sahibi Mekkeliler, aynı Lenin ve benzerleri gibi, Muhammed’in ölümüyle dağılan bu yeni dinde altın kaynağı görüp savaşın ticaretten çok ganimet getireceğini hissetmeselerdi, İslam da salt antikacı-tariçilerin konusu olurdu.
    Anarşistler hala kız oğlan kız. Şimdilik çeneleri düşük ve bakire olmanın semeresiyle geçinip ümit ticareti yapıyorlar. Bu bakire anarşistler, kapitalist-burjuvalar ve marksist/solcu-devrimcilerle her üçüne ortak olan temel ümidi olan bilim-teknik-endüstriye sarılırlar. Tek farksız farkları her dolandırıcı reklamcının iddiası: bizim malımız farklı olacak.

    Benzerliklerle farklı farksızlıklar bir yana, müslümanlar ve hristiyanlar cenneti ölümden sonrasına koymakla daha gerçekçi, daha realist bir tutum sergilerler.

  469. marxist argüman

    “türk” markali fa$izm ve militarizm

    perincekci/aydinlikci türk fa$istlerinin sava$ ve militarizm sevdasi

    perincekci türk fa$istlerinin gazetesi aydinlik’in kö$e yazari soner polat’tan alinti:

    “Bu harekâtta TSK kesin olarak ABD’nin kara gücünü vurmuştur. ABD’de kıyamet kopmasının nedeni de budur! ABD tankları bu nedenle namlularını Türkiye’ye çevirmiştir. Bu nedenle alelacele ABD, PYD’ye geri almamak üzere ağır silah verme kararı almıştır. Rusya’daki telaş ve paniğin nedeni de budur. İran da bu yüzden orta bir yol izlemektedir. Çünkü Batı emperyalizminin Ortadoğu’daki planlarını bozacak tek ülke, sanıldığı gibi Rusya ve İran değil, Türkiye’dir. Ne Rusya ne de İran ABD’ye karşı böyle cüretkâr bir girişimi aklının ucundan geçirebilir! Bunun tarihi bir arka planı vardır. O da milletlerin genetik kodlarında saklıdır!
    Devam eden bir Türk-Amerikan savaşıdır.

    VATAN SAVAŞI

    Türkiye emperyalist merkezlere karşı bir ölüm-kalım savaşı vermektedir. Bu savaşın seyri hem Türkiye’nin hem de bölgenin kaderini etkileyecektir. Bu savaşı sadece Türkiye direndiği takdirde emperyalist ülkeler kaybeder. Rusya ve İran bu savaşı etkileyebilir ama sonucunu değiştiremez! Kilit ve anahtar ülke Türkiye’dir. Rusya ve İran bu yalın gerçeği kavrayamazsa, çok acı çeker!”

    $imdi de perincekci türk fa$istlerinin yürüttükleri “vatan sava$i” hayali mi gercek mi, bunu anlamak icin t.c. ile ABD ili$kilerinin aktüel son haline bakalim:

    “Türk-Amerikan ilişkileri dün tarihi bir görüşmeye şahitlik etti. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ABD Başkanı Donald Trump ile bir araya geldi. Tarihi görüşme Bayaz Saray’da Oval Ofis’te gerçekleşti. Erdoğan, konakladığı Blair House’dan ayrılarak geldiği Beyaz Saray’da tören kıtası tarafından karşılandı. Makam aracından inişinde ABD Başkanı Trump ile tokalaşarak gazetecileri selamlayan Erdoğan, daha sonra şeref defterini imzaladı. Erdoğan ve Trump baş başa görüşmelerini gerçekleştirmek üzere Oval Ofis’e geçti.

    İLİŞKİLERİ GÜÇLENDİRECEĞİZ

    İki lider görüşme öncesinde basının karşısına geçerek samimi görüntüler verdi. Trump gazetecilere yaptığı açıklamada “Erdoğan’ı karşılamak bir onur. Uzun ve zorlu bir görüşmemiz olacak. Somut konular üzerinde bir görüşme yapacağız. Türkiye ile başarılı ve güçlü ilişkilerimiz var. Türkiye ile ilişkilerimizi daha da güçlendireceğiz” ifadelerini kullandı. İki lider ardından görüşmeye geçti. Yaklasık 20 dakika süren görüşmenin ardından iki lider basın karşısına geçti. İki lider de net mesajlar verdi. İlk olarak söz alan ABD Başkanı Trump özetle şunları kaydetti:

    AĞIRLAMAKTAN ONUR DUYDUM

    Erdoğan’ı Beyaz Saray’da ağırlamaktan onur duyuyoruz. Türk halkı ve Amerikan halkı onlarca yıllık müttefiktir. Türkiye komünizmle savaşta önemli bir ülkeydi. Sovyetlere karşı efsanevi bir varlık gösterdiler. Onların muhteşem cesareti Kore’deki bizim unutmadıklarımızdandır. Onların muhteşem cesaretlerini Kore’de gördük. Kore’deki savaştaki cesaretleri, bizim askerlerimizin unutmadığı şeylerdendir. McCarty, Türk askerlerinin şerefini ve cesaretini takdir etmiştir ve dünyanın en iyi askerlerinden olduğunu söylemişti. Şu anda terörle mücadelede ortak bir düşmanımız var ve beraber çalışmak istiyoruz.” (basin)

    “Trump: Erdoğan harika biri

    Almanya Başbakanı Merkel ile ABD Başkanı Trump’ın geçtiğimiz ay gerçekleştiği bir telefon görüşmesinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gündeme geldiği belirtildi. Trump’ın Merkel’e, Erdoğan’la ilgili “Harika bir adam” dediği öğrenildi. (basin)

    Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ABD Başkanı Donald Trump tarafından resmi törenle karşılandı.

    Cumhurbaşkanı Erdoğan, konakladığı Blair House’dan ayrılarak geldiği Beyaz Saray’da tören kıtası tarafından karşılandı.

    Makam aracından inişinde ABD Başkanı Trump ile tokalaşarak gazetecileri selamlayan Erdoğan, daha sonra şeref defterini imzaladı. (basin)

    “Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ABD Başkanı Donald Trump ile görüşmesinin ardından Twitter’dan paylaşımda bulundu.

    “Sayın Başkan’a misafirperverliğinden dolayı teşekkür ediyorum. Bugünkü görüşmemizin uzun süredir var olan ittifakımızı ve stratejik ortaklığımızı güçlendireceğine inanıyorum.” (basin)

    yukarda ki alintilardan da anla$ildigi üzere t.c. ile ABD’nin sava$ta olan iki devlet olmasi orda kalsin, tam tersine siyasi, diplomatik, askeri ve ekonomik ili$kilere sahip iki müttefik ülke.

    peki hal böyleyken aydinlikci türk fa$istlerinin sözünü ettikleri “vatan sava$i” kime kar$i veriliyor?

    cevap: kürtlere kar$i

    soru: peki t.c.’nin gercekte kürtlere kar$i yürüttügü sava$ neden ABD’ye kar$i verilen 2. vietnam sava$i gibi yansitiliyor?

    cevap: birincisi, kürtlerin aslinda cumhuriyetin kurulu$undan beri ulusal/kültürel hak ve siyasi statü talebi ile yürüttükleri “ulusal mücadele”, t.c. devleti ve türk fa$istleri tarafindan “terörizm” $eklinde damgalanarak, kürt ulusal mücadelesinin kültürel/siyasi icerigi böylece karartimi$/perdelenmi$ oluyor.

    kürtlerin mücadelesi hicbi siyasi, kültürel hak talebi ve statü ile alakasi olmayan ari duru bir “terör hareketi” olarak damgalandiktan/yansitildiktan sonra, $u propagandayi yapmak kolayla$iyor: “kürt” markali terörizm di$ güclerin, -örnek ABD’nin- ma$asi, projesidir. dolayisiyla kürtlerle mücadele ABD ve emperyalizm ile mücadele demektir.

    sonuc: t.c. devleti, kamuoyu ve türk fa$istlerinin kürt ulusal mücadelesini bitirme yöntemi kisaca $öyle oluyor: “bunlarin tek amaci, i$i gücü devletimizi/milletimizi terörize etmek, biz aslinda terör kurbaniyiz”

    ikincisi, t.c. devleti kuruldugundan beri nasil ki kürtleri “bölücü terör” olarak kategorize edip sava$ acmi$sa, ayni $eyi diger dünya devletlerinden de ve dünya lideri ABD’den de talep ediyor, yani “ben t.c. olarak kürtlere hangi muameleyi uygun buluyorsam siz de kürtlere o muameleyi yapacaksiniz” talebinde bulunuyor.

    t.c. gibi kapitalist devletler liginde 2. ligde oynayan devletlerin bu politikayi ba$ emperyalist ABD’den kopya ettiklerini biliyoruz.

    ABD’nin 11 eylül ikiz kuleler saldirilarindan sonra “islami terör” ile dünya capinda mücadele karari alip, diger bütün devletlere de “benim terörist muamelesi yaptigima sizde ayni muameleyi yapacaksiniz, dedigimi yapmayan devlete de terörist muamelesi yaparim, ona göre” demesini hatirlayalim.

    sözkonusu dünyanin $erifi ABD olunca, diger devletler biraz mirin kirin ettikten sonra hem korkudan hem de cikar hesabindan dolayi ABD’nin direktiflerine az cok uyuyorlar.

    fakat t.c. kalibresinde ki devletlerin amerikanvari talepleri fazla dikkate alinmaz.

    i$te aydinlikci türk fa$istlerinin “ABD ile vatan sava$i” dedikleri $ey, ABD’nin ortadogu’ya ayar verirken t.c.’nin cikarlarini yeterince dikkate almayi$i ve bundan kaynakli diplomatik bir takim gerginlik, kirginlik ve sitemlerden ibaret.

    yukarda belirttim, bu yöntemi t.c. gibi devletler ABD’den kopya ediyorlar.

    ABD’ye gösterilen türkcü tepkinin altinda yatan biraz da bu gercektir: sen ABD olarak “terörizm ile mücadelede” ayni yöntemi kullaninca gecerli oluyor da biz senin yaptigini yapinca neden dikkate almiyorsun?

  470. hileli referandum

    Son 6 yıldır Brezilya’da yaşamaktayım ve hileli referandum haberleri burada hayli yankı yaptı.
    Konuyu İnternet’de taradığımda bu sayfaya rastladım.
    Burada çok sayıda ilkel yerli aşiretler var. Brezilya devlet ve kurumlarının aşiretlere karşı tutumları, yabancı yatırımlar, maden ve kereste ve baraj inşaatı gibi çok sayıda günlük sorunlar haberlerde arasında yer alır. Birçok sayıda Sivil Toplum Örgütleri (İngilizce NGO) etkinlikleri de bu haberler arasındadır. Sitedeki medeni/ilkel ayırımı “tartışması” bu nedenden dikkatimi çekti.
    Bütün insanların medeni olduklarına katılıyorum. Aynı zamanda bu yerli aşiretlerin Brezilyalılar veya Türkler kadar medeni olmadıkları, Brezilyalılar ve Türklerin de Avrupalılar ve Amerikalılar kadar medeni olmadıkları apaçık. Hileli referandum buna bir örnek olabilir.
    Brezilya devleti bu aşiretlerden birine demokrasi aşılamak için yerlilerin kendi topraklarında maden çıkarma sorusunu referandumla kendilerinin karar vermesi yöntemine başvurdu.
    Ama okuma yazma bilmedikleri için oyları mavi ve kırmızıya boyadılar. Ancak bu yerliler arasında mavi iyi, kırmızı kötü olduğundan bütün oylar mavi çıktı! Mavi oylar maden çıkaranlara izin verme anlamına geldiğinden bu zavallı halk kendi kendine hileli bir referandum yaptı!

  471. marxist argüman

    islami asparagas: kürt ulusal mücadelesini “terörizm” olarak göstermek icin her yol mübah.

    “PKK ve DEAŞ ortak çalışıyor

    Sincar’da terör örgütü PKK saflarından ayrılan Ezidi teröristten çok çarpıcı iddialar geldi. Ezidi terörist, DEAŞ’lıların PKK kıyafetiyle kamplara geldiğini söyledi. Terörist, “PKK’nın, Şengal (Sincar) ilçe sınırlarında bazı bölgeleri ele geçirmek için DEAŞ ile anlaştığını farkettim. DEAŞ teröristleri birkaç defa PKK’lıların kıyafetiyle Şengal’deki askeri kamplarımıza geldi” dedi. (yeni $afak)

  472. marxist argüman

    erdogan islami rejimini sürdürecek dindar ve kindar nesiller yeti$tiriliyor: necip dedeleri ölmeden yerini dolduracaklar

    “Uşak’ta miniklere takkeli ve türbanlı eğitime soruşturma

    Uşak Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü, skandal görüntüler için soruşturma başlattı.

    Uşak Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü, 4- 6 yaş arasındaki çocukların takkeli, sarıklı ve türbanlı fotoğrafları ile camide imamın arkasında saf tuttukları fotoğrafları sosyal paylaşım sitesinde yayınlayan özel kreş ve gündüz bakımevi hakkında soruşturma başlattı.” (basin)

  473. Medeniyetin enstrümanlarını kullanarak kendi çalıp kendi oynayan medeniyet karşıtları. Size eşlik edecek kimse yok ne yazık ki.

  474. marxist argüman

    ABD: dünyanin payla$ilamayan sevgilisi; para, güc, son model öldürücü silah kimdeyse, benim gönlüm onda; benim gönlüm trump’ta!

    “Trump PYD’ye noktayı koydu

    ABD Başkanı Donald Trump, Suriye’nin kuzeyindeki politikasını belirledi, yeni süreçte PYD’ye yer yok, ABD Türkiye ile ortak hareket edecek.” (basin)

  475. marxist argüman

    ellere var da bize yok mu?

    demokrasi ile silah ve $iddet ili$kisi

    en ba$ta en geli$mi$ demokrasiler olan bati demokrasileri olmak üzere, demokratik dünya neden silahsiz yapamiyor?

    “demokratik kapitalist” düzeni sava$siz, $iddetsiz, sömürüsüz bir dünya olarak hayal eden zileli gibi demokrasi idealistlerinin dikkatine:

    global kapitalist dünya düzenin ne menem bir düzen oldugunu silah üretimi yari$i ve en etkili, en son model silahlari elde etmek icin yapilan kiyasiya yari$tan anlamak mümkün.

    “Türkiye’ye yok YPG’ye var

    Türkiye ile ABD arasında Rakka operasyonu gerekçesiyle YPG’nin silahlandırılması krizi sürerken farklı bir gerçek ortaya çıktı.

    ABD’nin YPG’ye vereceği belirtilen Javelin anti tank silahını daha önce Türkiye’ye vermediği ortaya çıktı. Javelin, zırhlı araçlara yönelik kullanılan silahların en iyisi olarak biliniyor ve ABD ordusunda kullanılıyor. Türkiye, Rakka harekâtının YPG ile yapılmaması konusunda müttefiği ABD’yi ikna edemezken örgüte ağır silahlar verilmesi farklı boyutlara ulaştı. Askeri kaynaklardan edinilen bilgiye göre ABD’nin YPG’ye vereceği söylenen Javelin, zırhlı araçlara yönelik kullanılan en etkili silah olarak biliniyor. Bu silahtan geçmişte Türkiye de edinmek istedi. Bu amaçla Türkiye’den bir heyet ABD’ye görüşmelerde bulunmak üzere gitti. Ancak görüşmelerde, Javelinlerin Türkiye’ye verilemeyeceği dile getirildi. Silahtaki satış engeli nedeniyle Türkiye bu silahı alamadı. Ancak gelinen aşamada, YPG unsurlarının IŞİD’e karşı kullanması için Javelin verileceği yönündeki haberlere herhangi bir yalanlama da gelmedi. IŞİD’in elinde çok sayıda zırhlı araç bulunmadığına dikkat çeken kaynaklar, “Var olanlar da kendilerince zırhlı hale getirdikleri birtakım araçlar. Bunlara karşı Javelin kullanmaya gerek yok” değerlendirmesini yapıyor. Lazer güdümlü olan ve personel tarafından taşınılabilen Javelin, “Fırlatunut” prensibine göre çalışıyor. Silah, bütün zırhlı kara araçları, düşük hızlı hava araçları, bina, siper ve koruganlara karşı kullanılabiliyor. Füzelerinin pahalı olması nedeniyle ABD ordusunun kritik noktalarda kullandığı Javelin, her türlü korumaya sahip bir tankı dahi imha edebiliyor.” (cumhuriyet)

  476. marxist argüman

    demokrasi cagi ve demokrasi ahmaklari

    dünyaya “demokrasi ve medeniyet perspektifiyle” ile baktigi belli olan 34 nolu yorumcudan alinti:

    “Bütün insanların medeni olduklarına katılıyorum. Aynı zamanda bu yerli aşiretlerin Brezilyalılar veya Türkler kadar medeni olmadıkları, Brezilyalılar ve Türklerin de Avrupalılar ve Amerikalılar kadar medeni olmadıkları apaçık. Hileli referandum buna bir örnek olabilir.
    Brezilya devleti bu aşiretlerden birine demokrasi aşılamak için yerlilerin kendi topraklarında maden çıkarma sorusunu referandumla kendilerinin karar vermesi yöntemine başvurdu.
    Ama okuma yazma bilmedikleri için oyları mavi ve kırmızıya boyadılar. Ancak bu yerliler arasında mavi iyi, kırmızı kötü olduğundan bütün oylar mavi çıktı! Mavi oylar maden çıkaranlara izin verme anlamına geldiğinden bu zavallı halk kendi kendine hileli bir referandum yaptı!”

    bu okuyucunun “medeni” olmanin olmanin ölcütü olarak kapitalist devletler hiyerar$isinde ki siralamayi ölcü aldigi belli oluyor: örnek ABD ve ardindan gelen AB ülkeleri en medeni toplumlar kabul ediliyor.

    birincisi, örnek ABD dünyanin en etkili ve en fazla atom ve nükleer silahlara sahip ülkesi.

    yine ABD atom bombasini kullanmi$ ilk ve tek devletidir.

    ABD’de de 1960’li yillara kadar siyahlar beyazlar tarafindan sokak ortasinda linc ediliyordu. siyahlara yönelik irkcilik hala devam ediyor.

    ABD birinci dünya sava$indan beri istisnasiz bütün sava$larda ba$rollerde.

    ABD’de hemen herkesin evinde silah vardir ve bahcesine girdi diye insan vurma vakalari amarikada siradan vaka sayilir vs.
    bu örnekleri cogaltabiliriz.

    ikincisi, hangi toplum oldugu fark etmez, her toplumda “medeni” insan da bol “öküz” insan da bol; egitimli insan da bol cahil insan da…vs.

    yani bu sitede ki yorumcularin düsünce, davrani$, bilgi, bilinc farklarindan da anla$ilacagi üzere yüzde yüz ayni tornadan cikmi$ ayni insan tiplerinden olu$an bir toplum dünyanin hicbir yerinde yok.

    sonuc: devletlerarasi kapitalist rekabette silah teknolojisi ve otomobil gibi ticari ürün olarak teknoloji ürünü mamül belirleyicidir.

    fakat ABD gibi devletlerin silah ve ticarette ki teknolojik üstünlügü, insanlarinin da daha “medeni, bilgili, görgülü, bilincli” oldugu anlamina gelmez.

    sonra, bu tür tarti$malarda somut kriterler olmadan tarti$mak zaman ve enerji kaybidir.

    mesela “medeni” olmanin kriterleri nelerdir?

    dini dogmalara iman etmi$ dindar bir insan mi daha medenidir, ateist bir insan mi?

    zengin ve ayricalikli olmanin avantajiyla daha iyi bir egitim ve ya$am standardina sahip bir insan mi daha medenidir, yoksa sene on iki ay, “ay sonu kira mi nasil ödeyecem” kaygisiyla bütün zaman ve enerjisini para pe$inde ko$turmakla geciren kit kanaat ya$ayan bir insan mi daha medenidir?

    son teknoloji ürünü bir sava$ ucagindan yerde ki hedefleri “akilli bombalarla” elini kana bulamadan imha eden bir sava$ pilot mu daha medenidir, yoksa esir aldigi kurbanini bicakla kesen i$id’li mi daha medenidir? vs. vs.

    yukarda ki demokrasi idealisti okuyucunun özellikle $u cümlesi dikkat cekici: “Brezilya devleti bu aşiretlerden birine demokrasi aşılamak için…”

    günümüz “demokrasi caginda”, demokratik egemenlik bicimini idealize eden “demokrasi ahmaklari” diye kategorize edebilecegimiz bu insanlar cogunlukta olduklari müddetce, ki cogunluktalar, demokratik egemenligin/demokratik devletin kilina zarar gelmez.

  477. “Mavi oylar maden çıkaranlara izin verme[k] anlamına geldiğinden bu zavallı halk kendi kendine hileli bir referandum yaptı!”

    O ‘zavallı halk’, ‘temiz hava, berrak su ve yemyesil ormanlar filan iyi-hos da, elde yok avucta yok; cakariz dogalligin da bu kadarina. Bizim beyaz adamdan ne eksigimiz var?’ demis olamazlar mi?

  478. marxist argüman

    32 nolu kendini bir bok sanan “küfürbaz deli”ye cevap:
    (necip’in sacmaliklarini ele$tirmekten gina gelmi$ken birde bu küfürbaz deli peydah oldu)

    tahir efendi lenin’e pezevenk demi$
    iltifati bu sözde zahirdir
    maliki mezhebim benim zira
    itikadimca pezevenk tahirdir

    senin yazdiklarindan cikan mesaj birincisi:

    “yalan dünya hersey bombo$
    hanci sarho$ yolcu sarho$”

    insanlara bu arabesk lakirdidan ba$ka söyleyecek bir $eyin yoksa yorum yazmana da gerek yok. burasi kendini jiletleyen müslümcülerin takildigi bir site degil.

    ikincisi, “ben kül yutmam” havalarinda $eyler yaziyorsun.

    “Eğer Lenin ve diğer pezevenkler olmasaydı Marksizm kimsenin duymadığı salt antikacı-tariçilerin konusu olurdu.
    Eğer tüccarlıkla pişmiş hilm sahibi Mekkeliler, aynı Lenin ve benzerleri gibi, Muhammed’in ölümüyle dağılan bu yeni dinde altın kaynağı görüp savaşın ticaretten çok ganimet getireceğini hissetmeselerdi, İslam da salt antikacı-tariçilerin konusu olurdu.”

    “eger falan $ey olmasaydi filan $ey olmazdi” $eklinde ki akil yürütmen: “halamin $eyi olsaydi amcam olurdu” akil yürütmesiyle ayni mantiktir.

    toplumsal meseleleri tarti$irken “hakem o penaltiyi verseydi o macin sonucu ba$ka olurdu” seklinde ki sacma sapan akil yürütmeyi bir hüner saniyorsun, öyle mi?

    “küfürbaz deli”, rusya’da devrim olmadan önce de marxizm bilinen ve tarti$ilan bir dü$ünceydi. lenin, marxizmi “fikirler tombalasindan” cekmedi; bilincli bir tercih sözkonusu. bu bir.

    ikincisi, senin yürüttügün aklin be$ para etmedigini $urdan anlayabiliriz: günümüzde marxist düsünceye kar$i kullanilan en yaygin argüman: real sosyalizm iflas etti; siz daha marxizmin neyini savunuyorsunuz, argümanidir.

    yani senin be$ para etmez akil yürütme yöntemini kullanirsak, senin vardigin sonucun tam tersine varmakta mümkün: real sosyalistlerin marxizm adina yaptiklari yanli$lar olmasaydi marxizm, senin deyiminle, bakire bir alternatif olarak bugün cok daha fazla taraftar bulabilirdi.

    bütün bunlar bir yana, senin yazdiklarin necip’in yazdiklariyla ayni kapiya cikiyor: dünya evvelden böyleydi, ebediyen de böyle kalacak; dünyayi dogal haline/aki$ina birakmak lazim.

    “küfürbaz deli”, sen mekke’yi, medine’yi, lenin, stalin’i gec, senin $u anda ki dünya hallerine dair insanlara söyleyecek bir $eylerin var mi yok mu?

    “falan umut tacirligi yapti, filan halki kandirdi” tarzi dedikodu, magazin di$inda, insanlara bilgi ve bilinc verme konusunda repertuarinda herhangi bir$ey var mi yok mu?

    “yalan dünya her$ey bombo$, hanci sarho$ yolcu sarho$”, bu arabesk mesaj di$inda insanlara söyleyecek bir $eyin yoksa, hangi timarhaneden/psikatriden kactiysan, oraya geri dön.

  479. Yüksek medeniyet Norveç'den

    37 Anonim 17 Mayıs 17
    “Medeniyetin enstrümanlarını kullanarak kendi çalıp kendi oynayan medeniyet karşıtları. Size eşlik edecek kimse yok ne yazık ki.”
    Sayın Düşünce Polisi Bey,
    Siz yoksa polislik diplomanızı eğitiminizi kendilerini anarşist diye satan aslı faşist ve eski Lenin-Stalinci olan beyinleri büyük çenesi düşüklerle dolu bu sitede yaparak mı aldınız?
    Önce üstünkörü bir göz atmayla gördüğüm 3 devasa beyinli, pireyi deve yapan Asil Bey, Düşünce Bey, Parlak Gün-eş Beyler sayfadan dışarı atlıyorlar. Bir de, tabii, dördüncü yeniden doğan marksizm esnafı marksistler var. Onlar gibi iş uzatımazsa senin gibi zavallılar anlamakta zorluk çekiyor. Sen her hangi bir resim tablosunu müzede görürsen yapanın büyük beyinli olduğunu hemen çakarsın, ama her hangi bir yerde görürsen şapşal şapşal bakarsın. Hatta bana yaptığın gibi işi polislik yapmakla kapatmaya çalışırsın.
    Önemli not: Üç silahşör ve dördüncüden daha da büyük beyinli BİLİM adamlarına göre beyin ölçüsü önemli değil (hiç değilse şimdilik).
    Dilin başlangıcını araştıran büyük beyinli Paleontoloji BİLİM adamları şöyle buyurdular:
    Senin gibi beyinsizlerin beyninin Broca kısmı sen konuştuğunda ağzının kaslarını, dilini, boğazını koordine eder. Wernicke kısmı dilin yapısı ve anlamını idare eder. Wernicke kısmı senin beynini yıkayan temizlik tozlarını algılayan ve bir araya getiren serebral “çağrışım alanına” yakındır. Daha ayrıntılı ifade edersem, çağrışım alanı, telefon ettiğinde seni güzel müziğe bağlar, televizyon önünde geviş getirdiğinde beyninde insanla yaşam arasında pezevenklik yapan ilim adamlarının yarattığı pisliklere baktırıp, “ah o güzel şeylere nasıl varırım” rüyalarına sürükler, beynini ambale eden haberlerle doldurur, her zaman sırıtan güzel genç kızlar ve her zaman sırıtan yakışıklı genç oğlanlar sergiler, son buzdolapları, son bilgisayarlar, zengin ve meşhurların yaşamı, insanları köle eden devlet adamların beyanları, ümit veren solcu nakaratları… saymakla bitmez medeniyet nimetlerini algılar. Sana yaşam hariç her şeyi veren bilgileri ayıklayıp sıralar. Senin gibileri, Montaign’nin dediği gibi, sözüm ona vahşilerden çok daha saldırgan yobaz eder. İkinci Dünya Savaşını başlatan senin gibi geri kalmış bir ülke polisinden çok daha medeni ve polisliği bilim-tekniğe şükür senden çok daha iyi beceren büyük büyük çok büyük beyinli Almanların inandıkları ve şimdi artık tüm dünyanın inandığı safsatası olan “bilim-teknikte ileriyse, her şeyde ileridir”, ilahileri.
    Neyse bu salakları taklit etmek bile sıkıcı, sadede döneyim.
    Dilin varlığı iki türlü anlatılır.
    1. Allah’ın işi. Son derece makul.
    2. Bu sitede okuduğum laik, materyalist, zamani, hacı hoca HİLESİ yutmaz, aydın, diplomasını aldığı İngiltereli sarışın mavi gözlünün kendine aşıladığı “hop diye” atlama veya mutasyon zıplamaları.
    Bu teoriye göre maçı zıplamayı yapanlar kazanırlar. Bu teori aslında çok eski bir teori olan Medeniyet Merdiveni’nin diğer bir sunuşu. Veya “Great Chain of Being”,
    Not: Lütfen sayın düşünce polisi, bırak ben de biraz büyük beyinlilik fiyakası yapayım. Hayatımın yüzde noksan beşi asıl medeniler arasında, merdivende hepinizden daha çok yukarıda geçti. Sizin özentisi içinde hayal ettiğiniz yüksek medeniyetlerin en üst basamağında ve sizler çok benzeyen kara cahiller arasında yaşadım. Sen basamak atlamak, kendini pazarda satmak istiyorsan, kendini bir doğal kaynak, bir yatırım aleti, bir maden olarak algılaman gerekecek. Boş konuşmakla olmuyor.
    Merdivenin en üst basamağında Amerika-Avrupa medeniyeti, en altta hala ormanlarda çıplak gezenlerin medeniyet. Türkler arada bir yerde. Önce Atatürk Türkleri bir basamak zıplattı. Şimdi Air-doğan, “evet, her şey Allah’ın elinde ama Allah bize akıl da vermiş”, marşıyla zıplatıyor. Sovyetler ve Çin örneği, daha ve daha yukarılara zıplamak isteyen anarşistler, marksistler, solcu devrimciler “lafla peynir gemisi yürütme” peşinde.
    Eğer bu sitede önünde eğildiğin bilim-teknik bilmeden bilim-tekniği savunan hödüklerin ne kadar cahil olduğunu göstermemi istiyorsan bana bir email at. Sana biraz bilim-teknik öğretirim. Sayfası 20 euro.
    Asıl nokta.
    İngiltereli mavi gözlü sarışının teorisinden ilham alanlara göre dil “tam” olarak ortaya çıkmadan önce 100 binlerce ve hatta milyonlarca yıl insanlar beyinlerine dili mümkün kılan kısımları, aynı ateş ve tekerlek gibi, geliştirdiler. Hipocambus, Thalamus, Amygdala, hypthalamus, parietal lobe, frontal lobe, temporal lobe, cerebellum, occipital lobe, … TUBETAK ve FACEİBOK bilgi ve araştırma merkezleri senin gibi boş konuşanları doldurucu kurumlar. Bir bakıver.
    Konuşma başlar başlamaz kazanan takımda senin gibi hayat kavgası askerleri, konuşan konuşma polisleri de fırlamaya başladı.
    Bir gün hakarete uğrayan biri dert yanar. Senin gibi konuşma polisi, “konuşarak konuşulan dili eleştiremezsin”, der.
    Şimdi yine bırak biraz senin gibi cahillerle alay edeyim. “Hakaret uğrayan taş atacağına hakaret atınca, medeniyetin temel taşını atar.” Sen okudukların geçen trene bakan inek gibi bakarak anlıyorsun.
    Medeniyetin eleştirisini yapan sayısız ve senin gibilerden ışık yılı kadar daha bilgili olanlar var.

  480. marxist argüman hacı hocalara cevap

    “yalan dünya her$ey bombo$, hanci sarho$ yolcu sarho$”, bu arabesk mesaj di$inda insanlara söyleyecek bir $eyin yoksa, hangi timarhaneden/psikatriden kactiysan, oraya geri dön.

    Sizin gibi insanlara ırkçı marksizmi yeniden diriltenleri tımarhaneye koymalı.
    Rusya uyandı, Çin uyandı, eski marksist-leninist-stalinistler uyandı sizde utanmak yok. Ancak sizin gibi sahtekarlar “İNSANLARA” şerbet dağıtır.

    Söyledikleriniz bir fıstık kabuğu bile doldurmaz, sizi ciddiye alanlar sizin gibi boş konuşan ideoloji tüccarları.

    Benim söylediklerimi okuyanlar köpek gibi saldırıyorlar. Demek ki insanları ilgilendiren bazı şeyler söylemişim. Öyle sananlar sizden daha enayi. Ben ne generalim, ne büyük bir iş adamı, ne cumhur başkanı, ne de sahte peygamber.

    İnsanlara mesaj verecek kadar sizin gibi deli değilim, kendimi sizin gibi dev aynasında görmüyorum.
    Ama kişi olarak size bir mesajım var. Pezevenklerin vaatlarini yutacağınıza hayatın kendisini yaşamayı arzu edin.
    Bırakın şu lağımlarda sürünenlerin kendi hallerini görüp kuduranların kral ve kraliçeleri taklidi yapmasını. İlk önce dünyayı gerçekten krallar ve imparatorlar değiştirdi, Çembersel zaman kavramından tarihle imgelenen değişen dünya kavranmını yautan salaklardansınız, hepsi o kadar.

    Yer ve gök yüzünde sizin taptığınız allah marksın aklından bile geçmiyecek kadar şeyler var. Bırakın şu yerlerde sürünmeyi, kıç yalamayı, bilgelik taslamayı. Bunlar insan düşmanlığının alet ve araçları, hödük efendiler.

  481. Oslo'dan hava haberleri

    Sayın 41 Asil, Necip Bey
    Evvelâ siz ahlâkiyun a’lem velakin âlemiyane ve âlemî dimağı müsmin, ulûmu fünuna, haşa huzurdan, bir hatırlatma.
    İngilzce’ye ermişliğiniz sizin ulvî ulema bir zat olduğunuza delalet ettiğinden eski kelime Al-Khwârizmî yerine “algorithm”ayı seçtim.
    1. Ekranın sağ altına bak veya bakr(bu arapça) ol;
    2. Orada yazdığınız dile göre klavye değiştirme imkanı var;
    3. Türkçe seç.
    Boş konuşmaların hoş ama olsun hiç değilse boş laf konuştuğun daha iyi anlaşılır.
    “Bizim beyaz adamdan ne eksigimiz var?”
    Bunu senin gibi merdivenin ortasında kalmış alçak olduğu bilinci genlerine işlenmiş Türkler ve aynu durumda olan diğer zavallı insanlar söyler. Bu yeni değil, zavallı ulvî ulema efendi, her çalışma yerinde kölelileştirilmiş ücret emekçisi aynı ilahileri tekrarlar durur. Kendinde, kendine emir veren, kıçını yaladığı patronundan eksik bir şey göremez.
    Belki tek ümidimiz de bu. Herkes senin gibi yaladığını lezzetli bulmuyor.

  482. Şu yazdığın bilgisayar medeniyet değil mi be adam? Yılan kendi eğriliğini bilmez, deveye boynun eğri der.

  483. o ‘deli’ dediğin kişinin tecâhül-i âriflerini anlayabilecek kapasite yok sende karlist argüman. sen yine ishal s*çmığı gibi yazmaya devam et, okuyan vardır belki. zaten zilelinin sitesini helâ çukuruna çevirdin, yaydığın kokudan geçilemiyor…

  484. Marksist Argüman ve beyaz yakalı anarşist arkadaşların antikapitalizmi bile bu şizofrenin ipe sapa gelmez saçmalıklarıyla karşılaştırıldığında çok daha gerçekçi ve uygulanabilir bir düşüncedir. En azından onların çoğu tespitleri doğru. Eleştiriye bu kadar kapalı olmadıklarından kendileriyle bir şeyler tartışılabiliyor.

  485. "O da deve yerine Toyota kullanıyor"

    “Siz eve ayakkabıyla girmeyi modernlik, biz rezillik sayarız. Siz şarabin tadını, markasını, biz Yunus’un, Mevlana’nın abı hayatını konuşuruz. Siz kruvasan ve kahve ile kahvaltı yaparsınız, biz peynir ekmek, tahin helvası yeriz. Siz Fransız peyniri Rokforu, biz Van otlu peynirini severiz. Siz evde kedi, köpek besler, çocuklarınıza ‘hamster’ı sevdirmeye çalışırsınız, biz dini imanı bütün çocuk besleriz, evde hamstergörüldü mü, necis diye annemiz süpürgenin sapıyla kafasına vurur.”
    Anladığım kadarıyla bu mısraların yazarı gavur icadının her türlüsüne karşı, geleneğin saf halini savunuyor, bunda ahlaki bir değer görüyor. Öyleyse ceketi, kravatı, kanapeyi, tül perdeyi, saati ve gözlüğü de atmak gerekmez mi? Çorapta ve çorap kokulu Van peynirinde stop etmenin mantığı ne?
    Tutarlı olmak istiyorsan ve cesaretin varsa sonuna kadar git bakalım. Ötekiler hiç olmazsa entelektüel anlamda daha dürüst. Ben eslafı takip edeceğim diyor, sakalının kesiminden, kılıcının kavsine kadar o yolda gitmeye gayret ediyor. O da deve yerine Toyota kullanıyor gerçi, ama mesela kafa kesme sevdasında 1400 yıl önceki rol modellerine bizim tatlı su muhafazakârlarından daha sadık.
    Biri cesur, biri korkak. Başka fark görüyor musunuz siz orada?
    http://nisanyan1.blogspot.com.tr/2014/10/geleneksel-turkiye.html

    “Neden bu dinci okullardan çıkan gençlerin büyük bir çoğunluğu gördükleri öğrenimle ilgili görevler almazlar? …Neden Avrupa uygarlığına karşı çıkarken hep Avrupa’ya el açarlar, oradan getirilen araçları-gereçleri kullanırlar, neden hep “dolar”, “mark” gibi Hıristiyan akçalarını çok severler? …Neden, Peygamber’in yaşadığı çağda, şu “asr-ı saadet” denen mutluluk döneminde olduğu gibi, Hacca deveyle, atla gitmezler de hep uçak, taşıt, özellikle “Mercedes” gibi çağdaş araçları yeğlerler?”
    https://issuu.com/sacittademir/docs/__smet_zeki_ey__bo__lu_-___slamda_b

  486. ” 3. Türkçe seç.”

    Bos zamanlarimda, yani bos gecmesine goz yumdugum zamanlarda, burada sizin gibi muhim sahsiyetlerle musafehe eyliyor olsam da, sair ve faideli isler icin sarf ettigim zamanlarimda bilgisayarimda program/yazilim gelistirdigim icin, daha uygun/verimli buldugum ozel bir klavye kullaniyorum. [ http://www.maltron.com/uploads/6/1/2/5/61250099/s975165200556924565_p20_i2_w640.jpeg ]

    O yuzden, algo’nuzu not etmekle beraber, malesef tatbik etmek gibi bir niyetim yok. Fakat, bu, sizi, ileride de, boyle gereksiz onerilerde bulunmaktan alikoymaz umarim.

    Yazdiklarimi okumak size sorun yaratiyorsa, okumak zorunda olmadiginizi hatirlatmak isterim.

    Diger yazdiklariniza gelince.. Bir anlam butunlugu sagladiginizi dusundugum zaman cevap vermege deger bulacagima emin olabilirsiniz.

  487. marxist argüman

    dikkat! dikkat! delidir ne yapsa yeridir!

    bakirköy ruh ve sinir hastaliklari hastenemizin kapali bölümünden kendini ahir zaman peygamberi sanan azili ve küfürbaz bir deli tünel kazarak firar etmi$tir.

    hal, hareket ve küfürleriyle umutsuz vaka psikolojik bir deli oldugu her halinden belli olan bu $ahsin serseri mayin gibi kime nerde carpacagi belli olmadigi icin, tüm vatanda$larimizi dikkatli olmalari konusunda uyariyoruz.

    sözkonusu azgin deli en son günzileli.com sitesinde “küfürname” yazarken tespit edilmi$, fakat derdest edilmeden izini tekrar kabettirmeyi ba$armi$tir.

    bakirköy ruh ve sinir hastaiklari hastenesi

  488. marxist argüman

    günzileli.com’u timarhaneye ceviren küfürbaz deli

    sana daha önce yaptigim cagriyi yineliyorum: bakirköy’e, yuvana geri dön; kendi ayaginla gittin birligine teslim oldun oldun, olmadin seni bizzat ben götürüp teslim edecem.

    bakirköy timarhanesi günzileli.com’a ilan vermi$, her tarafta seni ariyorlar.

  489. marxist argüman

    kapitalist hayaller

    “Bakın hala yerli otomobil konusunda istediğimiz yere varamadık. Dünya çapında bilinen markalara ihtiyacımız var. Yerli otomobil konusunda adım atılmaması düşündürücü. TÜSİAD üyelerinden cesaretli adımlar bekliyoruz. Şu salondan babayiğit çıkmıyorsa dükkanı kapatalım.” (t. erdogan)

  490. marxist argüman

    demokrasi menüsü: olaganüstü demokrasi ve olagan demokrasi

    “olaganüstü hal” (OHAL) oldu “olagan hal”

    “OHAL konusundaki endişelerinizi ben anlamakta zorlanıyorum. Şu ana kadar bizim sanayicilerimizin, iş adamlarımızın neyini engelledi OHAL? Eğer OHAL, bizim sanayicilerimizin, iş adamlarımızın işlerini engelliyorsa oturur konuşuruz.
    Biz göreve geldiğimizde Güneydoğu’da yine OHAL vardı, ama orada sıkıntı vardı. Oradaki vatandaşlarımız ‘OHAL’i kaldırın’ dediklerinde haklı olduklarını gördüm ve kaldırdık. Ancak şu anki OHAL, Türkiye’deki işlerin sağlıklı yürütülmesi konusunda atılmış bir adımdır.” (t. erdogan)

  491. marxist argüman

    (burjuva) devletin en muteber vatanda$lari: i$adamlari/kapitalistler

    “Artık Türkiye’de hiçbir şey eskisi gibi yürümeyecek. Demokraside ve ekonomide yeni bir atılım döneminin hazırlıklarını yapıyoruz. Çalışan üreten yenilik peşinde olan girişimcilerimiz yeni dönemin en muteber insanları olacak. TÜSİAD’ın milli ve yapıcı rolü oynayacağına inanıyorum.” (t. erdogan)

  492. marxist argüman

    huzurlu türkiye

    OHAL ile gelen “mezarlik huzuru”

    “Herşey huzura, refaha kavuşmadan OHAL’i kaldıramayız.” (t. erdogan)

  493. marxist argüman

    o bir efsane, bir marka

    “erdogan”: devlet teröründe “dünya markasi”

    “Amerikan haber dergisi Newsweek beyaz bir polis memurunun siyahi genci öldürmesiyle ilgili açılan soruşturmaya dair haberinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın görselini kullandı.” (basin)

  494. marxist argüman

    kürtlere yönelik türk irkciligi SINIR tanimiyor: vurun kürtlere!

    “McCain’den çağrı: Türkiye’nin ABD’deki büyükelçisini kapı dışarı edelim

    koruma saldiriCumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ABD ziyareti sırasında Washington’daki Türkiye elçiliği önünde göstericiler arasında çıkan ve Erdoğan’ın korumalarının da karıştığı olayın ardından ABD’den yükselen tepkilere Cumhuriyetçi senatör John McCain de katıldı.

    ABD basınında Erdoğan’ın ziyaretinden daha fazla ses getiren kavgada Erdoğan’ın korumaları, Washington’daki Türk büyükelçilik konutu önünde toplanan ve ellerinde ‘Demirtaş’a özgürlük’ pankartı taşıyan bir gruba saldırmıştı.

    Elçilik önündeki olaylara ilişkin MSNBC’ye konuşan McCain, Türkiye’nin ABD’deki büyükelçisinin ülkeden kovulması çağrısı yaptı.

    Olayla ilgili hukuki sürecin ilerletilebileceğini söyleyen McCain, “Onların elçisini ABD’den kapı dışarı etmeliyiz. Böyle bir olaya diplomatik biçimde karşılık vermek mümkün değil” diye konuştu.” (basin)

    a. arif usta yillar önce “33 kur$un” $iirinde, türk fa$izmine $öyle seslenmi$ti:

    vurun ulan, vurun,
    Ben kolay ölmem.
    Ocakta küllenmiş közüm,
    Karnımda sözüm var
    Haldan bilene.

  495. marxist argüman

    sayin dinleyiciler, burasi günzileli.com radyosu

    sirada ki $arkimizi ortadogu ve balkanlarin en azgin küfürbaz delisi 44 nolu yorumcuya armagan ediyoruz

    Kadifeden kesesi
    Timarhaneden gelir sesi
    Oturmuş kumar oynar
    Ciğerimin köşesi

    Aman yolla İstanbul’a yolla
    Aman yolla bakirköy’e yolla
    Yolla yolla deliyi timar’a yolla

    Kadife yastığım yok
    bakirköy’e ayak bastığım yok
    Kitaba el basarım
    Küfürden başka dostum yok

    Aman yolla İstanbul’a yolla
    Aman yolla Bakirköy’e yolla
    Yolla yolla deliyi timar’a yolla

  496. Ben eve ayakkabıjyla girerim ve konukluğa gittiğim yerde ayakkabılarımı çıkarmaktan hiç hoşlanmam.

  497. Hindistan'dan selamlar

    Not: Eskiden fakir yerlerde sadaka verilen dilenciler, “Allah seni cennete göndersin!”, derlerdi. Şimdi “Allah seni Norveç’e göndersin!”, diyorlar. Marksistler-anarşistler-Necib beyler gibi dilenci ruhlular haklıymış. Norveç’in bana bağladığı aylıkla her modern adları tatilci, turist olan kıta kıta zıplayan çekirgelere döndüm. Doğa, kültürel, medeni güzelliklerle dolu Türkiye’den site şefinin mutasyonu gibi hop diye Hindistan’a zıpladım.
    Sayın 41 Ağıl Başlı, NoBiliş (Latince adınız), NaBil (Arapça adınız), Necib Bey
    Not: Klavyemdeki sürçmeleri lütfen mazur görünüz
    Evvelâ siz ahlâkiyun a’lem velakin âlemiyane ve âlemî dimağı müsmin, ulûmu fünuna, haşa huzurdan, bir hatırlatma. İnşallah bu siz optimusun tecebburuna değmez, lütfen muttassil olunuz.

    Klavyeniz şahsınızın ecnebi lisanlarını tercih ettiğinize delalet eder. Aynı zamanda ulvî ulema bir zart zurt olduğunuzun ve üstünüze oturmuşların hoşlarına gidecek lisanla zart zurtlarınızı zahiri şahadetini mukerreran mülhem ettiniz.
    Klavyenizin zart zurtlarını tashih etmeniz için ya son adetlerle “algorithm” veya size işveren mundarlarınızın hoşuna gidecek lisanla “Al-Khwârizmî” aşağıdakileri takib ediniz.
    1. Ekranın sağ altına bak veya baqara (bu arapça) oluver;
    2. Orada yazdığınız dile göre klavye değiştirme imkanı var;
    3. Türkçe seç.
    Boş konuşmaların hoş ama olsun, hiç değilse boş laf konuştuğun daha iyi anlaşılır.
    “Bizim beyaz adamdan ne eksigimiz var?”
    Bilimin sınırların çizerek 20. yüz yılda bilim felsefesinde çığır açana bir toplantıda sana benzer bir dilenci doğmuş dilenci büyümüş bir salak hanımla konuşur. Hanım, “Ne kadar kötü olsa da, bu hayatı mağarada yaşamaya tercih ederim”, der. Filozof, “Ama mağarada yaşayan öyle düşünmez”, der. Senin gibi ruhu pislik ve tiksindirici bir dünyada oluşmuştan ışık yılları ilerde olan birinin asilliğine bak, bir de dünyada noksanlığını tahmin eden anne-babanın sende bu noksanlığı telafi etme emeliyle verdikleri ismi düşün.
    Güldürücü bir benzetme yapayım. İsa annesini bir Roma subayıyla görür. Ve doğuşunda bir pislik olduğunu anlar. Annesine, “Anne o sana zorla bindi, değil mi?”, sorar. Anne, “Sadece başlangıçta”, cevabını verir.
    Tüm dünyayı kendine benzeten kapitalist-burjuva düzenin iğfal ettikleri gibi konuşuyorsun. “Ne yazık, bu böyle”, diyeceğine bu sitedeki marksistler, anarşistler, devrimciler, yusuf petekçiler gibi şerri fazilete çevirme haplarının tüccarlığını yapıyorsunuz. Aynı pis kokunun değişik tütsülerini satan attarlarsınız.
    “Bizim beyaz adamdan ne eksigimiz var?”
    Bunu, senin gibi ayakaltında ezilmiş, merdivenin ortasında kalmış, alttakileri görerek kendini yukarda gören, yukarıdakileri görerek alçak olduğu bilinci içini kemiren, alçaklığını doğduğunda genlerinde taşıyan Türkler ve aynı durumda olan diğer zavallı insanlar söyler. Bu yeni değil, zavallı ardından çıkaracağına ağzından çıkaran zart zurt eden ulvî ulema efendi. Her çalışma yerinde kölelileştirilmiş emekçi aynı ilahileri tekrarlar durur. Kendinde, kendine emir veren, kıçını yaladığı patronundan eksik bir şey görmez.
    Belki tek ümidimiz de bu. Herkesin senin gibi yaladığını lezzetli bulmayışı.

  498. Hindistan'ın daha henüz marksist olmayan yerlerinden

    47, 3, 10
    Zavallılar, “tautology” bihaber cahiller. Sadece bu site değil tüm Türkiye ve hatta tüm dünya pis kokan bir hela. Aksi halde neden kuduruyorsunuz?
    Cahilliğinize bir işaret daha: akıllılar bu çekilmez dünyayı derinden hissedip deli olanlar, tımarhaneye kapatılanlar. Gerçek kaçıklar ya dünyayı yönetiyorlar veya sizin gibi yönetme hayalleri olan afyonla uyuyanlar.
    19. yüz yılda Avrupa’nın dünyayı iğfal ettiğinden esinlenip iğfalciği tüm dünya tarihine yansıtan bir sapığın vır vırlarını, tümünün yanlış varsayımlara dayandığı ispatlarına rağmen, savunan siz çaylaklar beni insan olduğuma utandırıyor.
    Siz ve size benzeyen ıslahçılar yaşam ve özgürlük düşmanlarısınız.
    Forgive them Lord, they know not what thez are saying!
    Sizi karanlıkta tutmak, size yakışır cevaplar vermek, ciddiye almamk hoşuma gidiyor. Siz eski bokları yeni ambalajlarla satan politika esnaflarsınız. Avrupa-Amerikalı ama Avrupa-Amerikalı değil diyalektiği size çok yakışıyor.

  499. “Hanım, ‘Ne kadar kötü olsa da, bu hayatı mağarada yaşamaya tercih ederim’, der. Filozof, ‘Ama mağarada yaşayan öyle düşünmez’, der.”

    Her ukalayi filozof sanmak yanilgisina dusmemelisiniz. Hele de, sirf bir seyler demis olmak icin konusan filozoflari hic.

    Ben, bugune kadar, koyde/tasrada yasayip sehrin nimetlerini istemeyen bir tek insan gormedim. Tercih imkani oldugu anda, herkes sehirlesmenin getirdiklerini ister –hep istemistir.

    Sehirlesme ile ortaya cikan olgulardan birinin, sosyo-ekonomik yansimasinin, adini ‘kapitalizm’ koyup, ona –bir yeldegirmeni gibi– saldirmanin dayanilmaz lezzetini yadsimiyorum; ama, biteviye ayni seyi duymak da kabak tadi veriyor.

    Bilmem neredeki bir ‘ilkel’ kabilenin sehirlesme acisindan gecikmis olmasina romantik filtrelerle bakip, onlari o halleriyle koruma altina almak demek, aslinda, onlari o kafese mahkum etmekten cok da farkli degil.

    Birkac antropolog ya da belgesel yapimcisina malzeme olsun diye, bu insanlari o ‘lab’da tutmak, ne ‘humanism’dir ne de ‘philantphism’.

    Bu, bir zamanlar dillere pelesenk olmus olan, ‘iscisin sen, isci kal’dan cok daha acimasizliktir; ama, siz, ‘kapitalizm’ ocusune duydugunuz hic yuzunden, eminim, farkinda bile degilsiniz.

  500. Guru öğütü

    Ziyarete gittiğin evin eşiğinde ayakkabılarını çıkarmanın Molenbeek-Saint-Jean vır vırı bir yana, bir de sembolik anlam taşır: PİSLİKLERİNİ DIŞARDA BIRAK!
    Keşke sen bu anarşistlik pisliklerini de site dışında bıraksan.

  501. “anarşistlik pisliklerini de site dışında bıraksan” . Cümle düşüklüğü var. “lik” eki fazla.

  502. Akıl hastanesinin önünden geçen bir adam sormuş;
    – İçerde kaç kişisiniz?
    İçerdekilerden biri yanıtlamış;
    – Siz dışarda kaç kişisiniz?

  503. Thailan'dan selamlar

    Norveçli olmanın yararları. Çok bilen mi bilir, çok bilir gibi görüneler mi?
    Sayın 41 NeAcayip Bey ve Atynı ama farklı Diğerleri,
    Bak senden sonsuz daha çok bilen antropologlar ve paleontologlar sen, hafiflikleri dayanılmaz murkyst artık-gaminlere, analşitliğiyle övünen bakirelik sapıklarının zırvalamalırına daha henüz 1977 yılında açıkladıları.
    A glance at the rich spectrum of the world’s multitudinous cultures, which vary not only from country to country hut also between neighboring villages, confirms the flexibility inherent in language. And, ironically, the increasing world domination of social patterns by a few particularly successful economic systems re-emphasizes the power of cultures as they swallow up and obliterate ‘lesser’ traditions that lie in the path of progess.
    Richard E. Leakey and Proger Lewin
    Milyarlar daha var. Ne var ki hem Türkler hep geride kalıyor hem de dünyayı saran b*kunda boncuk bulma hastalığı var. Bilir bilmez konuşmak.
    Neyse işte kaba bir çeviri:
    Sadece memleketten memlekete değil, köyden köye değişen sayısız dünya kültürlerine bir göz atma dillerin ne kadar esnek olduğunu kanıtlar. Ama ne gariptir ki, parmaklarla sayılacak kadar az ekonomide başarılı düzenler bir yandan kültürün ne kadar güçlü olduğunu vurgularlar, diğer yandan ilerlemeye engel olan “önemsiz” gelenekleri yutarlar.
    Ne mutlu cahil Türküm diyene!

  504. Gün Abi,siteye girenlerin bilgisayarlarını tespit ettiğiniz doğru mu?

  505. Gün Abi, Aşağıdaki yazıyı neden yayınlamıyor sunuz?
    This website (www.gunzileli.com) attempted to extract HTML5 canvas image data, which may be used to uniquely identify your computer.
    Aşağı yukarı çeviri:
    Bu site (www.gunzileli.com) HTML5 taslağını çıkarmaya kalkıştı. Bu taslak bilgisayarınızı tespit etmede kullanılabilir.

  506. New York Blues

    This website (www.gunzileli.com) attempted to extract HTML5 canvas image data, which may be used to uniquely identify your computer.
    Aşağı yukarı çeviri:
    Bu site (www.gunzileli.com) HTML5 taslağını çıkarmaya kalkıştı. Bu taslak bilgisayarınızı tespit etmede kullanılabilir.

    Gün, bu haber doğruysa, çok ayıp ediyorsun. Rengini yeniden değiştirme zamanı gelmişe benziyor. Artık anarşistlik sana yakışmaz oldu.

  507. marxist argüman

    “tarih bilinci”, ulus ve ulus-devlet

    selcuklu ve osmanli torunu necip ve kafadar’i diger yorumcu neden bu sitede sürekli olarak tarihi geyik muhabbeti yapiyorlar, benim yerime t. erdogan cevaplasin:

    “Bir ülkeyi ve milleti yenmenin en keskin yolu tarihleri ile olan ilişkilerini kesmekten geçer. Bizim tarihle olan bağlarımızı kopardılar. Bize öyle bir tarih okuttular ki, biz hep mağlubiyetlerle, ilkelliklerle, garip garip şeylerle adeta geçmişi olan tarih olduk. Anlı şanlı tarihimizi bize o şekli ile göstermediler. Diliyoruz ki müfredatımızı buna göre yeniden düzenleyeceğiz ve anlı şanlı tarihimizi kitaplarımıza bu şekilde geçeceğiz.” (t. erdogan)

  508. marxist argüman

    erdogan’in islami rejimi türk milletine yeni bir “tarih bilinci” a$iliyor

    türk milletinin kendine güvenmesi icin; bu milleti $aha kaldirmak icin tarihte ki $anli zaferleri tekrar tekrar hatirlamak lazim

    “Daha geriye doğru gidip meseleyi Kut-ul Amare’ye götürmek gerekir.” (t. erdogan)

  509. marxist argüman

    t.c.’nin kürtlerle bitmeyen sava$i: “kürtleri eze eze gelecege yürüyoruz”

    “Şu anda terör örgütlerine karşı muhteşem, güçlü bir mücadele Cudi’de Gabar’da Tendürek Dağları’nda, bütün buralarda devam ediyor. Şu ana kadar 60’a yakın mağarayı bütün uçaklarımız, helikopterlerimiz vurdular. Bütün o vurulan yerler de komandolarımız tarafından temizleniyor. Buralardan 1000’e yakın ciddi, ağır silahlar çıkıyor. Lojistik destek acayip. Kar kış demeden mücadeleyi sürdüren Mehmetçiğimiz, bunlar alnı öpülesi vatan evlatlarıdır. Bunlarla biz geleceğe yürüyoruz.”

  510. marxist argüman

    bakirköy firarisi küfürbaz ve bir o kadar da saldirgan deli’nin günzileli.com da estirdigi terör dalgasi piyasalari ve borsayi olumsuz etkileyince benim yazdiklarim birdenbire dolar gibi kiymete bindi:

    “Marksist Argüman ve beyaz yakalı anarşist arkadaşların antikapitalizmi bile bu şizofrenin ipe sapa gelmez saçmalıklarıyla karşılaştırıldığında çok daha gerçekçi ve uygulanabilir bir düşüncedir. En azından onların çoğu tespitleri doğru. Eleştiriye bu kadar kapalı olmadıklarından kendileriyle bir şeyler tartışılabiliyor.”

    demek ki beni anlamaniz icin bir delinin bu sitede terör estirmesi gerekiyormu$.

  511. marxist argüman

    bilmece/bulmaca: insan yönetme sanati

    soru: siyasette sanki kendi kendilerini yönetiyorlarmi$ hissi vererek insanlari yönetme, yani sandik’a, pardon suya götürüp susuz getirme sanatina ne ad verilir?

    cevap: demokrasi

    “demokrasi halkin kendi kendini yönetmesidir” masalina gönülden inanmi$, ba$ta zileli olmak üzere, tüm demokrasi, secim, sandik idealistlerinin dikkatine!

    “Siyaset aynı zamanda insan yönetme sanatıdır. Bunu başardığın zaman aynı zamanda iyi siyasetçi oluyorsun.” (t. erdogan)

    hep söylüyorum; erdogan kadar acik sözlü ba$ka bir politikaci tanimiyorum.

    fikret ba$kaya gibi “yönetemiyorlar, yönetemeyecekler” $eklinde yazi yazanlar bu durumda neyi ele$tirmi$ oluyorlar?

    cevap: fikret hoca, zileli gibi yazarlar “insan yönetme sanatini”nin kendisini ele$tirmiyorlar; yani kumanda eden-kumanda edilen ili$kisine itirazlari yok; sadece bu sanati icra edenlerin bu i$i daha ustaca yapmalari gerektigini; bu i$in aslinda daha ustaca da yapilabilecegini ima ediyorlar.

    yani ele$tirmek suretiyle akil verme/akil satma durumu sözkonusu.

  512. marxist argüman

    islami rejimin milliyetci/muhafazakar hamasetinin yaninda fa$ist propaganda halt etmi$: reji ver mehteri!

    “Siz gençler Söğüt’te doğup üç kıtaya yayılan dev bir imparatorluğun kurucusu Ertuğrul Gazi’nin nesillerisiniz, çağ açıp, çağ kapatan Fatih’in neslisiniz, Asım’ın neslisiniz.” (b. yildirim)

  513. Abdal mı bu anti-kapitalistler?

  514. “Ünlü Müslüman yazar Şehrestâni (1076-1153) bile, daha 12. yüzyılda, yaşam karşısında dinsel kuralların yetersizliğini ortaya koyan görüşe yer verip bu görüşü savunmuştur. “Dinsel kuralların sonlu olduğunu”, buna karşılık yaşam ve gereksinimlerin sonsuz bulunduğunu, “sonlu olan bir şeyin ise, sonsuz olanı kavrayıp içine alamayacağını” savunur bu görüş.”
    Turan Dursun – Din Bu 3 – İslamda Toplum Ve Laiklik

    Ünlü kapitalizmolog yazar Necip (19??-Allah uzun ömür versin) bile, daha 21. yüzyılda, yaşam karşısında ideolojik kuralların yetersizliğini ortaya koyan görüşe yer verip bu görüşü savunmuştur. “İdeolojik kuralların sonlu olduğunu”, buna karşılık yaşam ve gereksinimlerin sonsuz bulunduğunu, “sonlu olan bir şeyin ise, sonsuz olanı kavrayıp içine alamayacağını” savunur bu görüş.

  515. Sayın “pipsqueak”e veya “DOPE”ye,

    Sitede, yeniden, dalgalanma yaratmayı becermişsiniz. Fakat çabalarınız beyhude…

    Neanderthallerin çağında, ve hâttâ daha eski “primitif” çağlarda bile “medeniyet vardı”! Her topluluğun özgül medeniyeti vardı! O çağlarda yaşayanlar; kendilerinden daha eskilerde olanları övüp, kendi çağlarına nefret kusacak kadar entelektüel miydi acaba sayın “pipsqueak”?

    Yahu binyıllar önce şu “Homo habilis” ve “Sahelanthropus” çağlarında yaşayan ceddimiz ne kadar da erdemli hayatlar sürmüşler…

    Bir de bizim şu “Neanderthal” çağımıza bak! Taşlarla, sopalarla, ateşle birşeyler yaptığımızı zannedip; medeniyet denen tek dişi kalmış canavar icat ediyoruz! Hakikatte ise; entelektüel sefillik akıyor her yerimizden!

    Şimdi bir de; “Homo sapiens” diye yeni bir tür geliyor peşimizden! Onların medeniyeti bizimkini de yıkıp geçecek!

    Ahh ahh ahh…

    Nerede o eski çağlar…

    Nerede o “Nakalipithecus nakayamai” çağında yaşayan primitif ceddimizin erdemi…

    Ara ki bulasın…

    Bugüne ve geleceğe nefret kusup, geçmişi yüceltmek; medeniyet karşıtlığı mı? Saçmaladığınızın ne zaman farkına varacaksınız sayın “pipsqueak”?

    Siz medeniyete değil; “modernite”ye karşısınız, ne zaman anlayacaksınız?

    İsviçre’de “insanları zorla mutlu etme polisleri”nden kurtulup; bu kez, Norveç’teki “insanları zorla mutlu etme polisleri”nin tuzaklarına mı düştünüz?

    Norveç’te bu şatafatlı görevi icra eden polisler daha mı az başarılı? Bu sebeple mi İsviçre’yi bırakıp Norveç’e göç etmeyi istediniz? Norveç’te mutluluk ve mutsuzluk istatistikleri nedir?

    Yoksa, 15 Eylül 2008’de yatırım bankası Lehman Brothers’ın çökmesiyle dünyaya yayılan finans krizi, 2017 Mayıs’ta yavaş yavaş İsviçre’yi de titretmeye başladı da; maaşınızı daha rahat kazanabileceğiniz Norveç’e mi göç etmeyi istediniz? Unutmayınız: Kapitalizmin yarattığı yıkımdan Norveç de paçasını kurtaramaz. Kriz vakti gelince; oradan da başka ülkelere göç etmek zorunda kalabilirsiniz…

    “Ivan Illich” kıymeti az bilinen bir düşünürdür. [Ve asla; “Hz. Ivan Illich (S.A.V.)” gibi peygamberlik postuna özenen bir şarlatan değildir!] Sizin bu sitede sayıkladıklarınızın pek çoğunu, Illich ve onun gibiler daha fazla ve daha tutarlı üslupla izah etmişlerdi; fakat, hiçbiri, medeniyet karşıtlığı gibi bir saçmalığa savrulmamışlardı.

    Siz sayın “pipsqueak”; Illich’le bile toplantı yaptığınızı söylemiştiniz. Anlaşılan o ki; o toplantı size hiçbir şey katmamış.

    “Para kazanmayı ve hâttâ kullanmayı reddetmek!”; medeniyet karşıtı olmak kriterleri arasında değil galiba? Elde-avuçta-cüzdanda para tükenmeye yüz tutunca; hâliyle, medeniyet karşıtı olmak da sekteye uğruyor olabilir mi? Norveç’e göç etmenizin asıl sebebi; daha çok para kazanmaya ihtiyaç duymanız olabilir mi? Yanılıyor muyuz sayın “pipsqueak”?

    İnsan parasız kalınca; medeniyete karşı olamıyor herhâlde? Bütün o esip gürlemeleriniz fosssss diye sönüveriyor…

    Herkes sizin gibi İsviçre’yi bırakıp Norveç’e göç edebilecek imkâna sahip değil sayın “pipsqueak”. Mesela; Bodrum’da sahile vuran Aylan Kurdi’yi hatırlıyor musunuz? Ha Kanada’ya ulaşmayı istemek, ha Norveç’e ulaşmayı istemek. Sonuçta; ikisi de “Batı”. Sonuçta; ikisi de kapitalizmin en gelişmiş ülkeleri arasında, değil mi? İki devasa sömürücü ülke…

    “The Last Refugee”:
    ( https://www.youtube.com/watch?v=_XdLNqWYgGI )

    Lie with me now
    Under lemon tree skies
    Show me the shy, slow smile you keep hidden by warm brown eyes

    Catch the sweet hover of lips just barely apart
    And wonder at loves sweet ache
    And the wild beat of my heart

    Oh, rhapsody tearing me apart

    And I dreamed I was saying goodbye to my child
    She was taking a last look at the sea
    Wading through dreams, up to our knees in warm ocean swells
    While bathing belles, soft beneath
    Hard bitten shells punch their iPhones
    Erasing the numbers of radon done lovers

    And search the horizon
    And you’ll find my child
    Down by the shore
    Digging a mound for a chain or a bone
    Searching the sand for a relic washed up by the sea

    The last refugee

    * * *
    Problem ne?

    Medeniyet karşıtlığı mı?

    Kapitalizme karşı mücadele etmek mi?

    Ölüm saçan kapitalizmde:

    “There ain’t no such thing as a free lunch”,

    “Un repas gratuit, ça n’existe pas” veya “On n’a rien sans rien”,

    Veya,

    “Es gibt nicht so etwas wie ein kostenloses Mittagessen”

    Eğer medeniyete karşı iseniz; parasal sisteme de karşı çıkın bakalım, becerebilecek misiniz sayın “pipsqueak”?

    Sizle yaptığımız görüşmelerde, “Diktatörlüğe Karşı Direniş Barikatına Bir Taş da Sen Koy!” sayfasında; yüzbinlerce kez, sizin, “medeniyet”e değil, “modernite”ye karşı olduğunuzu izah etmiştik. Anlamazdan geldiniz. Şimdi de bu sayfada; çuvaldan boşaltır gibi önyargılarınızı boşaltmaya devam ediyorsunuz. Sizde hiç utanma yok mu?

    “Elma” ile “armut”u birbirine karıştırMAmanızı tavsiye ediyoruz sayın “pipsqueak”:

    Fransızca: “La modernité”
    İngilizce: “Modernity”
    Almanca: “Der Begriff Moderne”

    İşte referanslar:

    Kitap: “Toplumlar Nasıl Anımsar?”
    Yazan: Paul Connerton (Antropolog)
    Çeviren: Alâeddin Şenel
    Yayınevi: Ayrıntı Yayınları
    Türkçe: ( https://www.ayrintiyayinlari.com.tr/images/UserFiles/Documents/Gallery/toplumlar%20nasil%20animsar.pdf )
    İngilizce: ( http://www.amazon.co.uk/Societies-Remember-Themes-Social-Sciences/dp/0521270936/ )

    Kitap: “Modernite Nasıl Unutturur?”
    Yazan: Paul Connerton
    Çeviren: Kübra Kelebekoğlu
    Yayınevi: Sel Yayınları
    Türkçe: ( http://www.selyayincilik.com/kitaptanitim.asp?kod=798 )
    İngilizce: ( http://www.amazon.co.uk/How-Modernity-Forgets-Paul-Connerton/dp/0521745802/ )

    Kitap: Modernliğin Sonuçları
    Yazan: Anthony Giddens (Sosyolog)
    Çeviren: Ersin Kuşdil
    Yayınevi: Ayrıntı Yayınları
    Türkçe: ( https://www.ayrintiyayinlari.com.tr/images/UserFiles/Documents/Gallery/modernligin%20sonuclari.pdf )
    İngilizce: ( http://www.amazon.co.uk/Books-Consequences-Modernity-Anthony-Giddens/dp/0745609236/ )

    Kitap: “Modernite ve Bireysel-Kimlik” Geç Modern Çağda Benlik ve Toplum
    Yazan: Anthony Giddens
    Çeviren: Ümit Tatlıcan
    Yayınevi: Say Yayınları
    Türkçe: ( https://www.saykitap.com/BSWeb/KitapDetay.aspx?kID=100333 )
    İngilizce: ( http://www.amazon.co.uk/Modernity-Self-identity-Self-Society-Modern/dp/0745609325/ )

    Kitap: “Kapitalizm ve Modern Sosyal Teori” Marx, Durkheim ve Max Weber’in Çalışmalarının Bir Analizi
    Yazan: Anthony Giddens
    Çeviren: Ümit Tatlıcan
    Yayınevi: İletişim Yayınları
    Türkçe: ( http://www.iletisim.com.tr/kitap/kapitalizm-ve-modern-sosyal-teori/8203#.VpZoz_05nDc )
    İngilizce: ( http://www.amazon.co.uk/Capitalism-Modern-Social-Theory-Analysis/dp/0521097851/ )

    Kitap: “Elimizden Kaçıp Giden Dünya” Globalleşme Hayatımızı Baştan Aşağı Nasıl Şekillendiriyor?
    Yazan: Anthony Giddens
    Çeviren: Osman Akınhay
    Yayınevi: Alfa Yayınları
    Türkçe: ( https://www.alfakitap.com/kitap.asp?id=&kitapID=261 )
    İngilizce: ( http://www.amazon.co.uk/Runaway-World-Professor-Anthony-Giddens/dp/1861974299/ )

    Kitap: “Modernliği Anlamlandırmak” Anthony Giddens’la Söyleşiler
    Yazanlar: Christopher Pierson & Anthony Giddens
    Çevirenler: Murat Sağlam & Serhat Uyurkulak
    Yayınevi: Alfa Yayınları
    Türkçe: ( https://www.alfakitap.com/kitap.asp?id=&kitapID=714 )
    İngilizce: ( http://www.amazon.co.uk/Conversations-Anthony-Giddens-Modernity-PCVS-Polity/dp/0745620493/ )

    Kitap: “Toplumun Kuruluşu” Yapılaşma Kuramının Ana Hatları
    Yazan: Anthony Giddens
    Çeviren: Hüseyin Özel
    Yayınevi: Bilim ve Sanat Yayınları
    Türkçe: ( http://www.kitapyurdu.com/kitap/toplumun-kurulusu/16507.html )
    İngilizce: ( http://www.amazon.co.uk/Constitution-Society-Outline-Theory-Structuration/dp/0745600077/ )

    Kitap: “Özgünlüğün Politikası” Radikal Bireycilik ve Modern Toplumun Ortaya Çıkışı
    Yazan: Marshall H. Berman (Siyaset teorisi ve şehir sosyolojisi alanlarında uzman akademisyen)
    Çeviren: Nursel Yıldız
    Yayınevi: Sel Yayınları
    Türkçe: ( http://www.selyayincilik.com/kitaptanitim.asp?kod=696 )
    İngilizce: ( http://www.amazon.co.uk/Politics-Authenticity-Marshall-Berman/dp/1844674401/ )

    Kitap: “Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor” Modernite Deneyimi
    Yazan: Marshall H. Berman
    Çevirenler: Bülent Peker & Ümit Altuğ
    Yayınevi: İletişim Yayınları
    Türkçe: ( http://www.iletisim.com.tr/kitap/kati-olan-her-sey-buharlasiyor/7050#.VpZzMv05nDc )
    İngilizce: ( http://www.amazon.co.uk/All-That-Solid-Melts-Into/dp/1844676447/ )

    Siz; teknoloji kullanan, internet kullanan, elektrik süpürgesi kullanan, cerrahlık mesleğinde lazer taknolojisini kullanan, kolunu-bacağını kaybetmiş insanlara ve hayvanlara “3D printing” teknolojisi ile uzuvlar üreten kurumları (ve benzerleri gibi pek çok iyileşmeyi) gördüğünüzde; hemen, “köle bunların hepsi!” nitelemesi ile yaftalamakla sürekli kendi egonuzu mu tatmin ediyorsunuz! Siz; “Artificial Intelligence & Yapay Zeka”nın, gün gelecek, bütün insanlar üzerinde hegemonya kuracağını mı zannediyorsunuz sayın “pipsqueak”! Bu safsatalara inanacak kadar tecrübesiz misiniz! Yine, Samuel Butler’ın “Erewhon” romanından alıntıları mı döşeyeceksiniz tek tek, teknolojiye karşı çıkmak için:

    “Our opinion is that war to the death should be instantly proclaimed against them. Every machine of every sort should be destroyed by the well-wisher of his species. Let there be no exceptions made, no quarter shown; let us at once go back to the primeval condition of the race. If it be urged that this is impossible under the present condition of human affairs, this at once proves that the mischief is already done, that our servitude has commenced in good earnest, that we have raised a race of beings whom it is beyond our power to destroy and that we are not only enslaved but are absolutely acquiescent in our bondage.”
    (“The Germs of Erewhon and of Life and Habit”, Samuel Butler)

    “Medeniyet” denen şeye, siz DE içinde yaşadığınız hâlde karşı olduğunuzu zannediyorsunuz sayın “pipsqueak”; ıskaladığınız mesele tam burası!

    Bizler de “medeniyet”in içinde yaşıyoruz, peki bu durum; medeniyetin her şeyini sorgusuz-sualsiz kabul ettiğimiz, “köleleşmeyi şevkle kucakladığımız!” anlamına mı geliyor! Hayır; gelmiyor! Yaftalarınızı yanlış kişilere yöneltiyorsunuz sayın “pipsqueak”. Biz, sizin düşmanınız değiliz.

    Size, en azından bu sitede, mücadele etmenizi önerdiğimiz kişi: Kapitalizmin müstahdemliğini yapan, otomotiv sektöründe faaliyet gösteren KOBİ-irisi bir şirketin “zibidi patronu!” Necip mahlaslı kişidir. Kendisi; Charles Darwin’in teorilerini, adeta bir silah gibi kullanıp, kapitalizmde insanları köleleştirmeyi meşru göstermeye uğraşır! Yetmez; Herbert Spencer’ın “survival of the fittest” konseptini, insan hayatına da ikame ederek, “sömürmenin ve sömürülmenin normal bir şey olduğu!” zırvasını yayar! Siz ise sayın “pipsqueak”; gelmişsiniz bu siteye, zibidi Necip gibilere karşı mücadele edeceğinize, “bilgiyi, kitapları küçümsemeyin, sakın haaa!” minvalinde nasihatlarınızı çuvaldan boşaltır gibi yazıyorsunuz! Yazık!

    Zibidi Necip, “Galapagos Takım Adaları’ndaki planktonların birbirlerini sömürmesi ne kadar doğalsa; kapitalizmde insanların birbirlerini sömürmesi o kadar doğaldır!” zırvası ile, kapitalizmin ne kadar hoş, ne kadar sevecen, ne kadar meşru, ne kadar “doğal bir düzen” olduğu zehrini yaymak için uğraşır; siz ise sayın “pipsqueak”, “kimlerin ümit tüccarlığı yaptığı / kimlerin ümit tüccarlığı yapmadığı” teşhisinde bulunmaya yelteniyorsunuz! Yazık!

    [Sayın “pipsqueak”e not: Zibidi Necip’in akademik formasyonu “mühendislik”tir. Geçimini ise; otomotiv sektöründe faaliyet gösteren KOBİ-irisi bir şirketin patronlarından biri olarak, şirketindeki insanları sömüre sömüre sağlar!]

    Siz, “erdemli ilkelliği!” bu çağda, 2017 dünyasında, bulabileceğinize gerçekten inanıyor musunuz sayın “pipsqueak”?! Sizin, sürekli propagandasını yaptığınız, çuvaldan boşaltır gibi yazdığınız “medeniyet öncesi hayat”; bugün, müzeleri ziyaret eden “yarı-cahil”,

    Theodor W. Adorno Adorno, 1959’da “Theorie der Halbbildung” adlı çalışmasında şunları yazmış:

    Eğitim = Bildung

    Eğitimsizlik = Unbildung

    Yarı-eğitimlilik = Halbbildung

    hafif şişman, parfümle karışık ter kokan, Coca-Cola kutusu ile gezen, turistlere; dekor niyetine gösteriliyor! Norveç’teki evinizden dışarı çıkıp, şöyle egzoz dumanlı derin bir nefes çekip ciğerlerinize, müzeleri tek tek ziyaret ettiğinizde gözlem yapmışsınızdır muhakkak!

    Veya, Fredy Perlman ve David Watson’la arkadaşlığınızın pekiştiği ABD-Detroit’te yaşadığınız yıllarda; müzelere yerleştirilen “kızılderili çadırları”nın önünde fotoğraf çektirip, facebook’larına profil resmi niyetine koyan “köle ruhlu!” ABD vatandaşlarından da muhakkak haberiniz vardır!

    Hindistan-Varanasi’de, beyaz tenli ve “mutsuz!” turistleri avlamak için “spiritual-healing sessions!” düzenleyen “ashram”ları hiç ziyaret ettiniz mi peki sayın “pipsqueak”?! Bhagavad Gita’dan birkaç kelimeyi, kırık-dökük Sanskritçesiyle okuyup, turistlerin cebindeki birkaç “U.S. Dollar”ı alıp, akşama lezzetli, GDO’lu vejetaryen yemeği yemek için sesini patlatan ne çok “guru”lar, ne çok “sadhu”lar var! Siz sayın “pipsqueak”; hangi “ilkelliği” aradığınızın farkında mısınız?! Sizin özlemini çektiğiniz “erdemli ilkellik!” neredeyse hiç kalmadı, tüketildi; farkında mısınız?!

    Veya Afrika-Nijerya’da, kabile hayatı şeklinde yaşamaları için bizzat Nijerya devleti tarafından maaş bağlanan, birer “memur-köy!” hâline getirilen “ilkellikten” haberiniz var mı sayın “pipsqueak”?!

    Niçin böyle bir taktik izliyorlar, çünkü; Nijerya ekonomisinin büyümesi için, yurtdışına, dünyaya pazarlayabilecekleri ellerindeki yegâne malzeme; “göstermelik, turist-kandırmalık kabile hayatı”ndan başka bir şey değil! Veya bu duruma; sizin özlemini çektiğiniz “erdemli ilkelliğin” ambalajlanıp, kapitalizmde bir mal hâline dönüştürülmesi de diyebilirsiniz!

    Beyaz tenli, hafif şişman, parfümle karışık ter kokan turistlerin cebindeki “U.S. Dollar”dan birkaç tane alabilmek için; Nijerya’nın “müze hâline getirilmiş ilkel köyleri”nde yaşayan fakir, gariban insanlar; pet şişelere doldurulmuş, buzlu kovalarda soğutulmuş “mineral water”ları turistlerin eline tutuşturmaya uğraşıyorlar. Niçin? Çünkü:

    “Bizim köyün kuyusundan çıkardığımız su biraz bulanık, içerseniz ishal falan olduğunuzu sanıp korkarsınız, bir daha da Nijerya’ya gelmezsiniz! Avrupa’daki ülkenize dönüp orada diğer ‘beyaz tenli’ ahbaplarınıza da, Nijerya köylerinin ne kadar hastalıklı olduğundan falan bahsedip abartırsınız, köylerimize ‘beyaz tenli’ turistin daha az gelmesine sebep olursunuz; böylece, bizim ekmek parası kazanma şansımızı azaltırsınız!

    Siz, eyyy ‘beyaz tenli’ ve cebinde bol bol ‘U.S. Dollar’ taşıyan turistler, en iyisi, şu pet şişelere doldurulmuş, buz gibi ‘mineral water’ları lakır lakır afiyetle için de; bağırsaklarınızı bozmadan, birer ‘ilkellik müzesi’ne dönüştürülmüş köylerimizi turistik gezinizin keyfini doya doya çıkarmaya bakın!

    Medeniyet öncesi çağları temsil etmesi amacıyla müze gibi tasarlanmış köylerimizde dekor niyetine tutulan cefakâr annelerimizin zahmetle hazırladığı, odun ateşi üzerindeki kararmış kazanlarımızda ağır ağır pişen ‘ilkel Nijerya çorbası’ndan da iki kaşık için, sonra defolup Avrupa’nıza gidin!”

    diyorlar, Nijerya köylerinde yaşayan “ilkel insanlar!”, sayın pipsqueak!

    “Erdemli ilkelliği”; 2017 dünyasında bulabilirseniz, bizlere de haber vermeyi unutmayınız sayın “pipsqueak”!

    Ve şunu bir kez daha hatırlatıyoruz size; her ilkelliğin bile birer medeniyeti vardı. Siz, medeniyete karşı olduğunuzu zannediyorsunuz; hâlbuki asıl dert yandığınız husus “modernite”! Size bunu defalarca izah ettik, anlamazdan geldiniz!

    Şu,
    “Önderlik”,
    “Ulu şeflik”,
    “Peygamberlik”,
    “Saviour”luk,
    “Hz. Lenin (S.A.V.)” fetvaları,
    “Hz. Stalin (S.A.V.)” fetvaları,
    “Öncü cephe’cilik (vanguardism)” teranelerini ısıtıp ısıtıp yazmaktan bir türlü bıkmıyorsunuz sayın “pipsqueak”! Geçin bu saçmalıkları, geçin. Parmaklarınızı boş yere yormayın artık bunları yazarken.

    Bir hatırlatmada bulunalım:
    (Eğer yanlış hatırlıyorsak, düzeltirsiniz) Eşinizin kardeşinin kanser olduğunu (ya da, beyninde tümör olduğunu) yazmıştınız. Tedavi sürecinin, bütün aileniz, yakınlarınız için sıkıntılı geçtiğini; ama özellikle, maddi (parasal) yönden zorlu bir dönem yaşadığınızı yazmıştınız, hatırlıyor musunuz sayın “pipsqueak”?

    Şimdi;
    Tıp alanında yaşanan gelişmeler sayesinde, daha önceleri tedavi edilemeyen pek çok hastalık artık tedavi edilebiliyor. Bu durumda; tıptaki gelişmelerin hepsini çöp kutusuna göndermek zorunda mıyız?! Ecza oligarşisi, antibiyotik ilaçları insan bedeninde tutmak, insanı antibiyotik kölesi yapıp şirketlerine kâr kaynağını sürdürmek için taktikler uyguluyor diye; bütün tıp camiasını, bütün ezca camiasını çöp kutusuna göndermek zorunda mıyız?!

    İkinci sorumuz da şu;
    Parasal yönden zorlu bir dönem yaşadığınızı yazmıştınız. İşte tam bu noktada, kapitalizmin, sizin bile en ince kılcal damarlarınıza kadar sızdığını kabul ettiğiniz hâlde; niçin bu ölüm saçan kapitalist sisteme karşı mücadele etmeyi öteliyorsunuz da, “medeniyet karşıtlığı” gibi beyhude bir çaba peşinde koşuyorsunuz? Yakışıyor mu sizin gibi tecrübeli birine sayın “pipsqueak” veya “DOPE”?!

  516. Erdoğan ve bu site

    Erdoğan bile bu sitenin hileli referandum yazısına izin veriyor. Korkmuyor. Siz neden korkuyor sunuz?
    This website (www.gunzileli.com) attempted to extract HTML5 canvas image data, which may be used to uniquely identify your computer.
    Çeviri:
    Bu site (www.gunzileli.com) HTML5 taslağını çıkarmaya kalkıştı. Bu taslak bilgisayarınızı tespit etmede kullanılabilir.

  517. Korku ruhu yok eder

    Korkma Gun Bey, aşağıdakini yayınla. Nasıl olsa bir ihtimal kaç zavallı enayi hariç bu siteye yazanların hepsi senin gibi antdeprasyonla yaşamda kalmakta. Uykuda gezenler.
    Devrimcilik bir b*kunda boncuk bulanların afyonudur.
    This website (www.gunzileli.com) attempted to extract HTML5 canvas image data, which may be used to uniquely identify your computer.
    Çeviri:
    Bu site (www.gunzileli.com) HTML5 taslağını çıkarmaya kalkıştı. Bu taslak bilgisayarınızı tespit etmede kullanılabilir.

  518. 47, 3, 10
    Zavallılar, “tautology” bihaber cahiller. Sadece bu site değil tüm Türkiye ve hatta tüm dünya pis kokan bir hela. Aksi halde neden kuduruyorsunuz?
    Cahilliğinize bir işaret daha: akıllılar bu çekilmez dünyayı derinden hissedip deli olanlar, tımarhaneye kapatılanlar. Gerçek kaçıklar ya dünyayı yönetiyorlar veya sizin gibi yönetme hayalleri olan afyonla uyuyanlar.
    19. yüz yılda Avrupa’nın dünyayı iğfal ettiğinden esinlenip iğfalciği tüm dünya tarihine yansıtan bir sapığın vır vırlarını, tümünün yanlış varsayımlara dayandığı ispatlarına rağmen, savunan siz çaylaklar beni insan olduğuma utandırıyor.
    Siz ve size benzeyen ıslahçılar yaşam ve özgürlük düşmanlarısınız.
    Forgive them Lord, they know not what thez are saying!
    Sizi karanlıkta tutmak, size yakışır cevaplar vermek, ciddiye almamk hoşuma gidiyor. Siz eski bokları yeni ambalajlarla satan politika esnaflarsınız. Avrupa-Amerikalı ama Avrupa-Amerikalı değil diyalektiği size çok yakışıyor.

  519. Sayın 41 NeAcayip Bey ve Aynı ama farklı Diğerleri,
    Bak senden sonsuz daha çok bilen antropologlar ve paleontologlar sen, hafiflikleri dayanılmaz murkyst artık-gaminlere, analşitliğiyle övünen bakirelik sapıklarının zırvalamalırına daha henüz 1977 yılında açıkladıları.
    A glance at the rich spectrum of the world’s multitudinous cultures, which vary not only from country to country hut also between neighboring villages, confirms the flexibility inherent in language. And, ironically, the increasing world domination of social patterns by a few particularly successful economic systems re-emphasizes the power of cultures as they swallow up and obliterate ‘lesser’ traditions that lie in the path of progess.
    Richard E. Leakey and Proger Lewin
    Milyarlar daha var. Ne var ki hem Türkler hep geride kalıyor hem de dünyayı saran b*kunda boncuk bulma hastalığı var. Bilir bilmez konuşmak.
    Neyse işte kaba bir çeviri:
    Sadece memleketten memlekete değil, köyden köye değişen sayısız dünya kültürlerine bir göz atma dillerin ne kadar esnek olduğunu kanıtlar. Ama ne gariptir ki, parmaklarla sayılacak kadar az ekonomide başarılı düzenler bir yandan kültürün ne kadar güçlü olduğunu vurgularlar, diğer yandan ilerlemeye engel olan “önemsiz” gelenekleri yutarlar.
    Ne mutlu cahil Türküm diyene!

  520. ne yapıyormuşum, anlamadım 🙂

  521. marxist argüman

    norvec polisi alarmda!

    bakirköy timarhanesinin kapali bölümünden tünel kazarak firar eden ortadogu ve balkanlarin en küfürbaz ve saldirgan delisinin norvec’te oldugu tespit edildi.

    kendini modern dünyaya kar$i tek ba$ina sava$an don ki$ot sanan sözkonusu deli, günzileli.com da estirdigi terör dalgasiyla bircok okuyucuyu deh$ete dü$ürmü$tü.

    bakirköy kackini deli’nin norvec’te terör estirmesinden endi$e duyan norvec hükümet sözcüsü: “bizim ülkemizde zaten güne$in yoklugundan dolayi insanlar depresyona yatkin; birde bu deli ba$imiza peydah oldu” seklinde endi$elerini dile getirdi.

  522. marxist argüman

    “deli deliden hoşlanır, imam ölüden”

    32 nolu anonim, senin, bu kendine hayri olmayan, düzgün bir cümle bile kuramayan küfürbaz deliyi uzun uzun yazilarla “kapitalizme karsi mücadeleye” davet etmen bana yukarda ki sözü hatirlatti.

  523. marxist argüman

    karaya sabun, deliye öğüt neylesin

    gördün deli, savul geri!

    devletli ile deli bildiğini işler

    demir ıslanmaz, deli uslanmaz

    DeIiye, mantık dersi veriImez.

    DeIiye kandıysan gerçekten deIisin demektir.

  524. “This website (www.gunzileli.com) attempted to extract HTML5 canvas image data, which may be used to uniquely identify your computer.”

    Bu mesaj icin Zileli’yi itham etmek adil degil.

    gunzileli.com’daki bu blog WordPress yazilimidir. Su bildiginiz, milyonlarca blogda kullanilan yazilim.

    WordPress’in kendisinde ‘canvas fingerprinting’ var mi, bilmiyorum. Ama, olmasa bile, herseyin kontrolu Zileli’ye ait degil ki.

    Sitenin bulundugu ortam (Servis Saglayici) paketin icine neyi koyacagina kendisi karar veriyor.

    Bir de su var: Galiba 1 sene filan onceydi, yeni mevzuat geregi, TC kanunlarina tabi olan siteler, kullanici bilgilerini saklamakla mukellef kilindi. Bu bilgileri de, MIT veya diger guvenlik guclerine –talep uzerine– vermeleri de zorunlu hale geldi.

    gunzileli.com’un kullandigi servis saglayici (sadecehosting.com ) Turkiye’de, TC kanunlarina gore calisan bir sirket.

    Suradan gorebilirsiniz:
    https://whois.icann.org/en/lookup?name=gunzileli.com

    sadecehosting.com’a gittiginizde, asil isimlerinin ‘sh.com.tr’ oldugunu gorursunuz.

    Oradaki ‘hakkimizda’ linkini tiklarsaniz:

    https://www.sh.com.tr/page/hakkimizda

    ‘sh.com.tr’in Equinix’in Turkiye ayagi oldugunu, Equinix’in de “dünyanın en büyük veri merkezi işletmecisi” oldugunu okuyabilirsiniz. [Daha baska tanitim bilgileri icin yukaridaki linki tiklamalisiniz.]

    Daha fazla bilgi istiyorsaniz, http://www.equinix.com sitesine gitmelisiniz. Wikipedia’da da bazi bilgiler var.

    Kisacasi, ilgi sahasina girmeyen, haberinin bile oldugunu sanmadigim bir sey icin, Gun Zileli’yi topun agzina koymadan once, biraz arastirsaniz iyi olurdu.

    Bu konuda biraz daha okumak icin asagidaki (Ingilizce) linkleri oneririm:

    https://www.propublica.org/article/meet-the-online-tracking-device-that-is-virtually-impossible-to-block

    https://nakedsecurity.sophos.com/2014/12/01/browser-fingerprints-the-invisible-cookies-you-cant-delete/

    Kullandiginiz tarayicinin (tor uzerinden gidiyor olsaniz bile) ‘izlenme’ konusunda ne kadar guvenli olduguna dair degerlendirilmesini istiyorsaniz, su linki oneririm:

    https://panopticlick.eff.org/

    Sonuc: Bu tur izleme tekniklerini kullanmagi iki sey dayatiyor:

    1) ‘Kapitalizm’.. Yani, pazarlamacilar.. Kime neyin reklamini gostereceklerine karar verebilmek icin, kimin neye ilgi duydugunu bilmek istiyorlar. Bilmek icin de bu tur ‘fingerprinting’ tekniklerine ihtiyaclari var.

    2) Devlet ya da guvenlik teskilatlari. Internet uzerinde yazilan seylerde suc unsuru varsa, bunu kimin yazdigini bilmek istiyorlar. Neredeyse butun devletler, bu tur takibi (servis saglayicilarina) zorunlu hale getirdi.

    Bundan kolay kolay kacis da yok gibi gorunuyor.

  525. “Sayın 41 NeAcayip Bey”

    Siz bunun bir tur yaraticilik oldugunu saniyorsunuz herhalde.

    Halbuki, kisilerin isimleri (veya nick’leri) ile dalga gecmenin anlamsizligini taa ilkokul caglarinda farkeder cogu kisi. Sizdeki gecikmenin anlamli bir sebebi olmali; ama, tahmin edemiyorum.

    “Bak senden sonsuz daha çok bilen antropologlar ve paleontologlar”

    Bu zevatin benden ‘sonsuz daha cok’ bir seyler bildikleri sizin zehabiniz.

    Onlar, sadece kendi dar ilgi alanlarinda daha cok sey bilebilirler. Daha buyuk/genis meselelerde –sizce mubarek olan bu zevat– baska herkes kadar cahildir.

    Verdiginiz metinde de ilginc bir sey yok zaten. Adamin biri, ya da ikisi, kendi gozlemlerini yazmislar. O kadar.

  526. ““tarih bilinci”, ulus ve ulus-devlet
    selcuklu ve osmanli torunu necip ve kafadar’i diger yorumcu neden bu sitede sürekli olarak tarihi geyik muhabbeti yapiyorlar, benim yerime t. erdogan cevaplasin”

    Bu dediğiniz Erdoğan ve onun gibilere mi özgü yoksa aynısı Batı’da da mı var? Mesela bu amacı taşıyan kaç tarihi Hollywood yapımı vardır dersiniz?
    Bir yerde haklısınız yalnız. Erdoğan ve benzerleri bu işi çok beceriksiz ve amatörce yapıyor. O yüzden çoğu insan Erdoğan’ın propaganda aracı olan Diriliş Ertuğrul -hatta hedefe koyup savcıları göreve çağırdığı Muhteşem Yüzyıl- yerine William Wallace, Herkül ya da Zeyna gibilerini izliyor.
    Ha, bu arada:

    muhteşem yüzyıl yapımcılarını boğdurtmak
    ecdada uygun bir ceza şekli.
    https://eksisozluk.com/muhtesem-yuzyil-yapimcilarini-bogdurtmak–3641281

  527. Bakırköy firarisinden söz etmişken yine bir tarih geyiği yapabiliriz -şimdi buna da kızarsınız gerçi ama olsun-
    Buranın adı Makri Khora > Makri Köy > Bakırköy şeklinde değişmiş:

    Dünyanın merkezine yedi mil: Bakırköy

    Kentin sur dışında, Ataköy-Florya arasında yer alan bu semti Latinler “Yedinci” anlamına gelen Septimum, Bizanslılar da aynı anlama gelen Hebdomon adıyla andılar. Bu isim yörenin, Ayasofya’nın önündeki dünyanın merkezi, “0 Noktası” kabul edilen Milyon Taşı’na, Roma mili olarak uzaklığını simgeliyordu.

    Semte Bizans’ın son döneminde, uzun köy anlamına gelen Makri Khora / Makri Khori; Osmanlı’da ise Makri Köy denildi. Bu isim 1925’te yer isimleri Türkçeleştirilirken Bakırköy oldu.

    http://listelist.com/istanbul-koyleri/

  528. Ne mutlu cahilim diyene

    14 Necip Teknisyen Bey
    O filozof bilim-tekniğin sınırlarını çizen kitabını kitabın sonunda şöyle özetler:
    “Konuşulamayacak konularda susmak gerekir.”
    Kitabı basıldığında gencecik kalma gibi övgülere sevineceğine, sitesinde bayiliğini yapacağına, kitabının sonunda birkaç sayfanın boş bırakılmasını ister.
    Bir zaman sonra bunun nedenini sorarlar.
    “Okuyanın tükürmesi için; çünkü asıl sorular çenemizi kapatmamız gerekenler”, der.
    İlkeller bu sorulmaz soruları mitlerle dile getirdiler. Siz, murky-seksist organları, kuduran kırmızı-beyaz yakalılar, eski murky-seksist stalinci yeni analşit amelliklerini ağızlarıyla dile getirirler.

  529. “Sehirlesme ile ortaya cikan olgulardan birinin, sosyo-ekonomik yansimasinin, adini ‘kapitalizm’ koyup, ona –bir yeldegirmeni gibi– saldirmanin dayanilmaz lezzetini yadsimiyorum; ama, biteviye ayni seyi duymak da kabak tadi veriyor.”

    Sorun bunların kendisi değil, buradaki aşırılık/dengesizlik. Yani şehirleşmenin, sanayileşmenin, teknolojinin, trafiğin, normal medya ve sosyal medyanın, alışverişin, tatilin veya kısaca tüketimin içinde boğulanlar. Veya bunları kararında ve akıllıca kullanmak yerine lüzumsuz, aşırı, yanlış kullananlar.
    İnternette, özellikle sosyal medyada gördüğümüz gibi, kendi cemaatlerine hapsolmuş, başkalarını anlamaktan ve diyalog kurmaktan aciz toplum kesimleri. Entelektüel bakımdan son derece geri gazeteler ve köşe yazarları. Televizyonda izdivaç, “BBG”, “Bu Tarz Benim” türü programlar, futbol tartışmaları, hatta çoğu sığ/yüzeysel siyaset tartışmaları. Kalitesiz diziler, filmler, müzikler -güzel olanlar tabii ki istisna edilmeli-
    Fakat sonuçta aynı yere geliyoruz: Şehirde yaşayıp bunlarla geçinen insanlar başka neyle geçinmeli? Onların çoğunluğu veya yeterli bir bölümü taşraya, köylere veya daha az nüfuslu şehirlere mi dönmeli? “Doğaya dönmek” ise ayrı bir tartışmaya yol açacağından konu daha da uzayacaktır.

  530. eskiler ve yeniler

    Önce şunu herkese ilan etmek isterim. Zileli kendinin ne kadar saçmaladığını, özellikle dolaylı, göstermek istediğim yazıları yayınlamıyor. Hep büyüklük olgunluk gibi numaraları yapıyor, kendini kandırıyor. Anarşist olduğunu iddia eden birinin bu korkusu neden? Neden sansürünü başka bahanelerle örtbas ediyor?
    Belki vazgeçer diye uslu puslu yazayım dedim.
    Eski ve Yeni
    Bu site ve dünyanın her yerinde değersizliğinin bilincine dayanamayıp çılgına dönen yığınlar toplumu yenilerle eskiler arasındaki ince farkı bir örnek anlatayım.
    İlk medeniyet olsun sonra gelenler olsun genellikle kral veya imparatorun ilahiliğine, tanrıların tasvibiyle makamlarına vardıklarına inanırlardı. Aynı medenileşmişlerin cenneti ölümden sonraya koyması gibi aslında bu eskilerin daha gerçekçi olduklarına işaret eder.
    Aramızdan birinin hepimizden daha yüksekte oturup emir vermesinde bir pislik var. O halde bu herifi tanrılar bu makama atadı.
    Peki şimdi.
    Petrol, buhar, bilim-teknik, mavi gözlü sarışın yüksek ırklar, dahiler, eğitim, parası bol olma, endüstri, artık ürünle beslenen ulu ve yüce insanlar, maşallah liste çok uzun.
    Laik ve aydın yüksek zekâlılara göre bu öyle din min hokkabazlığıyla açıklanamaz. Yıllarca okumak gerekir: tarih, coğrafya, ekonomi, sosyoloji, arkeoloji, antropoloji, bilim ve teknik, felsefe, maşallah liste yine uzadı.
    Kimse tam bilmez ama herkes bilir. Artık bir birinin sırtına binmenin nedeni gizli saklı ilahilikte değil. Futbol maçına benzer. Üstün olan üstüne biner. Erkeklerin binlerce yıl kendilerini kadınlardan üstün görmesi de bundan kaynaklanır, galiba.
    Benim için tek gizem var, hiç değilse, tarım ve hayvancılık geliştiğinden bu yana. Neden acaba binlerce yıl insanlığı sırtında taşıyan ve besleyen tarımcılar veya göçebe çobanlar değil de bu sitede bülbül gibi öten yüksek zekâlı cambazlar maçı kazandılar.
    Marks safsatası su götürmez. Dünya milyonlarca yıl yeterinden fazla ürünle doluydu. Marksın kendisi benim tanıdığım en mükemmel burjuva ve burjuva düşünür. Hatta Marks Darwin’in bir yamağı, aynı hayat kavgasını başka bir alanda anlatan bir salak. İnanmayan Hegel’in burjuva zaferini tüm tarihe yansıttığı köle-efendi masalına baksın, belki ne dediğimi anlar.

  531. Salak Tuzağa düştü

    Bu mesaj icin Zileli’yi itham etmek adil degil.

    Nasıl da kıç yalayıcı olduğunu açığa vurdun ve tuzağa düştün, Sayın her yarı cahil gibi aşağılık içinde cinnet getiren süt ineği NeAcayip Bey.

    Bu sitede senin gibi aşağılık duygularını salaklığını yüzüne vuranlara karşı hödüklük özgürlüğü hakkını kullanan çok demokratik kişiler çıktı. Erdoğan’ın Merkel ve Avrupa’ya meydan okuması gibi bir boş laf, bir enayilik, bir sana benzeyen ve aşağılık hisleri içinde doğmuş büyümüş diğer sitede yazanlara sığınma, cesaretsiz arkasını her zaman diğerlerine dayattıran bir zavallısın.

  532. Doğal hayatta bunlar olmuyor en azından:

    Marketten aldığı ekmekten çıktı, dişini kırdı
    İzmir’in Çeşme ilçesinde bir şahsın, süpermarketten alarak yediği ekmeğin içinden çıktığı iddia edilen vida dişini kırdı.
    İddiaya göre, seyyar halı satıcılığı yapan Burhanettin Özer (57) ve iş arkadaşı Halil Erbaş (59), bir süpermarketten ekmek aldı. Sofraya oturarak ekmek ile domatesi yemeğe başlayan Burhanettin Özer ekmeği ısırmasıyla birlikte neye uğradığı şaşırdı. Ağzına sert bir cisim geldiğini fark eden Özer’in azı dişinin de dış yüzeyi kırıldı. Hemen lokmasını ağzından çıkaran Burhanettin Özer, ekmeğin içindeki vidayı görünce hayrete düştü.
    İş arkadaşı ile birlikte aldıkları ekmeğin içinden vida çıktığını kameralara kaydeden Özer, ekmeği aldıkları süpermarketi aradı. İddiaya göre konu ile ilgileneceklerini söyleyen süpermarket yetkililerinden hala cevap alamadığını dile getiren Özer, süpermarketi mahkemeye vereceğini belirtti.
    http://www.hurriyet.com.tr/marketten-aldigi-ekmekten-cikti-disini-kirdi-40464408

  533. Yukarıdaki yorumumda paylaştığım haberi (yediği ekmekten vida çıkan adam) görünce aklıma yıllar önce okuduğum benzer bir haber geldi. Şimdi arayınca buldum;

    Hamburgerde prezervatif
    HAMBURGERİNDEN prezervatif çıkan bir Amerikalı, ünlü McDonald’s firmasını mahkemeye verdi. Jeff Bolling adlı Amerikalı, Alabama’da 6 Ekim 1995 günü satın aldığı “Big Mac” hamburgeri yerken ağzına sert bir şeyin geldiğini ve bunun turşu olabileceğini düşündüğünü belirtti. Birkaç kez ısırmaya çalıştığı maddenin açık bir prezervatif olduğunu söyleyen ve durumu polise bildiren Bolling, korkunç derecede derin bir bunalıma sürüklendiğini ve AIDS hastalığı kapabileceğini ileri sürüyor. Ancak altı ayda bir test yaptıran Bolling’in kanında AIDS virüsüne rastlanmadı. Jeff Bolling, McDonald’s firmasından miktarı açıklanmayan tazminat talebinde bulunuyor. McDonald’s firmasının avukatları, hamburgerden çıkan prezervatif ile lokantanın bir ilgisinin bulunmadığını ve prezervatifin, hamburger lokantadan çıktıktan sonra sandviçe konulduğunu iddia ediyorlar. Davanın görülmesine 25 Ağustos’ta başlanacak.
    http://www.milliyet.com.tr/1997/08/19/dunya/hamburgerde.html

  534. “Semte Bizans’ın son döneminde, uzun köy anlamına gelen Makri Khora / Makri Khori; Osmanlı’da ise Makri Köy denildi.”

    Yunanistan’a gocmus bir Istanbul Rumundan dinlemistim:

    Cogunlugu Rum ve Ermeni olan, Kazlicesme’deki tabakhane ustalari, zamanla para gorup zenginlestiginde, aniden Kazlicesme’deki tabakhanelerin kokusunu cekilmez bulurlar. [Asagi yukari aynen bu kelimelerle anlatmisti.]

    Bunun uzerine, havasi temiz ve tabakhanelerin kokusundan (ve orada calisan ‘ayak takimi’ndan) yeterince uzak bir yere tasinmaga baslarlar.

    Bu yeni yerlesim yerinin adini da ‘uzak koy’ anlamina gelen ‘makri koy’ koyarlar.

    Teyid icin bakiniz: https://eksisozluk.com/makrikoy–130253

  535. İlkelcilik ve doğaya dönme

    Sayın 47 Anonim 20 Mayıs
    Eğer yavan bir şey söylememe izin verirseniz, “yazınızı çok beğendim”le başlamak isterim. Nedense içinde olduğumuz acı ve çekilmez durum büyük sorunlarla önemini kaybedip banalleşiyor.
    Ben ilkelliği savunanım. Ve ilkelliği savunan çok kişi olmasına rağmen ve çoğunu kişisel tanıdığım halde hiç birinden tek bir defa bile saati geriye çevirme düşüncesini duymadım.
    Ama en kısa bir zaman önce (1960larda) bile doğaya dönmek savunuldu, komünler kuruldu ve şimdi bile doğaya dönüp tarım veya benzeri yaşamayı seçenler var. Ve bu sadece Avrupa ve Amerika’da bir olay değil.
    Üstelik eğer konuyu biraz daha genişletirsek, Mount Athos’da yaşayan Yunan rahipleri doğada yaşamayı seçenlerin size yakın bir örneği. Uzak doğuda çok sayıda rahipler de örnek olabilir. Hatta burjuvaların eski düzeni sarsmasıyla oluşan direnişlerin çoğu dinselleşip şehirleşmiş büyük ve mega (devasa) toplumlar içinde azınlıklar olmaya mahkûm oldular.
    Örnekler can sıkıcı olacak kadar arttırılabilir. Çin’de Taoistler, Hindistan’da Upanişadlar, özellikle şimdi merkezi Burma’da ve Afganistan’dan Vietnam’a kadar Zomia adlı coğrafi alanda yaşayanlar. Bedeviler diğer bir örnek. Amazon ormanlarında yaşayanlar, Himalaya yüksek dağlarında, Peru, Ekvator, Bolivya yüksek dağlarında, Afrika’da … Hala doğa içinde yaşayanların hepsi kırımdan geçmiş değil ama sezginize katılıyorum. Bu gidişle şahane tasvir ettiğini çoğu son derece çirkin şehir hayatı her yere yayılmakta. Ya yüz ya da bat politikası, diyebiliriz.
    Bence ve diğer ilkelliği savunanlar arasında asıl sorun doğaya dönüşü tamamıyla satıhsal anlamadan kaynaklanmakta. Bu kavram insan psikolojisini son derece sapıtıcı, tahrip edici doğa/insan veya doğa/ kültür veya doğa/logos (akıl, mantık, konuşma) gibi bir ikilemeyi “farkında olmadan” özümlemeye, insanın doğayı kendine karşı almasına, diğer canlıları karşısına aldığı “doğa” içinde imgelemesine ve nihayet sadece doğayı ve diğer canlıları değil farklı insanları da enstrümantalleşmesine yol açtığının bilinci varılmasıyla ilkellik anlaşılmalı. Ne var ki zamanımıza egemen olan ve etrafa hoş gelen tiksindirici bilgiden çok daha da tiksindirici politika ideolojileri.
    Milattan 3, 2 ve 1 bin yıl önce 100-300 binleri geçen ordularla savaşları okuduğumda, Büyük İskender’in ordusunu beslemek için her gün 100 bin kilo tahıl, 150 bin kilo su, 150 kilo hayvanları besleme gıdalarını okuduğumda bu “kapitalizm efendim, kapitalizm” nakaratını sıkıcı buluyorum.
    Uzatmak istemiyorum ama sizi saygıya değer bulduğum için konuyu biraz daha genişletmek istedim.

  536. “Yani şehirleşmenin, sanayileşmenin, teknolojinin, trafiğin, normal medya ve sosyal medyanın, alışverişin, tatilin veya kısaca tüketimin içinde boğulanlar. Veya bunları kararında ve akıllıca kullanmak yerine lüzumsuz, aşırı, yanlış kullananlar.
    İnternette, özellikle sosyal medyada gördüğümüz gibi, kendi cemaatlerine hapsolmuş, başkalarını anlamaktan ve diyalog kurmaktan aciz toplum kesimleri.”

    Teknoloji oyle bir noktaya geldi ki, gecmiste birbirinden uzak ve boluk porcuk duran bir suru gelisme/icat/yenilik, bugunlerde –neredeyse kendiliginden– bir araya gelmege basladi. Buna, keferece, ‘convergence’ deniyor.

    Otomatik icatlar donemine girdik son bir-iki nesildir ve giderek de hizlaniyor bu.

    Bu da, cesitlilige ve onun da giderek artan bir hizla yeni cesitliliklere donusmesi anlamina geliyor.

    Geliyor da, hayatimiza yansimalari –kucucuk kucucuk de olsa– şoklar yaratiyor: Kimisini seviyoruz, kimisinden de rahatsiz oluyoruz. Birimizin sevdigi, bir baskasi icin rahatsiz edici olabiliyor.

    Yani, bir herc-u merc icindeyiz.

    Her ne kadar (sizin dediginiz sekilde) “başkalarını anlamaktan ve diyalog kurmaktan aciz toplum kesimleri”nin varligini kabul ediyor olsam da, bunun konjonkturel oldugunu (gecici oldugunu; kalici olmadigini) dusunuyorum.

    Dahasi, “kendi cemaatlerine hapsolmuş” birileri bugun varsa da, bunun surdurulebilir oldugunu dusunmuyorum. Onlar da katilmak zorundalar bu akisa.

    Kisacasi, aslinda, her ne kadar ismini ‘global village’ (‘kuresel koy) koydularsa da, bence, bir ‘kuresel sehirlesme sureci’ icindeyiz.

    “Entelektüel bakımdan son derece geri gazeteler ve köşe yazarları. Televizyonda izdivaç, ‘BBG’, ‘Bu Tarz Benim’ türü programlar, futbol tartışmaları, hatta çoğu sığ/yüzeysel siyaset tartışmaları. Kalitesiz diziler, filmler, müzikler [..]”

    Bu, bence, topluca icinden gectigimiz bir egitim/ogrenim sureci: Farkli toplum kesimlerinin arasindaki mesafe kisaliyor; degisik alt-sosyolojilerin varligi asikar oluyor. Zevklerimiz ve edinilmis lezzet anlayislarimiz arasindaki farklari yadirgiyoruz. Bunlar bizi simdilik sasirtiyor; ileride oyle olmayacak. Alisacagiz.

    “Fakat sonuçta aynı yere geliyoruz: Şehirde yaşayıp bunlarla geçinen insanlar başka neyle geçinmeli? Onların çoğunluğu veya yeterli bir bölümü taşraya, köylere veya daha az nüfuslu şehirlere mi dönmeli?”

    Cok major kirilmalar –yani, dogal felaketler, seller, kuraklik, depremler vb– olmazsa, ya da bir kuresel savas sonucu bugunku cesitlilik budanmazsa, bu gidisatin onune gecilebilecegini dusunmuyorum.

    Dolayisi ile, “şehirde yaşayıp bunlarla geçinen insanlar”, yine benzer seylerle gecinmenin yolalrini arayacak ve –bulurlarsa– koylere tasinacaklardir. Bkz. ‘Ipek Hanim Ciftligi’ [ http://www.ipekhanim.com ], Ipek hanim, Istanbul’dan kacmadi aslinda; yaninda Istanbul’u goturdu 🙂

    “‘Doğaya dönmek’ ise ayrı bir tartışmaya yol açacağından konu daha da uzayacaktır.”

    Evet, cunku, ‘dönduk’ dedigimiz anda dogayi dönusturmege baslamis oluruz..

    ‘Medeniyetten kacmak’ adina ‘balta girmemis orman’a siginan her insan yaninda muhakkak en az bir balta da goturur 😉

  537. marxist argüman

    tarih (bilimi) “objektif” olabilir mi; “objektif tarih” diye bir$ey mümkün mü?

    43 nolu yorumcudan alinti:

    “Bu dediğiniz Erdoğan ve onun gibilere mi özgü yoksa aynısı Batı’da da mı var? Mesela bu amacı taşıyan kaç tarihi Hollywood yapımı vardır dersiniz?
    Bir yerde haklısınız yalnız. Erdoğan ve benzerleri bu işi çok beceriksiz ve amatörce yapıyor.”

    hollywood filmleri tabii ki amerikan emperyalizminin kültürel ayagini olu$turuyorlar, fakar erdogan’in tarihi hamesetini ve “dirili$” gibi dizileri hollywood filmleriyle kar$ila$tirmak ve “erdogan bu i$i amatörce yapiyor” demek yanli$tir.

    burdan belli oluyor ki sen türkiyede ki rejim degi$ikligini anlamami$sin/algilayamami$sin. ne demek bu?

    erdogan ve ekibinin günlük olarak türk toplumuna yönelik okuduklari tarihi nutuklar, trump, merkel gibi batili liderler icin gecerli mi? hayir.

    hollywood’un cektigi tarihi filmleri “amerikan toplumuna tarih bilinci a$ilamak icin” yaptigini sanmiyorum. onlar daha cok ticari kaygilarla yapilmi$ filmlerdir bence.

    ayrica erdogan’in siyaseti, yani devleti ve toplumu yönetme i$ini amatörce, beceriksizce yaptigi iddiasi benim degil senin iddiandir ve yüzde yüz yanli$tir.

    “dirili$” gibi sipari$/ismarlama diziler, filmler cok para kazanmak icin, sinema filmi olarak amerikan filmleriyle yari$sinlar diye cevrilmiyorlar. böyle bir kar$ila$tirma yapmak olan biteni anlamamak anlamina gelir.

    iktidar sipari$i ve te$viki ile cevrilen “dirili$” gibi milli/yerli dizilerin amaci her$eyden evvel türk toplumuna “tarih bilinci” a$ilamaktir; toplumu egitmektir; $anli selcuklu ve osmanli tarihini güncellemektir.

    tarih bilinci a$ilama amacli bu dizi ve filmlerin seyredilme oranlarina bakildiginda hedefine ula$tiklari acik ortada; türk toplumunun büyük bir cogunlugu bu dizileri severek izliyor ve benimsiyor.

    yine erdogan’in türk toplumuna yönelik tarihi nutuklari amatörce ve ba$arisiz olmasi orda kalsin, tam tersine hedefini yüzde yüz tutturan; bir “ba$ ögretmen” gibi günlük olarak toplumu ajite eden, egiten, yönlendiren bir devlet adami sözkonusu.

    peki erdogan rejiminin bu tarihi/kültürel kampanyasinin; bu tarihi/kültürel ataginin amaci/hedefi nedir?

    cevap: senior erdogan’dan yukarda alinti yapmi$tik zaten, birde junior erdogan’dan alinti yapalim:

    “Bizim Etnospor Kültür Festivali’ndeki geleneksel sporlarımızı canlandırma gayretimizin bir diğer doğal paydaşı da kültürümüzün bütün sahalarında bir kültürel değerin başlatılması. O da nedir? Kendi kültürümüzün, kendi geleneğimizin yeniden bu topraklarda egemen olmasıdır. Müzikten spora sanattan geleneksel çocuk oyunlarına varıncaya kadar bize ait olanla geleceğimiz kurmamız lazım. Batılılaşma dendi, modernleşme dendi 200 yılı aşkın bir süredir dünya üzerinde batı uygarlığının ekonomik hakimiyetini izliyoruz. Bu ekonomik hakimiyetin sadece ekonomik sahasında kalmadığı bütün kültür sahalarına yayıldığını görüyoruz”

    Türkiye olarak 21. Yüzyıl’da kendi ayakları üstünde durabilen kendi kararlarını veren bir millet olacaksa ecdadın mirası böyle olması mı gerekir? O zaman biz batıdan aldığımız kültürel renklerle boyanmamalıyız. Biz kendi kültürümüzün renkleriyle boyanıp şekillenmeliyiz. Bunlara sadece şekli özellikler demeyelim müzik, yemek ve halk oyunundan ne olur demeyin. Eğer bu kadar önemsiz olsaydı ekonomik batı hegemonyası bu kültür sahasına bu denli nüfus etmeye çalışır mıydı? Bugün dünyanın global markaları sadece müzik ve spor sahasında değil şekli olarak değerlendirilecek tüm kültürel sahalarda dünyada topuyla tüfeğiyle her tarafı kuşatmış durumda. Onun için bağımsızlık kendi dilimizi konuşmamıza, kendi sanatlarımıza sahip çıkmakla mümkün olacaktır. Bu çocuklarımızla başlamak zorunda.” (bilal erdogan)

    görüldügü gibi türkiyede rejim degi$ikliginden bahsederken, basit bir hükümet/iktidar degi$ikliginden bahsetmiyoruz; devletin ve toplumun kökten yenilenmesi; restore edilmesinden bahsediyoruz.

    erdogan, türk devletinin dünya devletler hiyerar$isinde 2. ligde oynamasindan son derece rahatsiz ve t.c.’nin bu ba$arisiz performansindan kemalistleri ve onlarin batilila$ma/laiklik poltikasini sorumlu tutuyor.
    kemalistlerin türk toplumunun ba$arilarla dolu “$anli” tarihini batilila$maya “feda” ettigini dü$ünüyor ve bundan dolayi kemalistlere cok öfkeli.

    erdogan ve ekibi, “$anli” selcuklu ve osmanli tarihini güncelleyerek; türk toplumuna böyle bir tarih bilinci a$iladiktan sonra, bu tarihi bilincin ortaya cikaracagi manevi enerji/iman gücü ile devleti ve milleti $aha kaldiracaklarini hayal ediyorlar.

    bundan dolayi türkiyede ki rejim degi$ikligini ve bunun tarihi/kültürel ayagini hollywood ile kar$ila$tirmak yanilticidir. cünkü amerika ya da almanya’da rejim degi$ikligi söz konusu degil.
    ille de bir ülke ile kar$ila$tirmak istersen tayland ve tayland’da ki askeri darbe ve sonrasi yeni rejim in$asi ile kar$ila$tirabiliriz.

    peki benim derdim nedir, ben neye dikkat cekmeye cali$iyorum?

    cevap: ulusalcilik/milliyetcilik fikri/ideolojisi nedir; bir ulus/millet nasil hamur gibi yogrula yogrula yaratilir, erdogan ve ekibinin bu hususta ki “ba$arili” icraatlarina dikkat cekmek.

    sonuc: demek ki “tarih” denilen $ey öyle objektif gercekler/olaylar kronolojisi falan degil.

    yüzde yüz ideolojik bir malzeme sözkonusu ve bu “ideolojik malzemeyi” günümüz devletleri ve devleti/toplumu yönetenler i$lerine/cikarlarina nasil geliyorsa, o $ekilde yorumlayip okul egitimi ve medya araciligiyla topluma empoze ediyorlar.

    günümüz türkiyesinde kemalist laik türklerin tarih bilinci/yorumu ile islamci türklerin tarih bilinci/yorumu arasinda ki fark buna bir örnektir, kanittir.

  538. 39 marxist argüman’a,

    “deli deliden hoşlanır, imam ölüden” 32 nolu anonim, senin, bu kendine hayri olmayan, düzgün bir cümle bile kuramayan küfürbaz deliyi uzun uzun yazilarla “kapitalizme karsi mücadeleye” davet etmen bana yukarda ki sözü hatirlatti.

    32 no ile 33 no’yu karıştırmış olabilirsiniz.

    Siz muhtemelen, 33 no’da yazdığımız “kapitalizme karşı mücadele” kısmını okuyunca acele cevap vermeye uğraşıp; 32 ile 33’ü karıştırdınız.

    Sadede gelelim:

    Siz, kapitalizmin müstahdemliğini yapan, otomotiv sektöründe faaliyet gösteren KOBİ-irisi bir şirketin “zibidi patronu!” Necip’le birlikte; meşhur deyiminiz “teke dövüşü”nüze devam edebilirsiniz.

    Fakat dikkat ediniz:
    Necip, yine, Charles Darwin’den ve Herbert Spencer’dan miras kalanları kendine katık ederek, bir tutam evrim teorisi ile karıştırıp kapitalizmin mutlaklığı ve meşruluğu zırvasını ispat etmeye çırpındığında eğer cevap veremezseniz; “GegenStandpunkt: Politische Vierteljahreszeitschrift”’deki deponuzda sıkışmayıp, başka kaynaklara da yönelmenizi öneririz marxist argüman.

    “Teke”ler bile kapitalizm tarafından sömürülüyor, tarım & hayvancılık bile tam anlamıyla şirketokrasinin plânlarına göre dizayn ediliyor. Ülkelerin siyasi yönetim ve iktisadi yönetim şekillerinin (plütokrasi, kapitalist, yarı-kapitalist, devlet kapitalizmi, komünist, sosyalist, otarşik, vb.) ne olduğu farketmeksizin; dünya genelinde, tarım & hayvancılık endüstrisi, şu 4 şirketokrasinin tekelindedir: “CP (Charoen Pokphand) Group”, “Cargill”, “New Hope Liuhe”, “Monsanto”. (Bu duruma, iktisadın kapitalist versiyonunda; “oligopol piyasa düzeni” denir.)

    Bunların gerisinde kalan diğer bütün şirketokrasiler; bu 4’lü ile contractual (çoğunlukla da distributional mutabakatlarla) iş ilişkisi yürütürler, veya, bu 4’lünün müsaade ettiği ölçülerde, kendi piyasalarında dönem dönem eğlenmelerine göz yumulur. (4’lünün işgal ettiği pozisyonlar bazen değişir, geride kalanlar ara sıra üst basamaklarda soluklanmak adına yükselir, sonra tekrar düşerler. Onlar da şu şekilde: “Bunge”, “Kraft Heinz”, “Tyson Foods”, “Mitsui”, “Tata Chemicals”, “Amul”)

    “Galapagos Takım Adaları’ndaki planktonların yaşam-ölüm döngüsü”nü kapitalist sistemi açıklamak için bir tür mühimmat sayıp, “çiftçilerin, piyasada satamadıkları mahsûlleri; yollara dökmesinin, ayaklarıyla ezip düzeni protesto etmesinin” normal kabul edilmesi gereken bir süreç olduğu zırvasını Necip gibiler hönkürür.

    “Galapagos Takım Adaları’ndaki planktonları” örnek göstererek, evrim sürecinde kapitalizmin ne ölçüde olduğunu bilip bilmediğinizi test eder. Siz, eğer evrim sürecini bilmiyorsanız (ya da bilip önem vermiyorsanız); Necip gibi bir laf hokkabazının parmaklarında oynattığı bir kuklaya dönüşürsünüz marxist argüman.

    Son kez izah ediyoruz:
    Kapitalizm, (Necip’in zırvaları gibi) sadece insanın evrim süreciyle açıklanırsa, eksik kalır. Kapitalizm, aslen, “sosyo-ekonomik” bir konudur.

    ( http://www.gunzileli.com/2017/03/26/fikret-baskaya-referandumun-akpcesi/ )

    2 Nisan 2017, yorum no 34:

    Marxist argüman: “necip, senin buna cevaben yazdigin, benim yazdigimi cürütmek orda kalsin, arada alakayi nasil kurdun, anlamis degilim.

    3 Nisan 2017, yorum no 42:

    Marxist argüman: “necip, 38 nolu yorumda yazdigin cevap beni tatmin ve ikna etmedi. neyse, o konuyu gecelim.

    * * * * *

    “Pipsqueak” mahlasını kullanan, fakat Gün Zileli’nin itirazı ile bu kez “DOPE” mahlasını kullanmaya başlayan, yine Gün Zileli’nin itirazı ile mahlas kullanmaya eskisi kadar önem vermeyen bu kişiyi tanımıyorsunuz. Tanımadığınız hâlde; “deli” sıfatıyla yaftalıyorsunuz.

    Site şu an tedavi sürecinde, pek çok sayfanın altındaki metinler bölük-pörçük çıkıyor; ne zaman düzelir bilinmez.

    Eğer site düzelirse; “Diktatörlüğe Karşı Direniş Barikatına Bir Taş da Sen Koy!” sayfasında; sayın “pipsqueak”in yazdıklarını okuyup, kendisini tanımaya başlayabilirsiniz.

  539. Klonla Toplumu

    Artık eskimiş Yığınlar Toplumu’na Klonlar Toplumu adı verildi.
    “Her zaman böyleydi”, diyenin kopyaları dünyanın her yerinde zibil gibi çok.
    “Her zaman böyleydi”, diyenler “İlerleme ve Değişme” tanrısına tapan soytarıların topa tıp kopyaları ve bunlarda dünyada zibil gibi çok.
    Özet: Diyalektiği bilen buna şaşırmaz ama bu sitede o kadar çok hödük var ki açıklamak gerekir.
    Alçaklığını, sefilliğini, hiçliğini aynada gören, örneğin Necip Bey, Zileli, Beyaz Yakalılar, Marxsist argümancılar bu gerçeğe dayanamazlar. Çareyi ucuz ideolojilerde, laf kalabalığında, medyada, gazetelerde, televizyonda ararlar. Dışa yansıtırlar.
    Sonuç: a eşit değil a!
    Ucuz İdeolijiler listesi.
    Marxsistler bakire Marxsistliği savunurlar.
    Hristiyanlar bakire Hristiyanlığı savunurlar.
    Müslümanlar bakire Müslümanlığı savunurlar
    Anarşistler bakireliğin kendisini savunurlar.
    Asil-soysuzlar soysuzluğun ebediliğini, yani hep ayni kaldığını, yani hiç değişmediğini, yani bakireliğini savunurlar.
    Zavallı ayaklar altında ezilmiş, çılgına döndürülmüş klonlar!

  540. Otantiklik Peşinde bir Turist

    Sayın Kırmızı-Beyaz Yakalılar,
    Siz meslek değiştirmişe benziyorsunuz. Bu yeniliğe sevindim ama hala tüm dünya gibi çoluk-çocuk-avrat masalıyla ücret köleliğinize seve seve devam etmeniz, benim tavsiyeme uyup işinizi bırakmamanız, beni üzdü.
    Not: Bu asil-soysuz herif sadece adi bir teknisyen değil adi bir patronmuş. Bakın bu herif sizin geleceğinizdir. Eninde sonunda bu herif gibi ve bu site müdürü gibi ektiğini biçmeyle yetineceksiniz. Bir türlü dışarıya atlayamayacaksınız.
    Sitedeki enayilere benim “aslımı”, “özümü”, “içerimi” görmeleri öğütünüz yeni mesleğinizin röntgencilik olduğunu gösteriyor.
    Bir defa daha diyalektik (aynı ama aynı değil falan filanının) çaylakları ne dediğimi anlamayacağından anlamaları için size açık açık soracağım.
    Siz içini görüp dışını anlamayan tıp şarlatanları röntgenciliğini mi seçtiniz? Yoksa içini görüp dışını anlamayan psikanaliz röntgenciliğini mi seçtiniz?
    Her ikisi de aynı dolandırıcılık olsa da yeni mesleğinizde bol şanslar ve bol paralar dilerim.
    Ben eninde sonunda modeli 19. yüz yıla dayanan siyasi mülteci palavrasını Cenevre’deki türkler, kürtler, alevilerden öğrenip çalışmadan ve hatta devlet parasıyla bol bol seyahat ederek yaşıyorum. Birkaç dil bildiğim ve çirkin olduğum için bana medya masalları anlatmayıp kendilerinden biri olduğunu sanarak daha otantik bilgiler edineceğim ümidiyle beni sefillikleri demokrasi ve laiklik eksikliğinden kaynaklanan coğrafi bölgelerdeki insanlar hakkında röportaj yazmaya atadılar.
    Her gittiğim yerde medyada dolaşan çevre sevme, hayvan sevme, kadın sevme, demokrasi sevme, bol para sevme gibi otantik olmayan masallar işitiyorum ama hünerlerim ve tarih bilgimle değiştirip otantikleştiriyorum. Bu arada dolandırıcılığımda bu sitedeki vır vırlar ve zırvalamaların bana çok yararlı olduğunu da itiraf ederim.
    Not: Acaba biliyor musunuz? Dünyadaki bütün ballarda plastik zerreleri bulunmakta. Yusuf Petek balından fazla yemeyin.
    Not: Röntgencilik mesleğinizden utanmayın. Tüm dünya başkalarının becerilerinin heyecanı içinde yaşıyor. Bu sitedekiler, özellikle kendini dev aynasında gören (you know who) birkaç salak bu heyecanın coşkunluğu içinde yaşıyorlar. Büyük sorulara katkılarda bulunuyorlar, “ben de varım”, diyorlar. Bu çılgınlıkta kıvamını 19. yüz yılda buldu. Nihayet çılgınlık Yalnızlar Kalabalığı, Yığınlar Toplumu, Mass Men gibi adları cazip, içerileri tiksindirici cici bici isimler kazandı.

  541. Sayın 9 Anonim 21 Mayıs
    “39 marxist argüman” ı uyarınızda eksiklik var gibi.
    Kapitalizm aslen sadece Başıkaya’nın dediği gibi “sosyo-ekonomik” bir konu değildir. Sosyo-ekonomik-afyonik-ekolojik-arkeolojik-antropolojik-teknolojik- at gözlük giyijik-marksistjik-analşitjik- argümanjik-necipjik-zilelijik … -jik, -jik, -jik sonsuz ciddijik bir konudur.
    Daha da derinden bakarsak “keep them busy”jik bir konudur.
    Daha daha derinden bakarsak salak akademijiklere masaljık anlatma fırsatjılıktır.
    Derinliğin dibine vardığımızda, Darwin’in aynı süper ülkeden fırlayan diğer bir mavi gözlünün “herkes birbirine karşı” masalının doğaya yansıtması ve salak Marks’ın bunu topluma yansıtmasıdır.
    Çok daha derinde kovboylar ve üstün zekalıların bolluk dünyasını kıtlık dünyasına çevirip sizler ve diğer dahilere düşünme meşguliyeti yaratmasıdır.
    Sorun bakalım bu koca kelle Başıkaya’ya veya “Marxist Argüman”a dünyanın hangi yerlerinde Orta Doğu’da çıkan ve ezilenlerin dininden fırlayan sosyal haksızlıktan “kurtuluş” masalı anlatılmakta. Neden kıtlıkla insanları hizaya getirme bolluk sırrının bulunduğu yerde başlar.
    Allah bizi okumuş kara cahillerden korusun. Âmin!

  542. “iktidar sipari$i ve te$viki ile cevrilen “dirili$” gibi milli/yerli dizilerin amaci her$eyden evvel türk toplumuna “tarih bilinci” a$ilamaktir; toplumu egitmektir; $anli selcuklu ve osmanli tarihini güncellemektir.
    tarih bilinci a$ilama amacli bu dizi ve filmlerin seyredilme oranlarina bakildiginda hedefine ula$tiklari acik ortada; türk toplumunun büyük bir cogunlugu bu dizileri severek izliyor ve benimsiyor.”

    Hedeflerine ulaşmışlar mı, yoksa zaten hep aynı yerdeler mi?
    “Diriliş”, “Payitaht” vb. dizileri izleyenler zaten eskiden beri iktidarın oy tabanı olan kitle. İktidarın bu propaganda dizilerini CHP’li, Kemalist, Alevi vb. kesimler zaten izlemiyor.
    İktidarın oy tabanı zaten çoğunluk olduğuna göre “türk toplumunun büyük bir cogunlugu bu dizileri severek izliyor ve benimsiyor.” demek doğru olmaz. Hedefi tutturmaları için her kesimden toplum çoğunluğunun bunları izlemeleri gerekirdi.

  543. marxist argüman

    9 nolu anonim,

    “pipsqueak”in yazdiklarini okudum. bu adam sadece zir deli degil ayni zamanda aptal biri.

    aptal bir zir deli’nin zirvalarinda keramet/bocuk arayan senin gibilerine ne demek lazim, bilemiyorum.

    ben bir marxist olarak yaptigim ve diger insanlara da tavsiye edebilecegim yol yöntem $udur: günümüz dünyasinda var olan sava$, sömürü, rekabet, hegemonya, yoksulluk, mültecilik gibi olgulari önce mercek altina alarak analiz etmek ve anlamak, ardindan da bu durumlarin üredigi kaynagi dogru bir $ekilde tespit ederek buna kar$i fikirsel/ideolojik mücedele vermek; bu durumlari üreten kaynagi kolektif bir bicimde ortadan kaldirmak.

    peki timarhane kackini bu küfürbaz aptal deli ne yapiyor: modern dünyanin naho$ olan hallerine bakarak, modern dünyadan -o, buna medeniyet diyor- nefret etmek ve alternatif olarak ilkel bir ya$ami savunmak.

    bu küfürbaz aptal deli’nin mantigi nasil i$liyor?

    cevap: örnek, bu küfürbaz deli sava$ teknolojisine bakiyor ve teknolojiden nefret ederek teknolojiye don ki$ot gibi sava$ aciyor.

    bu aptal deli $unu ayirt edemiyor: teknolojik geli$menin ele$tirilecek bir tarafi yok; teknolojiyi kim, hangi amac ile kullaniyor, ona bakmak lazim.

    insanlarin hayatini kolayla$tiran teknik geli$meleri ele$tirip, ilkelligi savunmak aptalliktir.

    otomobil, ucak, tren, telefon; buzdolabi vs. gibi ileti$im, ula$im, i$ araclarinin insanlarin hayatini kolayla$tiran olumlu yani ayridir; bu teknoloji ürünlerinin üretimini tekeline almi$ ve bu ürünleri zenginle$mek icin satan; i$adamlarinin/kapitalistlerin “parasi olan bu ürünlere sahip olur olmayan avucunu yalar” ilkesini ele$tirmek ayridir.

    burda ele$tirilmesi gereken teknoloji ürünü araclar degil, ele$tirilmesi gereken bu araclarin hangi $ekilde üretildigi -özel mülkiyet-,

    hangi amac ile satildigi -para kazanma/kar etme-,

    adina i$adami/kapitalist denilen bu özel sahislara bu üretim tekeli yetkisini kimin verdigi -devlet-,

    bu teknoloji ürünlerinin üretim ve sati$inin insanlarin hayatini kolayla$tirmak amaci ile degil, sadece ve sadece para kazanma, zenginlik biriktirme amaci ile yapildigi;

    özel mülkiyet ve para’ya dayali kapitalist ekonomide bundan dolayi kücük bir azinlik zenginlik ve para icinde yüzerken, cogunlugun kit kanaat ya$adigi.

    bu küfürbaz aptal deli sava$ teknolojisine bakiyor ve modern dünyadan nefret ederek ilkelligi bir alternatif olarak savunuyor.

    tek tek insanlarin silaha ihtiyaci yoktur. silahi üreten ve kullananlar kimdir: adina “devlet” denilen egemen

    öyleyse “devlet” olgusunu mercek altina alip incelemek lazim; modern devleti, yani ulus-devletin ne oldugunu, nasil i$ledigini, bu devletleri ayakta tutan güc kaynaklarini tespit etmek lazim.

    modern ulus devletin ideolojik harci nedir: ulusalcilik/milliyetcilik

    modern ulus devletin finans kaynaklari nedir: vatanda$larin ödedikleri vergiler

    modern ulus devletin ekonomik üretim bicimi nedir: adina serbest pazar ekonomisi denilen özel mülkiyete dayali para ekonomisi.

    modern ulus devletin ideolojik güc kaynaklari, yani insanlari vatanda$i oldugu devleti diger devletlere kar$i savunmaya/sahiplenmeye, yerine göre sava$larda ölmeye ve öldürmeye motive eden fikir/dü$ünce nedir:

    birincisi, insanlarin kendilerini “etnik kimlik” ile tanimlamalari ve bu kimlik ile özde$tirmeleri: ben türk’üm, dogal olarak türk devleti benim de devletim: yurtseverlik/vatanseverlik

    ikincisi, insanlarin kendilerini dini kimlik ile tanimlamalari ve bu kimlik ile özde$tirmeleri: ben bir müslümanim; bundan dolayi türk devleti benim de devletim: dini ideoloji/dincilik

    sonuc: ele$tirilmesi gereken teknoloji, internet, modern hayat, medeniyet vs. degil, ele$tirilmesi ve sorgulanmasi gereken olgular:

    -devlet/devlet’in varligi,
    -özel mülkiyet,
    -para’nin varligi ve i$levi; para ekonomisi,
    -ulusalcilik/milliyetcilik/vatanseverlik/devletseverlik vs. fikri, -din/inanc; dini ideoloji ve bu ideolojinin i$levi

  544. 3 ve 4 no’lara bir ek:

    Bu “özel kuvvetler”e ilişkin “enformasyon”lara bakılacak olursa, böylesi bir “tim”, 40 kilo ağırlıkla günde 30-40 kilometre yol alabilecek niteliğe sahiptir. Ayrıca “her türlü doğa koşullarında” barınabilme ve her türlü yiyecekle beslenebilme eğitimine sahiptirler. Kendi propagandalarına göre, “en vahşi doğa koşullarında bile hayatta kalabiliyorlar”.
    Bu hesapla, 15 Temmuz’dan 15 gün sonra yakalanan “tim” mensuplarının 300-400 kilometrelik bir alanda bulunmaları gerekirken (“terör uzmanı” Mete Yarar ilk günlerde bu yorumu yapmıştır), Marmaris’in 5-10 kilometre uzaklığında ele geçirilmişlerdir. Üstelik yakalanmalarına yol açan olay da içlerinden birisinin bir marketten “bulgur, çikolata, helva ve 10 ekmek” almasıdır. Bilinen rivayete göre, yılan etinden kaplumbağa çorbasına kadar herşeyi doğadan sağlayan “özel kuvvetler mensupları”, bunun yerine marketten alışveriş etmeyi, bahçelerden domates-biber çalmayı “tercih” etmişlerdir.

    Bu somut olay, “devletetapanlar”ın, devlet görevindeyken “herşeye muktedir” görünümleri ve tutumlarının kaynağının, bizatihi “ceberut devlet” zihniyeti olduğunu açıkça göstermektedir.
    Yine bu somut olay, “özel kuvvetler” olarak adlandırılan ve 50 aylık “zorlu ve yoğun” bir eğitimden geçmiş bireylerin sanıldığı ve iddia edildiği kadar yetkin olmadıklarını göstermiştir. Bu da, “devlet”in, “merkezi otoritenin görüldüğü gibi güçlü olmadığını, onun kuvvetinin herşeyden önce yaygara, gözdağı ve demagojiye dayandığını gösterir”.

    CEBERUT DEVLETİN ÖZEL KUVVETLERİ
    KURTULUŞ CEPHESİ – Eylül-Ekim 2016
    http://www.kurtuluscephesi.com/kurcep1/kc152_5.html

  545. marxist argüman

    13 nolu yorumcudan alinti:

    “(“Diriliş”, “Payitaht” vb. dizileri izleyenler zaten eskiden beri iktidarın oy tabanı olan kitle. İktidarın bu propaganda dizilerini CHP’li, Kemalist, Alevi vb. kesimler zaten izlemiyor.
    İktidarın oy tabanı zaten çoğunluk olduğuna göre “türk toplumunun büyük bir cogunlugu bu dizileri severek izliyor ve benimsiyor.” demek doğru olmaz. Hedefi tutturmaları için her kesimden toplum çoğunluğunun bunları izlemeleri gerekirdi.”

    sözünü ettigimiz diziler her$eyden evvel erdogan’in islami rejiminin kendi taraftarlarina yöneliktir. dolayisiyla bu dizilerin ba$ari ölcüsü chp’liler ya da aleviler tarafindan ne derece izlendikleri degildir.

    örnek, bir kalecinin ba$ari ölcüsü attigi goller degil, -öyle bir görevi zaten yok- engelledigi gollerdir; bir forvetin ba$ari kriteri engelledigi goller degil, -öyle bir görevi zaten yok- attigi gollerdir.

    selcuklu ve osmanlinin “$anli” tarihini okul egitimi ile türkiyede okula giden -alevi ve chp’li ailelerin cocuklari da dahil- cocuklara a$ilamakla erdogan rejimi hedeflerine bir adim daha yakla$mi$ olmuyor mu?

    yukarda sözü gecen dizilerin icerdikleri mesajlari medya araciligi ile türkiyede ki insanlara empoze etmekle erdogan’in islami rejimi hedeflerine bir daha yakla$mi$ olmuyor mu?

  546. marxist argüman

    okumak, dü$ünmek ve anlamak

    bu sitede yorum yazan ya da sadece alinti yapanlarin bilgi, bilinc ve anlama düzeylerine bakinca umutsuzluga kapilmamak elde degil.

    15 nolu anonim,

    sen, “kurtulu$ cephesinden” yaptigin o alintiyi daha önce de yapmi$tin.

    sen o alintidan ne anladin; orda verilen mesaj nedir?
    belli ki sen bunu anlamami$sin. bunu nerden anladim?
    senin, “3 ve 4 no’lara bir ek” yazmandan.

    4 nolu yorumda ki “hamburg’de cikan prezervatif” haberinde benim anladigim kadariyla uyanik bir amerikali kisa yoldan kö$eyi dönmek icin, yani nasrettin hoca gibi “ya tutarsa” diyerek satin aldigi hamburgerin icine prezervatif koymu$, sonra da mc donald’a $antaj yapmak suretiyle para sizdirmaya cali$mi$.

    kücük bir ihtimal gercekte olabilir. fakat öyle de olsa böyle de olsa, a be güzel karde$im sen bu olay ile “kurtulu$ cephesinin” siyasi yazisi arasinda nasil bir alaka kurabildin, anlayamadim.

    “kurtulu$ cephesi”nin yazisinda vermek istedigi mesaja gelince:

    bilindigi gibi mahir cayan’in kurucusu oldugu sol gelenek “öncü sava$i” teorisini savunur.

    bu teorinin ciki$ noktasi, mantigi $udur: insanlar (vatanda$i olduklari) devlet’i benimsedikleri icin degil, devlet’in otoritesinden korktuklari icin devlet’e biat ediyorlar.
    biz devrimciler öncü gerilla sava$i ile, devlet’e darbe vurmak suretiyle devlet’in göründügü kadar güclü olmadigini insanlara gösterirsek, insanlar, kendilerini devlet’e baglayan korkulardan kurtulup biz devrimcileri desteklerler.

    bunun yüzde yüz yanli$ bir varsayim oldugu kesin; türk vatanda$larinin büyük bir cogunlugunun devlet’i kayitsiz $artsiz desteklemeleri, buna kar$ilik cok az bir insanin sosyalist sol örgütlere ilgi göstermeleri bu durumu ispatliyor.

    bunun ayrintilarini, yani insanlari devlet’i sahiplenmeye ikna eden olgunun korku olmadigi, tam tersine bilincli bir tercih oldugunu yukardaki yorumlarimda yazdim.

    bu durum diger ülkelerde farkli mi, hayir.

    i$te yukarda “kurtulu$ cephesi” yazarinin yazdiklari tamamiyla bu yanli$ varsayimin yeniden dile getirilmesidir: sayin vatanda$lar, devlet göründügü kadar güclü degil; devlet’ten korkup tirsmaniza gerek yok; biz devrimcilere destek vermenizi engelleyen korkularinizdan kurtulun vs.

    $imdi tekrar sorayim: tamamiyla siyasi bir konu olan bu meselenin ekmekte, hamburgerde cikan prezervatif ile, vida ile alakasi nedir?

    siz böyle alakasiz $eyler arasinda alaka kurmayi nasil beceriyorsunuz?

  547. marxist argüman

    sayin dinleyiciler, burasi günzileli.com radyosu,

    sirada ki türkümüzü estirdigi terör dalgasiyla bakirköy ahalisini canindan bezdiren, ta$ devrinde dünyaya gelmesi gerekirken bir kac milyon yil gecikmeyle ancak dünyaya gelen zir deli’ye aramagan ediyoruz

    Deli’yi Saldım Çayıra

    Deli’yi Saldım Çayıra
    Otlaya Karnın Doyura
    Gördüğü Düşü Hayra
    Yoranın Da Avradını

    Münkir Münafıkın Soyu
    Yıktı Harap Etti Köyü
    Mezarına Bir Tas Suyu
    Dökenin De Avradını

    Derince Kazın Kuyusun
    İnim İnim İnilesin
    Kefenini Dikmeye İğnesin
    Verenin De Avradını

    Dağdan Tahta İndirenin
    Iskatına Oturanın
    Hizmetin Bitirenin
    İmamın Da Avradını

    Müfsidin Bir De Gammazın
    Malı Vardır Da Yemezin
    İkisin Meyyit Namazın
    Kılanın Da Avradını

    Kazak Abdal Nutk Eyledi
    Cümle Halkı Dahleyledi
    Sorarlarsa Kim Söyledi
    Soranın Da Avradini

  548. “yukarda sözü gecen dizilerin icerdikleri mesajlari medya araciligi ile türkiyede ki insanlara empoze etmekle erdogan’in islami rejimi hedeflerine bir daha yakla$mi$ olmuyor mu?”

    Tespitleriniz yanlis degil; ama, bence, eksik.

    Eksik olan kismi da su: Siz, goturup goturup konuyu ‘Islamcilik’a bagliyorsunuz.

    Daha dogrusu, ‘Islamcilik’in bir ‘prime mover’ (‘hareketi saglayan temel enerji kaynagi, ‘asli muterharrik’) oldugunu dusunuyorsunuz.

    Ben, buna itiraz ediyorum. Bu analizin temelden sakat oldugunu dusunuyorum.

    Sebebi de basit: Turkiye’de, hele de gunumuz Turkiye’sinde, ‘Islamci’ dediginiz akimin yuzde ellilere varmasi mumkun degil. Dilinde cagristirici sozler olsa da, basini orten kizimizin veya cember sakalli oglumuzun temel derdi Islam degil.

    Peki nedir?

    Bence su:

    Yaklasik 90 senedir ‘irtica’ denip, ‘murteci’ denip ‘merkez’den uzak tutulan cok genis bir kitle, artik bunu duyunca pismak yerine, tersine, ‘tamam, lan, Islamciyiz; var mi diyecegin’ diyerek meydan okuyor ve ‘merkez’in uzerine yuruyor.

    Yani, yurudu ve, simdi de, oraya (‘merkez’e) yerlesmek uzere.

    ‘Sol’, eger ‘laikcilik’ takintisinin verdigi secicilik ve dislayicilik olmasaydi, pekala bu hareketi donusturebilir ve onderlik edebilirdi.

    Etmesi, son derece, dogal da olurdu; cunku, sonucta, yasananlar tam anlamiyla bir –uzun erimli– ‘devrim’dir. Yerlesik yapinin devrilmesi anlaminda ‘devrim’.

    Ve, bildigimiz uzere, ‘devrim’ler, ‘sol’un (‘wet dream’) en sehvani ruyalarindanir.

    Ama, yok, bizdeki ‘sol’ bunu gormezden gelmegi tercih eder; cunku, ‘sol’umuz –baslangicindan itibaren– yerlesik duzenin hem hasari cocugu ve hem de murtezikasidir.

    Bu hasari cocuk, zaman zaman mizmizlanip kendine kucucuk kucucuk imtiyazlar kapmagi dener; ama, is ‘gercek devrim’e varmaga kalkinca da hemen fabrika ayarlarina doner ve murtezikasi oldugu yerlesik duzeni savunup canla basla.

    Sizin yaptiginiz da, benim baktigim yerden, tam olarak budur.

  549. marxist argüman

    fla$! günzileli.com son dakika haber!

    norvec’te ilkel canli bir yaratik ke$fedildi!

    norvec’in daglik bir bölgesinde magarada insana acaip benzeyen canli bir yarartik ke$fedildi.

    canli yaratigi laboratuvarda incelemeye alan norvec’li bilimadamlari, ta$ devri insanlarina cok benzeyen bu hilkat garibesi ilkel canli yaratigin günümüze kadar nasil hayatta kaldigini anlamaya cali$iyorlar.

    sözkönusu ilkel yaratigi inceleyen bilimadamlari grubunun ba$kani: “son derece saldirgan bir yaratik; bundan dolayi kafes icinde tutuluyor, dilini anlamiyoruz fakat bize küfür ettigi her halinden belli oluyor. meslekta$lardan biri, agzini bantlayalim dedi, fakat uygun bulmadim; nasil olsa anlamiyoruz.

    toplum icinde ya$ayacak kadar medeniyet ögrenebilecegini sanmiyorum; incelememizi bitirdikten sonra bulundugu daglik alana geri birakmayi planliyoruz” dedi.

    norvec halki ilkel yaratigi görmek icin laboratuvar binasinin önüne akin etmeye ba$ladi.

    bu durumu gören oslo hayvanat bahcesi, canli yaratigin kendilerine verilmesi kar$iliginda bir milyon dolar teklif etti.

    norvec ba$bakani amerika’ya yaptigi di$ gezisini yarida kesip apar topar geri döndü. norvec hükümet kabinesi alaganüstü toplanti karari aldi.

    bizi izlemeye devm edin!

  550. “tarih (bilimi) ‘objektif’ olabilir mi; ‘objektif tarih’ diye bir$ey mümkün mü?”

    Tabii ki, hayir.

    Hayatimda okudugum en ‘objektif’ diyebilecegim bir kitap aklima geliyor, bu baglamda: Kazim Karabekir’in ‘Istiklal Harbimiz’ isimli hatiralari/eseri.

    Kitap, neredeyse, bastan basa –karsilikli cekilen– telgraf metinleri ile dolu. Hepsi belge. Hepsi belge, ama, telefon rehberi okumak gibi. Yavan ve biktirici.

    Kitabin basina, kitabin toplatilmasi icin acilan davadaki Savcinin iddianamesini koymamis olsalar, kitaptan hicbir sey anlamam mumkun olmayacakti.

    Sagolsun, Savci bey, bir ‘executive summary’ halinde bu calismayi yapmisti. Cok faydali oldu.

    Suraya gelmek istiyorum: Sirf belgelere dayanan metinler, biz siradan faniler icin, bir anlam ifade etmiyor. Onlari ‘baglam’ (‘context’) icinde gormek istiyoruz.

    Ve, ‘baglam’ (‘context’) dediginiz anda da subjektiflik basliyor.

    Peki, butun bu sakatligina ragmen, ‘tarih’ gerekli mi?

    Evet, ampririk data bize bunun gerekli bulundugunu gosteriyor.

    Sadece kimlik olusturmak icin degil; daha onemlisi, yon (istikamet) duygusunu –nereden gelip nereye gidiyoruz sorusunu– karsilamak icin ‘tarih’i elzem goruyoruz.

    Bu konuda, eger seyretmemisseniz, ‘Memento (2000)’ isimli filmi tavsiye ederim.

  551. 17’ye

    Arkadaki bağlantıyı ve neyi kastettiğimi anlatan anladı, o yüzden cevap vermeyeceğim. Siz zaten genelde başkalarının ne dediklerini anlamıyor, daha doğrusu kafanızda başka şeyler kurarak insanların bunları kastettiğini sanıyorsunuz. Tıpkı K. Cephesinin yazısıyla ilgili yazdığınız alakasız şeylerde olduğu gibi.
    Yani asıl siz alakasız şeyleri bir araya getirip alakalıların bağlantısını anlayamıyorsunuz.

  552. Necip önemli bir noktaya değinmiş. Zaten Muhammed’in bile derdi merkeze oturmaktı. Yoksa Allah, putlar, peygamberlik işin fasa fisosu. Putları kabul eden bir “peygamber” de liderlik için ortaya atılsa muhalefetle karşılaşması kaçınılmazdı. Merkezdeki o “putperest” Emeviler de “İslamcı” olunca bir şey değişmedi. Yine merkezde kaldılar.

  553. “Medeniyet”in araçlarından birinin neden öldüğü ölümlerden;

    Son 1 Yılda Selfie Çekerken Ölenlerin Sayısı, Köpekbalığı Saldırısında Ölenlerden Fazla!

    Selfie çılgınlığı can almaya devam ediyor. Özellikle son yıllarda tekrar yükselen bu moda uğruna birçok can kaybı yaşandı. Selfie’nin direkt olarak hayati tehlike taşımadığı ortada. Ancak ilginç yerlerde, tehlikeli ortamlarda selfie çekmek, selfie çekerken dikkatin dağılması ve selfie çubukları; ölümlerin başlıca sebepleri arasında yer alıyor.

    Köpekbalığı Saldırılarından Ölenlerin Sayısından Daha Fazla

    2015’te şu ana kadar köpekbalığı saldırısı sonucunda ölenlerin sayısı 8 iken, selfie çekerken ölenlerin sayısı 12 olarak kaydedildi. Bu örnek selfie yüzünden ölenlerin sayısının ciddiyetini anlama perspektifi açısından çok önemli.

    Turizm Faktörü

    Son zamanlarda bildirilen ölüm vakalarına bakıldığında genellikle turistlerin bu tip olayların mağduru olduğunu görüyoruz. Çünkü turistler gittikleri yerlerde yaşadıklarını ölümsüzleştirmeye odaklanırken, kendi hayatlarından oluyorlar. Alınan son ölüm haberlerinden birinde 66 yaşındaki bir Japon turist Taj Mahal’de selfie denemesi yaparken merdivenlerden aşağı düşüp hayatını kaybettiği belirtildi. Birlikte seyahat ettiği arkadaşının da ağır bir şekilde yaralandığını ekleyelim.

    Hayvanat Bahçesi Faktörü

    Amerika’da bir hayvanat bahçesinde ziyaretçilerin vahşi hayvanlar ile selfie çekme arzusu sebebiyle ziyaret alanları ve saatleri tekrar düzenlendi.

    Tren Faktörü

    Ayrıca son günlerde gelen yaralanma ve ölüm hikayelerinin arasında yaklaşan trenler ile selfie çekmeye çalışan maceraperestler de var. Trenle aynı kareye girmek bazıları için o kadar önemli ki, ölüm riskini düşünmüyorlar.

    Boğa Koşuları

    İspanya’da her yıl düzenlenen boğa koşuları da selfie çılgınlığıyla birleşince can alıyor. Boğalar tarafından kovalanırken bir yandan da selfie çekmeye çalışanlar doğal olarak dikkatlerini kaybediyor. Son olarak geçtiğimiz Temmuz ayındaki koşuda 44 yaşındaki Fransız bir turist selfie çekmek için boğaya biraz yakınlaşınca boynuz darbelerinden kaçamadı ve hayatını kaybetti.

    Tour de France

    Bu yaz yapılan son Tour de France (FransaBisiklet Turu) fotoğrafta da gördüğünüz gibi birçok tehlikeli selfie girişimine sahne oldu. Tur esnasında sayısız sporcu bu durumun turun güvenliğini tehdit ettiği yönünde açıklamalar yaptı. Konuya uzak olanlar için, bisiklet turlarındaki kazalar sporcular için ciddi boyutta yaralanmalara sebebiyet verebiliyor.

    Selfie Çubukları Yasaklanıyor

    Yetkililer bu tehlikeli durumu yasaklama yöntemi ile durdurmaya çalışıyorlar. Dünyanın sayısız noktasında müzelere, anıtlara ve bunun gibi ziyaret edilen alanlara girişte selfie çubukları yasaklanmış durumda. Selfie çubuklarının ölüme götürme sebebi de yağmurlu havalarda yıldırımı çekmesi yüzünden oluyor.

    Rusya’dan Broşür

    Rusya Federasyonu İçişleri Bakanlığı bu çılgınlığın daha fazla can almaması için bir broşür bastırdı. Bu broşürde slogan olarak “Havalı selfie’ler hayatınıza mal olabilir” cümlesi yer alıyor.

    Bizde de Can Alıyor

    Selfie kazaları ülkemizde de can alıyor. Son olarak Bursa’da bir sanayi sitesi inşaatının gözetleme kulesine tırmanarak bu tecrübesini görüntülemek isteyen bir kişi kulenin destek çubuğunun kırılması ile birlikte hayatını kaybetti. Bir diğer acı haber de Malatya’dan gelmişti. 18 yaşındaki bir genç tren garındaki park halindeki trenlerden birisinin üzerine çıkıp selfie çekerken yüksek gerilim elektrik hattına temas ederek hayatını kaybetti.

    https://www.onedio.com/amp-haber/592241

  554. Herşeyin birbiriyle ilgisi vardır

    Yorumlarında birçok kez “x ile y’nin ne ilgisi var?” ya da “tarihin bugünle ne ilgisi var?” diye soran, Pipsqueak’e verdiği bir cevapta “x olmasa y olmazdı demek, halamın şeyi olsa amcam olurdu demektir” diyen M. Argüman’a

    – Bodrum’un Timur’la ve Rusya’yla ne ilgisi var? Bunlar olmasa orası neden olmazdı?
    (İzmir’deki kaleleri Timur tarafından yıkılınca Haçlılar yeni kalelerini burada yaptılar. Rusların Çeşme baskınıyla yıkılan Osmanlı tersanesi de buraya taşındı. Bunlardan önce orada yerleşim yoktu.)

    – Emevilerin İstanbul kuşatmasının Eyüp ilçesiyle ne ilgisi var? Bu olmasa orası neden olmazdı?
    (Kuşatmada ölen Eyüp Sultan buraya gömülünce türbesi etrafında yerleşim ortaya çıktı. Daha önce orada yerleşim yoktu.)

    – Tahran’ın Moğol istilasıyla ne ilgisi var? Bu olmasa orası neden başkent olmazdı?
    (Rey şehrini Moğollar yıkınca yerleşim buranın yakınında bir köy olan Tahran’a taşındı.)

    (Bu konuda isteyen başka örnekleri de ekleyebilir, ama bu kadarı yeter.)

  555. marxist argüman

    kapitalist para ekonomisi ve spekülasyon yapma/balon $i$irme faaliyeti

    kapitalist ekonomi insanin temel ihtiyaclarini gidermeye yönelik planli bir ekonomik faaliyet olmayip, para’nin/sermayenin sonsuz birikimi üzerine kurulu, akil ve mantik di$i bir ekonomi modelidir, derken ne demek istedigimi anlatmak icin aydinlik gazetesinin kö$e yazari “sabahattin önkibar”in kö$e yazisindan alinti:

    “KONUT BALON PATLADI-PATLAYACAK!

    Cenaze namazında karşılaştığım Karadenizli ünlü müteahhit panik içinde:
    -“Konutta oluşan balon patladı-patlayacak noktada. Bu yazı çıkaramayız diye endişeliyim.”
    Devam etti:
    -“Eğer konutta balon patlar ise bankacılık sistemi bundan çok etkilenir ve zaten krizde olan ekonomi iki seksen yere uzanır.”
    Ara vermedi:
    -“Ekonomik kaos derinleşirse sokağı tetikleyip Kürtleri isyan ettirecekler. Ekonomide büyük bir seferberlik şart ama kimse elini taşın altına sokmuyor.. Çok endişeliyim !” (aydinlik)

  556. marxist argüman

    demagoji yapma sanati

    demagoji yapma sanati nedir ve nasil oluyor, bunu merak eden varsa 25 nolu yorumcunun bana yazdigi cevaba baksin.

  557. “anlayan anladı” olacaktı, yanlışlık olmuş.

  558. bir taş iki kuş

    1. Kazananlar kaybedenlerin çenesini gevşetir.
    Marks’ı Yeniden Diriltme Dininin Mümininden Bir Alıntı:
    “ben bir marxist olarak yaptigim ve diger insanlara da tavsiye edebilecegim yol yöntem $udur: günümüz dünyasinda var olan sava$, sömürü, rekabet, hegemonya, yoksulluk, mültecilik gibi olgulari önce mercek altina alarak analiz etmek ve anlamak, ardindan da bu durumlarin üredigi kaynagi dogru bir $ekilde tespit ederek buna kar$i fikirsel/ideolojik mücedele vermek; bu durumlari üreten kaynagi kolektif bir bicimde ortadan kaldirmak.”
    Ne kadar derin! Ne kadar doğru!
    Unutulanlar:
    İlk önce okuma yazma bilmeyenlere okuma yazma, bilip anlamayanlara anlama, taptığı put Marks amcasının kitaplarını okuma okulları açmak. Üstelik Marks amcasının değişik yorumlarının tarihini, coğrafyasını, ince noktalarını, Marks amcasının yararlandığı kaynakları, Marks amcasının yuttuğu hapları, vs. vs. falan filan.
    Not: Sıra size de geliyor ama laf lafı açar. Sayın NeAcayip Bey, bu şahıs aslında iş arıyor. Partisindeki üyelere vaazını dünyaya yaymak istiyor. Bu şahıs bir altın madeni. Sayın NeAcayip Bey, böyle sizler gibi parlak zekâlı bir şahısla ortaklık kurup bir MARKS AMCAYI DOĞRU ANLAMA ŞİRKETİ kursanız köşeyi ikinci defa dönersiniz.
    Uyarı: ERDOĞAN AMCANIZ KIZABİLİR.
    2. Çivi çiviyi söker. İşte 1 numaralıdan daha azılı biri.
    “tarih (bilimi) ‘objektif’ olabilir mi; ‘objektif tarih’ diye bir$ey mümkün mü?” Tabii ki, hayir.
    Ne kadar derin bir soru! Ne kadar doğru bir cevap!
    Reklamlar:
    Objektif, executive summary, context, ampirik data, momento.
    Bu NeAcayip işinden kovuldu ne? Böyle çevik bir maymun olduğunu ispat eden birinin kapı dışarı edilmesi pek akla yatmıyor. Belki ERDOĞAN bu herife daha yüksek bir makam verir, nereden gelip nereye gittiği sorusundan vazgeçer, iş başı eder, muradına erer, istikametini bulur, inşallah!
    Ama daha da iyisi 1 numaralıyla ortak bir şirket kurmaları. Dünya 7 milyar insanlarını %99,9’u kazananların tarihinin istikametinde yürümekteler. Bu insanlara hangi istikamette yürüdüklerini açıklama okullarının kazanacağı parayı düşünün. Bir yandan okuma yazma veya okuduğunu anlamayı falan filan öğretme; diğer yandan istikametlerini almışlara istikametlerini falan filan öğretme.
    Not: Ben yanılmışım. Ben bu NeAcayip beyi durumundan memnun, antideprasyonlar yutan, pis pis sırıtan bir modern hilkat garibesi, bir ucube hayal etmiştim. Bu ucube daha tarihin kazananların tarihi olduğunu bile duymamış bir zifiri siyah cahilmiş.
    Üç seçenek var.
    Okuma yazma bilmeyenlere dünyadaki tüm kitap, dergi, gazete ve falan filanları okutmak isteyen 1 numaralı ıslah memuru adayı,
    İstikametini almışlara istikamet kazananların tarihinde istikamet bulma ümidi satan bir 2 numaralı kurnaz ve eski kulağı kesik bir iş adamı.
    İkisinin ortaklık kurması.
    Sizce en iyisi hangisi? Seçim sizin bu maskaralığa şahit olan sayın okuyucular.

  559. marxist argüman

    aptalligin/mantiksizligin zirvesi

    24 nolu yorumcunun yazdiklarina atfen:

    medeniyete/teknolojiye sava$ acan don ki$otlar aptallikta/mantiksizlikta SINIR tanimiyorlar:

    1. cep telefonu her$eyden önce bir ileti$im aracidir. fotograf cekmek ek bir özelliktir.
    cep telefonu sahibi olmak otomatikmen selfie de cekmek zorunlulugu anlamina gelmiyor.
    cep telefonu sahibi bir insanin o aletin hangi teknik özelliklerinden faydalanip faydalanmayacagi tamamiyla kendi özgür tercihidir.

    2. cep telefonu ile fotograf ceken insanin bu i$i nerde nasil yaptigi; fotograf cekmek suretiyle kendini tehlikeye atip atmadigi, bu, tamamiyla ki$inin kendi kontrolünde olan, kendi özgür iradesiyle belirledigi bir durum.
    en aptal insan bile hayati bir tehlikeyi hesap edebilir.

    “cilgin ve enteresan fotograflar” cekmek ugruna rizikoya giren, kendini tehlikeye atan insanlarin aptalca cilginligini önleyecek bir tedbir imkansizdir.

    burda ele$tirilmesi gereken, akli ba$inda, ya$i eri$kin kendine sevdalanmi$ insanlarin davrani$i iken, sucu cep telefonu denilen “faydali teknik alet” de aramak; burdan medeniyet/teknoloji kar$iti bir argüman cikarmaya cali$mak aptalligin/mantiksizligin zirvesidir.

  560. marxist argüman

    necip, daha önce de yazdigim gibi türkiyede olan bitenleri kendi kafanda ki hazir $emaya uydurarak yorumluyorsun. ve yorumlarin son derece soyut.

    “sol” derken örnegin, kimi kastediyorsun, somutla$tir, mümkünse örnekler ver ki anla$ilsin.

    “sol” kurulu düzenden nasil nasiplenmi$, somut örnek verir misin.

  561. marxist argüman

    bakirköy firarisi hem aptal hem de zir deli’nin 29 nolu yorumuna bakin:

    icinde insanlari aydinlatacak bir fikir, argüman, bilgi, tez, mantik kirintisi görebilen var mi?

    bu zir deli her$eye muhalefet etmeyi bir sanat/hüner bellemi$.

    ta$ devrinde dünyaya gelmesi gerekirken bilinmeyen bir nedenden dolayi dijital teknoji caginda dünyaya gelmi$ ve bundan dolayi modern dünyaya sava$ acmi$ ilkel bir don ki$ot ile kar$i kar$iyayiz.

    gerci bu kadar gecikmeli dünyaya gelmesi kendi sucu degil ama, asil sorun bilimsel/teknolojik geli$meye sava$ acmanin sacmaligini/anlamsizligini anlamayacak kadar zir deli olmasi.

    bildigim kadariyla “zaman makinesi” diye bir$ey var. bu ilkel yaratigi zaman makinesine koyup ta$ devrine i$inlamak mümkün degil mi acaba?

  562. Yanlış teşhis yanlış tedaviye yol açar.

    Sorunu yanlış bir şekilde “kapitalizm” olarak tespit edince önerilen çözüm önerileri de (antikapitalizm, marksizm, sosyalizm vb.) yanlış olur.

    Peki sorun ne?

    Kimine göre “medeniyet”, kimine göre başka bir şey. Ama kesin olan bir şey var: “kapitalizm” daha dünkü çocuk ve sorun çok daha derinlerde.

  563. marxist argüman

    oslo hayvanat bahcesinde ziyaretci izdihami

    norvec’te daglik bir bölgede magarada ya$arken ke$fedilen ta$ devrinden kalma ilkel canli yaratigi oslo hayvanat bahcesi 1 milyon dolar kar$iliginda tranfer ederek hayvanat kadrosuna dahil etti.

    hayvanat bahcesinin maymun ve $empanzeler kogu$una konulan ilkel insani yaratigi görmek icin siraya giren merakli ziyaretciler, sözkonusu ilkel insani yaratik ile selfie cekmek icin adeta yari$tilar.

    ilkel yaratik, konuldugu kafesin önünde selfie ceken ziyaretcilerden birisinin cep telefonunu ani bir hareketle elinden alarak duvara firlatip kirdi.

    maymun ve $empanzeler bölümü bakicisi: “bu ilkel insani yaratik ortama cok cabuk uyum sagladi; kogu$ arkada$lariyla cok iyi anla$iyor. anladigim kadariyla dünyaya insan geldigine cok pi$man, ondan dolayi insanlarin atalari maymunlara özeniyor.
    ziyaretcinin cep telefonunu calip kirmasi da bununla alakali olsa gerek; medeniyetten/modernlikten hic ho$lanmiyor” dedi.

    fla$ haber!

    norvec’te magarada ke$fedilen ilkel insani yaratigin gazetede resmini gören bakirköy ruh ve sinir hastaliklari hastenesi ba$hekimi: “bu ilkel yaratigi gözüm bir yerden isiriyor gibi; emin degilim ama yillar önce psikiyatrimizin kapali bölümünden azgin bir deli tünel kazip kacmi$ti. bu deli sürekli medeniyete küfür edip ta$ devrine geri dönmek istedigini söylüyordu. norvec’e nasil gittigi konusunda hic bir bilgim yok.hastenemizden bir ekip ilkel yaratigi oslo hayvanat bahcesinde yerinde görmek icin oslo’ya uctu. $ayet bu bizim hastamiz ise iadesini talep edecegiz. istanbul hayvanat bahcesi bize 1 milyon dolar transfer ücreti teklif etti” $eklinde konu$tu.

  564. marxist argüman

    t.c., kürt sorunu devlet terörü ile cözme secenegine geri döndü; erdogan rejimi kürt sorununda federatif bir cözüme kapilari kapatti:

    “Bayrağımıza karşılık paçavra asanlar, onlara haddini bildirmek görevimizdir. Böldürtmeyiz. Böldürmeye gayret edenler bedel ödemeye devam edeceklerdir. Onlar da bunu böyle bile. Türkiye’den başka devletimiz yok. Kimse devletimize alternatif üretmeye kalkmasın. Bu tüzüğümüze de aynen böyle girmiştir; Tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet.” (t. erdogan)

  565. marxist argüman

    Kapuyu Çalan Kimdir
    Aç Bahım Gelen Kimdir
    Yaram Derine Düştü
    Belki Gelen Necip’tir

    zileli gibi akp’ye “mesafeli” duranlara erdogan’dan mesaj var:

    “AK Parti 80 milyon vatandaşımızın tamamının partisidir. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olup da AK Parti’nin gönlünü kazanamayacağı tek bir kişinin olmadığını düşünüyorum.” (t. erdogan)

    bakalim akp zileli’nin de gönlünü kazanabilecek mi.
    erdogan, zileli’yi akp’ye üye yapmak icin necip’i devreye koyarsa hic $a$mam.

  566. marxist argüman

    t.c.’nin esad rejimine ve suriye kürtlerine kar$i vurucu paramiliter gücü: ÖSO

    “Türk subayları, Özgür Suriye Ordusu’na mensup grupları askeri kamplarda yoğun bir eğitim programına soktu. Yetkililer, “Artık sahada eski ÖSO yok, yeni bir ÖSO doğuyor” diyor.

    Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) Fırat Kalkanı Harekâtı’nın ilk safhasını tamamladıktan sonra, 29 Mart 2017’den itibaren Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) gruplarını yoğun bir program kapsamında askeri eğitime yönlendirdi. Bölgedeki askeri kaynaklardan alınan bilgiye göre, Türk sınırına yakın bölgelerde yeni eğitim kampları kuran ÖSO grupları, TSK’nın denetiminde, hem kıdemli mensuplarına hem de son dönemde katılan çok sayıdaki yeni mensuplarına eğitim veriyor.” (yeni $afak)

  567. a-marksist argüman

    marks yok marksizm yalan

  568. marxist argüman

    “milli irade”nin fetö ile hesapla$masi

    erdogan rejiminin fetö ile mücadelede yeni enstrümani: halka acik mahkeme; seyirlik yargilama

    “Duruşma için 120 keskin nişancı

    15 Temmuz darbe girişiminin en önemli davalarından olan “Genelkurmay Karargahı Çatı Davası” yarın Sincan’da başlıyor. FETÖ’cü darbe girişiminin sözde Yurtta Sulh Konseyi üyesi cuntacılarının da aralarında bulunduğu sanıklar, mahkeme heyetinden önce milletle göz göze gelecek. Şehit yakınları ile gaziler, aralarında Akın Öztürk’ün de bulunduğu 221 tutuklu sanıktan 48’ini 200 metrelik yol boyunca görebilecek.

    GAZİ VE ŞEHİT YAKINLARINA ÖNCELİK

    Ankara 4’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’nin bakacağı ancak güvenlik nedeniyle Sincan Cezaevi yerleşkesindeki duruşma salonunda görülecek davada Yurtta Sulh Konseyi üyesi 38 cuntacı da adalete hesap verecek. Darbeci sanıklar yolu jandarma komandolar arasında yürürken onlara göre yolun sağ tarafında vatandaşların beklemesine izin verilecek. Bu vatandaşların bu alana geçişlerine izin verilirken şehit yakını olanlarla gazilere öncelik tanınacak. Böylelikle darbeciler, 15 Temmuz’da şehit ettikleri sivil vatandaşların yakınları ve yaraladıkları gazilerin aralarında bulunduğu “millet” ile hakim karşısına çıkmadan önce göz göze gelecek. Bu yol boyunca her bir sanığın sağında ve solunda jandarma bulunacak.

    SALONA GİRENE SORUŞTURMA

    Duruşma salonuna da sanık yakınlarının yanı sıra davaya müdahil olarak katılmak isteyen, 15 Temmuz’da yakınlarını kaybeden vatandaşlardan da alınacak. Bu sırada salona alınan herkesin anlık olarak güvenlik soruşturması yapılacak. Bu soruşturmada güvenlik açısından riskli bulunan sanık yakınları salondan çıkarılacak. Ayrıca salonda provokasyona yatkın kişiler tespit edildiği anda çıkaracak.” (yeni $afak)

  569. marxist argüman

    ABD emperyalizminin “arap NATO’su” planlari:

    “110 milyar dolarlık silah anlaşması

    Ziyarete damga vuran gelişmelerden biri, ABD’yle Suudi Arabistan arasında imzalanan 110 milyar dolarlık (400 milyar TL) silah anlaşması oldu. Enerji ve teknoloji alanındaki anlaşmalarla beraber iki ülkenin imzaladığı rakam 380 milyar doları buldu. Görüşmelerde ayrıca UH-60 Sikorsky helikopterlerinin Suudi Arabistan’da üretilmesi konusunda da anlaşmaya varıldı. İki tarafın, ‘Arap NATO’su’ planı için bir süredir yoğun müzakereler yürütmekte olduğu kaydediliyor. Arap ülkeleriyle NATO benzeri bir teşkilat kurmayı planladığı belirtilen Trump, Suudi Arabistan ziyareti kapsamında Körfez ülkelerinin liderleriyle bir araya gelecek. Ardından da, Türkiye dahil 55 Müslüman ülkeden devlet ve hükümet başkanlarına hitap edecek. Trump’ın NATO benzeri teşkilat planı, İran’a karşı bir ittifak oluşturma girişimi olarak yorumlanıyor.” (basin)

  570. 11 ve 12 sayın “pipsqueak”e veya “DOPE”ye,

    “Önyargılarınızı”, yine, çuvaldan boşaltır gibi yazmışsınız:

    (1) —Sitedeki enayilere benim “aslımı”, “özümü”, “içerimi” görmeleri öğütünüz yeni mesleğinizin röntgencilik olduğunu gösteriyor.

    (2) —Siz içini görüp dışını anlamayan tıp şarlatanları röntgenciliğini mi seçtiniz? Yoksa içini görüp dışını anlamayan psikanaliz röntgenciliğini mi seçtiniz?

    (3) —Röntgencilik mesleğinizden utanmayın.

    Muhtemelen siz; “beyan”ın esas olduğu gerçeği ile, “röntgencilik yapmak” denen fiilin aynı şey olduğunu zannederek; yine, önyargı dolu cümlelerinizi çuvaldan boşaltır gibi yazmışsınız sayın “pipsqueak”.

    Hayır; ikisi aynı şey değil.

    Kainatta hiçkimse; “psychic’lik & medyum’luk”, “gaipten sesler duyabilmek” özelliklerine sahip değil. Bunları yapabildiğini iddia eden her kim olursa olsun; sefil birer müneccim bozuntusudur, illüzyonisttir, kendi kendine “saviour”luk rütbesi veren safsata kumkuması peygamberdir, madrabazdır, hokkabazdır, şarlatandır… Sıfatlar çoğaltılabilir.

    Bu sayfada aktardığımız her şeyin, istisnasız her şeyin kökü “beyan”dır; yani sizin, sırf çamur sıçratmak maksadıyla yazdığınız “röntgencilik yapmak” fiili değildir. Hatırlayınız: “Diktatörlüğe Karşı Direniş Barikatına Bir Taş da Sen Koy!” sayfasında, siz, İsviçre’deki mağaranızda (göç ettiğinize göre, şimdi muhtemelen Norveç’te bir mağara kiralamışsınızdır) dizdiğiniz sıra sıra raflarınızda, yüzbinlerce kitap kapaklarınızdan alıntılar ile, iddia ettiğiniz “röntgenciliği” bizzat kendiniz yapmıştınız; ne çabuk unuttunuz bütün bunları sayın “pipsqueak”!

    Şu şahısların yazdıklarını, yani “beyanları”nı; çuvaldan boşaltır gibi liste liste aktaran (sizin iddianıza göre; “röntgenleyen!”) bizzat sizdiniz sayın “pipsqueak”, ne çabuk unuttunuz: William Black, Richard Leakey, Roger Lewin, Friedrich Dürrenmatt, Jacques Ellul, Simone Weil, David Herbert Richards Lawrence, Samuel Butler, Pierre Clastres, Günther Anders, Elias Canetti, Samuel Noah Kramer, Marshall Sahlins, Stanley Diamond, Eduardo Viveiros de Castro, Jacques Cauvin, Philippe Descola, Alain Testart, Johan Huizinga, Edward Said, James C. Scott, Mircea Eliade, Étienne de La Boétie, Guy Debord, Jean Baudrillard, Eduardo Galeano, Jared Diamond, David Watson, Ivan Illich, Joseph Campbell, José Ortega y Gasset, Miguel de Unamuno, Walter Benjamin, Hannah Arendt, veya Fredy Perlman, daha yazalım mı ister misiniz sayın “pipsqueak”?!

    Sizin “deli” olMAdığınızı kanıtlamak için; marxist argüman’a, yazdıklarınızı daha dikkatli okuması için tavsiyede bulunduk o kadar.

    Şunları yazmışsınız: —Ben eninde sonunda modeli 19. yüz yıla dayanan siyasi mülteci palavrasını Cenevre’deki türkler, kürtler, alevilerden öğrenip çalışmadan ve hatta devlet parasıyla bol bol seyahat ederek yaşıyorum. Birkaç dil bildiğim ve çirkin olduğum için bana medya masalları anlatmayıp kendilerinden biri olduğunu sanarak daha otantik bilgiler edineceğim ümidiyle beni sefillikleri demokrasi ve laiklik eksikliğinden kaynaklanan coğrafi bölgelerdeki insanlar hakkında röportaj yazmaya atadılar. Her gittiğim yerde medyada dolaşan çevre sevme, hayvan sevme, kadın sevme, demokrasi sevme, bol para sevme gibi otantik olmayan masallar işitiyorum ama hünerlerim ve tarih bilgimle değiştirip otantikleştiriyorum. Bu arada dolandırıcılığımda bu sitedeki vır vırlar ve zırvalamaların bana çok yararlı olduğunu da itiraf ederim.

    Şu “siyasi mülteci” dediğiniz şeyi, her ne kadar siz de “palavra” diye (doğru) teşhis etmiş olsanız da; ya unuttuğunuz, ya da görünür kılmak isteMEdiğiniz, perdelediğiniz mühim bir gerçek var: Her ne kadar palavra olsa da; siz DE, hâlen şu “siyasi mültecilik” payesinden istifade etmeye mahkûmsunuz, bu protokolden elde ettiğiniz parayı ABD-Detroit’te, İsviçre’de, Norveç’te (yarın öbür gün başka ülkelerde) harcıyorsunuz yıllardır! Bunu asla ama asla unutmayınız sayın “pipsqueak”!

    Yazdığınız diğer şeyler:
    “Bol bol seyahat etmek”leriniz,
    “Birkaç dil bilmek”leriniz,
    “Sizi kendilerinden sanıp sizin röportaj maharetinizi kullanmayı istemek”ler,
    “Çeşit çeşit sevmeler işitmeniz ve bunları bilginiz sayesinde otantikleştirmek”leriniz,
    “Bu sitedeki vırvır ve zırvaları kendinize bir tür finans kaynağı olarak görüp bunlardan kurnazca istifade etmek”leriniz… Bütün bunlar lakırtıdır, boş sözdür. Siyasi mülteciliğe mahkûm oluşunuzu bir nebze yumuşak göstermek için, kendi insanlığınızdan utancınızı biraz saklamak için kullandığınız maskeler bütün bu yazdıklarınız! Parmaklarınızı daha fazla yormayınız!

    Peki…

    Aylan Kurdi ?!

    Aylan Kurdi ve onun gibi yüzbinlercesi, sizin gibi “bol bol seyahat etmek!” için mi denizde boğuluyor?!

    Sizin, Fredy Perlman’la (1985’te kaybettik) ve David Watson’la yıllara yayılan arkadaşlığınız var, anarşistliğinizi pekiştirdiğiniz yerlerden biri; 1965’ten beri yayınlanan “The Fifth Estate” adlı dergi idi! Peki bugün, sizin anarşistliğiniz; Aylan Kurdi’lerin öldürülmesine engel olabiliyor mu?!

    Yoksa, sizin anarşistliğiniz; “siyasi mültecilik”in size sağladığı konforu tepe tepe kullanıp “bol bol seyahat etmek!”ten başka avantaj sağlamıyor mu?!

    “Siyasi mülteci”liğiniz bitince, anarşistliğiniz de bitiyor mu?!

    İsviçre’de “insanları zorla mutlu etme polisleri”nden kurtulup; bu kez, Norveç’teki “insanları zorla mutlu etme polisleri”nin tuzaklarına mı düştünüz sayın “pipsqueak”?

    Norveç’te bu şatafatlı görevi icra eden polisler daha mı “az” başarılı? Bu sebeple mi İsviçre’yi bırakıp Norveç’e göç etmeyi istediniz? Norveç’te mutluluk ve mutsuzluk istatistikleri nedir?

    Yoksa, 15 Eylül 2008’de yatırım bankası Lehman Brothers’ın çökmesiyle dünyaya yayılan finans krizi, 2017 Mayıs’ta yavaş yavaş İsviçre’yi de titretmeye başladı da; maaşınızı daha rahat kazanabileceğiniz Norveç’e mi göç etmeyi istediniz? Unutmayınız: Kapitalizmin yarattığı yıkımdan Norveç de paçasını kurtaramaz. Kriz vakti gelince; oradan da başka ülkelere göç etmek zorunda kalabilirsiniz…

    “Ivan Illich” kıymeti az bilinen bir düşünürdür. [Ve asla; “Hz. Ivan Illich (S.A.V.)” gibi peygamberlik postuna özenen bir şarlatan değildir!] Sizin bu sitede sayıkladıklarınızın pek çoğunu, Illich ve onun gibiler daha fazla ve daha tutarlı üslupla izah etmişlerdi; fakat, hiçbiri, medeniyet karşıtlığı gibi bir saçmalığa savrulmamışlardı.

    Siz sayın “pipsqueak”; Illich’le bile toplantı yaptığınızı söylemiştiniz. Anlaşılan o ki; o toplantı size hiçbir şey katmamış.

    “Para kazanmayı ve hâttâ kullanmayı reddetmek!”; medeniyet karşıtı olmak kriterleri arasında değil galiba? Elde-avuçta-cüzdanda para tükenmeye yüz tutunca; hâliyle, medeniyet karşıtı olmak da sekteye uğruyor olabilir mi? Norveç’e göç etmenizin asıl sebebi; daha çok para kazanmaya ihtiyaç duymanız olabilir mi? Yanılıyor muyuz sayın “pipsqueak”?

    İnsan parasız kalınca; medeniyete karşı olamıyor herhâlde? Bütün o esip-gürlemeleriniz fosssss diye sönüveriyor…

    Herkes sizin gibi İsviçre’yi bırakıp Norveç’e göç edebilecek imkâna sahip değil sayın “pipsqueak”. Mesela; Bodrum’da sahile vuran Aylan Kurdi’yi hatırlıyor musunuz? Ha Kanada’ya ulaşmayı istemek, ha Norveç’e ulaşmayı istemek. Sonuçta; ikisi de “Batı”. Sonuçta; ikisi de kapitalizmin en gelişmiş ülkeleri arasında, değil mi? İki devasa sömürücü ülke…

    “The Last Refugee”:
    ( https://www.youtube.com/watch?v=_XdLNqWYgGI )

    Lie with me now
    Under lemon tree skies
    Show me the shy, slow smile you keep hidden by warm brown eyes

    Catch the sweet hover of lips just barely apart
    And wonder at loves sweet ache
    And the wild beat of my heart

    Oh, rhapsody tearing me apart

    And I dreamed I was saying goodbye to my child
    She was taking a last look at the sea
    Wading through dreams, up to our knees in warm ocean swells
    While bathing belles, soft beneath
    Hard bitten shells punch their iPhones
    Erasing the numbers of radon done lovers

    And search the horizon
    And you’ll find my child
    Down by the shore
    Digging a mound for a chain or a bone
    Searching the sand for a relic washed up by the sea

    The last refugee

    * * *
    Problem ne?

    Medeniyet karşıtlığı mı?

    Kapitalizme karşı mücadele etmek mi?

    Ölüm saçan kapitalizmde:

    “There ain’t no such thing as a free lunch”,

    “Un repas gratuit, ça n’existe pas” veya “On n’a rien sans rien”,

    Veya,

    “Es gibt nicht so etwas wie ein kostenloses Mittagessen”

    Eğer medeniyete karşı iseniz; parasal sisteme de karşı çıkın bakalım, becerebilecek misiniz sayın “pipsqueak”?

    Şunları yazmışsınız: —Tüm dünya başkalarının becerilerinin heyecanı içinde yaşıyor. Bu sitedekiler, özellikle kendini dev aynasında gören (you know who) birkaç salak bu heyecanın coşkunluğu içinde yaşıyorlar. Büyük sorulara katkılarda bulunuyorlar, “ben de varım”, diyorlar. Bu çılgınlıkta kıvamını 19. yüz yılda buldu. Nihayet çılgınlık Yalnızlar Kalabalığı, Yığınlar Toplumu, Mass Men gibi adları cazip, içerileri tiksindirici cici bici isimler kazandı.

    Kıvamını 19. yüzyılda bulmuş olabilir; peki, 21. yüzyılda da devam etmeli mi? Böyle bir şart yok!

    Siz göç ettiğiniz Norveç’te “siyasi mülteci”likten elde ettiğiniz paraları obur obur harcarken; şu şarkıyı mırıldanarak mı günlerinizi geçiriyorsunuz sayın “pipsqueak”?

    ( https://www.youtube.com/watch?v=gm50fqaFsTo )

    Öyle şans böyle kader
    Böyle gelip böyle gider
    Herkesin bir derdi var
    Benimki daha beter

    Ah felek zalim felek
    Kime ceket kime yelek
    Herkese kavun yedirdin
    Bana da yedirdin kelek

    Ah felek zalim felek
    Kime ceket kime yelek
    Herkese davul çaldırdın
    Bana da neden dümbelek?

    Her şeyin yalan riya
    Hayat sanki bir rüya
    Bıktım usandım senden
    Kavanoz dipli dünya

    Medeniyete karşı olmak imkânsızdır; fakat, kapitalizme karşı mücadele etmek mümkündür. Sömürü mekanizmalarının omuzlarında yükselen kapitalizme karşı mücadeleye sizi de davet ediyoruz. Geçmişte yapılan hataların aynını bugün de, yarın da tekrar etmeye mahkûm değiliz. “Proletarya diktatörlüğü”ne de, “Patron diktatörlüğü”ne de; HAYIR!

    “Mass Men” konusuna gelirsek:

    Sizle bunu daha önce yüzbinlerce kez müzakere etmiştik, unutmuşsunuz…

    Hatırlatalım:

    Yine kıymeti az bilinen düşünürlerden biri “José Ortega y Gasset”in [ama asla; “Hz. José Ortega y Gasset (S.A.V.)” rütbesine özenen bir şarlatan değil!] muazzam eseri “La rebelión de las masas & The Revolt of the Masses”da analiz ettiği, özellikle 20. yüzyılın başında the “mass-man”in hızlanarak yükselişini, insanın (ve “insaniyet”in) subject (özne) özelliklerinin erozyona uğrayıp, object (nesne) hâline nasıl dönüştürüldüğünü tane tane, sabırla izah eder Gasset.

    Eğer PDF okumak isteyenler olursa:

    (İngilizce #1) “The Revolt of the Masses (1930)”

    (İngilizce #2) “The Revolt of the Masses (1930)”

    (Türkçe) “Kitlelerin Ayaklanması”

    Sayın “pipsqueak”, size, Howard Zinn’in de Gasset ile aynı uyarıları yaptığını daha önce ifade etmiştik. Fakat siz; “but they (Zinn, and etc.) are honorable men” yaftası ile Zinn’i de karalamaya kalkıştınız. Siz “honor” sıfatını, eğer, kast sistemine işaret eden statü sembolü olarak anlıyorsanız; yanılıyorsunuz!

    Doğayı, insanı ve insaniyeti karanlığa gömmeye uğraşanlara karşı mücadele eden herkes, “honorable”dır; bunu asla ama asla unutmayınız sayın “pipsqueak”!

    İşte; “José Ortega y Gasset” ile “Howard Zinn”, karanlığa karşı mücadele eden saygıdeğer düşünürlerdir:

    “We were not born critical of existing society. There was a moment in our lives (or a month, or a year) when certain facts appeared before us, startled us, and then caused us to question beliefs that were strongly fixed in our consciousness-embedded there by years of family prejudices, orthodox schooling, imbibing of newspapers, radio, and television. This would seem to lead to a simple conclusion: that we all have an enormous responsibility to bring to the attention of others information they do not have, which has the potential of causing them to rethink long-held ideas.”

    “Dünyaya, mevcut toplumların düzenleri içine, o düzenleri direkt eleştirmeye programlanmış hâlde doğmuyoruz. Hayatlarımızda öyle anlar gelir ki, bizler de sorgulamaya başlamadan çok önce, tek tek saymamızın mümkün olmadığı gerçekler yaşanmaya başlanmış, ürkütmüş, ve en nihayetinde bizleri sorgulamaya sevk etmiş; aile içinde yeşeren, nesilden nesile miras gibi devreden önyargılar, doktriner eğitim sistemleri, gazete, radyo ve televizyon aracılığıyla bilincimize kodlanan inançlar vardır. Bütün bunlar esaslı bir sonucun istikametine getirir bizi: Hepimiz, bilgi ve tecrübesi saptırılmış veya hiç olmayan, ve bu nedenle günlük yaşamlarında debelenip duran çevremizdeki insanlardan başlayarak, çember gibi genişleyip; bu insanları, yüz yıllara yayılmış yargıları, tekrar, ciddiyetle düşünmeye yöneltecek hamleler yapmak gibi devasa bir sorumluluğa sahibiz.”

    Howard Zinn,
    “Changing Minds, One at a Time”,
    “The Progressive” dergisi,
    10 Mayıs 2005
    ( http://progressive.org/magazine/changing-minds-one-time/ )

    [Not: Elias Canetti’nin, Gasset ile benzer tespitleri yaptığı, 1960’da yazdığı “Masse und Macht & Crowds and Power & Kitle ve İktidar” kitabını da hatırlatalım.
    PDF okumak isteyenler için ( http://asounder.org/resources/canetti_crowdsandpower.pdf )]

    Son olarak:

    Şunları yazmışsınız:

    21 Mayıs 2017, yorum no 12:

    (1) —Kapitalizm aslen sadece Başıkaya’nın dediği gibi “sosyo-ekonomik” bir konu değildir.

    (2) —Neden kıtlıkla insanları hizaya getirme bolluk sırrının bulunduğu yerde başlar.

    Kapitalizm; daima “sosyo-ekonomik” bir konudur!

    Fikret Başkaya’dan da ÖNCE, Karl Marx’tan da ÖNCE; kapitalizm varlığını, “sömürü mekanizmaları” üzerine inşa etmiştir. Başkaya, Marx, Engels ve diğer yüzbinlercesi, sadece tespit (ve çoğu zaman da çözüm önerileri) ortaya koymuşlardır o kadar. Hiçkimse, hiçkimse, hiçkimse; tek başına “saviour” değildir. “Tehlikeleri işaret etmek” ile “şarlatanlık yapmak” arasındaki farkları anlayacak kadar tecrübeli birine benziyorsunuz sayın “pipsqueak”!

    “Kıtlık” ve “bolluk” meselesine gelirsek:

    İnsanları hizaya getirmek için “bolluk”un sır olması gerektiği, ve kıtlığa karşı bolluğu savunmanın çözüm getireceği sonucuna nasıl vardınız?! Niçin saçmalıyorsunuz sayın “pipsqueak”?!

    Afrika’da yüzbinlerce insan “açlık”tan ölür!

    ABD’de yüzbinlerce insan “obezite”den ölür!

    Şimdi, tekrar ama daha dikkatli düşünün:
    Mesele; “kıtlığı azaltmak amacıyla bolluk yaratmaya yönelmek” yöntemiyle, şıp diye çözülebilecek kadar basit mi?!

    Siz, İsviçre’den göç ettiğiniz Norveç’teki “siyasi mültecilik” maceranızda, kitaplarınızla çevrili mağaranızda çok fazla vakit mi harcıyorsunuz?!

    Size, Elias Canetti’nin; Fransızca ve İngilizce “Auto-da-Fé”, Almanca “Die Blendung”, Türkçe “Körleşme” kitabını da dikkatle okumanızı önermiştik, unuttunuz mu sayın “pipsqueak”?!

    Kitaplarla çevrili mağaranızdan biraz dışarı çıkıp, “kapitalizmin katliamları”nı gözlemleseniz:

    İşçiler ve Makineler: “Foxconn” fabrikalarındaki askeri yönetim:

    http://www.sacom.hk/?p=740

    1 milyonun üzerinde işçi, 90 milyonun üzerinde iPhone ve 17 intihar:

    https://www.wired.com/2011/02/ff_joelinchina/all/

    “Foxconn” fabrikalarındaki kapitalist hegemonyanın videosu:

    https://vimeo.com/17558439

    Çin içinde kırsaldan şehire doğru göç eden Çinli genç işçiler; protesto olarak niçin intihar ediyor: “Foxconn”, “Küresel Sermaye” ve “Devlet”:

    http://apjjf.org/-Jenny-Chan/3408/article.html

    (Almanca çevirisi burada)

    http://apjjf.org/data/3408_Foxconn_Deutsch.pdf

    13 Mayıs 2014’te, Manisa-Soma’da, kapitalizmin katlettiği 301 “insan”; Norveç’te “siyasi mülteci”lik maceralarınızda “bol bol seyahat ederken” aklınıza geliyor mu sayın “pipsqueak”?!

  571. Derinlerde yüzüp boğulana

    Sayın 33 Anonim 21 Mayıs
    “Yanlış teşhis yanlış tedaviye yol açar.”
    “Kimine göre “medeniyet”, kimine göre başka bir şey. Ama kesin olan bir şey var: “kapitalizm” daha dünkü çocuk ve sorun çok daha derinlerde.”
    Medeniyet’in en derin sorun olduğu sonucuna daha dün varılmadı. En azından, veya kazananlar tarihine kayıp girenlere göre, 2-3 bin yıllık bir teşhis.
    Bu teşhisi kendine kılavuz edenler arasında daha da “derinlere” gidip, dört ayaktan iki ayağa geçişten tut dil, semboller, sayı, yazı, evreni hiyerarşik düzenleme gibi çok sayıda teşhislerin rol oynadıklarını savunanları okumakla bilginizi genişletebilirsiniz. Acele işe şeytan karışır.
    Müsaadenizle bir hikâye anlatayım.
    Zamanımızda en yaygın olan insan türünden biri bir gün uyanır ve her Türk sert erkeğin hayalleriyle yaşadığı, ama “politically correct” olma hevesiyle kabullenmediği, sarışın mini etekli şahane güzel bir kız odasına girer.
    – Dile ne dilersen.
    – Her zaman en son model bir otomobilim olmasını istedim.
    Uzatmayacağım herkesin peşinde koştuğu düşünebileceğiniz ve gitikçe, bilim-teknoloiye şükür, milyonlarca ıvır zıvır her şeyi ister.
    Nihayet sorar.
    – Yahu ben neredeyim?
    – Sen bir kaza sonucu öldün, cennettesin.
    -Ama imkansız, burası sayısız gaddar, kırımcı, diktatör, ölüm saçanlarla dolu.
    – Cennet cehennem birbirinizi boğazlamamak için öcü propagandasıydı (Farabi ve binlerce diğerleri aynı şeyi söylediler), herkes buraya gelir.
    Aradan biraz daha zaman geçer. Nihayet bir gün bu sizin gibi modern ucube tereddütlük içinde sorar,
    – Biz ölümü son, hiçlik olarak düşünürdük, öyle bir ölüm mümkün mü?
    – Tabii, eğer isterseniz.
    – Peki, bunu isteyenler var mı?
    – Çok. Hemen hemen hepsi.
    – Peki, hala bu hayatta kalmak isteyenler var mı?
    – Çok az ama var.
    – Peki, onlar ne yapıyorlar?
    – Konuşuyorlar.
    Diğer bir örnek modern bilim: sonsuza dek araştırmalar. Daha da güzel örnekler var.
    “Ömrüm boyunca Allah’ı aradım,
    Buldum.
    Peki, şimdi?”
    Eğer sizin bir katkınız varsa, içinizi dökmekte yarar var. Ama daha önce kanserin Medeniyet olduğunu iddia edenleri biraz okuyun. Bir derinlik var derinlikten içeri, sayın derinlerde yüzen satıhsal konuşan efendi. En derin derinlik bu sitedeki cahillik, sen ve sana benzer medya-okul evliliğinden doğan, daha henüz en derinde yatanlardan biri olan ücret köleliğini bile anlamamışlar. Hele Devlet denilen hilkat garibesi? Forget it.

  572. “‘sol’ kurulu düzenden nasil nasiplenmi$, somut örnek verir misin.”

    Turkiye’de ‘sol’, yerlesik kulture cephe almis olmak (yani, icinde ‘Islam’i animsatacak renk ve tonlari reddetmis olmak) onsartini dayatir. Bu hep boyle olageldi.

    Bu dayatma bir genel prensibe de dayanmaz. Yani, kisinin manevi inaclarinin olmamasi dayatmasi degildir bu.

    Degildir; cunku, kisi Alevi olabilir, sorun degildir. Mustafa Kemal kultunden olabilir, sorun degildir. O da bir inanc turu oldugu halde, Ateist olabilir, sorun degildir.

    Bu inanclara muntesip olanlar ‘sol’cu olabilir; ‘solcu’ oldugu kabul edilebilir.

    Kesisme/ortusme noktasi da budur zaten: ‘Balkan Oligarsisi’ terimi ile genelledigim zumre de aynen bunu uygular/dayatir.

    Ikisinin, ‘Balkan Oligarsisi’ ile ‘sol’un ayni sey olmadigini iddia etmek mumkundur; tabii ki. Ama, gecerli bulmam.

    Bizdeki ‘sol’, ozunde, ‘Balkan Oligarsisi’nin bir ‘subset’idir (‘alt kume’sidir).

    ‘Sol’un ‘kurulu duzen’den nasil nasiplendiginin orneklerini tek tek saymak cok zaman alir. Onun yerine, bir iki ana baslik halinde bakabiliriz.

    Teoride, ‘sol’un birinci onceligi, siyasi ve/ya ekonomik baglamda, yoksullar veya yoksul birakilanlar olmasi gerekirken, bizdeki ‘sol’un boyle bir genel prensibi yoktur.

    Haric tutulanlar, isterse, nufusun yuzde 80’i (veya daha cogu) olsun, bizdeki ‘sol’un radarinda gorunmez bile.

    Yok, yanlis ifade ettim. Bizdeki ‘sol’un radarinda bunlar gorunur, tabii ki. Fakat, sadece ‘designated enemy’ (‘tayin edilmis dusman’) olarak..

    Bu baglamda, ‘sol’, ‘mabedi bekleyen kazlar’ misali, ‘designated enemy’ (‘tayin edilmis dusman’) cenahindaki en ufak hareketi tespit ve ifsa etmek, ve bastirilmasina altyapi hazirlamakla gorevlidir.

    Peki, karsiliginda ne alirlar?

    ‘Kultur’ (muzik, tiyatro, edebiyat vs vb), basin, reklam ve moda sektoru filan gibi lavas islerin neredeyse tamamini.

    Bu, cok yakin zamana kadar, boyleydi. Simdi ‘Balkan Oligarsisi’nin iktidari sarsilirken, durum –tabii ki– degismege basliyor.

    Patronaj zayifliyor; ‘sol’umuzun da, dolayisi ile, endiselerinin zirve yapmasini anlayisla karsilamak lazim.

    ‘Mabedi bekleyen kazlar’in alistiklari ‘hayat tarz’larinin omrunun ‘mabet’in omru ile yakindan ilintili oldugu gercegi gercekten urkutucu olmali. Isin ucunda ‘kaz cevirmesi’ olmak da var cunku.

  573. selfie vs avlanma

    Necip bir yorumunda
    “Aşırı avlanmayla balıkların soyunun tükenmesine yol açan o balıkçıların aptallığı, hırsı, açgözlülüğü iken bunun suçunu “kapitalizm” diye bir öcüye yüklemek aptallıktır ve o balıkçıların yaptıklarını aklamaktır.”
    demişti.

    Marksist Argüman bir yorumunda
    “Cep telefonuyla selfie çekerken ölmeye yol açan o turistlerin aptallığı iken bunun suçunu “medeniyet” diye bir öcüye yüklemek aptallıktır ve o turistlerin yaptıklarını aklamaktır.”
    diyor.

  574. necipin haklılık payı ve pozitivizm

    ‘Kultur’ (muzik, tiyatro, edebiyat vs vb), basin, reklam ve moda sektoru filan gibi lavas islerin neredeyse tamamini.

    Bu, cok yakin zamana kadar, boyleydi. Simdi ‘Balkan Oligarsisi’nin iktidari sarsilirken, durum –tabii ki– degismege basliyor.

    Patronaj zayifliyor; ‘sol’umuzun da, dolayisi ile, endiselerinin zirve yapmasini anlayisla karsilamak lazim.

    _

    necipin haklılık payı var. şöyle:

    geçenlerde tayyip, ibn haldun üniversitesinin açılışında konuşma yapmıştı.

    tayyipin onay vermesiyle üniversitenin başına atanan rektörün yaptığı açış konuşmasında -gelenekli yenilikçilik- tabirini çok beğendiğini tayyip de dile getirdikten sonra, şunları söylemişti:

    COMTE GİBİ SORUNLU ŞAHISLAR:

    Burada şu tespiti de yapmak durumundayız. Kimi şarkiyatçıların şimdiye kadar hiçbir ülkede, hiçbir insanın Mukaddime gibi bir eser çıkarmamıştır diye tabir ettikleri İbn Haldun’un eserleri hak ettiği değeri görememiştir.

    En basitinden Auguste Comte gibi sorunlu şahısların fikirleri kabul görürken, İbn Haldun’u adeta mahkûm edilmiştir.

    İbn Haldun uzun yıllar adeta yok sayılmış. Geçmişi yok sayarak geleceğe yürünemez.

    Bu üke ne çektiyse aşağılık kompleksinden çekmiştir.

    Bu ülkeye en büyük zulmü yasakçı, baskıcı jakobenler yapmıştır bunu böyle bilelim.

    Batı’da ne bulursa alıp, hiçbir elekten geçirmeden ülkemize boca edenlerin özensiz tercümeleri akademik müfredatımızı felç etmiştir. Bu zihin dünyası sebebiyle özgün ve yerli eserler ortaya konamamıştır. Üniversitelerimiz uzun seneler boyunca kraldan çok kralcıların, Batı’dan çok Batıcı vesayet odaklarının esiri olmuştur. Sadece öğrenciler değil, kitaplar da bu zihniyetten nasibini almıştır.

    http://www.gazeteduvar.com.tr/gundem/2017/05/20/erdogan-auguste-comte-gibi-sorunlu-sahislar-kabul-gordu/

    AUGUST COMTE’UN, 1839’DA MUSTAFA REŞİD PAŞA’YA GÖNDERDİĞİ MEKTUP: MÜSLÜMAN DEHADAN KUŞKUM YOK

    http://www.gazeteduvar.com.tr/gundem/2017/05/20/comteun-osmanliya-mektubu-musluman-dehadan-kuskum-yok/

    _

    yani, pozitivizmin kurucularından olduğu söylenegelen, sosyolog august comteu över gipi yapıp, aba altından sopa gösterip, islamcılığı merkeze koyarak bilim peşinde koşmanın, türkiyenin yeni vizyonu olduğunu söyledi tayyip.

    balkan oligarşisi var mı? bundan emin değilim. necip belki hayal dünyasında kurduğu bir oligarşiyi gerçek hayatta da var sanıyor olabilir. tartışmaya açık bir konu.

    fakat görünen o ki, tayyipin liderliğinde, pozitivizmi ve bilimi ekarte etmeye odaklanmış, bağnaz bir islamcı eğitim modeli getirilmek isteniyor.

    türkiye, uçan arabalar yapsın ama %100 yerli ve milli olsun. ilk araba üretim bandından çıkarken, tayyipin de iştirakiyle, tören şeklinde bir yasin okunur, diyanet işleri başkanı da araba uçmadan hemen önce, sonraki hedefin marsa gitmek olduğunu falan söyler ve konu böylece kapanır.

    balkan oligarşisini sürekli tartışabiliriz fakat tayyip oligarşisini destekleyen necipgiller asıl sorun.

  575. “Not: Ben yanılmışım. Ben bu NeAcayip beyi durumundan memnun, antideprasyonlar yutan, pis pis sırıtan bir modern hilkat garibesi, bir ucube hayal etmiştim. Bu ucube daha tarihin kazananların tarihi olduğunu bile duymamış bir zifiri siyah cahilmiş.”

    Yanildiginizi itiraf edisinizde bile bir guzellik bir zerafet bir incelik var.. ama, boylesi aci bir itirafa, yine de, insanin ici dayanmiyor.

    Tarihin ‘kazananlarin tarihi’ oldugu dogru da; acaba ‘kazanan’lar hep ayni kisiler mi?

    Degilse, ‘kazanan’lar diye –genetik anlamda– bir insan irkinin mevcut olmadigini soyleyebilir miyiz?

    Acaba, buna cevap vermek icin de tarih bilmek mi gerekir?

  576. “balkan oligarşisi var mı? bundan emin değilim. necip belki hayal dünyasında kurduğu bir oligarşiyi gerçek hayatta da var sanıyor olabilir. tartışmaya açık bir konu.”

    Aklima su meshur ‘basortusu meselesi’ geliyor.

    Bunun, basortusunun/turbanin/yasmagin yasaklanmasi ve yasagin da surmesinin anlamli bir gerekcesini duyan bilen var mi?

    Ben duymadim. Yani, ‘anlamli bir gerekcesini’ duymadim.

    Ama, o yasakta o kadar diretildi ki, zannedersiniz ki, kalenin kapilari acilacak ve iceriye ‘basortu’ takmis ‘dusman’lar girecek. O yuzden, canhiras tedbirlerle, kapilari kapali tutmaliyiz; dusmani da puskurtmeliyiz.

    Peki, simdi, soru su: Bu yasagi bu kadar uzun sureli ve bu kadar siddetli savunan kimlerdi?

    [Not: Ben, basortusu yasagina hicbir zaman karsi olmadim. Taraftar olusum da, sadece, ozgurlukler baglamindaydi. Yani, birakin isteyen istedigini taksin basina.]

    “fakat görünen o ki, tayyipin liderliğinde, pozitivizmi ve bilimi ekarte etmeye odaklanmış, bağnaz bir islamcı eğitim modeli getirilmek isteniyor.”

    90 senedir ‘positivisism ve bilim’ sayesinde aya gittigimiz icin, ondan saparsak –mazallah– tarihin karanliklarina gomulecegiz, degil mi?

    Tabii ki, hayir.

    90 senedir universitelerimiz bir arpa boyu ilerleme saglamadilar.

    Isim ve ilgim geregi hem uretim teknolojilerini, hem de yazilim dunyasini takip ederim. Yaklasik 30-40 senedir, bir elin parmaklarini gecmez, bu konularda ‘onemli kisi’ sayilabilecek Turkiye’li isim soyadi sahibi insan sayisi.

    Iran –ki, Humeyni devrimi ile budandi guya– cok daha fazla sayida bu tur insan yetistirmistir ve hala daha da yetistiriyor.

    Bizdeki universiteler acikca birer cifliktir. Kapagi atanin sut vermegi de gereksiz buldugu birer ciflik. Tamamini kapatsalar, cok kaybimiz olmaz bence.

  577. “balkan oligarşisini sürekli tartışabiliriz fakat tayyip oligarşisini destekleyen necipgiller asıl sorun.”

    Bence asil sorun, sizin tartismakla siliklesmesine yardimci olmaniz.

    ‘Balkan Oligarisisi’, sistemde o denli yerlesik ki, artik neredeyse atmosfer haline gelmis –basincini hissetmez olmusuz.

    ‘Balkan Oligarisisi’nden kurtulmamiz gerektigini dusunuyorum; cunku, ayakbagi oluyor.

    ‘Tayyip Oligarsisi’ konusuna gelince, boyle bir oligarsinin olusmasi icin yeterince zaman olmadi. Olacaksa, bir ‘Anadolu Oligarsisi’nden soz edebilecegiz –o da henuz sekillenmis degil.

  578. pip*eak sözü yasak

    13 Mayıs 2014’te, Manisa-Soma’da, kapitalizmin katlettiği 301 “insan”; Norveç’te “siyasi mülteci”lik maceralarınızda “bol bol seyahat ederken” aklınıza geliyor mu sayın “pipsqueak”?!
    Bana verilen ödev insan felaketlerini medyaya aktarıp sizler gibilere kişisel terapi sağlamak, sayın başkalarını sefilliğine bakarak kendi sefilliğini unutan kırmızı-beyaz yakalılar. Bütün Avrupa ve Amerika halkı sizler gibi kendi alçaklığını göreceğine başkalarının sefilliğiyle beslenen şavşaklar.
    Gözünüz kör mü? Bu sitedekilerin temel gıdası sizin gibi sefalet ticaretiyle beynini besleyenler.
    Not: Röntgenci = dikizci, hiç değilse benim büyüdüğüm yerde dikizcilere röntgenci derdik.
    Not: Hala sizi ve diğerlerini ciddiye almadığımı, cahiliklerinizle kafayı bulduğum anlamadınız. Ben hiç bir zaman “siyasi mülteci” numarası yaparak kadar kendimi alçaltmadığım gibi hiçbir zaman “siyasi mülteci” de olmadım. Norveç beni aslında “Global Seed Vault” tohumlar üzerinde istatiksel çalışma yapmak için davet etti. İş bitince dünyayı çılgınlığa çeviren arzu ve isteklerin bir nicesel analizini yapmam için turistlik teklif ettiler. Daha önce dediğim gibi Avrupalı, Amerikalı ve sizler gibi yeni nesil cici bicilere benzemediğim, yani çirkin olduğum için sefiller arasında kaybolup medyaya çok daha otantik laf manzaraları sunacağımı sandılar. İsviçre’ye de İtalya’dan benzeri bir iş için gemiiştim. İsviçre’ye girip bal toplayarak İtalya’ya dönen arıların istatiğini yaptım. Böylece İsviçre devleti çiçeklerinin EMEKLERİ karşılığını İtalya’dan aldı. Biliyorsunuz EMEK’İ burjuvalar ilahileştirdi ve sonra Marksistler, Anarşistler, sizin gibi iyi kalpli DEVRİMCİLER, hatta belki yüksek makamda olduğundan kendinin bir ücret kölesi olmadığını sanan NeAcayip Bey gibi enayiler bile EMEK KUTSALDIR safsatasına inanırlar.

  579. asil mi isal mi

    46 Asil Üstün-Necip Bey,
    “Tarihin ‘kazananlarin tarihi’ oldugu dogru da; acaba ‘kazanan’lar hep ayni kisiler mi?”
    Bir filozof, “Ben bir fizikçiler toplantısında belirsizlik ilkesi üzerinde fikir yürütmekten utanırım, ama fizikçilerin felsefe yaptıklarını dinleyeli artık hiçbir utancım kalmadı.”
    Siz bir teknisyensiniz. Teknisyenler kuru kelle ve süt inekleridirler. Sadece ve sadece gözle görülen, elle tutulan somut ve niceliklerle ifade edilen, daha da dürüstçe ifade edersem sadece satılabilir nesneleri varlığına indirgenmiş birde üç, üçte bir Devlet-Kapitalist-Endüstri uşaklarıdırlar.
    İşte size benzeri ve inek trene bakar gibi bakacağınız bir cümle daha. 3 bin yıl önceki Çin ile bu günkü Çin arasındaki fark, bu günkü Çinli ile bu günkü Hindistanlı arasından daha büyüktür ama Çinli hala Çinli ve hindistnlı hala aynı Hindistanlı.
    Genetik üstünlükler ve alçaklıklar için size benzer ve bu sitede çok sayıda olan faşist ruhlululara sorun.

  580. şahane marxist argüman mantığı

    Sayın 30 marxist argüman 21 Mayıs 17
    ” aptalligin/mantiksizligin zirvesi”, yazınızda asıl önemli noktaları vurgulamanıza teşekkürler. Bazı şaşkınlara yararlı olacağını ümit ediyoruz.
    Yazınız ve mantığınız eşsiz! Cep telefonu örneğinizi daha ayrıntılı anlatmanın yararlı olacağını düşünerek eklemeler yaptık
    ” cep telefonu sahibi olmak otomatikmen selfie de cekmek zorunlulugu anlamina gelmiyor.
    cep telefonu sahibi bir insanin o aletin hangi teknik özelliklerinden faydalanip faydalanmayacagi tamamiyla kendi özgür tercihidir.”
    Otomobil sahibi olmak onu sürüp trafik kazaları, hava kirletmesi, sinirlilik içinde olma, savaşlara neden olan petrol kullanma, yer altında çalışan madencilerin maden çıkarmalarına neden olma, cam endüstrisine katkı, vs. vs. vs. anlamına gelmiyor. Siz bunu düzelteceksiniz anlamına geliyor.
    Kartal’da oturup Beşiktaş’ta çalışan bir şahsın otomobilini kullanıp kullanmayacağı tamamıyla kendi özgür tercihidir. Okula gitmesi, okulda beyninin yıkanması, kira ödemesi, marketlerde yiyeceklere para ödemesi, vs. vs. vs. diğer yüz binlerce özgürlük içinde seçtiği seçenekler gibi. Sizler idareyi ele geçirdiğinizde “faydali teknik alet”ler çoğalacak ve kullananların aklını okullar, yaşını doktorlar, erişkinliği psikologlar ayarlayacaklardır. Hatta genetik mühendisler özgürce merkezi bir kontrol sistemiyle “faydali teknik alet” olan genetik makasla insanın genlerini kesip yapıştırarak insanı güzel, akıllı, ermiş, her zaman genç, özgür, vs. vs. vs. edecektir. Böyle bir nasıl olsa olacak teknolojiye karşı gelmek dediğiniz gibi çılgınlıktır. Önemli olan insanlara bu yenilikleri sevdirmek. Aslında kendilerinin asıl efendiler olduğuna inandırmak.
    Şu an insanların bu aletleri kullanıp kullanmama özgürlüğü aslında “parayı veren, düdüğü çalar”, şeklinde, yanlış ellerde. Şu an insanların bu yenilikleri istememelerinde kararları hem ellerinde hem ellerinde değil.
    Siz bu istemeyen çılgınlara istemelerinin kendi ellerinde olduğunu tatlı ve mantıklı laflarla öğreteceksiniz. Böylece istemediklerini özgürce isteyecekler.
    Yazınızda kullandığınız mantık hayran olunacak bir akıl yürütme. Mantığınız, “Nasıl olsa olacak”. Eskiden buna “alın yazısı” derlerdi. Ama o imam-rahip yalanıydı. Şimdi biz kaçınılmazlığın asıl nedeni biliyoruz!
    Artık Allah alnımıza yazmıyor, sivri zekalı teknisyenler yazıyor!

  581. Balkan oligarşisi konusunda Necip’in verdiği türban/başörtüsü örneğine benzeyen diğer bir yasak da tek parti dönemindeki Arapça ezan yasağıydı.
    (Bunun dışında yine DP’nin kaldırdığı türbe yasağı da var ama bu o kadar önemli sayılmaz. Zaten bu yasak tekke ve zaviyeleri yasaklayan kanunun bir parçasıydı ve bu hem Sünnilerin, hem de Alevilerin etkilendiği bir olaydı. Esasen bugünkü cemevlerinin ve Sünni tarikat ve cemaatlerin varlığı bu yasakları fiilen kaldırmıştır diyebiliriz.)

    (Bu arada sayın Zileli’nin bu konuda yani Arapça/Türkçe ezan uygulamaları konusundaki fikrini de merak ediyorum. Herhalde Türkçe ezana karşı olmamakla beraber Arapça ezanın yasaklanmasını doğru bulmayacaktır, yanılmıyorum değil mi?)

  582. necip oligarşisi nasıl yok edilir? -1

    90 senedir universitelerimiz bir arpa boyu ilerleme saglamadilar.

    Isim ve ilgim geregi hem uretim teknolojilerini, hem de yazilim dunyasini takip ederim. Yaklasik 30-40 senedir, bir elin parmaklarini gecmez, bu konularda ‘onemli kisi’ sayilabilecek Turkiye’li isim soyadi sahibi insan sayisi.

    Iran –ki, Humeyni devrimi ile budandi guya– cok daha fazla sayida bu tur insan yetistirmistir ve hala daha da yetistiriyor.
    _

    necipgillerin muhtevası: irana özenmek, pan-islamist rüyayı 21. yüzyıla uyarlamak, tayyip oligarşisinin söylemlerini sürekli teyit ve sürekli ihya amacıyla yazmak, bilimi korumak ve geliştirmek kisvesi altında -iranda bile bilim ve din yan yana yürüyorsa, türkiyede neden olmasın- islamcı provokatörlüğün bayraktarlığını yapmak.

    -başörtüsüne özgürlüğü- savunmak, sen bunları tuvalet taşlarına anlat.

    -başörtüsü- takmayı, giymeyi savunmak özgürlüğü savunmak değil, tam tersine, yasağı savunmaktır. erkekleri, genelleme yaparak, potansiyel tecavüzcü algısı içine hapsetmek ve bu -erkekler potansiyel tecavüzcüdür- algısını yaygın kılarak, kadınların giyim kararlarına tahakküm kurmaktır. kısaca: -başörtüsüne özgürlüğü- savunmak, hem kadınları, hem erkekleri, genelleme yaparak, zan altında bırakmaktır. asıl özgürlük: başörtüsü takmamayı, topluma telkin etmektir, bunu yapabilmek ise çok zordur, çünkü en büyük engellerden biri islam geleneklerinin baskın gelmesidir.

    açık ve net: başörtüsü, islamcı tayyip oligarşisinin iktidarını tahkim etmek için adılan ilk adımdı. bu adım -daha yolun en başında- önlenemediği için, şimdi, necipgiller gibi ucubeler, necipgiller gibi troller, tayyip oligarşisinin yeni askerleri.

    savaş büyük.

    savaş çetin.

    islamcı oligarşiyi de,

    tayyip oligarşisini de,

    necip oligarşisini de,

    yok edeceğiz.

    özgürlük kazanacak.

    peşine takılabileceğiniz -mağdur edebiyatınızı- tamamen tükettiniz.

    şimdi, yıkılacaksınız. 3 kasım 2002 – 2017

    _

    Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, İbn Haldun Üniversitesi açılışında yaptığı konuşmada ‘sorunlu şahıs’ olarak değerlendirdiği ünlü Fransız düşünür Auguste Comte, Türkiye’nin modernleşme tarihinde bizzat yer alan bir isimdi.

    Fransız devrimi sonrasında devrimin ilkeleri üzerinde yükselen modernizmin doğuşunda önemli etkisi olan bir düşünür olan Comte, sosyalizme mesafeli durmuş ve devrimlerin yöneticiler tarafında alınacak tedbirlerle engellenebileceğini savunmuştu.

    Özel hayatında ‘kötü şöhretli’ bir kadınla evliliği, arkadaşları arasında tepki görmesine neden olan, ruhsal sorunlar da yaşadığı bilinen Comte’un, Türkiye ile bağlantısı ise Tanzimat Fermanı’nın ilanına dayanıyor.

    1839’da okunan fermanın hazırlayıcısı ve dönemin sadrazamı Mustafa Reşid Paşa ile mektuplaşmaları bulunan Auguste Comte, bu metinlerde sık sık Batılı yöneticileri yaptıkları hatalarla ‘anarşiye yol açmak’la suçlayarak, Müslüman liderlerin bu hatadan kaçınabileceğini savunuyordu.

    ‘Evrensel din’ fikrine dönemin en güçlü İslam devletini kazanmaya çalıştığını da açıkça belirtiyordu. Bu nedenle Osmanlı’da başlayan batılılaşma çabalarının kökenleri incelenirken Comte’un adı da her dönem sıkça geçti.

    Comte’un 4 Şubat 1853’te artık ’emekli olmuş’ Reşid Paşa’ya yazdığı bir mektubu şöyle:

    Efendim,

    İçinde bulunduğumuz yüzyılda, Avrupa’daki Doğu ve Batı siyaseti arasında belirgin bir tezat mevcuttur.

    Toplumsal hareketi yönetmekten aciz kalan Batılı yöneticiler, maddi düzeni doğrudan korumak için gerekli olan, ancak devrim hâlini sürdüren körü körüne bir baskı uyguluyorlar. Fakat gerçekten milletlerinin başında bulunan Doğulu hükümdarlar, her hükümetin çifte işlevi olan iyiye teşvik etmeyi ve kötüye karşı koymayı lâyıkıyla yerine getirmeye gayret ediyorlar.

    Bu asil tutum artık Rusya’da olduğu kadar Türkiye’de de dile getiriliyor. Yenilikçi bir sultanın gayretli girişimini sağduyu ile beslemek suretiyle, yönetiminizin bunda önemli bir katkısı oldu. Osmanlı başkentini lekeleyen esir pazarını kaldırarak ve tek eşliliğin parlak bir örneğini vererek, Müslüman uygarlığı için şu anda en büyük önemi taşıyan çifte ilerlemeyi göstermeniz asla unutulmayacaktır. Batı’da olduğu kadar Doğu’da da beklenen düşünsel ve toplumsal bir yenilenmenin sistematik olarak şahsımıza sergilenmesi için gerçek bir filozofu ikna eden özel nedenler işte bunlardır.

    Emekliliğinizde geçici olarak boş kalan zamanlarınız, ilkin size doktrinimin genel manzarasını sunacak olan Pozitivizmin İlmihâli’ne (Catechisme positiviste), ardından da bu doktrini kesin bir biçimde yerleştiren Pozitif Siyaset Sistemi’ne (Systeme de politique positive) gereken ilgiyi göstereceğiniz ümidini beslememi sağlıyor. Bu iki kitabı okuduğunuzda, yabancı ve yerli bakışlardan kurtulan Batı dehasının bundan böyle, önemli bir durumun etkisiyle, bütün uygar halkların ortak gereksinimlerine doğrudan doğruya bağlı kavramlarla yakından ilgilendiğini fark edeceksiniz.

    Doğu ve Batı, henüz erişememekle birlikte, yüzyıllardır aynı şevkle evrensel dini arıyorlar. Her ikisi açısından da çoktanrıcılığın yalnızca milli inanışlar sağlayabileceği kabul edildiğinde, tektanrıcılık güvenilir bir birlik kaynağı olarak görüldü. Fakat, deneyim ve muhakeme böyle bir umudun tamamen boş olduğunu gösterdi.

    Tektanrıcı evrenselliği yerleştirmek uğrunda beyaz ırkın yaptığı iki büyük girişim, Roma Dünyasının Katoliklik ile İslâm arasında kesin paylaşımı sonucunda, karşılıklı olarak etkisiz hale geldi. Bu girişimlerin başarısızlığı, özünde muğlâk ve ispatlanamaz olan görüşlerin boşluğunu doğrudan doğruya gösteren akılcı felsefeye ters düşen herhangi bir şey sunmaz. Eşzamanlı olarak işledikleri bilim alanında, Doğulular ile Batılılar arasında kendiliğinden oluşan uyum, üstesinden gelinemez farklılıklarla belirgin bir zıtlık oluşturur. İster toplu ister bireysel, bütün insanlığı tamamen pozitif bir inançla kucaklamak için her türlü ilâhi inancı bertaraf ederek, beni tam anlamıyla evrensel dini keşfetmeye iten temel neden budur. İlk gençlik yıllarımdan başlayarak bu şekilde düşünme mutluluğuna sahip olduğumdan, bütün hayatımı söz konusu büyük sorunun nihaî çözümünü dizgeleştirmeye ve geliştirmeye adayabildim.

    Ortaçağ’ın sonlarından itibaren, seçkin akılların ilahiyattan kurtulması, farklı biçimlerde de olsa, Batı’da olduğu kadar Doğu’da da zorunlu olarak aynı hızla ilerledi. Zira bu kurtuluş, her iki tektanrıcılığın, pozitivizmin evrenselliği ile bağdaşmayan iddialı tavırlarının ortak gereksizliğini hissettiren kesin bir çatışmanın sonucudur. Hattâ daha basit olan inancı ve daha uygulanabilir olan yönetimi sayesinde gerçeğe daha yakın olan İslâmî deha, pozitif dinin kabul edilmesine Katolik dehadan daha az karşı olmalıdır.

    Dogmatik bakımdan aynı olan Roma ve Bizans dinleri arasında derin bir karşıtlık gözlemleyen eşsiz Muhammed, her iki insani iktidarın alışılageldik bölünmesindeki düşünsel ve ahlaksal faydaları lâyıkıyla kabul etti. Ancak parlak sosyal dehası, bu önemli yetkinleşmenin, ilahiyat ahlâkına uygun düşen uygarlıktan daha ileri bir uygarlık istediğini fark etti. Zamansız, ancak takdire değer bir girişimin başarısızlığını önceden sezerek, daha basit ve ilahiyatın doğasına daha uygun bir geçiş yapmakla yetindi.

    Böylece Doğu, kadınların ve işçilerin kademeli olarak özgürleşmesi için gerekli toplumsal devrim adına yapılacak şerefli girişimi, gerçek Katolik ahlâkın öncülüğünde, Batı’ya bırakmak zorunda kaldı. Ancak, bu önemli başlangıcı izleyen büyük hareketin kesin sonuçlarını benimsemek konusunda, Doğulular bizden daha fazla yatkınlık gösterdiler. Çünkü bu sayede, Batılı ilericilerde görülen temel düşünsel ve toplumsal sıkıntılardan, inançlarının aşırı ruhanî niteliğinden ve özellikle de yapay yönetimlerin kendiliğinden ortaya çıkan ayrışmasından doğan metafizik düzensizlikten kurtulmuş oldular. Pozitif din, gerektirdiği hazırlıklar nedeniyle yalnızca Batı’da çıkmış olmakla beraber, İslâm’ın Doğu’yu bu dinin kabul edilmesine daha iyi hazırladığı kabul edilmelidir. Öte yandan İslâm, dogmasında Protestanlığın veya deizmin yozlaşmasına yer vermediği ve yönetimde veraset ilkesini derinlemesine kısıtladığı için, halkları devrimin bozulmasına karşı korudu. Aynı zamanda, teorik kavrayışları ile pratik algılayışları arasındaki uyum kusurları nedeniyle, yöneticileri daima genel manzarayı yakalamaya teşvik ederek, hükümetlerin olağan üstünlüklerini korudu.

    Filozofların üstler tarafından anlaşılamadıkları için altlara hitap etmeye zorlandığı Batı’daki girişimin doğurduğu anarşik karışıklığa yol açmadan, bu nihaî oluşum Doğu’da üstün gelebilir. Müslüman dehanın tarihsel olarak değerlendirilmesi sonucunda, ilk şaşkınlıklarını üzerlerinden atan bu kişilerin pozitif dini, temel kaygılarının umulmadık çözümü olarak göreceklerine kuşkum yok.

    Herhangi bir metafizik geçiş olmadan, doğrudan doğruya İslâm’dan pozitivizme geçerek, kendilerini, insanlık sevgisini ve evrensel mutluluğu dizgeleştiren büyük peygamberlerinin şerefli takipçisi olarak hissedecekler. Böylece gereksiz bir siyasi birliği reddetmeye yönelerek ve Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasını, zamansal yönetimlerin yaşam alanını kısıtlayan toplum yasasının olağan bir uygulaması olarak kabul edip, bu kaçınılmaz çözülmeye üzülmekten vazgeçecekler. Aynı zamanda, Osmanlı yöneticileri, kendi güçlerinden daha az mütecanis ve dolayısıyla da böyle bir dağılmaya daha fazla gebe bir gücün gelecekteki olası işgâlleriyle ilgili hayali olduğu kadar yıkıcı da olan kaygılarından kurtulacaklar.

    İslâm’ın temel ruhuna göre siyaset, yalnızca görüşlerin ve geleneklerin ayrılığını sağlamaya ve sağlamlaştırmaya yönelik olduğundan, bu büyük amaca Tanrı yerine İnsanlığı koyarak daha iyi ulaşılacağını yakında anlayacaklar.

    Selâm ve saygılar,
    Auguste Comte

  583. necip oligarşisi nasıl yok edilir? -2

    Althusser’in baltası,
    Derrida’nın intiharı,
    Nietzche’nin kırbacı…

    Türkiye’de, hakikati dillendirenlere (kim olursa olsun) sürgün, hapis, ölüm tehditleri reva görülüyor.

    Fakat hakikati dillendirmenin bedelini göze alamayıp bunca yalanın içinde yaşamaya rıza gösterenler, Derrida’nın intihar ettiğine, Althusser’in karısını baltayla öldürdüğüne, Nietzche’nin ömrünü tımarhanede geçirip orada öldüğüne inanmakla da yakayı kurtaramayacaktır.

    İktidarın ideolojisine muhalefet eden her sözün itinayla elendiği Türk televizyonlarından birinde yeni düzenin yeni kanaat önderleri Türkiye’nin bölge politikasını, bu bağlamda Musul meselesini konuşuyor. Konuşmacılardan en dikkat çekeni bir tarih profesörü. Ona ‘1. konuşmacı’ diyeceğiz. Önce şu muazzam muhabbeti dinleyelim:

    Şirin Payzın: İddiamız ne? Musul’u tekrardan hak ettiği gibi Kürtlere geri vereceğiz ve garantörü biz mi olacağız diyorsunuz? Yoksa bize mi bağlansın diyorsunuz? Ya da oradaki Arapları ve diğerlerini… Yani neye gidiyoruz yani?

    1. konuşmacı: Feridun Sinirlioğlu’nun dediği bir cümle var. Ben müsaadenizle bi saptama yapayayım, bi cümleyle. Şimdi diyor ki, aşağılık kompleksinden bahsediyor orada.

    Payzın: 19. yüzyıldan beri olan bir aşağılık kompleksi…

    Sinirlioğlu’nun söz konusu değerlendirmesi şurada:

    http://www.hurriyet.com.tr/buyukelci-feridun-sinirlioglu-bolgede-gelecek-sekuler-demokraside-40257044

    1. konuşmacı: Hâlâ devam ediyor. Bakın, söyleyeyim. Hahaha, bakmayın hemen söyleyeyim.

    Payzın: Yo yo, söyleyin siz.

    1. Konuşmacı: Bütün söylemlerimizde… Çoğunda. Bütün demeyeyim. Hep batıyı referans alıyoruz. Louis Althusser diye bir sosyolog var. Marksist. Bu adam karısını baltayla öldürdü. (Not: Yalan! -İrfan Aktan)

    2. Konuşmacı: Baltayla öldürmedi.

    1. Konuşmacı: Bi saniye.

    2. Konuşmacı: Şimdi canlı yayında konuşuyoruz ama… Masaj yapıyordum, boğarak öldürdüm diyor…

    1. Konuşmacı: Ha, inandık… İnandık biz de.

    2. Konuşmacı: Sonra kendisi hatıralarını yazdı. Orada şey yaptı.

    1. Konuşmacı: İnandık… Bakın, Derrida intihar etti. (Bu da yalan! -İrfan Aktan) Nietzsche…

    2. Konuşmacı: Hay Allah, buradan batı düşüncesinin işe yaramaz olduğunu, onu çöpe atalım mı diyeceğiz yani.

    1. Konuşmacı: Hayır, bi saniye, cümlem bitsin. Derrida intihar etti. Nietzsche akıl hastanesinden çıkamadı, orada öldü. (Bu da yalan! -İrfan Aktan) Ve Nietzsche’nin ilginç bir cümlesi var: ‘Kadının yanına gidiyorsanız, kırbaçınızı alın.’ (Bu da yalan! -İrfan Aktan)

    http://www.acarindex.com/dosyalar/makale/acarindex-1423907225.pdf

    Payzın: ‘Eyvah eyvah’

    1. Konuşmacı: Tabii, şimdi bakın…

    3. Konuşmacı: ‘Karnından sıpayı bilmem…’ O kadar çok söz var ki bizde.

    1. Konuşmacı: Bi saniye. Onu söyleriz, ama bunu söylemeyiz.

    3. Konuşmacı: Hukuk deyin, teknik deyin, ampulu kim icat etti deyin… İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi deyin…

    1. Konuşmacı: Erdoğan bey… Bitirmem lazım.

    3. Konuşmacı: Ama olmaz ki!

    Payzın: Bi dakika, nereye bağlayacağını merak etmiyor musunuz? Biz merak ediyoruz. Peki, buyrun.

    1. Konuşmacı: Bitirmem lazım. Kesinlikle batı bilimiyle hemhal olmalıyız ve öğrenmeliyiz. Fakat bizim o Feridun Sinirlioğlu’nun, çok hoşuma gitti, aşağılık kompleksi bütün referanslarımızı…

    2. Konuşmacı: Ama kötü örnekler verdiniz, onu bi kere kabul edin. Bu örnekleri bi kenara koyun.

    1. Konuşmacı: Çok var. Foucault, Foucault eşcinsel birisi…

    2. Konuşmacı: Kötü mü?

    1. Konuşmacı: Ve AIDS’den ölmüştür.

    2. Konuşmacı: Eee?

    1. Konuşmacı: Bize nasıl örnek olsun bu? Bizim aile yapımıza?

    İDEOLOJİYE ÇAĞRI

    ‘Batının ahlaksızlığının’ altını çizen tarih profesörü 1. konuşmacının vurguladığı ‘aşağılık kompleksi’nin detaylarına inmeyelim, ama bu tanımlamanın da Avusturyalı (Batılı) psikiyatrist ‘Alfred Adler’a ait olduğunu hatırlatalım.

    1. konuşmacının, Musul meselesi tartışılırken, konuyu Batı felsefesini kahvehane ağzıyla hiçleştirme girişimine dayandırması, tam da ‘karısını baltayla öldürdü’ dediği Althusser’e sözü bırakmamızı sağlıyor. Alhusser’in ‘İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları’ kitabında dediği gibi; ‘İdeoloji öyle ‘eyler’ veya ‘işler’ ki, bireyin içinden özneleri ‘toplar’ ya da bireyleri öznelere ‘dönüştürür’ ve bunu da çağırma (interpellation) dediğimiz son derece kesin bir işlem yoluyla gerçekleştirir. Söz konusu çağırma eylemini kafamızda canlandırabilmek için polisin (ya da başka birinin) her gün en sıradan biçimde bizi nasıl çağırdığını düşünmek yeter; ‘Hey, sen, oradaki!’

    Kendisi de bir biçimde devletin ideolojik aygıtlarıyla şekillenmiş olan profesör Ebubekir Sofuoğlu’nun yaptığı budur; izleyiciyi güya Batıya karşı konumlanmaya, ‘özne’ olmaya davet eder gibi görünürken, aslında mevcut iktidarın söylemine çağırıyor. Bunu da ‘Türk toplumunun ahlaki değerleri’ üzerinden yapıyor. Elbette, bunu yaparken, Osmanlı tarihi üzerine çalışmış olan profesör, Osmanlı’daki kardeş katlinden, haremden, harem oğlanlarından ve daha bir sürü ‘şeyden’ bahsetmiyor. Onu bu bahse zorlayacak bir konuk profili de elbette söz konusu edilmemiştir.

    Böylece profesör, her biri yakın tarih felsefi düşüncenin çığır açıcısı olan isimleri, tam da Türkiye’nin içine düştüğü (Durkheim’in tanımlamasıyla) ‘anomi’nin içine, alenen yalan söylemekten bile imtina etmeyerek çekiyor. Sonuçta, bizim bir cahilin cesareti olarak yorumlayıp geçiştirdiğimiz iki dakikalık konuşma, kendisinden taraf veya hakikatlere erişim imkânı olmayan izleyiciyi sarmalayabiliyor.

    ‘YELİZ’Lİ BİR ALDATMACA

    Aslında bu hafta, anayasa değişiklik paketi oylamasından sonra AKP’lilerin çektirdiği toplu fotoğrafı ‘okumaya’ çalışacakken, söz konusu TV programına denk geldim.

    Fakat her iki sahne de birbirini çok iyi tamamlıyor.

    Bir AKP milletvekilinin cumhurbaşkanlığının twitter hesabını ‘mention’layarak ‘işlem tamam’ diye müjdelediği üzere paket 339 oyla kabul edildi. Böylece, bir ülkenin ‘toplumsal mutabakat metni’ hudutsuz bir gözü karalık, ‘Yeliz’li bir sahtekârlık (AKP’li bir milletvekilinin ‘Yeliz Adeley’ ismiyle sahte hesapla yayın yaptığı ortaya çıktı) ve bir boyunlukla (CHP ve HDP’li milletvekillerini darp eden bir AKP’li vekilin daha sonra darp edilmiş gibi boyunluk takıp tekerlekli sandalyede poz vermesi) tarihe geçti.

    Basına yansıyan fotoğrafta, muhalifleri darp etmiş olduğu aktarılan AKP’li milletvekilinin boyunluk takmış halde tekerlekli sandalyede oturduğu ve arkasına dizilmiş olan AKP’li milletvekillerinin galibiyetlerini bu ‘mağduriyet’ öyküsüyle kutladığı görülüyor.

    Sırf bu fotoğraf karesi; iktidarın geçmişini, söylemini ve eylemini konuşmak için sınırsız veri sağlıyor. Galibiyeti sahiplenirken mağduriyetin alacaklılığından da feragat etmeyen bu zihniyet, Türkiye’deki ‘anomi’yle doğrudan örtüşüyor. O yüzden de referandum sürecinde bu zihniyetin hakimiyet kurmaması için çok az neden var.

    CHP’YE ‘ALTHUSSER’Cİ PERSPEKTİF

    Referandum sürecinde, iktidar ideolojisinin toplumun çoğunluğunda karşılığı olmadığını düşünüp, ‘halk iradesinin’ ‘hayır’ yönünde şekilleneceğini iddia eden CHP’yi, ‘Althusser’ci perspektifle meseleye bakmaya çağırmalı. Çünkü, bireyi ‘Türklüğün geleceğinin şekilleneceği’ yeni sürecin öznesi olmaya çağıran iktidar ideolojisi, bizatihi bireyi referandum süreciyle yeniden yapılandıracak. Bu açıdan, şu anda iktidar yanlılarının yalanlarının bireyleri sarmalamayacağını düşünen kim varsa, yanılır.

    Referandum sürecinde, Türkiye’nin şimdiye kadar yaşananları aratmayacak bir çalkantıya sürüklenmeye çalışılacağına kimsenin pek kuşkusu yok. Ancak, demokratik muhalefetin, hakikati cesaretle, bedellerini göze alarak dillendirmesinin kendisi bile, egemen ideoloji tarafından sarmalanmaya çalışılan bireye etkisi olabilir.

    Türkiye demokratik muhalefetinin en büyük zaafı; yalanla, riyayla, çarpıtmayla, misenformasyonla baş edememek, yalanın yıldırıcı gücü karşısında pes etmektir.

    Ezilenlerden yana en etkili muhalefet, muktedirin yalanlarıyla baş etme yollarını bulmaktır. Siz yalanlarla baş edemezseniz, karşıdakinin yalanları sizi dehşete düşürüp yıldırıyorsa, istediğiniz kadar ahlakî değerlerden dem vurun, baş edemezsiniz.

    ‘PARRHESİASTES’İN ALDIĞI RİSK

    Sözünü ettiğimiz profesör Ebubekir Sofuoğlu’nun saygısızlık yapmakta beis görmediği Foucault, ‘Doğruyu Söylemek’ ismiyle kitaplaştırılan ders notlarında, ‘ahlaklı’ insan için şu hatırlatmayı yapıyor:

    ‘Bir filozof; bir hükümdara, bir tirana hitap etse ve ona tiranlığının rahatsız edici ve nahoş olduğunu, zira tiranlığın adaletle bağdaşmadığını söylerse, filozof hakikati söylemiş olur, hakikati söylediğine inanır, buna ilaveten bir de risk alır… (çünkü tiran, ona karşı öfkelenebilir, onu cezalandırabilir, onu sürgüne gönderebilir, onu öldürebilir.) Gördüğünüz gibi; hakikat dillendiricisi Parrhesiastes, risk alan insandır… Hayatının tehlikeye atıldığı bir parrhesia oyununu kabul ettiğin zaman, kendi kendinle özgül bir ilişkiye girmiş olursun. Hakikatin söylenmemiş halde kaldığı bir hayatın güvencesi altında kalmaktansa, hakikati söylemek uğruna ölümü göze almış olursun… Kendisine karşı sahtekârlık yapan bir canlı varlık değil; bir hakikat anlatıcısı olmayı kendisi için daha uygun görmüştür.’

    Türkiye’de, hakikati dillendirenlere (kim olursa olsun) sürgün, hapis, ölüm tehditleri reva görülüyor.

    Fakat hakikati dillendirmenin bedelini göze alamayıp bunca yalanın içinde yaşamaya rıza gösterenler, Derrida’nın intihar ettiğine, Althusser’in karısını baltayla öldürdüğüne, Nietzche’nin ömrünü tımarhanede geçirip orada öldüğüne inanmakla da yakayı kurtaramayacaktır.

    İrfan Aktan, 23 Ocak

  584. necip oligarşisi nasıl yok edilir? -3

    Musul meselesinden ‘eşcinsel Batılı’ya sıçramak!

    Bir TV programında Musul konuşulurken, Musul’dan başka bir mesele ve bağlam yokken, bir profesör ani bir sıçramayla ‘Batı karşıtlığı’ kartını açtı.

    Katil Althusser,
    Deli Nietzsche,
    Müntehir Derrida (Deleuze intihar edince Derrida da intihar etmiş sayıldı!)
    Ve eşcinsel Foucault…

    Batı karşıtı söylemlerin olgusal uyumsuzluklarla dolu bu ‘akademik’ dökülmesinin bir versiyonu da Kolomb’un Küba’da gördüğü cami olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir nutkunda tezahür etmişti.

    Musul’u Derrida yüzünden kaybetmiş olabilir miyiz? Ya da Althusser? Nietzsche? Foucault da olabilir. İrfan Aktan’ın yazısını okuyanlar, ne sorduğumu anlamıştır.

    Meseleyle başka bir yönden ilgileneceğim. Buyrun:

    Yer, bir televizyon stüdyosu.

    Konu: Musul.

    Başlıklar büyük: Tarih. Politika. Uluslararası hukuk, emperyalizm…

    Konuşanlar da bu konularda dirsek çürütmüş kişiler.

    İşte Lozan hezimet miydi, Misak-ı Milli niye delindi, Şeyh Sait ne yaptı, İngilizler, Fransızlar… Birinci Dünya Savaşı sonrası, Türkiye’nin kuruluş süreci filan…

    Şirin Payzın sunucu, moderatör.

    Bir tarafta Prof. Ebubekir Sofuoğlu ve Tarık Çelenk, öte tarafta Dr. Erdoğan Aydın ve Doç. Dr. Yunus Emre…

    İlk ikisi ‘hükümet’çi, son ikisi hükümet politikalarına karşı…

    Bıktırıcı tekrarlı, söz kesmeli laflamalardan sonra, Prof. Ebubekir Sofuoğlu, ‘Buralar bizimdi. İngilizler bizden çaldı. Ha bizden ha Kürtlerden fark etmez…’ derken, Şirin Payzın Musul’la ilgili bir soru soruyor.

    ‘Şimdi bakın’ diyor Sofuoğlu ve Musul’u bırakıp şu Doğu-Batı meselesine müthiş bir sıçrama yapıyor: ‘Feridun Sinirlioğlu’nun (eski Dışişleri Bakanı, Dışişleri Müsteşarı, büyükelçi) söylediği bir cümle var. (…) diyor ki; aşağılık kompleksinden bahsediyor. Aşağılık kompleksi hâlâ devam ediyor.’

    ‘Bakın’ diyor, ‘Ben söyleyeyim. Bakın. Bütün söylemlerimizde, çoğunda bütün demeyeyim, hep Batı’yı referans alıyoruz. (Oysa stüdyoda Batı’dan referans alan kimse yok, en azından oradaki sohbet boyunca) Louis Althusser diye bir sosyolog var. Marksist. Bu adam karısını baltayla öldürdü.’

    (Stüdyoda curcuna, müdahaleler)

    ‘Şimdi bakın, Derrida intihar etti. Nietzsche…’

    (Stüdyoda curcuna, müdahaleler)

    ‘Bi saniye, cümlem bitsin.’

    Cümle şu:

    ‘Derrida intihar etti. Nietzsche akıl hastanesinden çıkamadı, orada öldü. Ve Nietzsche’nin ilginç bir cümlesi var. Kadının yanına gidiyorsanız, kırbacınızı alın.’

    (Stüdyoda curcuna, müdahaleler)

    ‘ama, bitiremiyorum ki Şirin hanım.’

    ‘Nereye bağlayacağını merak ettim’ diyor Payzın; öyle ya belki Musul meselesi aydınlanır bu kadar kallavi isimden sonra!

    Devam, Feridun Sinirloğlu’na bir selam ara peşrevine dönüşüyor ve final geliyor: ‘Çok, çok var. Foucault eşcinsel birisi. AIDS’ten ölmüştür.’ (Kötü mü müdahalesi var arada, Yunus Emre’den ve ümitsizlik sorusu: ‘Eeee?’)

    Kıssadan hisse: ‘Bize nasıl örnek olsun bu (kısa bir es ve final) Bizim aile yapımıza.’

    Musul gitti gider, aile yapımız bari korunsun mu diyor? Anlamak zor. Musul derken birden sıçranıyor Batı’ya. (Bu tür sıçramalarda, mesele 1. Dünya Savaşı ise Almanya hiç anılmaz. Çünkü ‘Batı’ya karşı ‘Batılı’ bir güçle beraber bir savaşa girişilmiş olması, serbest atış ‘Batı karşıtlığı’ söyleminin pürüzsüz yürümesine engel olur.)

    Batı’nın neresine sıçranabilirdi böyle bir bağlamda? Tarih tezlerine, tarih tezlerini üreten, geliştiren, yayan, anlatanlara filan… Yok, Althusser’den başlanıyor. Ne yaptı peki Althusser? Musul Fransızların mı dedi ya da İngilizlerin mi? Yok, karısını öldürmüş. Hem de BALTAYLA. Eee balta yok asıl öyküde? Olsun. Katil. ‘Batı’lı ya… Demek ki, Musul bizim?

    Peki intihar neydi? Batılılar intihar eder. ‘Biz etmeyiz. Dinimiz yasaklar.’ Sanki Hıristiyanlık ya da Yahudilik intihar davetiyesi dağıtıyor gibi!

    Eee, toprağı bol olsun, Jacques Derrida intihar etmedi, kanserden terk-i dünya eyledi. Olsun, Gilles Deleuez (ölüm döşeğindeyken) intihar ettiyse, Derrida da intihar etmiş sayılmaz mı? (Pis Batılılardan) Almanya yenilince biz de yenilmiş sayılmadık mı?

    O HALDE MUSUL BİZİM?

    Konukların, sunucunun ‘ne ilgisi var?’ filan yollu ve şaşkınlıkları açık itirazlarına rağmen ısrarla devam ediliyor.

    Nietzsche, hem tımarhanelik. Hem de Kadına kırbaç kullanmış. Alıntılanan söz Nietzsche’nin bizzat söylediği bir şey değil de, bir eser karakterinin, Zerdüşt’ün bir sohbetinde, bir kadının ağzından çok özgün bir bağlamda söylenmiş ne gam, kitabın yazarı Nietzsche ya… Böyle deyince ne oldu? İşte deli bir Alman, saçma sapan konuşuyor, o halde Musul bizim? Almanlarla ittifak kurarken bilmiyorduk bunların deli olduğunu mu diyecek? Ne?

    Yok, tenvir ısrarı dinmiyor. Devam. Büyük bir özgüvenle. Vurgulaya vurgulaya. İtirazlara dudak bükerek.

    AMAN BİLGİSAYARA DİKKAT!

    Burada ne oluyor?

    Nasıl bir tuhaflıktır bu?

    Feridun Sinirloğlu’na gelene kadar neredeyse yüzlerce kişinin söylediği bir lafın alıntısı niye Feridun Sinirloğlu’ndan?

    Tartıştığı Erdoğan Aydın ve Yunus Emre’nin tezleri ‘Batılı referanslara’ dayandığı için mi sıçradık buraya?

    Üstelik, örneklerin hepsi, fıkradaki gibi hatalı: Baltayla öldürmedi, boğdu. Derrida intihar etmedi. Nietzsche öyle bir şey söylemedi. Bir tane doğru var, Foucault eşcinseldi.

    Bugün, Foucault okuyunca cinsel tercih değiştirme riski mi var?

    Aklına, dahi matematikçi Alan Turing gelse nasıl çözülecekti iş, batılı bilimle sonuna kadar hemhal olalım ya, Turing eşcinsel olduğuna göre bilgisayar yokmuş gibi mi yapalım, yapısına kurban olduğum ailemizin fertlerini tabletten, PC’den belki de matematikten uzak mı tutalım?

    KOLOMB’UN KÜBA’DA GÖRDÜĞÜ CAMİ

    Neyle karşı karşıyayız hakikaten?

    Batı’lı emperyalist güçlerle, bir başka Batı’lı gücü dost tutup paylaşım savaşına girmiş ve yenilmiş bir toprak imparatorluğunun, ve o imparatorluğa bağlı nüfusun ‘milleti hakime’sinden olup bu geçmişi imparatorluğa yontan bir gözle okumak bir şey, bu tarihten ötürü Batı karşıtı (emperyalizm her tür karşıtlığı hak etmez mi zaten?) argümanlar üretmek, söylemler geliştirmek, yaymak bir başka şey; yer, bağlam, konu gözetmeden üstelik olgusal açıdan tamamen hatalı, hattâ saçmaya varan laf öbekleriyle ‘Batı karşıtlığı’ nutkuna sarılmak bambaşka bir şey değil mi?

    ‘Batı karşıtlığı’, AKP iktidarının hegemonyasını güçlendirme konusunda çok sık kullandığı bir enstrüman.

    Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, hegemonya için rıza üretme amacıyla gündem belirleme, gündeme hâkim olma, gündemi yönlendirme gibi bilindik siyasal sebeplerle bunu sık sık yaptı.

    Örneğin, Kolomb’un (eski dünyadan) Küba’ya giden ilk kişi olmadığını öne sürerken, Batı’nın Amerika’nın keşfi tarihine bilindik itirazların bir tür İslami versiyonunu icat etti: Kolomb ilk gitmemişti, çünkü gittiğinde Küba dağlarında cami görmüş, hatıratında yazmıştı.

    Elbette, bir profesörün bunu yapmasıyla bir siyasetçinin yapması aynı anlama gelmez, ama ikisi de aynı şeyi yapıyorsa, bilgi-iktidar ilişkilerinde bir tuhaflık içindeyiz demektir.

    Ali Duran Topuz, 24 Ocak

  585. necip oligarşisi nasıl yok edilir? -4

    İbni Haldun’u bizden kim çaldı peki?

    Bilgi-iktidar ilişkisi, eski bir mesele. ‘Bilgi güçtür’ formülünün sahibi Bacon’dan 200 yıl kadar önce yaşayan İbni Haldun, ‘tarihsel bilgi’den ‘yalan’ dediği unsurları temizleme yönteminin peşindeydi. Batı karşıtı, emperyalizm karşıtı bilgiyi üretmenin yolu, siyasetçilerin çeşitli sebeplerle yapabileceği gibi, yalana varan bilgilerle dolu söylemlere sarılmak olabilir mi?

    BACON’IN FORMÜLÜNDEN ÖNCESİ

    Baltalı Althusser, intiharcı Deleuze, tımarhanelik, kırbaççı Nietzsche, eşcinsel Fouault ve Küba dağlarındaki cami meselesine devam: Hayır, yalan söylenmiyor, konuşanlar söylediklerine inanıyorlar. Yani; yalancı değiliz ama İbni Haldun’un ‘yalan’ diye temizlemeye giriştiği şeyin içinde yüzüyoruz. Niçin?

    Bilgi güçtür. Bacon böyle demişti. Yazı yokken de öyleydi muhtemelen, ama yazının icadından beri bunun iyi bilindiğini biliyoruz. Bilgiyi kimin ürettiği, nasıl ürettiği, nasıl kullandığı, nasıl onun ‘bilgi’ olarak değer kazanmasını sağladığı ve hegemonya için elde edilecek rıza (Gramsci, ki o da hapse düştüğü için önemsiz sayılabilir) için nasıl seferber ettiği ve en nihayetinde ‘hakikat’ mertebesinde algılanmasını sağladığı (Michel Foucault, ki onu zaten eşcinsel olduğu için oyundan attık!) ‘bilgi güçtür’ bilgisinin sırlarını çözmeye yönelik araştırmalarda önemli bir sorular dizisi olarak durur.

    Bilgi iktidarı üretir ve güçlendirir, iktidar bilgiyi üretir ve yayar. İktidar, özellikle 16’ncı yüzyıl ve sonrasının ‘Batı’lı iktidarları, bilgiye mahkûmdur. Bir hakikat rejimi kurar ve buradaki kurallamalar çerçevesinde bilgi üretir. İktidar (ve onun içinde işlediği bireyler de) bilgiye sadece muhtaç değil mahkumdur da.

    Doğrulama kurallarına tabi olarak çalışan ‘hakikat rejimi’, bilginin kurumsallaşmasını da mecburi kılar. Reel politik eksende bir hükümet başkanının, bir tarihsel olguya yönelik ‘yanlış’ ya da ‘doğru’ bilgilerle işlediği nutkunun hedefi başka bir şey, bilginin kendisinin statüsü ayrı bir şeydir. Eğer o içerik, o muktedir tarafından dile getirilmekle ‘doğru’ statüsüne oturuyorsa, Foucault’nun tanımladığı ‘disiplin toplumu’ndan ve ‘biyopolitik iktidar’dan öncedeyiz (ya da dışındayız) demektir. Bacon’ın ‘bilgi güçtür’ formülünü dile getirmesinden önceki dönemde, ‘doğru’; dini veya siyasi otorite tarafından verilendi. Kralların ve rahiplerin ve adamlarının dediği şey ‘bilgi’ydi. Bacon, otoriteye dayalı, sadece söylendiği için doğru kabul edilmesi gereken bilgiden değil, doğrulama kurallarına tabii, o kuralların yürürlüğü eşliğinde oluşan bilgiden bahsediyordu elbette. Bir dönüm noktasından yazıyordu Bacon.

    YALANIN TEŞHİSİ VE TEMİZLENMESİ

    Meselenin Amerika’nın keşfi filan olmadığı, Avrupalılar gittiğinde zaten oraları keşfetmiş milyonların bulunduğu, ama o milyonların insan alemine değil de doğa alemine aitmiş gibi zalimce, şeytani usullerle yok edildiği yeni bilgi değil.

    Kolomb’dan önce birileri Amerikalara gittiyse bile Kolomb’un ait olduğu ekonomi politik dünyanın arzu (sömürme) ve olanaklarına (silahlarına) sahip olmadıkları için ya dönememiş, ya bir daha gidememiş olmalılar. ‘Bering boğazı’ndan geçiş, Çinli amiral, Endülüslü maceracılar, Batı Afrikalı fetih arayıcısı Müslüman sultanların öykülerini ‘eski birer öykü’ mertebesinde bırakan, ama Kolomb öyküsünü ‘bir tarih eşiği’ olarak tutan bu farktan başkası değil.

    Kolomb’un temsil ettiği kıyıcı fatihlerin anlatılarına karşı öyküler geliştirmek elbette gerekli ve yerinde fakat, o fatihlere kıskançlığın, yani asıl fatih olma arzusunun başarısızlığının ifadeleri, kendi geliştirmek istediği anlatıyı sakatlayan öğeleri de kendi içinde taşır: İdeolojik bir kurgunun deşifresi başka, o kurguya öykünen ama onun verilerini taşımayan kurguları onun yerine geçirmek başka, o kurgunun yerini tamamen afaki, hiçbir doğrulama prosedürü içermeyen yollarla üretilmiş laflardan oluşan nutukları işe koşmak ise bambaşkadır…

    Büyüklenmeci fanteziler eşliğinde sonuncu yol seçilirse, alternatif ya da karşı tarih yazmak değil, ‘Küba’daki cami’ türünden temelsizliklere kapılmak kaçınılmazlaşır. Anti-oryantalist bir ruhla konuşuluyor ve iş görülüyor gibi yapılırken, ‘Oksidentalizm’in hiç de ‘aşağılık kompleksi’ni aşmaya yaramayan klişelerinden başka bir sonuca ulaşmak giderek zorlaşır. O kadar ki, tartıştığımız örneklerdeki gibi apaçık gerçeğe uygunsuzlukları, apaçık hakikat gibi algılamak ve güvenle, vurgulaya vurgulaya anlatmak mümkün hale gelir. Üstelik, oryantalist kalıp, tez, fikir ve yöntemlerle Edward Said’in (sırtını Foucault’ya yaslanan!) keşiflerinden önce bilgi konusunda ve Oryantalizm karşıtı bilgiler üretme bakımından hayli güçlü atılımlar yapmış, ürünler vermiş bir kültür ikliminde bu temelsizliklerin gördüğü revaç aslında bir hayli şaşırtıcı. ‘Bilgi’nin bu türden kullanımına mı ‘post-truth’ deniliyor acaba?

    KARŞI BİLGİ ve HAKİKAT USULLERİ

    ‘Karşı bilgi’; çatıştığı bilginin hakikat usullerine hiç bakmadan, kendi hakikat usullerini hiç düşünmeden kullanılacaksa, ortaya çıka çıka, Musul’u konuşurken birbirinden saçma ve ilgisiz dört cümle kurmayı, Amerika’nın keşfini konuşurken Küba dağlarına cami yerleştirmeyi getirir.

    Hem siyasetçinin, hem de profesörün aynı hatayı aynı şekilde yapması, arzulanan egemenlik gücüne ulaşmak için bilginin en çarpıtılmış biçimde kullanılması, ‘Bilgi güçtür’ ilkesinin tersine çevrilmesidir. ‘Yalan güçtür.’

    Bilginin önemi ve gücü, sadece ‘Batılılar’a ait bir bilgi de değildi. Francis Bacon’dan yaklaşık 200 yıl kadar önce yaşamış Büyük düşünür İbni Haldun, yukarıdaki türden aktarımlardaki ekleme unsurları ‘yalan’ olarak tanımlar ve ‘bilgi’den, ‘tarih’ten temizlenmesi için doğrulama usulleri önerir.

    İbni Haldun’un tanımını alırsak, ‘Bilgi güçtür’ ilkesinin, ‘Yalan güçtür’ ilkesiyle yer değiştirmesiyle karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz. Yalandan bir sonuç çıkar, bir süreliğine hedefler elde edilir, ama işte yatsıya kadar yanar o mum.

    Batı’nın ‘kendi yalanları’nı, kendi kendine söylediği yalanları aşma çabası da bu türden çok mumu söndürmüştür üstelik! Nietzsche’nin Batı’ya yönelik (elbet yine Batılı) eleştirileri, onun deliliğinden ötürü reddini mi getirir, aklından ötürü okunmasını mı, ayrı bir karar noktasıdır…

    İbni Haldun, büyük ‘Batılı’ olmayan bilgin, ‘Tarih’ konusunda uydurma bilgilerin-haberlerin risklerini aktarır ve bunun yedi (Bazı kaynaklar beş, altı, bazıları sekiz nedende topluyor) nedenini saptar:

    Bilgisizlik.
    Nakledene inanç.
    Anlayamama.
    Peşin hükümlülük.
    Bilimsel yetersizlik.
    Seçkinlere yakın durma arzusu.
    Dalkavukluk.

    ‘Bilgi’yi bozan yedi nedenden (en sondaki) ikisi ‘iktidarla ilişki’lerdeki bir tutum hatasına denk düşüyor; Ebu Hanife’ye atfedilen sözü doğrular gibi: ‘Ulemanın makbulü sultana uzak durur, sultanın makbulü ulemaya yakın.’

    ‘ULEMA’ İLE ‘UMERA’

    Bilimsel yetersizlik, anlama kabiliyetindeki sorunlar, bilgisizlik başlıkları ise ‘kişisel donanım’a işaret ederken, ‘nakledene inanç’ otoritenin, usullerin önüne geçmesini vurgular gibi. Belki de ‘yeni Türkiye’nin otoriteryen eğilimlerinin ifşası tam da burada yatıyor. Esasen İbni Haldun, inanç, bireysel arayışlar, kişisel özellikler yerine bilginin usuller çerçevesinde elde edilmesini düşünür ve o usullerin keşfi peşindedir. Batı-Doğu meselesi, bilgi-iktidar ilişkisi filan ‘alimler’ düzleminde konuşulacaksa, İbni Haldun’u ya da Bacon’ı örnek almak (Müslüman ya da Hıristiyan oluşlarından bağımsız olarak) gerekir. O zaman, örneğin Foucault’nun şu sorusuyla boğuşmaya girişmek de gerekir: ’12. ve 13. yüzyıla kadar Hıristiyanlıktan son derece daha büyük, daha güçlü bir dinamizme sahip gözüken ve gerçekten de sahip olan Müslüman dünyası, Müslüman dini; dini, askeri, toplumsal, kültürel biçimleri yukarı Ortaçağ Hıristiyan dünyasından; çok daha esnek, çok daha zengin, çok daha güleryüzlü olan bu dünyada nasıl oldu da belli bir andan itibaren olaylar tersine döndü?’ Sormak için, ciddiye almak için, cevap bulmak için eşcinsel olmak gerekmediği gibi, cevap bulmak için de gerekmez.

    İbni Haldun bir siyasetçiydi de üstelik, buna rağmen ‘yalan’ı haberden (tarihten) temizlemek için uğraşmıştı, kurumsallaştırmak yerine kurumlardan temizlemek.

    O zaman, işte soru:

    Sahi, İbni Haldun’u bizden kim çaldı?

    İngilizler mi?

    İbni Haldun bugün yaşasa, siyasetçinin bilgiyi elde etme, kullanma biçimleriyle alimin bilgiyi elde etme kullanma biçimleri arasındaki farkı anlamak ve anlatmak için uğraşır mıydı yoksa? Yoksa KHK tırpanı yiyip başka dertlerle boğuşmaya mı mecbur kalırdı?

    NOTLAR:

    1) Bu doğu batı, İslam Hıristiyanlık, bilim vs meselelerinde son zamanlarda iki dikkat çekici yazı okudum. İkisi Karar Gazetesi’nde Mustafa Öztürk imzalıydı. “Gerçek aydın, intihar etmeyen aydındır(!) başlığıyla olan, “İntihar eden Batılılar” meselesiyle ilgili özellikli bir bakış içeriyordu.

    http://www.karar.com/yazarlar/mustafa-ozturk/gercek-aydin-intihar-etmeyen-aydindir-3064

    “Bu kadar cehalet ancak tahsille mümkündür!” başlıklı yazı ise evrim-din tartışmasında, İslam düşünce ve bilim tarihine aşina olanlar için değil ama yaygın anlayışlar için hayli etkileyiciydi.

    http://www.karar.com/yazarlar/mustafa-ozturk/bu-kadar-cehalet-ancak-tahsille-mumkundur-3123

    2) İbni Haldun’un “yalan” meselesine ilişkin iki ayrı e-kaynak; ilki Yrd. Doç. Dr. Abdullah DUMAN’a ait:

    “İbn Haldun’a göre; haberlere yalan karışma sebepleri ve bunları ortaya çıkarma metotları”

    http://ktp.isam.org.tr/pdfdrg/D01777/2010_42/2010_42_DUMANA.pdf

    İkinci, Yusuf Yavuzyılmaz’a:

    “İbn Haldun tarihçiliği”

    http://ucuncutaraf.com/2014/11/23/ibn-haldun-tarihciligi/

    Ali Duran Topuz, 25 Ocak

  586. “‘Tayyip Oligarsisi’ konusuna gelince, boyle bir oligarsinin olusmasi icin yeterince zaman olmadi. Olacaksa, bir ‘Anadolu Oligarsisi’nden soz edebilecegiz”

    Öte yandan bu “Anadolu oligarşisi”nin kendi kitlesi dışında ne kadar etkili olabileceği de düşünülmeli. Örneğin, bu oligarşinin bir parçası olan ve AKP döneminde iyice palazlanan Diyanet İşleri B.lığı ve Mehmet Görmez gibilerini düşünelim. Bunlar sahiller (ya da Dersim gibi “adacık”lar ve Aleviler) üzerinde ne kadar etkili olabilirler ki? Eğer Balkan oligarşisi bile başörtüsü yasağını Anadolu’da uzun süre sürdüremediyse bunlar kendi hayat tarzlarını buralara nasıl getirebilirler ki?

  587. “Siz bir teknisyensiniz.”

    Degilim. Hic de olmadim.

    Fakat, benim asil merak ettigim su: Size kim verdi bu muhataplarinizi bir ‘kast’a (‘caste’ http://www.dictionary.com/browse/caste ) tayin etmek yetkisini?

    “3 bin yıl önceki Çin ile bu günkü Çin arasındaki fark, bu günkü Çinli ile bu günkü Hindistanlı arasından daha büyüktür ama Çinli hala Çinli ve hindistnlı hala aynı Hindistanlı.”

    Vay canina. Ne hikmetli bir aforizma…

    Demek ki, hala daha belli bir cografyada yasayanlara o cografyaya verdigimiz isimli atifta bulunuyoruz.

    Hayret-i betul bir gozlem.

    “Genetik üstünlükler ve alçaklıklar için size benzer ve bu sitede çok sayıda olan faşist ruhlululara sorun.”

    Neden baskasina sorayim? Burada sizden baska ‘kast sistemi’ni dayatmaga calisan yok ki.

    Not: Fasizm, kast sisteminden yegdir. Cunku, Fasizmde, goruldugu uzere, bir onbasi bile devlet baskani olabilir.

  588. “Kapuyu Çalan Kimdir
    Aç Bahım Gelen Kimdir
    Yaram Derine Düştü
    Belki Gelen Necip’tir”

    Kapı bir ahşap duvar
    Açan yok kapatan var
    Necip biçare fani
    Başka kapıya yalvar

    Not: Her ne kadar edebiyatimizda bilinen/meshur siirlere nazire yazmak varsa da, ben, tamami sizin kendi elinizden cikmis olanlari tercih ederim.

  589. “‘Balkan Oligarisisi’nden kurtulmamiz gerektigini dusunuyorum; cunku, ayakbagi oluyor.”

    Oligarşi-i Balkan pa-bend-i terakki imiş diyorlar
    Evvel yoğ idi işbu rivayet yeni çıktı

  590. Marksist Argüman insanı dinden eden bir yarım imamdır (galiba daha iyi özetlenemezdi)

  591. Ezan sesinin hiçbir türlüsünü dinlemek istemem.

  592. 49 sayın “pipsqueak”e veya “DOPE”ye,

    Yine aynı teraneler!

    Şunu yazmışsınız: —Bütün Avrupa ve Amerika halkı sizler gibi kendi alçaklığını göreceğine başkalarının sefilliğiyle beslenen şavşaklar.

    Sefilliğin olMAdığını hiçbir zaman söylemedik ki. Kapitalizmin yarattığı sefillikleri, size, yüzbinlerce kez izah ettik; niçin görmezden geliyorsunuz?!

    Afrika’da yüzbinlerce insan “açlık”tan ölür!

    ABD’de yüzbinlerce insan “obezite”den ölür!

    Sizin “honorable” yaftanız ile çamur sıçrattığınız Howard Zinn, Amerika’nın ve Avrupa’nın İLK ÖNCE KENDİ SEFİLLİĞİNİ ANLAMASI GEREKTİĞİni ömrü boyunca haykırdı! José Ortega y Gasset, Elias Canetti; aynı uyarıları yaptılar!

    Manisa-Soma’da, kapitalizmin katlettiği 301 “insan”; sefilliğin ta kendisi! Siz daha neyi ispat etmeye çırpınıyorsunuz sayın “pipsqueak”?! Sizde hiç utanma yok mu?!

    Sizin hayattaki yegâne amacınız; “sefillik olimpiyatları”nı başlatıp, kim daha fazla sefil olduğunu kanıtlarsa, ona madalya veren komitenin ulu şefliğini mi yapmak sayın “pipsqueak”?! Sizde hiç utanma yok mu?!

    ABD’te, hamburger şirketlerinin sömürdüğü yüzbinlerce insan, saatlik ücretlerin 15$ olması için protestolarına devam ediyor. Bu protestoyu yapmalarına zemin hazırlayan kapitalizmi kökünden sarsmak için sizin de mücadeleye katılmanız gerekirken; siz, hâlâ, “sefillik yarışması & olimpiyatları” düzenlemekten utanmıyor musunuz?! “Bakalım; kimin sefilliği daha az, kimin sefilliği daha çok!”

    İşte; “José Ortega y Gasset” ile “Howard Zinn”, Avrupa’nın da, Amerika’nın da İLK ÖNCE kendi sefilliklerini anlaması için ömürlerini mücadeleye adadılar:

    “We were not born critical of existing society. There was a moment in our lives (or a month, or a year) when certain facts appeared before us, startled us, and then caused us to question beliefs that were strongly fixed in our consciousness-embedded there by years of family prejudices, orthodox schooling, imbibing of newspapers, radio, and television. This would seem to lead to a simple conclusion: that we all have an enormous responsibility to bring to the attention of others information they do not have, which has the potential of causing them to rethink long-held ideas.”

    “Dünyaya, mevcut toplumların düzenleri içine, o düzenleri direkt eleştirmeye programlanmış hâlde doğmuyoruz. Hayatlarımızda öyle anlar gelir ki, bizler de sorgulamaya başlamadan çok önce, tek tek saymamızın mümkün olmadığı gerçekler yaşanmaya başlanmış, ürkütmüş, ve en nihayetinde bizleri sorgulamaya sevk etmiş; aile içinde yeşeren, nesilden nesile miras gibi devreden önyargılar, doktriner eğitim sistemleri, gazete, radyo ve televizyon aracılığıyla bilincimize kodlanan inançlar vardır. Bütün bunlar esaslı bir sonucun istikametine getirir bizi: Hepimiz, bilgi ve tecrübesi saptırılmış veya hiç olmayan, ve bu nedenle günlük yaşamlarında debelenip duran çevremizdeki insanlardan başlayarak, çember gibi genişleyip; bu insanları, yüz yıllara yayılmış yargıları, tekrar, ciddiyetle düşünmeye yöneltecek hamleler yapmak gibi devasa bir sorumluluğa sahibiz.”

    Howard Zinn,
    “Changing Minds, One at a Time”,
    “The Progressive” dergisi,
    10 Mayıs 2005
    ( http://progressive.org/magazine/changing-minds-one-time/ )

    Şunu yazmışsınız: —Gözünüz kör mü? Bu sitedekilerin temel gıdası sizin gibi sefalet ticaretiyle beynini besleyenler.

    Gözlerimiz görmese, bu kadar metni yazamazdık.

    Mesele; “sefaleti” hayata yaymak için bütün kuvvetiyle saldıran kapitalizme karşı mücadele etmektir. “Sefalet ticareti”ni kaldırmak; ilk önce, kapitalizmi kökünden sarsmakla başlar.

    Şunu yazmışsınız: —Not: Röntgenci = dikizci, hiç değilse benim büyüdüğüm yerde dikizcilere röntgenci derdik.

    Size, yukarıdaki metnimizde; “beyanın esas oluşu” ile “röntgencilik yapmak”ın aynı şey OLMADIĞINI izah etmiştik. Anlamazdan geldiğiniz için; tekrar izah ediyoruz:

    Hayır; ikisi aynı şey değil.

    Kainatta hiçkimse; “psychic’lik & medyum’luk”, “gaipten sesler duyabilmek” özelliklerine sahip değil. Bunları yapabildiğini iddia eden her kim olursa olsun; sefil birer müneccim bozuntusudur, illüzyonisttir, kendi kendine “saviour”luk rütbesi veren safsata kumkuması peygamberdir, madrabazdır, hokkabazdır, şarlatandır… Sıfatlar çoğaltılabilir.

    Bu sayfada aktardığımız her şeyin, istisnasız her şeyin kökü “beyan”dır; yani sizin, sırf çamur sıçratmak maksadıyla yazdığınız “röntgencilik yapmak” fiili değildir. Hatırlayınız: “Diktatörlüğe Karşı Direniş Barikatına Bir Taş da Sen Koy!” sayfasında, siz, İsviçre’deki mağaranızda (göç ettiğinize göre, şimdi muhtemelen Norveç’te bir mağara kiralamışsınızdır) dizdiğiniz sıra sıra raflarınızda, yüzbinlerce kitap kapaklarınızdan alıntılar ile, iddia ettiğiniz “röntgenciliği” bizzat kendiniz yapmıştınız; ne çabuk unuttunuz bütün bunları sayın “pipsqueak”!

    Şu şahısların yazdıklarını, yani “beyanları”nı; çuvaldan boşaltır gibi liste liste aktaran (sizin iddianıza göre; “röntgenleyen!”) bizzat sizdiniz sayın “pipsqueak”, ne çabuk unuttunuz: William Black, Richard Leakey, Roger Lewin, Friedrich Dürrenmatt, Jacques Ellul, Simone Weil, David Herbert Richards Lawrence, Samuel Butler, Pierre Clastres, Günther Anders, Elias Canetti, Samuel Noah Kramer, Marshall Sahlins, Stanley Diamond, Eduardo Viveiros de Castro, Jacques Cauvin, Philippe Descola, Alain Testart, Johan Huizinga, Edward Said, James C. Scott, Mircea Eliade, Étienne de La Boétie, Guy Debord, Jean Baudrillard, Eduardo Galeano, Jared Diamond, David Watson, Ivan Illich, Joseph Campbell, José Ortega y Gasset, Miguel de Unamuno, Walter Benjamin, Hannah Arendt, veya Fredy Perlman, daha yazalım mı ister misiniz sayın “pipsqueak”?!

    Sizin “deli” olMAdığınızı kanıtlamak için; marxist argüman’a, yazdıklarınızı daha dikkatli okuması için tavsiyede bulunduk o kadar.

    Şunu yazmışsınız: —Hala sizi ve diğerlerini ciddiye almadığımı, cahiliklerinizle kafayı bulduğum anlamadınız.

    Ciddiye almasaydınız; 28 Mayıs 2015’te “Diktatörlüğe Karşı Direniş Barikatına Bir Taş da Sen Koy!” sayfasından bugüne hiç yazmazdınız. 23 Mayıs 2017’ye ulaştık; hâlâ yazdığınıza göre, epey ciddiye alıyorsunuz.

    “Cahillik” meselesine gelirsek:

    “Kimlerin cahil olduğu / Kimlerin cahil olmadığı” tespitini yapacak bir cihaz henüz icat edilmedi. Safsatalarınızı, başka amaçlarınız için kullanınız.

    Şunları yazmışsınız: —Norveç beni aslında “Global Seed Vault” tohumlar üzerinde istatiksel çalışma yapmak için davet etti. İş bitince dünyayı çılgınlığa çeviren arzu ve isteklerin bir nicesel analizini yapmam için turistlik teklif ettiler. Daha önce dediğim gibi Avrupalı, Amerikalı ve sizler gibi yeni nesil cici bicilere benzemediğim, yani çirkin olduğum için sefiller arasında kaybolup medyaya çok daha otantik laf manzaraları sunacağımı sandılar.

    “Global Seed Vault’ta (G.S.V.) & Svalbard Küresel Tohum Deposu (Norveç)” sizi istihdam ettiklerini hiç sanmıyoruz. Çünkü; orada “yüksek teknoloji” cihazları çok fazla, bunların hepsi “medeniyet”in icatlarıdır. Ve G.S.V.’nin kurulma amacı da; dünya gezegeninin başına uğrayabilecek herhangi bir yığınsal felaket sonucunda, pek çok (özellikle “tarımsal”) tür yok olmaya yüz tutarsa, bu “yok olma riski”ni mümkün mertebe düşük tutabilmektir. İçeride, sizin “süt inekleri” diye çamur sıçrattığınız biliminsanları istihdam edilir. Pek çok ülkenin, pek çok “medeniyet”in; binyıllardır uyguladığı tarım yöntemleri sayesinde elde ettikleri tohumlarla başlayın, fide çeşitlerine kadar, yüzbinlerce kategorideki numuneler; G.S.V.’de muhafaza edilir. (Toprakla bağlantılı pek çok maddeyle birlikte; insansal, hayvansal, organ bazlı materyaller de mevcuttur G.S.V.’de.)

    Niçin? Çünkü: Geçmiş “medeniyet”lerden miras kalanlar (örnek: Tohumlar) bir çırpıda yok olup gitmesin; geleceğin “medeniyet”lerine de destek olabilsin diye.

    Siz, “teknoloji”ye ve “medeniyet”e karşı olduğunuzu iddia ettiğinize göre; G.S.V.’de istihdam edilen biliminsanları, sizin gibi tekin olmayan bir şahsı kendi aralarında görmek isteMEmiş olabilirler: Sırf “medeniyete karşı çıkmak maksadınızla protesto niyetine”; facility’de yangın çıkarıp, tohumları yakmayı isteyebilirsiniz diye!

    Sizi başlarından savmak için de; size “turistlik” teklif edip Norveç’te yaşamanıza göz yummuşlardır belki sayın “pipsqueak”.

    “Güzellik” & “Çirkinlik”

    Bunlar görecelidir, üzerinde uzun uzadıya harf israfı yapmaya gerek yoktur.

    Şunları yazmışsınız: —EMEK’İ burjuvalar ilahileştirdi ve sonra Marksistler, Anarşistler, sizin gibi iyi kalpli DEVRİMCİLER, hatta belki yüksek makamda olduğundan kendinin bir ücret kölesi olmadığını sanan NeAcayip Bey gibi enayiler bile EMEK KUTSALDIR safsatasına inanırlar.

    “Emeğe kutsiyet atfetmek” mi?!

    Vah vah vah…

    Siz, uçmuşsunuz sayın “pipsqueak”!

    Emeği, ilk önce, kurtarmak gerekiyor; sonra kutsiyet meselesine kafa yormak için çok fazla zamanımız olacak.

    Kapitalizmin müstahdemliğini yapan, otomotiv sektöründe faaliyet gösteren KOBİ-irisi bir şirketin “zibidi patronu!” Necip; “emek” kavramına, sadece ama sadece “kâr” odaklı bakar! Eğer Necip gibi bir zibididen, “emek”i yüceltici sayıklamalar okur iseniz; Necip’in laf hokkabazlığının yeni bir versiyonu ile karşılaştığınızı anlayınız.

    Necip gibi, ölümcül kapitalizmin patronları; “efficiency”yi, “productivity”yi savunur; bunlar uğruna, insan öldürmeyi göze alacak kadar hırsa bürünmüşlerdir!

    Kapitalist Necip, şunu demişti:

    Necip: 13 Mayıs 2014’te, Manisa-Soma’daki maden ocaklarında ölenler; madende değil başka yerlerde çalışıp para kazansalardı! Mesela; niçin tarlada ırgatlık yapmadılar da maden ocağında çalışmayı istediler?! Ben mi söyledim onlara “madene gidin ve orada ölün!” diye!

    Umrumda olmaz!

    Ben bir kapitalist olarak, ölen insanları kafama takmam, neticeye bakarım:

    Eğer o maden şirketinin kârı istikrarlı bir şekilde artıyorsa (genel ekonomideki daralma dönemlerinde; kâr artmasa da zarar yazmayacak, ya da az zarar yazacak, kadar şirket kendini yürütebiliyorsa), o şirketin sömürdüğü insan ölse ne olur, ölmese ne olur!

    Bir şirketteki “verimlilik” benim için önemlidir; bu amaçta ne kadar insan ölmesi gerekiyorsa o kadar ölebilir, kalan sağları sömürmeye devam edebilmeliyim!

    Sayın “pipsqueak”; biz, sizin düşmanınız değiliz.

    Mücadele yürütmeye yöneldiğiniz kişi; kapitalizmin müstahdemliğini yapan, otomotiv sektöründe faaliyet gösteren KOBİ-irisi bir şirketin “zibidi patronu!” Necip olmalıdır.

  593. “necipgillerin muhtevası: irana özenmek, pan-islamist rüyayı 21. yüzyıla uyarlamak, tayyip oligarşisinin söylemlerini sürekli teyit ve sürekli ihya amacıyla yazmak, bilimi korumak ve geliştirmek kisvesi altında -iranda bile bilim ve din yan yana yürüyorsa, türkiyede neden olmasın- islamcı provokatörlüğün bayraktarlığını yapmak.”

    Hikaye.

    Butun bu yazdiklariniz, lafi yanlis yerden anlamis olmaktan ve kendi ezberlerinizi siralamaktan oteye gitmiyor.

    Turkiye’de “bilimi korumak ve geliştirmek kisvesi altında” yurutulen propogandanin sonuclari ortada.

    Bilim adami diye piyasada arz-i endam edenlerin tamami hem ucuz birer ezberci hem de mabedi bekleyen kaz.

    90-100 sene icinde yetistirebildiginiz ‘bilim adami’ sayisi bir elin parmaklarini gecemiyorsa, siciliniz yuzkarasindan daha beterdir.

    Buna karsilik, kac senedir tukaka bakilan Iran, sizin cok da matah saydiginiz mevcut halinizden daha iyi ise, o, Iran’in degil, sizin sorununuzdur.

    Bu celiskiyi, bu realiteyi, ona buna cemkirerek gideremezsiniz.

    Dahasi, bunu, ‘bilim adami’ dediginiz kisileri topluca Anitkabir’e goturmek ve orada ‘ziyaretci defteri’ne ideolojik yakarislar dizdirerek de gideremezsiniz.

    “-başörtüsü- takmayı, giymeyi savunmak özgürlüğü savunmak değil, tam tersine, yasağı savunmaktır. erkekleri, genelleme yaparak, potansiyel tecavüzcü algısı içine hapsetmek ve bu -erkekler potansiyel tecavüzcüdür- algısını yaygın kılarak, kadınların giyim kararlarına tahakküm kurmaktır. kısaca: -başörtüsüne özgürlüğü- savunmak, hem kadınları, hem erkekleri, genelleme yaparak, zan altında bırakmaktır. asıl özgürlük: başörtüsü takmamayı, topluma telkin etmektir, bunu yapabilmek ise çok zordur, çünkü en büyük engellerden biri islam geleneklerinin baskın gelmesidir.”

    Bunlari, bu teraneleri, zamaninda cok tartistik.

    Siz, istemiyorsaniz, basortusu takmazsiniz; ikna edebiliyorsaniz, yakinlariniza da taktirmazsiniz.

    Neyin ‘ozgurluk’ olduguna sizin Jakobenizminiz karar vermiyor.

    Karar vermege kalkarsaniz ne olur sorusunun cevabi coktan verildi: Kaybedersiniz. Kaybettiniz.

    Gecmis olsun.

    “açık ve net: başörtüsü, islamcı tayyip oligarşisinin iktidarını tahkim etmek için adılan ilk adımdı. bu adım -daha yolun en başında- önlenemediği için, şimdi, necipgiller gibi ucubeler, necipgiller gibi troller, tayyip oligarşisinin yeni askerleri.”

    Acik ve net olan o degil, bu: ‘Balkan Oligarsisi’, en salakca dayatmalarindan birisini tezgahladi ve basarisiz oldu.

    Hic beklemedigi bir cenahtan (kadinlar) cok fena dayak yedi. Sonun baslangici bu oldu.

    Gecmis olsun.

  594. “Öte yandan bu ‘Anadolu oligarşisi’nin kendi kitlesi dışında ne kadar etkili olabileceği de düşünülmeli.”

    Tabii ki, dusunulmeli.

    Fakat, o, daha sonraki safhalarda ele alinmak zorunda kalacak olan bir mesele –eger hic ‘mesele’ olacaksa.

    Su anda, onemli olan, tamami ithal ve tepeden inme olan bir oligarsiden kurtulmak.

    “Bunlar sahiller (ya da Dersim gibi ‘adacık’lar ve Aleviler) üzerinde ne kadar etkili olabilirler ki?”

    Bunlar uzerinde ‘etkili’ olmak gerekiyor mu?

    Bence gerekmiyor.

    Yani, ‘Balkan Oligarsisi’nin tek tipciligini, Jakobenligini taklit etmek gerekmiyor.

    ‘Birakalim herkes, her mihrak, her cenah kendi dogrulari uzerinde yurusun’ diyemez miyiz?

    “Eğer Balkan oligarşisi bile başörtüsü yasağını Anadolu’da uzun süre sürdüremediyse bunlar kendi hayat tarzlarını buralara nasıl getirebilirler ki?”

    ‘Balkan Oligarsisi’, basortusu yasagini dindar kadinlar aydinlansin diye tezgahlamadi ki.

    ‘Cevre’nin ‘Merkez’e yuruyusunu sekteye ugratir umitleriyle bunu kotarmaga kalkistilar.

    Onu da, her zamanki aliskanliklari ile, ‘gardropcu mantik’la yapmaga kalkistilar.

    Tutmadi ve ters tepti.

    Yenildiler.

    Bundan cikarilacak en temel ders, kimseye ‘hayat tarzi’ dayatmasinda bulunmamak gerektigidir.

    ‘Anadolu oligarsisi’ de buna yeltenirse kaybedecektir. Bu kadarini ogrenmis olacaklari beklenir.

  595. “Kapitalist Necip, şunu demişti:”

    Yalan diyorsunuz.

    Benim yazdiklarimi aynen aktarmak yerine, sanki ben yazmisim gibi, bir seyler aktariyorsunuz.

    Bir degil, bes degil. Hep ayni carpitma ve yalanlar..

    Kuzum, sizin hayatiniz hep boyle yalanlar uzerine mi kuruludur?..

    Nerede yazmissam, ki yazmadim ben oyle bir sey, oranin linkini verin –eger durust olmak gibi bir endiseniz hic varsa.

  596. “Oligarşi-i Balkan pa-bend-i terakki imiş diyorlar
    Evvel yoğ idi işbu rivayet yeni çıktı”

    Evvelden de bilir idik işbu tezgahı
    Günyüzüne vehamet-i hiyanet yeni çıktı

    [Ziya Pasa’nin hatirasindan af dilerim. Aruz veznini yeterince bildigimi iddia edemeyecegim.]

  597. kast mı, faşizm mi

    Sayın Kastı Yüksekte kendisi Alçakta Bey
    Neden teknisyen olduğunuzu kabul etmekten utanıyorsunuz? Bütün yazılarınız süt inekleri teknisyenlerin yazıları.
    Bakın size verdiğim Çin-Hindistan konusunu hiç anlamadınız. Aynı tahmin ettiğim bir yanıtta bulundunuz. Mükemmel bir teknisyenin yapacağını yaptınız. Her acil durumda içi boşaltılmış süt inekleri teknisyenler eski çekmeceleri açar, şatafatlı keliemeler çıkarır, kusar. Siz aslında bu dünyadan silip sürünen burjuvaların yerini alan önce Avrupa-Amerika ve şimdi tüm dünyada mantar gibi biten her efendiye uşaklığa hazır teknisyensiniz. Silip silinen burjuvalar asilliğe özendiler, bir ayakları yarattıkları çirkinlikler dünyasında bir ayakları yok ettikleri dünyanın güzelliklerinin hasreti içindeydiler. Hatta senin gibi “Degilim. Hic de olmadim” diyeceklerine düello yapacak kadar onur sahibiydiler.
    Sen ve sana benzer teknisyenler yaptıkları uşaklıkta gereken tüm bilgileri bilen ama neden yaptığını ve dünya düzeninde ne anlama geldiğinden bihaber gurursuz, onursuz, asıl işi elinde tutanların çocuklaştırdıkları, bu site şefinin mutasyon zıplamasıyla dünyaya yayılan yeni bir tür lağım farelerisiniz.
    Senin “caste” bilgin, daha doğrusu cahilliğin utandırıcı. Tek bildiğin, zamanımız modasına uyan “kötü” olduğu inancı. Sayısız kovboylar (kibar tarihçiler bunlara “prensler”, derler) etrafı kasıp kavururken köylü tarımcılar monarşiyi tercih etti. Bu sitede senin gibi tarih bileceğine modada olanları bilen cahiller de modaya uyup bu kemiklerine kadar soyulan tarımcı köylülerin “muhafazakâr”, “irticacı”, “yenilikten korkan”, ve benzeri binlerce isim takarak kendi kendilerinin İLERİCİ olduğu salaklığı içinde horoz gibi kabardılar.
    Bunlar türlü türlü: Atatürkçüler, Aydıncılar, Pozitivistler, Bilim-Teknikçiler, Erdoğancılar, Yusuf Petekçiler, eski Perinçekçi-şimdi anarşistler, Marksistler, Maoistler, Che Guevaristler, Sosyolistler, Devrimciler, Transhümanistler, Kadıncılığı savunanlar, Eşcinselliği savunanlar, Hayvan Seviciler, Çevreciler, Yeşilciler, Sivil Toplum Örgütciler, vs. vs. Aslında bunlar teknisyenlerin aynısı olmayan aynıları. Sıfatsız uzmanlar yığını.
    Ama eminim, ve bilerek yapıyorum, bundan hiç bir şey anlamayacaksın. Bu teknisyen şatafatlı konuşması değil, bu “iletişimin” aslında iletişim olmadığının bir örneği.
    Faşizmi kast düzenine tercihin şaşırtmaz. Dediğin gibi bir onbaşı başkan olur, senin gibi bir süt ineği bu sitede dolup taşan bilgiçlerden biri olur.
    Her neyse, senin müdürler kastından olduğun dedikodusu doğru mu? Bir sıfatsız ödleğin MURDAR BEY olması ancak ve ancak 60larda attığımız “Hitler öldü, yaşasın Hitler” sloganının doğruluğunu ve senin faşistliği tercih edişini kanıtlar ve açıklar.
    Ancak cahil senin gibi bir cahilin cahil olmadığını sanar. Bu, bu sitenin en büyük özelliği.

  598. “Neden teknisyen olduğunuzu kabul etmekten utanıyorsunuz?”

    ‘Utanmak’ ile ne alakasi var?

    Olmadigim bir seyi neden kabul edeyim?

    Neden, de, kabul etmeyisim utanmak sayilsin?

    “Senin ‘caste’ bilgin, daha doğrusu cahilliğin utandırıcı.”

    Siz, ‘utanmak’a takmissiniz; belli.

    Eger illa utanmak isterseniz, sundan baslayabilirsiniz:

    Benim hem Brahmin hem de ‘untouchable’ kastindan Hindistanli arkadaslarim oldu. Hakkinda okuduklarim kadar, onlarin her birinin –kendi hayatlarindan– anlattiklarini dinledim; onlarla konustum, tartistim.

    Uzmani degilim tabii ki –kim uzman ki, zaten–; ama, ne dedigim hakkinda yeterince bilgim oldugunu soyleyebilirim.

    Umarim, bu, sizin utanmak konusundaki aciginizi kapatmaga yardimci olur.

  599. “Bunlar türlü türlü: Atatürkçüler, Aydıncılar, Pozitivistler, Bilim-Teknikçiler, Erdoğancılar, Yusuf Petekçiler, eski Perinçekçi-şimdi anarşistler, Marksistler, Maoistler, Che Guevaristler, Sosyolistler, Devrimciler, Transhümanistler, Kadıncılığı savunanlar, Eşcinselliği savunanlar, Hayvan Seviciler, Çevreciler, Yeşilciler, Sivil Toplum Örgütciler, vs. vs.”

    Azizim, ne de zengin etiket dagarciginiz varmis sizin de boyle..

    Iktisatcilar icin, ‘herseyin fiyatini bilir; hicbir seyin degerini bilmez’ derler ya.. sizin bu etiket dagarciginizi gorunce (ki, eminim, tamami degildir), disina etiket yapistirmaktan icini anlamaga vaktinizin olmadigini dusunur oldum.

    Merka ettim simdi: Bir etiket ‘connoisseur’u olarak, hendinize hangi etiketleri uygun goruyorsunuz?

    Yoksa, azt-i aliniz, etiketten ari misiniz?

  600. özgürlükçü devrimci

    İslami faşist diktatörlük rejimi özgürlükçü muhalefetin sesi Sözcü gazetesini boğmaya çalışıyor. Neredesiniz ey özgürlükçü anarşistler? Neredesiniz sayın Zileli? Buna sesiniz soluğunuz çıkmıyor hiç? Yoksa aslında bu faşist diktanın Sözcü’yü susturmasını destekliyor musunuz? Buna göz yumarsanız sıra size de gelir haaa…

  601. marxist argüman

    modern kapitalist dünyayi anlayamayip “ta$ devrine dönme” hayalleri kuran aptallara cevap

    dijital teknoloji caginda ya$ayan insanlara “medeniyet cok kötü bir$ey, haydi ta$ devrine geri dönelim; haydi magaramiza geri gidelim” diyecek kadar dünyaya yabanci timarnanelik zir delinin 1 nolu yorumuna cevap:

    beyin kapasitesi ancak ta$ devri insani kadar olan bu zir delinin benim yazacaklarimi anlayacagini dü$ünecek kadar saf degilim, fakat bu ta$ devri insani’nin burda yazdigi zirvalari ciddiye alan varsa, onlara yönelik yaziyorum.

    timarhanelik zir delinin zirvalarindan alinti:

    “Otomobil sahibi olmak onu sürüp trafik kazaları, hava kirletmesi, sinirlilik içinde olma, savaşlara neden olan petrol kullanma, yer altında çalışan madencilerin maden çıkarmalarına neden olma, cam endüstrisine katkı, vs. vs. vs. anlamına gelmiyor. Siz bunu düzelteceksiniz anlamına geliyor.”

    timarhanelik zir deli, konumuz neydi?

    kendi heykelini dikecek kadar kendine a$ik, bikmadan usanmadan cep telefonuyla kendi fotograflarini ceken; bunu yaparken de daha enteresan, daha cilgin fotograflar cekmeye cali$an bazi narsist ve cilgin aptallarin ordan burdan dü$üp ölmeleriydi, konumuz.

    ele$tirilmesi gereken cep telefonunun varligi midir yoksa cep telefonuyla kendi fotograflarini cekmeye cekerken aptalliklari yüzünden ölen insanlarin davrani$i midir?

    araba insani sürmez, insan arabayi sürer. trafik kurallari dikkate alinmadigi icin, a$iri hizli ya da alkollü araba kullanildigi icin vs. meydana gelen trafik kazalarinda ele$tirilmesi gereken otomobil’in varligi midir, yoksa otomobil kullanirken ce$itli sebeplerden dolayi kaza yapan ve kazaya sebep olan insanlarin davrani$i midir?

    timarhanelik zir deli, otomobil üreten firmalar isteseler egzoz gazinin sebep oldugu hava kirliligini minimuma indirecek filtre otomobillere takabilirler; bu mümkün, fakat takmiyorlar, biliyor musun neden?

    cünkü kapitalist ekonomide otomobilde dahil üretilen ürünlerin istisnasiz hepsi kar etmek, para kazanmak amaciyla üretilir. bu temel prensiptir. bundan dolayi otomobil egzozuna, fabrika bacalarina vs. hava kirliligini minimuma indirecek filtre takilmasi demek üretim masrafinin artmasi demektir; bu da üretilen otomobilin/ürünün sati$ fiyatini yükseltir. üretilen ürünün sati$ fiyatinin pahali bir filtre ile extra yükselmesi demek, sözkonusu ürünün kapitalist rekabette rakip ürünler kar$isinda fiyat acisinda dezavantajli duruma dü$mesi anlamina gelir. bu da pazar payinin dü$mesi ya da iflas anlamina gelir.

    peki devletler isteseler yasalari ile üretici firmalari sözkonusu pahali filtre takmaya mecbur edemezler mi? edebilirler.
    neden yapmiyorlar?

    cevap: birincisi, öyle bir durumda bir devlet kendi ulusal ekonomisini yabanci devletler kar$isinda dezavantajli duruma dü$ürmü$ olur; o devletin (ulusal) firmalari rakip devletlerin firmalari ile fiyat konusunda yari$amaz.

    ikincisi, haddinden pahali bir ürün’e/mal’a alici/mü$teri bulma sorunu.

    kapitalist ekonomide toplumun cogunlugunu olu$turan cali$anlarin ücreti/maa$i bir firmanin masraf/gider hanesine dahil oldugu icin, i$verenler dogal olarak cali$anlarin ücretini mümkün mertebe dü$ük tutmaya cali$irlar. bundan dolayi da lüx/pahali bir ürüne zengin azinlik di$inda mü$teri bulmak mümkün degildir.

    bu gercegi bu $ekilde tespit ettikten sonra, ele$tirilmesi/sorgulanmasi gereken otomobil denilen ula$im aracinin varligi midir yoksa bu aracin hangi ekonomik amac/prensip/hesap ile üretildigi, -özel mülkiyet olma durumu ve kar/para hesabi- midir?

    kalabalik trafikte otomobil kullanmanin stres/sinirlilik kaynagi oldugu dogru. bo$ vaktinde keyif icin ya da özel ihtiyaclarini kar$ilamak icin otomobil kullanmayi gecelim.

    kapitalist ekonomide üretim araclarini/gücünü elinde bulunduran bir i$verenin i$yerine i$ icin ba$vuran “i$siz” insanlarin cogunda i$verenin aradigi $artlardan biri de mobil ve flexibel/esnek olma $artidir. i$ arayan arabali bir insan i$ arayan arabasiz bir insana göre daha avantajlidir. bu ne demektir?

    insanlarin, en azindan bir kisminin, kendilerini iyi kötü gecindirecek bir i$ bulmalari icin araba sahibi olmalari $art.

    bu gercegi bu $ekilde tespit ettikten sonra, ele$tirilmesi/sorgulanmasi gereken durum, otomobilin’in varligi midir, yoksa kapitalist toplumda ki paraya ve özel mülkiyete dayali ekonomik üretim organizasyonu mudur?

    kapitalist dünyada petrol de dahil, enerji kaynaklarinin hayati öneme sahip oldugu; enerji kaynaklarini kontrol etmek icin kiyasiya bir rekabetin oldugu dogru. neden?

    cevap: cünkü kapitalist ekonomide üretim faaliyeti insanlarin temel ihtiyaclari ölcü alinarak yapilmaz. peki ekonomik üretim faaliyetinin amaci nedir?

    cevap: maddi zenginlik biriktirmek; “özel mülkiyet/$ahis mülkiyeti”ne dayali, birim ölcüsü para/rakam olan, bundan dolayi da servet biriktirmenin SINIR ve ölcüsünün olmadigi bir zenginlik anlayi$i.

    kapitalist dünyada ki$ilerin, gruplarin, devletlerin, toplumlarin hedefledigi $ey; “maddi zenginlik”ten anla$ilan $ey para ile ölcülen, rakamlarla/sayilarla ifade edilen bir zenginlik olunca, bu servet biriktirme yari$inin son duragi/dur duragi olmadigi gibi, rakiplerlere üstünlük saglayip rakipleri sömürme de kapitalist rekabetin me$ru kurallarindan sayiliyor. -kimin gücü kime yeterse kurali-

    i$te dünya enerji kaynaklari kapitalist rekabette bundan dolayi hayati öneme sahiptir.

    kapitalist ekonominin k’sini bile anlamami$ timarhane kackini aptal delinin mantigi nasil i$liyor:

    otomobil petrol ile cali$iyor.
    bundan dolayi petrol önemli bir madde haline geliyor.
    otomobilin varligi petrolü bu derece önemli kildigi icin sava$lara sebep oluyor.

    timarhane kackini aptal deli, marx’a küfür edecegine marx’in “kapital” kitabini okusaydin az da olsa dünyayi ve ekonomiyi anlardin ve böyle zirvalarla kendini gülünc duruma dü$ürmezdin.

    birincisi, senin gibi ta$ devrinden kalma ilkel insanlarin küfür gibi kullandigi teknoloji artik elektirik ile cali$an otomobil de üretmeye ba$ladi.

    ikincisi, kapitalist bir devlet icin enerjinin önemi siradan vatanda$in ihtiyacindan cok, firmalarin, $irketlerin, fabrikalarin, yani ekonominin ihtiyacindan dolayidir.

    ay$e teyze, mehmet emmi bir gün elektriksiz, benzinsiz kaldi diye kapitalist bir devlet batmaz; kapitalist devletlerin asil önem verdigi $ey fabrikalarda ki, firmalarda ki, banka’da ki, borsa’da ekonomik üretimin, faaliyetin kesintisiz sürmesi icin yeterli enerji kaynaklarina sahip olmaktir.

    gördügün gibi bütün yollar roma’ya cikiyor; bütün yollar kapitalist ekonomiye cikiyor.

    senin gibi ekonominin e’sini anlamami$ aptal delilerde “ta$ devrine geri dönelim” demenin ne kadar gülünc/aptalca bir dü$ünce oldugunu bile anlamaktan acizler.

  602. Hiç olur mu öyle şey. Elbette karşıyız ve karşı çıktık.

  603. Sayın Marxsist Argüman,
    Bizler özgür üniversitede matematik ve doğa bilimleri eğitimi yapıyoruz. Sosyal sorunlar, ideolojiler, düşünce ve kurumlar tarihi, felsefe gibi konular da eğitimizde yer alır.
    Sizin 2+2 = 4 eder iddianızı tuhaf bulduk. Bu doğa bilimi değil matematiktir. Size birkaç örnek vermek istiyoruz.
    1. Salt 0, 1, 2 sayılarından oluşan bir matematikte 1+2, 2+1, 2+2 anlamsızdırlar.
    2. Gün 3 saatten oluşsa, 2+2 = 1 eder.
    3. Bazı durmlarda 2+1 ≠ 1+2
    4. 2+2, 4’den tamamıyla farklıdır, hiç de bir birlerine benzemezler. O yetmez gibi aynı oldukları halde “aynı olmayanlar” da var. Sabah Yıldızı ve Akşam Yıldızı gibi.
    Örnekleri sonsuz arttırabiliriz.
    En güzeli şu olabilir.
    Türkler gâvurlar,
    Erdoğan Türk,
    O halde Erdoğan gâvur.
    Doğru ama dünyayla alakası yok.
    Kısacası, hatta eskiden en güvenilir bilgi kaynağı sanılan matematiğin bile temelinin çürük olduğu çoktan ispat edildi.
    En fazla tuhafımıza giden şu: siz Marksist olduğunuzu iddia ediyorsunuz ama diyalektik mantığın temeli olan “a ≠ a” buluşundan habersiz gibisiniz.
    Yani bu bilimsel bilgilere görece düşünülürse siz Marksist değilsiniz.
    Hatta doğa bilimleriyle matematik arasındaki farkı bile bilmiyorsunuz.
    Matematik olası veya aprioridir. Basitçe ifade edersek, terimlerin anlamlarına dayanır.
    Doğa bilimler tümevarımsaldır veya hadiseden sonra bilinir.
    Kuantum fizikte de matematikte olduğu gibi hala işin içinden çıkılamayan nedensiz sonuçlar, iki yerde aynı anda olmak, aynı anda her yerde olmak, bir “topun” aynı anda iki delikten geçmesi gibi bir sürü sorunsal sorunlar var. Hatta deney sonucu sorulan soruya göre değişebiliyor.
    İzafiyet teorisini de mi duymamışsınız?
    Kısacası her ikisi de “kökü çürük” ama meyve veren ağaca benzer. Belki de matematik ve doğa bilimlere karşı duyduğunuz huşu bu meyvelerden kaynaklanıyor. Acaba Karl Marks bu ve buna benzer nedenlerden mi “Ben Marksist değilim”, dedi. Biliyorsunuz Marks bilgisizleri hiç sevmezdi. Kendi bile matematik öğrenmek için matematik kurslarına katıldı. Siz de felsefe, matematik ve doğa bilimleri hakkında biraz bilgi edinseniz fena olmaz.
    Yarın güneş bile Hegel’in ve ardından gelen Marks’ın yazdıklarına uyarak asıl doğması gerekli olan Batı’da doğabilir.
    Günümüze egemen olan doğa bilim ve matematik bilgilerine göre, yani bilimsel açıdan bakıldığında siz pek Hegelci veya Marksist değilsiniz.
    “Matematik yasaları gerçeğe gönderme yaptıklarında güvenilir değiller; güvenilir olduklarında doğayla alakasızdırlar.”
    Einstein
    Genç matematikçi “doğru olan ispat edilebilir”, der. Yaşlı matematikçi, “ispat edilemez”, der.
    Hobbes
    Bilimler arasında Allah’a isyan eden İblise en çok Matematik benzer. Allah gibi mükemmel olmak ister.
    C. G. Bell
    Kesinlik, muhakkaklık, belirlilik, katiyet, kuşkusuzluk arayanlar genellikle sizin gibi laik , seküler, materyalistler değil dincilerdir.
    Özgür Üniversite Öğrencileri

  604. Tek Yol Devrim, Tek Yol Sosyalizm, Tek Yol Marksizm, Tek Yol Leninizm, Tek Yol Troçkizm, Tek Yol Stalinizm, Tek Yol Maoizm, Tek Yol Anarşizm, Tek Yol Kemalizm, Tek Yol İslam, Tek Yol Kuran, Tek Yol Turan

    ile

    Tek Yol Medeniyet Karşıtlığı

    arasındaki farkı bulunuz

  605. “Hiç olur mu öyle şey. Elbette karşıyız ve karşı çıktık.”

    Tabii ki, ve elbette.

    Sirket sahiplerini desteklemek ve korumak, kollamak anarsistligin sanindandir zaten.

    Mobilyaciligin ozgurlugunu savunmak icin de Boydaklari, baklavacilarin ozgurlugu icin Seyidoglu’yu, Gulluoglu’yu vs vb unutmayalim.

    Haydin anarsistler sokaga 😉

    Sevaptir.

  606. marxist argüman

    kemalist irkcilardan “özgürlükcü devrimci” olur mu?

    22 nolu “özgürlükcü devrimci” mahlasini kullanmi$ yorumcudan alinti:

    “İslami faşist diktatörlük rejimi özgürlükçü muhalefetin sesi Sözcü gazetesini boğmaya çalışıyor. Neredesiniz ey özgürlükçü anarşistler? Neredesiniz sayın Zileli?”

    bu kemalist irkci kendine “özgürlükcü devrimci” etiketi yapi$tirmi$, irkci kemalistlerin gazetesi “sözcü”ye de “özgürlükcü muhalefetin sesi” tanimini uygun bulmu$.

    bizim “özgürlükcü devrimci” zileli ne cevap vermi$:

    “Hiç olur mu öyle şey. Elbette karşıyız ve karşı çıktık.”

    türklerin “özgürlükcü devrimcileri” ve bunlarin sesi olan gazete buysa, özgürlükcü olmayan islamci ve fa$ist türklerin halini de varin siz hesap edin.

    “özgürlükcü devrimci” türklerin okudugu “özgürlükcü muhalefetin sesi” “sözcü” gazetesinden kemalist irkci emin cöla$an’in yazisini buraya alacaktim, fakat yazi kopye edilemiyor. linkini buraya aliyorum:

    http://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/emin-colasan/102-yilinda-ermeni-soykirimi-1813369/

  607. Bir taşla iki kuş

    Teknisyen olduğun bilmemek ayıp değil, öğrenmemek çok ayıp.
    Hatta eğer geçekten müdürsen işini nasıl yaptığını düşün. İşi en etken, en verimli başarmak için bir yöntem, bir teknik, bir yönerge izlediğini inkar edecek değilsin.
    Modern çağların her şeyi makine veya robotlarla yapma isteği bile senin gibi felsefede sıfır, isimle cismi karıştıraranları taş uykusundan uyandıramıyor. Makineyle teknisyen arasındaki tek fark teknisyenin hüsnü kuruntusu, aylık maaşı, dalkavukluğu. Bunun dışında aynı makine gibi çalışan bir nesne.
    Senin Hindistanlı arkadaşların da senin kadar kafayı modern saçmalıklarla doldurmuş olabilir. Hatta sadece Tolstoy’un Hindistan’ı sizi önce Atatürk ve sonra Erdoğan gibi yola getirmek isteyen Hindistanlılara açık mektubunu oku, belki biraz uyanırsın. Eğer sen gerçekten müdürsen, senin tanıyacağın Hindistanlıları ben çok iyi tanıyorum.
    Galiba siz süpermarketlerde etiketleri sonsuz değişik ama içerileri aynı olan metaları hiç görmemişsiniz.
    Ne de dünyayı sizler gibi dolduran dışları ayrı içleri aynı olan kişileri de görmüşsünüz.
    Dünyadaki bütün politakıcılar, ki bu site onlara imrenenlerle dolu, değişik laflarla aynı yalanları sizler kusup dururlar. Bunu da mı görmediniz?
    Belki şimdi senin utanmaz biri olduğunu nasıl bildiğimi anlarsın. Boş konuşmadan utanmayan bir maskara.
    Senin ikizin olan Marxist Argüman’a bak. Yazdıklarımdan hiç bir şey anlamamış. Hala dünyanın en salağının bile bariz sanacağı masalları anlatmakta. Hala “bizim dediğimiz gibi yapılsa her şey düzelir”, ilahilerini kırık pilak gibi vızıldar durur. Bilim-teknoloji babalarının en büyüklerinden biri olan Bacon’un kitabının adının neden “Novum Organum” olduğunu bilmez bu senin gibi kara cahil. Bu ucube 19. yüz yılın kaygısı olan Frankenstein ve benzeri edebiyatı da bilmez. İflas etmiş bir iyiliksever edebiyatı kusar durur. Bu hilkat garibesi senden bile daha derin bir taş uykusunda. Ama bir fark var. O, asilik numaraları yapıp asıl hapı yutmuş. Sen hapla büyümüş uslu, evcil, süt çocuğu, kibar, büyüklerine hürmet eden, küçüklerine profesörlerlik havaları atıp tutan bir bilgiçe benziyorsun.

  608. marxist argüman

    “pipsqueak”in asri saadet’i: ilkel ta$ devri

    “asri saadet” bildiginiz gibi islam tarihinde muhammed’in hayatta oldugu döneme deniyor. delinin biri de ilkel “ta$ devri”ni bize asri saadet olarak pazarlamaya cali$iyor.

    bu zir delinin: “otomobil petrol ile cali$iyor, otomobil diye bir arac oldugu icin petrol yüzünden sava$ cikiyor”, anlaminda yazdigi $eylerle cevaben önceki yazdiklarimda önemli bir noktayi es gecmi$im:

    kapitalist ekonomi ile enerji sava$larinin ili$kisi

    gerek kapitalist devletlerarasi ulusal ekonomilerin birbirleriyle rekabetinde olsun gerekse de tek tek firmalar, $irketler, holdingler arasinda ki rekabette olsun, petrol, gaz, elektrik gibi enerji ihtiyaci ve kullanimi hayati önemdedir. neden?

    cünkü birincisi, kapitalist ekonomide ürünler/mallar bir insanin özel mülkiyeti olarak ve tek bir amac icin üretilir: para kazanmak, kar etmek, sermaye/servet biriktirmek.

    ikincisi, insanlarin ihtiyaci olan ürünler/mallar para kazanma/sermaye biriktirme amaciyla üretilip satildigi icin kalite kadar fiyat da belirleyicidir.

    ekonomik üretimde elektrik, gaz, petrol gibi enerji kaynaklari yogun kullanilan bir ihtiyactir. bundan dolayi üretilen ürünlerin/mallarin fiyatini belirleyen gider/masraf kalemlerinden biri de kullanilan enerjinin fiyatidir.

    örnek, bir fabrikada ki aylik elektrik masrafi, o fabrikanin ürettigi ürünlerin/mallarin fiyatini belirleyen kalemlerden biridir.

    i$te bundan dolayi kapitalist devletlerarasi ekonomik rekabette ucuz enerji temini ve bu enerji kaynaklarinin kontrolü hayati önemdedir.

    burda önüne gelene “cahil” etiketi yapi$tiran deli ne diyor: araba olmasa petrol gibi enerjilere de ihtiyac olmaz, sava$ta cikmaz; bundan dolayi tek cözüm ta$ devrine geri dönmek.

  609. marxist argüman

    zileli’nin de dahil oldugu “özgürlükcü devrimci” türklerin muhalif sesi “sözcü” gazetesinden kö$e yazarlarindan türk milliyetcisi/irkcisi kemalist emin cöla$an’in ermeni soykirimi ile ilgili yazisindan alinti:

    “…bu a$amada kazim karabekir pa$a dogu cephesinde ermeni ordusunu ve cetelerini yok etti. …..sonra ba$imiza karadeniz yöresinde pontus rum belasi cikti. bu kez rum azinlik ayaklanmi$ti. onlarda sakalli nurettin pa$a komutasinda ki merkez ordusu ve kurtulu$ sava$i döneminde ankara’da m. kemal pa$a’nin muhafizligina getirilen büyük kahraman topal osman aga’nin önderliginde ki milis ceteleri tarafindan yok edildi ve i$ bitirildi.

    bugün bile dünyanin dört bir yaninda sürdürülmek istenen ermeni soykirimi tantanasina bakmayin.
    soykirim yoktur. dü$manla i$birligi yapip kendi ordusunu arkadan vuran osmanli vatanda$i ermeni ceteleriyle resmen sava$ cikmi$ ve onlar yok edilmi$tir.”

    görüldügü gibi “özgürlükcü devrimci” türkler tarafindan bu sitede “özgürlükcü muhalefetin sesi” olarak olarak pazarlanan “sözcü” gazetesinin ermeni ve kürt sorununda baki$ acilari perincekci türk fa$istleri/irkcilari ile aynidirk.

    kemalist türk fa$isti emin cöla$an’in “büyük türk kahramani” olarak takdim ettigi “topal osman aga” ayni zamanda sivas kocgiride kürtleri katleden ve zalimligiyle nam salmi$, kürtce türkülerde adina nalet okunan türk büyüklerindendir.

    islamcisindan kemalistine ve “özgürlükcü devrimci”lerine kadar, türkler bogazina kadar milliyetcilige/irkciliga batmi$ bir toplumdur.

    türk toplumu bir bütün olarak mide bulandiracak, tiksinti yaratacak kadar irkci bir toplum durumuda.

    size erdogan gibi sesleneyim: ey irkci türkler, irkcidan devrimci olur mu hic?

  610. Süleyman Ironhand

    Bana “medeniyete savaş açmak aptallıktır” dedirtemezsiniz.

  611. marxist argüman

    kazak abdal’in ta$ devrinden kalma adam azgini “fosil pipsqueak” icin yazdigi a$agida ki $iiri hep beraber okuyalim:

    Ormanda büyüyen adam azgını
    Çarşıda pazarda insan beğenmez
    Medrese kaçkını softa bozgunu
    Selam vermek için kesan beğenmez

    Alemi ta’n eder yanına varsan
    Seni yanıltır bir mesele sorsan
    Bir cim çıkmaz eğer karnını yarsan
    Camiye gelir de erkan beğenmez

    Elin kapısında kul kardaş olan
    Burnu sümüklü hem gözü yaş olan
    Bayramdan bayrama bir traş olan
    Berbere gelir de dükkan beğenmez

    Dağlarda bayırda gezen bir yörük
    Kim tımar sipahi kimi ser bölük
    Bir elife dili dönmeyen hödük
    Şehristana gelir ezan beğenmez

    Bir çubuğu vardır gayet küçücek
    Zum-ı fasidince keyif sürecek
    Kırık çanağı yok ayran içecek
    Kahvede fağfuri fincan beğenmez

    Aslında neslinde giymemiş hare
    İş gelmez elinden gitmez bir kare
    Sandığı gömleksiz duran mekkare
    Bedestene gelir kaftan beğenmez

    Kazak Abdal söyler bu türlü sözü
    Yoğurt ayran ile hallolmuş özü
    Köyden şehre gelen bir köylü kızı
    İnci yakut ister mercan beğenmez

  612. Kapitalizmin müstahdemliğini yapan, otomotiv sektöründe faaliyet gösteren KOBİ-irisi bir şirketin zibidi patronu Necip,

    Şunları hönkürmüşsün (23 Mayıs 2017, 17 numara): —Yalan diyorsunuz. Benim yazdiklarimi aynen aktarmak yerine, sanki ben yazmisim gibi, bir seyler aktariyorsunuz. Bir degil, bes degil. Hep ayni carpitma ve yalanlar.. Kuzum, sizin hayatiniz hep boyle yalanlar uzerine mi kuruludur?.. Nerede yazmissam, ki yazmadim ben oyle bir sey, oranin linkini verin -eger durust olmak gibi bir endiseniz hic varsa.

    Ciyaklamayı kes zibidi!

    Gerçekleri suratına çarpınca; homurtular, zırıltılar çıkarmaya başlıyorsun zibidi!

    Daha önce de açıkladık: “Beyan esastır!”

    DİKKATLE OKU, NELER YAZDIĞINI HATIRLA; Manisa-Soma’da, kapitalizmin öldürdüğü 301 “insan”ı umursaMAdığının ispatları:

    Sayfa: “Kürt Hareketi’ndeki ve Ulusalcı Saflardaki Bazı Yanlışlar Üzerine…”

    Tarih: “23 Şubat 2016”

    Numaran: “103”

    “SOMA’da yaşanan cinayettir, cinayeti işleyen kapitalizmdir!”

    Necip: Hikaye.

    Necip: Kimse orada Soma’da calisanlari o madene silah zoru ile sokmadi.

    Necip: Acikli durumun neden sorumlusu ben/toplum olmak zorunda? Baskasinin ozgurlugunun bedelini neden (ben dahil) baskalari odemek zorunda?

    Sayfa: “Fikret Başkaya’nın Son Kitabı Üzerine: … Elden Kayıp Gitmekte Olan Bir Gezegen!”

    Tarih: “19 Mayıs 2016”

    Numaran: “17”

    Necip: Benim bakkal-cakkal gibi kucuk esnafa yonelik nostaljim de yok. Asalak bir sinif olarak gorurum. Dolayisi ile, AVM acildi diye batiyorlarsa, cok da umurumda degil.

    [Not: Sitede arıza olduğundan; pek çok sayfadaki metinler, yazılan yorumlar tamamıyla açılmıyor. Site düzeldiğinde, yukarıda adreslerini aktardığımız sayfalara girip; hönkürdüklerini okur ve hatırlarsın, ki, inkâr edecek hâlin yok! Yukarıdakileri sen yazdın, ve hâlâ utanmadan; “Yalan diyorsunuz” diye çamur sıçratmaya uğraşıyorsun, kapitalist zibidi Necip!]

    Şimdi, şu haberleri DİKKATLE OKU; senin ve senin gibi kapitalistlerin suratlarına niçin t*kürülmesi gerektiğini anla:

    Necip: “Bedelini neden (ben dahil) baskalari odemek zorunda? Asalak bir sinif olarak gorurum. Umurumda degil.”

    14 Nisan 2016:

    301 işçinin hayatını kaybettiği Soma faciasının sorumlusu ‘Soma Kömür İşletmeleri A.Ş.’; faciada yaşamını yitiren Özay Eren’in anne, baba ve kardeşine tazminat vermek bir yana, icra davası başlattı.

    ‘Ödemedikleri tazminattan icra çıkardılar!’

    Soma İş Mahkemesi, faciada yakınlarını kaybeden işçilerin ‘Soma Kömür İşletmeleri A.Ş.’ye açtığı tazminat davasını, geçen aralık ayında sonuçlandırmıştı. Mahkeme, ölen Özay Eren’in anne ve babası için 75’er bin TL, yedi kardeş için de 35’er bin TL tazminat ödenmesi istendi. Özay Eren’in eş ve çocukları için de, ayrıca mahkemenin devam ettiği öğrenildi.

    Ailelerin tazminat alacaklarını ödeMEmenin yolunu bulan Soma Kömür İşletmeleri A.Ş. avukatları, kazandıkları tazminatı alamayan Özay Eren’in ailesine karşı, vicdan yaralayan bir yöntemle icra takibi başlattı. Şirket avukatları, madencinin kardeşlerinin istediği 40 bin lira tazminat yerine Soma İş Mahkemesi’nin 35 bin liraya hükmetmesi üzerine, arada kalan 5 bin liralık fark için vekalet ücreti almaya hak kazandı.

    Yedi kardeş için toplam 8 bin 300 lira tutan bu vekalet ücreti için şirketin avukatları, Bakırköy 5’inci İcra Müdürlüğü’ne başvurup, ölen madencinin kardeşlerinden tahsilat yapılmasını talep etti.

    ‘Soma Kömür’ nasıl tazminat ödemiyor?’

    ‘Soma Kömür İşletmeleri A.Ş.’nin, ölen madencilerinin ailelerinin dava açıp kazanacağı tazminatları ödeMEmek için şirketin uyguladığı yöntem, Sayıştay raporunda ortaya çıkmıştı.

    Sayıştay raporuna göre, ocağı işleten ‘Soma Kömür İşletmeleri A.Ş.’nin, faciadan 36 gün sonra, işçi ailelerinin tazminat alacaklarına karşı hileli (muvazaalı) bir yönteme başvurdu.

    Şirketin, Türkiye Kömür İşletmeleri’nden (T.K.İ.), gelecekte çıkartacağı kömür için aldığı 182 milyon 134 bin 867 lirayı, bir bankaya temlik (şirketin alacağında önceliği bankaya vermek) gösterdiği, bankanın da buna istinaden başlattığı icra takibiyle, ailelere göre öncelikli alacaklı durumuna geldiği saptanmıştı.

    ‘Soma Kömür İşletmeleri A.Ş.’, tazminatı ödeMEmek için her yola başvuruyor!’

    Karar sonrasında, yaşananlara tepki gösteren CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel; ‘Bu girişim, Soma A.Ş.’nin, ölmüş madencinin ailesine karşı ne kadar acımasız ve duygusuz olduğunu gösteriyor. Şirket, dirisine sahip çıkmadığı maden şehitlerinden geriye kalan ailelerine de bırak sahip çıkmayı, onları daha da yaralayan bir tavırla hareket ediyor. Şirket, 395 bin lirayı ödeMEmek için her yola başvuruyor. Beş parası olmayan aileden ise, karardan hemen sonra, icrayla parasını istiyor.’ diye konuştu.

    ‘Madencinin ölüsünden para kazanmak!’

    Özgür Özel; ‘Soma Holding’in, madencinin ‘ölüsünden de para almaya devam ettiği’ni belirterek; ‘İşçisini öldürdü, şimdi ailelerine sahip çıkmak bir yana, para istiyor. Ölmüş şehitlere saygısızlık yapıyor. Ben üzüldüm ama hiç şaşırmadım. Geleneksel tavırlarını sürdürüyorlar. Madenciler onlar için ölü diri fark etmiyor.’ dedi.

    Kaynak: ( http://www.egemeclisi.com/haber/41223/somada-olen-madencinin-ailesine-icra-takibi.html )

    Kaynak: ( http://www.somahaberi.com/gundem/madenci-aileye-icra-soku/1765 )

    12 Mayıs 2016:

    Yakınlarını kaybeden madenci aileleri, geçen iki yılda, olayın sorumlularının bir an önce cezalandırılmasını bekledi, açtıkları yüzlerce tazminat davasından 8’i sonuçlandı. Bu güne kadar hiçbir tazminatı ödemeyen ‘Soma Kömür İşletmeleri A.Ş.’; üstüne, vekatel ücretinin tahsili için 301 madenciden Özay Eren’in ailesine icra takibi başlattı.

    Kaynak: ( http://www.milliyet.com.tr/soma-nin-acisi-ilk-gunku-gibi-gundem-2243672/ )

    Bir daha:

    Necip: “Bedelini neden (ben dahil) baskalari odemek zorunda? Asalak bir sinif olarak gorurum. Umurumda degil.”

    Sen hönkürmelerini sürdür; kanıtları suratına çarpmaya devam edeceğiz kapitalizmin müstahdemliğini yapan, otomotiv sektöründe faaliyet gösteren KOBİ-irisi bir şirketin zibidi patronu Necip!

  613. “Bilim adami diye piyasada arz-i endam edenlerin tamami hem ucuz birer ezberci hem de mabedi bekleyen kaz.”

    http://www.hurriyet.com.tr/ogretim-uyesi-isyan-etti-allah-belanizi-versin-40467309

  614. Marksist İroni

    “bu kemalist irkci kendine “özgürlükcü devrimci” etiketi yapi$tirmi$, irkci kemalistlerin gazetesi “sözcü”ye de “özgürlükcü muhalefetin sesi” tanimini uygun bulmu$.”

    Adam bu kadar basit bir ironiyi bile anlayamamış.

  615. Marksist İroni

    Bu Marksist Argüman mahlaslı yorumcuya Necip’in 15 no’lu yorumundaki şu sözleri uyuyor; “bu yazdiklariniz, lafi yanlis yerden anlamis olmaktan ve kendi ezberlerinizi siralamaktan oteye gitmiyor.” Bu yüzden 22 no’daki ironiyi anlamamış ve yine fuzuli diskurlarını yazmış.

  616. kim olursa olsun iktidarın saldırısına uğrayanı savunmak gerekir.

  617. Süleyman Yedü'l-Hadîd

    Bize devrim değil medeniyetsizlik lazım.

  618. Süleyman Dest-i Âhenîn

    Yollar medeniyetle aşınmaz.

  619. Hem yalan soyluyorsunuz hem de teyid ediyorsunuz.

    Bravo.

    Sizin yukarida (ilk itiraz ettigim) ishal eylediginiz metin ile, benim muhtelif basliklar altinda (degisik baglamlarda) yazdigim yorumlarimdan derledikleriniz bile ortusmuyor.

    Sizinkilerle benim yazdiklarimin tek ortak noktasi, ayni alfabe ile yazilmis olmalaridir. Daha fazlasi degil.

    Araya kendi kafaniza gore birseyler pislemis ve bunlari da benim yazdigimi ihsas etmege calisiyorsunuz.

    Kafaniz karisik oldugu uzun zamandir asikar da, durust olmadiginiz simdi daha bir ayan beyan oldu.

    Simdi –son bir defa– donelim sizin sakiz etmege calistiginiz, guya ‘insancillik’ pazarlamaga ugrastiginiz; ama, aslinda yeldegirmenlerinize saldiri icin yandas toplamak icin istismara gayret ettiginiz seylere:


    Kimse orada Soma’da calisanlari o madene silah zoru ile sokmadi.
    [..]
    Acikli durumun neden sorumlusu ben/toplum olmak zorunda? Baskasinin ozgurlugunun bedelini neden (ben dahil) baskalari odemek zorunda?

    Evet. Aynen oyle.

    Her tatil donemi yollarda duzinelerce insan oluyor. Kimisi insan faktoru yuzunden (sofor yorgun, dikkatsiz vs), kimisi ortam yuzunden (yol bozuk, hava yagisli/karli vs), kimisi de arac yuzunden (kabak lastik, tutmayan frenler vs).

    Ama, bunlarin hepsinin ortak bir noktasi var: Olenlerin hepsi, o seyahate kendi (ya da, yasca kucukseler, ebevenlerinin) ozgur iradeleri ile gidenler.

    Ve, bunca senedir –neredeyse hilafsiz– her tatil doneminde yollarin mezbahaya dondugunu de herkes bilir. Yani, tatil donemlerinde yolda olmanin (seyahat ozgurlugunu kullanmanin) ilave bir bedeli oldugu bilinir.

    Bu boyle iken, sirf siz hicran cikarasiniz diye, merhamet tellalligi yapasiniz diye, onlarin olumunden kendimi –ya da toplumun geri kalan kismini– sorumlu tutacagimi bekliyorsaniz, daha cok beklersiniz.

    Madenciler konusu da aynen oyledir.

    Kimse kimseyi madende calismaga zorlamiyor. lternatifleri arasindan, madende calisarak kazanacagi parayi daha cazip bulanlar madende calisiyor.

    Ve, madende calisanlarin (tarlada calisanlara kiyasla) kaza ile topluca olmek ihtimalinin cok daha yuksek oldugunu da herkes bilir.

    Butun bunlar boyle iken, kisi, calisacagi yeri secmek ozgurlugunu maden lehine kullanmissa, sonuclarindan ben sorumlu degilim.

    [Kasit varsa, o zaman zaten konu adliye konusudur. Birileri sorumlu tutulur, cezalandirilir.]

    Son olarak, gelelim, yine sakiz etmege ugrastiginiz, kucuk esnaf filan konusuna:

    Bunlar da, her serbest meslek sahibi gibi, kucuk de olsa birer ‘mutesebbis’tir.

    ‘Tesebbus’te bulunmus olmalari onlara ekstra bir kutsallik, ‘en ziyade muzahere mazhar’lik tanimaz. Her ‘tesebbus’ basarisizlik riski icerir; bunu da herkes bilir.

    Kar ederken bana bir faydalari yoksa –ki, yok–, zarar edip battiklarinda da sorumlulari kendileridir; ben degilim.

    Dolayisi ile, evet, batarlarsa umurumda olmaz.

    Sizin cok mumurunuzdaysa, gider el uzatir, zararlarini karsilar ve onlari batmaktan kurtarirsiniz. Elinizi tutan mi var?

    Ama, lutfen, aglak ve atarli velet triplerinizle kafamizi utulemeyin artik.

  620. “Teknisyen olduğun bilmemek ayıp değil, öğrenmemek çok ayıp.
    Hatta eğer geçekten müdürsen işini nasıl yaptığını düşün. İşi en etken, en verimli başarmak için bir yöntem, bir teknik, bir yönerge izlediğini inkar edecek değilsin.”

    Pek de is yapmamis –daha dogrusu, yonetici seviyesinde, ve sanayide is yapmamis oldugunuzu anliyorum.

    Birincisi, ‘teknisyen’ kelimesini Turkcedeki anlamiyla kullaniyorsaniz, konudan tamamen bihaber oldugunuzu kabul edebiliriz.

    Cunku, Turkcede (sanayide), ‘teknisyen’ kelimesi, muhendisler tarafindan hazirlanmis bir projenin uygulama adimlarini takip eden (uygulatan, ya da izleyen) meslek anlamina gelir.

    Bu, o meslegin daha az muteber oldugu anlamina gelmez tabii ki. Ama, proje hazirlamak/tasarlamak, tadil etmek vb gibi yetkileri olmadigi icin, daha farkli bir platformda yer alir. ‘Yazar’ (‘muellif’) ile ‘duzeltmen’ (‘musahhih’) arasindaki fark gibi, mesela.

    Yok, eger kefere dillerindeki anlamiyla, ‘technician’ demek istiyorsaniz, bu durumda da, isini detayli dusunerek ve belli bir ciddiyetle yapan herkes birer ‘technician’dir. [ http://www.dictionary.com/browse/technician ]

    Ben, birinci (Turkcedeki) anlamiyla ‘teknisyen’ hic olmadim. Keferece anlamiyla ise, evet, ‘technician’ olmaga hep itina gosterdim.

    Diger yazdiklariniz arasindan anlamli ve cevap yazmaga deger bir sey bulamadigim icin, onlari geciyorum.

    Gereksiz yere zahmet etmissiniz.

  621. “kim olursa olsun iktidarın saldırısına uğrayanı savunmak gerekir.”

    En sevmedigim seylerden biri de ‘Godwin cekmek’tir.

    [Wikipedia’ya herkes ulasamayabildigi icin bu linki veriyorum. http://www.urbandictionary.com/define.php?term=godwin ]

    Ama, sart oldu.

    Dusunun bir: Gun bey, 1920’lerde yasiyor olsun. Almanya’da.

    Genc bir Alman, Adolf Hitler, Alman Isci Partisinin daha yeni yeni liderligine secilmis. Kurulu duzen (iktidar) tarafindan horlaniyor. Hapse de atilmis..

    Gun beye soruyorlar, ‘ne dersin; nasil bir tavir almaliyiz?’

    Gun beyin, tarihe gececek cevabi: “kim olursa olsun iktidarın saldırısına uğrayanı savunmak gerekir.”

    🙂

    Kissadan hisse: Anarsizm adina bile olsa, prensipsiz yardimseverlikten maraz dogar.

  622. “Bana ‘medeniyete savaş açmak aptallıktır’ dedirtemezsiniz.”

    Siz, o sirada baska seylerle mesguldunuz muhakkak; ama, medeniyet bu konuda da cok ilerledi. Cok.

    On dakkayi gecmez; gecerse, para yok. 😉

  623. Son dakika: ‘Fuat Avni’ yapılanmasına operasyon

    Devletin gizli kalması gereken bilgi ve belgeleri yasadışı yöntemlerle ele geçirip sosyal medyada yayınlayan FETÖ’nün yeni “Fuat Avni” yapılanması olduğu iddia edilen bir grup ortaya çıkarıldı. Yeni yapılanmanın, Cumhurbaşkanı, MHP Genel Başkanı, MİT Müsteşarı, bakanlar ve milletvekilleriyle ilgili ele geçirdikleri bilgi ve belgeleri internet ortamında açtıkları sahte hesaplardan paylaştıkları iddia edildi. Kayseri İl Emniyeti Müdürlüğü’nde sorguları tamamlanan 10 kişi bugün Kayseri Adliyesi’ne sevkediliyor

    FETÖ’nün devletin gizli kalması gereken belgeleri yasadışı yöntemlerle ele geçirip sosyal medyada paylaştığı istihbaratı üzerine Kayseri Cumhuriyet Savcısı Oğuzhan Murat soruşturma başlattı. Siber Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı koordinesinde Kayseri Emniyet Müdürlüğü Siber Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü’nde kurulan özel ekip, 5 ay boyunca teknik ve fiziki takip yaptı. Yapılan çalışmaların ardından Kayseri merkezli İstanbul, İzmir, Bursa, Çankırı, Aksaray ve Hatay illerinde yapılan eş zamanlı operasyonda 10 kişi gözaltına alındı. Şüphelilerin ev ve iş yerlerinde yapılan aramalarda çok sayıda dijital veriye el konuldu.

    CUMHURBAŞKANI, MİT MÜSTEŞARI

    Şüphelilerin, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından deşifre edilen “Fuat Avni” oluşumuna benzer bir oluşuma giderek sosyal medyada FETÖ adına algı operasyonlarına devam ettikleri öne sürüldü. Şifreleri kırarak (hacker) devletin arşivine girdikleri iddia edilen şüphelilerin, burada elde ettikleri gizli kalması gereken devlete ait bilgi ve belgeleri yayınlandıkları öğrenildi. Başta Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, TBMM hesapları, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, birçok milletvekili, MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve bakanlarla ilgili özel bilgileri de yayınlayan şüphelilerin, aileleriyle ilgili bilgileri de paylaştıkları kaydedildi.

  624. marxist argüman

    heyecanlanmayalim; heyecan yüksek tansiyon yapar

    35 ve 36 nolu “heyecanli” yorumcu,

    ne “sözcü gazetesi ile dayani$alim” diyen yorumcu ne de zileli “ironi” yapiyor.
    sen bana muhalefet edeceksin, bana laf yeti$tireceksin diye heyacanlaniyorsun, okudugunu da anlamiyorsun.

    kimsenin ironi yaptigi yok, önce okudugunu anla sonra bana cevap yaz.

  625. senin başına bir şey gelirse seni de savunacağım, söz. 🙂

  626. marxist argüman

    deli zirvalari

    ta$ devrinden kalma “fosil pipsqueak”in 24 nolu yorumda yazdiklarindan bir$ey anlayan olduysa bir adim öne ciksin.

    adam yazdiklariya “ben zir delinin biriyim, anlamiyor musunuz” diye bas bas bagiriyor.

    ilan: elinde zaman makinesi olan hayirsever bir vatanda$ araniyor

    bu ta$ devri fosil’ini zaman makinesine koyup ta$ devrine geri i$inlayacak hayirsever bir vatanda$ araniyor.

    böylece bu ta$ devri fosili modern dünyada ya$ami$ olmanin azabindan kurtulur; dünya ve günzileli.com da bu fosil’den kurtulur.

  627. Din-Marxizm-Bilim

    Sayın Marxist Argüman,
    Özgür üniversite öğrencilerin ümidi. Yumuşamınızı ümit ediyoruz.
    Sizin bilim-teknolojiye çok katı ve dogmatik bakışınız bilim-teknoloji ve Marksizmle çelişkiye düşer.
    1. Bilimin diğer epistemolojik metotlardan üstünlüğü yanlış olabilmesidir. Bakınız Karl Popper.
    2. “Şimdiye kadar her zaman ve her yerde bütün bilim yapanların tümünü şaşırtan bir durumla karşı karşıyız. Nasıl oluyor da salt insan düşünce ürünü olan ve deneyimlere dayanmayan matematik gerçek dünya nesnelerini ifade etmekte bu kadar eşsiz? Yani insan deneyimlerden yaralanmadan salt düşünme gücüyle gerçek dünya nesnelerin özelliklerini kavrayabiliyor mu?” Einstein
    Not: bunu aşağı yukarı 2, 800 yıl önce başka biri söyledi ama o herif aynı zamanda ilkelliği savundu. O yüzden ciddiye alamayız.
    Her gün medyadan topladıklarını Marksizm süzgeçinden geçirenler aynı zamanda Marksizm’in temel taşlarından birinin “theory-praxis” olduğunu bilirler. Dolayısyla Marksizm’i ve bilim-teknolojiyi dinleştirip Orta Çağ Kilisesi veya İslam Ulemasının Saray Hizmetçiliğine çevirmek hatalı.
    Bize göre katılık ve dogmatik olmak bilime ve Marksizme uymaz. Belki bu nedenden Marksizm poltika cambazlarının elinde gücünü kaybedip cıvığı çıktı.
    Size “Devrimcilere El Kitabını”, göndermek istiyoruz. Eğer adresinizi verirseniz postalarız.
    İyi günler

  628. “ne “sözcü gazetesi ile dayani$alim” diyen yorumcu ne de zileli “ironi” yapiyor.
    sen bana muhalefet edeceksin, bana laf yeti$tireceksin diye heyacanlaniyorsun, okudugunu da anlamiyorsun.”

    Hala anlamamakta, hatayı kabul etmemekte ısrar.
    Bu egoyla ilgili bir şey. Tartışmada yenilmeyi kabullenmek ego için ölümle eş anlamlı.

    22 no’lu yorumun sahibi benim. 35 ve 36’nın da. Bu kadarı yenildiğini kabullenme yeter mi?

  629. marxist argüman

    kapitalist toplumda ahlak/moral kadi’ligi yapmak ne anlama geliyor?

    33 nolu “ahlak/moral zaptiyesi”ne cevap:

    yillardir bu sitede ahlak/moral zaptiyeligi yapmaktan bikmadin mi?
    siz anar$istler “devrimcilikten” ahlak/moral zaptiyeligi yapmayi mi anliyorsunuz?

    kuran’dan hadis, ayet alintisi yapar gibi hep ayni metinleri, paragraflari onlarca kez alinti yapmandan da anla$iliyor ki, tipki dogmatik dindar bir sofu gibi hep ayni $eyleri tekrar tekrar hatmedip duruyorsun.

    bundan dolayi da “kapitalizm” konusu di$inda hicbir konuda fikir sahibi degilsin ve fikir beyan edemiyorsun.

    necip’i sürekli olarak ahlak/moral yargici gibi yargilayip duruyorsun.

    “karakter maskesi” diye bir tabir var, duymu$sundur.

    diger toplumlarda oldugu gibi kapitalist toplumda da insanlar yaptiklari i$’e, üstlendikleri toplumsal göreve, bulunduklari makama uygun, sözkonusu “toplumsal rol”ün gerektirdigi ki$ilik/karekter özelliklerine sahip olmak zorundalar.

    necip gibi patronluk yapan insanlar da kendi i$lerinin gerektirdigi karakter maskesine bürünmek durumundalar, aksi taktirde o i$i yapamazlar; vicdan azabindan ölürler.

    i$yerinin cikari/kar’i icin i$ci cikaran; hergün kapisinda i$ dilenen insanlari geri ceviren; i$ hiyerar$isi geregi emrindekilere yerine göre firca atan bir patron vicdan azabi cekmez; vicdan azabi/pi$manlik duyarsa zaten o i$i uzun süre yapamaz vs.

    bugü türkiyede oldugu gibi devleti ve toplumu yöneten devlet adamlarinin cikardiklari yasalar ve verdikleri emir sonucu ölen/öldürülen, i$kence gören, i$inden ekmeginden olan yüzbinlerce, hatta milyonlarca “magdur” sözkonusu.

    bir devlet adami yaptigi i$ten vicdan azabi/pi$manlik duysa o i$i yapabIlir mi?

    yapamaz, tam tersine, devlet’in “yüksek cikarlari”, devletin beka’si neyi gerektiriyorsa o’nu yapiyor ve devlet’i ya$atmi$ olmanin gururunu ya$iyor.

    bugün kürdistanda oldugu gibi “akilli bombalarla” hedefini yok eden bir sava$ ucagi pilot’u vicdan azabi/pi$manlik duysa o i$i yapabilir mi?

    yapamaz, tam tersine, “vatan hainlerini” yok etmek suretiyle vatana/millete/devlete “hayirli bir hizmet” yapmi$ olmanin gururunu ya$ar.

    patronluk/i$veren meslegi de kapitalist toplumda mesleklerden biridir.

    patron/i$veren, devlet tarafindan yasalar ile cercevesi cizilmi$ ki$isel maddi cikarini arama ve ula$ma serbestligini icra eden; devlet’in yasasi ile belirledigi “ekonomik cikarini arama kurallarini” -buna, patron olarak ba$kalarini cali$tirip sömürerek zenginle$me de dahil- benimsemi$ bir ki$idir.

    sonuc: kapitalist toplumda her insanin yasalar cercevesinde kendi ki$isel cikarini arama ve hayata gecirme özgürlügü vardir; dahasi her insan kendi ba$inin caresine bakmaya mecburdur da; her koyun kendi bacagindan asilir.

    öyleyse ce$itli mesleklerden tek tek insanlari “sen sömürücüsün, vicdansizsin, öyle dedin böyle dedin” diye kadi gibi yargilamanin anlami nedir?

    kapitalist toplumun “temeli bozuk”; bu toplumun neresinde sömürü ve cikar cati$masi yok ki?

    toplum, yukardan a$agiya, ba$tan ba$a kar$it cikar cati$malari/celi$kileri üzerine in$a edilmi$ bir yapiya sahip.

    bu gercegi böyle tespit ettikten sonra ya kapitalist toplumu devlet’i ve ekonomisiyle hedefe koyan bir mücadele yapmak lazim, ya da bu durum icine tam sinmese de yine de “kabul edilir” bulup, ki cogu insan bunu yapiyor-, kendi ki$isel cikarinin pe$inde ko$turup durusun.

    dipnot: patronlar/i$verenler kapitalist devletin en sevgili kullaridir. neden?

    cünkü kapitalist toplumda cikarlar icinde en belirleyici cikar “i$ dünyasi”nin cikaridir; tüm toplumun kaderi özel sektörün/i$ dünyasinin performansina ve cikarlarinin/kar’larinin hayata gecmesine baglidir.

    kapitalist toplumda “özel sektör” denilen ekonominin aktörleri olan patronlarin i$leri rast gitmezse; sermaye düzenli olarak artmazsa; kar yapilmazsa toplumun geri kalani ayvayi yedi:

    yani kapitalist toplum, toplumun kaderinin patronlara baglandigi; devlet ve patronlarin, insanlarin kaderine hükmettigi bir toplumdur.

    toplumun cogunlugu bunu kader kabul edip katlaniyor; bunu dile getiren benim gibileri de “vatan haini komünist” olarak afaroz ediliyor.

  630. Bir taş, iki hödük

    Bakın bir taşla iki kuşu vurmak teknisyenliğine.
    Not: Kefere veya Türkçe, bakın bu da bir teknisyenlik.
    KUŞ 1
    40 NeAcayip Beyden Yeni Altın Yumurtalar
    Leyla ile Mejnun = Kelime ile NeAcayip Bey
    Siz hayatınzı lügatlarla telef etmişsiniz. Çok kelime yiyen çok kelime kusarmış.
    “Pek de is yapmamis –daha dogrusu, yonetici seviyesinde, ve sanayide is yapmamis oldugunuzu anliyorum.”
    Çeviri:
    “Orospuluk, dalkavukluk, pezevenklik yapmamış olduğunuzu anlıyorum.”
    ” Yok, eger kefere dillerindeki anlamiyla, ‘technician’ demek istiyorsaniz, bu durumda da, isini detayli dusunerek ve belli bir ciddiyetle yapan herkes birer ‘technician’dir”
    Çeviri:
    “Hayatım usluluk, terbiyeli olmak, k*ç yalamakla geçti.”
    Cahiller sitesinde zırvalayıp fiyaka satacağına “technician” konusunu senin gibi kelime olarak değil zamanımız bağlamı içinde alanları okusan belki k*çını yaladığın üstlerin Erdoğan gibiler sana daha yüksekten hava atmak için daha bol maaşlı bir dalkavukluk işi bulursun. Her Erdoğan gibinin “arkasını” destekleyen bir veya birkaç dalkavuk ( kibar dilde “bey’in” babası) vardır.
    Senin bu çocukça mantığın yer yüzünü sardı.
    Herkes gıda, barınak, sağlık ister. Dünya insanları buna erişmek için “detayli dusunerek ve belli bir ciddiyetle” yapar. Nedense çoğunluk “detayli dusunerek ve belli bir ciddiyetle” yapmaz. “detayli dusunerek ve belli bir ciddiyetle” yapanlar azınlık çoğunluğu katleder.
    Uyu yavrum uyu, belki büyürsün.
    60larda daha bilgisayarlar kapalıçarşı gibi yerlerdeyken ve hızları çok daha azken, salt araştırma merkezlerindeyken, falan filanken bu senin dediğin “technician” olma sevdası içinde olanlar dünyada en temel parametreler ve aralarındaki ilişkileri içeren bir program yazıp bu “simulation”nu bir yıl bilgisayarda ” detayli dusunerek ve belli bir ciddiyetle” yaptırdılar. Amaçları “optimal” bir çözüm bulmaktı.
    Bu salaklar aynı senin gibi kıçlarını yaladıkları kovboyların kırımdan geçirdiklerine bakacaklarına salakların inandığı “bilim-teknik” değer yargısızdır beyin yıkamasına katkıda bulunmak istediler.
    Uzatmayayım.
    Bilgisayar herkesin bildiğini buldu: “Fazlalıkları yok et!”
    Uyu parlak zekalı ama beyinsiz bebek, uyu da büyü.
    KUŞ 2
    25 Tek Yol X 23 Mayıs 17 / 7pm
    Tek Yol Devrim, Tek Yol Sosyalizm, Tek Yol Marksizm, Tek Yol Leninizm, Tek Yol Troçkizm, Tek Yol Stalinizm, Tek Yol Maoizm, Tek Yol Anarşizm, Tek Yol Kemalizm, Tek Yol İslam, Tek Yol Kuran, Tek Yol Turan
    Tek Yol Medeniyet Karşıtlığı
    arasındaki farkı bulunuz
    Senin gibi bol yiyip bol kusan, hiç bir şey bilmeden konuşan her hödüğün arkasından çıkaracaklarını haddinden fazla yediği için ağzından çıkaranların dünyaya egemen oluşu.
    Tek yol senin gibi televizyon önünde geviş getirmek. Sabahları kölelilik ettiğin yerde iş başı etmek.
    Uyu ucuz aklıyla pahalı konuşan uyu, ye ye uyu.

  631. marxist argüman

    seni gidi uyanik irkci!

    “Hala anlamamakta, hatayı kabul etmemekte ısrar.
    Bu egoyla ilgili bir şey. Tartışmada yenilmeyi kabullenmek ego için ölümle eş anlamlı.

    22 no’lu yorumun sahibi benim. 35 ve 36’nın da. Bu kadarı yenildiğini kabullenme yeter mi?”

    farkli mahlaslarla burda irkci oyunlar oynamak ho$una mi gidiyor?

    yaptigin irkciligin arkasinda duramayinca “$aka yaptim, ironi yaptim” deyip i$in icinden siyrilmaya cali$iyorsun.

    ey türk irkcilari, bu sitede benden size rahat yok; irkcilik illetini ya terk edin ya da gidin irkci sitelerde tatmin edin irkci duygularinizi.

  632. İki taş bir kuş

    Üzüm üzüme baka baka kararır. Ben de baş dalkavuk NeAcayip bey gibi teknisyen oldum. İşimi detaylı düşünerek ve belli bir ciddiyetle yaparak konuyu anlamayan köle doğmuş, köle büyümüşlere bilgi kaynakları televizyon-medya-okul gibi eğlendirici bir şekilde anlatma yolunu tuttum.
    Bir Fıkra bir Gerçek
    1. FIKRA
    Batı medeniyetinin orta direği Judeo-Christianity’de Havva ayvayı yiyip Adem’i baştan çıkarır. Allah kızar ve her ikisini Cennet’den atar ve ekler:
    – Bundan sonra EMEK ile yaşıyacaksınız!
    (Not: burjuvalar, solcular ve devrimciler arasında EMEK’in kutsallığı böyle başlar.)
    Bir süre sonra yer yüzüne bakar, etrafa koşturan insan yığınlarını görür, etrafındaki Necip beylerle dolu dalkavuklara sorar:
    – Bunlar ne yapıyorlar?
    – Karınlarını doyurmak, sırtlarını ısıtmak için çalışıyorlar.
    – Neden?
    – Hani sen onları Cennet’den attığında artık EMEK ile yaşıyacaksınız demiştin ya, ondan.
    – Yahu ben şaka ettim.
    Allah tekrar bakar, bu defa yiyecek içecek dolu kocaman bir masa, etrafında sağlıkları suratlarından belli, Necip Bey, Marxist Argüman, eski Marksist-Leninist-Stalinist yeni Anarşistler, eski yalaka yeni Yusuk Balcılar, çok yedikleri için arada bir bu sitede kusanlar, Büyük İskender, Cesar, Napolyon, Lenin, Hitler, Stalin. Mao, Atatürk, Erdoğan, Bush, Merkel, Trump, Xi Jinping, Putin, el-Assad, vs. vs. vs. oturmuş konuşuyorlar.
    – Peki, bunlar kim?
    – Bunlar senin şaka ettiğini anlayanlar.
    Allah bir daha bakar. Bu defa gülmekten bayılan bir azınlık görür.
    – Ya bunlar kim?
    – Bunlar yaşadıkları cenneti göreceklerine EMEK masalına inanan zavallılarla, masa etrafında dünyayı ıslah etme masalıyla zavallıları kandıranlara gülenler.
    2. GERÇEK
    İlk medeniyet Sümer mitine göre insan nasıl yaratıldı. Allahlar karınlarını doyurmak için çalışmaktan bıkarlar. Bir toplantı yapıp çare ararlar. Genç, yaratıcı, dinamik, bilimde dahi adı verilen ve Arşimet’e benzeyen bir süt ineği dalkavuk teknisyen çareyi bulur.
    – İnsan yaratalım. Onlar çalışıp bizi doyursunlar!
    İşte insan böyle yaratılır.
    Bu site tarih bilmeyen salaklar ve ince düşünceden yoksun televizyonla büyümüş olanlarla dolup taştığından iki not eklemem gerekecek.
    Not 1: İlk Medeniyet Sümer’de çalışanlar mahsüllerinin bir kısmını tapınaklarda yaşayan ve dünyayı ıslah eden allahları doyuran rahiplere verirlerdi.
    Not 2: Fıkrada masa etrafında oturan dolandırıcların tapınaklardaki rahiplere benzemesi şaşırtıcı değil mi?

  633. Marxist argümanın her satıcı bayan veya efendi gibi satışını yaptığı Marksizm hakkında bilgisinin kıtlığını yüzüne tüküren Özgür Üniversite öğrencilerine sesi çıkmıyor.
    Ne oldu argümancı, fitilin mi bitti yoksa tükürükleri yağmur mu sandın?

  634. Evet ben ırkçıyım, anarşist arkadaş ahlakçı, Necip kapitalist misyoner, Zileli idealist, öbürü zır deli, tek akıllı sensin.

  635. Şarlatanın fitili bitmez

    “Marxist argüman” palavralarını yutmayan Özgür Üniversite öğrencileri insana ümit veriyorlar.
    “Marxist argüman” şarlatanın cahilliğinin sonu gelmez. İşte bir tane daha.
    Karl Marks İbn Haldun’dan ilham aldığını ve insanın yaptığı işin o insanın bilincini belirlediğini ondan öğrendiğini söyler.
    Kısa bir süre önce medya üzerinde yazdığı yazıyla dünyayı sarsan ve kitabı bu konuda artık klasik sayılan biri de aynı gözlemde bulundu. Bir Alman atasözü, “ne yersen, o olursun” der. Dersini İbn Haldun’dan alan Marks’a göre bu atasözünü “ne kullanırsan, o olursun”. “Şu bir türlü kurtulamadığımız angut idyotlar hala “kullanılana değil, kullanana bağlı”, ilahileri şakırdatırlar.
    Devrimcilik fiyakalrı satacağına biraz öğren be şarlatan Marxist argüman. Oku, ” A Contribution to the Critique of Political Economy” kitabında ” It is not the consciousness of men that determines their existence, but their social existence that determines their consciousness.”. Vazgeç şu salak salak konuşmadan. Sen kamillikte Necip Bey hazretleriyle, Analşit Bey hazretlerini bile geçtin.
    Ben kendim Marks’ın ırkçı bir baş belası olduğuna inanıyorum ama hiç değilse okudum.

    Not: Medyanın kendine benzettikleri bu sitede yazanların %99,9’u. Hatta medyanın insanları biçimlediğini iddia eden kitaba göre tarih boyunca salaklara anlatılan masalları Batı dünyasında yutmayanlar sonsuz çok az. Bir yutmayan örneği benim sonsuz sevdiğim şair W. Blake. Blake, Newton ve benzeri süt ineklerinden nefret ederdi. Ve çok “dinciydi”. “Ezan sevmem” demezdi. Solcular, devrimciler, eski stalinci şimdi analşit, Marksist, sosyalist çok şekerli şerbet satan dilenci ruhluları sevmezdi. Özgür Üniversite öğrencileri Blake’e benziyorlar.
    Not: Tabii bu büyük insanların büyüklüğünü kabul etmek aşağılık ruhuyla büyüyen ve bu sitede sayısı aşırı olan hödükler için geçerli değildir. Bu kitap satışı yapan sitede salt merkezi komitenin izin verdiği kitapların reklamı yapıldığından, doğru dürüst bir eleştirici bir düşünüre rastlamak imkânsız. Hepsi 19. yüz yıl medyasını yutmuş, ilericiliği, bilim-tekniği, emeği, endüstriyi, üreticiliği savunan tehlikesiz, kabaklar.

  636. “Uzatmayayım.”

    Tesekkur ederim.

  637. Diger yazdiklariniza da yer yer itiraz edebilirim; ama, gerek gormuyorum.

    “kapitalist toplumda ‘özel sektör’ denilen ekonominin aktörleri olan patronlarin i$leri rast gitmezse; sermaye düzenli olarak artmazsa; kar yapilmazsa toplumun geri kalani ayvayi yedi:

    yani kapitalist toplum, toplumun kaderinin patronlara baglandigi; devlet ve patronlarin, insanlarin kaderine hükmettigi bir toplumdur.”

    Bu bakis belli bir gercegi yansitmakla beraber, konunun ozunu iskalayan bir yaklasima isaret ediyor.

    ‘Ozel sektor’ dedigimiz kitle, onceden verilmis imtiyazlarla o noktaya/makama getirilmis insanlardan olusmaz. Yani, kimlerden olustugu son derece akiskandir (‘fluid’dir); surekli degisir.

    Bugun ‘ozel sektor’de bir aktor olan bir birey, yarin pekala bambaska bir yerde olabilir. Tersi de mumkundur: Bugun bir okulda ogretmen (memur) olan kisi, yarin ‘ozel sektor’de aktor de olabilir.

    Marxist analizin en sorunlu oldugu nokta bence budur. Daha dogrusu, ‘Marxist analiz’e kendisini luzumundan fazla angaje edenlerin bu handikapi vardir.

    Verili bir ‘t’ zamaninda cektikleri resmin her zaman ayni icerikte devam ettiklerini/edeceklerini varsayarlar. Toplumdaki sosyal mobiliteyi yok saymak, ‘sinif’larin hep ayni bireylerden olusacagini farzetmek, kolaylarina gelir.

    Hatta, sirf bu bakis yuzunden, SSCB orneginde oldugu uzere, ‘sinif’lari dondurmaga bile tesebbus ve –boylece– kendi idealize duzenlerinin kendi baslarina cokmesine yol acarlar.

    Ben, sirf teoriye uysun diye, son derece dinamik olan sosyal hayati statik bir resme indirgemek yaklasimini hep yanlis buldum; hala daha da yanlis.

  638. Doğal hayat tartışmalarıyla ilgili olarak, bunun uygulanabilirliği ya da imkansızlığından da önemli bir husus var.
    Bu şimdiden uygulanmaya başlansa bile zaman alır, birdenbire hayata geçirilemez. Yani bunun bir toplumsal süreç işi olduğu kesin.
    Basit bir örnek verelim. Benzer durumdaki başka insanlardan da örnekler verilebilir ama aklıma ilk bu geldi.
    Bugün büyükşehirlerde ve sahillerdeki yazlık yerlerde yaşayan, makyajlı-topuklu-mini etekli (yazın mayolu-bikinili), alışveriş, moda vb. tutkunu, üniversiteli ve kolejli kızlardan bir kısmını (genelleme yaparak hepsini küçümsemek doğru olmaz) içinde yaşadıkları ortamdan birdenbire alarak onları köylerde yaşamaya, tarla sürmeye, çobanlık yaptırmaya, hele yağmur ormanları ve Hint-Pasifik adaları gibi daha doğal bir hayata attığınızda tepkiyle karşılaşmanız kaçınılmaz. (Bunların içinde Kürt hareketine katılıp dağa çıkan solcu Türk kızları gibi istisnalar da var elbette, ama bunlar toplum genelini pek etkilemiyor.)
    Aslında buralara kadar gitmeye de gerek yok. Bu konudaki güncel tartışmalardan birini hatırlamak da yeterlidir. Bilindiği gibi iktidar ve onun muhafazakar ideolojisi sezaryeni olabildiğince kısıtlamak, elinden gelse zorunlu haller dışında yasaklamak istiyor. Fakat nafile. Böyle kızlar alıştıkları hayat nedeniyle normal doğum yapmakta zorlanacak ve sezaryene mecbur kalacaklardır.

  639. Erdoğancıların Batı ile sorunu nedir?

    Seyfi Cengiz

    Erdoğan her zamanki gibi çok ve ileri geri konuşuyor.
    Bir Üniversite’nin açılışında (İbn-i Haldun Üniversitesi) yine döktürmüş.
    Bu bahane ile “Batıcı” eğilimlere saldırmış.
    Konu Batı taklitçiliğinin eleştirisinden ibaret olsa bir diyeceğimiz olmaz.
    Ama İslamcıların Batı ya da Batıcılıkla sorunu bu değil.
    Tarihsel açıdan bakıldığında İslamcılığın ayırıcı özelliği kapitalizm ve/veya emperyalizm karşıtlığı değil; laiklik ve demokrasi karşıtlığıdır.
    Başka deyişle, siyasal İslam’ın özü, Aydınlanma’nın ve Fransız Devrimi’nin (1789) fikirlerine düşmanlıktır.
    Kuşku yok ki, komünizmin ve Ekim Devrimi’nin fikirlerine de düşmandırlar.
    İslamcıların karşı olduğu Batı, kapitalist-emperyalist Batı değil; demokratik ve sosyalist fikirleri temsil eden Batı’dır.
    En büyük korkularından biri sekülerleşmedir, ateizmdir.
    Her halinden belli ki, Erdoğan’ın entelektüel bir derinliği yok.
    İbn-i Haldun veya August Comte okuduğunu sanmıyorum.
    Ama kendi danışmanları ve yandaşları arasında iyi bir eğitim almış İslamcı yazarlar yok değil.
    Erdoğan’ın dedikleri de çok büyük olasılıkla bu danışmanlar ve yazarlar tarafından telkin edilen fikirlerdir.
    Ama bu Erdoğancı aydınların (danışman, yazar, vs) referansları arasında da azımsanmayacak sayıda Batılı düşünürler vardır.
    Friedrich Nietzsche, Henry Bergson, Maurice Blondel, Martin Heidegger, Jean Baudrillard, Alfred Rosenberg ve Soren Kierkegaard, Türkyeli İslamcıların en sık referans verdikleri Batılı düşünürlerdir.
    Bunların hemen hepsi Aydınlanma’nın ve Fransız Devrimi’nin laik ve demokratik fikirlerine düşmandır.
    Türk İslamcılarının bu Batılı düşünürlerde hayranlık duyduğu da budur.
    Erdoğan ve yakın çevresini en çok etkileyen Necip Fazıl Kısakürek’tir.
    Necip Fazıl, kendisini “İslam’ın Blondel’i” olarak tanımlıyordu.
    Kendisi gibi ruhçu düşünürlerden Bergson, Rosenberg ve Heidegger’e hayrandı.
    Bergson’un akılcılığı (rasyonalizmi) perişan ettiğini ileri sürüyordu.
    O’nun çok sempati duyduğu Rosenberg, Nazi ideolojisinin babalarından biriydi.
    Heiddegger de Nazi partisinin üyesiydi.
    Demem şu ki, Türk İslamcıları da Batıcıdır.
    Ama onların hayranlık duyduğu, Batı’nın karşı-devrimci ve faşist yüzüdür; akla, bilime, laikliğe, kadın, insan ve azınlık haklarına düşman kirli yüzüdür.
    Kendilerine yakışan da budur.

    https://www.facebook.com/notes/seyfi-cengiz/erdo%C4%9Fanc%C4%B1lar%C4%B1n-bat%C4%B1-ile-sorunu-nedir/1537071256343898/

  640. Bir konudaki aşırı ya da abartılı fikirlerin yararları da vardır. Bu tür abartılı ve absürt söylemlerin çok az kişi dışında kimsenin umursamadığı sorunları gündeme getirmesi önemlidir.
    Buradaki tartışmalarda da görüyoruz. Medeniyeti toptan ve tamamen reddetmek saçma bir düşünce olsa da sonuç olarak medeniyetin yarattığı sorunlara dikkat çekmiş oluyor.
    Bunun bir benzerini de Ermeni meselesinde görüyoruz. Değil soykırım, katliam terimini bile kabul etmeyen inkarcı resmi Türk tezinin karşısında da “1.5 milyon” Ermeni’nin öldürüldüğü şeklinde abartılı rakamlar öne sürülüyor. Fakat sonuçta bu abartılar inkarcılığa karşı olumlu bir rol oynamış oluyor.
    Sonuç olarak, eğer bir yerde bir aşırılık var ise, bunun ters yöndeki başka bir aşırılıkla dengelenmesi gerektiğini de söyleyebiliriz.

  641. Kapitalizmin müstahdemliğini yapan, otomotiv sektöründe faaliyet gösteren KOBİ-irisi bir şirketin zibidi patronu Necip,

    Hem şunları hönkür:

    Necip: Sizin yukarida (ilk itiraz ettigim) ishal eylediginiz metin ile, benim muhtelif basliklar altinda (degisik baglamlarda) yazdigim yorumlarimdan derledikleriniz bile ortusmuyor.

    Hem kendi hönkürdüklerini teyit et:

    Necip: Kimse orada Soma’da calisanlari o madene silah zoru ile sokmadi.
    [..]
    Acikli durumun neden sorumlusu ben/toplum olmak zorunda? Baskasinin ozgurlugunun bedelini neden (ben dahil) baskalari odemek zorunda?

    Evet. Aynen oyle.

    Ne oldu?!

    Zoruna mı gitti?!

    Kapitalist masken ile örttüğün “caniliğini” teker teker ifşa ediyoruz diye; homurtu seviyeni yükseltip bağırmaya başlamışsın zibidi!

    Senin kustuklarının hepsi, bizzat senin parmaklarından dökülenler; context’lerin hepsi yerli yerinde! Ciyaklamayı kes zibidi!

    Necip: Kimse kimseyi madende calismaga zorlamiyor. [A]lternatifleri arasindan, madende calisarak kazanacagi parayi daha cazip bulanlar madende calisiyor.

    Butun bunlar boyle iken, kisi, calisacagi yeri secmek ozgurlugunu maden lehine kullanmissa, sonuclarindan ben sorumlu degilim.

    [Kasit varsa, o zaman zaten konu adliye konusudur. Birileri sorumlu tutulur, cezalandirilir.]

    Context’in ne kadar yerli yerinde olduğu, kendi hönkürdüğünü teyit etmenin nasıl bir şey olduğu yine ortada zibidi!

    “Sorumlusun”, çünkü kapitalistsin!

    “Kasıt var!”; sen ve muadillerinin kapitalizmi!

    Necip: Kar ederken bana bir faydalari yoksa -ki, yok-, zarar edip battiklarinda da sorumlulari kendileridir; ben degilim.

    Dolayisi ile, evet, batarlarsa umurumda olmaz.

    Sen; kapitalizmin müstahdemliğini yapan, otomotiv sektöründe faaliyet gösteren KOBİ-irisi bir şirketin zibidi patronu Necip’sin. Sen ve muadillerin; sömürü zehriyle yaşayan kapitalist sistemi köpürten, insanları sömürmekten haz duyan, caniliğe yakın kişilersiniz. Kâr da etse, zarar da etse; “şirket hisseleri halka arz” da olsa, şirket iflas da etse; bütün bunlardan sen ve muadillerin sorumlusun!

    Necip: Sizin cok mumurunuzdaysa, gider el uzatir, zararlarini karsilar ve onlari batmaktan kurtarirsiniz. Elinizi tutan mi var?

    Daima omuz omuzayız, senin gibi kapitalist canilere karşı mücadele ediyoruz Necip!

    Kapitalizmin müstahdemliğini yapan, otomotiv sektöründe faaliyet gösteren KOBİ-irisi bir şirketin zibidi patronu Necip’in kustukları:

    ===== 1 =====

    Necip: Doğada planktonlar da, diğer çeşit çeşit türler de – hayvanlar da birbirleriyle rekabet ediyor, güçlü olan zayıf olanı eziyor, birbirlerini öldürüyor, doğanın kanunu bu. Doğada süregiden bu kanunu-sistemi insan hayatına ikame edip, buna ‘kapitalizm’ ismi verilmiş evvel zaman içinde. Bu sistemde de, doğada olduğu gibi aynen, insanlar birbirleriyle rekabet ettiğine göre, ‘kapitalizmde insanların birbirini ve diğer türleri öldürmesi gayet normaldir.’ Soma’da ölen işçiler, madene inmek yerine tarlada ırgatlık yapsalardı, ölmezlerdi. Belki, tarlaya, tıkabasa dolu bir minibüs ile giderken, trafik kazası geçirip ölürlerdi. Görüldüğü üzere, kapitalizmin asla kabahati yok.

    ===== 2 =====

    Necip: Kapitalizm, doğada var olan sömürü mekanizmasının bizlerin hayatına ikame edilmesinden, uyarlanmasından başka bir şey değildir. Kapitalizmi kaldıramazsınız, ama azgınlaşMAması için yöntemler geliştirebilirsiniz. Solcuların ekseriyeti, bazı yöntemler denedi, ama tutmadı, beceremediler. Öyleyse, çenenizi kapatın ve kapitalizme boyun eğmeye devam edin. Ben bir nebze ‘Charles Darwin’ciyim, ve bir nebze ‘Herbert Spencer’cıyım. ‘Survival of the fittest’ hayatımın motto’sudur. Bu motto’mu gerçekleştirmek için, kan akıtmaktan da asla çekinmem, örnek mi: Soma’da işçilerin ölümü tamamıyla kendi ‘fıtrat’larının neticesidir, kapitalizm onları öldürmemiştir. Benim dinim ‘Kapitalizm’dir. Ben bir mahlûkum, sadece bana kızın, sadece beni eleştirin, ama dinim ‘Kapitalizm’e asla çemkirmeyin.

    ===== 3 =====

    Necip: 13 Mayıs 2014’te, Manisa-Soma’daki maden ocaklarında ölenler; madende değil başka yerlerde çalışıp para kazansalardı! Mesela; niçin tarlada ırgatlık yapmadılar da maden ocağında çalışmayı istediler?! Ben mi söyledim onlara “madene gidin ve orada ölün!” diye!

    Umrumda olmaz!

    Ben bir kapitalist olarak, ölen insanları kafama takmam, neticeye bakarım:

    Eğer o maden şirketinin kârı istikrarlı bir şekilde artıyorsa (genel ekonomideki daralma dönemlerinde; kâr artmasa da zarar yazmayacak, ya da az zarar yazacak, kadar şirket kendini yürütebiliyorsa), o şirketin sömürdüğü insan ölse ne olur, ölmese ne olur!

    Bir şirketteki “verimlilik” benim için önemlidir; bu amaçta ne kadar insan ölmesi gerekiyorsa o kadar ölebilir, kalan sağları sömürmeye devam edebilmeliyim!

  642. Marxist argüman,

    Yazdıklarınızda; iki kısımdaki hatalarınızı size gösterip, bitireceğiz.

    [Not; Sitede arıza devam ettiğinden; yorumunuzun sırası değişmiş veya yorumunuz silinmiş olabilir. Site düzeldiğinde; kontrol edersiniz.]

    ===== Kısım 1 =====

    24 Mayıs 2017, 2 no’lu metninizde, şu kısım hariç:

    yillardir bu sitede ahlak-moral zaptiyeligi yapmaktan bikmadin mi?
    siz anar$istler ‘devrimcilikten’ ahlak-moral zaptiyeligi yapmayi mi anliyorsunuz?

    kuran’dan hadis, ayet alintisi yapar gibi hep ayni metinleri, paragraflari onlarca kez alinti yapmandan da anla$iliyor ki, tipki dogmatik dindar bir sofu gibi hep ayni $eyleri tekrar tekrar hatmedip duruyorsun.

    bundan dolayi da ‘kapitalizm’ konusu di$inda hicbir konuda fikir sahibi degilsin ve fikir beyan edemiyorsun.

    necip’i sürekli olarak ahlak-moral yargici gibi yargilayip duruyorsun.

    yazdığınız bütün paragraflarınızın altına imzamızı atıyoruz. (Not; ‘Kısım 2’yi, sona doğru okuyacaksınız.)

    Ve (ne yazık ki); size yeniden bir hatırlatmada bulunmak zorunda kalıyoruz:

    Marxist argüman, siz; tereciye tere satmaya yeltendiğinizin henüz farkına varamamışsınız. Sizi defalarca uyarmıştık.

    Kendi kendinize bazı misyonlar yüklemişsiniz, sonra gelmişsiniz buraya;

    ’Bunlar, şunlar, onlar hakkında niçin yazıyorsun? – Onlar, şunlar, bunlar hakkında niçin yazmıyorsun?’

    ’Necip (ve muadilleri) hakkında niçin bunları, şunları, onları yazıyorsun da – Onları, şunları, bunları yazmıyorsun?’

    ‘Kapitalizm konusuyla ilgili yazıyorsun da – Bunlar, şunlar, onlar hakkında niçin yazmıyorsun?’

    ‘Bu konular, şu konular, o konular hakkında fikir beyan ediyorsun. – O konular, şu konular, bu konular hakkında fikir beyan etmiyorsun.’

    minvalli istikamet vermeye yelteniyorsunuz marxist argüman. Siz, sırf bu davranışınızla; ilk önce kendi yazdıklarınızı otomatikman perdelediğinizin farkında değilsiniz. Sizin buradaki misyonunuz; web sitesi sorguculuğu, metin zabıtalığı yapmak mı, yoksa, yorum yazmak mı; haddinizi biliniz. Başkalarına istikamet vermekten vazgeçiniz, ‘başkalarına hiza vermeye hevesli’ tavırlarınızla kendi yazdıklarınızı yine kendiniz gölgeliyorsunuz; çemkirmeyi bırakıp kendinize bakınız marxist argüman.

    Şu ‘devrim’ meselesi;
    Hemen olmaz, hemen olmayacak; geçiniz. Devrim ‘kendiliğinden’ oluşmaya başladığı an, bir kasırga gibi eser; pek çok şeyi değiştirir. ‘Kendiliğinden’ oluşmayan devrim, sadece ama sadece hayal işportacılığı yapmaktır. Devrimin ‘kendiliğinden’ oluşmasını hızlandırmak için; ilk önce, kapitalizme karşı, ve aynı anda, devlet tahakkümüne karşı mücadelenin hızı arttırılmalıdır. Sonra? Devrim ‘kendiliğinden’ doğar.

    ‘İnsancıllık’, ‘moral’ başlıklarına (yine!) gelirsek…

    Size defalarca ama defalarca yazdık, gözünüzü kapalı tuttunuz, anlamazdan geldiniz;

    Sayfa; ‘İslami Faşizmin Bugünkü İki Temeli: Gestapo Tipi Polis Teşkilatı, Sokaklardaki İslamcı Kitle’

    20 Ekim 2016, yorum no 342;

    ‘İnsancıl’ız, ve bundan memnunuz. Memnuniyetimizin kimse tarafından övülmesi veya yerilmesi beklentisi içinde de değiliz. Bu konuda kim ne yazarsa yazsın, sadece kendi vaktini harcamış olur.

    [Not: Siz her ne kadar kabul etMEseniz de, siz de ‘insancıl’sınız marxist argüman. Sömürüye, kapitalizmin kuluçka merkezleri şirketokrasiye, devlet mekanizmasının her türlüsüne karşı mücadele eden kişiler; ‘insancıl’dır. Bu durum; bir zayıflık göstergesi değil, tam tersine; mücadelenin meşruluğunun ispatıdır.]

    Şunu yazmışsınız; —necip’i sürekli olarak ahlak-moral yargici gibi yargilayip duruyorsun.

    Bu daha başlangıç! Bu zibidi, kapitalist cani Necip’in daha nelerini ifşa edeceğiz; hepsine tanık olacaksınız!

    Kapitalizm; ‘doğal yollarla dünyaya gelmiş’ değildir.

    Hele hele, zibidi Necip’in hönkürdüğü gibi;
    Herbert Spencer’ın ‘survival of the fittest’ konseptini, zibidi Necip’in, insan hayatına DA ikam etmeye çırpınarak, kapitalizmin mutlak ve meşru olduğu zırvanı ispata çabalaması hiç değildir.

    Kapitalizm; daima “sosyo-ekonomik” bir konudur.

    Kapitalizm, kendi kendine hareket eden bir organizma değil; insanların davranışları ile işleyen bir sistemdir. Kapitalist sisteme karşı mücadele; kapitalist kişilere karşı mücadele ile olur. Burada; kapitalizmin müstahdemliğini yapan, otomotiv sektöründe faaliyet gösteren KOBİ-irisi bir şirketin zibidi patronu Necip, mevcuttur. Bu sebeple, kapitalist Necip ve muadillerine karşı mücadele etmek; kapitalizmi kökünden sarsmak için mücadele etmektir.

    Birkaç gün önce yine bu sayfada size yazdığımız paragrafları hatırlatıyoruz, BUNLARI UNUTMAYINIZ VE BUNDAN SONRA; TERECİYE TERE SATMAYA KALKMAYINIZ, HADDİNİZİ BİLİNİZ MARXIST ARGÜMAN;

    Siz, kapitalizmin müstahdemliğini yapan, otomotiv sektöründe faaliyet gösteren KOBİ-irisi bir şirketin zibidi patronu Necip’le birlikte; meşhur deyiminiz ‘teke dövüşü’nüze devam edebilirsiniz.

    Fakat dikkat ediniz;
    Necip, yine, Charles Darwin’den ve Herbert Spencer’dan miras kalanları kendine katık ederek, bir tutam evrim teorisi ile karıştırıp kapitalizmin mutlaklığı ve meşruluğu zırvasını ispat etmeye çırpındığında eğer cevap veremezseniz; ‘GegenStandpunkt – Politische Vierteljahreszeitschrift’deki deponuzda sıkışmayıp, başka kaynaklara da yönelmenizi öneririz marxist argüman.

    ‘Teke’ler bile kapitalizm tarafından sömürülüyor, tarım & hayvancılık bile tam anlamıyla şirketokrasinin plânlarına göre dizayn ediliyor. Ülkelerin siyasi yönetim ve iktisadi yönetim şekillerinin (plütokrasi, kapitalist, yarı-kapitalist, devlet kapitalizmi, komünist, sosyalist, otarşik, vb.) ne olduğu farketmeksizin; dünya genelinde, tarım & hayvancılık endüstrisi, şu 4 şirketokrasinin tekelindedir; ‘CP (Charoen Pokphand) Group’, ‘Cargill’, ‘New Hope Liuhe’, ‘Monsanto’. (Bu duruma, iktisadın kapitalist versiyonunda; ‘oligopol piyasa düzeni’ denir.)

    Bunların gerisinde kalan diğer bütün şirketokrasiler; bu 4’lü ile contractual (çoğunlukla da distributional mutabakatlarla) iş ilişkisi yürütürler, veya, bu 4’lünün müsaade ettiği ölçülerde, kendi piyasalarında dönem dönem eğlenmelerine göz yumulur. (4’lünün işgal ettiği pozisyonlar bazen değişir, geride kalanlar ara sıra üst basamaklarda soluklanmak adına yükselir, sonra tekrar düşerler. Onlar da şu şekilde; ‘Bunge’, ‘Kraft Heinz’, ‘Tyson Foods’, ‘Mitsui’, ‘Tata Chemicals’, ‘Amul’)

    ‘Galapagos Takım Adaları’ndaki planktonların yaşam-ölüm döngüsü’nü kapitalist sistemi açıklamak için bir tür mühimmat sayıp, ‘çiftçilerin, piyasada satamadıkları mahsûlleri; yollara dökmesinin, ayaklarıyla ezip düzeni protesto etmesinin’ normal kabul edilmesi gereken bir süreç olduğu zırvasını Necip gibiler hönkürür.

    Necip gibiler; ‘Galapagos Takım Adaları’ndaki planktonları’ örnek göstererek, evrim sürecinde kapitalizmin ne ölçüde olduğunu bilip bilmediğinizi test eder. Siz, eğer evrim sürecini bilmiyorsanız (ya da bilip önem vermiyorsanız); Necip gibi bir laf hokkabazının parmaklarında oynattığı bir kuklaya dönüşürsünüz marxist argüman.

    Son kez izah ediyoruz;
    Kapitalizm, (Necip’in zırvaları gibi) sadece insanın evrim süreciyle açıklanırsa, eksik kalır. Kapitalizm, aslen, ‘sosyo-ekonomik’ bir konudur.

    Sayfa: ‘Fikret Başkaya – Referandumun AKPcesi…’

    2 Nisan 2017, yorum no 34;

    Marxist argüman; ‘necip, senin buna cevaben yazdigin, benim yazdigimi cürütmek orda kalsin, arada alakayi nasil kurdun, anlamis degilim.

    3 Nisan 2017, yorum no 42;

    Marxist argüman; ‘necip, 38 nolu yorumda yazdigin cevap beni tatmin ve ikna etmedi. neyse, o konuyu gecelim.

    ===== Kısım 2 =====

    Şunu yazmışsınız; —dile getiren benim gibileri de ‘vatan haini komünist’ olarak afaroz ediliyor.

    Öncellikle şu ‘vatan’ ve ‘hain’lik safsatalarını geçelim; çünkü bu safsatalar, ulus ve devlet kavramlarının değirmenine su taşıyan iki araçtır (‘vehicle’dır), daha pek çoğu da vardır. Madem ‘marxist’ olduğunuzu iddia ediyorsunuz; öyleyse (en azından bu yazışmamızda) ‘vatan’ ve ‘hain’lik gibi fasaryalar üzerine görüşerek vakit harcamayalım, harf israfı yapmayalım.

    Şimdi, şu ‘komünist’lik meselesine ve ‘aforoz edilmek’ meselesine kısaca eğilelim. [Not; “Aforoz etmek”, her ne kadar Hristiyanlıkta yaygın bir kullanım olsa da; siyasi ve sosyolojik geçişkenlikle, hayatın pek çok alanında kullanılan bir terim de olagelmiştir; İslam’da tam karşılığı olmasa da, ‘mürted’ kelimesi münasip olabilir, ki, Muhammed adlı şarlatanın icat ettiği din İslam’da hiyerarşik ve karar dayatıcı yapıların olmadığı söylenegelse de… Neyse… Herhangi bir dinle uzak-yakın temasımız olMAdığından, metinlerimizi yazarken; dini referans taşıyan ifadeleri kullanMAmaya özen gösteriyoruz. Sırf sizin işaret ettiğiniz context’te (bağlamda); yani, ‘ötekileştirmek’, ve hâttâ ‘tamamen yok saymak, gerekirse yok etmek’e varabilen bir anlama bürünmesinden ötürü, bir kereye mahsus, biz de kullanmış olduk.]

    ‘Eleştiri’yi, ilk önce, kişinin (kişilerin) kendisine yöneltmesinde yarar var. Bunu, bir tür aşılama yöntemi olarak da kabul edebilirsiniz; yani, bir hastalığa karşı bağışıklık kazanıp o hastalığın pençesinde kıvranmayıp onu yenebilmek için, vücuda az miktarda enjekte edilen mikroplar, bakteriler (aşılar) vardır; ‘eleştiri’ derken kastettiğimiz şey bu, daha fazlası değil.

    Tarihe baktığımızda; ‘komünistlere’ kıyım yapılmadı mı? Yapıldı, hem de nasıl!… Şimdi bunları, buraya, tek tek yazıp, ‘dünya genelinde, sola uğrayan kıyımlar’ konusunda çeşit çeşit kaynaklardan müktesebat edinmiş veya bizzat içinde rol almış (örnek; Gün Zileli) kişilerin yazışmalar yaptığı bir web sitesinde, yine, yeniden, tekrar tekrar yazmanın, yine, yeniden ‘flashback’ler yapmanın (en azından şimdilik) gereği yok, ileride belki yaparız.

    ‘Komünistler’ bugün bile niçin ‘aforoz ediliyor’lar; oturup bu hususta ciddi ciddi kafa yormalarında yarar var, eleştiriyi İLK ÖNCE kendilerine yöneltmelerinde yarar var.

    Dünya genelinde pek çok (sayın ‘pipsqueak’in gözleri görsün) ‘medeniyet’ten, kendini ‘komünist’ kabul eden pek çok dostumuz, pek çok müttefikimiz var. Bunların arasında, ilk önce kendilerini eleştirmeyi özümseyecek kadar tecrübe edinmiş olanları olduğu kadar; hâlâ ama hâlâ ‘dediğimiz dedik!’ te ısrarcı olan mızıkçı meşrepli velet türü komünist geçinenler de var.

    Sizin, üst paragrafta bahsettiğimiz kategorilerden hangisine girdiğinizi tam olarak bilmiyoruz, sadece ‘beyan’larınızdan, ‘üslubunuzdan’ yola çıkarak, size (ve elbette, sitenin diğer katılımcılarına) metinler yazıyoruz.

    Marxist argüman, sizle aylar önce yaptığımız bir görüşmede; ‘takınMAmanız gereken tavırlar’ hususunda birkaç paragraf yazmıştık. Siz, bu paragraflarımızı, bir tür ‘sapanla taş atmak’ olarak algıladıysanız; yanılmışsınız. Nasıl algıladığınızı henüz bilmediğimiz için; size aynı paragraflarımızı tekrar gönderiyoruz;

    Sayfa; ‘İslami Faşizmin Bugünkü İki Temeli – Gestapo Tipi Polis Teşkilatı – Sokaklardaki İslamcı Kitle’

    20 Ekim 2016, yorum no 342;

    (333 no’da) çevirisini aktardığınız metnin tamamına yakını; ‘yukarıdan-aşağı yönlü şekillendirici, tepeden inmeci, yüksek perdeli, kalıpsal-kalıpçı, ‘en doğrusunu burada okuyorsunuz’ temalı, ve pek çok emrivaki’ cümleler içeriyor. İğnelemeler epey var ama çok kusurlu. ‘İnsan davranışlarının belirleyiciliği’ hususunda önemli tespitleri yazarken, sık sık direksiyonu kırıp, ‘insancıllık’ gibi temel taşların, adeta ‘zayıflık göstergesi’ olduğu yollu ifadeleriyle ‘marxistlerin (ve genelde sosyalistlerin de)’ düşmanlarının ekmeklerine yağ sürdüğü iddialarını ortaya atıyor, ne yazık ki asla genelleştirme yapılMAması gereken pek çok cümle var. Kalıplarına uymayan pek çok tabiri yok saymak, hakir göstermek yaygın; ‘hastalıklı ve bulaşıcı bunlar, fazla yaklaşmayın!’ gibi önyargı dolu mesajları mevcut. Metnin içinde; hayatta düzeltilebilecek aksaklıkların tespiti ve reaksiyon gerekliliği yer yer harikûlade anlatılırken, metnin birçok bölümü ‘işaret parmağını sinirli sinirli sallayıp, bu metni okuyan kişileri hizaya sokmak’ amacını taşıdığını okuyanın gözüne batıra batıra gösteriyor. Daha çok dinî metinlerde görülen ‘buyurgan üslûp’, burada da yaygın. Bunlara mukabil; ‘para mekanizmasının işleyişi’ne muazzam eleştiriler var, rekabet mefhumunun insanları nasıl birer (teşbihimizi mazur görünüz) ‘yarış atına dönüştürdüğü’ fevkalade anlatılmış, özgürlük kavramı ile ‘tahammül etmek’ eyleminin piyasa tarafından nasıl aynı anda istismar edildiği, ve dahası. Bütün bu sarmal yapı içinde, cümleler peşpeşe geldiğinden; sadece bir paragrafı, bir cümleyi çekip masaya yatırarak analiz edilemez. Metnin pek çok yerinde doğru gözüken bir tespit, birkaç cümle sonra bu görüntüsünü (ne yazık ki) bertaraf edebiliyor. Birçok kavram ‘keskin sınırlar içinde’ tanımlanıyor ve eleştiriliyor, ‘jumping to conclusions & hemen sonuca atlamak’ yaklaşımı epey yaygın, ve bunların okur tarafından kabul edildiği varsayılıyor. Kendilerine yöneltilebilecek herhangi bir ifadeyi; ani, telaşlı, kızgın bir refleksle yere yatırma amacı taşıyan cümleler pek çok. ‘Ördüğümüz bu kale duvarını, herkes kolay kolay aşmamalı’ gibi böbürlenmeler de yer yer kendini gösteriyor. Bu tür metinlerin ‘didaktik’ olması gayet anlaşılabilir bir durum; fakat, bu didaktikliği kalıpçı bir amaçla anlatmak, ‘en doğruculuk’ ısrarı, metnin pek çok yerinde işaret etmek istediği asıl olguların, asıl tehlikelerin görünürlüğünü azaltıyor, kendi çevresinde duvar örüyor, metnin asıl işlevi buharlaşıyor.

    (Yine yukarıdaki sayfa ile aynı yerden)
    20 Ekim 2016, yorum no 342;

    Dikkat buyurunuz;
    Bir tür, ‘sıralama’ var. İlk önce; kapitalizme karşı mücadeleyi genişletmemiz gerekiyor. Bu genişleme, akşamdan sabaha, bugünden yarına, çabucak olacak bir durum değil. Kendi aramızda yaptığımız didişmeleri şimdilik ertelemek zorundayız. Marxist argüman; eğer, kendi beyninizde biriktirdiklerinizle, bizim biriktirdiklerimizi ‘yarıştırmakta’ ısrar ederseniz; sadece kendi fanusumuzda debeleniriz, kapitalizm ise katliamlarına hızla devam eder, ediyor da!
    Bırakın, kim nasıl haykırmak istiyorsa, kapitalizme karşı isyanını istediği şekillerde dile getirsin.

    ‘Marxist (veya diğer türlü-çeşitli [ -ist’lerin ]) torna tezgâhından geçtikten sonra insanlar; kapitalizm karşıtlığı yapmalı’ şablonunuzla dayatmacı olmayın.

    172 numaralı metninizde kendi yazdığınız şu tespit mühim, kendi yazdığınız ifadeyi unutmayın;para’nin herseyi belirledigi bir toplumda, para sahibi kapitalist sinifinin, ‘para babalarinin’ gücü elinde bulunduran sinif-zümre oldugunu anlamak icin karl marx’i okumak $art degil.

    Son kez [*];
    Karl Marx (arkadaşı Friedrich Engels’le birlikte); kapitalist sistemin analizini yapan en önemli beyinlerdendir.
    Fakat Marx, hiçbir ‘düzen’ taslağı hazırlamadığı gibi, böyle bir şeye de yeltenMEmiştir. Bizler, ‘marxist’ değiliz, fakat sizin mahlasınızda ‘marxist’ kelimesinin geçmesinden ötürü; Marx’ın herhangi bir düzen tasarımcısı olMAdığı gerçeğini daima aklınızda tutmanızı ümit ederiz.

    Son tavsiye;
    Marxist argumentationlarınızı kurarken; bu [*], aklınızın bir köşesinde daima bulunsun.

  643. marxist argüman

    necip,

    seni yakin markaja alan anar$ist arkada$in markajindan kutulman icin iki secenegin var:

    ya “ben bir günahkarim” deyip suclamalarin hepsini kabul edeceksin.

    ya da oyun yerini degi$tireceksin, yani forvetten orta saha ya da savunmaya gececeksin; bu demektir mahlasini degi$tirmen lazim.

  644. teknisyen türkçe, technician kafirce

    “Birincisi, ‘teknisyen’ kelimesini Turkcedeki anlamiyla kullaniyorsaniz, konudan tamamen bihaber oldugunuzu kabul edebiliriz.”
    “Yok, eger kefere dillerindeki anlamiyla, ‘technician’ demek istiyorsaniz, bu durumda da, isini detayli dusunerek ve belli bir ciddiyetle yapan herkes birer ‘technician’dir.”
    Bende bir tanım:
    Boşluğun tanımı: dalkavuk NeAcayip Beyin beyni
    Tdk tanımlar:
    1. Kefere = Müslüman olmayanlar, kâfirler
    2. Teknisyen = Fransızca technicien (İngilizce technician)
    Bu teknisyen [kefere dillerinden bir kelime ( kefere dillerinden değil ama yabancı dilden bir sözcük)] dalkavuk herif üstündekilerin altından çıkarıp kendi ağzına aktardıkların yutar ve yaltakçılığının kodu (kefere dillerde buna “code”, denir) olan “elhamdülillah”(kefere dillerinden değil ama yabancı dilden bir kelime), der.
    Dalkavuklara kefere dillerinde “kiss ass, brown nose, lèche-bottes, lèche-cul ve bunlar üssel arttıkları için, bu site başta baş bunun azabını çekenlerle dolu, bunlara verilen adlar da üssel artar).
    Not: bu dalkavukların yuttuklarını asıl tadı bu yabancı dilden olan “elhamdülillah” kodundadır.
    Not: Kefere dillerde sıraladığım sözcüklerin kökenleri de kefere dillere dayanır ama bu komediyi uzatmaya gerek yok.
    Gelelim iki “ciddi” soruna.
    Bu zavallı her zaman ya kabız (banka gibi) ya ishal (işi asıl elde tutanların akıl hocaları gibi) olan yukarıdakilerin durmadan altlarından altlara aktardıklarını iyice yutmuş.
    Örneğin, “technician” sözcüğü soyutlaştırılmış ilahileştirilmiş, yani zaman ve mekân dışı, aşkın kılınarak kendisi gibi enayilere yutturulmuş.
    Bu sitede aynı tuzağa düşürülmüş sayısız enayiler var. Örnekler vermeye kalkışsam sayfalar tutar.
    “Technician”, sözcüğünün ilahileştirmemiş anlamda kullanan yüzlerce düşünürlerden biri, yanlış veya doğru, “Eğer Marx geri gelse, dünyayı asıl yöneten ‘Capital’ değil ‘Technique’, derdi”, der.
    Bu salak en azından henüz C. W. Mills’in 1956’de yazdığı “Power Elite” kitabını bile okumamış. Bu ağzı ishal zavallı sürüngen en azından benim daha da çok hoşuma giden “Egocrat”, kitabını okusa belki yediklerini bu siteye kustuğunda pis koktuğunu anlar. İnşallah!
    Bu herifi ciddiye almak bile bana kendimi aşağılaştırmak gibi geliyor. Aynı salt 19. yüz yıl bilim-tekniğe tapan kendisi gibilerin kitaplarını satan İngiltere’den diplomalı Analşiti ciddiye almam gibi.
    Sayın ve Yüce NeAcayip Bey,
    Hizmetçiliğini ettiğin şirketin yukarıdakilerinden sana bir dışkı aktarıldı. Şirketin kar miktarını arttırıp rekabeti kaybetmemek için 100 kişini işine son vermek gerekir.
    Bunu emri yerine getirdiğinde sen bir “technician” misin yoksa kıç yalayan dalkavuk mu?
    Bu sitenin %99’9’u oluşturanların inandığı, salt kelimelerle yeniden yapılan “Dünya”da varlıklar ağırlıklarını kaybederler sayın doğuştan faşist NeAcayip bey. Zaten bu site faşistler sitesi. Sen ancak bu sitedeki klonlarını kelimelerle kandırabilirsin.
    Her neyse, hiç değilse televizyon-eğlence dünyasında yukardan ağzına aktaranları aşağıya aktaranların başında gibi görünen, adi kayış Erdoğan’a telefon ettim. Bu herif NeAcayip Bey’e Müslüman Türkçe klavye kullanması emrini verecek. Diğer bir deyişle, ağzına edecek.

  645. “Kapitalist masken ile örttüğün “caniliğini” teker teker ifşa ediyoruz diye”

    Neyi ‘ifsa ediyor’ mussunuz?

    Ben yazdiklarimi aleni ve acikca yaziyorum.

    18 yasindan gun almis herkes kendi sorumlugunu tasir.

    Tabii ki, siz haric.

    Sizin aklen balig oldugunuza dair bir emmare bulamadim henuz.

    “‘Sorumlusun’, çünkü kapitalistsin!”

    Guilty by (imagined) association, eh?

    Bu arada, herzamanki alisknaliginiz depresmis ve ‘===== 1 =====’, ‘===== 2 =====’ ve ‘===== 3 =====’ numaralariyla yazdiklariniz kendi kafanizdakilerin ishalidir.

    Ben onlarin hicbirini yazmadim.

    Yalan yanlis yaziyorsunuz. Yeni bir sey degil, gerci.

    Son olarak sunu soyleyeyim –tekrar.

    Insanlar da, sirketler de, kulturler de, medeniyetler de olur.

    Dunya da, ay da, gunes de, evrenin tamami da bir gun yok olacak.

    Herbirinin arasinda da turlu cesitli ‘somuru’ denilebilcek iliskiler olabilir.

    Hicbirisinin sorumlusu ben degilim.

    Sizde bu kadar basit ve yalin bir realiteyi gormek, anlamak, idrak etmek kapasitesi olmadigindan, totem dansiniza devam edebilirsiniz.

  646. Amerka'nın icadı

    1992 Amerikaları icat etmenin 500. yüz yılı kutlandı. Asıl adı soykırımı olduğunu bilenler an bu olayın çirkinliği kınayıcı filimler yaptılar. Filmlerin bazılarını hala çıplak gezen vahşi ilkeller yaptı.
    Bu vahşiler, henüz feminizm politikasından yararlanmayan, çıplaklık ticaretini bilmeyen, elbise ve kumaş sanayisinden habersiz, Müslümanlık gibi “kapat ayıp”, şimdi “aç hoşa gidiyor” diyen ama önce çıplaklık ve seks “günah” olduğundan çıplakları, özellikle Eskimoları, kırımdan geçiren Hıristiyanlar gibi medeni değiller.
    Tüm medeni insanlardan farklı olarak çıplak gezmekten utanmayan bu zavallı geri kalmış vahşi ilkel aşiretlerden biri yaşadıkları bölgeyi yok edecek bir barajı yapmaya hazırlanan Brezilya devletini uluslar arası destek kazanarak açık tartışma toplantısına mecbur etti.
    Devlet bu cahil ilkellere dünyanın enerjiye ihtiyacı olduğunun tarihsel, materyalistsel, Marksistsel, kapitalistsel, anarşistsel, bilimsel, tekniksel akıl yürütmeleri için bu site müdürü Hz. Zileli ve aynı ama değişik klonları Hz. Marxist Argüman, Hz. Necip, Hz Yusuf Balcılar gibi kalpleri doğru yolda, düşünceleri derin, beyinleri ter temiz bilim-teknoloji hayranlarını gönderir.
    Kucağında bebek taşıyan bir kadın söz alır.
    – Geldiğinizden beri “enerji”, “enerji”, “enerji”, diyorsunuz. Neden geldiğinizde nasıl yaşanacağını bize sorup öğrenmediniz?
    Bu arada 19. yüz yılsonu Bahia’da ilkelliğe benzeyen ama ilhamını ilkel Hıristiyanlıkta alan, fahişe, hırsız, haydutlardan oluşan bir cemaat kurarlar. Brezilya ordusu 2-3 defa saldırır ama yenilgiye uğrar. Nihayet komşu devletlerden yardımla son saldırıya geçer. Bu cemaattekiler ilkelciler gibi konuştuklarından aynı bu siteyi dolduran laik, modern, bilimsel, seküler, anarşist falan filanlar gibi bir mühendis Büyük Fransız Devrimi’nden sonra hala böyle konuşmalar yapan enayiler kaldığına inanamaz ve saldırı ordusuna katılır. Tuttuğu gündemi sonra Mario Vargas Llosa romanlaştırıp yayınlar. Gündemde bu sitedekeliere benzeyen mühendis, Euclides da Cunha, aslında kendinin bir enayi olduğunu anlar.
    Darısı bu sitede dolup taşan çomarlarla kırolara.

  647. “Bugün büyükşehirlerde ve sahillerdeki yazlık yerlerde yaşayan, [..] üniversiteli ve kolejli kızlardan bir kısmını [..] içinde yaşadıkları ortamdan birdenbire alarak onları köylerde yaşamaya, tarla sürmeye, çobanlık yaptırmaya, [..] attığınızda tepkiyle karşılaşmanız kaçınılmaz.”

    Bahsettiginiz ‘kesim’ mevcut olmakla birlikte, bir genetik evrim sonucu ortaya cikmis degiller. Sartlar cok da zorlayici olmadigi icin, oyle bir hayatin icine dogduklari icin, oyle yasiyorlar.

    Fiziksel anlamda daha zor sartlarla karsilastiklarinda, biraz zorlanacaklardir muhakkak. Ama, basa cikabileceklerine neredeyse eminim.

    Ya da, soyle soyleyeyim: Sehirde dogmus erkeklerin daha dayanikli oldugunu hic iddia edemem.

    Erkek evlat sahibi annelerin ogullarina ne kadar ihtimam gosterdigini, onlarin tepesinde pervane/helikopter kesildigini, onlari (ozelliklen de, kizlara karsi) ne denli koruma altina aldiklarini gordukce, erkeklerin hayata daha az hazirlikli oldugunu bile dusunur oldum.

    Bu da, bizi, bambaska bir tartismaya goturur: ‘Kadina siddet’ konusundan en cok sikayet eden kadinlar, kendi ogullari sozkonusu oldugunda hep ve canhiras bir sekilde karsi tarafi (yani, oglunu ‘ayartan’ kizi/kadini) suclarlar.

    Bu celiskiyi hep merak etmisimdir.

    Acaba, kadinlarin bir bildigi mi var?

  648. “seni yakin markaja alan anar$ist arkada$in markajindan kutulman icin iki secenegin var:”

    Yok. Ikisi (herhangi birisi) de gerekli degil.

    Boyle bir eglence aramakla bulunmaz.

    Gerci, bir miktar vicdan azabi da duymak ihtimalim yok degil.

    Sunun icin: Akli^ sorunlari olanlarla eglenmegi hic hos bulmam.

    Bu arkadasimizin bu durumu konusunda henuz kesin hukum veremedigim icin, simdilik eglenmekte sorun gormuyorum.

    Ilerde kanaatim degisirse, ilismem artik.

  649. “Kapitalizm, kendi kendine hareket eden bir organizma değil; insanların davranışları ile işleyen bir sistemdir.”

    Hala daha ayni nakarat.

    ‘Kapitalizm’ diye bir sistem yoktur.

    ‘Kapitalizm’ diye bir ideoloji de yoktur.

    Kurucusu yoktur, ideologu yoktur.

    Sizin ‘kapitalizm’ dediginiz sey, insanlarin avci-toplayici devirlerinden beri evrilegelen sosyo-ekonomik olgunun isimlerinden biridir.

    Bunu anlamanizin neden zor oldugunu anlar gibiyim: Hayatinizi kilitlediginiz bir seyin mevcut olmadigini kabul etmek istemiyorsunuz.

    Ortaya cikacak bosluk sizi o kadar da korkutmasin.

    Oculerinizden, totemlerinizden, yeldegirmenlerinizde baska kaybedecek bir seyiniz yok; emin olun.

    Ve, bir de –lutfen– yetkin birkac doktora gorunun.

  650. marxist argüman

    anar$izim ve yanli$ sistem ele$tirisi

    necip’i yakin markaja alan anar$ist arkada$tan alinti:

    “Sen ve muadillerin; sömürü zehriyle yaşayan kapitalist sistemi köpürten, insanları sömürmekten haz duyan, caniliğe yakın kişilersiniz.”

    i$verenler/patronlarin insanlari sömürmekten haz aldiklarini hic sanmam; cani olmadiklari da kesin.

    kapitalist dünyada i$verenler/patronlar denilen insanlar da herkes gibi para kazanmak/ya$amak icin o i$i yapiyorlar.

    yalniz bu insanlarin normal/siradan bir insandan/cali$andan farki $udur: cali$anlar icinde hiyerar$inin üst basamaklarinda yer alan müdür, menejer gibi görece daha cok para kazanlar oldugunu biliyoruz, fakat konumuz kim, neden. ne kadar kazaniyor olmadigi icin bu farklari $imdilik gecersek, siradan bir i$cinin/memurun vs. kazandigi ancak ay sonununu getirecek kadardir; yani ay sonuna kadar para tükenir.

    i$veren/giri$imci/i$adami denilen insanlarsa ihtiyacindan daha fazla sermaye/para ya da mülkiyete/ta$inmaza sahip insanlardir.
    bu insanlarin bu paraya, mülkiyete nasil eri$tiklerinin konumuz acisindan hicbir kiymeti yoktur.

    i$in püf noktasi $udur: devletin yasalari ile cercevesini cizdigi kapitalist ekonomide, insanlarin temel ihtiyaclari olan mamüllerin/mallarin/ürünlerin üretimi “toplumsal/kolektif” bir planlama sonucu yapilmaz, nasil yapilir?

    cevap: kapitalist devletin yasasi ile düzenledigi, adina “özel giri$imcilik” denilen bicimde; yani özel sahislara/bireylere ekonomik üretim faaliyeti icin; toplumun ihtiyaci olan mallarin üretimi icin yetki verilmesi ve bu i$i tek tek bireylerin birbirlerinden bagimsiz olarak rekabet ili$kisi seklinde icra etmeleri sözkonusu.

    kapitalist dünyada prensipte her bireyin “özel giri$imci” olma hakki ve özgürlügü vardir. gercekte ise belli büyüklükte/coklukta bir sermaye/para/kredi sahibi olanlar, ya da ihtiyac fazlasi özel mülkiyete sahip olanlar ancak bu i$i yapabilirler.

    ihtiyac fazlasi paraya/mülkiyete sahip insanlar ihtiyaclari olmadigi halde; temel ihtiyaclarini kar$ilayabildikleri halde neden “özel giri$imci” olurlar?

    cevap: sermayesine sermaye katmak; daha fazla sermaye, daha fazla zenginlik icin.

    bu demektir, “i$verenlik” meslegi “i$alan” insanlarin varligini $art ko$ar. ne demek bu?

    “i$verenlik” nasil ki belli bir sermaye/mülkiyet sahibi olmayi gerektiriyorsa, “i$alan/i$ci” de i$gücünden ba$ka (kayda deger) bir sermayesi/mülkiyeti olmama durumunu ifade eder.

    “i$adami/i$kadini” denilen sermayedar insanlar sermayelerini cogaltmak icin “sermayesiz” insanlarin i$gücünü satin almak suretiyle ba$kalarini cali$tirirlar. bu demektir böyle ili$kinin, yani “i$veren-i$alan” ili$kisi bir madalyonun iki yüzü gibidir; herkesin temel ihtiyaclarini kar$ilayacak mülkiyete, paraya, imkana vs. sahip oldugu bir toplumda “i$veren” diye bir meslek olamaz, cünkü toplumun tüm bireyleri kendilerini gecindirecek imkanlara bir $ekilde sahip olduklari icin hickimse “i$veren” denilen sermayedar’in kapisinda i$ dilenmez. yani “i$verenlik” olsa olsa bir aile $irketi olur.

    sonuc: özetle, “özel giri$imcilik” $u durumlari $art ko$ar:

    1. “özel giri$imciligi” ve “özel mülkiyeti” yasalari ile düzenleyen, te$vik eden, koruyan, gözleyen garantör bir güc/otorite’nin varligi. bu devlet oluyor; burjuva devlet ya da kapitalist devlet de deniliyor.

    2. “özel giri$imcilik”, ihtiyac fazlasi sermaye/mülkiyet sahibi sermayedarlarin varligini $art ko$ar.

    3. “özel giri$imcilik”, tek sermayesi i$ gücü olan sermayesit/mülksüz insanlarin varligini $art ko$ar

    yorum uzadi: görüldügü üzere “özel giri$imcilik”, adina “kapital-izm” denilen ve paranin/kapitalin/sahsi mükiyetin birikimini esas alan, bundan dolayi da banka ve borsa’nin merkezi bir rol oynadigi siyasi ve iktisadi bir sistemdir.

    hal böyleyken, düzeni bir bütün olarak hedefe koymak yerine, tek tek özel giri$imcileri “cani, zevk/haz almak sömüren” insanlar olarak damgalamak sacmalik degil midir?

  651. marxist argüman

    soykirimlari/katliamlari rakamlara indirgeyen mantik

    “Değil soykırım, katliam terimini bile kabul etmeyen inkarcı resmi Türk tezinin karşısında da “1.5 milyon” Ermeni’nin öldürüldüğü şeklinde abartılı rakamlar öne sürülüyor.”

    “vahim” olan ve tarti$ilmasi gereken olgu, jöntürklerin/kemalistlerin homojen bir ulus devlet kurmak icin giri$tikleri icraatlardir. dünyada bu amac ve hedef ile “etnik ve dini temizlik” yapan siyasetci/devlet adamlarinin jöntürklerden/kemalistlerden ibaret olmadigini da biliyoruz.

    öldürülen ermeni sayisi bir bucuk milyon degil de, on bin olursa meselenin özünde degi$en bir$ey olur mu?

    tarti$ilmasi/sorgulanmasi gereken öldürülen insan sayisi midir yoksa insan öldürme eylemi ve bu eylemin hangi maksat ile ve kimler tarafindan yapildigi midir?

  652. Marxistlik satıcısı

    Öğrenciler Marxist Argüman’ın pis suratına tükürüp duruyorlar. Ama bu azılı asi devrimcilik rahip-imamından bir ses çıkmıyor. Hala anlamadağı konuların hafizlığını yapmakla geçiriyor.

  653. marxist argüman

    kapitalist dünyada zenginlik ve servet’in kaynagi

    necip’ten alinti:

    “Bu bakis belli bir gercegi yansitmakla beraber, konunun ozunu iskalayan bir yaklasima isaret ediyor.

    ‘Ozel sektor’ dedigimiz kitle, onceden verilmis imtiyazlarla o noktaya/makama getirilmis insanlardan olusmaz. Yani, kimlerden olustugu son derece akiskandir (‘fluid’dir); surekli degisir.

    Bugun ‘ozel sektor’de bir aktor olan bir birey, yarin pekala bambaska bir yerde olabilir. Tersi de mumkundur: Bugun bir okulda ogretmen (memur) olan kisi, yarin ‘ozel sektor’de aktor de olabilir.”

    necip benzer itirazlari benzer argümanlarla daha önce de yapmi$ti.
    fakat necip’in yazdiklari benim yazdiklarimi cürütmedigi gibi kar$i argüman da degildir.

    örnek: diyelim ki ben t.c. ba$bakanlarinin ya da emniyet müdürlerinin, ya da kisacasi devlet adamlarinin elinde ki yetkilerinden; bu insanlarin toplumun kaderine hükmeden konumundan bahsediyorum.

    necip kar$i argüman olarak itiraz ediyor: ya ama devlet adamlari hep ayni insanlardan olu$muyor ki; sürekli degi$iyorlar.

    iyi ama devleti yönetenlerin sürekli degi$meleri, devlet’in fonksiyonunda, devamliliginda bir degi$ime yol acmiyor; devletin beka’sini, yüksek cikarlarini, varligini esas alan amac/hedef degi$miyor; degi$ey $ey secim ve atama ile devlet’i yöneten personelin degi$mesi.

    arti, degi$mez/tarti$ilmaz hedef/amac olan devletin varligini, beka’sini, yüksek cikarlarini hangi politikalar ile en iyi $ekilde gercekle$tirebiliriz, tarti$masi.

    benim tarti$maya actigim olgu “özel sektör/i$ dünyasi” denilen i$verenler zümresini olu$turan insanlarin adinin ahmet mi mehmet mi oldugu, hangisinin batip hangisinin yükseldigi; kimin ne $ekilde o zenginlige eri$tigi degildir. nedir peki?

    günümüz kapitalist dünyasinda hangi topluma bakarsan bak, para’nin/sermayenin/özel mülkiyetin gücü ve bu gücü elinde bulunduran seckin zengin azinlik.

    bu seckin zengin azinligin icinde zaman zaman kimilerinin ce$itli sebeplerle batmasi; ve yine zaman zaman yenilerinin bu seckin zengin azinliga dahil olmasi meselenin özünde herhangi bir$ey degi$tiriyor mu? hayir.

    tamami zenginlerden olu$an bir toplum dünyada var mi?
    fakirin, muhtacin, mülksüzün, parasizin vs. olmadigi bir toplum dünyada var mi?

    yok, olamazda, cünkü sözkonusu o zenginligi zaten ortaya cikaran siradan bagimli insanlardir; cali$anlardir.

    borsa’da vs. $ansi yaver giden ve zengin olan istisnalari saymazsak; ve yine menejerlik, artistlik, televizyon moderatörlügü, futbolculuk gibi astronomik paralar kazanan istisna meslekleri saymazsak, bu dünyada sirf kendi i$ gücü ile, sirf kendi cali$masiyla zengin olmak mümkün degildir.

    “servet” denilecek derecede birikmi$ zenginlik sözkonusu ise, muhakkak ba$ka insanlari cali$tirarak onlarin sirtindan birikmi$ bir sermaye, zenginlik sözkonusudur.

  654. marxist argüman

    softa’dan anar$ist olur mu?

    necip’i yakin markaja alan anar$istin bana yazdigi cavaba cevap:

    bu arkada$ ile ne zaman tart$sam her defasinda sanki otomotige baglanmi$ bir mekanizma ile, sanki bir robot ile tarti$iyormu$um hissine kapiliyorum. neden?

    cünkü bu arkada$ nokta ve virgülüne kadar yüzde yüz ayni cevaplar yaziyor; yani kesinlikle yeni bir cümle kurmuyor.
    yorum niyetine yazdigi $eylerde ayet, hadis gibi, kendisine ait olmayan, ba$ka yazarlardan alinma hep ayni metin ve paragraflardan olu$uyor.

    burdan $u sonuc cikar:

    bu arkada$ yorum ve cevap olarak buraya yazacagi $eyleri dosyalar halinde bilgisayarina kaydetmi$; her defasinda o kayitlari alip burda yayimliyor; böylelikle yeni bir cümle kurmaya da ihtiyac duymami$ oluyor.

    yani ögrenme ve dü$ünme yöntemi olarak kutsal kitaplari ezberleyen insanlar gibi softa bir anar$istle kar$i kar$iyayiz.

    birde “tereciye tere satma” diye hava atiyor.

    bre softa, sen önce bilgisayarinda kayitli o hazir cevaplari; o hadis ve ayetleri sil, ve düsüncelerini kendi cümlelerinle ifade etmeyi dene.

    yoksa seni fikir tarti$masi partneri olarak ciddiye almak mümkün olmuyor.

  655. 25 no’lu yorum

    Yine alakasız şeyler. Her şeye muhalefet edeceğim diye insanların ne kastettiğini anlamadan çekilen bilgiç nutuklar.

  656. “annelerin ogullarina ne kadar ihtimam gosterdigini, onlarin tepesinde pervane/helikopter kesildigini”

    Anne-babaların çocuklarına yönelik bu aşırı korumacılığına benzer bir durum da şu hikayede geçiyor;

    https://www.youtube.com/watch?v=rgjRhgXaN2Q

    Bu ebeveynlere özgü bir durum değil yani.

  657. “Oculerinizden, totemlerinizden, yeldegirmenlerinizde baska kaybedecek bir seyiniz yok; emin olun.”

    Bu önemli. Çünkü sadece kapitalizmi değil, hayatta herhangi bir şeyi gözünde büyüten insanlar için de gerekli bir öğüttür.

  658. benzer benzemez klonlar

    Marksistlere göre insanlar bir merdiven basamaklarında aşağıdan yukarıya sıralanırlar. Merdivenin adı maddi koşullar. Bu merdiven eski ve dinsel “Büyük Varlık Zinciri” (“Great Chain of Being”) gibi statik değil, dinamiktir. En altta vahşiler, en üstte Avrupa ve Amerikalılar. Aradaki basamaktakiler çevik maymunlar gibi hep basamak atlamak isterler ama maddi koşullar olgunlaşmadan atlama zıplama olmaz. Bu sitedeki Anarşist Başkan G. Zileli, Seyyar Satıcı Marxsist Argüman, Müdür Necip Bey, her ay guru değiştiren Kırmız-Beyaz Yakalı anarşistler ve her zaman olmak istedikleri ama başaramadıkları Erdoğan-Atatürk ikizleri, Türkler, Kürtler, Aleviler aşağı ortada bir basamakta yer alırlar. Türkler, Kürtler ve Aleviler gibi başkanları, müdürleri, seyyar satıcıları, guruları, orkestraları, bilim-teknik adam ve hanımları, generalleri, orduları, bankacıları, vs. vs. vs. ıvır zıvır olsun diye devamlı can atan alttaki vahşiler maddi şartlar pişince hep birlikte bir hop diye yukarı basamağa zıplarlar.
    İlham ve coşkunluklarını kapitalist-burjuva kaynağından alan eski anarşistler de aynı merdiven teorisine inanırlardı. Marksistler ve ikizleri anarşistler kapitalist-burjuva düşünürler gibi tüm insanlık adına, evrensel, tüm dünyayı içeren bir dille zırvaladılar. Aynı evrensel Katolik, evrensel İslam dilleri gibi.
    Ama yaratıcı, dahi, diplomalı Başkan Anarşist G. Zileli bilimsel buluşuyla merdiveni değiştirdi. Merdiven maddi olmaktan çıkıp manevi oldu. Yani bulgur pilavı değil, bulgur pilavını yapma tarifi önem kazandı. Kısacası canlı varlıkların programlarını içeren yönergelerin değişmesi, genlerin mutasyonla hop diye zıplaması maddi basamaklarda zıplamanın yerini aldı. Böylece zamanımıza egemen olan ihtimal hesapları, istatistik, kuantum fiziğinin belirsizlik ilkesi Marksistlerin belirliciliğe dayanan klasik Newton fiziğinin yerine geçti.
    Tabii sayın okuyucular, Marxsist Argüman ve Başkan G. Zilleli fiziğin, kuantum fiziğinin veya Newton fiziğinin ne olduğunu, hatta kendi konularını içeren tarihi, antropolojideki buluşları, ilkellerin kim olduklarını, bilim-tekniğin ne olduğunu bilmeyen sadece modaya uyan iki şapşal ama farkında olmadan esen rüzgâra kapılmamak politika ticareti hayatna atılan için imkânsız. Zaten bu politika muhabbet tellallarının hepsine ortak olan zamanına uymak.
    Bir benzerlik daha var. Aslında her iki yavşaklar yığının babası Darwin. Darwin o salakların, o varlık ve yaşamdan nefret edenlerin dünyasını sarsan kitabını yayınladığında çıplaklarla yaşayan ve aynı teoriyi bulan Wallace, Darwin’i insana geldiğinde “evrim” teorisinde çok daha titiz olması için uyardı ama bu sitedekiler gibi çoğunluğu alçak doğmuş alçak büyümüşler toplumundan fırlayan Darwin kulak asmadı.

  659. Necip'e bir soru

    Aynı mantıkla “Balkan Oligarşisi diye bir sistem / kurucusu / ideologu yoktur” şeklinde bir görüş öne sürülürse nasıl yanıt verirsiniz? Herhalde başta M. Kemal olmak üzere asker-sivil bürokrat, gazeteci gibi kişilerden somut örnekler vererek itiraz edersiniz.

    Peki aynı şekilde Koç, Sabancı, Doğan gibi kişilerden “somut örnekler” verilerek bunların da kapitalizmin Türkiye’deki (ve diğer ülkelerdeki muadillerinin de o ülkelerdeki) kurucuları-ideologları olduğu söylenirse ne dersiniz?

  660. “iyi ama devleti yönetenlerin sürekli degi$meleri, devlet’in fonksiyonunda, devamliliginda bir degi$ime yol acmiyor; devletin beka’sini, yüksek cikarlarini, varligini esas alan amac/hedef degi$miyor; degi$ey $ey secim ve atama ile devlet’i yöneten personelin degi$mesi.”

    Benzetmede sorunlar var. ‘Devlet’, herhangi bir ‘ozel sektor’ kurulusundan onemli farkliliklar gosterir:

    Belli bir cografyada, devlet, bir tekeli temsil eder.

    Iflas etmesi neredeyse imkansizdir.

    Zarar yazmaga basladigi anda daha cok/yuksek vergi toplar.

    Devlet dedigimiz yapinin istisnai bir imtiyazidir bu.

    ‘Ozel sektor’un bir butun degil de, muhtelif sirket veya sahislardan ibaret oldugunu not edersek; bunlarin hicbirinin (normal sartlar altinda) tekel olmasi sozkonusu degildir –‘devlet’ buna izin vermez, verMEmekle yukumludur.

    Tekellesme kisa bir zaman icin sozkonusu olsa bile, uzun vadede bu kabul edilmez; bir sekilde dagitilir, parcalanir.

    “bu seckin zengin azinligin icinde zaman zaman kimilerinin ce$itli sebeplerle batmasi; ve yine zaman zaman yenilerinin bu seckin zengin azinliga dahil olmasi meselenin özünde herhangi bir$ey degi$tiriyor mu? hayir.”

    Disaridan bakinca ‘hayir’ demek mumkun, tabii ki; ama, icinden oyle degil.

    Sizin “zaman zaman kimilerinin ce$itli sebeplerle batmasi” diyerek vaka-yi adiyedenmis gibi gecistirdiginiz sey, ‘ozel sektor’deki herhangi bir sirketin surekli gordugu korkulu ruyalarindandir.

    Ne zaman, kim(ler) sizin sektorde ortaya cikacak, ve rekabet yoluyla sizin batmaniza yol acacak sorusunun gercek bir cevabi olmadigi icin, bu ‘tehdit’ surekli aklinizin bir ucunda durmak ve tedbirler gelistirmek zorundasinizdir.

    Isin kotusu, bu ‘tehdit’, illa baska birilerinin dogrudan dogruya rekabeti ile de olmak zorunda da degildir. ‘Pazar’ veya teknoloji degisebilir ve aniden ayazda kalabilirsiniz.

    [Yani, ‘moda’ (‘mode of doing business’) degisebilir. Bu, sadece tekstil sektorunde olmaz; her sektorde olabilir.]

    Peki, tedbir olarak ne yapabilirsiniz?

    Silahli adamlar tutup rakiplerinizi oldurtmek, ya da devleti oyuna katip size ilave imkanlar yaratmasini saglamak gibi seyler hep arzu edilir de, bunlar her babayigidin becerecegi seyler degildir. Cogu zaman da hamhayaldir.

    Daha makul olani, ilerde ortaya cikabilecek bu tur ‘tehdit’lerle basedebilmek icin, yeni yatirimlar yapabilmek vs icin (unutmayin: bankalar ticari kredilerini istedikleri anda geri cagirabilirler; hazirlikli olmaniz elzemdir), birikmis servetinizin olmasi gerekir.

    ‘Reserve capital’ (ya da, ‘ihtiyat akcesi’) dedigimiz seyden bahsediyorum.

    Baska bir deyisle, ozel sektorde hayatin bir realitesi olan, bu ‘tehdit’ ya da ‘tehdit algisi’ sizi ‘sincap modu’na sokar: Edindiginiz her kurusu biriktirirmege cabalarsiniz. Hatta, ‘varyemez’ olursunuz.

    ‘Mutesebbis’ olarak ciktiginiz yolda, tedbir almak adina, bunu yaptikca –farkinda dahi olmayabilrisiniz– ‘kapital’ist olup cikarsiniz. Tabii ki, ‘tesebbus’unuzun karliligi devam ediyor ise.

    Bunu da, haliyle, elinizdeki imkan ve kaynaklari daha ‘verimli’ kullanarak yapmak zorundasiniz: Daha az malzeme ve enerji ile uretmenin yollarini ararsiniz. Yani, gozleriniz bir yandan ‘pazar’da, bir yandan da teknolojinin yanan mumunda olur hep.

    Tek parametre de bunlar degil tabii ki: Daha az (veya daha ucuz) emek ile uretmenin yollarini da ararsiniz; aramak zorundasiniz.

    Bunun dogrudan bir yansimasi da, calistirdiginiz insanlari somurmek olarak algilanmaktir. Populist jargonda sosyal/sosyoekonomik bir problem sayilirisiniz.

    [
    Isin garip tarafi: Hem musterileriniz hem tedarikcileriniz, hem de calisanlar, sizin biriktirdiginiz ‘ihtiyat akcesi’nin buyuklugune bagli olarak, sizinle calismagi daha bir tercih ederler. Cunku, aniden batmak ihtimaliniz o denli dusuktur.

    Yani, cok daha az para verse bile, herkes ‘zengin’le calismak ister.
    ]

    Ben bunlari acindirmak icin yaziyor degilim –tabii ki, baska heryerde olabildigi gibi, ozel sektor mensubu olmanin baskalarinca gipta edilebilir taraflari var. Sadece, ‘iceri’den nasil oldugunu anlamaniza yardimci olmak istedim.

    “yok, olamazda, cünkü sözkonusu o zenginligi zaten ortaya cikaran siradan bagimli insanlardir; cali$anlardir.”

    Evet, oyledir. Ama, ‘calisanlar’ kumesinde (setinde) nedense sadece maas/ucret karsiligi calisanlari gormek aliskanligi analizleri eksikli kiliyor.

    Sirket, kendiliginden kurulmadigina gore, kendiliginden de yurumedigine gore, sahip veya sahiplerinin ne kadar calistiklarinin gozardi edilmesidir bu eksiklik.

    “bu dünyada sirf kendi i$ gücü ile, sirf kendi cali$masiyla zengin olmak mümkün degildir.”

    Hem dogru, hem de yanlis. Sans (dogru zamanda dogru yerde olmak) onemli. Ama, o sansi kullanabilmek daha onemli.

    Insanlari organize edebilmek ve yonetmek gibi yetenekleriniz de olmali.

    Bu yetenekler de, KPSS filan gibi, bir sinav sonucunda belirlenen seyler de degildir. Her gun bir baska ‘sinav’dan gecersiniz. Gecerseniz devam edersiniz, kalirsaniz batarsiniz.

    Sinavdan cakip cakmadiginizi da, her zaman, hemen ogrenemeyebilirsiniz. Yani, bugun yaptiginiz bir hata, birkac sene sonra sizi batirabilir.

    “‘servet’ denilecek derecede birikmi$ zenginlik sözkonusu ise, muhakkak ba$ka insanlari cali$tirarak onlarin sirtindan birikmi$ bir sermaye, zenginlik sözkonusudur.”

    Bu, cogu zaman dogru bir onermedir. Yani, kulaga dogru geliyor.

    Ama, ‘calis + tir + mak’ dediginizde, sanki, zor kullanarak birilerinin calismasini saglamaktan bahsediyor oluyorsunuz.

    Bu dogru degil.

    Ister bir sorun olarak, isterse de realite olarak kabul edin; her ekonomide, istedikleri sartlarda (ya da o sartlara yakin) belli bir isi yapmaga talip olan insanlar vardir.

    Ayni sekilde, istedikleri sartlarda (ya da o sartlara yakin) belli bir isin yapilmasini saglamak isteyen sirketler vardir.

    Yani, iki ayri ‘havuz’dan bahsediyoruz.

    Bu iki havuz arasinda surekli bir (iki yonlu) akis vardir.

    Dolayisi ile, kimse kimsenin nerede ve kiminle calisacagini zorlayamaz.

    Mumkun degil.

  661. “‘i$verenlik’ nasil ki belli bir sermaye/mülkiyet sahibi olmayi gerektiriyorsa, ‘i$alan/i$ci’ de i$gücünden ba$ka (kayda deger) bir sermayesi/mülkiyeti olmama durumunu ifade eder.”

    Bu bakis, bence, tipik bir Marxist bakisi.

    Yani, ‘isalan’lik sadece ‘kas gucu’ ile temsil edilen bir emek turu olarak algilaniyor.

    [Eski SSCB heykel ve posterlerine bakarsaniz, bunu daha asikar gorursunuz. ‘Isci’, Temel Reis benzeri bir ‘kas yigini’dir ve findik kadar kafasi/beyni vardir.]

    Bu dogru degil. Hic de olmadi.

    Bugun, ozellikle ‘gelismis’ ekonomilerde, hem yillik gelir hem de birikmis servet itibariyle, bircok sirketi kiskandiracak kisiler var.

    Bunlarin herbiri birer ‘isalan’ olmakla beraber, ‘kapitalist’ degil. Cunku, adam, o yetenegi ile o parayi kazaniyor.

    Parasi oldu diye de illa ‘girisimci’ olmaga kalkismiyor; cunku, is kurmak da onu yonetmek de cok farkli yetenekler gerektirir –ve, o bunun farkindadir.

    Neyse.

    Diyecegim su: “‘i$alan/i$ci’ de i$gücünden ba$ka (kayda deger) bir sermayesi/mülkiyeti olmama durumunu ifade” etmek zorunda degildir.

  662. “Aynı mantıkla ‘Balkan Oligarşisi diye bir sistem / kurucusu / ideologu yoktur’ şeklinde bir görüş öne sürülürse nasıl yanıt verirsiniz? Herhalde başta M. Kemal olmak üzere asker-sivil bürokrat, gazeteci gibi kişilerden somut örnekler vererek itiraz edersiniz.”

    Dediklerimi galiba yanlis anlattim.

    Ben, ‘kapitalizm’ denildiginde, ismi bugun o olan ‘olgu’nun var olmadigini soyluyor degilim. Bu var. Bir ‘olgu’ olarak var, tabii ki.

    Ama, lugati^ anlamda bir ‘sistem’ degil. Bir kurucusu da yok; ‘ideolog’u da.

    Ama, butun bunlari soyleyisim, bugun adina ‘kapitalizm’ dedigimiz ‘olgu’nun her yonuyle ‘cennetten inmis’ ya da ‘sutten cikmis ak kasik’ oldugunu soyledigim anlamina gelmez.

    Nimetlerinden istifade edenler oldugu kadar, illetlerinden zarar gorenler de var.

    Illetlerini minimze etmek gerekir mi?

    Tabii ki, evet.

    Ama, bunu, ‘kapitalizm’ denen bir ‘ocu’ peydahlayip ona topyekun hucum ederek yapamazsiniz.

    Hele de yerine ne koyacaginizi her turlu detayiyla herkese ikna edici bir sekilde anlatamiyorsaniz, arkanizdan kimsecikler gelmez.

    Sorun ve acmaz da tam da buradadir.

    Bunu yikalim, gerisini dusunuruz demekle olacak sey degil.

    Yerine ne getireceksiniz?

    Bir de tabii ki su var: Diyelim ki, siz, buradakini yiktiniz. Baska yerlerdeki devam ediyorsa, sonunuzun nasil olacagini saniyorsunuz?

    “Peki aynı şekilde Koç, Sabancı, Doğan gibi kişilerden ‘somut örnekler’ verilerek bunların da kapitalizmin Türkiye’deki (ve diğer ülkelerdeki muadillerinin de o ülkelerdeki) kurucuları-ideologları olduğu söylenirse ne dersiniz?”

    Bu dediklerinizden bir kismini (ve baskalarini) bir sekilde yuzyuze tanimak imkanim oldu. Sirketlerindeki yoneticilerinin bir kismi ile, hakeza.

    Varligina hic sahit olmadigim sey sudur: ‘Ideolojik’ anlamda bir hedef butunlugu.

    Bu yoktur.

    Karsilikli verecekleri zarar tahammul edecekleri olcekte degilse, birbirlerine her turlu madigi atmaktan cekinmeyen; isbirligi yapmalari halinde taraflar kazancli cikacaksa, pazarlari bolusmege razi olan bir ortamdan bahsediyoruz.

    Koc’un, Sabanci’nin, Dogan’in (ya da baskalarinin) parcalanmasini saglamak, yerine gecmek icin firsat kollayan o kadar kisi ve grup var ki, dikkatle bakarsaniz, aslinda –tam anlamiyla– bir ‘dog eat dog’ dunyasi gorursunuz.

    Eger illa bir ideoloji ariyorsak, ‘kurtlukta düşeni yemek kanundur’ ideolojisinden bahsedebiliriz –birilerinin dusmesini saglamak icin ugrasmak da dahildir buna.

  663. Antikapitalist Necip

    Galiba Necip de aslında bir antikapitalist ama bunun farkında değil. O da sistemden rahatsız gibi. Sadece adına “kapitalizm” değil “Balkan oligarşisi” diyor.

  664. “Balkan oligarşisi” tipik akp teorisyenlerinin argümanıdır.

  665. “‘Balkan oligarşisi’ tipik akp teorisyenlerinin argümanıdır.”

    Bunu ‘Balkan Oligarsisi’nin tipik bir tepkisi sayabilir miyiz?

  666. yeni oligarşinin ideoloji üreticilerinden birisiniz.

  667. “yeni oligarşinin ideoloji üreticilerinden birisiniz.”

    Iltifat icin tesekkur etmem gerekiyor belki; ama, isabetli bir onerme olmadigini dusunuyorum.

    Cunku, once oligarsiler kurulur; ardindan, kendilerine uygun ideolojiler/hikayeler peydahlar.

    Henuz, eski/mevcut oligarsinin ideolojilerinden/hikayelerinden kurtulabilmis degiliz.

    Eskisi, gucten dusmekle birlikte, devam ediyor.

    ‘Yeni’ denebilecek bir oligarsi –henuz– sozkonusu degil, bence.

  668. hiç öyle düşünmüyorum. Potansiyel yeni oligarşi 2002’de iktidara geldi. 2007-2013 arasında Ergenekon ve balyoz davalarıyla eski oligarşiyi tasfiye etti. 2014’de müttefiklerini iktidar ortaklığından kovalayarak gerçekten bir oligarşik iktidar olarak yerine oturdu, bütün oligarşik iktidarlar gibi provokasyonlara girişerek (tutuklamalar, “terör” senaryolarıyla kuyular kazdırarak, bombalar patlatarak, sahte darbeler düzenleyerek,vb vb.) yerini sağlamlaştırmaya çalışmakta (tabii bu aynı zamanda oturduğu yerin çökertilmesi anlamına gelir ama ayrı mesele).

  669. “Potansiyel yeni oligarşi 2002’de iktidara geldi.”

    Kelime seciminiz isabetli: ‘Potansiyel yeni oligarşi’ demek, henuz oligarsi olmamis demek. Fakat, o yolda bir istidat gordugunuz anlamina da gelir, ki katilirim.

    “2007-2013 arasında Ergenekon ve balyoz davalarıyla eski oligarşiyi tasfiye etti. 2014’de müttefiklerini iktidar ortaklığından kovalayarak gerçekten bir oligarşik iktidar olarak yerine oturdu”

    12 senelik o zaman dilimin cok hizli gectiniz. O zaman dilimindeki asil ‘oligarcy wannabe’ AKP degildi. Cemaat idi.

    Baska bir sduru sebebi de vardir da, bir sebebi de ‘Balkan Oligarsisi’ni tasfiye etmek icin verdigi savas sonucunda Cemaat fazlasiyla yiprandi. ‘Balkan Oligarsisi’ cok zayifladi ama Cemaat de.

    O noktada –detaylarini, tabii ki, bilmiyorum–, AKP (RTE okunur), firsati kaza etmedi; ve ‘Balkan Oligarsisi’si ile (hayatta kalmalari, fakat onu da cok abartmamalari karsiliginda) bir tur ittifaka gitti. Bu kolaisyonda ayrica ulkuculerin bir kismi, Kurtlerin bir kismi filan da var gibi geliyor bana.

    Yani, evet, ‘yerli ve milli’ bilesenlerin agir bastigi bir koalisyondan bahsediyoruz 😉

    “bütün oligarşik iktidarlar gibi provokasyonlara girişerek (tutuklamalar, “terör” senaryolarıyla kuyular kazdırarak, bombalar patlatarak, sahte darbeler düzenleyerek,vb vb.)”

    Darbenin “sahte” olduguna katilmiyorum. Kimseyi, ucunda bilmem kac defa muebbet hapis cezasi olabilcek bir maceraya figuran yazamazsiniz. Hayatin dogal akisina uymaz boyle bir seyi birilerinin tezgahalayabilcegini iddia etmek.

    Ama, sunu soylerseniz katilirim:

    Cemaat (ve onu olusturan bilesenler) icin geriye tek alternatif kalmisti: Darbe. Bunu da aradabir agizlarindan kaciriyorlardi zaten.

    Dolaisi ile, bir darbe beklentisi vardi. Eminim, bu baglamda, beklentiden oteye istihbarat da vardi.

    Ama, tipki deprem icin gecerli oldugu uzere, yerini belki biraz tahmin edebilirsiniz, fakat zamanini ve siddetini tahmin etmek mumkun/kolay degil.

    Boyle olunca, tabii ki, bazi hazirliklar yapilir –olabildigince caktirmadan, tabii ki. Mesela, belediyelerin aracalari o kadar kisa zamanda nasil kislalarin onune cekilmis olabilir.

    Bir de, mukadder gelecek darbenin premature dogumunu zorlarsiniz.

    Sizin de cok iyi bildiginiz ‘ajan provokator’ kavramini hatirlayiniz.

    Cemaat’in icinde ajanlariniz varsa bile, bunlari ‘ajan provokator’ seklinde kullanmazsiniz; cunku, cemaatin bunlarin kimler oldugunu bilmek ihtimali yuksektir.

    Onun yerine, provokasyonu, Askeri Sura ile kimleri tasfiye edeceginize dair listeyi Cemaat’in eline gececegi garanti makamlara gonderirek yaparsiniz. Cok daha sahici durur.

    Listeyi gorenler telasa kapilirlar ve darbeyi one alirlar –hazirliklar yeterince yapilmamisken.

    The rest is history.

    Sizin icinizdeki ‘inherited’ AKP (yani, Sunni) husumeti bunu kolay kolay kabul etmeyecekse bile, uzun zamandir ilk defa bu kadar iyi planlanmis ve basariyla uygulanmis bir savunma ve karsi taarruz uygulamasindan bahsediyoruz.

  670. “Galiba Necip de aslında bir antikapitalist ama bunun farkında değil. O da sistemden rahatsız gibi.”

    Tabii ki, ben de rahatsizim. Ben de istemez miyim, hem kendime ‘bordro mahkumu’ deyip magdurlari oynamagi, hem de yildan yila artan sabit gelirimin olmasini..

    Veya, ister satilsin isterse de satilmasin, sene sonunda stogumda kalan envanterin bedelinin devletin (kamu fonlarindan) bana odemesini..

    Ya da, bilmem kac sene boyunca catir catir vergi odedigim halde, rekabet veya baska bir sebeple sirket battiginda, devletin (kamu fonlarindan) bana ‘kidem tazminati’ odemesini.

    “Sadece adına ‘kapitalizm’ değil ‘Balkan oligarşisi’ diyor.”

    Yok. Ikisi ayni sey degil. ‘Balkan Oligarsisi’, ‘kapitalizm’ isimli olgunun yaninda ‘daha dunku cocuk’ bile sayilmaz.

    Dahasi, ‘Balkan Oligarsisi’ dedigimiz sey tarihsel bir kazadir –elim bir kaza.

  671. marxist argüman

    bu sitede devam eden kemalist balkan oligar$isi – islamci anadolu oligar$isi tarti$masina ve demokratikle$me tarti$malarina $air e$ref’in $u dörtlügü ile katkida bulunmak istiyorum:

    Vakt-i istibdatta söz söylemek memnu idi
    Ağlatırdı ağzını açsan hükümet ananı
    Devr-i hürriyetteyiz şimdi değişti kaide
    Söyletirler evvela, sonra s…..ler ananı

  672. marxist argüman

    hakimler ve savcilar yüksek kurulu üyeligi secimleri ve $air e$ref:

    Oldu â’zâ biri Şurâ’ya, dedim, yer yoktur.
    Olsa olsa sana ancak, bu olur tedbirim.
    Tutacak anda kayış yoksa tramvay âsâ,
    Ayak üstünde re’isin s…ini tut mirim!

  673. softalar sitesi

    ” softa’dan anar$ist olur mu?”
    Sen softa Markist olmuşsun. Öğrenciler bunu senin yüzüne vurup duruyorlar, sesin çıkmıyor.
    Bir örnek daha:
    “yeni oligarşinin ideoloji üreticilerinden birisiniz.”
    Bak anar$ist Marxsist (gerçi by herif fırıldak gibi döndüğü için ne olduğunu bilmek zor) olmuş. ÜRETİM’i her yerde görüyor.
    Marxistlere göre fabrikalar bu herif gibi mal üretir, kadınlar çocuk üretir, toprak sebze meyve üretir, kafalar fikir üretir, dünya sonsuza dek üretenlerle dolar taşar.
    Marx’dan bu yana, dünyanın tümü bir üretme gezegeni oldu. İkinci Dünya Savaşı bittikten sonra da tüm dünya TÜKETENLER gezegeni oldu.
    Sen ve bu herif gibi kellerinden üretkenlik fışkıranlar bu dünyaya ÜRETENLER-TÜKETENLER gezegeni adını vermesini bekliyoruz.
    O yazıyı yazan anar$ist değil, anar$istlik tüketimi satıcısı. Daha herif Karl Polanyi’yi bile duymamış.

  674. Bu sitede de görüyoruz. Sistem karşıtları bu kadar bölünmüşken, sistemden çok birbirlerine muhalefet ediyorken sistemi nasıl değiştirmeyi düşünüyorlar? (Necip de solun bu “amip gibi bölünme” durumuna daha önce müteaddit defalar dikkat çekmişti gerçi.)

  675. “Mustafa Kemal Türk tarihinin en küçük adamıdır”
    A. Öcalan

    [Daha sonra söylemiş ve yapmış olduğu şeyler bununla çelişiyor ama bu ona özgü bir durum değil. Ne de olsa “Dün dündür bugün bugündür” Bu vecizenin sahibi de onca yıl oyunu aldığı insanlar için “Türbanlılar Arabistan’a gitsin” dememiş miydi? N. Genç bunun ne kadar terbiyesizce bir şey olduğunu söylemişti o zaman. Yine o günlerde solu Demirel’le toplamayı öneren İ. Selçuk’u da eleştirmişti. Gerçi kendisi de ondan farklı değil ya.]

  676. Bana Balkan oligarşisi yoktur dedirtemezsiniz

  677. Neyi ‘ifsa ediyor’ mussunuz? Ben yazdiklarimi aleni ve acikca yaziyorum. 18 yasindan gun almis herkes kendi sorumlugunu tasir. Tabii ki, siz haric. Sizin aklen balig oldugunuza dair bir emmare bulamadim henuz.

    Hönkürdüklerini ifşa ediyoruz; ister aleni ve açıkça yaz, ister türlü-çeşitli söz sanatı kullanarak yaz, fark etmez.

    1960’lardan beri senin gibi zibidilere karşı mücadele ediyoruz; dünya genelinde, senin daha kötü kopyalarını da gördük.

    Akıl sağlığımızdan kuşku duymana gerek yok. Sen ilk önce, KOBİ-irisi şirketini çökertmeye geldiğimizde kendini nasıl savunacağını düşün; şu an başka konulara kafa yorarak enerjini boş yere tüketme. Kendini nasıl savunacağın konusunda taslaklarını hazırlarken şunu da aklında tut; şirketinde sömürdüğün bütün insanlar, bizim yanımızda.

    Kaçıp saklanabileceğin hiçbir delik yok artık zibidi. This is the end.

    Guilty by (imagined) association, eh?

    There is not any kind of ‘imagination’ at all. Your capitalist cruelty is crystal-clear. Your one and only association is your filthy capitalist douchebag friends.

    Bu arada, herzamanki alisknaliginiz depresmis ve ‘===== 1 =====’, ‘===== 2 =====’ ve ‘===== 3 =====’ numaralariyla yazdiklariniz kendi kafanizdakilerin ishalidir. Ben onlarin hicbirini yazmadim.

    Attığın yalanlar, civcivlerin gagasından geçemeyecek kadar büyükmüş; daha küçük yalanlar atmanı istiyorlar.

    Zibidi, hepsini sen yazdın! Yalan atma kapitalist cani Necip!

    Sayfa ‘Kürt Hareketi’ndeki ve Ulusalcı Saflardaki Bazı Yanlışlar Üzerine…’

    Tarih ‘15 Şubat 2016’

    Numaran ‘38’

    Necip:‘Varsaymak zorunda degiliz. Ben sadece, kisitli bilgim cercevesinde, kapitalizmin dogal yollarla dunyaya geldigini dusundugumu soyledim.’

    Kapitalizmin müstahdemliğini yapan, otomotiv sektöründe faaliyet gösteren KOBİ-irisi bir şirketin zibidi patronu Necip’in kustukları:

    ===== 1 =====

    Necip: Doğada planktonlar da, diğer çeşit çeşit türler de – hayvanlar da birbirleriyle rekabet ediyor, güçlü olan zayıf olanı eziyor, birbirlerini öldürüyor, doğanın kanunu bu. Doğada süregiden bu kanunu-sistemi insan hayatına ikame edip, buna ‘kapitalizm’ ismi verilmiş evvel zaman içinde. Bu sistemde de, doğada olduğu gibi aynen, insanlar birbirleriyle rekabet ettiğine göre, ‘kapitalizmde insanların birbirini ve diğer türleri öldürmesi gayet normaldir.’ Soma’da ölen işçiler, madene inmek yerine tarlada ırgatlık yapsalardı, ölmezlerdi. Belki, tarlaya, tıkabasa dolu bir minibüs ile giderken, trafik kazası geçirip ölürlerdi. Görüldüğü üzere, kapitalizmin asla kabahati yok.

    ===== 2 =====

    Necip: Kapitalizm, doğada var olan sömürü mekanizmasının bizlerin hayatına ikame edilmesinden, uyarlanmasından başka bir şey değildir. Kapitalizmi kaldıramazsınız, ama azgınlaşMAması için yöntemler geliştirebilirsiniz. Solcuların ekseriyeti, bazı yöntemler denedi, ama tutmadı, beceremediler. Öyleyse, çenenizi kapatın ve kapitalizme boyun eğmeye devam edin. Ben bir nebze ‘Charles Darwin’ciyim, ve bir nebze ‘Herbert Spencer’cıyım. ‘Survival of the fittest’ hayatımın motto’sudur. Bu motto’mu gerçekleştirmek için, kan akıtmaktan da asla çekinmem, örnek mi: Soma’da işçilerin ölümü tamamıyla kendi ‘fıtrat’larının neticesidir, kapitalizm onları öldürmemiştir. Benim dinim ‘Kapitalizm’dir. Ben bir mahlûkum, sadece bana kızın, sadece beni eleştirin, ama dinim ‘Kapitalizm’e asla çemkirmeyin.

    ===== 3 =====

    Necip: 13 Mayıs 2014’te, Manisa-Soma’daki maden ocaklarında ölenler; madende değil başka yerlerde çalışıp para kazansalardı! Mesela; niçin tarlada ırgatlık yapmadılar da maden ocağında çalışmayı istediler?! Ben mi söyledim onlara “madene gidin ve orada ölün!” diye!

    Umrumda olmaz!

    Ben bir kapitalist olarak, ölen insanları kafama takmam, neticeye bakarım:

    Eğer o maden şirketinin kârı istikrarlı bir şekilde artıyorsa (genel ekonomideki daralma dönemlerinde; kâr artmasa da zarar yazmayacak, ya da az zarar yazacak, kadar şirket kendini yürütebiliyorsa), o şirketin sömürdüğü insan ölse ne olur, ölmese ne olur!

    Bir şirketteki “verimlilik” benim için önemlidir; bu amaçta ne kadar insan ölmesi gerekiyorsa o kadar ölebilir, kalan sağları sömürmeye devam edebilmeliyim!

    Insanlar da, sirketler de, kulturler de, medeniyetler de olur. Dunya da, ay da, gunes de, evrenin tamami da bir gun yok olacak. Herbirinin arasinda da turlu cesitli ‘somuru’ denilebilcek iliskiler olabilir. Hicbirisinin sorumlusu ben degilim.

    ‘Insanlar’, ‘kulturler’, ‘medeniyetler’, ‘dunya’, ‘ay’, ‘gunes’, ‘evrenin tamami’nin yok olup-olmayacağını tartışmıyoruz. Laf hokkabazlığınla; konuyu, yine, laçkalaştırma zibidi.

    Senin gibi kapitalistlerin omuzlarında yükselen, merkezini şirketokrasinin teşkil ettiği kapitalist sistemin işlediği cinayetlerin hesabını; senden ve muadillerinden soruyoruz.

    Sen; kapitalizmin müstahdemliğini yapan, otomotiv sektöründe faaliyet gösteren KOBİ-irisi bir şirketin zibidi patronu Necip’sin. Sen ve muadillerin; sömürü zehriyle yaşayan kapitalist sistemi köpürten, insanları sömürmekten haz duyan, caniliğe yakın kişilersiniz. Kâr da etse, zarar da etse; ‘şirket hisseleri halka arz’ da olsa, şirket iflas da etse; bütün bunlardan sen ve muadillerin sorumlusun.

    Sizde bu kadar basit ve yalin bir realiteyi gormek, anlamak, idrak etmek kapasitesi olmadigindan, totem dansiniza devam edebilirsiniz.

    Hem; Manisa-Soma’da öldürdüğün insanları, “‘efficiency’, ‘productivity’ için, 301 insanı öldürmek gerekliydi!” diye gaddarlığını kıvançla sergile,

    Hem; Foxconn fabrikalarında, kapitalist hegemonya sebebiyle hayatına son veren insanlar için; “yeter ki; üretim bandındaki teknik tertibata bir zarar gelmemiş olsun, birkaç insan intihar etmiş; lafı mı olur!” diye zalimliğini gururla hönkür,

    Sonra;

    Totem dansı, Seymen diz çökmesi, Laz horonu, Kürt halayı, Muhacir gırnatasıyla göbek atma, Münir Nurettin Selçuk’un ud’uyla rakı sofralarında efkârlanma, gibi fasaryalarla konuyu sulandırmaya kalk. Ciyaklamayı kes zibidi! Her zerrenden rezillik akıyor!

    Kapitalist sistem; kendi kendine kurulmuş bir şey değildir; bizzat ‘insan davranışları’ neticesiyle oluşmuştur.

    ‘Avcılık-toplayıcılık çağı’ndan, ‘27 Mayıs 2017’ye epey zaman geçti! Arada çok ama çok şey yaşandı!

    ‘Günümüz kapitalizmi’nin dönüşüm noktası; 1600’lerde başlamış, 1700’lü yıllarda ivme kazanmıştır. Şirketokrasinin nihai tohumları, 1600-700’lü yıllar boyunca atılmış; ve en sonunda, senin gibi cani ucubelerin patronluk yaptığı KOBİ-irisi şirketçiklerin doğumuna da sebep olmuştur.

    Kapitalizmin, gücünü sürekli arttırabilmesinin ilk sebebi; ‘katliamlar yapması’, ikinci sebebi; ‘kallavi mücadeleler ile henüz karşılaşmamış olması’dır.

    Şimdi; yeni bir dönüşüm, değişim anına daha yaklaşıyoruz.

    Yarının tarihini yazmaya başlıyoruz.

    ‘Plutocratic’ diktatörlüğünüzü yıkmaya geliyoruz.

    ‘Proletarya diktatörlüğü’ne de, ‘Patron diktatörlüğü’ne de; HAYIR!

    Kendini hazırla; insanları sömürdüğün KOBİ-irisi şirketine, seninle mücadele etmeye geliyoruz!

  678. 24, 27 ve 28 marxist argüman,

    Şunu yazmışsınız; —düzeni bir bütün olarak hedefe koymak yerine, tek tek özel giri$imcileri ‘cani, zevk-haz almak sömüren’ insanlar olarak damgalamak sacmalik degil midir?

    Düzeni bir ‘bütün’ olarak hedefe koyduğumuzu; sadece kendi dayatmacı tavırlarınız çerçevesinden bakıp diğerlerini elediğiniz için görmekte zorluk çekiyorsunuz.

    Yine açıklamak zorunda kalıyoruz;

    24’te yazdığınız her harf; devam etmekte olan düzenin betimlemesi. Kendinize biçtiğiniz ‘betimleme öğretmenliği’ misyonunuzu, sürekli icra ettiğinizin bir başka göstergesi. Size daha önce de ifade ettik; yazdıklarınızın altına imzamızı atıyoruz, yanlış bir şey yazmıyorsunuz ki. Bizim amacımız; sizin devamlı uğraştığınız gibi ‘bilgi yarışması’ tertip etmek değil.

    Mesele şurada başlıyor; ‘düzen’ (sayfada yazıştığımız konu; ‘kapitalist düzen’) kendi kendine hareket eden bir organizma değil. ‘Düzen’; kendi kendine var olmaz, kendi kendine doğmaz, kendi kendine büyümez. Bütün bu ‘düzen’; ‘insan davranışları’nın neticesi. Kapitalist düzeni sarsmak için; kapitalist kişilere karşı mücadele etmek zorundasınız, bir kez daha, altını çize çize yazıyoruz; düzeni insanlar inşa eder, hiçbir düzen kendi kendine kurulmaz. ‘Devlet binaları’, ‘başbakanlık konutu’, ‘cumhurbaşkanlığı konutu’, ‘parlamento binaları’, ‘şirketlerin & holdinglerin binaları, tesisleri, fabrikaları’, ‘KOBİ’lerin tesisleri’ ve benzerleri; tek başına sadece birer objedir o kadar. Bütün bunları yaratan, ve sömürmek için çırpınan ‘kapitalist kişiler’i hedefe koymadığınız müddetçe; kapitalist düzene karşı mücadele kadük kalmaya mahkûmdur. Buraya daha önce, kilit noktadaki kapitalist kişilerin isimlerini tek tek yazmıştık. Bu, ‘kilit noktadaki kapitalist kişiler’e karşı mücadele etmediğiniz sürece; sadece ‘kapitalist düzeni betimleme öğretmenliği’ kalıbınızda sıkışıp kalırsınız marxist argüman.

    27’de şunu yazmışsınız; —benim tarti$maya actigim olgu ‘özel sektör-i$ dünyasi’ denilen i$verenler zümresini olu$turan insanlarin adinin ahmet mi mehmet mi oldugu, hangisinin batip hangisinin yükseldigi; kimin ne $ekilde o zenginlige eri$tigi degildir.

    İşte bunlarla ilgilenMEdiğiniz için; zibidi Necip, sizle, bir kukla gibi oynuyor.

    Siz, zaten, kapitalizmin nasıl işlediği konusunda tecrübe edinmişsiniz; bunun en net örneği 24’te yazdıklarınız. Ama hâlâ ‘kapitalizmi betimleme öğretmenliği’ misyonunuzu kanıtlamak için, inatla, fırsat kollamaya devam ediyorsunuz. Sizin bu hâlinizden istifade eden zibidi Necip de; sizle, bir kukla gibi oynuyor.

    Lloyd Craig Blankfein,
    James P. Gorman,
    Klaus Martin Schwab,
    John McFarlane,
    Douglas Jardine Flint,
    Axel A. Weber,
    Paul Achleitner,
    Jean Lemierre,
    Federico Ghizzoni,
    Dennis M. Nally,
    Punit Renjen,
    John B. Veihmeyer,
    Mark A. Weinberger,
    Ahmet Muhtar Kent,
    Indra Nooyi,
    Sundar Pichai,
    Tim Cook,
    Oh-Hyun Kwon,
    Satya Nadella,
    Gregory R. Page,
    Donald John Trump,
    Charles de Ganahl ve David Hamilton Koch,
    Fred DeLuca,
    Alexandre Behring da Costa,
    Andrew James McKenna,
    Gregory B. Penner,
    Roman Abramovich,
    Mukesh ve Anil Ambani,
    Jack Ma (veya ‘Ma Yun’),
    Jeff Bezos,
    Jack Dorsey,
    Carly Fiorina,
    Ratan Tata,
    Rahmi Koç,
    Güler Sabancı,
    Ferit Şahenk,
    Ümit Nazlı Boyner,
    Bülent Eczacıbaşı,
    Ahmet Nazif Zorlu,
    Şarık Tara,
    Arzuhan Doğan Yalçındağ,
    İzzet Garih,
    Hakan Ateş,
    Ersin Özince,
    Turgay Ciner,
    Ahmet Çalık,
    Murat Ülker,
    Firuz Kanatlı,
    Mark Zuckerberg,
    Ethem Sancak,
    Cansen Başaran-Symes,
    Levent Erden,
    Sina Afra,
    Erol Bilecik,
    Zibidi Necip,
    Liste devam ediyor…

    Dikkat ediniz; bütün bu ‘kilit noktadaki kapitalist kişiler’e karşı mücadele etmek, kapitalist düzeni yıkmak için tek yol değil; fakat, mücadelenin gelişmesi için atılması gereken ilk ve büyük adımlardan sadece bir tanesi. Bu kapitalistlerin yerine başka kapitalistler geldiğinde, mücadele devam eder; kapitalistlerin sömürü hevesleri teker teker kırılmaya devam ettiğinde, kapitalist düzen erime emareleri göstermeye başlar. Bu; süreçtir. Bugünden yarına, akşamdan sabaha, çabucak olup bitecek bir ‘devrim’ değildir. Diğer adımlar, mücadele ivme aldıkça yollarını bulur.

    Şunu sormak aklınıza gelebilir; ‘Peki yukarıdaki listede niçin bir siyasetçi (devlet mekanizmasından herhangi bir kişi) ismi yok?’ Çünkü, 7 gün 24 saat, sabah akşam, her saniye; dünya genelinde, siyasetçiler daima gündemde. Devlet mekanizmasına karşı mücadele etmek için ‘devlet bünyesinin içindeki kişiler’e karşı mücadele etmek tek başına yeterli değil; gündem dışında tutulmasına itina gösterilen ‘şirketokrasinin aktörleri’ni de aynı anda hedefe koymak gerekir. Yukarıdaki liste; işte bu kapitalist kişilerdir, zibidi Necip dahil.

    Bir kez daha ifade ediyoruz; ‘devlet’e karşı mücadele etmek tek başına yetmez. ‘Şirketokrasi’ye karşı mücadele etmek tek başına yetmez. ‘Her iki’ düzene karşı; aynı anda mücadele etmek elzemdir. Her iki düzen de, birbirinin sırtını sıvazlar. Örnek mi? Vehbi Koç’un Kenan Evren’e Ekim 1980’de gönderdiği mektup; en açık örneklerden sadece bir tanesi!

    ‘Devlet’in ve ‘Şirketokrasi’nin birbirlerinin sırtını nasıl sıvazladığıyla ilgili güncel örnekleri incelemek isterseniz:

    ‘Panama Belgeleri’ – ‘Politicians, Criminals and the Rogue Industry that hides their cash’
    (İngilizce)
    https://panamapapers.icij.org/

    ‘Panama Belgeleri’ – ‘Die Geheimnisse des schmutzigen Geldes’
    (Almanca)
    http://panamapapers.sueddeutsche.de/

    ‘Malezya Kalkınma Fonu’ – ‘Tayland’daki lüks bir butik otelden, Londra’daki finans oligarşisine uzanan; tarihin en büyük finans skandalı’
    https://www.theguardian.com/world/2016/jul/28/1mdb-inside-story-worlds-biggest-financial-scandal-malaysia

    Şunları yazmışsınız:

    kesinlikle yeni bir cümle kurmuyor.

    yazdigi $eyler ayet, hadis gibi, kendisine ait olmayan, ba$ka yazarlardan alinma hep ayni metin ve paragraflardan olu$uyor.

    ögrenme ve dü$ünme yöntemi olarak kutsal kitaplari ezberleyen insanlar gibi softa bir anar$istle kar$i kar$iyayiz.

    bir de ‘tereciye tere satma’ diye hava atiyor.

    Aynen öyle; ‘tereciye tere satmaktan vazgeçiniz.’ Ve bunu yazarken, asla, ‘hava atma’yız; çünkü, gösteriş meraklısı değiliz.

    Sizin bu sitede yazmanızın nedeni; kendi bildiklerinizle, başkalarının bildiklerini ‘yarıştırmak’ olduğu müddetçe, sadece ama sadece kendi yazdıklarınızı gölgeliyorsunuz o kadar. Başkalarına istikamet vermeye hevesli mizacınızı değiştirmek için çabalaMAdığınız müddetçe; sadece ama sadece kendinizi müşkül duruma düşürüyorsunuz, bunları asla unutmayınız. Başkalarına yönelik ‘metin zabıtalığı’ yapacağınıza; haddinizi bilip kendinize bakınız.

    ‘Kutsal kitap’lar, softa’lık, molla’lık, yobaz’lık, ayet, hadis, fetva, vaaz, ve benzeri kavram & malzemelerle uzak-yakın temasımız yok. Size de; sadece ‘GegenStandpunkt’da hapsolMAmanızı, ara sıra, başka kaynaklara da yönelmenizi tavsiye ediyoruz.

    ‘Kapitalizme karşı yazacağını yazarken; niçin aynı şeyleri yazıyorsun da, farklı şeyler, yeni şeyler yazmıyorsun?’ Öykü, roman ve benzeri; edebiyatın kapsamına giren türlerde yazmak başka şey; olgulara yönelik ispatlı ve çözüm odaklı metinler yazmak başka şey. Kapitalist kişilerin yaptığı katliamlar hızlanarak devam ediyor, yıllar içinde ölüm sayısı değişiklik göstermekle beraber; katliamların işleniş tarzı daha da sinsi hâle geldi. Peki asla değişmeyen şey ne: ‘Doğanın ve insanın; kapitalist kişiler tarafından öldürülmesi. (Ve öldürme hızı; artıyor!)’ Yıllar geçtikçe ölüm sayısı, katliam türleri farklılık gösterse de; kapitalist kişilerin katliamları ivme kaybetmiyor, tam tersine, ivme artıyor. Bu katliamlara karşı mücadele edip, kapitalist kişilerin omuzlarında yükselen kapitalizmi kökünden sarsmak için; ‘öykü’ gibi, ‘roman’ gibi türlere özenip, sürekli yeni, sürekli yeni metinler yazılmasını talep etmek; edebiyat dünyasına kişinin kendini çok fazla kaptırmasıdır. Sonuçta; olgulara yönelik ispatlı ve çözüm odaklı metinler yazmayı ıskalaması demektir. Bizim bu sitede daima yaptığımız; daima olgulara yönelik, daima ispatlı ve daim çözüm odaklı metinler yazmak. Eğer yazdıklarımız, sizin gözünüze; ‘old-fashioned’, ‘vintage’, ‘eski’ gözüküyorsa; bu, sizin sorununuz. Sizi daha önce de defalarca uyardık: ‘Başkalarına hiza vermeye hevesli tavırlarınız’ı azaltMAdığınız müddetçe; kendinizi de, yazdıklarınızı da perdeliyorsunuz, bunları asla unutmayınız. ‘Torna tezgâhınızdan geçirmeye hevesli olduğunuz müddetçe’; (kendi ifadenizle) ‘aforoz edilmekle’ daha çok karşılaşırsınız. Başkalarına zabıtalık yapmayı bırakınız; kendinize bakıp haddinizi biliniz.

    [Not: Yukarıda yazdıklarımız sonucunda; hemen, ‘edebiyat düşmanı’ olduğumuz algısı oluşMAsın. Sahaları birbirine karıştırMAmayı, en başta, öğrenirsek; edebiyatın kapsamına giren konularla, ‘kapitalizm’ gerçeğine karşı nasıl mücadele edilir?’ sorusunu birbirine karıştırMAmayı başarırız. Ve hâttâ, çoğu zaman, edebiyat bile bütün ihtişamıyla; kapitalizme karşı mücadelede muazzam bir destek unsuru olabilir. John Steinbeck’in ‘Gazap Üzümleri’, Albert Camus’nün ‘Başkaldıran İnsan’ı, Simone de Beauvoir’in ‘Mandarinler’i, veya Orhan Kemal’in ‘Murtaza’sı; kapitalizme karşı mücadeleyi perçinlemek için iyi tercihlerdir.]

    Zibidi Necip, pek çok defa, sizi; kapitalizmin içinde ‘evrim’ realitesinin ne ölçüde olduğunu bilip bilmediğinizi test etti. Ve bu yöntemle zibidi Necip, her zaman yaptığı gibi; kapitalizmin ‘doğal bir süreç olduğu zırvası’nı yaymaya uğraştı. Bunun en son ve en açık örneği; ‘Galapagos Takım Adaları’ndaki planktonların yaşam-ölüm döngüsü’nü ortaya atarak sizi test etmesidir. Bu planktonların yaşam-ölüm döngüsü ne kadar doğalsa, kapitalizmdeki yaşam-ölümün de (yani; ‘kapitalist kişilerin işlediği cinayetlerin’ de!) o kadar doğal bir süreç olduğu yalanını kanıtlamaya çırpındı; kapitalizmin, aslen, sosyo-ekonomik bir konu olduğu gerçeğini hasır altı ettiğini sandı. Siz, evrim teorisini; ya hiç bilmediğiniz için, ya da bildiğiniz hâlde önem vermediğiniz için, zibidi Necip’in sizle bir kukla gibi oynamasının önüne geçemediniz marxist argüman. Hemen ‘GegenStandpunkt’daki deponuza koşup, zibidi Necip’e birkaç cevap yetiştirmekle kalıp, konuyu kapatmaya uğraştınız, ama beceremediniz. Bütün bunlar apaçıkken; hâlâ utanmadan, ‘tereciye tere satmayınız’ ikazımızın ehemmiyetini anlamıyorsunuz. Yazık bütün çabalarınıza.

    Sayfa ‘Fikret Başkaya – Referandumun AKPcesi…’

    2 Nisan 2017, yorum no 34;

    Marxist argüman; ‘necip, senin buna cevaben yazdigin, benim yazdigimi cürütmek orda kalsin, arada alakayi nasil kurdun, anlamis degilim.

    3 Nisan 2017, yorum no 42;

    Marxist argüman; ‘necip, 38 nolu yorumda yazdigin cevap beni tatmin ve ikna etmedi. neyse, o konuyu gecelim.

    Size defalarca açıkladık, görmezden geldiniz;

    ‘Galapagos Takım Adaları’ndaki organizmaların (planktonların) yaşam-ölüm düzeni’yle, sizin hatırlattığınız ‘insanlar arasındaki parasal düzen (çiftçilerin, piyasada satamadıkları mahsûlleri denize dökmesi, yola dökmesi, ezmesiyle düzeni protesto etmesi)’ arasındaki (sözde!) bağı; zibidi Necip gibiler şöyle izah ettiğini sanıyor:

    Zibidi Necip gibiler, özellikle Charles Darwin’in çalışmaları neticesinde epey ilerleme kaydedilen ‘evrim teorisi’ni, ve Herbert Spencer’ın kavramlaştırdığı ‘survival of the fittest’ konseptini istismar ederek, bütün bu verileri-olguları-tespitleri bağlamından kopararak; ‘kapitalizmin mutlak ve meşru olduğu zırvası’na dayanak noktası icat ettiklerini sanıyorlar.

    Siz, marxist argüman, bu kavramların & konseptlerin, kapitalistler tarafından nasıl istismar edildiğini; ya bildiğiniz hâlde önem vermiyorsunuz, ya hiç bilmiyorsunuz. Tam da bu sebeple, size; ‘GegenStandpunkt’ deponuzdaki kaynaklarla yetinMEmenizi, başka kaynaklara da yönelmenizi öneriyoruz. Sizin ısrarla yaptığınız ise; aktardığımız metinlere saçmasapan ithamlarda bulunmak, ‘metinler içinden cımbızla seçmece oyunu’ oynamak.

    ‘Kapitalist (sözde ‘serbest’) piyasa ekonomisi’ni izah ederken zibidi Necip (ve muadilleri);

    Galapagos Takım Adaları’ndaki planktonların düzenine işaret ederek,

    Afrika’nın uçsuz bucaksız ormanlarındaki aslanların hem soydaşlarını hem diğer yaşam formlarını nasıl sömürdüğüne işaret ederek;

    Kapitalist sistemin de ‘doğa’daki gibi işlediğini, güçlünün güçsüzü yendiği (survival of the fittest) düzenin ‘insanlar arasında da olmasının normal karşılanması gerektiği’ni dikte ederler; çiftçilerin, satamadıkları mahsûlleri ezmesini, yollara protesto amaçlı dökmesini normal kabul ederler.

    Siz ise marxist argüman, zibidi Necip’in bu yalanlarına karşı ‘argüman’ geliştirmek için yazacağınıza, gelmişsiniz buraya; hâlâ ama hâlâ ‘bilgi yarışması’ tertip etmeye uğraşıyorsunuz. Haddinizi biliniz.

    ‘GegenStandpunkt’daki deponuzda sıkıştığınızda, dışarı çıkıp nefes almak isterseniz, size bir kaynak daha öneriyoruz;

    Bitkiler ve hayvanlar aleminde var olduğu genel kabul gören ‘güçlünün güçsüzü yendiği doğadaki düzen’ söylemini insan hayatına da ikame edenler, piyasaların ‘verimliliği arttıran özellikler taşıdığı’nı savunanlar, ve bütün bunlara ‘kutsiyet’ atfedenler; piyasalardaki sonucun gerçekte neler olduğunun normatif değerlendirmesini yasaklar. Bu yaklaşım; piyasaların bizzat kendisini ve oradan gelen sonuçları bütünüyle saf dışı bırakır. Şu ‘kutsiyet’ atfedilen, güçlünün güçsüzü yendiği doğadaki düzenin insanda da var olduğu perdesi kaldırıldığında; problemin ne olduğu apaçık ortadadır: Organizasyonların kural koyma esnasında yarattıkları adaletsizlikler ve bunların nasıl uygulandığı meselesi.

    Bernard E. Harcourt
    ‘Serbest Piyasa Ekonomisindeki İllüzyonlar: Ceza ve Güçlünün Güçsüzü Yendiği Doğadaki Düzen’

    Şunu yazmışsınız; —yorum ve cevap olarak buraya yazacagi $eyleri dosyalar halinde bilgisayarina kaydetmi$; her defasinda o kayitlari alip burda yayimliyor; böylelikle yeni bir cümle kurmaya da ihtiyac duymami$ oluyor.

    Kullandığımız elektronik cihazların haznelerinde herhangi bir şey tutmuyoruz ki silelim. Metinlerin hepsi, ‘http://www.gunzileli.com/’ sitesinin sayfalarında mevcut; site şu an arızalı, düzeldiğinde, eğer merak etmek isterseniz, bu sayfaları açar okursunuz.

    Şunu yazmışsınız; —seni fikir tarti$masi partneri olarak ciddiye almak mümkün olmuyor.

    Ciddiye almıyor olsaydınız; yazmazdınız. Fakat hâlâ yazıyorsunuz.

    Son kez uyarıyoruz:

    Biz, sizin düşmanınız değiliz.

    Marxist argüman;
    Tepeden inmeci (yukarıdan-aşağı yönlü şekillendirici),
    Yüksek perdeden bağıran,
    Kalıpsal-kalıpçı,
    ‘En doğru analizler benden gelir’ maksatlı yazılar yazan,
    Emrivaki,
    İşaret parmağınızı sinirli sinirli sallayıp, metinlerinizi okuyan kişileri hizaya sokmaya meraklı,
    Dayatmacı,
    İsanların düşüncelerini torna tezgâhından geçirmeye hevesli tavırlarınızdan vazgeçiniz.

    Bize veya başkalarına istikamet vereceğinize, metin zabıtalığı yapacağınıza, bilgi yarışması tertip edeceğinize; kapitalizme karşı mücadelenizde daha fazla efor sarfetmenizi öneriyoruz.

  679. marxist argüman

    türkiyede kapitalizmin geli$imi

    istanbul ticaret odasinin “osmanlidan cumhuriyete, özel giri$imcilige yönelik devlet politikalari” isimli kitaptan alinti:

    “SONUÇ

    Kapitalizm Batı’da ulus devletlerinin gelişimi süreciyle paralel ortaya çıkmış, yüzyılların ortaya koyduğu toplumsal dönüşümlerin bir ürünü olarak belirmiş ve şu şekilde seyretmiştir:

    1) Önce, bir din reformuyla birlikte kapitalist düşüncenin oluşması

    2) Aynı zamanda, bu düşünceye uygun sosyo-ekonomik çerçevenin kumhnası

    3) Kapitalist üretim biçiminin oluşması. Batı toplumlarının bu aşamalar sonucundaki gelişmelerinin büyük ölçüde millî bir burjuva sınıfmm itici gücüne borçlu oldukları bilinmektedir.

    Batı uygarlığı, kapitalist sistem sayesinde sağladığı ekonomik gelişmeyle doğu toplumlarmm önüne geçmiştir. Osmanlı Devleti kapitalist gelişme süreci içine girmemiş, Batı’nm makineli üretim modeli ihtiyaç ölçüsünde transfer edilmeye çalışılmıştır. Başlangıçta devlet eliyle yürütülen bu
    çabalar Meşmtiyet Dönemi’nde girişilen liberal uygulamalarla, daha doğrasu milli bir burjuva oluşturma politikalarıyla milli bir özel sektör oluşturma ve onları da bu sürece dahil etme amacı taşır. Cumhuriyet’in kumlmasıyla kapitalist modelin transferi bir tercih olmaktan çok, bir zorunluluk olmuştur. Yeni rejimin bağımsızlığını tüm dünyaya kabul ettirdiği Lozan Antlaşması’na rağmen, bazı maddelerin tam bağımsızlığı geciktirdiğini görüyouz.

    Ömeğin; 1923 Lozan Ticaret Sözleşmesi ile Türkiye, sözleşmeyi imzalayan ülkeler karşısmda mevcut oranları indirmeyi yürürlükteki oranları beş yıl değiştirmemeyi üstlenmiştir. Bu, hükümetin 1924-1929 döneminde komyucu bir gümrük politikasını etkin bir şekilde uygulama olanağı bulamaması demektir.”

  680. Yukarıdaki linkte görmüşsünüzdür. Sezgin Tanrıkulu’nun bu ırkçılarla dayanışmada ne işi var? Niye ona bu sefer saldırmamışlar hayret!

  681. Sezgin Abdullah’a Sözcü’ye destek vermesini yakıştıramadım. Ama mesela Tanrıkulu Gül gelseydi ona yakışırdı.

  682. Düzen iyi, FETÖ kötü (!)

    İlkokul mezunu bile olmayan bir vaiz
    Ahmet Hakan / Hürriyet / 27 Mayıs 2017

    FETULLAH Gülen’in muteber kabul edildiği dönemlerde…
    Bu cümleyi kim bilir kaç kez işittim…
    *
    Bilhassa Kemalist kesim, “İlkokul mezunu bile olmayan bir adamın peşinden gidilir mi?” diyor, başka da bir şey demiyordu.
    *
    İşte tam o esnada…
    Muhafazakâr camianın tavrı ise şöyleydi:
    – Hiç kimse bu sözü ciddiye almıyordu.
    – Hepsi “Muhterem Fetullah Gülen Hocaefendi” diye haykırıyordu.
    – “İlkokul” ve “vaiz” kelimelerini aynı cümle içinde kullanan bile çıkmıyordu.
    *
    Allah’ın hikmeti işte!
    Dün ilk kez farklı bir şey oldu!
    *
    Meclis FETÖ Araştırma Komisyonu Başkanı Reşat Petek dedi ki:
    “İlkokul mezunu bile olmayan FETÖ elebaşı, vaiz olarak tayin edildi.”
    *
    Demek ki neymiş?
    İlkokul mezunu bile olmayan bir adamın vaiz olarak atanmasını yadırgamak ve mesele etmek için…
    İlkokul mezunu bile olmayan o adamın, bunlarla ters düşüp kanlı darbe oyunlarına girişmesi gerekiyormuş.

    FETÖ’NÜN ZİL TAKIP OYNADIĞI ANLAR
    – HER muhalife “potansiyel FETÖ’cü” muamelesi çekildiği an…
    *
    – AK Parti CHP’yi, CHP AK Parti’yi… “FETÖ’cü” diye suçladığı an…
    *
    – FETÖ ile mücadele adı altında sadece garibanlara dokunulduğu an…
    *
    – Parası olanın yırttığı an…
    *
    – Kadri Gürsel’in bile FETÖ’cü ilan edildiği an…
    *
    – Barbaros Muratoğlu’nun tahliye edilmediği an…
    *
    – Sözcü’ye FETÖ’nün yayın organı muamelesi çekildiği an…
    *
    – FETÖ’cülük belası, gereğinden fazla mübalağa edildiği an…
    *
    – “FETÖ’nün siyasi ayağı yok” dendiği an…
    *
    – FETÖ ile örgütsel bağı olmayan gazetecilere “FETÖ’cü” dendiği an…
    *
    – FETÖ’nün temizlenmesi konusunda samimi bir ittifak olmadığı an…
    *
    – FETÖ yöntemleriyle sağa sola çamur atıldığı an…

    http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ahmet-hakan/ilkokul-mezunu-bile-olmayan-bir-vaiz-40471204

    – – –

    DÜZEN’İN ZİL TAKIP OYNADIĞI AN
    Ahmet Hakan gibi yazarların düzenin bütün olumsuzluklarını aklayarak FETÖ gibilerine yüklediği an…

  683. marxist argüman

    “kapitalizm” kavramini tabula$tirmak

    internette “istanbul ticaret odalari osmanlidan cumhuriyete özel girisimcilige yönelik devlet politikalari” ba$likli pdf formatinda ki yaziyi okuyanlar görecekler ki, -link kopye edilemiyor- türk ekonomisinin/türkiye kapitalizminin aktörleri de “kapitalizm”, “milli burjuvazi” gibi kavramlari aynen benim gibi marxistlerin kullandiklari anlamda kullaniyorlar ve bu kavramlari kullanmakta bir sakinca da görmüyorlar.

    “kapitalizm” kavramini tabula$tiranlardan biri türk muhafazakari necip. bunu neden yapiyor:

    birincisi, necip gibi türk muhafazakarlari bugün türkiyede da hakim olan ekonomi modelinin bati’dan ithal edildigini kabul etmek istemiyorlar, cünkü onlar yüzde yüz “milli/yerli” olmayi bir hayat felsefesi olarak benimsemi$ler, dolayisiyla türkiyede ki ekonomi modelinin bati’dan ithal oldugu dü$üncesi necip gibi türk muhafazakarlarinin “zoruna” gidiyor; nayir, nolamaz.

    ayni durum $urda da kar$imiza cikiyor: laik/kemalist fraksiyona yakin duran tüsiad’li kapitalistler “kapitalizm” kavramini kullanmakta bir sakinca görmezken, müsiad’li islamci/muhafazakar kapitalistler tipki necip gibi “kapitalizm” kavramini asla kullanmiyorlar.

    ikincisi, türk muhafazakari necip’in “kapitalizm diye bir$ey yoktur; bu bir sistem falan da degildir” savunmasinin altinda yatan ikinci neden $udur:

    kapitalizm bir düzen/sistem degildir; hayatin taa kendisidir; insanligin tarihsel geli$iminin dogal bir sonucudur, dolayisiyla mevcut siyasi/iktisadi düzeni/sistemi ele$tirmek ve sorgulamkta yersiz ve gereksizdir; günümüz dünya düzeni bu haliyle olu$mu$sa, var olmasi gerektigi icin vardir; böyle olmasi gerektigi icin böyledir; hikmetinden sual olunamaz. mantik bu.

    kapiatalizm kavramini tabula$tirip agzina almayan ikinci ki$i ise zileli oluyor. o’nun hesabi da $öyle:

    birincisi, türkiyede $u anda islamci iktidar hüküm sürüyor; acil görev bu islami iktidari yikmaktir; islami iktidari yikmada batili emperyalistler biz rejim muhaliflerinin “dogal” müttefikleridir; bundan dolayi da kapitalizm ele$tirisinden kacinmak lazim, cünkü böyle bir ele$tirinin ucu batili emperyalistlere dokunur; neme lazim, adamlari “kapitalizm ele$tirisi” gibi lüzumsuz $eylerle ürkütmeye ne gerek var.”

    ikincisi, zileli gibi bati demokrasisini idealize edenler isteselerde kapitalizmi ele$tiremezler; cünkü serbest pazar ekonomisi ile demokrasi ikiz karde$tir; demokrasi, pazar ekonomisinin siyasi yönetim bicimidir; tersinden söylersek; demokratik yönetim biciminin iktisadi üretim modeli pazar ekonomisidir. en azindan bati’da bu $ekilde ortaya cikmi$tir.

  684. Baskıya uğradığı için ben de destek veriyorum Sözcü’ye.

  685. marxist argüman

    türkiyede milli burjuvazi ve kapitalizmin geli$imi

    istanbul ticaret odasi yayinlarinin internette pdf datei olarak okunabilecek “osmanlidan cumhuriyete özel girisimcilige yönelik devlet politikalari” adli cali$madan alinti:

    “…….Bu durumu gayet doğal karşılamak gerekir. Zira yeni devletin bir “ekonomi devleti” olacağı Mustafa Kemal tarafından bir hedef olarak saptanmıştır.

    Her ne kadar koşullar devletin bu hedefe yönelebilmesine elverişli olmasa da, ülkenin ekonomik iyileşmeye, gelişmeye gerçekten çok ihtiyacı vardır.

    O şartlarda tayin edilen bu ekonomik hedefe yönelebilecek tek unsur 1908-1922 dönemindeki Milli iktisat politikalarma dayanan sermaye sahibi az sayıdaki Müslüman-Türk topluluğu idi ve ona da bu şans devletçe tanınmıştır.

    Kaldı ki, Anadolu’daki bu varlıklı insanlari Kurtuluş
    Savaşı’nı mali yardım yaparak, düzensiz silah grupları oluşturarak ve bağımsızlık hareketinin meşruiyet zemini olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne katılarak desteklemiştir.

    Sonuçta bu kesimin istekleri (İzmir İktisat Kongresi kararları) yerine getirilmeye, olanakları arttırılmaya {Aşarın kaldilması, Ziraat Bankası kredilerinin genişletilmesi, Teşvik-i Sanayi Kanunu, iş Bankası ile Sanayi ve Maden Bankası’nin kurulması…)”

  686. marxist argüman

    türkiyede milli burjuvazinin/sermayedar-kapitalist sinifinin ve kapitalizmin geli$imi

    istanbul ticaret odasi yayinlarinin “osmanlidan cumhuriyete özel girisimcilige yönelik devlet politikalari” isimli calismadan alinti:

    “AÇIK DEVLET DESTEĞİYLE ÖZEL
    GİRİŞİMCİ SINIFI OLUŞTURMA POLİTİKASI: MİLLİ İKTİSAT POLİTİKASI

    1908 yılında başlayan yeni iktisadi dönemde önce liberal bir ekonomi düzeninde tasarruf aracılgıyla sermaye birikimi sağlama planı sonuç vermemiştir. Savaşlarin bir diğerini izlediği bu dönemde beklenen sermaye birikimi gerçekleşmemiş, Müslüman “iş adamı” bir türlü ortaya çıkmamıştı.

    Bunun sonucunda bu beklenti ortadan kalkmış, liberalizm bırakılarak “milli iktisat” ilkeleri benimsenmeye başlamıştır. 1914’ten itibaren ekonomi, daha kökten bir burjuva dönüşümünün gerçekleşmesini ve daha ulusal bir kapitalizmin tohumlarının yeşerebilmesini kolaylaştırmaya yönelik bir proje olan, liberal okul karşıtı, korumacı sanayileşmeye yönelik ve devlet teşvik ve müdahaleleri ile bir milli sanayi burjuvazisinin “yetiştirileceğini” savunan “milli iktisat” okuluna tanık oldu.

    Bu oluşumda çok sayıda iktisadi ve siyasi faktör rol oynamıştir. Ayrıca bu oluşumda iktidardaki İttihat ve Terakki’nin imparatorluk içersindeki değişik etnik unsurları liberal bir düzende Osmanlılık kavramı içersinde bir araya getirmeyi amaçlayan politikalan istemeyen ve bunun yerine Türk milliyetçiliğine yönelen ideolojisi de rol oynadı.

    İttihat ve Terakki yönetimi özellikle savaş yıllarinda, gerekirse savaşın yarattığı kıtlık koşullarından yararlanarak ve devlet desteğiyle bir yerli ve milli burjuvazinin yetiştirilmesi çabasına girişmiştir. Zira İmparatorluğun gayrı müslim unsurlarin bir bölümünün ayrildığı bir dönem olan 1913-15 yıllarina ait bir istatistikte sanayi kuruluşlarının neredeyse 2/3’ünün gayrimüslim unsurlara ait olması, bu oranin daha önceki dönemlerde çok daha yüksek olduğunu düşündürüyor.

    Bunların yanı sıra, imparatorluğun Balkan savaşlarında Türk olmayan tebaası karşısmda aldığı yenilgiler ve toprak kayıpları, 1.Dünya Savaşı’nin başlamasıyla birlikte ekonominin ihtiyaç duyduğu dış ticaretin kesilmesi yüzünden Osmanlılarin bu ihtiyacı kendi olanaklarıyla sağlamak zorunda kalması gibi başka faktörler de bu politikanın tercih edilmesi ve yürütühnesinde etki olmuşlardır.”

  687. Marksist Ercüment

    Bana “kapitalizm diye bir sistem yoktur” dedirtemezsiniz

  688. Cam, Ayna, Narkissos, Selfie

    Sayın marxist argüman Hoca,
    Marx ve Marksizm’i derinden çalışıyoruz.. Okuması gereken kitap ve eserler sayısız. Bazı anlaşılması güç olan temel ilkeleri somut örneklerle anlamak daha kolay oluyor.
    Sizin bilgi birikiminizden yararlanmak için tarihsel bir örnek seçtik.
    Cama eski Mısır bulunur. Buluşun daha eskiye gittiği mümkün.
    Camın bilim ve teknolojik ilerlemedeki önemi metalürjiyi bile aşar.
    Matbaacılığın ilerlemesiyle gözlük ve dolayısıyla insanların okuma sürelerinin artışı ve eğitimin yeniden canlanması; teleskop (astronomi) dolayısıyla evrenin sonsuzlaşması; mikroskop (biyoloji, tıp, termometre) gözle görülmeyenlerin görülmesiyle canlı ve cansızlar sayısın artışı; pusula ve dünyanın “büyümesi”, zamanımıza, bilime, gerçek ve hakikate en güvenilir temel olan görme ve dolayısıyla gözün beş duyulardan en etkili organ oluşu ve saymakla bitmez diğer katkılar sıralanabilir.
    Cam sayesinde 16. yüz yılda geliştirilen, insanın kendisini tıpkı gösteren aynanın çıkışı ve insanın kendi kendisiyle, diğer insanlarla, ve doğayla ilişkisi çerçevesi içinde, benlik veya egosundaki kökten değişme asıl sorumuzun özü sayılır.
    Bu konu çok uzun ve karmaşık ama sorumuzu daha basit bir biçime sokmak için sadece bize en önemli gibi gelen iki gelişmeden söz edeceğiz.
    Bir yandan bilimde buluşlarla doğa, kişiden ayrıldı, koptu; diğer yandan kişi, aynada kendini aynisini görme düşüncelerine dalarak, içine döndük ve dolayısıyla özgeçmiş anlatımlar, romantik edebiyat, psikolojik roman, şiir, kişi portreliyle dünyadan koptu. Tabii bu ikilik birbirini tümleyen tek bir sürecin iki safhasıdır.
    Marxsizm bu kopan insanın tekrar bütünleşeceğini öngörür.
    Sayın hoca, sizce dünyayla tam anlamda birlik içinde ve bütün olanın aynaya ihtiyacı olur mu?
    Size göre cam-ayna ve cep telefonu- selfie aynı mı?
    Bir arkadaş selfieden ölenlerden söz etti. Siz yazdığınız cevapta iyi/kötü kullanış ayırımın insanın elinde olduğunu savundunuz.
    Bildiğimiz kadar aynadan ölen tek kişi Narkissos. Ama mit “ben”e dönük bencilliğin zararına işaret etmek ister.
    Sizce ayna camın kötü kullanışı mıdır?
    Bizi asıl rahatsız eden sayın hocamız, cam misali bir gelişmede bir nesnenin iyi/kötü olduğunu önceden bilmenin imkânsızlığı.
    Deniz, hava ve su kirliği; yiyeceklerin zararlı kimyasal maddelerle dolmuş olması; ısınma tehlikesi; nükleer kalıntılar ve kazalarla etrafa yayılan radyoaktif eleman; tıpta kullanılan yanlış yöntemler böyle daha önce bilinmesi imkânsızlar arasında.
    Bilim ve teknolojideki gelişmeler akıl almaz bir hızla ilerlemekte. Selfie çekenler, şoförsüz otomobiller gibi, tehlike sinyalleri veren çipler taşıyıp kazalardan kurtulabilirler.Ama bir süre sonra bu chiplerin deri kanserine neden olduğu ortaya çıkabilir.
    Aynaların arkasındaki gümüşlü amalgama aynaya bakanın beynindeki özbilinçlilik nörotransmitterleri belli bir süre durdurulabilir. Ama bir süre sonra gençler arasında bile aşırı bunama hastalığı yaygın olabilir.
    Gerçekten Marksist bir ülkede böyle zararlı gelişmeleri önceden görme imkânı olabilir mi?

  689. ÜRETİM İYİ TÜKETİM İYİ

    ” softa’dan anar$ist olur mu?”
    Sen softa Markist olmuşsun. Öğrenciler bunu senin yüzüne vurup duruyorlar, sesin çıkmıyor.
    Bir örnek daha:
    “yeni oligarşinin ideoloji üreticilerinden birisiniz.”
    Bak anar$ist Marxsist (gerçi by herif fırıldak gibi döndüğü için ne olduğunu bilmek zor) olmuş. ÜRETİM’i her yerde görüyor.
    Marxistlere göre fabrikalar bu herif gibi mal üretir, kadınlar çocuk üretir, toprak sebze meyve üretir, kafalar fikir üretir, dünya sonsuza dek üretenlerle dolar taşar.
    Marx’dan bu yana, dünyanın tümü bir üretme gezegeni oldu. İkinci Dünya Savaşı bittikten sonra da tüm dünya TÜKETENLER gezegeni oldu.
    Sen ve bu herif gibi kellerinden üretkenlik fışkıranlar bu dünyaya ÜRETENLER-TÜKETENLER gezegeni adını vermesini bekliyoruz.
    O yazıyı yazan anar$ist değil, anar$istlik tüketimi satıcısı. Daha herif Karl Polanyi’yi bile duymamış.

  690. Amerika ve Afrika

    Sayın Marxsist Argüman, Necip ve Zileli hocalarımız,
    Bazı tarihçelere göre Amerika kıtaların keşfi kapitalizmin gelişmesinde çok büyük bir rol oynadı.
    Sizler katılıyor musunuz?
    Eğer ABD’nin dünya üzerinde egemenlik kurması Amerika kıtasının doğal zenginliğine borçluysa ve neden Akdeniz çevresinde egemenlik kuran bütün medeniyetler, krallıklar ve imparatorluklar sadece Afrika kıyılarında kaldılar? Neden içerilere girip Afrika’nın doğal kaynaklarından yararlanmadılar?
    Bu konuyu Marksist metodolojiyle inceleyen kitaplar var mı? Veya nedenlerini sizler biliyor musunuz?

  691. Kapitalizm ve Bilgisizlik

    Sayın 13 Anonim 23 Mayıs 17
    Yazınızda adı geçen Necip hakkında söylediklerinizden kısa bir alıntı:
    “Necip gibi, ölümcül kapitalizmin patronları; “efficiency”yi, “productivity”yi savunur; bunlar uğruna, insan öldürmeyi göze alacak kadar hırsa bürünmüşlerdir!
    Kapitalist Necip, şunu demişti:
    Necip: 13 Mayıs 2014’te, Manisa-Soma’daki maden ocaklarında ölenler; madende değil başka yerlerde çalışıp para kazansalardı! Mesela; niçin tarlada ırgatlık yapmadılar da maden ocağında çalışmayı istediler?! Ben mi söyledim onlara “madene gidin ve orada ölün!” diye!
    Umrumda olmaz!”
    Bunu kapitalizme karşı olanlardan işitmek bana tuhaf geldi. Onu ve aynada yansısı Marxsist Argüman’la G. Zileli bilgiçleri taklit edersem, daha henüz 17. yüz yılda ekonominin matematik (calculus) olduğu apaçık ilan edildi. Denklemlere hisler, nitelikler, din, ahlak, öznel yargılar, arkadaşlık, anne, baba, karı, çocuklar sevgileri, acıma katılamaz. Ekonomi bilim olmaktan çıkar.
    Kapitalist bir şirket ha yiyecek satmış ha 5-6 yaşındaki küçük çocukları fahişeliğe satmış, hiçbir fark yok.
    Not: Türkiye’de Suriyelilerin çaresizliğinden faydalanan böbrek satış şirketi buna bir örnek.
    Marks’ın Marxsist Argüman (materiyel merdiven basamakları hoplayarak atlama), eski Leninist-Stalinst Zileli (ruhsal merdiven genetik mütasyonla hoplayarak atlamak) ve benzeri magandaları peşine takmasının en derin nedenlerinden biri 19. yüz yıla egemen beyinsizlik modası olan bilimselleşmeydi. Marks tarih boyunca bu herif ve benzerlerine karşı yöneltilen ahlaki yargı ve suçlamaların etkisizliğini eleştirilerin bilimsel olmayışlarından kaynaklandığını saptadı. Marks, dünyayı kasıp kavuranlara, yaşam ve özgürlükten nefret edenlere karşı ama ahlak açısından kendinden önce saldıranların kendinden çok daha şiddetli ve keskin bir dil kullandıkların açık açık söyler.
    Üç bilgici taklidim bitti.
    Günaydın! iyi kalpli, hayırseverler.
    Kapitalist anasını, babasını, karısını, çocukların bile bu herifin lafla ifade ettiği rahatlık içinde satar.
    8 kişinin dünya insanlarının %50’sinin servetine sahip olduğu bu dünyada Necip okyanusta bir damla bile değil.

  692. Beni iktidarın baskısına uğrayan herkese destek vermekten vazgeçiremezsiniz

  693. Necip, sistemi “kapitalizm” yerine sizin de kabul edebileceğiniz başka bir isimle tanımlarsak “sistem”in varlığını kabul eder misiniz?

    Mesela Demir Küçükaydın’ın kullandığı şu ifade dikkatimi çektiğinden aklımda kalmış:

    “Modern toplumun dini olan aydınlanma ve onun karşı-devrimci biçimi olan ulusçuluk”

    Sizce sistemi bu şekilde tanımlarsak böyle bir “sistem” vardır diyebilir miyiz? Bence var diyebiliriz sanki. Ya da Küçükaydın ilginç terimler ve adlandırmalarla kafa bulandırdığı için öyle geliyor.

  694. Yukarıdaki yorumumu yazarken şimdi aklıma geldi. Küçükaydın’ın “Ergenekon”dan bahsetmesi de galiba bunun gibi zekice ama aynı zamanda kafa bulandırıcı bir adlandırma. Hatta sayın Zileli de onun “Ergenekon”a kafayı takmasını eleştirmiş yanlış görmediysem. Fakat ben Ergenekon’un olmadığı konusunda da Zileli kadar emin değilim. Adı bu olmasa da ve alakasız birçok kişi bununla yaftalansa da böyle bir grup var gibi sanki.

  695. “Bazı tarihçelere göre Amerika kıtaların keşfi kapitalizmin gelişmesinde çok büyük bir rol oynadı.
    Sizler katılıyor musunuz?”

    Bu kitalar, bati tarafindan, ‘kapitalizm gelissin diye’ kesfedilmedi. Dahasi, baslangicta, yeni kitalarin kesfedildiginin bile farkinda degildiler, malum.

    Onlarin temel dertleri, Dogu ile yaptiklari ticareti daha ucuza mal etmek idi.

    ‘Daha ucuza mal etmek’ amacinin ‘kapitalizm gelismesi’ anlamina geldigini iddia edeceksek, ben buna itiraz etmem.

    Itiraz etmem; cunku –hep soyledigim uzere– bugunlerde ‘kapitalizm’ dedigimiz olgu bilinen tarihin her doneminde vardir.

    Degisik donemlerde degisik isimler veriyoruz diye boyle bir devamliligin olmadigini farzetmek bizim analitik/entellektuel eksikligimizdir.

    [
    Bu baglamda su ilginctir. Mesela, ‘devlet’ dedigimiz sey icin boyle yapmayiz.

    Sumerlerde de, Hititlerde de, Kadim Misir’da, kadim Yunan’da da, Cin’de –ve baska bir suru yerde de–, kac bin sene oncesine ait olursa olsun, bir ‘devlet’in var oldugunu kabul etmek bize zor gelmez.

    Halbuki, her donemdeki ‘devlet’in bir suru ozelligi bir baska donemdekinden cok ciddi farkliliklar gosterebilir.
    ]

    Ama, o donemlerde bu ismi ile bilinmiyordu, dolayisi ile, bu amaca (‘kapitalizm gelismesi’ne) hizmet etmesi sozkonusu bile olamazdi.

    Onun yerine, cumleyi soyle degistirirsek cok daha anlami olur: “Amerika kıtaların keşfi sosyo-ekonomik hayatın gelişmesinde çok büyük bir rol oynadı.

    “Eğer ABD’nin dünya üzerinde egemenlik kurması Amerika kıtasının doğal zenginliğine borçluysa ve neden Akdeniz çevresinde egemenlik kuran bütün medeniyetler, krallıklar ve imparatorluklar sadece Afrika kıyılarında kaldılar? Neden içerilere girip Afrika’nın doğal kaynaklarından yararlanmadılar?”

    Oncelikle sunu soylemem lazim: Fazlasiyla Bati (ani, Avrupa) merkezli bir bakisin sorusu bu.

    Bahsettiginiz donemlerde Afrika bos bir kita degildi. Yani, oyle her isteyenin elini kolunu sallayarak girecegi, istedigi yeri de kendi adina tescil edecegi bir toprak parcasindan bahsetmiyoruz.

    Ne uzun uzun yazacak vaktim, ne de konunun uzmanligi yonunde bir iddiam var. Ama, “african civilisations” diye aratirsaniz, bu konuda yeterince bilgiye ulasabilirsiniz.

    Ayrica, Wikipedia’da (Ingilizce) su linke bakarsaniz, Afrika’da cok sayida ve turlu cesitlikte devletler, imparatorluklar filanin da oldugunu gorebilirsiniz.

    https://en.wikipedia.org/wiki/African_empires

    Dolayisi ile, Afrika hic de oyle sanildigi gibi bos ve bakir degildi. Once bunu bir yere yazmak lazim.

    Bir diger nokta da, icinde bizim de yasadigimiz cografyadan (Akdeniz havzasi, sahilleri vs) Afrika’yla ticaret de savas yapmak da cok zordu –yani, cok maliyetliydi.

    Osmanli doneminde Afrika ile ticari ve dilomatik iliskiler mavcuttu. Ama, bunlar sadece egzotik ya da cidden lazim olan urunler uzerinden yuruyordu. Yani, pahali seylerdi ve fiyati dusurmek icin ilave ugrasiya degecek seyler degildi (ciro yeterince yuksek degildi).

    Neyse.

    Simdi de ben size bir soru sorayim:

    Eskimolar neden pek Penguen yemezler?

  696. “‘kapitalizm’ kavramini tabula$tiranlardan biri türk muhafazakari necip.”

    Neden ‘Turk’ olmam bu konuda sizce onemli?

    Yani, Alman, Fransiz, British ya da USian olsaydim cok mu farkli bakacaktiniz?

    Ikincisi, neden ben ‘muhafazakar’ oluveriyorum?

    Dahasi, ben nasil ‘muhafazakar’ oluveriyorum?

    Neyi muhafaza etmek icin canla basla calistigimi gordunuz; size bu intibai ne verdi?

    Irtihal-i dar ul beka eyledigi acikca tescil edilmis bir ideolojinin (‘Marxism’in) savunuculugunu mu yapiyorum, mesela?

  697. Son yorumumda değindiğim “Ergenekoncu” yaftalarıyla ilgili bir şey daha eklemeliyim.

    Bu biraz da Fethullahçı yaftasına, özellikle de 15 Temmuz sonrasındaki kullanımına benziyor.
    15 Temmuz girişiminde “Cemaat” de yer almış olmakla beraber başka gruplar da vardı ve hatta çoğunluk onlardan oluşuyordu. Hele TSK’daki bu kadar askerin hepsinin “Cemaatçi” olduğu iddiasının havada kaldığı ortadadır. Cemaatçiler daha ziyade darbeye katılan Emniyet, valiler, savcılar gibi unsurlar arasında çoğunluktu denebilir belki.
    Yani kısacası FETÖ gibi ETÖ de var, ama bu adlandırma muhaliflere yönelik cadı avında kullanılarak sulandırılıyor diyebiliriz. Tıpkı her önüne gelene komünist yaftası vuran (“Ortanın solu Moskova yolu” gibi) anti-komünist cadı avında olduğu gibi.

  698. “‘kapitalizm’ kavramini tabula$tiranlardan”

    Bunca zamandir byte tuketiyorum; hala anlatamamisim, demek ki.

    Ben, “‘kapitalizm’ kavramini tabula$tir”miyorum.

    Kullandiginiz ‘kavram’, ‘kapitalizm’, konusmak istediginiz konuyu dikkate aldigimizda, hem (siyaseten) yalama olmus hem de perspektif acisindan yetersiz/kisitlayici bir terimdir.

    Benim dedigim budur.

    Idrakinize baskalarinin (ya da kendinizin) bictigi deli gomlekleri giydirmeyin.

    Sehirlesmeye basladigimiz gunden beri, her donemde, sosyo-ekonomik hayat/faaliyet vardi.

    Zaman icinde cesitlense de, bu hayatlar/faaliyetler –ozleri itibariyle– hem birbirlerine benzerler, hem de devamlilik arzederler.

    Bu kadar basit, bu kadar yalin, bu kadar temel bir gercegi iskalayip; sanki, 16nci (ya da 17nci miydi, yoksa 18nci mi?) yuzyilda, insan topluluklari aniden genetik bir evrim gecirip hooop diyerek ‘kapitalizm’ denen bambaska/yepisyeni bir sosyo-ekonomik hayata/faaliyete gecmisler gibi lafa baslamanizdan ben –sizin adiniza– rahatsiz oluyorum.

    Itirazim onadir.

    Yani, kendi zekanizla alay etmenizi kabul edemiyorum.

    Insan sevildiginin bu kadar mi farkinda olmaz? 😉

  699. marxist argüman

    amerikan kapitalizminin/amerikan rüyasinin sirri

    “Bazı tarihçelere göre Amerika kıtaların keşfi kapitalizmin gelişmesinde çok büyük bir rol oynadı.
    Sizler katılıyor musunuz?”

    1. amerika’ya göc eden avrupalilar, modern kapitalizmi ve serbest rekabeti/özel giri$imiligi zaten taniyan, bilen insanlardi.

    2. kuzey amarika’da amerikan kapitalizminin geli$mesine ayak bagi olacak feodalizm yoktu; bundan dolayi avrupada görülen ic sava$lar, sinif sava$lari, sömürge sava$lari vs. amerika’da olmadi. -amerika devletinin ve amerikan ulusunun tarih sahnesine cikmasi ile sonuclanan kuzey-güney ic sava$ini saymazsak-.

    amerikan kapitalizmine ayak bagi olarak görülen yerliler/kizilderililer de imha ve göcertme politikasi ile engel olmaktan cikarilmi$lardir.

    3. amerikan kapitalizminin öncüleri olan göcmenlerin güneyin engin ve verimli topraklarinda modern tarim tekniklerini kullanarak ve zenci köle emegi ile ürettikleri pamuk, tütün, $eker gibi tarim ürünlerini ba$ta ingiltere olmak üzere, ihrac ederek sermaye/kapital biriktirmeleri.

    sözkonusu bu sermaye/kapital daha sonra amerikan sanayi kapitalizminin kurulu$unda kullanilmi$tir.

    4. köleciligin kaldirilmasindan sonra da amerikan kapitalizmi hicbir zaman ucuz i$gücü SIKINTISI cekmemi$tir; amerika’ya bugün de hala devam eden göc sayesinde i$gücünden ba$ka sermayesi olmayan bol miktarda “i$arayan” “özgür insan” mevcuttu.

  700. marxist argüman

    kapitalist anlamda zenginlik

    “Eğer ABD’nin dünya üzerinde egemenlik kurması Amerika kıtasının doğal zenginliğine borçluysa ve neden Akdeniz çevresinde egemenlik kuran bütün medeniyetler, krallıklar ve imparatorluklar sadece Afrika kıyılarında kaldılar? Neden içerilere girip Afrika’nın doğal kaynaklarından yararlanmadılar?”

    sadece dogal kaynaklari sömürerek, yagmalayarak kapitalist anlamda bir zenginlik ortaya cikarmak mümkün degildir. belirleyici olan o hammadeyi nasil ve ne kadar verimli i$ledigindir.

    ba$ta ABD olmak üzere, modern kapitalizmin “ba$arisi”nin sirri:

    sanayi devrimi ile, doga bilimlerine dayali teknik geli$me ile “üretim verimliligi”nin eskiye oranla yüz kat, bin kat arttirilmasidir.

    örnek: 1794 de amerika’da üretimde kullanilmaya ba$lanan ve 1800 de daha da geli$tirilen “cotton gin” adli textil makinesi ile bir günde 3000 kölenin ürettigi kadar pamuk üretildi söyleniyor.

    kapitalist anlamda zenginlik, insan ihtiyacini ölcü alan zenginlikten ayridir. ne demek bu?

    modern kapitalizm (kagit) para’ya dayali bir ekonomidir; bununla alakali olarak da günümüz modern kapitalizminde zenginlik, birim ölcüsü para olan bir zenginliktir.

    kapitalist ekonomi doga bilimlerine dayali teknik geli$me sayesinde üretim verimliliginde rekor üzerine rekor kiran bir ekonomidir.

    yani yeterli miktarda, bol miktarda mal/mamül/ürün üretimi artik sorun degil; “kitlik” denilen sorun coktan tarih oldu.

    kapitalist ekonomi tam tersine, bolluktan krize giren bir ekonomi. ne demek bu?

    kapitalizmde “kriz” demek, bol miktarda üretilen ürünlerin/mallarin alici bulamamasi demektir.
    yani ürün/mal kitligi söz konusu degil, üretilen mallara, cebinde parasi olan alici/mü$teri bulma kitligi sözkonusu; mallarin elde kalmasi sorunu sözkonusu.

    sonuc: kapitalizm, insanligin görüp görecegi en akil-mantik di$i bir ekonomik üretim modelidir.

    mallar/ürünler, insanlar ihtiyacini kar$ilasin diye üretilmez; insan ihtiyaclari kapitalistler icin sadece para kazanma amaciyla dikkate alinir; ve sadece paraya dönü$ecek ihtiyaclar dikkate alinir.

    örnek: AIDS hastaligina kar$i ilac üretilmi$ durumda, ama sadece o ilaci ödeyebilecek parasi olan hastalar icin üretiliyor.

    bundan dolayida kapitalist anlamda “zenginlik”; ihtiyaclarin kar$ilanip kar$ilanmadigi degildir; zenginlik, satilip paraya dönü$türme anlamina geliyor.

    vw’nin, toyota’nin, general motors’un fabrikada bekleyen otomobillerinin o firmalara hic bir faydasi yok; o’nu zenginlikten saymazlar.

    ne zaman ki o otomobiller pazarda satilip para/kredi olarak bu firmalarin kasalarina girdi, i$te o zaman üretim hedefine/amacina ula$mi$ oluyor. satilmazsa ne oluyor: kapitalizm krize giriyor.

  701. marxist argüman

    aptalca bir devrim teorisi: psikolojik terör ile yildirma

    “Dikkat ediniz; bütün bu ‘kilit noktadaki kapitalist kişiler’e karşı mücadele etmek, kapitalist düzeni yıkmak için tek yol değil; fakat, mücadelenin gelişmesi için atılması gereken ilk ve büyük adımlardan sadece bir tanesi. Bu kapitalistlerin yerine başka kapitalistler geldiğinde, mücadele devam eder; kapitalistlerin sömürü hevesleri teker teker kırılmaya devam ettiğinde, kapitalist düzen erime emareleri göstermeye başlar.”

    bu softa anar$istin necip’i neden yakin markaja aldigi, neden psikolojik terör uyguladigi $imdi anla$ildi.

    böylesi bir düsünce ve davrani$ softaliktan öte aptalliktir. bu aptalligi ele$tirmek lazim.

    bu aptal mantiga göre, kapitalist düzen varligini, sömürme heveslisi i$verenler olmasina borclu. sözkonusu bu sömürme heveslisi kapitalistlere psikolojik terör uygulanirsa bunlarin hevesi kacar; dahasi vicdan azabina gark olurlar; diz cöküp günah cikararak tövbe ederler; o halti bir daha yemeyeceklerine yemin ederler vs.

    sömürme hevesi kirilip bu i$i birakan i$verenin yerine yenileri gecer, fakat bu durumda psikolojik terörün dozajini gitgide artirmak lazim ki, bu i$e heves edenlerin umutlari kirilsin, gitgide azalsinlar; kapitalistlerin sayisi azaldikca kapitalist düzende erimeye ve gitgide yok olmaya dogru gidecek.

    hayatimda duydugum en aptalca/ahmakca devrim teorisi bu oldu.

    modern kapitalist düzen varligini “sömürme heveslisi” tek tek özel giri$imcilere borclu degil. bunu iddia eden biri devlet’in/düzen’in ne oldugunu anlamami$ bir aptaldir.

    günümüz dünyasinda ya$amak icin olmazsa olmaz $art para’dir.
    bir i$veren de ya$amak icin para’ya ihtiyac duyar; ve yaptigi i$i para kazanmak amaciyla yapar.

    özel mükiyeti ve para’yi esas alan ekonomik organizasyonu yasasi ile yürülüge koyan, gözeten garantör güc devlettir; devlet’in ekonomi politikalaridir.

    devletin yasasi, polisi, mahkemesi, cezaevi olmasa; kisacasi devlet’in “caydirici” otoritesi olmasa sözkonusu bu düzen bir gün bile ayakta duramaz.

    siyasi otorite olan devlet’i ele$tirmenin yanisira ekonomi’yi; ekonomi politikalarini da ele$tirmek lazim.

    fakat ekonomi’yi; ekonomi politikalarini ele$tirmek demek, tek tek i$verenlere “sen canisin, sömürgensin” deyip psikolojik terör uygulamakla olmaz; bu yapilabilecek en aptalca ele$tiridir ve ele$tiri yapana hic bir faydasi olmaz.

    tipki devlet’i ele$tirecem diye “t.c. ba$bakani $öyle kötüdür böyle kötüdür” $eklinde bir ele$tirinin aptalca olmasi gibi; tipki amerikan emperyalizmini ele$tirecem diye “trump $öyle canidir, öyle zalimdir” $eklinde ki bir ele$tirinin ahmakca olmasi gibi vs.

    sonuc: düzenin siyasi ve ekonomik aktörlerine bir takim “kötü” etiketler yapi$tirmanin sistem ele$tirisiyle alakasi yoktur.

    sözkonusu o “kötülükler”, tek tek aktörlerin ki$ilik/karakterilerinden bagimsiz olarak var olan olgulardir.

    sömürü, sömürme heveslisi i$verenler oldugu icin var degildir; özel mülkiyetin ve para’nin/sermayenin cogalimi/birikimi kurumsal bir olgudur; devletin, yasasi ile insanlari mecbur ettigi bir durumdur; devletin, “ücretli i$cilik” ile kurumla$tirdigi bir durumdur.

    akilli, mantikli bir sistem muhalifi ücretli i$cilige, özel mükiyetin ve para’nin hakimiyetine dikkat ceker, cekmeli. mevcut düzenin yikilmasi ancak ve ancak insanlarin cogunlugunun bu konularda ikna olmalari ile mümkün.

    canli örnegini bu sitede gördügümüz aptal ve ahmak sistem muhalifleri de tek tek aktörlere psikolojik terör uygulayarak düzeni yikacaklarini hayal ederler.

  702. “sistemi ‘kapitalizm’ yerine sizin de kabul edebileceğiniz başka bir isimle tanımlarsak ‘sistem’in varlığını kabul eder misiniz?”

    ‘Sistem’ kelimesi degil onemli olan.

    Sundan dolayi degil:

    Ister akademiyada, isterse de gunluk hayatta olsun, ‘sistem’ her zaman cok kesin tanima sahip degil.

    Yani, ‘sistem’ demek icin, illa da sebep-sonuc iliskini acikca gorebilmemiz (yani, ‘deterministic’ olmasi), veya calisma mekanigini matematik formullerle aciklayabilmemiz gerekmiyor. Boyle bir kural yok.

    Bkz., mesela, ‘Iklim Sistemi’ vb.

    Bundan dolayi, tek basina ‘sistem’ kelimesine takmak –bence– dogru degil.

    Iyi de, o zaman, ben neye itiraz ediyorum?

    El cevap: ‘Kapitalizm’ kelimesinin kullanildigi baglama (‘context’e) itiraz ediyorum.

    Daha da fazla, ‘Kapitalizm sistemi’ vb gibi terimlere itiraz ediyorum.

    Cunku, konuyla ilgili klavyeye/kaleme sarilan insanlarin neredeyse tamami, ‘kapitalizm’in bir ideoloji oldugunu (acikca ya da zimnen) farzederek lafa basliyor.

    Ve, devaminda da, ‘kapitalizm’ ile mucadele etmek icin baska ideolojilerin gerekli oldugunu –care oldugunu– filan anlatiyorlar/pazarliyorlar.

    Bu yaklasimin/analizin sakatligi, ilk/temel faraziyede/varsayimda/’assumption’da yatiyor.

    ‘Kapitalizm’ bir ideoloji degil. Bir kurucusu, peygamberi yok.

    Dolayisi ile, ‘kapitalizm sistemi’ filan gibi laflar, bir ideologun recetesi uzerine kurulmus oldugu imasi tasidigi icin, anlamli degil.

    Yani, yanlis.

    Sakat/eksik/yanlis faraziye/varsayim/’assumption’ ile yapilan analiz de sakat/eksik/yanlis olmakla maluldur.

    Bu noktada sunu hemen yazmam lazim –yoksa sakat/eksik/yanlis kalir 😉

    Ben, her sakat/eksik/yanlis seye tepki koyan turden bir mukemmeliyetci (‘perfectionist’) degilim. Yani, baska manyakliklarim muhakkak vardir, da, bu onlardan biri degil.

    Hem kendi hayatimda, hem de baska bir suru yerde sakat/eksik/yanlis bir suru sey var veya olabilir. Sorun etmeden yasamanin bir yolunu bulmaga calisirim.

    ‘Kapitalizm’ konusundaki titizligimin sebebi, bu kavramin/kelimenin sakat/eksik/yanlis analizlere temel olmasinin bizim saglikli analizler yapmamizin onunde bir engel teskil etmesidir.

    Suna benziyor bu: Devrinin en bilgili tip adami olan Ibn-i Sina, ‘dolasim sistemi’nin (aha, gene o ‘sistem’ kelimesi) ‘soguk’ ve ‘sicak’ kan damarlarindan olustugunu dusunmesi, teshis ve tedavilerini bunun uzerine bina etmesi gibi..

    Tabii ki, bazi seyleri bu ‘model’ ile teshis ve/ya tedavi edebilirsiniz. Cunku, en azindan, insan vucudundaki bazi fonksiyonlari kategorize edebilecek seviyeye ulasmissinizdir.

    Bu da bir seydir.

    Ama, o ‘model’ (yaklasim/analiz) ile cok mesafe katedemezsiniz. Duvara toslayamasi mukadderdir. Nitekim, tosladi da.

    ‘Kapitalizm’in bir tur ideoloji oldugunu iddia edenler de, bu ‘model’deki israr ve taasuplari ile, problemlerin cozumunu zorlastiriyorlar. Hatta, imkansiz hale getiriyorlar.

    Abesle istigal ettiriyorlar bizi.

    Bu bize reva degil.

    Olmamali.

  703. “Mesela Demir Küçükaydın’ın kullandığı şu ifade dikkatimi çektiğinden aklımda kalmış:

    ‘Modern toplumun dini olan aydınlanma ve onun karşı-devrimci biçimi olan ulusçuluk’

    Ya da Küçükaydın ilginç terimler ve adlandırmalarla kafa bulandırdığı için öyle geliyor.”

    Eger aynen oyle soylemisse, Kucukaydinin kurdugu o cumlenin ilk kismina katilirim (“Modern toplumun dini olan aydınlanma”); ama, ikinci kisminda sorun var.

    Sanki, ‘domates kirmizi; fakat ben daha yakisikliyim’ der gibi.

    Bibirleri ile alakali olmayan, birbirine kontrast teskil etmesi sozkonusu/mantikli olmayan bir onermede bulunmak gibi.

    Bu kadar asikar bir garabet boyle yazmis ve farketmemis olmasi cok da makul gelmiyor bana. Yazinin butunlugu icinde bir sekilde tevil etmis olmali. Onu okumadan daha fazla bir seyler demem dogru olmaz.

    “Fakat ben Ergenekon’un olmadığı konusunda da Zileli kadar emin değilim. Adı bu olmasa da ve alakasız birçok kişi bununla yaftalansa da böyle bir grup var gibi sanki.”

    ‘Ergenekon’ ismiyle atifta bulunulan yapi konusunda ben de pek net degilim.

    Sundan dolayi: Eger ‘derin devlet’ anlaminda (ve Mahir Kaynak’in tanimladigi sekilde) bir yapidan bahsediliyorsa, bu kotu bir sey degil. Tersine, ulkedeki siyasi/ekonomik aktorlerin, gunluk siyasetin baskisi olmaksizin, konulari kendi arasinda muzakere edip bir ‘consensus’a varmasi icin (gayr-i resmi) bir mekanizmanin varligi iyi bir seydir –bence.

    Ama, bunun, ‘topuzumun hakki icun’ yontemiyle, elinde silah/guc olan birilerinin toplumun geri kalan kismina bir seyleri dikta etmek amaciyla faaliyet gosteren bir cete olmasi hicbir sekilde kabul edilebilir degil.

    Basinda okuduklarimiz, ikincisi olduguna isaret ediyor.

    Sorun su: Basinda okuduklarimiz her zaman dogru mudur? Ya da, daha spesifik olarak, bu konuda yazilanlar dogru mudur?

    Bilmiyorum.

  704. Yavuz Sultan Selim icin anlatilir. Gencliginde, Trabzon Valisi iken, zaman zaman, tebdil-i kiyafet, valilik sinirlari disina gidermis. Hatta, imparatorlugun sinirlari disina da.

    Bunlardan bir defasinda da, bir grup adamiyla, Tebriz’e uzanir.

    Yukaridan bakan tepelerden birinden Tebriz Ovasina bakip, son derece duzenli, yemyesil, baglari, bahceleri, tarlalari bir muddet seyrettikten sonra, [Sah Ismail’e izafeten; kiskanclik, kizginlik ve hayranlikla] “Vay, pezevengin dolu! Ne duzen kurmus!” dedigi soylenir.

    Ben de, baktikca, detaylar ortaya ciktikca, Cemaat’e yonelik benzer seyler soylemek ihtiyacini duyuyorum…

  705. Bilgiçlik hastalığı

    Sayın Kara Cahil 22 Necip 28 Mayıs 17
    Ulan amma attı betti. Sen ishalliğin “detayli dusunerek ve belli bir ciddiyetle”, en etkili bir şekilde iki taraftan, yani arkandan ve ağzından akıtmayı çok iyi yapıyorsun. Aferim dalkavuk müdür Necip Bey, G. Zileli gibi kıvıracağına, “bilmiyorum” diyerek kurtulacağına, en azından artık istesek de istemesek de uzmanlık devrinde yaşadığımızı kabul edip arkandan çıkanları ağzından çıkaracağına koca laflarla bilgiçlik soytarılığı yaptın.
    Bak “Marxist Argüman” aynı G. Zileli gibi cahilliğini yüzüne vuranlara karşı antideprasyon hapını yutup huzura kavuşurlar, sen de öyle yap. Cahillik ayıp değil, cahil kalmak ayıp.
    Eskimolar Penguenler sana benzediklerinden aldanıp insan sandılar, o yüzden yemediler. Sen ve taptığın dünyanın satış pezevenkliği yapanlar her gün insan yerler ama aynı sen, Marxsist Argüman ve G. Zileli gibi ad değiştirmeyle gerçeği değiştirip hödüklere yuttururlar.
    Çıplak gezen bir vahşiye “yamyam” sözcüğünün anlamı açıklanır. Vahşi, “biz öldürdüklerimizi yeriz, o halde beyazlar yamyam olmalı”, der.
    İnşallah anlarsın o dalkavuklukta büyük, anlamada küçük beyninle.

  706. Biliçliğin zararları

    26 marxist argüman 28 Mayıs 17 ve 27 marxist argüman 28 Mayıs 17
    Sen de aynı senin klonun-anti-klonun olan ve senin gibi bilgiçlik taslayan ve senin gibi “kapitaliz mi? kapitalizm değil mi? asıl soru bu” ilahileriyle senin ayinlerine katılan Necip gibi bilmeden cevap verdin.
    Kapitalizm içerde baskı dışarıda fetih düzeni zincirinde son halka. Daha önceki birikimlerden yararlandığı için ve özellikle kovboylara tüccarlar arasındaki maçı kazananların düzeni tekele almasıyla büyük adımlarla ilerlettiği için sizler gibi enayilerin gözlerinizi kamaştırır. Senin putun Karl Marks bile, zekâ ve bilgide sana kıyasla senden evren kadar büyük olmasına rağmen, aynı tuzağa düştü.
    Karl Marks’ın “Primitive accumulation of capital” oku, imkânsız ama belki seni uyandırır.
    Çok sayıda tarihçilerin ilgilendikleri tüm elemanlar hazır olduğu halde neden Çin, İslam, Hindistan kapitaizm safhasına geçmedi araştırmaları da belki seni taş uykusundan uyandırır.
    Senin Marksizm hakkında cahilliğin sınırsız.
    İşte sana Marks’ın yuttuğu haplardan bir daha:
    Kapitalizmin gelişmesinde kadınların oynadığı devasa ekonomik rolü senin gibi kör olduğundan görmedi.
    Ne de “sosyal haksızlıktan kurtuluş” inançlarının salt medeniyetin başladığı yerde ve dinsel bir dille ifade edildiği dikkatini çekti.
    Senin bu konuda bülbüllük etmen için 4 milyar fırın ekmek yemen gerekir.

  707. “sadece dogal kaynaklari sömürerek, yagmalayarak kapitalist anlamda bir zenginlik ortaya cikarmak mümkün degildir. belirleyici olan o hammadeyi nasil ve ne kadar verimli i$ledigindir.”

    Bu dogrudur da, burada herhangi bir hikmeti kesfetmis degilsiniz.

    ‘Verimlilik’ dediginiz sey, cok basitce, ‘Cikti’ ile ‘Girdi’nin orantisidir. Yani, elde ettiginiz harcadiginizdan daha degerli olmalidir. Aksi takdirde, haybeye is yapmis olursunuz.

    Bu da, sizin –israrla– kullandiginiz ‘kapitalizm’e mahsus filan degildir.

    Hatirlar misiniz bilmem. Avci-Toplayici doneminde bir laf vardi. Soyle der: ‘Attigin tas vurdugun kusa degmeli; yoksa bosa yorulurmus olursun’.

    “modern kapitalizm (kagit) para’ya dayali bir ekonomidir; bununla alakali olarak da günümüz modern kapitalizminde zenginlik, birim ölcüsü para olan bir zenginliktir.”

    Gunumuzun sosyo-ekonomik hayatinda tabii ki ‘kaydi^ para’nin (‘fiat money’in) cok onemli yeri vardir. Ama, bu, zenginlik gostergesi olsun diye icad edilmis oldugu anlamina gelmez.

    Alis-veris, degis-tokus, yani ticaret yapabilmek icin fiziksel bir seylerin el degistirmesindeki verimsizligi ortadan kaldirmak imkani sayesinde yayginlasmistir.

    [Dusunsenize bir: Cin’den alacaginiz bir zimbirti icin taa oralara gidip altinla odemek yapmanin ne kadar ‘masrafli’ olacagini.. Birisi Cin’e gidecek. Yaninda altin olacak. Seyahat aylarca surecek. Giden adamin soyulmasini engellemek icin yaninda bir yigitler takimi da bulunacak. Butun bunlarin yemek icmek ve konaklamak masraflari insani batirir.]

    “kapitalizmde ‘kriz’ demek, bol miktarda üretilen ürünlerin/mallarin alici bulamamasi demektir.
    yani ürün/mal kitligi söz konusu degil, üretilen mallara, cebinde parasi olan alici/mü$teri bulma kitligi sözkonusu; mallarin elde kalmasi sorunu sözkonusu.”

    Evet. Bir sonraki donemde neyin hangi fiyatla satilacagini (yani o mala musteri bulup bulamayacaginizi) kestiremezseniz, o mal elinizde kalir.

    Tipki en eski mesleklerden olan ziraatcilikte oldugu uzere.

    Dolayisi ile, soylediklerinizin hic biri ‘modern’ zamanlara mahsus problemlerden degil.

    “sonuc: kapitalizm, insanligin görüp görecegi en akil-mantik di$i bir ekonomik üretim modelidir.”

    Ufuruyorsunuz.

    Ufuruyorsunuz cunku, bu ‘ekonomik model’i kimse kurmus degil –yani, olusumunda bir ‘kasit’ yoktur.

    “mallar/ürünler, insanlar ihtiyacini kar$ilasin diye üretilmez; insan ihtiyaclari kapitalistler icin sadece para kazanma amaciyla dikkate alinir; ve sadece paraya dönü$ecek ihtiyaclar dikkate alinir.”

    Yahu, hangi utopiada yasiyorsunuz siz?

    Hangi donemde, hangi diyarda, ‘insanlar ihtiyacini kar$ilasin diye’ uretim yapan gorulmustur?

    Insanlarin emeklerini Hilal-i Ahmer’e (Kizilay’a) bagisladigi bir toplum hic var miydi?

    “örnek: AIDS hastaligina kar$i ilac üretilmi$ durumda, ama sadece o ilaci ödeyebilecek parasi olan hastalar icin üretiliyor.”

    Bu tur merhamet tellalligi kokan seyler konuyu carpitmaktan oteye bir sey degil.

    AIDS’e karsi ilac gelistirip onu uretenden, onu, parasi olmayanlara bagislamasini beklemek aslinda bir tur ahlaksizliktir.

    Cunku, iyilik yapmak niyetiyle olsa bile, baskalarinin emeklerini gaspetmek (ya da onu onermek) ahlaksizliktir.

    Eger bedava dagitmak istiyorsaniz, o ilaci –bedeli her ne ise odeyip– siz satinalirsiniz ve bedava dagitirsiniz.

    Diyecegim o ki, boyle ucuz argumanlara tenezzul etmek yerine, ayaklari yere basan ornekler bulmaniz lazim.

    “vw’nin, toyota’nin, general motors’un fabrikada bekleyen otomobillerinin o firmalara hic bir faydasi yok; o’nu zenginlikten saymazlar.”

    Bravo. Yine hikmetli bir hakikati kesfettiniz:

    Uretip stoga koydugunuz urun sihir-keramet teknolojisi ile uretilip bedavaya mal edilemedigi icin, satilmazsa (yapilmis olan masraftan dolayi) zarar etmis olunuyor.

    Dolayisi ile, “hic bir faydasi yok”tan oteye, zarar anlamina geliyor. Bu da –herild yani– zenginlikten sayilamiyor; ahmakliktan sayilacagi garanti ama.

    “ne zaman ki o otomobiller pazarda satilip para/kredi olarak bu firmalarin kasalarina girdi, i$te o zaman üretim hedefine/amacina ula$mi$ oluyor.”

    Soyle bir cozum onerebilir miyim?

    Paranin ne onemi var. Ihtiyaclara yonelik uretim yapilsin. Ne ihtiyac olmayan, ne de ihtiyac fazlasi uretim yapilsin. Neyin ihtiyac oldugunu, neyin de olmadigini uzmanlar kararlastirsin. Bu amacla, merkezi planlama gerektiginden dolayi, bir uzman/burokrat ordusu kuralim.

    Oh, wait!

    Biz bunu denedik zaten. Adina da Komunizm demistik.

    Yurumedi. Catir catir coktu.

    Napcaz simdi?

    “satilmazsa ne oluyor: kapitalizm krize giriyor.”

    ‘Kapitalizm’ emminin selamlari var: “Kuraklik oldugunda ‘iklim krize girdi’ demiyorsaniz, boyle anlamsiz lakidilari benim icin de soylemeyin. Aliniyorum.” diyor..

  708. “Çıplak gezen bir vahşiye ‘yamyam’ sözcüğünün anlamı açıklanır. Vahşi, ‘biz öldürdüklerimizi yeriz, o halde beyazlar yamyam olmalı’, der.”

    Ben, hic, “çıplak gezen bir vahşi” ile karsilasmadigim icin, bu dediklerinizi kafamda pek canlandiramadim.

    Daha anlasilir olmasi icin, “giyinik gezen bir vahşi” ve “çıplak fakat gezmeyen bir vahşi” versiyonlarini da yazar misiniz lutfen.

  709. Sistem = Mecburiyetler

    Erken kalkmak mecburen, işe gitmek mecburen, mecburen mecburen, mecburiyetten.

  710. Küçükaydın sözkonusu alıntısının geçtiği yazısında [Demokrasi ve İslam (“Demokratik İslam Konferansı” vesilesiyle)] şöyle demiş:

    “Allah’ı fizik veya metafizik bir olgu olarak (Allah var mıdır? Varlığı kanıtlanabilir mi? İnsan yaratılmış mıdır yoksa maymundan mı gelmiştir?) veya epistemolojik bir sorun (Allah’ın varlığı kanıtlanabilir mi? Akıl mı inanç mı?) olarak veya hukuki bir sorun (yani bir inanç ve vicdan hürriyeti sorunu) olarak ele almak, kavramsallaştırmak tam da Aydınlanma’nın Din ve Allah kavramlarıyla düşünmenin tam kendisidir.
    Diğer bir ifadeyle sosyolojik (toplumsal) bir olguyu, fizik, epistemolojik veya hukukikavramlarla ele alıp tanımlama girişimi olmaktan öteye gitmezler. Ama bu girişimin kendisi sosyolojik olarak bir dinin, yani modern toplumun dininin, yani Aydınlanma ve onun karşı devrimci biçimi olan ulusçuluğun din kavrayışı ve tanımlamasından başka bir şey değildir.

    Allah ya da daha genel anlamıyla din, ne metafizik veya fizik, ne epistemolojik, ne de hukuki bir olgudur. Allah sosyolojik, yani toplumsal bir olgudur ve toplum bilimsel, yani sosyolojik olarak, sosyolojik kavramlarla açıklanmalıdır.”

    https://demirden-kapilar.blogspot.com.tr/2014/05/demokrasi-ve-islam-demokratik-islam.html

  711. Güzellik ve Meta

    3=1 taşla sayısız kuş vurma.
    1. Taş
    Bu sitede mal paylaşma kavgası içinde olan dır dır edenlerin gürültüsünden bıkan, sürekli uykusu kaçan, dinlerin maskara ettikleri ve kibar çevrelerde adı ağza alması yasak Allah herkesi toplayıp her şeyini dağıtır. “Haydi, kesin artık şu dır dır etmenizi, uykumu kaçırmanızı”, der.
    Dır dır edenler bu sitenin %99,9’unu teşkil eder ama 4 ordudan oluşur.
    Bol madalyalı general Marxist Argüman; Leninist-Stalinist dininden irtidad eden İngiltere’den diplomalı general G. Zileli anarşist; zenginlere dalkavukluk eden general Necip ve nihayet generallerini sık sık değiştirdikleri için generalsiz olduklarına inanan marksist-anarşist-medeniyet sever-sosyal medya sever iyi kalpli, hayırsever kırmızı-beyaz yakalılar. Hepsine ortak medya dedikoduları, son haberler, o gün önünde geviş getirdikleri televizyon istifrağları.
    Dağıtım bittikten bir süre sonra cılız biri Allah’ın ormandaki kulübesine gider.
    – Allah’ım, ben çok acım, bana yiyecek verir misin?
    – Yavrum, bütün malımı mülkümü dağıttım. Dağıttığımda sen burada değil miydin?
    – Buradaydım.
    – Peki, neden payını almadın?
    – Senin güzelliğine dalıp unuttum.
    Not: Allah kadın olmalı.
    2. Taş
    Portekizler Batı Afrika kıyısından ilk aşağı indiklerinde rastladıkları Afrikalılara çok renkli cincik boncuk verip karşılığında altın ve kıymetli taşlar alırlar. Bu dört general gibi adi olmayan, dünyanın meta b*kuyla dolduğunu gören tarihçiler, “Afrikalılar karlı çıkmışlardı!”, derler.
    Not: Tabii Afrikalılar da aynı b*kun içine sürüklenmeye zorlandılar. Ve tabii bu daveti dalkavuk Necip Bey yapmadı. Zaten bu dalkavuk davet etmeden katılmaya zorlayanların uşağı. Ama tatlı dillerine rağmen köküne kadar ırkçı olan diğer 3 general Afrikalıları çirkin dudaklarıyla öperek medenileştirmeye davet etme taraftarları.
    3. Taş
    Dünya çocuklar için bir oyuncak, bu dır dır edenler için bir metalar yığını.
    Not: İnşallah bu dır dır edenler 3 taşın aslında tek bir taş olduğunu görebilir. Âmin!

  712. marxist argüman

    kapitalist ekonomi neden dünyanin görüp görecegi en akil-mantik di$i bir ekonomik üretim bicimidir?

    türkiye kapitalizminin ve burjuva sinifinin geli$imi

    kapitalist ekonomi, kagit para, spekülasyon ve servet biriktirme

    istanbul ticaret odasi yayinlarinin “osmanlidan cumhuriyete özel giri$imcilige yönelik devlet politikalari” adli cali$madan alinti.

    “8 Nisan 1916 günlü Tevhid-i Meskukat Kanunu ile Osmanli parası fiilen koşulları eksik bir çift metal sisteminden altın sikke rejimine girmiştir.

    Ancak bu kez de, kâğıt para yeni bir spekülatif kazanç kapısı açmıştır. Spekülatif kazançlar özendirici boyutlara ulaşmış, ticaretle ilişkisi olsun olmasın sağdan soldan üç,beş kuruşu denkleştiren parasını mala yatırmıştır.

    Tüm bu gelişmeler sonucu piyasa mekanizması işlerliğini yitirmiş, istifçilik, karaborsacılık yaygınlaşmış, mal darlığı daha da belirginleşmiştir. Osmanlı Hükümeti savaş giderlerini karşılamak için para basmaktan başka bir çözüm aramayınca, enflasyonun neden olduğu gelir dağılımı çarpıklıkları ortaya çıkmıştır. Yıllık artış hızı %300’e ulaşan enflasyon geleneksel Osmanlı düzenini altüst etmiş, Osmanlı tarihinde o güne değin görülmedik dönüşümlere yol açmıştır.

    Sabit gelirli memur ve asker kesimi yıkıma uğrarken, yeni bir “orta sınıf doğmuştur. Spekülatif kazançlara göz yumulmasinin yanı sıra, savaşla birlikte ekonominin dışa kapanışı, temel ihtiyaç maddelerinin ithal edilememesi, yerli üreticinin ve tüccarın fiyatları gönlünce yükseltmesine olanak sağlamış, karaborsa, istifçilik «savaş zengini» diye adlandırılan bir kesimin doğuşuna neden olmuştur.

    Orta ve büyük toprak sahibi, taşra tüccarı, İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne yakinliğıyla tanınan ve İstanbul’un gıda gereksinimini üstlenen örgütlü esnaf ile spekülatif girişimleri sonucu kısa sürede servet birikimi elde eden savaş tüccari, savaş döneminden kazançlı çıkan kesimleri oluşturmuşlardır.”

  713. marxist argüman

    devlet eliyle kapitalizmin geli$imi ve milli burjuvazi/zenginler sinifi yaratma politikasi

    istanbul ticaret odasinin “osmalidan cumhuriyete özel girisimcilige yönelik devlet politikalari” adli cali$madan alinti:

    “Türk ve Müslüman girişimci, bahsettiğimiz açık devlet desteğinin sağladığı avantajları daha çok ticaret alanında kullanmıştır. Bunun gözlendiği tipik bir durum İstanbul’un beslenmesi ve buğday sorunudur.

    Osmanlı ekonomisinin içsel bütünleşmesinin zayıf niteliği yüzünden, büyük bir hububat alani olan iç Anadolu’dan İstanbul’a buğday nakletmek. New York’tan buğday ithal etmekten %75 daha pahalıdır. Bu nedenlerle İstanbul, hububat tüketimini büyük ölçüde Avrupa ve Amerika kaynaklı unlardan sağlamaktadır.

    I. Dünya Savaşı, Batı’dan İstanbul’a ulaşan ticaret yollarını büyük ölçüde kapatınca, İstanbul çok ağır bir beslenme sıkıntısı içerisine sürüklenmiştir.
    Ancak bu sıkıntı ve tıkanmaların, Osmanlı ekonomisinin modem anlamda bir ulusal ekonomi haline dönüşmesine önemli etkileri olmuştur. Mevcut ulaşım şebekesinin olanakları sonuna kadar kullanılarak, Anadolu çiftçisi büyük şehirlerin üreticileri ve ulusal ekonomi için üretmeye başlamıştır.

    Sonraki yıllarda kırsal kesimin kapitalizm doğrultusundaki toplumsal ve ekonomik dönüşümünün ilk ömeklerinin de bu olayın çevresinde oluştuğu söylenebilir.

    Bu türden örnekler oldukça fazladır. Ömeğin; Topal İsmail Hakkı Paşa ordu adına yüksek fiyatlarla ve büyük ölçüde alımlar yapmaktadır. Demiryolları ve vagonlar, hemen hemen onun tekelindedir ve o da istediği kişiyi zengin edebilme olanağinı keyfince kullanacakti.

    Kara Kemal İstanbul’da sivil halkin gıda gereksinimini giderme ile görevlendirilecektir. Kendisi Türk tüccarın yaratma, ticareti Rum ve Ermenilerden kurtarma politikasının önde gelen uygulayıcılarindandır. Gerçi zahire alım-satımı serbesttir. Fakat tüccar bunu kara Kemal beyin gıda tekeline satmak durumundadır.

    Bu mekanizma, istenileni zengin etmeye ve tüccar yapmaya yeterlidir. Ayrıca Kemal Bey, yeni milli şirketler kurma amacıyla dağıtım örgütünün elinde sermaye birikimine önem vermektedir.

    Tabii ki çığ gibi artan fiyatlar ve gıda sıkıntısı büyük hoşnutsuzluk yaratmış, vurguncularla mücadeleye girişilmiştir. Fakat devlet eliyle milli zengin yaratma politikası işe yaramıştır. Nitekim bu dönemin en yetkili kişisi Talât Paşa’nin ”Her harpte Türk olmayan unsurlar zenginleşiyor, bu sefer Türkler zenginleşsin. Bu gerekliydi.” şeklindeki ifadesi, bu durumun devletle ilgisini ortaya koymaktadır.

    Bunlar, modern anlamda piyasanın denetlenmesi, yani bir ekonomi politikası uygulanması yönündeki ilk ciddi denemeleri oluşturmuştur.”

  714. marxist argüman

    ulus devlet ile ulusal ekonomi ve cumhuriyet/demokrasi arasinda ki ili$ki

    osmanli ve türkiyede devlet eliyle milli kapitalizmin te$viki

    günümüz ekonomisinin ismi neden kapital-izm’dir ve kapitalist ekonomide amac sermaye/kapital/para birikimidir, derken kastedilen nedir, yukarda adi gecen cali$madan alinti:

    “Savaş yıllarında, bazı iş sahalarının gayri müslimlerden Türk-îslam eşrafın eline geçmesinde siyasal etmenler de rol oynamış.

    Ermeni tehciri ile doğan boşlukları Müslüman-Türk girişimciler doldurmuştur, öte yandan Men-i İhtikâr Heyetinin spekülasyonla mücadele sırasında özellikle gayr-ı müslimlere yönelmesi, Müslüman-Türk tüccara rakiplerini tasfiyede büyük kolaylık sağlamıştır, 1914-1918 dönemi savaş yılları olmasına karşın, anonim şirketçilik açısından Osmanlı toplumu, o güne değin görülmedik bir canlılık göstermişti.

    «Millî iktisat» dönemi diye adlandırılan 1914-1918 döneminde faaliyete geçen anonim şirketlerin büyük çoğunluğu Müslüman-Türk eşraf tarafından gerçekleştirilmiştir”.

    ittihad ve Terakki hatibleri, her tarafta halkı teşvik ederek bu anonim şirketlere hissedar yazıyorlardı. Bu suretle ticaret sahasında anonim şirketler vasıtasıyla sermaye birikimi mümkün olmuştur.

    Adapazarinda 1914 senesinde müslüman tüccarlar tarafından 100 lira sermaye ile Adapazarı islâm Bankası kurulmuştur. Bunun gibi, Anadolu’nun muhtelif yerlerinde küçük bankalar ve şirketler ortaya çıkıyordu. Fakat ticaret şirketlerindeki bu sermaye birikimi, sanayie yönelmemişti. Daha doğrusu yönelmek için yine müsait zemin yoktur.”

  715. “Küçükaydın sözkonusu alıntısının geçtiği yazısında [Demokrasi ve İslam (‘Demokratik İslam Konferansı’ vesilesiyle)]”

    Yaziyi /tekrar/ okudum –daha once de okumustum diye hatirlar gibiyim, cunku.

    “Allah’ı fizik veya metafizik bir olgu olarak (Allah var mıdır? Varlığı kanıtlanabilir mi? İnsan yaratılmış mıdır yoksa maymundan mı gelmiştir?) veya epistemolojik bir sorun (Allah’ın varlığı kanıtlanabilir mi? Akıl mı inanç mı?) olarak veya hukuki bir sorun (yani bir inanç ve vicdan hürriyeti sorunu) olarak ele almak, kavramsallaştırmak tam da Aydınlanma’nın Din ve Allah kavramlarıyla düşünmenin tam kendisidir.

    Diğer bir ifadeyle sosyolojik (toplumsal) bir olguyu, fizik, epistemolojik veya hukuki kavramlarla ele alıp tanımlama girişimi olmaktan öteye gitmezler. Ama bu girişimin kendisi sosyolojik olarak bir dinin, yani modern toplumun dininin, yani Aydınlanma ve onun karşı devrimci biçimi olan ulusçuluğun din kavrayışı ve tanımlamasından başka bir şey değildir.”

    Bu girizgahla basliyor sayilir.

    Burada, Kucukaydin, ‘Aydınlanma’yi bir ‘din’ olarak gordugunu soyluyor. Ben buna itiraz etmem.

    ‘Ulusçuluk’u da, ayni nefeste telaffuz ettigi icin, bir din olarak gordugunu ihsas ediyor. Ben ona da itiraz etmem.

    Fakat, ‘Aydınlanma’nin ziddi olarak da ‘ulusçuluk’u zikrediyor/konumlandiriyor.

    ‘Ulusçuluk’ muhakkak bir seylerin ziddidir; ama, ‘Aydınlanma’nin onlarin arasinda sayilabilecegine hic de emin degil.

    Meger ki, ‘Aydınlanma’yi, ‘Sosyalist Enternasyonal’ filan gibi guzergahlar uzerinden ‘globalism’e (‘kureselcilik’e) bagliyor olmayalim.

    Baglayabilir miyiz?

    Neden olmasin? Dilin kemigi mi var?

    Ama, biraz fazla zorlama, biraz ucuz bir cambazlik olacagini soylemem lazim.

    ‘Marxism’e puan yazmak icin bu tur cambazliklar yapmak gerekmiyor.

    Ya da, iyi niyetle yazmissa, Kucukaydin’in kafasinin karisik olduguna dair endiselerimizin yerindeligi teyid ediliyor.

    Artik, hangisi ise..

    Simdi gelelim ‘Allah kavrami’nin nereden ve neden neset edebilecegine dair Kucukaydin’in soylediklerine.

    Evet, ‘Allah kavrami’nin bir sosyolojik tarafi tabii ki vardir.

    Vardir da, bu kavramin bir sosyolojik ihtiyaci/boslugu karsilamak amaciyla mi, yoksa bireysel meraklar/tecessusler sonucu mu ortaya ciktiginin cevabini ne Kucukaydin, ne de bir baskasi verebilir –cunku, insanligin felsefe tarihin bu detayda bir ‘log’u (bir ‘kaptanin seyir defteri’ misali, ‘sicil’i, ‘gunce’si) mevcut degil.

    Benim kanaatim: Buyuk bir ihtimalle, once bireysel merak gelmistir; sonra da verilen cevaplar yayginlasmis, sosyolojiye sinmistir.

    Bunu da, esasen, bu konudaki kendi bireysel maceramdan hareketle soyluyorum.

    Insan denen mahluk, kendisini muhtemel zararli gelismelere karsi korumak icin (oyle oldugunu saniyorum), etrafinda olan bitene ‘sebep-sonuc’ iliskisini arayarak bakiyor.

    Yani, ‘ne oldu’yu zihinsel kayda gecirdikten sonra, ‘bu neden oldu, ya da olmus olabilir’ sureci basliyor.

    [Coook eski uygarliklarda, onlara dogrudan bir fayda getirmek ihtimalinin cok az oldugunu bugun soyleyebildigimiz halde, astronomi ile ilgilenmeleri buna bir ornektir.]

    Baska bir deyisle, ister ‘esya’ isterse de ‘vaka’ olsun, ortada bir ‘yapilan’ (‘yaratik’) varsa, bunun bir ‘yapan’i (‘yaratan’i) oldugunu dusunmek ve onu tespit etmege calismak hic de yeni bir sey olmasa gerek.

    Bu sureci, azicik akli kesen, kimisi biraz daha derinlemesine, kimisi daha yuzeysel belki; ama, herkes her devirde yasamistir.

    Hal boyle olunca, ‘Aydınlanma’yi bu surecin tetikleyicisi, ‘muteharrik’i filan gibi konumlandirmak –‘Aydınlanma’ya kutsallik kazandirmak gayreti degilse– ufuksuzluktur.

    Cok dogrudan iliskisi olmasa bile, bir de su var, Kucukaydin’in yazdiklarindan cikarsadigim dogruysa, ‘bilimsel olarak’ ispatlanamadigini soyleyerek, ‘Allah kavrami’ni bilim-disi, metafizik, –hatta, sosyolojik– aleme havale ediyor.

    ‘Allah kavrami’nin bilim-disi, metafizik, –hatta, sosyolojik– olup olmadigi hakkinda bir hukum verececek otorite sahibi degilim; ama, ispatlanabilir olmadigi halde bilim dedigimiz seyin temel taslarindan saydigimiz bir ‘olgu’ mevcuttur.

    Yercekimi.

    Yercekimi (yani, ‘gravity’) de, evet, bir ‘olgu’dur.

    Gozlemlerimize dayanarak var olduguna hukmettigimiz, hayatimiza yansimalarini kestirmeden hesaplayabilmek icin formuller gelistirdigimiz bir ‘olgu’dan bahsediyoruz.

    Fizikte ya da ‘uygulamali matematik’te (yani, ‘mekanik’te veya ‘applied physics’de) veya muhendislikte aslolan verili bir problemin cozulmesi oldugundan, son derece pragmatik bakarak, ilgili formulleri kullanmakta bir sakinca gormuyoruz.

    Ama, bu, su aci (!) gercegi ortadan kaldirmiyor:

    ‘Yercekimi’nin (yani, ‘gravity’nin) neden/nelerden kaynaklandigini (‘yaratici’sini) bilmiyoruz.

    Bilinmiyor.

    ‘Bilim’i ‘Aydınlanma’nin ‘takva’si addedetmegi marifet (ve bir ustunluk emmaresi) sayanlarin bu tur seylerden bihaber olmalari, onlarin ‘kibir’lerinin temelindeki sakatliklari yok kilmiyor demek istiyorum.

    Bunu Kucukaydin’in ogrenmesi, farketmesi cok iyi olur bence.

    Kafa karisikligini gidermez –tersine; belki, en azindan bir donem icin, artirabilir de–; ama, daha sonraki safhalara yonelik olarak, ufkunun genislemesine yardimci olacagina eminim.

    Son olarak, Kucukaydin’in handikaplarindan bir baskasi da su:

    ‘Din’ kavramini (yani, ‘inanc model’ini) ‘Allah kavrami’nin bir ‘mutemmim cuz’u –tamamlayici parcasi– sayiyor.

    Boyle bir onerme isabetli degil. Yanlistir.

    ‘Allah kavrami’, bir ‘din’e mecbur degil.

  716. marxist argüman

    devletler arasi kapitalist/emperyalist rekabet ve cevre/atmosfer kirliligi

    “Cam, Ayna, Narkissos, Selfie” adli yorumdan alinti:

    “Sayın hoca, sizce dünyayla tam anlamda birlik içinde ve bütün olanın aynaya ihtiyacı olur mu?
    Size göre cam-ayna ve cep telefonu- selfie aynı mı?”

    dünyaya böyle “felsefik” bir pencereden bakan baki$ acisini dogru bulmuyorum ama yine de sorayim:

    dünya ile tam anlamda birlik ve bütün olmak ne demek; böylesi bir ki$isel/toplumsal hedefin/amacin mantigi nedir?

    kim aynaya günde kac defa bakmak istiyorsa baksin, ba$ka i$imiz gücümüz yok aynanin varligi yoklugu gibi findik kabugunu doldurmayan bir konu ile mi zaman ve enerjimizi harcayalim.

    fotograf cekmek, güzel bir an’i, görüntüyü kayda gecmektir; bundan dolayi da ele$tirilecek bir yani yok.
    fotograf cekerken ordan burdan dü$en ahmaklar da zaten yaptiklari akilsizligin cezasini zaten ölerek ya da sakat kalarak ödüyorlar; biz daha ne diyelim.

    “Bizi asıl rahatsız eden sayın hocamız, cam misali bir gelişmede bir nesnenin iyi/kötü olduğunu önceden bilmenin imkânsızlığı.”

    iyi-kötü nesneler, e$yalar yoktur; insana, topluma faydali ve faydasiz ya da zararli olan nesneler olarak tanimlamak daha aciklayici olur.

    “Deniz, hava ve su kirliği; yiyeceklerin zararlı kimyasal maddelerle dolmuş olması; ısınma tehlikesi; nükleer kalıntılar ve kazalarla etrafa yayılan radyoaktif eleman; tıpta kullanılan yanlış yöntemler böyle daha önce bilinmesi imkânsızlar arasında.
    Bilim ve teknolojideki gelişmeler akıl almaz bir hızla ilerlemekte.”

    iyi güzel de, sen bilimsel ve teknolojik geli$melerin kimler tarafindan organize edildigini, hangi amaclara, kime, neye hizmet ettigini hic sorgulamiyorsun ve merak etmiyorsun.

    sanki öznesi olmayan kendiliginden geli$melerden bahseder gibi yazmi$sin.

    örnek 1: deniz, hava ve su kirliligi; biz buna kisaca cevre ve atmosfer kirliligi diyelim.

    tabiati, akarsulari ve havayi cöplük olarak kullanan, kirleten tek tek insanlardan cok, kapitalist $irketler ve devletlerdir.

    kapitalist $irketler, firmalar ne icin üretim yaparlar?

    para kazanmak, kar etmek, sermaye biriktirmek icin.

    kapitalist üretimde ki hesap bu olunca mümkün mertebe masraflardan kacinmak; girdi’yi dü$ük tutmaya cali$mak ekonomik aklin geregidir.

    bundan dolayi üretim atiklarini aritmak yerine tabiata ve havaya bo$altiyorlar.

    yalniz bu konuda devletlerin önleyici yasalari var ve bu yasalarin hedefi $udur: kapitalist üretimde ki rekabet ve para kazanma hesabini sekteye ugratmadan, zarari “katlanilabilir/sürdürülebilir” bir seviyede tutmak.

    sonuc: günümüzde bilimsel ve teknolojik ara$tirmalari yapan birinci aktör devlet, ikincisi ise kapitalist $irketler, holdinglerdir.

    sözkonusu bu bilimsel ve teknolojik ara$tirmalarin tek/biricik hedefi kapitalist rekabette rakip $irketleri ve devletleri alt edip, üstünlük elde etmektir.

    burda ele$tiri/sorgulama konusu yapilmasi gereken durum bilimsel ara$tirmalarin kendisi degildir; ele$tiri/sorgulama konusu yapilmasi gereken olgu, sözkonusu bu bilimsel/teknolojik geli$melerin hangi amac ve hedef ile yapildigi; kime, neye hizmet ettigi; kime fayda kime zarar verdigidir.

    örnek 2: nükleer enerji/atom enerjisi.

    günümüz kapitalist dünyasinda devletlerin nükleer/atom enerjisini kullanmalarinin amaclari:

    1. ucuz enerji üretimi.

    kapitalist ekonomik üretim ve rekabette, ucuz ve güvenilir enerji hayati önemdedir.

    2. kapiatlist devletlerin $u hedefi: tek bir enerji kaynagina bagimli olmamak; ce$itli/farkli enerji kaynaklarindan olu$an enerji kokteyli olu$turmak.

    3. devletlerin atom bombasina ve nükleer/biyolojik silahlara sahip olma hedefi.

    devletlerarasi kapitalist/emeperyalist rekabette atom bombasi ve nükleer/biyolojik silahlar belirleyicidir.

    atom bombasi yapmanin ön $arti ise atom enerjisi teknigine sahip olmaktir.

    sonuc: tek tek insanlarin atom enerjisine de, atom bombasi ya da diger silahlara ihtiyaci yoktur. buna ihrtiyac duyanlar ve üretenler devletler ve bu devletlerin $irketleridir.

    dolayisiyla, bu durumdan rahatsiz olan insanlar don ki$ot gibi teknolojiye/bilime sava$ acacagina, devlet’in varligini ve amaclarini sorgulayip hedefe koymalari gerekir.

  717. marxist argüman

    ku$ avcisi fosil insan ve ilkel ta$ devri medeniyeti

    mümkün olmadigini bile bile ve insanlarin kendisine “timarhane kackini deli” gözüyle bakip dalga gececeklerini bildigi halde “haydi ta$ devrine geri dönelim” diyen fosil insandan alinti:

    “3=1 taşla sayısız kuş vurma.”

    bre fosil, vura vura bu sitede ku$ birakmadin; bir de medeniyet’e sava$ acmi$sin.

    senin ilkel medeniyetinde ku$lara hayat hakki yok mu?

  718. AK Fırka iktidarının devrilmesinin tek yolu Cumhuriyet Halk Fırkası umumi reisi Kemal Kılıçdaroğlu’nun başvekil seçilmesi değil midir?

  719. marxist argüman

    kapitalizm’de kazananlar ve kaybedenler

    kemalist cumhuriyet, kapitalist ekonomi ve spekülasyon

    yukarda adi gecen istanbul ticaret odasi yayinindan alinti:

    “En yaygın spekülasyon konularından birini arazi teşkil etmiştir. Yepyeni bir şehir olarak kuralan Ankara, modern şehirciliğe mükemmel bir örnek sayılabilecekken, arazi spekülasyonu yüzünden pahali ve dertli bir şehir haline gelmiştir.

    Bu arsa spekülasyonu, tüccarların ve hemen bütün politikacıların katıldığı kârli bir faaliyet olmuştur. Bir yandan şehir arazisi parsellenip satılırken, öte yandan nüfuzlu çiftçiler tarlalarını genişletmeye koyulmuşlardır. Boş kalan Rum ve Ermeni çiftlikleri, çeşitli yollardan nüfuzlu çiftçilerin eline geçmiştir”.

  720. marxist argüman

    akp’li sunni madrabazlari “memleketi parsel parsel satiyorlar” $eklinde ele$tiren kemalist laik madrabazlarin i$ maddi menfaate gelince onlardan a$agi kalir yani olmadigina örnek:

    ulusal dava ba$ka, kapitalist ticaret ba$ka

    istanbul ticaret odasi’nin adi gecen yayinindan alinti:

    “Yönetim 1920’lerde, özel sermaye birikimini çeşitli yollardan doğrudan da desteklemiştir. Hatta bu konuda kişisel menfaatlerin ulusal menfaatlerin önünde tutulduğu bir örneğe de rastlıyoruz.

    Şöyle ki, 1920 yılmda Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışından hemen sonra, Meclis ikinci başkanı Celâlettin Arif Bey kömür işletme ayrıcalığını Ankara hükümetinin savaş halinde olduğu İtalyanlara satmakta herhangi bir sakınca görmemiştir.

    İşletme hakkinı elde eden İtalyanlar savaş sırasında Ereğli’ye gelmiş, havzayı işletmek istemiştir. Bu olay Meclis’te uzun tartışmalara yol açmış, sonunda Mustafa Kemal Paşa’nin yönettiği bir oturumda satış işlemi olağan bir ticaret işi sayılmiş, böylece Celâlettin Arif Bey aklanmıştır.”

  721. şampiyon beşiktaş

    SORU: Türkiye’nin en büyük, en önde gelen, milyonlarca insanın tuttuğu ve sevdiği iki ünlü takım futbol oynuyor… Stat lebâlep dolu, milyonlarca vatandaş televizyon önünde… Birden oyun kızışıyor, beklenmedik bir şey oluyor, top kaleye giriyor, taraftarlar çılgınca alkışlıyor, gol yiyen takımı tutanlar haykırarak ağlıyor, bazıları kendilerini yerden yere atıyor… Goool goool gool!.. Yer gök inliyor… TV’ler haberi anında veriyor, ertesi günü gazeteler yaza yaza bitiremiyor… Bu haberin ilim, irfan, din, iman, ahlak, fazilet, bilgelik, insanlık bakımından (100 üzerinden) notu nedir?

    CEVAP: (1) bile değildir, sıfırdır. Yüzde yüz önemsiz fâni bir olaydan ibarettir.

    m. şevket eygi – milli gazete

  722. marxist argüman

    iktidar = siyasi hegemonya + sosyal-kültürel hegemonya

    devlet terörü ile kurdugu siyasi hegemonya ile kar$ila$tirildiginda zayif kalan sosyal ve kültürel hegemonyayi, yani toplumu islamile$tirme projesinin ba$arilarini yetersiz bulan erdogan’dan özele$tiri:

    “Biz 14 yıldır siyasi iktidarız. Ama halen sosyal ve kültürel iktidarımız konusunda sıkıntılarımız var.” (t. erdogan)

  723. marxist argüman

    kürtlere yönelik türk irkciligina ABD’den kirmizi kart!

    “Türk Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Washington’daki ziyareti sırasında bizzat emir vererek korumalarının Kürt göstericilere saldırmasının yankıları sürerken, New York Times (NYT) gazetesi saldırıda yer alan korumaların detaylı görüntülerini paylaştı.

    Görüntülerde, Erdoğan’ın aracından inmeden önce ve indikten sonra korumalarının saldırıya geçtiğine de dikkat çekiliyor.

    NYT tarafından geçtiğimiz hafta Washingon’da yaşanan vahşetin görüntülerini yeniden incelendiğini ve olayda en az 24 saldırganın tespit edildiğini duyurdu. Tümü erkek olan 24 saldırganın kendilerinden sayıca yarı yarıya olan göstericilere acımasızca saldırdığına işaret edilen görüntülerde, Erdoğan’ın koruması olanlar tek tek işaretlendi.

    NYT, saldırganların 6’sının Erdoğan’ın destekçileri olduğunu, geri kalanların ise korumalar olduğunu belirtti.” (basin)

    “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın korumalarını kınayan tasarı kabul edildi

    ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın korumalarının Washington’daki Büyükelçilik Konutu önündeki karıştığı olayı kınayan karar tasarısını kabul etti. Tasarının, Temsilciler Meclisi Genel Kurulu’nda, Haziran başında oylanması planlanıyor.

    Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Ed Royce, Cumhuriyetçi Parti Çoğunluk Lideri Kevin McCarthy ile Demokrat Parti’li Üye Whip Steny Hoyer tarafından hazırlanan tasarı Dış İlişkiler Komitesi’nde görüşüldükten sonra onaylandı.

    Oturumda konuşan Kongre üyeleri, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve korumalarına eleştiriler yöneltti. Erdoğan’ın Washington ziyareti sırasında, yaşanan olayların “hesabının Türk hükümetinden sorulması” gerektiği savunuldu. Saldırıya karışan korumaların yargılanması, ABD’de bulunanların sınır dışı edilmeleri, dışarıda olanların da ABD’ye girişlerinin yasaklanması çağrısında bulunuldu.” (basin)

  724. marxist argüman

    türk irkcilarina kötü haber:

    “ABD, YPG’ye ısı güdümlü füze gönderdi

    ABD’nin Rakka Operasyonu’nda kullanılmak üzere YPG öncülüğündeki Demokratik Suriye Güçleri’ne, aralarında ısı güdümlü füzelerin de bulunduğu 70 TIR’la silah gönderdiği bildirildi.” (basin)

  725. 4 zavallı vatandaş

    Sayın Şekerleme Satıcıları Generaller: Marxist Argüman, Necip, G. Zileli, Kırmızı-Beyaz Yakalılar. Siteye yazanların %99,9’u size benzer, ayrı sıralamak gereksiz.
    Her dördünüze ortak temel görşünüz var.
    Kibar çevrelerde doğal kaynakları denilen dünyayı, ve kibar çevrelerde insan kaynakları denilen kendinizi meta olarak görmeniz. Kendinizin birer meta olduğundan, yatırım aracı olmanız sizi tiksindireceğine seve seve sarılıyorsunuz.
    Tekrar etmekte yarar var: “Çocuklar için dünya oyuncak. sizin için meta yığını.”
    Ama aranızda kahramanca çarpışmanızın nedeni farklar var. Bu metaları dağıtmada anlaşamıyorsunuz. İyi kalpliler merkezi bir bilgisayarın dağıtımıyla “herkes metalara erişsin” ilahileri şakırdatıyor, Dinci ve Allahcı Necip mallara erişme eşitsizliğinin alına yazılı ilahisini ihsal ağzından akıtır. Diğer üçünüz Dininiz ve Allahınızın adını Doğa ve Genetik Mütasyon diye değiştirip aynı aynı ilahiyi ishalini değişik ağızlardan dışlıyorsunuz.
    Düşünce aynı, kalpler farklı.
    Bilmemek ayıp değil ama dogmatik olmak ayıp! Sizlerin ilkelcilik hakkında bilginiz eksi sonsuz! Ne ben ne de benim tanıdığım ilkelciler sizler gibi İNSANLIK SORUNUNUN çözümü peşinde. Sadece güzel ve münasip sorular sorarlar. Hiçbiri Hitler, Napolyon, Lenin, Atatürk, Erdoğan, Merkel, falan filan ve benzeri muhabbet tellallarına benzeyen sizler gibi kendilerini dev aynasında görmezler.
    İlkelciler arasında temel ortak nokta ilkellere bakarak medenilerin neler kaybettiklerini, nasıl böyle alçak ve adi bir duruma düştüklerini anlamak ve tespit etmek.
    Eğer sizin, hepinizin, istediğini, halk diliyle söylersem amacınız zengin olmak. Geri kalan süslemeler. İşte beni tiksindiren bu zengin olma amacınızı medeniyet tarihi boyunca evreni dolduracak yalanlarla süslemeniz. Halk diliyle ifade ettiğim ve son 7-10 bin yıl medeniyet tarihinin özü olan zengin olmaktan başka hiçbir seçeneğin olmadığını söylemektense benim dediklerimin yanlış, imkansız, çılgınlık ve benzeri alakasız laf kalablığına boğmanız. Anlamadığınızı, bu konuda sıfır olduğunuzu, medeni tarih boyunca içinden ve dışından sizler gibi zenginlik peşinde koşmayanları ve çevik maymunluk hevesinde olmayanları tanımadığınızı kabul edemiyorsunuz. Eğer isimlerini sizlere benzeyen ve geleceği asıl elinde tutan Wicked-pedo-file, FaceBok,Twatter, SosisAl-Meydanından duymuşsanız aynı onlar ve putlarınız Batı technician- teknisyen süt ünekleri gibi sınıflandırıp adlandırıyorsunuz.
    Not: Necip ısıramadığın eli öp atasözüne uyduğu dalkavukluğuyla aranızda en “gerçekçi.”
    Not: Hitler’in çıkışını öngören Herman Broch’un romantik, anarşist ve gerçekçi trilojisinde romantik, ağır başlı, geleneklere sadık, ahlak ilkelerine saygılı, kibar binbaşı ve delimsi anarşist birbirlerini anlar ve hatta severler. Ama ikisi de yeni fırlayan gerçekçiyi ne anlar ne de severler.
    Gerçekçinin zamanımızdaki adı: technician- teknisyen.
    Her dördünüz de İngilizce bildiğiniz için çevirmedim.Aşağıdaki yazı belki, belki, belki, belki yüzünüzü ıslatır, sizi uyandırır. Belki hiçbir şey bilmediğiniz konularda laf dizmekten vaz geçersiniz.
    “Observing a prisoner exchange between the I roquois and the French in upper New York in 1699, Cadwallader Colden is blunt: ” . . . not­ withstanding the French Commissioners took all the Pains possible to carry Home the French, that were Prisoners with the Five Nations , and they had full Liberty from the Indians, few of them could be persuaded to return . ” Nor, he has to admit, is this merely a reflection on the quality of French colonial life , ” for the English had as much Difficulty” in persuading their redeemed to come home, despite what Colden would claim were the obvious superiority of English ways:
    ‘No Arguments, no Intreaties, nor Tears of their Friends and Relations, could persuade many of them to leave their new Indian Friends and Acquaintance; several of them that were by the Caressings of their Relations persuaded to come Home, in a little Time grew tired of our Manner of living, and run away again to the Indians, and ended their Days with them. On the other Hand, Indian Children have been carefully educated among the English, cloathed and taught, yet, I think, there is not one Instance, that any of these, after they had Liberty to go among their own People, and were come to Age, would remain with the English, but returned to their own Nations, and became as fond of the Indian Manner of Life as those that knew nothing of a civilized Manner of Living.’
    And, he concludes , what he says of this particular prisoner exchange “has been found true on many other Occasions . ”
    Benjamin Franklin was even more pointed : When an Indian child is raised in white civilization, he remarks , the civilizing somehow does not stick , and at the first opportunity he will go back to his red relations, from whence there is no hope whatever of redeeming him. But when white persons of either sex have been taken prisoners young by the Indians, and have lived a while among them, tho’ ransomed by their Friends, and treated with all imaginable tenderness to prevail with them to stay among the English, yet in a Short time they become disgusted with our manner of life, and the care and pains that are necessary to support it, and take the first good Opportunity of escaping again into the Woods, from whence there is no reclaiming them. ”
    Çok daha örnekler var.

  726. düzeldi mi?

  727. Modern Kölelikler
    Bugünkü insanların kendilerini hür sanmaları kuruntudan ibarettir. Evet zamanımızda eskiden olduğu gibi kölelerin parayla alınıp satılmaları yoktur ama üstleri hürriyet şallarıyla örtülmüş bir yığın kölelik vardır.
    Günde saatlerce tv seyreden bağımlılar kendilerini hür mü sanıyor
    Sabahleyin evden işe, akşam işten eve gitmek için üç dört saat harcayanlar hür müdür
    Okullarda resmî ideolojinin, vesayet rejiminin maval ve hurafeleriyle “aydınlananlar” hür insan olabilir mi
    Dizikolikler ne kadar hür olabilir ve kalabilir
    Yedikleri gıdalarda, içtikleri meşrubatta beş yüz çeşitten fazla hormon, kimyevî madde, aroma, boya, koruyucu madde, sun’î gübre bulunan insanı siz hür mü sanıyorsunuz
    TC başlıklı resmî vesikalarla seks köleliği yapan kadınlar da mı hür
    Yahudi azınlığın cumartesi günü, Hıristiyan azınlığın pazar günü tatil yaptığı ama Müslüman çoğunluğun cuma günü tatil yapamadığı bir toplum ne kadar hürdür
    Kaplumbağalar, salyangozlar evlerini sırtlarında taşıyor. Modern ve sözde hür insanlar da köleliklerini içlerinde taşıyor, lakin haberleri yok…
    21.12.2012
    Yaşları Küçük Akılları Güdük Beyinsizler
    Mehmed Şevket Eygi
    http://www.milligazete.com.tr/yaslari_kucuk_akillari_guduk_beyinsizler/mehmed_sevket_eygi/kose_yazisi/12974

  728. Kemalist isimler oligarşisi

    Necip haksız sayılmaz, Balkan oligarşisinin kötü etkileri hala devam ediyor:

    CHP’den stadyumlara isim önerisi

    CHP Genel Başkan Yardımcısı Çetin Osman Budak, “Stadyumların simgeleşmiş isimleri geri gelmelidir. Beşiktaş Stadyumu’na İnönü adı iade edilmelidir. Antalya, Kayseri, Konya, Bursa, Rize gibi illerdeki Atatürk stadyumları yıkıldı, yeni yapılan stadyumlara ise Atatürk adı yerine ‘arena’ adları verildi. Şimdi bu stadyumlara da Atatürk adları iade edilmelidir.” değerlendirmesini yaptı.

    Budak, yazılı açıklamasında, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, “arena isimlerinin kaldırılması” ile ilgili açıklamasını hatırlattı.

    Stadyumların simgeleşmiş isimlerinin kaldırıldığı süreçte, Erdoğan’ın haklı itirazlara kulak tıkadığını ve seyirci kaldığını savunan Budak, açıklamasında şu ifadeleri kulandı:
    “Cumhurbaşkanına da stadyumların isimlerini değiştiren kurumlara da ‘günaydın’ demek gerekiyor. Ülkesi ve milleti için savaş meydanlarında canını ortaya koymuş kahramanların isimleri kazınırken hiçbir ses çıkarılmayacak, aradan iki, üç yıl geçtikten sonra ‘arena’ rahatsızlığı belirecek öyle mi? Şimdi arenalar kaldırılıp, stadyumlar geri gelecekse, o stadyumların simgeleşmiş isimleri de geri gelmelidir. Beşiktaş Stadyumu’na İnönü adı iade edilmelidir. Antalya, Kayseri, Konya, Bursa, Rize gibi illerdeki Atatürk stadyumları yıkıldı, yeni yapılan stadyumlara ise Atatürk adı yerine ‘arena’ adları verildi. Şimdi bu stadyumlara da Atatürk adları iade edilmelidir. Malatya’daki yeni stadyuma İnönü adı verilmelidir. Eğer sadece arenalar kalkacaksa, rahatsızlık duyulan kavramın arena değil, Atatürk ve İnönü isimleri olduğu anlaşılacaktır.”

    Budak, “arena” isimlerinin kaldırılmasının, Türkçe isimlere dönüşün adımı olarak değerlendirilebileceğini belirterek, “Cumhurbaşkanı zaman zaman yabancı isimlerden de şikayet ediyor. Ama bunun yolu, aklına estiğinde bazı yerlerin isimlerinin değiştirilmesi değildir. Bir strateji oluşturulmalı ve bu çerçevede adım atılmalıdır.” görüşünü vurguladı.

  729. marxist argüman

    islamci fa$ist m. sevket eygi’yi okuyarak aydinlanmi$, $imdi de bu islamci fa$istin yazilarini bu sitede asarak bizi kayiran “anonim” mahlasli dinci yobaz’a a$ik ibreti’nin $u $iirini hediye etmek istiyorum:

    Gördüm De Geldim

    İlme Hizmet Edip, Uykudan Kalktım
    Sarık Seccadeyi Elden Bıraktım
    Vaizin Her Gün Ki Vaazından Bıktım
    Ramazanı Sele Verdim De Geldim

    Karnım Acıktıkca Kederim Arttı
    Hele Hac Kaygısı Ayrı Bir Dertti
    Paralılar Hemen Hac’oldu Gitti
    Seytanı Taşlarken Gördüm De Geldim

    Dört Kitabı Koyup Torbaya Astım
    Cennet Hurisinden İlgimi Kestim
    Muskacı Hocaya Sanmayın Sustum
    Agzının Payını Verdim De Geldim

    Aklım Ermez Ahret Eğlencesine.
    Saygım Var İnsanın Düşüncesine
    Hayal Cennetinin Has Bahçesine
    Yobaz Sürüsünü Sürdüm De Geldim

    İbreti Emelim İnsana Hizmet
    Eşim Bana Huri, Evim De Cennet
    Hacıya, Hocaya Kalmadı Minnet
    İrbiği, Tesbihi Kırdım Da Geldim

  730. Kemalist isimler oligarşisi

    Öte yandan son yıllarda bazı yerlere verilen RTE, AG (hatta daha önceki SD, CB, AM), Yavuz (“Utanmasalar adını 3. Yezid köprüsü koyacaklar” diye bir yorum okumuştum) ve 15 Temmuz ile ilgili isimlerin “oligarşi”si de Kemalist yer adlarının kurduğu hegemonya ile kıyaslanamasa da çok olumlu bir değişim sayılamaz herhalde. Ehven-i şer sayılabilir sadece.

  731. marxist argüman

    dinci yobaz’in biri bu siteye islamci fa$ist m. sevket eygi’nin yazilarini asarak solculari “aydinlatmaya” cali$iyor.
    kimdir bu m. $evket eygi, hatirlayalim.

    1969 yilinda türkiyeye gelen amerikan 6. filosunu protesto etmek isteyen sosyalist genclere kar$i islamci fa$ist m. $evket eygi $unu yazmi$.

    “Büyük fırtına patlamak üzeredir. Müslümanlar ile kızıl kafirler arasında topyekün bir savaş kaçınılmaz hale gelmiştir… Müslüman kardeşim, sen bu savaşta bitaraf kalamazsın. Ben namazımı kılar, tesbihimi çekerim, etliye sütlüye karışmam deyip de zulüm edenlerden olma, gözünü aç bak… Onlarda taş, sopa, demir, molotof kokteyli mi var? Biz de aynı silahları kullanmaktan aciz değiliz… Cihat eden zelil olmaz. Sağ kalırsa gazi olur. Canını veren şehitlik şerefini kazanır. (…) Ezanlar susturulmasın, Müslümanlar komünizmle çarpışan devlet kuvvetlerine yardımcı olsunlar.”

    “16 Şubat Pazar günü, gün doğmadan Bayezıt camiinde toplanınız! Kafirler bizim cemaatimizi görünce hapı yutar zaten”

    “Kızılları boğmanın vakti geldi.Kızıl emperyalizmin para ile tutulmuş uşaklarını en ufak kıpırdanışta gebertmek için and içildi”

    “Komünizmin küfrüne karşı derhal silahlan. Stalin”in ve Deccal”ın piçleri olan kızıl veledler bütün Müslümanları karşılarında bulmalıdırlar. Bir şeyler olursa silahlar patlar patlamaz vazifeye koşmaya çalışacağız. İnşallah kızıl kafirlerin, deccal uşağı dinsizlerin tepelerine birer birer intihar uçağı gibi ineceğiz”

  732. marxist argüman

    islamci fa$ist m. $evket eygi cocuklara gülmeyi cok görüyor; yaki$tiramami$.

    “Bir kız İmam-Hatip okulu öğrencilerinin fotoğrafını gördüm. Kızların çoğu gülüyordu, bazılarının dişleri görünüyordu. Dindar kızların böyle resim çektirmelerini çok yadırgadım. En azından hafifliktir” (m. $evket eygi)

  733. marxist argüman

    islamci fa$ist m. $evket eygi’nin yazilarini hep beraber okuyalim ve aydinlanalim:

    “Son onbeş gün içinde oldu bu anlatacağım vak’a. Keşan’da yaşayan on üç yaşındaki bir kız, hani çağdaşların ağzı süt kokuyor dedikleri cinsten, işte bu kız bir gece eve gelmemiş. Sabah kapıyı çalmış, babası hışımla kız neredeydin diye sormuş. O da 21 yaşında bir erkeğin evinde gecelediğini söylemiş. Baba karakola koşmuş, şikayetçi olmuş. Adam yakalanmış, kız sorgulanmış ve on yaşından beri erkeklerle düşüp kalktığını itiraf etmiş. Verdiği isimler yakalanmış… Falan filan.

    Böyle bir hadise M. Kemal Türkiye’sinde yaşansaydı yer yerinden oynardı.
    1950’lerde, 60’larda, 70’lerde yaşansaydı yine büyük tepki meydana getirirdi.

    Yıl 2012, Türkiyede on üç yaşındaki bir kız bir sürü erkekle yatıyor ve birkaç inilti dışında tepki yok.
    Yargıtay’ımızın bir kararı var. Evli bir karı yabancı bir erkekle bir kere yatarsa bu yaptığı fahişelik değildir deniliyor.

    Peki şu on yaşındayken erkeklerle yatmaya başlamış olan kızın durumu nedir? Fahişelik midir, değil midir?
    Haydi ateistler, çağdaşlar bu rezalete fazla tepki göstermiyor, Müslümanlara ne oldu ki, susuyorlar?

    Ortada iki vahim durum var. Birincisi: Aile içinde yaşayan on üç yaşında bir kızın, on yaşından itibaren bir sürü erkekle düşüp kalkması yatması. İkincisi, birincisinden de vahim, on milyonlarca Müslümanın böyle bir rezalete gereken tepkiyi göstermemesi.
    Bu toplum kendini ıslah etmeye çalışmazsa geleceği çok karanlıktır.”

  734. da ve de ekleri büyük harfle yazılmaz.

  735. Medeniyet 17. yüz yılda takılıp kalmayla ölçülemez. Kızılderililer medenileşmekte ve medeniyet nimetlerinden yararlanmaktalar. Medeniyetin yarattığı teknolojik ilerlemeleri görmemezlikten gelmek deve kuşu gibi başını kuma gömüp kendini görülmez sanmaya benziyor.
    Ben doktor olduğum için milyonları aşan teknolojik yenilikler arasından mesleğimle ilgili bir örnek vermek istiyorum: Zeki tuvalet.
    Bu tuvalet, Avrupa, Kanada, Amerika, Japonya, Çin, Rusya, Avustralya, Yeni Zelanda gibi zengin bölge ve ülkelerde yaygın. Türkiye’de henüz sadece zengin kesim kullanmakta.
    Zeki Tuvalet, dışkı ve sidiğin sağlık indekslerini otomatik olarak ölçtüğü gibi tuvaletin yanındaki bir cihaza parmağınızı soktuğunuzda, tansiyon ve kalp atım hızınızı da ölçerek iletişim hatlarıyla sağlık merkezine iletir. Böylece sağlık merkezi sağlığınızdaki önemli değişmeleri tuvaletten algıladığı veriler aracılığıyla izleyebilir.
    Dünya ilkelleri medeniyet nimetlerine kucak açarken böyle tarihten bir yaprak sadece anlatanın saplantısını sergiler.

  736. marxist argüman

    global kapitalist düzen/globalizm ve ulusalcilik

    kemalist türk irkcilarinin/ulusalcilarinin gazetesi “sözcü”nün kö$e yazari soner yalcin’dan alinti:

    “bugün dünyada küresel hegemonyaya karsi cikan “ulusalcilik” yükseliste.
    “…..bu dalganin “yildizi” ulusalcilik olacaktir.
    atatürk’ün tekrar bu derece toplumsal kabul görmesi bunun göstergesidir. Atatürk’e karsi cikarak kimse iktidar olamaz artik…”

    bu türkcü kemalistin bir müjde verir gibi dile getirdigi durum nedir?

    cevap: önce, soner yalcin’dan tutalim fikret ba$kaya’ya kadar, bir küfür gibi kullanilan “neoliberalizm” kavraminin hangi anlamda kullanildigina bakalim.

    kapitalist devletler, kendi ulusal ekonomilerini rakip devletlerin ekonomilerine kar$i kollamak; ba$ka bir ifade ile, kapitalist bir devlet kendi kapitalistlerini/i$verenlerini rakip devletin kapitalistlerine/i$verenlerine kar$i kollamak amaci ile gümrük gibi “koruyucu” önlemlere ba$vurur.

    i$te “neoliberalizm” denilen olgu, 1970’li yillirindan itibaren ba$ta ABD ve ingiltere olmak üzere, geli$mi$ kapitalist devletlerin ulusal ekonomiyi “koruyucu” bu önlemleri, ekonomik “geli$me” icin destek degil köstek olarak görmeye ba$lamalari ve sözkonusu bu koruyucu önlemleri ya kismen ya da tamamen kaldirarak birincisi sermeye’nin/kredinin, ikincisi mallarin ve ücüncüsü de i$gücünün/i$cilerin serbest dola$imini öngören ekonomi politikalarina verilen isim oluyor.

    “neoliberal” ekonomi politikalarini kendi ulusal cikarlarina daha uygun gören ABD gibi lider devletler, bunu diger devletlerden de talep etmi$lerdir.

    ABD, bu ekonomi politikalarini diger devletlere dikte etmek icin IMF, dünya bankasi gibi uluslararasi para fonlarini ve bu finans kurulu$larinin diger devletlere yaptigi kredi yardimlarini enstrüman olarak kullandi, kullaniyor. (bkz. 24 ocak kararlari ya da 2001 ekonomi krizi ve kemal dervi$)

    brexit ve trump’in ekonomi politikalarina baktigimizda devletlerarasi kapitalist/emperyalist rekabetin, “sen mi daha cok kazandin ben mi; sen mi beni daha cok sömürdün ben mi seni daha cok sömürdüm” tarti$masinin iyice kizi$tigini görebiliyoruz.

    örnek, ingiltere, avrupa birligi (AB) adindaki kapitalist/emperyalist klüp icinde kendi ulusal cikarinin yeterince gercekle$medigini; almanya’nin AB’nin asil kazanani olduguna kanaat getirince AB’den ayrildi.
    almanya haric, AB icinde ki diger devletlerin hepsi ingiltere gibi homurdanip duruyorlar.

    diger bir örnek: trump, ABD’nin diger devletler ile yaptiklari ikili ya da coklu serbest ticaret anla$malarindan yeterince kazancli cikmadigini söyleyip duruyor.

    trump, bütün dünyaya $unu acikca söylüyor: “günümüz dünya düzeninin garantör gücü ABD’dir; bundan dolayi, uluslararasi kapitalist ticarette bize ABD olarak cok daha fazla pay dü$mesi lazim; haydi pamuk eller cebe!”

    yani, kemalist ulusalci soner yalcin’in sözünü ettigi “ulusalcilik” dalgasinin yükseldigi dogrudur.

    kapitalist devletler arasi rekabet kizi$tikca, buna paralel olarak her devletin kendi icinde fakirlikten, i$sizlikten, dü$en hayat standardindan vs. kaynakli artan toplumsal huzursuzluklar sözkonusu.

    dü$en hayat standardindan, i$sizlikten, ekonomik krizlerden $ikayetci olan insanlar, bu durumdan, devleti ve o’nun kapitalist para ekonomisini; yani global kapitalist düzeni sorumlu tutmuyorlar. peki sözkonusu bu insanlar sorunun kaynagini nerede ariyorlar?

    cevap: yabancilarda, göcmenlerde, sosyal yardima muhtac fakirlerde vs.

    ya$adiklari sorunlarin kaynagini kapitalist düzende degil de, diger insanlarda arayanlarin dogal olarak saplandiklari bataklik ne oluyor: milliyetcilik, irkcilik, dincilik vs.

    yani, kemalist irkci soner yalcin’in olumlu/hayirli bir geli$me imi$ gibi müjdeledigi durum, ya$adiklari SIKINTILARIN kaynagini kapitalist devlet ve o’nun ekonomi politikalarinda aramak yerine, “diger/yabanci” toplumlari ya da toplum kesimlerini bundan sorumlu tutup, böylesi bir mantigin dogal sonucu olarak geli$en yabanci dü$manligi, irkcilik, milliyetcilik, dincilik vs. durumlari oluyor.

    sonuc: globalizmi ya da neoliberal ekonomi politikalarini hayata gecirenler kapitalist devletler idi, o zaman kendi ulusal cikarlarina uygun bulduklari ekonomi politikalarini $imdi kismen degi$tirenler de yine devletlerdir; siyasetcilerdir; yönetenlerdir.

    globalizm ya da neoliberalizm ile ulusalcilik zit/karsit olgular olmadigi gibi, biri digerinin alternatifi de degildir.

    her iki durumda da amac/hedef: ulusal cikari hayata gecirmektir.

    soner yalcin gibi ulusalcilarin/milliyetcilerin ulusalciligi, globalizmin, neoliberal politikalarin alternatifi olarak olarak pazarlama cabalarini anlamak zor degil; fakat fikret ba$kaya gibi yazarlarin ayni yanli$i marxizim adina yapmalarina ne demeli?

  737. Uykusuzluk Nedenleri

    Ben, hic, “çıplak gezen bir vahşi” ile karsilasmadigim icin, bu dediklerinizi kafamda pek canlandiramadim.”
    Neden zahmet edip kafanın canlandırma gücü olmadığını böyle dolaylı anlattın.
    Dilin kendisi ve sözcükler karşımızda olmayanları canlandırmak için kullanılır. Sözlüğün yok mu? Sen tarih okuduğunu gösteri içinde kaybolan birisin. Tarihte okuduklarını canlandıramadığın için mi böyle boş laflar edip duruyorsun?
    Her neyse, senin amacın sözcükleri dilbilgisine uygun sıralamak. Senin için anlam anlamsız. Şekilci düşüncelerinin bini bir para.
    Senin gibi hayatı bilgisayar önünde geçenin hala çıplaklar olduğunu bilmemesi, ve eskiye, aşağı yukarı 16. yüz yıla gönderme yapan alıntımı bir yana bırak, 60lar ve 70ler de çıplaklar arasında araştrırma yapan sayısız antropolojistlerin varlığından habersiz olman gerçekten şaşırtıcı. Sanırım sidik yarıştırmaya çok aceleye etmisin.
    Eskimolor ev içinde bile çıplak gezmeyen beyazların varlığını duyduklarında hayret içinde kalırlar, beyazların evlerini görmek isterler. Bunuda mı duymadın?
    Sen sevişirken iş yerindeki takımınla mı sevişiyorsun? Yazdıkların buna işaret eder ama tek sen bilirsin.

  738. Bir dil bilimcisine sorarlar:
    – Bu cümle doğru mu?
    – Halk kullanıyorsa doğru.
    Okullarda hiyerarşi ve bazı şehirler dışında kullanılan dilin “asıl” dil olmadığı beynine işletilmiş birine aynı soru sorulur. Dilbilgisi kitabı ve öğretmenlerinden uslu uslu öğrendiği kuralları düşünür ve menfi cevap verir.
    Uslu büyüyenlerin büyüyünce asi olma heveslerinin kaynağı bu olmalı.

  739. Marxist Argüman sıkışınca kendinle dalga geçenleri taklit ediyor. İşi espiriyle kapatmaya çalışıyor.

  740. Silineler ve Horoz Marxist Argüman

    Sayın Şekerleme Satıcıları Generaller: Marxist Argüman, Necip, G. Zileli, Kırmızı-Beyaz Yakalılar. Siteye yazanların %99,9’u size benzer, ayrı sıralamak gereksiz.
    Her dördünüze ortak temel görşünüz var.
    Kibar çevrelerde doğal kaynakları denilen dünyayı, ve kibar çevrelerde insan kaynakları denilen kendinizi meta olarak görmeniz. Kendinizin birer meta olduğundan, yatırım aracı olmanız sizi tiksindireceğine seve seve sarılıyorsunuz.
    Tekrar etmekte yarar var: “Çocuklar için dünya oyuncak. sizin için meta yığını.”
    Ama aranızda kahramanca çarpışmanızın nedeni farklar var. Bu metaları dağıtmada anlaşamıyorsunuz. İyi kalpliler merkezi bir bilgisayarın dağıtımıyla “herkes metalara erişsin” ilahileri şakırdatıyor, Dinci ve Allahcı Necip mallara erişme eşitsizliğinin alına yazılı ilahisini ihsal ağzından akıtır. Diğer üçünüz Dininiz ve Allahınızın adını Doğa ve Genetik Mütasyon diye değiştirip aynı aynı ilahiyi ishalini değişik ağızlardan dışlıyorsunuz.
    Düşünce aynı, kalpler farklı.
    Bilmemek ayıp değil ama dogmatik olmak ayıp! Sizlerin ilkelcilik hakkında bilginiz eksi sonsuz! Ne ben ne de benim tanıdığım ilkelciler sizler gibi İNSANLIK SORUNUNUN çözümü peşinde. Sadece güzel ve münasip sorular sorarlar. Hiçbiri Hitler, Napolyon, Lenin, Atatürk, Erdoğan, Merkel, falan filan ve benzeri muhabbet tellallarına benzeyen sizler gibi kendilerini dev aynasında görmezler.
    İlkelciler arasında temel ortak nokta ilkellere bakarak medenilerin neler kaybettiklerini, nasıl böyle alçak ve adi bir duruma düştüklerini anlamak ve tespit etmek.
    Eğer sizin, hepinizin, istediğini, halk diliyle söylersem amacınız zengin olmak. Geri kalan süslemeler. İşte beni tiksindiren bu zengin olma amacınızı medeniyet tarihi boyunca evreni dolduracak yalanlarla süslemeniz. Halk diliyle ifade ettiğim ve son 7-10 bin yıl medeniyet tarihinin özü olan zengin olmaktan başka hiçbir seçeneğin olmadığını söylemektense benim dediklerimin yanlış, imkansız, çılgınlık ve benzeri alakasız laf kalablığına boğmanız. Anlamadığınızı, bu konuda sıfır olduğunuzu, medeni tarih boyunca içinden ve dışından sizler gibi zenginlik peşinde koşmayanları ve çevik maymunluk hevesinde olmayanları tanımadığınızı kabul edemiyorsunuz. Eğer isimlerini sizlere benzeyen ve geleceği asıl elinde tutan Wicked-pedo-file, FaceBok,Twatter, SosisAl-Meydanından duymuşsanız aynı onlar ve putlarınız Batı technician- teknisyen süt ünekleri gibi sınıflandırıp adlandırıyorsunuz.
    Not: Necip ısıramadığın eli öp atasözüne uyduğu dalkavukluğuyla aranızda en “gerçekçi.”
    Not: Hitler’in çıkışını öngören Herman Broch’un romantik, anarşist ve gerçekçi trilojisinde romantik, ağır başlı, geleneklere sadık, ahlak ilkelerine saygılı, kibar binbaşı ve delimsi anarşist birbirlerini anlar ve hatta severler. Ama ikisi de yeni fırlayan gerçekçiyi ne anlar ne de severler.
    Gerçekçinin zamanımızdaki adı: technician- teknisyen.
    Her dördünüz de İngilizce bildiğiniz için çevirmedim.Aşağıdaki yazı belki, belki, belki, belki yüzünüzü ıslatır, sizi uyandırır. Belki hiçbir şey bilmediğiniz konularda laf dizmekten vaz geçersiniz.
    “Observing a prisoner exchange between the I roquois and the French in upper New York in 1699, Cadwallader Colden is blunt: ” . . . not­ withstanding the French Commissioners took all the Pains possible to carry Home the French, that were Prisoners with the Five Nations , and they had full Liberty from the Indians, few of them could be persuaded to return . ” Nor, he has to admit, is this merely a reflection on the quality of French colonial life , ” for the English had as much Difficulty” in persuading their redeemed to come home, despite what Colden would claim were the obvious superiority of English ways:
    ‘No Arguments, no Intreaties, nor Tears of their Friends and Relations, could persuade many of them to leave their new Indian Friends and Acquaintance; several of them that were by the Caressings of their Relations persuaded to come Home, in a little Time grew tired of our Manner of living, and run away again to the Indians, and ended their Days with them. On the other Hand, Indian Children have been carefully educated among the English, cloathed and taught, yet, I think, there is not one Instance, that any of these, after they had Liberty to go among their own People, and were come to Age, would remain with the English, but returned to their own Nations, and became as fond of the Indian Manner of Life as those that knew nothing of a civilized Manner of Living.’
    And, he concludes , what he says of this particular prisoner exchange “has been found true on many other Occasions . ”
    Benjamin Franklin was even more pointed : When an Indian child is raised in white civilization, he remarks , the civilizing somehow does not stick , and at the first opportunity he will go back to his red relations, from whence there is no hope whatever of redeeming him. But when white persons of either sex have been taken prisoners young by the Indians, and have lived a while among them, tho’ ransomed by their Friends, and treated with all imaginable tenderness to prevail with them to stay among the English, yet in a Short time they become disgusted with our manner of life, and the care and pains that are necessary to support it, and take the first good Opportunity of escaping again into the Woods, from whence there is no reclaiming them. ”
    Çok daha örnekler var.

  741. Balkan Oligarşisi ve Komplo Teorisi

    ÇAĞIMIZIN SANSÜR MEKANİZMASI: KOMPLO TEORİLERİ

    ‘Suriyeli mülteciler, et yiyen bir hastalık yayıyor!’

    Çok provokatif bir başlık. Ama ister ’11 Eylül Saldırıları’ olsun ister ‘Özal’ın ölümü’, ister ‘küresel ısınma’ olsun ister ‘İstanbul’da deprem’… Şu sıralar, her konuda sayısız komplo teorisi dolaşıyor ortalıkta.

    Komplo teorileri niçin yükselişte ve kimler, neden inanıyor?

    HAKİKAT SONRASI (POST-TRUTH) ÇAĞIN OLMAZSA OLMAZI: KOMPLO TEORİLERİ!

    İnsanlar, öteden beri bilmediği şeyler üzerine efsaneler uydurur. Ama, artık bildiğimiz şeyler üzerine de sahte masallar sürülüyor piyasaya.

    İçinde yaşadığımız ‘post-truth çağı’nda, hakikatin artık çok bir hükmü kalmadı. Sahte haberler ve o haberlerin ete kemiğe bürünmüş duygusal arka planı olan komplo teorileri, insanlara, gerçeği değil, duymak istedikleri masalı anlatıyor.

    Sansasyonel olanın daha çok tıklandığı bir internet mekanizması sayesinde, komplo teorileri, hakikatten daha hızlı ve daha yaygın bir şekilde geliyor önümüze. Yazı girişinde sıraladığım konuların tamamında hakikatler ortada. Tabii ki Suriyeli mülteciler, et yiyen bir virüsü yaymıyor gittikleri ülkelerde.

    Burada korku salarak ima edilen hastalık ‘Layşmanyaz’ ya da ‘şark çıbanı’. Merak edenler, Suriyeli mültecilere dair Amerika’da ortaya atılan bu komplo teorisinin tarihini ve neden mesnetsiz olduğunu şuradan okuyabilir:

    http://www.snopes.com/syrian-refugees-disease/

    YENİ BİR ‘SANSÜR MEKANİZMASI’ OLARAK KOMPLO TEORİSİ

    Eskiden, bir gerçeğin ortaya çıkmasını engellemek için sansür uygulanırdı. Bu şekilde, bilgi dolaşıma girmeden toplumdan gizlenebiliyordu. Ancak, iletişimin hızla merkezi kontrolden çıktığı ‘hakikat-sonrası (post-truth) çağ’da artık sansür uygulayarak bilgi akışını kontrol etmek mümkün değil. Bu çağda sansür, bir gerçeği yasaklayarak değil, o gerçeği pek çok yalan içinde kaybederek yapılıyor! İşte tam da bu nedenle komplo teorisi üretmek artık ortada, herkesin gözünün önünde bulunan gerçeği bulanıklaştırmanın bir aracı.

    Bir örnekle açıklayayım.

    ‘KÜRESEL ISINMA GERÇEĞİ’ NASIL ÖRTBAS EDİLDİ?

    Binlerce biliminsanı reddedilemez bir kesinlikte diyor ki, ‘Dünya, insanların tüketim kalıpları yüzünden ısınıyor, küresel ısınma bir hakikat!’ Bu gerçeğin ortaya çıkmasına yönelik ortada ciddi bir sansür yok. Yok ama, bu realite çok organize bir şekilde üretilen onlarca komplo teorisi arasında kaybolup gitti. O yüzden de bu konuda en çok komplo teorisi üretilen Amerika’da nüfusun önemli bir kesimi küresel ısınmaya değil, küresel ısınmanın bilim insanları tarafından araştırma fonları almak için uydurulduğuna inanıyor. Peki en çok kim inanıyor bu tarz komplo teorilerine? Ve neden inanıyorlar?

    EĞİTİM SEVİYESİ DÜŞTÜKÇE, KOMPLO TEORİLERİNE İNANÇ ARTIYOR!

    Komplo teorilerinin son dönemde bu kadar yaygın olması, davranış bilimcileri de bu konuyu araştırmaya itti. ‘Jan-Willem van Prooijen’ tarafından Nisan 2017’de yayınlanan araştırma, bu alanda yapılan en kapsamlı çalışma. Yaklaşık 5 bin kişi üzerinde yapılan bu araştırmaya göre, eğitim seviyesi, insanları komplo teorilerine inancını belirleyen en önemli faktör. Eğitim seviyesi yükseldikçe, insanların komplo teorilerine inancı azalıyor! Peki neden?

    KARMAŞIK SORUNLARA BASİT ÇÖZÜM ARAYANLAR, KOMPLO TEORİLERİNE DAHA ÇOK İNANIYOR!

    Evet eğitim seviyesi düştükçe, komplo teorilerine inanç artıyor, ama bunun iki ayrı nedeni var.

    İlk olarak, karmaşık meselelerle başa çıkmakta zorlananlar, basit komplo teorilerine daha çok inanıyor. Yani, zihinsel tembellik, komplo teorilerine olan inancın en önemli nedeni. Mesela, ’11 Eylül Saldırısı’ ya da ‘Suriye iç savaşı’ gibi karmaşık bir konunun tarihsel, sosyolojik, ideolojik sebeplerini hesaba katmak yerine, bu konularda üretilen basit bir komplo teorisine saplanıp kalmak insana daha kolay geliyor.

    Suriyeli mültecilere karşı olmak için bir ‘hastalık peydahlamak’ bu anlamda çok işlevsel oluyor.

    KENDİNİ HAYATTA GÜÇSÜZ GÖRENLER, KOMPLO TEORİLERİNE DAHA ÇOK İNANIYOR!

    Yine yukarıdaki araştırmadan aktarıyorum. Etraflarında olup bitene ya da kendi hayatlarına yön verme gücü sınırlı olanlar, komplo teorilerine daha çok inanıyor. Bir başka ifadeyle, kendi hayatınıza ve çevrenize yön verebiliyorsanız, komplo teorilerine çok daha mesafeli yaklaşıyorsunuz. Yani, insanların hayatta sahip oldukları güç ile komplo teorilerine olan inanç arasında ters bir ilişki var. Güç azaldıkça, komplo teorilerine olan inanç artıyor.

    SİZDEN İKİ RİCAM VAR!

    Lütfen karşınıza gelen her komplo teorisini biraz daha dikkatlice gözden geçirin. Neden bu teorinin sizin karşınıza getirildiğini anlamaya çalışın.

    Acaba, bu teori hangi gerçeği örtmek için dolaşıma sokulmuş olabilir?

    Ve eğer bir komplo teorisine inanıyorsanız, şu soruyu da kendinize sorun: ‘Acaba hangi karmaşık sorundan kaçmak için bu teoriye inandım?’

    Prof. Dr. Selçuk R. Şirin
    New York Üniversitesi
    Davranışbilim ve İstatistik

    Hürriyet, 29 Mayıs

  742. Bugün “hain” olarak damgalanan 15 Temmuz’cular bir gün “kahraman” olarak görülmeyecek. Çünkü o gün geldiğinde ortak bir “hain/kahraman” algısına sahip bir Türk toplumu ve kimliği kalmayacak. 15 Temmuz bu dağılma sürecinin başlangıcı olan üç tetikleyiciden biridir (diğer ikisi Suriye ve Kürt savaşlarıdır).

  743. Toplumların Süreleri

    Türk toplumunun süresinin dolmasına çok kalmadı anlaşılan:

    “Li külli ümmetin ecelün. Fe izâ câe ecelühüm lâ yeste’hirûne sâaten ve lâ yestakdimûn.”
    Her toplumun bir süresi [eceli: “ecelün”] vardır. Süreleri geldiğinde ne bir an [saat: “sâaten”] erteleyebilirler, ne de öne alabilirler.

    [ “Arapça sâat sözcüğünün esas anlamı “en, genişlik, bolluk”. Kökü wsa’ (vav-sin-ayın), uzamak, genleşmek, yer kaplamak gibi anlamları içeriyor; İngilizcesi to extend… Aynı kökten gelen vüs’at (genişlik) ve vasî’ (geniş) sözcüklerini bilenler çıkar değerli okurlarım arasında… İkincil anlam herhangi bir zaman aralığı, an extent of time desek belki daha iyi anlaşılır. Bu anlamın izleri Türkçede mevcut. Özellikle atasözü ve deyimlerde geçiyor, ama genel kullanımda gitgide marjinalleşti. “Ecel saati geldi” derken söylenen şey, misal, “saat dokuzla on arasında ölmeyi planlıyor” değil. “Bunu duyan Hatice o saat bayıldı” derken de öyle…” https://www.slideshare.net/AdnanDan1/sevan-nianyan-kelimebaz-horozznet ]

  744. Sana bir gizli sözüm var
    Gel gönüle gir gönüle
    Sen senliğin elden bırak
    Gel gönüle gir gönüle

    Bulam dersen feth-i bâbın
    Kaldır sen senlik hicâbın
    Bilem dersen aşk kitâbın
    Gel gönüle gir gönüle

    İlmine bakıp güvenme
    Zühdünü görüp aldanma
    Bunda cana başa kanma
    Gel gönüle gir gönüle

    Zühd zâhid tuzağıdır
    İlim amel nefs bağıdır
    Gönül evi Hak evidir
    Gel gönüle gir gönüle

    Kaygusuz bu böyle olur
    Hakk’a doğru yol kim varır
    Bulanlar gönülde bulur
    Gel gönüle gir gönüle

  745. marxist argüman

    sual-i ham

    “Marxist Argüman sıkışınca kendinle dalga geçenleri taklit ediyor. İşi espiriyle kapatmaya çalışıyor.”

    akilli, mantikli soru ve ele$tiri ba$im gözüm üstüne, velakin her sacmaliga cevap yeti$tirmeye cali$irsak $air e$ref gibi yapmamiz lazim.

    sözüm meclisten di$ari: $air e$ref birgün Alaşehir’den İzmir’e giderken bir zat-ı muhterem “Hz. Adem’in çamurunda saman var mıdır?” diye sorar. $air e$ref $u dörlük ile cevap verir:

    Ey bana tıynet-i Adem’in çamurunda saman var mı diyen,
    Bir daha etme bana gel bu sual-i hamı,
    Balçığında saman olsaydı eğer ebülbeşerin,
    Çatlayıp da yarık olmazdı ananın .mı.

  746. marxist argüman

    nazir pa$a ve uyuz merkep

    önce $air e$ref’ten bir dörtlük:

    Nazır paşam halk derler bir uyuz merkebe binmiş,
    Yemiş yemiş doymamış külli sülalesine ikram etmiş,
    Ye sen de bu ahir viranenin izzet-i ikramını arsızca,
    Çal çırp .ik, üstüne tüttür tütünü pervasızca.

    soru: $air e$ref’in yukarda ki dörtlükte isabetle tarif ettigi osmanli monar$i düzeni ile modern demokrasi arasinda ki fark nedir?

    cevap: demokrasilerde halk, nami diger “uyuz merkep”, kendisine binecek yöneticiyi, nami diger “nazir pa$a’yi secme hakkina sahiptir. söyle de ifade edebiliriz: uyuz merkep, nazir adaylari icinde kendisine binecek nazir’i secme özgürlügüne sahiptir.

    hal böyleyken, zileli gibi romantik devrimcilerin uyuz merkebe “haydi sandik ba$ina, sec, secmezsen ölümü gör” anlamina gelen cagrilari ne anlama geliyor?

    osmanli devlet adami $air e$ref’in anladigini zileli gibi romantik devrimciler neden anlamak istemiyorlar?

  747. Marksist Argüman bizim eski AKP’li polis masasının sol bir versiyonu değil mi?
    Trollerin sağcı-AKP’li versiyonlarına her yerde rastlamak mümkünken böyle “solcu-devrimci” tipte olanları gerçekten ender. Doğada çok ilginç canlılar var, incelemeyi seviyorum

  748. marxist argüman

    ta$ devrinden kalma ya$ayan canli fosil’e $air e$ref’in $u dörtlügü ile cevap vermek istiyorum:

    Seni tekfir eder mutlak, desen dünyâ yuvarlaktır,
    Döner dünya, o dönmez; çünkü sâbittir inâdında.
    Sorulsa hâce-i dana Selanik nerdedir bilmez,
    Bilir amma ki kaç tüy varsa Cibril’in kanâdında!

    not: fosil, ben ingilizce bilmiyorum; bana ingilizce cevaplar yazma. madem bu kadar dil biliyorsun, bu kadar kitap okuyorsun düzgün cümle kurmayi neden beceremiyorsun?

    zileli ve necip, türkce ögretmenligine cok meraklilar; adamlara küfür edecegine git yanlarina, sana biraz türkce dersi versinler.

  749. Düzenin adamları

    Artık DÜZEN’İN has adamı haline gelmekte olan (ve maalesef sayın Zileli gibi bir zamanlar ümit beslediğim, ama sanırım bu konuda -bir yazıda tartıştığı yorumcu gibi- ondan çabuk uyandığım) Ahmet Hakan’ın yeni yazısı şaşırtmadı:

    “15 Temmuz gençliği” denilince…
    Benim aklıma…
    – Tanklara karşı ölümüne direnen…
    – İradesinin zorbalıkla alaşağı edilmesine itiraz eden…
    – “Kim var” diye sağa sola bakmadan atılan…
    Kahraman bir gençlik geliyor.
    *
    “Gezi gençliği” denilince…
    Benim aklıma…
    – Çadır yakma haksızlığına karşı ayağa kalkan…
    – En tepedekine “beni duy” diye haykıran…
    – Ürettiği mizahla herkesi şaşırtan…
    Yürekli bir gençlik geliyor.
    *
    Türkiye’nin geleceği için… Türkiye’nin kurtuluşu için… Türkiye’nin dengesi için… Türkiye’nin mutluluğu için… Türkiye’nin umudu için…
    Bu iki gençliği…
    Birbirine karşı doldurmaktan, birbirine düşman etmekten, birbiriyle yarıştırmaktan, birbiriyle kıyaslamaktan, birbiriyle tokuşturmaktan, birbirinden üstün kılmaya çabalamaktan…
    VAZGEÇELİM.

    (Türkçe meali:
    DÜZEN’in geleceği için… DÜZEN’in kurtuluşu için… DÜZEN’in dengesi için… DÜZEN’in mutluluğu için… DÜZEN’in umudu için…
    Bu iki gençliği…
    Birbirine karşı doldurmaktan, birbirine düşman etmekten, birbiriyle yarıştırmaktan, birbiriyle kıyaslamaktan, birbiriyle tokuşturmaktan, birbirinden üstün kılmaya çabalamaktan…
    VAZGEÇELİM.)

  750. marxist argüman

    sermayenin/kapitalistlerin dolayli egemenliginden dogrudan egemenlige geci$

    “ali koc cumhurbaskani adayi

    Kılıçdaroğlu-Cindoruk çevrelerinde dillendirilen Ali Koç için Koç Ailesi ve Grubu’nda nabız yoklanılacağını öğrendik.” (basin)

  751. marxist argüman

    eski hamam’a yeni tas

    demokrasilerde insanlari yönetme sanatinin incelikleri: cila dökülünce yeniden parlatilir; “halk” denilen faydali ahmaklar toplulugu “bakalim yenileri ne yapacak” beklentisine sokulur; bu oyun böyle ilelebet devam eder; yöneten memnun yönetilen memnun

    “Sürekli kendimizi yenileyerek milletimizin gönlündeki yerimizi güçlendireceğiz.

    AK Parti’nin iktidarda kalmasının sırrı sürekli kendisini yenileme iradesine sahip bulunmasıdır.

    Yıl sonuna kadar tüm il, ilçe, belde yönetimlerini yenilemek durumundayız. Adeta bir metal eskimesi görüyorum.” (t. erdogan)

  752. marxist argüman

    kapitalist ekonomi nasil i$ler: karaborsacilik

    “İnşaat demirinde yüksek fiyat krizi büyüyor… İnşaatçılar tarih verdi: “9 Haziran’a kadar fiyatlar düşmezse paydos ederiz”

    “Türkiye demir üretiminde dünyada ilk 5’te ama kıtlık var” diyen Tellioğlu, karaBorsa iddiasında bulundu: “4 ayda demirin ton fiyatı bin 600 TL’den 2 bin 200 TL’ye yaklaştı. Bazı kişiler karaBorsacılık yapıyor.” İNTES Başkanı Koloğlu ise “Fiyat artışından kaynaklı zararlar devlet projelerinde karşılanmalı” diye konuştu.” (basin)

  753. marxist argüman

    kapitalist devletin kullarina lütfettigi “demokratik haklarin” anlami ve kullanim tasarrufuna örnek:

    “grev hakki

    Bakanlar Kurulu 22.5.2017 günü yayımlanan kararnameyle Kristal-İş Sendikası’nın çeşitli işyerlerinde uygulayacağı grevi 60 gün süreyle erteledi. Mevzuatımıza göre (6356/63), bu süre sonunda Kristal-İş veya işverenin 6 iş günü içinde Yüksek Hakem Kurulu’na başvurması durumunda toplu iş sözleşmesi bu kurul tarafından sonuçlandırılacak. Taraflardan biri bu başvuruyu yapmazsa, Kristal-İş’in toplusözleşme yapma yetkisi düşecek.” (basin)

  754. marxist argüman

    kürdistan sava$inda cepheler: kato

    “Kato teftişi

    İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Şırnak’ın Beytüşşebap ilçesinde Kato Dağı’nda PKK’lı teröristlere yönelik 40 gündür operasyonun sürdürüldüğü bölgede incelemede bulundu. Soylu, telefonla Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a yürütülen operasyon faaliyetleri hakkında bilgi verdi.” (basin)

  755. marxist argüman

    kapitalist karaborsa ekonomisi

    “Nüfus 5 fiyatlar 10 kat arttı

    Ramazan’ın yıllardır savaşın gölgesinde geçtiği Suriye’de, belirsizlik ve kargaşa piyasaları olumsuz etkiliyor. Güvenli hale getirilen Azez ve Çobanbey’de Ramazan’ı fırsat görenler yüzünden temel gıda malzemeleri karaborsaya düşmüş durumda. Türk STK’ların yardımları ise halka umut oluyor.” (basin)

  756. İhtiyar çoban

    Bir garip ‘yılkı’ kadar bile olamazsınız.
    Yılkı, yoksul Anadululu’nun genelde atı dağa kovalamasıdır. En çok Yozgat havalisinde, İç Anadolu kolaylığı. Bolu’da da boğayı, düveyi aynı akibette bulursunuz.
    Besihane kültürü, memurluk, maaşlılık, tarikata icabet; obezite adaylığıdır. Yilkıda ayakta kalma esastır. ve kalınır: Eşkıyanın, efenin, militan yiğidin kaldığınca kadarıyla.
    Yılkı, dürüst savaşımım adı sanı.
    Besi, laf ebesi tükenmişlik.
    Ben ihtiyar çobanı bu sitede istemeyen, bir gün gelip konuğum olsa boğazına kadar kaymak, kavurma, süt; doyar. Ancak, işi bozan Bizans’tır.
    Ben ne erguvanım, ne Necip mecip, ne Anonim manonim; hepsi de fasa fisodur.
    Yılkı, dağ, bahar ve de gökten inmiş suyun bereketi çayır çimenin çocuğudur; bu yaşıma karşın.
    sansürün taa…

  757. Dünya dilini bilmeden dünya düzeni hakkında ahkam kesmek
    (Bilmemek ayıp değil, bilmeden bilgiçlik taslamak ayıp)

  758. “Yılkı, dürüst savaşımım adı sanı.”

    Yok, Oyle degil.

    ‘Yılkı’, kadim Anadolu’nun diliyle, ‘mevsimlik isci’ demektir. Hem de sadece ‘karin toklugu’ cinsinden.

    “Ben ihtiyar çobanı bu sitede istemeyen, bir gün gelip konuğum olsa boğazına kadar kaymak, kavurma, süt; doyar.”

    Sizi istemeyen olsun 😉 de, istenir olmak icin, yogun bir protein dieti rusvet teklif etmeniz biraz acayip kacmis.

    “sansürün taa…”

    Kendinize sansur uyguladiginiz bu kadar asikarken, baskalarina diyecek ne sozunuz olabilir ki?

  759. “60lar ve 70ler de çıplaklar arasında araştrırma yapan sayısız antropolojistlerin varlığından habersiz olman gerçekten şaşırtıcı.”

    Antropolojist‘in ne menem bir mahluk oldugunu bilemem de; o dediginiz ciplaklar kamplarindan bir-ikisine vaktiyle yolumun dusmuslugu vardir.

    ‘Ciplak’ olduklari halde, aralarinda ‘vahsi’ de yoktu.

    Ayrica, ayirdedici bir isaretleri (alamet-i farikalari) olmadigi icin, kamptakiler arasinda ‘antropolog‘ var miydi yok muydu; bir sey diyemem.

    Neyse.

    Mesele ‘ciplak’lik degil.

    ‘Ciplak gezen bir vahsi’ sizce neden onemli?

    ‘Vahsi’ olmak icin ‘ciplak’ olmak sart midir; yoksa ‘gezen’ olmak mi?

  760. marxist argüman

    türk milleti ve devletini $aha kaldirmak icin maziyi güncelleme; selcuklu ve osmanli tarihini güncelleme kampanyalari son hiz devam ederken, buna paralel bu sitede selcuklu ve osmanli hanedanligini idealize ettikce eden necip ve kafadari diger yorumcu, “ahalinin hali nedir”, bunu asla merak etmezler.

    osmanlida kaymakamlik yapmi$ olan devlet adami $air e$ref bakin osmanlida egemenlerle-ahali ili$kisini nasil tarif ediyor:

    Bir soğan soyulurken yaşarıyor da gözler,
    Vatandaş soyulurken aldırmıyor öküzler!
    Hayadan eser yoktur nafile bütün sözler,
    Beyhude inat etme hemen salla başını,
    Dilini tut, uslu dur, zıkkımlan maaşını.

    Her biri halince icrâ-yı mezâlim etmede,
    Görse bir me’muru insan bir şâki zann eyliyor.
    Eyleme bihude ey biçâre feryâd ü figan,
    Ah-ı mazlumu hükümet musiki zann eyliyor!

  761. marxist argüman

    akp’li yöneticilerin reis’ten cok korktuklari üzerine basinda ara sira yaziliyor. bunu okuyunca $air e$ref’in $u meselesi aklima geldi:

    Kâmil Pasa bir ara tuvalete girince bir de ne görsün! Tuvalet kapisinin iç tarafinda kendi resmi asili degil mi! Öfkeyle disari çikarak:
    ” Ben kî senin amirinim, resmimi hiç utanmadan helaya nasil asarsin? ” deyince, Esref:
    ” Bu bir alay konusu degil, Pasam. Müthis bir korku sonucu resminiz helaya asilmistir! ” Pasa:
    ” Ne demek istiyorsun? ”
    ” Arzedeyim Pasam, malumu âlileridir kî bendeniz sizden çok korkarim. Son zamanlarda kölenize âriz olan kötü bir hastaliktan muzdaribim ”
    Pasa büsbütün kizmis. . . Esref :
    ” Müsaade edin efendim. Baktim ki kabizdan sisip çatlayacagim. Bunun üzerine resminizi hemen ayakyoluna astim! Içeri girip heybetli fotografinizi görünce korkudan bir anda. . . ”
    Esref sözünü tamamlamadan Kamil Pasa ve salonda bulunanlar hep birden kahkahayi basmislar. . .

  762. marxist argüman

    kapitalizm ve e$itsizlik

    “İslam aleminin büyük kesimi yoksullukla savaşırken küçük ve kaymak bir tabaka kaynakları sömürmektedir.” (d. bahceli)

    bu “kücük ve kaymak tabaka” kim ola ki?

    “Artan eşitsizlikler alarm zili çalmaktadır. İnsan onurunun çiğnenmesi, insani kazanımlarım çürümeye bırakılması, karamsar bekleyişleri tırmandırmaktadır. Gerilimler insanlığı adeta darboğazlara sürüklemektedir. Sorunlar ağırlaşmakta, içinden çıkılmaz hale gelmektedir.” (d. bahceli)

    bahceli sen kaygilanma, insanlarda devlet’e ve devlet adamlarina bu baglilik varken, düzenin kilina zarar gelmez.

  763. marxist argüman

    bilmece bulmaca: bilin bakalim a$agida “devrimci ajite” ceken $ahis kimdir?

    “Akıl olmayınca irade bulunmayacaktır”

    17 Aralık 2010’da seyyar satıcı Tunuslu Muhammed Buazizi’nin kendini yakması Kuzey Afrika ve Ortadoğu’yu da ateşe vermiştir. İsyan duyguları uyanmış, devrimler doğmuştu. Ruhunu ipotek ettiren kişi ya da toplumlarda ortak aklın olmayacağı, olmayan bir şeyden de medet umulamayacağı bir tarih gerçeğidir. Ortadoğu’da şu anda ortak akıl yoktur. Akıl olmayınca irade bulunmayacaktır. Ortadoğu emperyalizmin her türlü tehdidine açık ve korumasız durumdadır. Terör örgütleri komşu coğrafyalara demir atmış, risk ve belirsizliklere çengeli takmıştır.”

    cevap: türk fa$isti devlet bahceli

  764. marxist argüman

    türk fa$isti d. bahceli’den nato’ya sitem:

    “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Brüksel’de katıldığı NATO Zirvesi’nde aklımızın yatmadığı bazı kararlar alınmıştır. NATO’nun IŞİD’le mücadeleye katılacak olması en önemlisidir. Bu seçenek ilk bakışta oldukça olumlu değerlendirilecektir ancak NATO’nun yalnızca IŞİD’e odaklanması ayrıca, istihbarat toplanması veya paylaşılması ile askeri faaliyetlerinin sınırlı kalacak olması kuşku ve kaygılarımızı artırmaktadır. Gündemde PKK-PYD-YPG yoktur. ABD tüm itirazlara rağmen PKK/YPG’ye silah vermektedir. Bu çerçevede 15 ve 20 Mayıs’ta silah ve mühimmat sevkiyatı ortadadır. 65 yıllık bir ortaklık hukukunu yok saymak kesinlikle küstahlıktır. NATO bu kadar ucuz mudur? Üye olmamızın hiç mi hatırı yoktur? Ne demek NATO ile PKK-PYD-YPG’nin aynı çizgide olması! Bu ne menem bir çarpıtlıktır. NATO bugüne kadar herhangi bir yaramıza merhem olmuş değildir. Bilhassa darbeler tarihi incelendiğinde henüz aydınlanmamış çok sayıda iddia ve itham NATO’yu direkt kapsamına almıştır.” (basin)

  765. marxist argüman

    t.c.c’nin kürtlerle sava$inda yeni taktik: önce sokaga cikma yasagi, sonra operasyon

    “Diyarbakır’da sokağa çıkma yasağı

    Terör örgütü PKK’ya yönelik operasyon nedeniyle Lice, Hani, Kocaköy ve Dicle ilçelerine bağlı 43 kırsal mahallede sokağa çıkma yasağı ilan edildi.” (basin)

  766. marxist argüman

    t.c. askeri kürdistanda egleniyor!

    “Şırnak’ın Beytüşşebap ilçesinin Kato Dağı bölgesindeki terör yuvaları tek tek imha edildi.

    2900 rakımlı Kato’da TSK, ‘Vur Kal’ taktiğiyle terör örgütü PKK’nın en büyük silah deposunu imha etti.

    Kato Dağı’nın zirvelerinde artık teröristler değil kahraman Mehmetçik var. Askerler bölgede arama/taramaya devam ediyor.

    Bu arada bölgeden gelen bir video yüzleri güldürdü. Görüntüde karların erimediği zirvede askerler dik yamaçlardan kayarak doyasıya eğleniyor.” (basin)

  767. marxist argüman

    Günün âyet ve hadisi (yeni $afak)

    (Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla)

    “Ey insanlar! Allah’ın vâdi gerçektir, sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve o aldatıcı (şeytan) da Allah hakkında sizi kandırmasın!”

    ey kit kanaat ya$ayanlar, siz para ve zenginlik icinde yüzen devlet adamlarina ve i$adamlarina bakmayin; dünya hayati sizi aldatmasin, sizin mükafaatiniz diger dünyada sizi bekliyor; ölünceye kadar sabredin, uslu durun, para ve mülkiyet degil, sevap biriktirin!

    “Çünkü şeytan, sizin düşmanınızdır, siz de onu düşman sayın. O, kendi taraftarlarını ancak ateş ehlinden olmaya çağırır.” (Fatır; 5,6)

    burda ki $eytan tasviri bana nedense fetö’yü hatirlatti.

  768. Bir yerlerden bir ‘Sair’ Esref kitabi elinize gecmis ve biraz buldumcuk olmussunuz anlasilan –ki, habire ondan aparip buraya yaziyorsunuz.

    “Esref sözünü tamamlamadan Kamil Pasa ve salonda bulunanlar hep birden kahkahayi basmislar…”

    Burada da gorulecegi uzere, Esref, bildigimiz tipik bir dalkavuktur.

    ‘Hicivli’ (aslinda, kufurlu’ demek daha dogru olur) siirleri ile, halkin degil de, burokrasinin gonlunde ‘taht kurmus’tur.

    Karsiliginda da, liyakati olmadigi halde, kendisine kaymakamlik verilmis, burokrasi tarafindan sahiplenilmistir.

  769. marxist argüman

    kapitalist ekonominin insanlara ya$attigi “heyecanlar”

    “Mevsimlik işçi adaylarının kura heyecanı

    Çaykur’un Rize, Trabzon, Artvin ve Giresun’daki tesislerinde işe alınacak 1500 mevsimlik işçi için kura çekimleri başladı. 19 bin 703 kişinin başvurduğu ve bin 70 kişinin işe alınacağı Rize´deki fabrikalar için Spor Salonunda yapılan kura çekiminde ismi çıkanlar sevinç yaşadı, kazanamayanlardan bazıları da, işi olanların da kuraya katılmasına tepki göstererek salondan ayrıldı.

    Çaykur´un Rize´deki fabrikalarında işe alınacak olan 1070 kişi için başvuruda bulunan 19 bin 703 kişi arasında kura çekimi Yenişehir Spor Salonu’nda yapıldı. Rize 1´inci Noteri Hakan Çoğalan’ın gözetiminde yapılan kura çekimini Çaykur Genel Müdür Yardımcıları Yusuf Ziya Alim ve Turgay Turna ile yaklaşık bin kişi takip etti. Polisin güvenlik önlemi aldığı kura çekimi, her işçi için verilen numaraların yazılı olduğu plakaların torbaya atılması ile başladı. Kura çekimi sırasında bir ara arka arkaya 2 binli rakamların çıkması tepkilere neden oldu. ‘Torbayı karıştır’ uyarıları üzerine karıştırılan torbadan numara çekimine devam edildi.” (basin)

    bu haberde “heyecan” olarak tasvir edilen durum aslinda “stres-kaygi”dir. cünkü burda “heyecanlanan” sözkonusu insanlar ya$amak icin gelir’e, gelir icinde bir i$e ihtiyac duyan parasiz/i$siz insanlar.

    bilindigi gibi kapitalist dünyada ya$amak icin olmazsa olmaz $art para’dir.

    adina “i$veren” denilen ve ihtiyac fazlasi para ve krediye sahip olan, sahip olduklari bu para/kredi ile hammadde’nin yanisira i$gücü de satin alarak mal/mamül üretip satarak, sermayesini artirmaya cali$an sermayedarlarin kapisinda “heyecanla” i$ dilenenler, tek sermayesi i$gücü olan insanlar oluyorlar.

  770. Sayman Teknisye Psikolog ve komplo

    Komplo teorileriyle komplo olmayanları Bilen Bilgiç Şirin bu sitede dolup taşan Türk dâhilerine benziyor. Sayılarla insan ölçen ve tanıyan bir Yüksek İnsan Mühendisi daha katıldı dahiler listesine.
    Son derece önemli ve temel bir konu olan mitolojik veya sembolik bilgiyle analitik çözümleme bilgisi arasındaki farkı bilmez bir medeniyet kazazedesi daha katıldı bu dahiler sitesine.
    Not: Bu konuya girersem çıkamam, bir tarafa bırakacağım.
    Not: Benim için yazanla aktaran arasındaki fark diploma olduğundan ikisin aynı sayıyorum.
    İlk örnek Malcolm X’den:
    “Kumar oynadığında bazen kazanır bazen kaybedersin. Biz 4 yüz yıldır kaybediyoruz, birisi hile yapıyor, yani bir komplo var.”
    Şirin beye uyarsak ekonomik sistemlerini, kölelik tarihini Amerikaları icatlarını, Müslüman tüccarların insan bile meta olabilir yaratıcı buluşuna katılıp yaptıkları köle ticareti, Venediklerin İslavlar arasından aldıkları köleleri hadımlaştırma fabrikaları, … Kısacası herif kendini üreten iş ve işçi bulma fabrikaları olan okulların reklamını yapıyor.
    Sıradan bir insan, fizik, kimya, biyoloji, tıp ve hastalıklara ölümü doğanın cilveleri, kaprisleri, komplosu görse başlar bu hiyerarşi üreten iş ve işçi bulma kurumları olan okullular cahilliklerini başkalarına yansıtmaya; yok ama aynı şeyleri bir şair söylese vecde gelir bu Şirin gibi teknisyenler, kültür tüketicisi kabaklar.
    İkinci örnek bu Yüksek İnsan Mühendisiyle ilgili.
    Medeniyet geleneğinde insanlarla diğer canlılar arasındaki fark: insan yanıt verir; diğer canlılar tepki yaparlar.
    Not: Japonların robot aşkının her varlığın ruhu olduğuna inanmalarından kaynaklandığı iddia edilir.
    İnsanların gittikçe salt tepkide bulunan bir hayvan sürüsüne döndüğünü sezen bazı düşüncesiz düşünürler Arşimet gibi koşarak “davranış psikolojisi” diye bir ekol yarattılar. Bir süre sonra bu teoriye dayanan deneyimler farelere uygulandı. Hemen ardından aynı teknikler, fareler gibi kendine şekerleme dağıtanların iradelerine uymak zorunda bırakılmış, tıka bası doldurulmuş hapishane, askeri kışlalar, akıl hastaneleri ve okullarda uygulandı. Yöneticilerin ve gücü elinde tutanların işlerini kolaylaştırıcı bu teknik, bu davranış sayma hastalığı, cici bici “bilimsel davranış psikoloji”, adıyla satıldı. Bu şekerleme dağıtma teknisyenleri sırtlarını güçlülere dayadıklarında, güçlülerin hizmetçileri olduklarından tavşanlar gibi arttılar.
    Kişisel not: Bu teknisyen “karmaşıklıktan” söz eder. Bulunduğum üniversitede sayısız öğrenciler bu psikloji daha henüz pek gelişmiş olmadığından ve dolayısıyla diploma kazanması kolay olduğundan seçtiler. Yani karmaşık olmadığı için. Ve hala öyle. Hatta ekonomi gibi bir matematik branşı.
    Bu şarlatanlığın altında doğaya ve cansızlara uygulanan matematik (veya istatistik) artık sürü haline gelmiş insanlar üzerinde de kullanılabilir düşünce faşistliği yatar.
    Birçok dürüst filozoflar, dilbilimcileri, düşünürler, antropologlar, psikologlar tamamıyla bilimsel açılardan bu komplo olmayan komployu eleştirdiler. Hatta küçük sayıda numunelere dayanan istatistiğe karşı çıkan ve yukarıdaki gibi salt iş adamlar, ilaç endüstrileri, gücü elinde tutanların dalkavukların istatistiği suistimal ettiklerini ileri sürdüler. Konuyu bilmeyenlere not: istatistik teorisi büyük sayılar teoremine oturur. Ne yazık ki, medeniyet kurulalı yalanlar ve dolandırıcılığın egemen olduğu bir dünyada istatistiklerle halkı kandırma üçkâğıtçılığının yayılması önlenemedi. Bunda bir komplo var mı acaba? Yoksa bu Şirin beyin bunları bilmemesinde mi bir komplo var?
    Hayatın boyunca emir verenlere boyun eğmeyeni bin bir kâğıtlara yazılmış çizilmiş dolandırıcılıklarla cezalandırma bir komplo mu acaba?
    ABD ve Nasa nobel ödülü kazanan kuantum fizikçi R. Feynman’a bal gibi bir komployla tuzağa düşürdüler. 6 ay sonra uyanan zavallı, “artık böyleleriyle kavga edecek takatim kalmadı.”, der.
    Saco ve Vanzetti komplo muydu?
    Komplo olmayan bir teoriye dayanan kalp sağlığı heyeti sistolik sayısın 5 aşağı indirir. Tensiyon indirme ilaçları satan firmanın karı 3 kat artar.
    70ler, 80ler ve hatta 90larda devrimcilere yutturulan Marksizm-Leninizm-Stalinizm-Maoizm komplo muydu?
    Komplonun kendisi bu herifi aşacak kadar karmaşık olabilir.
    Ben kendim komplo teorilerinden son derece nefret ederim ama komplo teorilerine inananları küçük görmektense her türlü dolandırıcılık, yalan, gaddarlık içinde yaşayan ve yaşama okula gitmek için değil, yaşamak için gelmiş olanların inlemesini duyardı.
    Daha binlerce örnek verebilirim.
    Her halükarda, Allah’a şükür, bu sitedekiler gibi bilenler var.

  771. marxist argüman

    türkiyenin sigir ve davar mevcudiyeti/zenginligi

    soru: türkiye, sigir ve davar kaynaklari yönünden zengin mi yoksa fakir bir ülke mi midir?

    “Üretim yok Türkiye’de. Bir rekora imza attılar Türkiye sığır ithalatında Avrupa’nın birincisi dünyanın ikincisi.” (k. kilicdaroglu)

    hayret! ben türkiyeyi sigir’i ve davar’i bol bir memleket biliyorum; büyükba$i kücükba$i, dört ayaklisi iki ayaklisi; kuyruklusu kuyruksuzu, envai ce$it ve cinste sigirimiz varken…

    kim ki diyorsa türkiyede sigir kitligi var, yalan söylüyor ya da ya$adigi memleketi tanimiyor.

  772. marxist argüman

    kapitalizmde sendikal haklarin anlami ve fonksiyonu

    “İnsanların hak aramaları kadar güzel bir şey yok. Eğer siz hak arama kanallarını kapatırsanız insanları sokağa itmiş olursunuz. Biz hakkını arayan herkesin her işçinin, her sendikanın arkasındayız.” (k. kilicdaroglu)

    meslegi profesyonel siyasetci olan kilicdaroglu ne demek istiyor?

    kilicdaroglu’nun “hak” dedigi $ey, kapitalizmde kendisine i$ verecek bir patron bulmu$ “$ansli” insanlarin aldigi para ile temel ihtiyaclarini kar$ilayamayip, daha fazla ücret/para talep etmeleri oluyor.

    kapitalist düzende ekonomik üretim tekeli yetkisini “i$veren/giri$imci” denilen özel $ahislara veren kim? devlet.

    cali$anlara, patronlarla ücret konusunda pazarlik yapma anlamina gelen “toplu sözle$me ve sendika hakki”ni taniyan kim? yine devlet.

    ekonomik üretimin amaci para/kar oldugu icin, ve cali$anlarin ücreti de bu hesaba göre “masraf/gider” oldugu icin patron, cali$anlarin ücretini mümkün mertebe dü$ük tutmaya cali$ir.

    devlet bunu bilmiyor mu, biliyor.

    dahasi, toplumsal ekonomik organizasyonu bu haliyle belirleyen ve gözeten devletin bizzat kendisidir.

    yalniz bu i$in cali$anlar/i$ciler acisindan sakat yani $udur:

    cali$anlar her yönüyle patrona bagimlidirlar.

    birincisi, patronlarin kapisinda i$ dilenen ve yedekte bekleyen milyonlarca “i$siz/parasiz” oldugu icin, patron bu durumun verdigi rahatlik ile hak aramaya hevesli i$ciyi bir bahane ile i$ten atip, yerine daha uysal ve daha ucuza yeni i$ci alma imkanina her zaman sahiptir.
    zaten cali$anlarda bu durumu bildikleri icin cogu zaman patron ne verirse onunla yetinmek zorunda kaliyorlar.

    ikincisi, diyelim ki ücret pazarligi grev/i$ birakmaya kadar vardi.

    bu durumda da yine cali$anlar icin grev hakki son derece zayif bir kozdur. neden?

    cünkü sözkonusu i$yeri grev yapan i$cilerin ayni zamanda ekmek kapisidir ve grev yapan i$ci bilir ki aslinda istese de patron’a fazla zarar veremez; cünkü patron batarsa tamamiyla i$siz/parasiz kalir.

    devletin yerine göre grevleri yasaklamasini, ya da kamuoyunun/basinin grev yapan i$cilerin alehinde yayin yapip “bunlar acgözlü, ekonomiye zarar veriyorlar, komünistlere uyuyorlar” vs. $eklinde psikolojik baski altina alma durumlari da hic saymiyorum.

    sonuc: devlet’in cali$anlara tanidigi sendika ve grev hakki ile amacladigi $ey, adina “ücretli i$cilik” denilen i$cinin patrona bagimlilik ili$kisini kalicila$tirma ve sürdürülebilir bir durum olarak sabitle$tirmektir.

    zaten modern burjuva devlet’in cali$anlara sendika ve grev hakkini tanimasindan da anliyoruz ki, devlet de $u durumu farkinda: i$ciler, patron kar$isinda o kadar zayif konumda ki, toplu i$ sözle$mesi hakki da olmasa, sendikal haklarin olmadigi “vah$i kapitalizm” döneminde oldugu gibi cali$anlar acliga mahkum olurlar. bu halde en azindan yari ac yari tok idare ediyorlar.

  773. marxist argüman

    ayak altinda ezilen zayif bacaklilar

    “Milyonlarca gencimiz işsiz. İşsizlik bütün kötülüklerin anasıdır. Bir ülkede hükümet varsa birinci görevi işsizliği önlemektir. Bugün dört gencimizden birisi işsiz. Ankara’daki beylerin böyle bir derdi yok. 5 milyon gencimiz ne okula gidiyor ne de çalışıyor. Ne olacak bunlar?” (k. kilicdaroglu)

    kapitalizmde ne i$sizlik biter ne de siyasetcinin i$i/siyasetcilik meslegi biter, cünkü toplumsal bir i$bölümü sözkonusu degil; toplumsal/kolektif bir üretim ve payla$im sözkonusu degil. her koyun kendi bacagindan asilinca, bacaklari/temeli “saglam” olmayan yani parasiz/mülkiyetsiz cogunluk böyle patir patir dökülüyor.

  774. marxist argüman

    kapitalist ekonomi programinin iki bile$eni: zenginlik ve sefalet

    “Batman’da bir tablo bir hayırsever her gün 500 ekmeği fakirlere verin diyor. O kuyrukları gördünüz mü gazetelerde televizyonlarda. Binlerce kadın iki ekmek almak için saatlerce kuyrukta bekliyorlar. 15 yıldır iktidardasınız.Ramazan ayındayız referandum sırasıdan bir otelde çocukları SMA hastası olan bir grup aile benimle görüşmek istedi.Bu çocukların tedavi edilmesi için gerekiyor. Bu ilacın fiyatı binlerce dolar. O ailelerden birisinin çocuğu

    Eymen bebek vefat etti. Sakarya Valiliği kampanya açmış acaba para toplayıp bu çocuk için ilaç getirebilir miyiz? İlaç getirilemedi ve o çocuk hayatını kaybetti. Bu ülkenin Başbakan’ı, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Genel Başkanı Çin’e Amerika’ya giderken kendi özel arabasını kargo ile götürebiliyor. Ramazan ayındayız hangi din hangi ahlak bunu kabul eder? Ölen çocuğa mı acırsınız bir beyefendinin arabası kargoyla Çin’e Amerika’yı gitsin ona mı acırsınız?Bu lüks ne? Bu 8,5 yaşındaki Eymen bebeğin günahı onların boynuna.” (k. kilicdaroglu)

    kapitalist ekonominin yoksullugu/i$sizligi önleme; herkese ac i$ gibi bir hedefi/programi olmadigi gibi, tam tersine bir ucta sürekli olarak zenginlik diger ucta sefalet üreten bir ekonomik üretim bicimidir.

  775. Marksizm Broşürleden Öğrenmek

    25 Marksist Argüman
    “ta$ devrinden kalma ya$ayan canli fosil’e $air e$ref’in $u dörtlügü ile cevap vermek istiyorum”
    Çeviri:
    “Taş devrinden kalma yaşayan canlı fosil’e şair Eşref’in şu dörtlüğü ile cevap vermek istiyorum”
    Bana bu kadar kızdığına göre cahilliğini yüzüne tükürmemi anlamışsın.
    Senin Markist ilahilerini 70lerdeTürkiye’de sokakta broşür satanlar öterlerdi. Gün onlardan biri bile olabilir. Sana benzeyen ölmüş eşşeği belki dirilir diye dövüp duruyorsun. Gün ve Necip gibi lağımlarda büyümüş olduğunuzu ve lağım koktuğunuzu bir türlü kabul edemiyorsunuz. Irkçı olduğun için taş devrinde yaşayanları kıskanıyorsunuz, aşağılık kompleksi içine giriyorsunuz.
    Neden gencecik öğrencilerin sorularına, eleştirilerine yanıt veremedin?
    Üçünüzün de mavi gözlü sarışın olma istemi insanı tiksindiriyor. Üçünüzünün de dilenciliği büyük laflarla süslemeniz insanı tiksindiriyor. Süpermarketlerde doğup büyümüşsünüz. İlkellerin sizler gibi dilenci olmayışı sinirlerinizi hırpalıyor. İlkellerin sizler gibi kendileri ve yaşam arasına girmiş binleri aşan pezevenklerin k*çlarını yalamadan yaşamaları sizleri çıldırtıyor.
    Bak bu yazında bile k*ç yalamışsın. İki lağım faresinin dalkavukluğunu yapmışsın.
    Gün yeni diniyle, daha doğrusu yeni ticaretiyle, sitesine ne kadar çok yazan olursa o kadar kazanıyor. Aksi halde sana çoktan yıllarca senin gibi zırvaladığını söylerdi.
    Üstelik senin bütün yazdıkalrın öğretmenlik özentileri. Daha önce de söyledim sen ve dünyada tanıdığım sana benzer devrimcilerin hemen hemen hepsi okuma yazma bilmeyenlere vaaz veren yeni rahiplersiniz.

  776. Seksde kaybeden müdürlük kazanırmış

    36 Necip 30 Mayıs 17
    Ot yemek için eşşek numarası yapmaya başlamışsın. Çalıştığın yerde istifrağını kustuklarından mı öğrendin böyle oyunları. Sen galiba çaresiz derlere düşmüşsün.
    İşte senin yüzüne tükürecek bir gerçekten asil bir insan olan Rousseau’nın dedikleri:
    ” … when I see multitudes of entirely naked savages scorn European voluptuousness and endure hunger, fire, the sword, and death to preserve only their independence, I feel that it does not behoove slaves to reason about freedom.”
    Tabii ben bilerek seninle oynuyorum. Cahiiliğin beni eğlendiriyor.
    Çıplaklar arasında 3 yıl yaşayan biri, “bir defa bile kamışı kalkmışa rastlamadım”, der.
    Diğer biri, “vahşi çıplaklar arasında babanı tanıyorsan şanslısın!”, der.
    Herşeyi inkar etsen bile modern yaşamdaki seks açlığının hepinizde olduğunu inkar edemezsin. Yazınızdan akıyor ve zaten Freud bunu bir bilim yaptı.
    Çıplaklar kampına bu nedenden gitmiş olabilirsin.
    Ama sen biligsayar teknisyenliği de yapıyormuşsun. O halde biliyorsundur, yakında evde kadın robotlarınız olacak. Çıplaklar kampına gitmene gerek kalmayacak.

  777. marxist argüman

    kapitalist toplum demek, para’nin gücü ve hakimiyeti demektir

    “Hava Harp Okulu öğrencilerinin aileleri burada. Öğrenci darbe yapabilir mi? Bu ailelerin paraları yok, parası olanların, adamı olanların tamamı çıktı.” (k. kilicdaroglu)

  778. marxist argüman

    gam degil amma bu mülkün böyle elden gitmesi
    gitgide zulmetmeye elde ahali kalmiyor (e$ref)

    pirincin ta$i ayiklamakla bitmiyor

    “Bu arada İstanbul Emniyeti’nin firarları önlemek için yoğun bir çaba sarf ettiğinin de altını çizmek isterim. Bu çerçevede 130 bin kişinin pasaportu iptal edildi, halen de 30 bin kişinin incelemesi sürüyor.

    FETÖ’yle mücadele ekstra ciddiyet isteyen ve mutlaka sonlandırılması gereken bir sorun… Ve iyi ki bu ciddiyeti kavrayan kadrolar da mevcut! Günü geldiğinde o kadroların emeklerinin değerini çok daha iyi anlayacağız!” (basin)

  779. marxist argüman

    “Teşkilatları gözden geçireceğiz, metal yorgunluğu görüyorum” (t. erdogan)

    bence de. yükünü alanlar, cepleri dolanlar, göbegi $i$enler ve ensesi kalinla$anlar yürümekte zorlaniyorlar artik; hizlari kesildi. doyanlar kenara cekilip park etsinler, siradakiler gelsin.

  780. Diğer her şeyi geçiyorum. Sadece şu iğrenç dizilere, izdivaçlara ve futbollara (bunları izleyen ailem ve akrabalarım -daha doğrusu bazıları, hepsi değil çok şükür- nedeniyle) denk geldikçe bile ilkelci arkadaşların öfkesine hak veriyorum.
    (A-Sosyal Medya kullanmadığım için onu örnek vermedim, ama o konuda da haklılar tabii. Yeri gelmişken, yeni tanıştığım birinin bunu kullanmadığını öğrendiğim zaman iyi hissettiğimi de eklemeliyim.)

    Önce bu iğrençliklere karşı olmakta mutabık kalmalıyız bence. Ardından medeniyeti tamamen mi reddetmeliyiz, yoksa sadece bu tür iğrençlikleri ortadan kaldırmanın yolunu mu aramalıyız, bunu sonra tartışırız.

  781. Komplo teorileriyle komplo olmayanları Bilen Bilgiç Şirin bu sitede dolup taşan Türk dâhilerine benziyor. Sayılarla insan ölçen ve tanıyan bir Yüksek İnsan Mühendisi daha katıldı dahiler listesine.
    Son derece önemli ve temel bir konu olan mitolojik veya sembolik bilgiyle analitik çözümleme bilgisi arasındaki farkı bilmez bir medeniyet kazazedesi daha katıldı bu dahiler sitesine.
    Not: Bu konuya girersem çıkamam, bir tarafa bırakacağım.
    Not: Benim için yazanla aktaran arasındaki fark diploma olduğundan ikisin aynı sayıyorum.
    İlk örnek Malcolm X’den:
    “Kumar oynadığında bazen kazanır bazen kaybedersin. Biz 4 yüz yıldır kaybediyoruz, birisi hile yapıyor, yani bir komplo var.”
    Şirin beye uyarsak ekonomik sistemlerini, kölelik tarihini Amerikaları icatlarını, Müslüman tüccarların insan bile meta olabilir yaratıcı buluşuna katılıp yaptıkları köle ticareti, Venediklerin İslavlar arasından aldıkları köleleri hadımlaştırma fabrikaları, … Kısacası herif kendini üreten iş ve işçi bulma fabrikaları olan okulların reklamını yapıyor.
    Sıradan bir insan, fizik, kimya, biyoloji, tıp ve hastalıklara ölümü doğanın cilveleri, kaprisleri, komplosu görse başlar bu hiyerarşi üreten iş ve işçi bulma kurumları olan okullular cahilliklerini başkalarına yansıtmaya; yok ama aynı şeyleri bir şair söylese vecde gelir bu Şirin gibi teknisyenler, kültür tüketicisi kabaklar.
    İkinci örnek bu Yüksek İnsan Mühendisiyle ilgili.
    Medeniyet geleneğinde insanlarla diğer canlılar arasındaki fark: insan yanıt verir; diğer canlılar tepki yaparlar.
    Not: Japonların robot aşkının her varlığın ruhu olduğuna inanmalarından kaynaklandığı iddia edilir.
    İnsanların gittikçe salt tepkide bulunan bir hayvan sürüsüne döndüğünü sezen bazı düşüncesiz düşünürler Arşimet gibi koşarak “davranış psikolojisi” diye bir ekol yarattılar. Bir süre sonra bu teoriye dayanan deneyimler farelere uygulandı. Hemen ardından aynı teknikler, fareler gibi kendine şekerleme dağıtanların iradelerine uymak zorunda bırakılmış, tıka bası doldurulmuş hapishane, askeri kışlalar, akıl hastaneleri ve okullarda uygulandı. Yöneticilerin ve gücü elinde tutanların işlerini kolaylaştırıcı bu teknik, bu davranış sayma hastalığı, cici bici “bilimsel davranış psikoloji”, adıyla satıldı. Bu şekerleme dağıtma teknisyenleri sırtlarını güçlülere dayadıklarında, güçlülerin hizmetçileri olduklarından tavşanlar gibi arttılar.
    Kişisel not: Bu teknisyen “karmaşıklıktan” söz eder. Bulunduğum üniversitede sayısız öğrenciler bu psikloji daha henüz pek gelişmiş olmadığından ve dolayısıyla diploma kazanması kolay olduğundan seçtiler. Yani karmaşık olmadığı için. Ve hala öyle. Hatta ekonomi gibi bir matematik branşı.
    Bu şarlatanlığın altında doğaya ve cansızlara uygulanan matematik (veya istatistik) artık sürü haline gelmiş insanlar üzerinde de kullanılabilir düşünce faşistliği yatar.
    Birçok dürüst filozoflar, dilbilimcileri, düşünürler, antropologlar, psikologlar tamamıyla bilimsel açılardan bu komplo olmayan komployu eleştirdiler. Hatta küçük sayıda numunelere dayanan istatistiğe karşı çıkan ve yukarıdaki gibi salt iş adamlar, ilaç endüstrileri, gücü elinde tutanların dalkavukların istatistiği suistimal ettiklerini ileri sürdüler. Konuyu bilmeyenlere not: istatistik teorisi büyük sayılar teoremine oturur. Ne yazık ki, medeniyet kurulalı yalanlar ve dolandırıcılığın egemen olduğu bir dünyada istatistiklerle halkı kandırma üçkâğıtçılığının yayılması önlenemedi. Bunda bir komplo var mı acaba? Yoksa bu Şirin beyin bunları bilmemesinde mi bir komplo var?
    Hayatın boyunca emir verenlere boyun eğmeyeni bin bir kâğıtlara yazılmış çizilmiş dolandırıcılıklarla cezalandırma bir komplo mu acaba?
    ABD ve Nasa nobel ödülü kazanan kuantum fizikçi R. Feynman’a bal gibi bir komployla tuzağa düşürdüler. 6 ay sonra uyanan zavallı, “artık böyleleriyle kavga edecek takatim kalmadı.”, der.
    Saco ve Vanzetti komplo muydu?
    Komplo olmayan bir teoriye dayanan kalp sağlığı heyeti sistolik sayısın 5 aşağı indirir. Tensiyon indirme ilaçları satan firmanın karı 3 kat artar.
    70ler, 80ler ve hatta 90larda devrimcilere yutturulan Marksizm-Leninizm-Stalinizm-Maoizm komplo muydu?
    Komplonun kendisi bu herifi aşacak kadar karmaşık olabilir.
    Ben kendim komplo teorilerinden son derece nefret ederim ama komplo teorilerine inananları küçük görmektense her türlü dolandırıcılık, yalan, gaddarlık içinde yaşayan ve yaşama okula gitmek için değil, yaşamak için gelmiş olanların inlemesini duyardı.
    Daha binlerce örnek verebilirim.
    Her halükarda, Allah’a şükür, bu sitedekiler gibi bilenler var.

  782. Sansür ve polislik

    36 Necip 30 Mayıs 17
    Ot yemek için eşşek numarası yapmaya başlamışsın. Çalıştığın yerde istifrağını kustuklarından mı öğrendin böyle oyunları. Sen galiba çaresiz derlere düşmüşsün.
    İşte senin yüzüne tükürecek bir gerçekten asil bir insan olan Rousseau’nın dedikleri:
    ” … when I see multitudes of entirely naked savages scorn European voluptuousness and endure hunger, fire, the sword, and death to preserve only their independence, I feel that it does not behoove slaves to reason about freedom.”
    Tabii ben bilerek seninle oynuyorum. Cahiiliğin beni eğlendiriyor.
    Çıplaklar arasında 3 yıl yaşayan biri, “bir defa bile kamışı kalkmışa rastlamadım”, der.
    Diğer biri, “vahşi çıplaklar arasında babanı tanıyorsan şanslısın!”, der.
    Herşeyi inkar etsen bile modern yaşamın seks açlığının hepinizde olduğunu inkar edemezsin. Yazınızdan akıyor ve zaten Freud bunu bir bilim yaptı.
    Çıplaklar kampına bu nedenden gitmiş olabilirsin.
    Ama sen biligsayar teknisyenliği de yapıyormuşsun. O halde biliyorsundur, yakında evde kadın robotlarınız olacak. Çıplaklar kampına gitmene gerek kalmayacak.

  783. Marxist Argüman Arşivlerinden

    Marxist Argüman Hocadan Seçme Yazılar
    Meta: Karl Marx, büyük eseri Kapital’e kapitalist üretim biçiminin birimi olarak ifade ettiği metayı açıklayarak başlar. Mübadele etmek (değişim) için üretilmiş her şey bir metadır. Metanın (mal ve hizmetler) ikili bir karakteri vardır. O, içinde hem değişim değerini hem de kullanım değerini barındırır. Yalnızca kullanım değeri olan bir mal bir meta değildir. Örneğin, meta üretiminin yaygınlaşmadığı dönemlerde, köylüler kendi ihtiyaçlarını karşılmak için giysi ve ayakkabı türü kullanım değerleri üretirlerdi. Bunlar piyasaya değişim amaçlı götürülmediği, yalnızca kullanım amaçlı üretildikleri için birer meta değillerdi.
    Daha basit anlaşılması için örneklere başvurmak gerekirse: hayatımızın her anında metalarla karşılaşırız. Bugün artık meta alış verişi yapmadan hayatta kalmak dahi mümkün değildir. Her gün yiyecek, içecek alırız. Dergi ve kitaplar alırız. Örneğin bir kitabı okuyarak kullanım değerini gerçekleştirmiş oluruz, bu kitabı daha sonra bir sahafa sattığımızda ortaya çıkan ise değişim değeridir.
    Metaların fiyatları, onların değerlerinin parasal olarak ifadesinden başka bir şey değildir. Meta hem kullanılabildiği hem de değiştirilebildiği için bir değere sahiptir.
    Daha önce de belirttiğimiz gibi, meta üretiminin yaygınlaşmasından yani kapitalizmden önce, asıl olarak kullanım amaçlı değer üretiliyordu. Değişim amacıyla üretim oldukça sınırlıydı. Asıl olarak kapitalizmin egemen üretim biçimi olmasıyla birlikte ürünler meta karakterini yani kullanım ve değişim değerini bir arada içselleştirdiler.
    Değer: Metalar sürekli birbirleriyle değiştirilirler. Biçim ve nitelik olarak tamamen farklı iki metayı birbiriyle değiştirilebilir yapan öz nedir? Örneğin, değerinin para olarak ifadesi (para da bir metadır) 1 lira olan bir kalemle, yine 1 lira değerindeki bir bilyeyi değiştirilebilir yapan öz nedir? Bu toplumsal emektir. Bu emeği toplumsal yapan şey, üretilen ürünün yalnızca toplumsal bir ihtiyacı karşılamakla kalmayıp, aynı zamanda bu emeğin toplum tarafından harcanan toplam emeğin bir parçası olması gerekir.
    Bir metayı değerli kılan şey, onun içinde cisimleşmiş toplumsal emektir. Bu değerin büyüklüğünü ya da küçüklüğünü belirleyen şey ise, harcanan emek, yani emek-zamandır. Ama bu emek-zaman toplumsal olarak belirlenir, bireysel olarak değil. Örneğin, bir saatin bir saatçi tarafından yapılması için gerekli ortalama emek zaman 5 ise, herhangi bir saatçinin tamamiyle aynı saati yapmak için harcağı 10 saat, o saatin değerini 10 emek-zaman yapmaz. Ürünün ortaya çıkması için harcanan ortalama emek-zaman 5 ise, o saatin değeri 5 emek-zamandır. 10 saatte üreten saatçi, ya 5 saatte üretmek ya da piyasadan çekilmek zorundadır. Çünkü o, 10 saatte bir tane üretirken rakip saatçiler 10 saatte 2 saat üretmişlerdir. Ve 5 saatte üreten saatçilerin ürettiği saat daha ucuz olacağı için herkes o saatçilerden alacak, 10 saatte üreten saatçi ise fiyatı düşüremediği ve elindeki ürünleri satamadığı için batacaktır.
    Ayrıca, “Bir metanın değişim değerini hesaplarken, ona en son uygulanan emek miktarına, daha önce metanın hammaddesinde işlenmiş bulunan emek miktarını, ayrıca, araçlara, aletlere, makinelere ve binalara harcanmış olan emeği eklememiz gerekir. Örneğin, belirli bir miktarda pamuk ipliğinin değeri, pamuğa onu iplik haline getirme sürecinde eklenen emek miktarının, kömür, yağ ve tüketilen diğer yardımcı maddelerde cisimleşmiş emek miktarının, buhar makinesinde, iğlerde, fabrika binalarında vs. Temsil olunan emek miktarının kristalleşmesidir.” (Ücret, Fiyat ve Kar, K.Marx, 1865)
    Emek-gücü: Her değerin kaynağı, değer yaratan öz emek ise, emeğin değeri nedir? Emeğin değeri diye bir şey yoktur. Çok basit bir ifadeyle, bir işçinin bir günlük emeğinin değeri onun aldığı ücret ise, yani diyelim 8 saat için 20 lira ise, sermaye birikimi nasıl oluşur? Yani eğer, değeri yaratan işçiye, her gün yarattığı değer geri verilirse, kar nasıl oluşur? Bu elbette mümkün değildir. İşçilerin ücret olarak aldıkları, emeklerin değeri değil, emek-gücünün değeridir. Öyleyse emek-gücünün değeri nasıl belirlenir? Yani işçinin aldığı ücret. Tüm diğer metalarınki gibi, emek-gücünün değeri onun üretimi için gerekli emek miktarıyla belirlenir. Yani emek-gücünü kapitaliste –günlük, haftalık, aylık ya da yıllık olarak- kiralayan işçinin iş gününün sonunda, ertesi gün için işgücünü yeniden hazır hale getirebilmesi, yani onu yeniden üretebilmesi için yiyeceği yemeğin, kalacağı evin kirasının, işgücünün niteliğini arttırmak için yapacağı harcamaların vs. değeriyle belirlenir. Aynı zamanda, yeni işçi orduları yaratması için, yani çocukları için yapacağı harcamanın miktarı da bu değere dahildir. Kısacası emek-gücü de bir metadır. Hem de sermaye birikminin ön koşulu olan meta. İşçiler kapitalistlere emek-güçlerini belirli bir süre için satarlar ve bunun karşılığında da bir ücret alırlar. Az önce de değindiğimiz gibi, eğer işçi emeğinin karşığını ücret olarak alıyor olsaydı, o halde üretilen metanın değerinin karşılığını doğrudan alması gerekirdi. Ancak bu durumda, elindeki kristalleşmiş emeği; sermayeyi yatıran ve daha fazla sermaye için yatıran kapitalistin çıkarı/karı ne olacak? Dolayısıyla bu mümkün değil. Bunu oldukça iyi açıklayan Marx’ı dinleyelim:
    “…işçi, ücretini, çalıştıktan sonra aldığından ve ayrıca, gerçekte kapitaliste verdiği şeyin kendi emeği olduğunu bildiğinden, işgücünün değeri ya da fiyatı, ona, zorunlu olarak, bizzat emeğinin fiyatı ya da değeri gibi görünür. Eğer işgücünün fiyatı, içinde altı iş saatinin gerçekleşmiş olduğu 3 şilin ise, ve o oniki saat çalışıyorsa, her ne kadar bu oniki saatlik emek 6 şilinlik bir değeri temsil ederse de, işçi, zorunlu olarak, bu 3 şilini oniki saatlik emeğin değeri ya da fiyatı olarak kabul eder. Buradan çifte bir sonuç çıkar:
    Birincisi: her ne kadar kesin olarak konuşulduğunda, emeğin değeri ya da fiyatı teriminin hiç bir anlamı olmasa da, işgücünün değeri ya da fiyatı, sanki emeğin kendi fiyatı ya da değeri imiş gibi görünür. İkincisi: her ne kadar işçinin gündelik çalışmasının bir bölümü ödenmeyip, yalnızca bir bölümü ödeniyorsa da, ve her ne kadar artı-değerin ya da kârın kaynağını meydana getiren şey, kesinlikle, bu ödenmemiş bölüm ya da artı-emek olsa da, emeğin tamamı ödenmiş emek gibi görünür.
    İşte bu yanlış görünümdür ki, ücretli emeği emeğin öteki tarihsel biçimlerinden ayırdeder. Ücretlilik sistemi temeli üzerinde, ödenmemiş emek bile, ödenmiş emek gibi görünür. Kölelikte ise durum tam tersinedir: emeğinin ödenmiş bölümü bile ödenmemiş emek gibi görünür. Çalışabilmesi için kölenin elbette ki yaşaması ve işgününün bir bölümünün kendi varlığını sürdürmesinin değerini karşılamaya gitmesi gerekir. Ama, köle ile efendisi arasında sonuca bağlanmış bir pazarlık olmadığından, her iki yan arasında alış ve satış işlemi bulunmadığından, köle, kendi emeğinin tamamını, hiç bir karşılık almadan veriyormuş gibi görünür.
    Öte yandan, daha düne kadar Doğu Avrupa’nın her yanında bulunduğunu söyleyebileceğimiz köylü serfi ele alalım. Bu köylü, örneğin, üç gün kendi tarlasında ya da kendisine verilmiş tarlada kendi hesabına çalışır, öteki üç gün ise, senyörünün malikanesinde zorunlu ve bedava iş görürdü. Şu halde burada, ödenmiş emekle ödenmemiş emek, zaman bakımından da, yer bakımından da gözle görülür biçimde birbirinden ayrılmış idi. Ve bizim liberaller, bir adamı bir hiç karşılığında çalıştırmak gibi bu akılalmaz anlayışa karşı büyük öfkelere kapıldılar.
    Bununla birlikte, aslında, bir adam ister haftanın üç günü kendi hesabına kendi tarlasında, üç günü ise hiç bir karşılık almadan senyörünün malikanesinde çalışsın, ya da isterse,, fabrikada ya da atelyede altı saat kendisi için altı saat de patronu için çalışsın, ikisi de aynı kapıya çıkar; her ne kadar, bu son durumda, emeğin ödenmemiş bölümleri ile ödenmiş bölümleri birbirinden ayrılmazcasına içiçe girmişse de, ve işin içinde bir sözleşmenin giriyor olmasıyla ve ücretin hafta sonunda alınıyor olmasıyla bu işlemin tüm mahiyeti gözlerden gizleniyor olsa da, sonuç değişmez. Bir durumda, ödenmemiş emek gönül rızası ile, ötekinde ise zorla veriliyormuş gibi görünür. İşte bütün fark bundan ibarettir.” (Ücret, Fiyat ve Kar, K.Marx, 1865)
    Artı-değer: Emek-gücünün değeri, işçinin yaşamını sürdürmesi ve işgücünü yeniden üretmesi için gerekli emek-zamanın değeriyle belirlenir demiştik. Örneğin bir gündelikçi işçinin, 4 saat çalışarak ürettiği değer, onun kendi yaşamını sürdürmesi için gerekli değere, iş-gücünün değerine eşit olsun. Ve bu değerin para olarak ifadesi de 20 lira olsun. Ancak işçi, kapitaliste işgücünü bir günlük olarak satmıştır. Ve o işgünü boyunca bu metayı –işgücünü- kullanım hakkı kapitaliste aittir, yani dolayısyla kapitalist işçiyi belirlenen işgünü süresince çalıştırır. Bunun da 8 saat olduğunu varsayalım. Bu işgünün sonunda oluşan ürünün değeri 40 lira olacaktır. Yani işçinin kendisi için gerekli emek-zaman olan 4 saatin değeri 20, kapitalist için çalıştığı artı emek-zamanın değeri de 20 liradır. Ve bu, artı emeğin yarattığı değere el koyma hakkı kapitaliste aittir. Ve bu değer, sermaye birikiminin, kapitalist üretim biçiminin ön koşulu olan, işçi sınıfının sömürüsüyle oluşan artı-değerden başka bir şey değildir.
    Yani kapitalistler artı-değerin bir parçası olan karı (diğer parçaları faiz ve ranttır), mal ve hizmetleri – yani metaları- değerlerine satarak elde ederler.
    Ücretli köleliğin lağvı: Marx’ın eleştirisini devrimci yapan, kapitalist üretim biçiminin işleyişini tamamiyle ortaya koymasının ardından, emeğin sermayeye olan boyunduruğunun ortadan kaldırılmasının, ücretlilik sisteminin lağvedilmesinin mümkün olduğunu göstermiş olmasıdır. Onun eleştirisi, bunu mümkün kılabilecek tek sınıfının işçi sınıfı olduğunu göstermiş olduğu için devrimcidir. Marx, emek-gücünün satılmak zorunda olan bir değer olma durumunun ortadan kaldırılabileceğini, emeğin özgürleşmesinin; sınıfların ve sınırların olmadığı bir dünyada, tüm emekçilerin üretimi ve paylaşımı planlı ve demokratik olarak örgütleyecekleri, kar için değil, tüm insanların ortak kullanımı için üretimin yapılacağı yeni bir dünyanın –sosyalizmin- kurulabileceğini gösterdiği için devrimcidir.

  784. Aydınlanma ve İslam’ın Sentezi ve Mirasçısı Olarak Marksizm / Demir Küçükaydın
    https://demirden-kapilar.blogspot.com.tr/2017/05/aydnlanma-ve-islamn-sentezi-ve-mirascs.html

    Gezi’nin Yeni Bir Yıl Dönümünde Bir Kez Daha “La İlahe İllallah” / Demir Küçükaydın
    https://demirden-kapilar.blogspot.com.tr/2017/05/gezinin-yeni-bir-yl-donumunde-bir-kez.html

  785. Küçükaydın’ın yazısında şu kısımlar önemli:

    “Bizans, Sasani, Hint ve Çin uygarlıklarının çürümesi ve bu çürümeye bağlı olarak Orta ve Kuzey yollarının (İpek yolu) kapanması-tıkanması sonucu, Hint alt kıtasının güneyinden ve denizden açılan Güney Yolunun, henüz totemli komünler (Putlar) dönemini yaşayan Arabistan’ı bir anda dünya ticaret yollarının ve ticaretinin merkezi durumuna getirmesinin yarattığı gerilime bir cevaptır İslam.”

    “Bin yıl önceki İslam, benzeri bir tıkanıklığın Hint alt Kıtasının güneyinden açışın ürünüydü.
    Bu sefer bin yıl sonra tıkanıklığı Afrika Kıtasının güneyinden veya dünya yuvarlak olduğundan, Batı’ya giderek Doğu’ya varacak yeni yollarla açma girişimleri başladı.
    Bin yıl önce, masallara geçmiş, güney yolunu açan, Hint okyanusunda Kaptan Sinbatların yaptıklarını; bin yıl sonra tüm dünya okyanuslarında Vasko dö Gama (Hint Okyanusu), Kolomb (Atlas Okyanusu) ve Macellenlar (Pasifik Okyanusu) yapıyordu.
    Bu yollar açılınca da Dünya ticaretinin ve ticaret yollarının merkezi, tıpkı bir zamanlar Arabistan’da olduğu gibi; o zamanlar dünyanın “kenarındaki”, Roma tarafından feth edilemediği veya geç edildiği için, henüz yeterince uygarlaşmamış ve komünal ilişkilerin yaşadığı ve bu ilişkilerin Protestanlık biçiminde farkını ortaya koyduğu Batı Avrupa’ya (Hollanda, Britanya Adaları) kaydı.
    Tüm dünyayı birleştirecek evrensel bir düzen ihtiyacı, tıpkı Muhammet zamanı Arabistan’ında olduğu gibi, bu sefer Batı Avrupa’da en şiddetli biçimde ortaya çıkmıştı.”

    “İslam’ın yayılması binlerce yılık medeniyetler mezarlığı-bataklığı Mezopotamya balçıklarına ulaştığında, daha Sehabe (ilk saatin işçileri) hayattayken ve büyük ölçüde onlara karşı bir savaş içinde, Muaviye ve Emeviler ile kesin başarıya ulaştı.
    Bundan sonra İslam, İslam olmaktan çıktı, bütün diğer klasik uygarlıklarda olduğu gibi çürüyen uygarlıkların ve egemenlerin bir aracı oldu.
    Daha sonra sadece, Berberiler (İberik Yarım Adası), Oğuzlar (Anadolu ve Balkan yarım adaları), Özbekler (Hint alt kıtası) gibi, henüz komün geleneklerini yaşayan halkların eşitleştirici ve gençleştirici etkileriyle (Hikmet Kıvılcımlı’nın deyimiyle: “Barbar aşısı”, “Tarihsel Devrimler”) tekrar kısmi canlanmalarını ve yayılmalarını sürdürebildi.
    Bu taze kanlar sayesinde, Çin hariç, üç büyük uygarlık alanına (Akdeniz-Ortadoğu, İran-Afganistan ve Hindistan) yayılan bir din olmasına rağmen, feth ettiği uygarlıklar tarafından feth edilmekten kurtulamadı.
    Hint alt kıtasında, Kast sistemine son veremedi.
    İran’da Sümer Rahiplerinden beri gelen Mecusi (Zerdüşt) rahipler Şii Ayetullahlar oldular
    Osmanlı, Bizans’ın bir rönesansı; bir “Üçüncü Roma” olmaktan öteye gidemedi.”

  786. “İslam, sınıf mücadeleleri ve karşıdevrimler sonucu egemen sınıflar tarafından ele geçirilip, onların kendi iktidarlarının bir aracına dönüştürüldüğü, dünya çapında, evrensel bir eşitlik kuramadığı, yani başarısızlığa uğradığı için; bin yıl sonra Aydınlanma ortaya çıkmak zorunda kaldı.
    Çin ve İslam’ın egemen olduğu Hint, İran, Ortadoğu ve Akdeniz uygarlıkları, bin yıl sonra da tıpkı Muhammet’in zamanında olduğu gibi çürümüş ve dünya ticaret yolları yine tıkanmıştı.
    Bu yolları açmak için yapılan Batı’dan Haçlı Seferleriyle; Doğu’dan Cengiz ile yapılan girişimler (Kıvılcımlı’nın “Barbar akınları”, “Tarihsel Devrimler” dediği olgular), ticaret yollarında kısmi canlanmalar yaratmaktan öteye gidememişlerdi.”

    “Bu yeni koşullarda evrenselliği totemler (Putlar) karşısındaki Allah ifade edemezdi, İslam ona olabilecek en soyut biçimi ve kapsayıcı anlamları vermesine rağmen, Allah’ın bizzat kendisi de klasik uygarlıkların yozlaşmasına uğramıştı.
    Yani yeni din, tüm insanları eşit kılan bir evrensel düzen ihtiyacını, totemlere karşı Allah’ı çıkaran İslam gibi çözemezdi.
    Çünkü, kökleri komünlerin şefliğinde olan feodal beylerin bizzat kendileri Allah’a inanıyorlar ve onun aracılığıyla düzenlerini sürdürüyorlardı.
    Uygarlıkların beşikleri olan Doğu’da ise, başlangıçta tüm insanları eşit yapmanın aracı; Firavun ve Nemrutlara karşı muhalefetin sembolü ve önderi olan Allah, Şark uygarlıklarının Nemrutluğunun, Firavunluğunun bir aracı ve gökteki yansısı haline gelmişti.
    Yani bizzat Allah’ın kendisi artık çözümün değil sorunun bir parçası haline gelmişti.
    Bu durumda, tıpkı İslam gibi, evrensel bir düzen ve bu düzende insanları eşit kılmanın, yani yeni bir dinin yolu, o zamana kadar var olmuş dinleri toplumsal örgtlenmenin dışına atmak, işlevsizleştirmek olabilirdi.
    İslam’da Allah, putları yasaklayarak nasıl tüm insanları eşitliyor idiyse, Aydınlanma’da da önceki dinler kişilerin özel sorunu olarak tanımlanarak insanlar eşitlenebiliyordu.
    Yeni dinin, yani Aydınlanmanın özü, bizzat bu ayrımın kendisi ve dinlerin özel denilerek toplumsal sistemin örgütlenmesinden dışlanması, dinin hukuki bir tanıma indirgenmesiydi.
    Ama dini hukuki olarak tanımlamanın kendisi (yani Aydınlanma) sosyolojik olarak yeni bir dindi. Önceki toplumların dinlerini özel diyerek toplumsal hayattan dışlamanın kendisi bizzat bir dindi.
    Klasik Marksizm, dini böyle tanımlamanın bizzat din olduğunu göremediği için, ne bir üstyapılar teorisi geliştirebildi ne de bir ulus teorisi. Bu iki başarısızlığının ardında, Aydınlanma’nın hukuki ve normatif bir tanım olan din tanımını sosyolojik bir tanımmış gibi kabul etmesi yatar.”

    “Türklerin, Kürtlerin, Almanların, Çinlilerin, Hintlilerin bir sosyalizm kurabileceklerini söylemek, fiilen bugünkü ulusal devletleri; yeryüzünü kaplamış putlar düzenini savunmaktan başka bir sonuç vermez.
    Zaten bütün dünyada Sosyalist ve İşçi hareketinin bunalımının temel nedeni de budur.
    Biz Türkleri, Kürtleri, Çinlileri, Amerikalıları, Hintlileri vs. İnsan olmaya çağırıyoruz.
    Kendi nefsine karşı savaş savaşların en kutsalıdır.
    Türklerin Türklüğe, Kürtlerin Kürtlüğe, Çinlilerin Çinliliğe, Hintlilerin Hintliliğe, Amerikalıların Amerikalılığa karşı savaşı, yani nefislerine karşı savaşı en kutsal savaştır.
    Bu savaşı vermeden kimse İnsan olamaz.
    Yeryüzü ölçüsünde bir insanlık topluluğunu, Türkler, Kürtler, Çinliler, Amerikalılar, Hitliler değil, İnsanlar kurabilir; tıpkı Allah’ın egemenliğini putlara tapanların değil, Müslümanların kurabilmesi gibi.”

  787. güzel soru sorabilme

    Genellikle yerinde, geçerli, uygun sorular sormak zaman içinde yanlış olacakları kesin cevaplar sıralamaktan çok daha değerli bir yaklaşım arzeder.
    Eğer dünya kapitalist düzen 40-50 yıl önce günümüzdeki bunalım içine girmiş olsaydı, Marksiz mi bir çözüm olarak seçermiydi?
    Avrupa’da feodal düzenden kapitalist-burjuva düzene geçmeyle değişmeyen bir şey, hatta tek bir şey, var mı?
    Büyük Marksistlere (yarı Türkçe yarı İngilizce “Marxist Argüman gibi) göre Büyük Fransız Devrimi bir burjuva devrimiydi. Büyük anarşistlere (Marksistliğinin vicdan azabıyla nadim Gun Zileli gibi) göre o devrimin burjuva olduğu Marksistlerin uydurması. Her halükarda, Büyük Fransız Devrimi’nin Fransa’da yarattığı değişmeleri 16. yüz yıldan sonra ve özellikle 19. ve 20. yüz yılarda devrim yapmayan ülkelerdeki değişmelerle kıyaslarsak, değişmeler Fransa dışındaki ülkelerde çok daha çarpıcı diyebilir miyiz?
    Aynı soru Dünyanın En Büyük Devrimi olan Bolşevik Darbesi için de geçerli.

  788. 1492'de Avrupa hazır ama hazır değil

    Zavallı Marxsist Argüman,
    Eski medeniyetler Afrika kıyılarını ellerine geçirmekle daha büyük güçlere sahip olmak istediler. Amerikalar ve diğer kıtaların icatları da aynı amaçla oldu. 1492’de kapitalizmin maddi şarları oluşmuştu ve insanlık merdiveninde bir basamak daha atlayan Avrupa, o tarihte, neden Afrika içine dalıp karanlık yerlere doğayı aydınlatan Antik Yunan meşalesini ve vahşilerin ruhlarını aydınlatıcı Judeo-Hristiyan manevi ışığını taşıyacağına uzak doğuya giderken bile salt kıyılarda kaldı.
    Çinliler Portekiz’lerden daha önce ve yine salt kıyılarda kalarak günümüz Güney Afrika’ya kadar indiler.
    Marks tarih bilmeyenleri pek sevmezdi. Gün amcan da senin bu yollarından geçip tövbe etti. Ondan senin ders alman daha uygun gibi.

  789. Bu Sitenin Zeka Yaratıcılık Fışkıran %99,9’una
    Son bilim-teknik haberlerine göre dünyayı yönetenlerin süt inekleri technician-teknisyenler yaşamın mümkün olduğu yeni bir gezegen bulmuşlar. Robotlarla zeka fışkıranaları o gezegene götürecekler. Birkaç deli hariç uslu, terbiyeli, evcil, anne-babalarının göz bebekleri, sınıflarda hep önde oturup devamlı parmak kaldıranlardan oluşan, zeka fışkıran, hackerler gibi düzene işlerine köstek olan ama aslında şirketlerin dikkatini çekip iş arayanlara benzeyen bu sitenin tümünü beraberlerinde götürecekler.
    Bir Fıkra:
    Zeka fışkıran ama Atatürk’den bu yana, hatta 17. yüz yıl Osmanlı’larından bu yana, mavi gözlü sarışın Avrupalı olma istemi içinde yaşayan ama bir türlü olamayanlarda biri olan bu soytarı Marxsist Argüman bir eczanede mavi gözlü-sarışın-Avrupalı olma hapı reklamı görür. Büyük bir çoşkunlukla hemen girip alır ve hapı yutar.
    Eve gelip sarışın-mavi gözlü-Avrupa klavyesiyle klonlarından oluşan bu siteye girer.
    Bak sen! Bir fosil, Avrupalılar, Amerikalılar ve benzeri bütün mavi gözlü-sarışınların lağım fareleri, La Boétie’nin dediği gibi, köleliği seve seve kucakladıklarını söylüyor.
    Marxist Argüman koca ağzını açar ve kusmaya başlar.
    – Ulan, daha henüz muradıma varalı bir saat bile olmadı, işte sana gıcıklık yapan biri!

  790. Marxist argüman,

    Şunu yazmışsınız; —aptalca bir devrim teorisi; psikolojik terör ile yildirma

    Ne oldu? hani siz; ‘psikoloji’, ‘psikiyatri’, ‘terapi’ gibi kavram ve uygulamaları, ‘materyalizm’in kapsama alanına girMEdiği için yok sayıyordunuz. Ne oldu da; şimdi, birdenbire, bu kelimeleri yazınızda kullanmaya başladınız? ‘GegenStandpunkt’da size anlatılan ‘materyalizm’i update ettiniz de (güncellediniz de); ‘psikoloji’ kelimesini kullanmaya mı başladınız?

    Hâlâ istikamet verici, dayatmacı tavırlarınıza devam ediyorsunuz; sizin torna tezgâhınızdan geçenler ‘akıllı’, geçmeyenler ‘aptal’. ‘GegenStandpunkt’daki deponuzda hapsolduğunuz için; başkalarına otomatikman ‘aptal’ yaftası yapıştırmaya alışmışsınız. Yazık, çok yazık. Siz bu kafayla giderseniz; zibidi Necip ve muadilleri, sizle kukla gibi oynamaya daha çok devam eder marxist argüman.

    ‘Yıldırmak’ için her yolu deneyen, ‘terör’ estiren; ‘devlet’in ve ‘şirketokrasi’nin bizzat kendisidir. Tespitinizde hata yapMAmanızı öneriyoruz. Bize yaftalar yapıştırmaktan vazgeçip, haddinizi biliniz marxist argüman.

    Şunu yazmışsınız; —vicdan azabina gark olurlar; diz cöküp günah cikararak tövbe ederler; o halti bir daha yemeyeceklerine yemin ederler

    Ne oldu? hani siz; ‘vicdan’, ‘günah’, ’tövbe’, ‘yemin’ gibi kavram ve uygulamaları, ‘materyalizm’in kapsama alanına girMEdiği için yok sayıyordunuz. Ne oldu da; şimdi, birdenbire, bu kelimeleri yazınızda kullanmaya başladınız? ‘GegenStandpunkt’da size anlatılan ‘materyalizm’i update ettiniz de (güncellediniz de); bu kelimeleri kullanmaya mı başladınız?

    Herhangi bir ‘din’le ve ‘dini çağrıştıran simgeler’le uzak-yakın temasımız yok. Şarlatanların yaptığı din sosuna bulanmış ‘saviour’luk (‘kurtarıcı’lık) işportacılığı; kapitalizme karşı mücadeleyi idrak edebilecek olgulara dayanmaz. Bu saçmasapan ithamları yayarak; sadece kendinizi müşkül duruma düşürüyorsunuz marxist argüman, bütün yazdıklarınızı, yine, kendiniz gölgeliyorsunuz.

    Şunları yazmışsınız;

    kapitalist düzen varligini ‘sömürme heveslisi’ tek tek özel giri$imcilere borclu degil.

    özel mükiyeti ve para’yi esas alan ekonomik organizasyonu yasasi ile yürülüge koyan, gözeten garantör güc devlettir; devlet’in ekonomi politikalaridir.

    devletin yasasi, polisi, mahkemesi, cezaevi olmasa; kisacasi devlet’in ‘caydirici’ otoritesi olmasa sözkonusu bu düzen bir gün bile ayakta duramaz.

    Haklısınız.

    Yanlış yazdığınızı söylemiyoruz ki.

    ‘GegenStandpunkt’da size bunu mu öğretiyorlar? Kendi kendinize biçtiğiniz ‘kapitalist sistemi betimleme öğretmenliği’ yaparak, sadece, kendi parmaklarınızı yoruyorsunuz.

    ‘Kapitalist düzen’in sadece şirketokrasiden oluşMAdığını; size, daha önce, defalarca yazdık, defalarca izah ettik. Torna tezgâhınızdan geçmediği için görmezden geldiniz.

    ‘Devlet’e karşı mücadele etmek tek başına yetmez. ‘Şirketokrasi’ye karşı mücadele etmek tek başına yetmez. ‘Her iki’ düzene karşı; aynı anda mücadele etmek elzemdir. Her iki düzen de, birbirinin sırtını sıvazlar. Örnek mi? Vehbi Koç’un Kenan Evren’e Ekim 1980’de gönderdiği mektup; en açık örneklerden sadece bir tanesi!

    Marxist argüman siz, sadece ‘devlet mekanizmasını’ hedef tahtanıza yerleştirip, diğerlerini yok saydığınız için; hem biteviye metinler yazıyorsunuz, hem zibidi Necip’in kuklasına dönüşüyorsunuz.

    Lloyd Craig Blankfein, James P. Gorman,
    Klaus Martin Schwab, John McFarlane,
    Douglas Jardine Flint, Axel A. Weber,
    Paul Achleitner, Jean Lemierre,
    Federico Ghizzoni, Dennis M. Nally,
    Punit Renjen, John B. Veihmeyer,
    Mark A. Weinberger, Ahmet Muhtar Kent,
    Indra Nooyi, Sundar Pichai,
    Tim Cook, Oh-Hyun Kwon,
    Satya Nadella, Gregory R. Page,
    Donald John Trump,
    Charles de Ganahl ve David Hamilton Koch,
    Fred DeLuca, Alexandre Behring da Costa,
    Andrew James McKenna, Gregory B. Penner,
    Roman Abramovich, Mukesh ve Anil Ambani,
    Jack Ma (veya ‘Ma Yun’), Jeff Bezos,
    Jack Dorsey, Carly Fiorina,
    Ratan Tata, Rahmi Koç,
    Güler Sabancı, Ferit Şahenk,
    Ümit Nazlı Boyner, Bülent Eczacıbaşı,
    Ahmet Nazif Zorlu, Şarık Tara,
    Arzuhan Doğan Yalçındağ, İzzet Garih,
    Hakan Ateş, Ersin Özince,
    Turgay Ciner, Ahmet Çalık,
    Murat Ülker, Firuz Kanatlı,
    Mark Zuckerberg, Ethem Sancak,
    Cansen Başaran-Symes, Levent Erden,
    Sina Afra, Erol Bilecik,
    Zibidi Necip, liste devam ediyor…

    Dikkat ediniz; bütün bu ‘kilit noktadaki kapitalist kişiler’e karşı mücadele etmek, kapitalist düzeni yıkmak için tek yol değil; fakat, mücadelenin gelişmesi için atılması gereken ilk ve büyük adımlardan sadece bir tanesi. Bu kapitalistlerin yerine başka kapitalistler geldiğinde, mücadele devam eder; kapitalistlerin sömürü hevesleri teker teker kırılmaya devam ettiğinde, kapitalist düzen erime emareleri göstermeye başlar. Bu; süreçtir. Bugünden yarına, akşamdan sabaha, çabucak olup bitecek bir ‘devrim’ değildir. Diğer adımlar, mücadele ivme aldıkça yollarını bulur.

    Listeyi okuduğunuzda şu soruyu sormak aklınıza gelebilir; ‘Peki bu listede niçin hiç siyasetçi (devlet mekanizmasından herhangi bir kişi) ismi yok?’ Çünkü, 7 gün 24 saat, sabah akşam, her saniye; dünya genelinde, siyasetçiler daima gündemde. Devlet mekanizmasına karşı mücadele etmek için ‘devlet bünyesinin içindeki kişiler’e karşı mücadele etmek tek başına yeterli değil; gündem dışında tutulmasına itina gösterilen ‘şirketokrasinin aktörleri’ni de aynı anda hedefe koymak gerekir. Yukarıdaki liste; işte bu kapitalist kişilerdir, zibidi Necip dahil.

    ‘Devlet’in ve ‘Şirketokrasi’nin birbirlerinin sırtını nasıl sıvazladığıyla ilgili güncel örnekleri incelemek isterseniz:

    ‘Panama Belgeleri’ – ‘Politicians, Criminals and the Rogue Industry that hides their cash’
    (İngilizce)
    https://panamapapers.icij.org/

    ‘Panama Belgeleri’ – ‘Die Geheimnisse des schmutzigen Geldes’
    (Almanca)
    http://panamapapers.sueddeutsche.de/

    ‘Malezya Kalkınma Fonu’ – ‘Tayland’daki lüks bir butik otelden, Londra’daki finans oligarşisine uzanan; tarihin en büyük finans skandalı’
    https://www.theguardian.com/world/2016/jul/28/1mdb-inside-story-worlds-biggest-financial-scandal-malaysia

    Şunu yazmışsınız; —düzenin siyasi ve ekonomik aktörlerine bir takim ‘kötü’ etiketler yapi$tirmanin sistem ele$tirisiyle alakasi yoktur. sözkonusu o ‘kötülükler’, tek tek aktörlerin ki$ilik-karakterilerinden bagimsiz olarak var olan olgulardir. sömürü, sömürme heveslisi i$verenler oldugu icin var degildir; özel mülkiyetin ve para’nin-sermayenin cogalimi-birikimi kurumsal bir olgudur; devletin, yasasi ile insanlari mecbur ettigi bir durumdur; devletin, ‘ücretli i$cilik’ ile kurumla$tirdigi bir durumdur. günümüz dünyasinda ya$amak icin olmazsa olmaz $art para’dir. bir i$veren de ya$amak icin para’ya ihtiyac duyar; ve yaptigi i$i para kazanmak amaciyla yapar. özel mükiyeti ve para’yi esas alan ekonomik organizasyonu yasasi ile yürülüge koyan, gözeten garantör güc devlettir; devlet’in ekonomi politikalaridir.

    Tespitinizi kurarken, en önemli noktayı atladığınız için; gerçeği ıskalıyorsunuz marxist argüman.

    ‘Parasal sistem’ kendi kendine doğup büyüyen bir hücre değildir. ‘İnsan davranışları’ neticesinde; parasal sistem kurulmuştur.

    ‘Kapitalist sistem’ kendi kendine doğup büyüyen bir hücre değildir. ‘İnsan davranışları’ neticesinde; kapitalist sistem kurulmuştur.

    ‘Sosyo-ekonomik’ bağlamdaki sistemlerin hepsi; kendi kendine doğup büyüyen hücreler değildir. ‘İnsan davranışları’ neticesinde; ‘sosyo-ekonomik’ bağlamdaki sistemler kurulur.

    Mesele şurada başlıyor; ‘düzen’ (sayfada yazıştığımız konu; ‘kapitalist düzen’) kendi kendine hareket eden bir organizma değil. ‘Düzen’; kendi kendine var olmaz, kendi kendine doğmaz, kendi kendine büyümez. Bütün bu ‘düzen’; ‘insan davranışları’nın neticesi. Kapitalist düzeni sarsmak için; kapitalist kişilere karşı mücadele etmek zorundasınız, bir kez daha, altını çize çize yazıyoruz; düzeni insanlar inşa eder, hiçbir düzen kendi kendine kurulmaz. ‘Devlet binaları’, ‘başbakanlık konutu’, ‘cumhurbaşkanlığı konutu’, ‘parlamento binaları’, ‘şirketlerin & holdinglerin binaları, tesisleri, fabrikaları’, ‘KOBİ’lerin tesisleri’ ve benzerleri; tek başına sadece birer objedir o kadar. Bütün bunları yaratan, ve sömürmek için çırpınan ‘kapitalist kişiler’i hedefe koymadığınız müddetçe; kapitalist düzene karşı mücadele kadük kalmaya mahkûmdur. Buraya daha önce, kilit noktadaki kapitalist kişilerin isimlerini tek tek yazmıştık. Bu, ‘kilit noktadaki kapitalist kişiler’e karşı mücadele etmediğiniz sürece; sadece ‘kapitalist düzeni betimleme öğretmenliği’ kalıbınızda sıkışıp kalırsınız marxist argüman.

    ‘Para’ denen şey; tek başına bir obje olarak, herhangi bir anlam ifade etmez. İnsan, ‘para’ adlı objeye anlam atfetmeye başladığı an; bu obje, değer kalıplarına sokulur. Aynı şekilde; ‘altın’, ‘gümüş’, ‘elmas’, ‘yakut’, ‘pırlanta’, ‘zümrüt’, ‘platin’ ve diğer binlerce element & maden & alaşım türü de tek başına birer obje olarak, herhangi bir anlam ifade etmez. ‘İnsan davranışları’ neticesinde; bütün bunlara, binyıllar boyunca anlamlar atfedilmiştir ve günümüze değin kullanılagelmiştir. Bugün devam etmekte olan ‘parasal sistem’in kökü; İngilizce tabirle ‘fiat money’, Almanca tabirle ‘fiatgeld’, Türkçe tabirle ‘itibarî para’dır.

    ‘Fiat’ kelimesi, kök olarak; Latincedir. Türkçe’ye (kabaca ve özetle); ‘bırak olsun’, ‘olacak’ şeklinde tercüme edilebilir. Kapitalistlerin meşhur motto’su; ‘Laissez faire et laissez passer’ & ‘Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler’ ifadesiyle çağrışım yapar. Zibidi Necip’in mentor’u ‘Adam Smith’in icat ettiği ‘The Invisible Hand’ & ‘Piyasaları düzenleyen görünmez el’ tabirinin kökü de ‘fiat’ kelimesine kadar gider.

    [Not: Yukarıda sıraladığımız element & maden & alaşım türlerine ve daha fazlasına; ‘sosyo-ekonomik’ bağlamda atfedilen, yani insanların atfettiği anlamlarla; bütün bunların bilim-teknoloji-tıp-ecza ve benzeri sahalarda kullanılan anlamları birbirinden farklıdır. Mesele; bütün bu element & maden & alaşım türlerine kökten karşı çıkmak değil, ‘kapitalistlerin kurduğu hegemonyaya karşı mücadele etmek’tir.]

    Dünya genelinde ‘merkez bankası (MB)’ kavram ve kurumunun doğuşu; ilk bakışta, her ne kadar devletlerin kasası uğruna olduğu sanılsa da, piyasa geneli dikkate alındığında; devletlerin fonksiyonunu da kapsayan (fakat, devletlerin üzerinde egemenlik kurma amacı gütmeyen) bir temele dayanır. ‘Devletler’ ve ‘merkez bankaları’; omuz omuza hareket eder; fakat, dünya genelinde devletlerin pek çoğu, merkez bankalarını ‘özerk bırakma’ya ya mecbur kalmışlar, ya da öyle görüntü vermek istemişlerdir. ‘Özerk bırakma’larına sebep olan ise; devletlerin kendi varlıklarına, piyasaların bir tehdit unsuru doğurMAması için, merkez bankalarına özerklik statüsünü kanunen atfetmeye karar vermeleridir. ‘Paranın yaratılması için gidilebilecek yegâne kurum’un merkaz bankaları olmasının dünya genelinde kabul görmesiyle, merkez bankalarına; ‘Lender of Last Resort’ denir. (Fransızca’dan devşirilmiştir; ‘dernier ressort’.)

    Günümüzde işleyen mekanizma, daha girifttir. Dünya genelinde merkez bankalarının asli görevi; ‘fiyat istikrarını sağlamak’tır. Öncelikle, her merkez bankası, ülkelerindeki enflasyon hareketlerini dizginleyebilmek için; ‘parasal sıkılaştırma & gevşeme’yi ve ‘faiz mekanizması’nı kullanır.

    İktisadın ‘kapitalist versiyonu’na göre; ‘enflasyon sebep, faiz sonuçtur.’

    İktisadın ‘Recep Tayyip Erdoğan versiyonu’na göre; ‘faiz sebep, enflasyon sonuçtur.’

    Zibidi Necip’in öğretmeni Turgut Özal’ın ‘atılımları’ sonrasında, 1990’lı yıllar Türkiye’sinde, enflasyon oranı çift hanelerde ve bunun sonucu olarak faiz de çift hanelerde olduğu hâlde; Türkiye’yi cazip bir piyasa olarak değerlendiren yabancı yatırımcılar Türkiye’ye gelmeye devam etti.

    2007-2008’den sonra ise; enflasyon oranı tek hanede ve bunun sonucu olarak faiz de tek hanede olmasına rağmen; yıllardır Türkiye’de olan yabancı yatırımcılar, ‘Recep Tayyip Erdoğan diktatörlüğü’ nedeniyle ekonomideki risklerin arttığını sezip Türkiye’den çıkış yolları aramaya başlamakta, Türkiye’nin cazip bir piyasa olmaktan uzaklaştığını gören diğer potansiyel yabancı yatırımcılar da; yatırım plânlarını başka ülkelere kaydırmaktadır.

    Enflasyonu dengelemek ve düşürmek için, MB’nin faiz mekanizmasını kullanması (yani, kısaca; ‘1 haftalık repo faizi oranı’nı yükseltmesi) doğru bir hamledir; fakat tek başına çözüm getirmez, palyatiftir. Kapitalist sistemin dayatmasına göre; eğer bir ülke ‘kapitalist yapısal reformlar’ yapmazsa, enflasyona karşı mücadele etmekle mükellef kurumlardan biri olan MB’nin faizi yükseltmesi hiçbir etki yaratmaz. O ülkeden beklenen asıl şey; kapitalist sisteme uyum için kapitalist yapısal reformların yapılmasıdır.

    [Not #1: Bir ‘nüans’tan bahsedelim. Recep Tayyip Erdoğan’ın eşref saatine ayak uydurabilecek; Qatar, Bahreyn, Tunus, Fas, Malezya, Azerbaycan, Kazakistan, Dubai gibi mekânlardan Türkiye’ye yatırımcı gelmesi ihtimali artarken; ‘Batı’lı mekânların yatırımcıları, artık, eskisi kadar, Türkiye’ye yatırım yapmakta iştahlı olmadıklarını alenen gösteriyorlar. Aslında, ‘yaşam tarzı müsamereleri’ dışında değişen bir şey yok; ha kel Hasan, ha Hasan kel. ‘Yaşam tarzı bağlamında Doğu mayalı’ kapitalist yatırımcılar Türkiye’ye gelir, ‘yaşam tarzı bağlamında Batı mayalı’ kapitalist yatırımcılar Türkiye’den gitmeye eğilimlidir. ‘Sömürmek’ ise; ağırlaşarak devam eder! Peki zibidi Necip ne mi yapar? Otomotiv sektöründe faaliyet gösteren KOBİ-irisi şirketindeki koltuğundan ‘maltron klavyesi’ ile hönkürmelerini sürdürür!]

    [Not #2: Recep Tayyip Erdoğan’ın bağırmasından ürken merkez bankası para politikası kurulu (‘Murat Çetinkaya’ başkanlığında kurul üyeleri); enflasyonla mücadele etmek için ‘1 haftalık repo faiz oranı’nı yükseltemiyor! Önceki başkan ‘Erdem Başçı’nın icat ettiği ‘faiz koridoru’ndan istifade ederek, Çetinkaya ve kurul üyeleri, fırsat bu fırsat deyip; ‘G.L.P.; Geç Likidite Penceresi faiz oranı’nı yükselterek, bankaları, bu faiz oranını kullanmaya yönlendiriyor. Böylelikle merkez bankası; hem enflasyonu dizginlemeye uğraşıyor, hem döviz kurlarındaki dalgalanmanın boyunu kısaltmaya uğraşıyor, hem de RTE’den faiz konusunda azar işitMEmek için ip üstünde cambazlık yapıyor!

    Nisan 2017, MB’nin uyguladığı ‘1 haftalık repo faizi oranı’: %8 (Merkez Bankası, RTE’den korktuğu için bu oranı yükseltemiyor!)

    Nisan 2017, Türkiye’nin enflasyon oranı: %11.87

    Nisan 2017, MB’nin uyguladığı ‘G.L.P. faiz oranı’: %12.25

    Yabancı yatırımcılar, MB’nin böyle bir cambazlık yapmaya mecbur bırakıldığının farkında!

    Yabancı yatırımcılar, RTE’nin, piyasalar üzerinde hegemonik hamlelerini arttırarak sürdürmesinden ötürü; MB’nin elindeki dengeleyici imkânların azalmaya yüz tuttuğunu, o meşhur ‘MB, özerk bir kurumdur!’ statüsünün tamamen kof çıktığını, Türkiye ekonomisinin geleceğe dönük güven verMEdiğini sezip; yavaş yavaş, Türkiye’deki varlıklarını satışa çıkarmaya veya başka ülkelere kaydırmaya başladı!

    RTE’nin eşref saatine ayak uydurabilecek ‘Doğu mayalı’ yabancı yatırımcıların kalibresi ise; Türkiye ekonomisinin hacmini taşıyabilecek kadar kuvvetli değil!

    Kapitalist bakış açısına göre; şu an, piyasalara ‘tam anlamıyla belirsizlik’ hakim!

    Zibidi Necip’in, Recep Tayyip Erdoğan’ı kucaklamasının temel sebebi; KOBİ-irisi şirketini kurtarıp, kâr maksimizasyonunu eritMEmektir! Ama başaramayacak; zibidi Necip’in şirketi de batmaya mahkûm!

    Kapitalist bakış açısına göre; zibidi Necip’in şirketini kurtarabilmesi için iki yol gözüküyor;

    (1) Su ve petrol karışımı yeni bir yakıt icat ederek, bu yakıtla çalışan motor ve otomobil üretmeyi becerip, bunun bütün patentlerine de sahip olarak, seri üretime geçip, ihracat yaparak paçasını kurtarabilir. (‘Innovation’ is saviour!)

    (2) ‘Uçan araba’ için, ciddi AR-GE altyapısı ile kafa patlatıp otomobiller üretecek, ana otomotiv endüstrisine üretim yaptığı KOBİ yan-sanayi segmentinden sıyrılıp (yine, patentleri ile birlikte); şirketini kurtarabilir. (‘Innovation’ is saviour!)

    (3) Zibidi Necip’in şirketi de, kendisi de batacak! Eğer RTE’nin ‘teşvik paketleri’ ile zibidi Necip kendini kurtarabileceğini sanıyorsa; avucunu yalar!]

    Dünya genelinde, binyıllardır, en az sorgulanan ‘inanç’lardan biri; ‘para’nın nasıl yaratıldığıdır.

    ‘Para yönetimi’nin; mekanizmalarını, politikalarını, işleyişini kim, kimler belirler? Ve toplumun dikkate bile alınmayan büyük çoğunluğunu gerçekten nasıl etkiler?

    Nasıl oluyor da; dünyada nüfusun %1’i, gezegenin gelirinin %40’ına sahip olabiliyor?

    Nasıl oluyor da; fakirlik ve iyileştirilebilir hastalıklardan dünyada her gün 34 bin çocuk ölebiliyor, ve nasıl oluyor da; dünya nüfusunun yarısı günde 2 dolardan daha azı ile yaşamaya mahkûm edilebiliyor?

    İster dikkate alalım veya almayalım, tüm kurumların ve toplumun kendisinin yaşam sıvısı; ‘para’dır.

    Finansal jargonun sonu yokmuş gibi olan deyimleri, korkunç matematiksel ifadeleri; insanları, onu anlama çabalarından hemen vazgeçirir.

    Gerçek şudur; finansal sistem, kasten karışık gösterilir, aslen sadece bir maskedir. İnsanlığın tahammül etmek durumunda kaldığı en büyük sosyal engellemelerden birini örtbas etmek için yaratılmıştır.

    Mayıs 1968’de, Amerikan Merkez Bankası’nın (Federal Reserve; ‘FED’) Chicago başkanlık birimi; ‘Modern Para Mekaniği’ adlı bir belge yayınladı. Bu belge; ‘kurumsal para yaratma’nın pratiğini açıklıyordu. Bu belge; ana destekçi FED ve global bankacılık ağı tarafından günümüzde hâlen kullanılır.

    [Not: Pek çok ülkenin para yaratma mekanizması; aşağıda okuyacağınız açıklamalar ile küçük farklılıklar gösterse de aynıdır.]

    İncelemek isteyenler için PDF;

    http://www.rayservers.com/images/ModernMoneyMechanics.pdf

    İlk sayfasında belgenin amacı açıklanır. ‘Bu belgenin amacı; değişken rezervli bankacılık sisteminde para yaratmanın basit yöntemini tanımlamaktır.’

    Sonra, bu ‘değişken rezerv işlemleri’ için öncelikli olan çeşitli bankacılık terimlerini açıklar.

    İşlerin nasıl yürüdüğünü basitçe açıklarsak;

    [1] ABD hükümeti, para ihtiyacının olduğuna karar verir.

    [2] FED’i arayıp (diyelim ki) 10 milyar dolar talep eder.

    [3] FED şöyle cevap verir; ‘elbette, o zaman biz de sizden 10 milyar dolarlık devlet tahvili (borç senedi) alalım.’

    [4] Böylece hükümet biraz kağıt alıp, üzerlerine resmi görünen yazılar ve şekiller (FED’in legal mührü, başkanın imzası, ve kurulun tasarladığı diğer şekiller) çizer, ve bunlara ‘hazine bonosu’ ismini verir. Sonra bunların üzerine; toplamı 10 milyar dolar olacak şekilde ‘değer’ler atfeder. Ve bu bonoları, FED’e gönderir.

    [5] Sıra FED’de. Etkileyici görünüşte kağıtlar hazırlamaya başlarlar. Ve onlara ‘banknot’ ismini verirler. (Yani devlet legal tahakkümle ‘bono’ yaratıp FED’e gönderir. FED’de bu bonolara karşılık gelecek şekilde ‘banknot’ yaratıp devlete gönderir. Takas sağlanmış olur.)

    [6] Alışveriş tamamlandığında, hükümet 10 milyarlık FED banknotlarını alır, ve bir bankaya yatırır. Bu işlemle birlikte banknotlar ‘resmen’ para olurlar, ve ABD para stoklarına eklenirler.

    [7] İşte oldu! 10 milyar yeni para, yaratıldı!

    Elbette, yukarıda izah ettiğimiz işlem; bir genelleme.

    Bu işlemlerin tamamı elektronik ortamda gerçekleşir, kağıt kullanmaya bile gerek yoktur.

    Aslında, Amerikan dolarının sadece %3’ü fiziksel olarak mevcuttur. Geri kalan %97’si; bilgisayarlardadır.

    Mekanizma nasıldı; devlet eliyle; hazine bonoları, borç enstrümanı olarak dizayn edildi. Ve FED, bu bonoları aldı. Karşılığında, ‘banknot’ (para) verdi.

    Devlet aslında bu parayı FED’e ödemek için söz vermektedir. Daha açık ifadeyle; ‘para, borçlanarak yaratılmaktadır.’

    Bu paradoks; ‘para’ ya da ‘herhangi bir değer’ borçlanarak yaratılabiliyor.

    Detaylandıralım;

    [1] Yukarıda bahsettiğimiz takastan sonra, devletin eline geçen para, bir banka hesabında duruyor.

    [2] ‘Değişken rezerv pratiği sistemi’ne göre; bu 10 milyar dolarlık hesap, doğrudan, yatırılmış olunan bankanın rezervine dahil oluyor.

    [3] Bütün banka hesaplarındaki paralar gibi, ‘Modern Para Mekaniği’nde belirtilen rezerv koşullarına göre kural; ‘Bir banka, kendi hesaplarına yatan miktarın belli bir oranı kadar karşılık sağlamalıdır.’ Ve bu konu hakkında belirtilen oran şu; ‘Yürürlükteki yasal düzenlemelere göre; rezerv karşılığı oranı (neredeyse) tüm hesaplar için %10’dur.’ Sonuç; 10 milyar dolarlık hesabın %10’u, yani 1 milyarı ‘karşılık olarak’ ayrılır. Kalan 9 milyar ise, bankanın parası olarak değerlendirilir.

    [4] Bu temele göre, bahsi geçen 9 milyar dolar; ‘yeni borçlar yaratmak için’ kullanılabilir. Mantıken, bu 9 milyarın, kesinlikle 10 milyar dolarlık mevduattan geldiğini düşünüyoruz. Ama asıl olay gerçekte bu değil!

    [5] Asıl olan şey, bu 9 milyarın bir anda havadan yaratılıp; varolan 10 milyar dolarlık mevduata eklenmesidir. Bu da, piyasadaki para miktarının nasıl arttığının göstergesidir!

    [6] ‘Modern Para Mekaniği’ belgesinde belirtildiği gibi; ‘elbette onlar’ (bankalar), mevduat olarak topladıkları paraları aslında borç ödemek için kullanmazlar. Eğer bunu yapsalardı, yaratılacak fazladan para olmayacaktı. Borç vermek için yaptıkları, sadece, borç senetleri almaktır; yani ‘kredi sözleşmeleri’. Karşılığında da borçlunun hesabına, krediyi, yani parayı aktarırlar. Diğer bir deyişle, 9 milyar; yoktan var edilir. Çok basit; çünkü böyle bir ‘borç’ için ‘talep’ vardır. Ve rezerv gereksinimleri için açılmış 10 milyar dolarlık bir de hesap.

    [7] Bir kişinin bu bankaya gittiğini ve bu kullanıma hazır yepyeni 9 milyar dolardan borç aldığını varsayalım. Büyük ihtimalle bu kişi, bu parayı alıp, kendi banka hesabına yatıracaktır. (X bankasından alıp, Y bankasına aktarmak.) Mekanizma, kendini tekrar eder. Para, yeni bankanın rezervlerine dahil olur. (Y bankasına dahil olur.) Y bankası (mevzuat hükümlerine göre) %10 karşılık olarak ayırır, ve bu sefer 9 milyarın %90’ı (ya da ‘8.1 milyar’ı) yeni yaratılmış para olarak, daha fazla borç vermek için kullanıma hazırdır. Tabii ki; bu 8.1 milyar tekrar borç olarak Y bankasından başka bankalara veya müşterilere verilebilir, ve böylece ilave bir 7.2 milyar, sonra 6.5 milyar, sonra 5.9 milyar… yaratılır. ‘Borçtan para yaratma döngüsü’; teknik olarak sonsuza kadar sürer. Matematiksel sonuç olarak; başlangıçtaki 10 milyar dolardan yaklaşık 90 milyar dolar yaratılabilmektedir! Diğer bir ifadeyle; bankacılık sisteminde oluşan her mevduattan, yaklaşık 9 kat daha büyük bir miktar; ‘yoktan var edilebilir!’ Böylece, ‘değişken rezervli bankacılık sistemi’nde; paranın nasıl yaratıldığını izah ettik.

    [8] Aklımıza, mantıklı ama aldatıcı bir soru gelebilir; bu yeni yaratılmış paraya ‘değerini veren’ nedir? Cevap; piyasada zaten bulunan paradır. Yeni para, aslında piyasada bulunandan ‘değer çalmakta’dır. Havuzda bulunan toplam para, ürün ve hizmet taleplerine aldırmaksızın artmaktadır. ‘Arz’ ve ‘talep’, piyasadaki dengeyi belirlediğinden, fiyatlar yükselir ve U.S. Dollar’ın alım gücünü azaltır. Buna ‘enflasyon’ denir. Ve enflasyon; aslında, toplumun üzerinde gizli bir ‘vergi’dir. Genellikle size önerilen nedir? Şu; ‘tedavüldeki parayı arttırın’. ‘Paranın itibarını azaltın’ demezler. ‘Paranın değerini düşürün’ demezler. Zaten güvende olan, kapitalist piramitin tepesindekilere bir şey demezler; ama ‘faiz oranlarını düşürün’ derler! Gerçek hile; paranın değeri tahrif edilerek yapılmıştır zaten. Parayı yoktan varettiğimizde hiçbir kazancımız olmaz; çok konuşulan ‘sermaye’ haricinde tabii ki. Şimdi, aklımızı kurcalayan şu; bu düzenle, enflasyon problemini çözmeyi nasıl bekleriz?

    [9] Mevcut para miktarını arttırmak; daha fazla enflasyona yol açar. Bu iş; tabii ki düzelmez. Enflasyon, ‘değişken rezervli mali büyüme’nin tabiatında vardır. Mevcut para miktarındaki artış, ekonomideki ürün ve hizmetlerle orantılı bir şekilde büyümezse; paranın değeri sürekli düşecektir. Aslında, Amerikan dolarının değerinin piyasadaki para miktarına olan oranına tarihte kısa bir göz atacak olursak, konuyu daha iyi yansıtacaktır. Ters orantı apaçık. 1913’teki 1 dolara; 2007’deki 21.60 dolar karşılık gelmektedir. Bu, Federal Rezerv kurulduğundan bu yana %96 devalüasyon olduğu anlamına gelir. Bu doğal ve bitip tükenmez enflasyon gerçeği, absürd ve ekonomik olarak bindiği dalı keser gibi görünür. Aslında, finansal sistemimizin gerçekte nasıl işlediğini anlatmaya; absürd ifadesi bile yetersiz kalır. Finansal sistemimiz açısından para, borçtur. Ve borç, paradır. Daha fazla para demek, daha fazla borç demektir. Daha fazla borç demek, daha fazla para demektir. Başka şekilde ifade edersek; cebinizdeki her dolar, birinin başka birilerine borcudur. Hatırlayın; paranın ortaya çıkmasının tek yolu ‘borçlanmak’tır. Bu nedenle, eğer ülkedeki herkes, hükümet dahil borçlarını ödeyebilecek olsaydı; tedavülde bir tek dolar bile olmazdı. ‘Eğer para sistemimizde borç olmasaydı; hiç para da olmazdı.’ (Marriner Eccles, ABD Merkaz Bankası [FED] Başkanı, 30 Eylül 1941)

    [10] Paranın; ‘krediler yolu ile ortaya çıkarılan borçtan türetildiği’ni izah ettik. Bu krediler, bankaların rezervlerine dayalıdır. Ve rezervler de, yatırılan mevduatlara dayalıdır. Ve ‘kısmi ihtiyata dayalı rezerv sistemi’ ile yatırılan her tutar, orijinal değerinin 9 katı para yaratabilir. Sonuç olarak; piyasadaki paranın değerini düşürerek toplumdaki fiyatları artırır. Ve tüm bu para, borçtan türetildiği için, ve ticaret yolu ile piyasada serbest dolaştığı için; insanlar asıl borçlarından ayrı düşerler. Bunun sonucu olarak da, insanların hayatlarını sürdürebilmek üzere gerekli parayı temin edebilmek amacıyla; sürekli iş için rekabet etmek zorunda bırakıldığı, sürekli bir dengesizlik hâli ortaya çıkar.

    Her ne kadar işlemez ve ters gibi görünse de, bu denklemin dışında bıraktığımız bir şey daha var. Sistemin kendisinin hilekâr yapısını ortaya koyan elemanı da budur; ‘faiz uygulaması.’ Devlet, FED’den borç aldığında, veya herhangi bir kişi bankadan borç aldığında; aşağı yukarı her zaman ham bir faizle geri ödemek durumundadır. Diğer bir deyişle; varolan her bir dolar, eninde sonunda bankaya iade edilmek durumunda, ve üstüne de faiz ödenmek durumundadır. Ama, eğer bütün para ‘Merkez Bankası’ndan borç alınarak yaratılmış, ticari bankalar tarafından kredi olarak verilerek şişirilmiş ise, para sistemi içinde yaratılmış olan para; aslında, ‘anapara olarak nitelendirebileceğimiz para’dır. Peki o zaman faiz olarak ödenecek olan para nerede? Hiçbir yerde! Öyle bir para yoktur! Bunun sonuçları ise inanılmazdır. Bankalara geri ödenmesi gereken para, her zaman piyasada olan paradan fazla olacaktır. İşte bu nedenle; piyasada enflasyon, ekonomide sabittir. Sistemdeki sürekli açığı kapatmaya yardımcı olmak için, sürekli yeni paraya ihtiyaç vardır. Bunun sebebi de; ödenmesi gereken faizlerdir. Bunun bir diğer anlamı; ‘temerrüt ve iflas matematiksel olarak sistemin bir parçasıdır.’ Her zaman toplumda cebi delik olanlar ve şanssızlar olacaktır. Bu durum ‘müzikli sandalye oyunu’na benzetilebilir; müzik durduğunda, birisi mutlaka açıkta kalır. Amaç budur. Sistem istisnasız olarak, bireylerin varlıklarını bankalara aktarmaktadır. Eğer mortgage kredinizi ödeyemezseniz; malınızı elinizden alırlar. Bu durum, ‘kısmi ihtiyat sistemi’ yüzünden, ödeme zorluğunun kaçınılmaz olduğunu bildiğiniz zaman, daha da çileden çıkarıcı hâl almakta. Hele bankanın size kredi olarak verdiği paranın, yasal olarak aslında varolmadığı düşünülürse!

    [11] ‘Modern Para Mekaniği’nin kredilerle ilgili tabirini hatırlayınız. Bankaların, kredi verdiklerinde yaptıkları iş; kredi karşılığında senet kabul etmektir. ‘Kredi alışverişi’ ile para rezervinde bir değişiklik olmaz. Ancak, yatırılan paralar, tüm bankacılık sistemine yeni giren para anlamına gelmektedir. Diğer bir ifadeyle; para, bankanın hâlihazırdaki varlıklarından gelmez. Banka bu parayı, kağıt üzerindeki sorumlulukları hariç; kendinden hiç bir şey katmadan türetir. Bankalardan her kredi alışınızda, adı ‘mortgage’ olsun, ‘kredi kartı’ olsun, ‘konut, taşıt kredisi’ olsun; size verilen para, sadece sahte olmakla kalmaz, aynı zamanda kanuni olarak bir kıymet de taşımaz. Geri ödeme sözleşmenizi geçersiz kılar. Zira banka, daha yolun en başında; size vereceği paraya zaten sahip değildi. Ne yazık ki; bunun gibi ‘yasal farkına varma olayları’ örtbas edilir ve görmezden gelinir. Böylece; ‘sürekli varlık transferi’ ve ‘sürekli borç oyunu’ devam eder.

    Bu da bizi esas soruya getirir; neden? Federal Rezerv tarafından uygulanan ‘kısmi ihtiyat sistemi’, dünya bankalarının önemli bir kısmı tarafından kullanılmakta olup, esasında ‘modern bir kölelik sistemi’dir. Düşünün; para, borçtan yaratılıyor. İnsanlar borçlu olunca ne yapıyor? Borcu ödeyebilmek için çalışmayı kabul ediyor. Ama eğer para, ancak borç alarak yaratılıyorsa; toplumun borçtan kurtulması nasıl mümkün olabilir? Olamaz! Amaç budur zaten!

    Varlıklarını kaybetme korkusu,
    Sistemin yapısında olan sürekli borçluluk hâli ve enflasyon,
    Para stokunun yapısında olan, asla geri ödenmesi mümkün olmayan, faiz tarafından yaratılan, kaçınılması mümkün olmayan kıtlık hâli,
    Sadece piramidin en tepesindekilerin kaymağını yediği plütokratik hegemonya;
    Piramitin altındaki insanları hamster tekerleğinde koşturur, piramiti ayakta tutan milyonlarca maaş kölesini hizaya sokar!

    Günün sonunda, gerçekte kimin için çalışmış oluyorsunuz? Bankalar için! Para bankada yaratılır, ve istisnasız olarak bankaya geri döner! Gerçek efendiler; destekledikleri şirketler ve hükümetlerle birlikte onlardır! Fiziksel olarak kölelik; insanlara ‘aş’ ve ‘barınak’ sağlamayı gerektirir. Ekonomik kölelik ise insanları, bunu, kendi başlarına yapmak zorunda bırakır. Ustalıkla tertiplenmiş bir tezgâh! Ve temelinde; insanlığa karşı örtülü bir savaş yatar. Borç; toplumları ele geçirmek ve köleleştirmek için bir silah, faiz de birincil cephanesidir. Çoğunluk bu gerçeğe duyarsız iken; bankalar, hükümetler ve şirketlerle birlikte ekonomik savaş taktiklerini mükemmelleştirmeye ve genişletmeye, ‘Dünya Bankası’ ve ‘Uluslararası Para fonu (IMF)’ gibi yeni üsler edinmeye, aynı zamanda yeni bir tip asker geliştirmeye devam ederler; ‘ekonomik tetikçiler’!

    Yukarıda isimlerini yazdığımız listedeki kişilerin, ‘kilit noktadaki kapitalist kişiler’ olduğunu size daha önce açıklamıştık marxist argüman. Günümüzün parasal sistemi, o kişilere göbekten bağlıdır. ‘GegenStandpunkt’dan devşirdiğiniz gücünüz yetiyorsa, ‘devrim’i çabucak yapmaya meraklıysanız; ‘parasal sistem’i kaldırmayı deneyin bakalım, becerebilecek misiniz. Banka yöneticilerine, şirket yöneticilerine karşı mücadele etmeden; ‘parasal sistem’i kaldırabiliyor musunuz – kaldıramıyor musunuz; deneyin de görün bakalım.

    Siz, sadece ‘devlet’i hedef tahtanıza koyup, ‘şiketokrasi’yi önemsemezseniz; zibidi Necip’in kuklası olursunuz marxist argüman.

    Siz, sadece ‘kapitalist sistemi betimleme öğretmenliği’ yapıp, bu sistemi sarmalayan kişileri önemsiz sayarsanız; kalan ömrünüzü, betimleme yapa yapa geçirirsiniz marxist argüman.

    Zibidi Necip, pek çok defa, sizi; kapitalizmin içinde ‘evrim’ realitesinin ne ölçüde olduğunu bilip bilmediğinizi test etti. Ve bu yöntemle zibidi Necip, her zaman yaptığı gibi; kapitalizmin ‘doğal bir süreç olduğu zırvası’nı yaymaya uğraştı. Bunun en son ve en açık örneği; ‘Galapagos Takım Adaları’ndaki planktonların yaşam-ölüm döngüsü’nü ortaya atarak sizi test etmesidir. Bu planktonların yaşam-ölüm döngüsü ne kadar doğalsa, kapitalizmdeki yaşam-ölümün de (yani; ‘kapitalist kişilerin işlediği cinayetlerin’ de!) o kadar doğal bir süreç olduğu yalanını kanıtlamaya çırpındı; kapitalizmin, aslen, sosyo-ekonomik bir konu olduğu gerçeğini hasır altı ettiğini sandı. Siz, evrim teorisini; ya hiç bilmediğiniz için, ya da bildiğiniz hâlde önem vermediğiniz için, zibidi Necip’in sizle bir kukla gibi oynamasının önüne geçemediniz marxist argüman. Hemen ‘GegenStandpunkt’daki deponuza koşup, zibidi Necip’e birkaç cevap yetiştirmekle kalıp, konuyu kapatmaya uğraştınız, ama beceremediniz. Bütün bunlar apaçıkken; hâlâ utanmadan, ‘tereciye tere satmayınız’ ikazımızın ehemmiyetini anlamıyorsunuz. Yazık bütün çabalarınıza.

    Sayfa ‘Fikret Başkaya – Referandumun AKPcesi…’

    2 Nisan 2017, yorum no 34;

    Marxist argüman; ‘necip, senin buna cevaben yazdigin, benim yazdigimi cürütmek orda kalsin, arada alakayi nasil kurdun, anlamis degilim.

    3 Nisan 2017, yorum no 42;

    Marxist argüman; ‘necip, 38 nolu yorumda yazdigin cevap beni tatmin ve ikna etmedi. neyse, o konuyu gecelim.

    Size defalarca açıkladık, görmezden geldiniz;

    ‘Galapagos Takım Adaları’ndaki organizmaların (planktonların) yaşam-ölüm düzeni’yle, sizin hatırlattığınız ‘insanlar arasındaki parasal düzen (çiftçilerin, piyasada satamadıkları mahsûlleri denize dökmesi, yola dökmesi, ezmesiyle düzeni protesto etmesi)’ arasındaki (sözde!) bağı; zibidi Necip gibiler şöyle izah ettiğini sanıyor:

    Zibidi Necip gibiler, özellikle Charles Darwin’in çalışmaları neticesinde epey ilerleme kaydedilen ‘evrim teorisi’ni, ve Herbert Spencer’ın kavramlaştırdığı ‘survival of the fittest’ konseptini istismar ederek, bütün bu verileri-olguları-tespitleri bağlamından kopararak; ‘kapitalizmin mutlak ve meşru olduğu zırvası’na dayanak noktası icat ettiklerini sanıyorlar.

    Siz, marxist argüman, bu kavramların & konseptlerin, kapitalistler tarafından nasıl istismar edildiğini; ya bildiğiniz hâlde önem vermiyorsunuz, ya hiç bilmiyorsunuz. Tam da bu sebeple, size; ‘GegenStandpunkt’ deponuzdaki kaynaklarla yetinMEmenizi, başka kaynaklara da yönelmenizi öneriyoruz. Sizin ısrarla yaptığınız ise; aktardığımız metinlere saçmasapan ithamlarda bulunmak, ‘metinler içinden cımbızla seçmece oyunu’ oynamak.

    ‘Kapitalist (sözde ‘serbest’) piyasa ekonomisi’ni izah ederken zibidi Necip (ve muadilleri);

    Galapagos Takım Adaları’ndaki planktonların düzenine işaret ederek,

    Afrika’nın uçsuz bucaksız ormanlarındaki aslanların hem soydaşlarını hem diğer yaşam formlarını nasıl sömürdüğüne işaret ederek;

    Kapitalist sistemin de ‘doğa’daki gibi işlediğini, güçlünün güçsüzü yendiği (survival of the fittest) düzenin ‘insanlar arasında da olmasının normal karşılanması gerektiği’ni dikte ederler; çiftçilerin, satamadıkları mahsûlleri ezmesini, yollara protesto amaçlı dökmesini normal kabul ederler.

    Siz ise marxist argüman, zibidi Necip’in bu yalanlarına karşı ‘argüman’ geliştirmek için yazacağınıza, gelmişsiniz buraya; hâlâ ama hâlâ ‘bilgi yarışması’ tertip etmeye uğraşıyorsunuz. Haddinizi biliniz.

  791. ““Bir insan olarak, benim dinim Çinli, milliyetim Sosyalist, siyasi görüşüm Budist” veya başlıktaki kavramlarla “Bir insan olarak, benim milliyetim Demokrat, siyasi görüşüm Müslüman, dinim Türk” dediğimizi var sayalım.
    Böyle bir cümle kuran birinin akli dengesinden zoru olduğu; kategorileri karıştırdığını söyleyecektir herkes. Muhtemelen bu günkü toplum, bunu söyleyen insanı, tımarhaneye tıkacaktır.
    Şimdi, bizlere son derece sağ duyuya uygun ve akli görünen bu kategoriler ve kategorilerin ayrımının kendisinin nasıl kategorileri karıştırdığını yani aslında neredeyse bütün insanların “akli dengesinden zoru olduğunu” veya tımarhaneye tıkılması gerektiğini, yani bizzat insanların dini, milliyeti ve siyasi görüşleri olur önermesinin, bunların ayrı şeyler veya kategoriler olduğu önermesinin nasıl tımarhanelik bir önerme olduğunu görelim.”

    “Dikkat edilirse bütün bu farklı dinler, bir cemaatı (Burada cemaat derken inanç olarak cemattan söz etmiyoruz toplumun somut var oluş biçimi olarak bir cemaat kavramını kullanıyoruz.) bir topluluğu tanımlarlar.
    Örneğin Müslim kavramı, Allah’ın birliği ve bölünmezliğini ve Muhammet’in onun elçisi olduğunu kabul etmeyi cemaatin sınırı olarak belirler. Bu kabul olmadan o din olamaz. Bunu kabul etmeyenler, biyolojik olarak insan olmalarına rağmen, yani hiçbir farklılıkları bulunmasına rağmen, o topluluk veya cemaat veya dinden olanların haklarına sahip olamazlar.
    Bir Türk kavramı, özel politik ayrımını kabul etmeyi ve politik olanı Türklükle tanımlamayı cemaatın sınırı olarak belirler. Bunu kabul etmeyen biyolojik olarak, insan olarak diğerlerinden hiç de farklı olmamasına rağmen Türklerin haklarından yararlanamaz.
    Aynı şekilde bir Demokrat kavramı da belli bir toprak parçasında yaşayanlarla sınırlar ulusu. Bu toprak parçasında yaşamayanlar o ulustan, yani o cemaatten, o topluluktan olamazlar ve onların haklarından yararlanamazlar.
    Yani dinler toplulukları tanımlarlar. Bir topluluk biçiminden diğer topluluk biçimine geçiş, özünde bir dinden diğer dine, bir üstyapıdan diğer üstyapıya geçiştir. Bir topluluk biçimi veya tanımını değiştirmeden devrim yapılamaz.
    Bu toplulukların niçin şöyle veya böyle tanımlandığının ve birinden diğerine geçişin sırrı toplumun maddi üretim temelinde aranmalıdır. Biz de bütün dinlerin niye öyle olduğun tam da böyle açıklamaktayız zaten.”

    Müslüman, Türk, Demokrat, İnsan / Demir Küçükaydın
    https://demirden-kapilar.blogspot.com.tr/2013/05/musluman-turk-demokrat-insan.html

  792. marxist argüman

    e$ref’ten abdulhamid’e ve necip’e dörtlükler

    necip, $air e$ref’e “dalkavuk” demi$, bakalim e$ref necip’e nasil cevap vermi$:

    Alma oğlum kudretinden fazla bir yük üstüne;
    Her işin erbabı var, her zâhidin bir mezhebi.
    Haddini bil evvelâ, yoksa batarsın mutlaka
    Bir kucak süngerle düşmüş bir suya eşşek gibi!

    Eşref Mısır’dayken Abdülhamid’in ağır hasta olduğu söylentisi yayılır. Dostları da Eşref’e “Şeytan bile Abdülhamid’den elini çekiyor. Gel sen de bu adamla uğraşmaktan vazgeç” derler. Eşref de buna karşılık şu dörtlüğü söyler:

    Toprak altında da olsan bulurum,
    Erişir burnuna birkaç tekmem,
    Can verip kurtulurum zannetme,
    Şeytan elini çekse de ben elimi çekmem.

  793. marxist argüman

    mafia-kapitalizm-para ili$kisi

    dikkat! suistimal var!

    fetö ile mücadeleyi kazanc kapisina dönü$tütürdüler: reis öyle osu…sa, memur da ha böyle s…car

    “Ankara’da inşaat şirketi sahibi Ş.K. ve M.K.’ye giden Ankara Emniyet Müdürlüğü sivil ekiplerden görevli polis memurları A.D. ve R.M., “FETÖ ile bağlantınız var, 2 milyon dolar verirseniz bu olayı çözeriz. Bu son şansınız, yoksa bizi bir daha bulamazsınız” diyerek şantaj yaptı. İşadamları, polise giderek durumu anlattı. Bunun üzerine Organize Suçlarla Mücadele Müdürlüğü ekipleri çalışma başlattı, şantaj yapan 2 polis takibe alındı.

    Gizlilik içinde yürütülen operasyonda, iş adamları şantaj yapan 2 polise parayı vereceklerini söyleyerek Çukurambar’da bir kafe-restaurantı buluşma yeri olarak belirledi. Organize polisi, önceden belirlenen mekana giderek müşteri gibi masalarda oturdu. İşadamları, şantaj yapan polislere daha önce seri numarası alınan 500 bin dolar verdiği sırada operasyon başlatıldı.

    Müşteri gibi mekanda bekleyen Organize polisi, şantaj yapan 2 polisi kıskıvrak gözaltına aldı. Gözaltına alınan polis memurları A.D. ve R.M., emniyette götürüldü. Buradaki sorguların ardından adliyeye çıkarılan polis memurları A.D. ve R.M. tutuklandı.” (basin)

  794. marxist argüman

    tarkan ve kapitalist rant ekonomisi

    “TARKAN MESAJI OKUNDU

    CHP Milletvekili Kazım Arslan komisyonda yasanın zeytinciliğin ölüm fermanı olduğunu belirtip sanatçı Tarkan’ın “Bir ülkenin en büyük nimeti, değeri onun doğasıdır. Zeytin ağaçları Anadolu’nun hazinesidir, belleğidir. Rant için zeytin ağaçlarına kıymayın” mesajını okudu. Bakan Özlü, “Bunun Tarkan’la ne ilgisi var” tepkisi gösterdi.” (basin)

  795. marxist argüman

    türk usulü a$k: ya benim olursun ya topragin

    “lise 1’inci sınıfta tanışıp sevgili oldukları E.K.’nin, 2’nci sınıfta bıçak zoruyla tecavüzüne uğradığı, kendisini tehdit edip tartakladığı iddiasıyla şikayetçi oldu. Genç kızın kâbusu oldu

    Aile korkusu ve yaşının küçük olmasından dolayı bazı olayların farkına varamadığını ve kimseye söyleyemediğini belirten A.A., “E.K. bunları bildiği için bana 11 yıl boyunca hem psikolojik hem fiziksel şiddet uyguladı. Defalarca beni dövdüi ama hiçbirinde gidip rapor almadım. Kendisi de bana tek kurtuluşumun ölüm olduğunu empoze etti” dedi.

    Yaşananlar yüzünden dayanacak gücü kalmadığını aktaran A.A., “Evli olmadığımız halde ondan ayrılamayacağımı, karısı olduğumu söyleyip duruyordu. Bu süreçte defalarca darp edildim. Yaşımın ilerlemesi, bazı şeyleri idrak etmem ve eğitimin de bana kattığı şeylerle işin böyle olmaması gerektiğini görmeye başladım. En son onun yanına gittiğimde bana bıçak çekti, boğazımı sıktı, tekme tokat dövdü. Bu süreçte defalarca ayrılmaya çalıştım. Ama hepsinde bana elinde videolarımın, fotoğraflarımın olduğunu, bunu insanlarla çevremle paylaşacağını söylediği için cesaret edemedim. Ayrıca o dönem okuduğum Kayseri’de okulun yurduna gelip beni rezil edeceğini söylediği için dediklerini yapmaya devam ettim” diye konuştu.

    Son olarak E.K.’nin arkadaşlarını rahatsız edeceğini söylemesi üzerine geçen ağustos ayında ayrıldığını anlatan A.A., “Ancak E.K durmak yerine her gün biraz daha şiddetin dozunu artırdı. Bu defa tüm aile bireylerini arayıp birlikte olduğumuzu, çocuk aldırdığımızı iddia etti. Bunun üzerine E.K. hakkında savcılığa suç duyurusunda bulundum” dedi. E.K.’nin cezasını çekmesini istediği belirten A.A., “Beni ’Senin yüzüne kezzap atacağım, dinamitle patlatacağım’ diye tehdit etti. Suç olması için bana bunları yapması mı gerekiyor” diye konuştu.” (basin)

  796. Güzel Soru Binlerce Aptalca cevaptan İyidir

    Genellikle yerinde, geçerli, uygun sorular sormak zaman içinde yanlış olacakları kesin cevaplar sıralamaktan çok daha değerli bir yaklaşım arzeder.
    Eğer dünya kapitalist düzen 40-50 yıl önce günümüzdeki bunalım içine girmiş olsaydı, Marksiz mi bir çözüm olarak seçermiydi?
    Avrupa’da feodal düzenden kapitalist-burjuva düzene geçmeyle değişmeyen bir şey, hatta tek bir şey, var mı?
    Büyük Marksistlere (yarı Türkçe yarı İngilizce “Marxist Argüman gibi) göre Büyük Fransız Devrimi bir burjuva devrimiydi. Büyük anarşistlere (Marksistliğinin vicdan azabıyla nadim Gun Zileli gibi) göre o devrimin burjuva olduğu Marksistlerin uydurması. Her halükarda, Büyük Fransız Devrimi’nin Fransa’da yarattığı değişmeleri 16. yüz yıldan sonra ve özellikle 19. ve 20. yüz yılarda devrim yapmayan ülkelerdeki değişmelerle kıyaslarsak, değişmeler Fransa dışındaki ülkelerde çok daha çarpıcı diyebilir miyiz?
    Aynı soru Dünyanın En Büyük Devrimi olan Bolşevik Darbesi için de geçerli.

  797. Sığır Bolluğu

    Marksistlerin hepsi sığır. Emekle dünyayı düzeltmeye çalışırlar. Orwell’in “Hayvanlar Çiftiğini”, oku. At sana benzer, hep daha çok çalışmakla işin düzeleceğine inanır.

  798. marxist argüman

    islam’in kapitalizm ile imtihani

    islam’dan fakire ramazan kiyagi:

    “Oruç tutmak fakire zorunlu değil”

    “Uluslararası Müslüman Âlimleri Birliği (IAMS) Başkanı ve Avustralya Müftüsü Mustafa Raşid, Ramazan orucunun sadece zengin insanlar için zorunlu, fakirler içinse gönüllü olduğuna dair bir fetva yayınladı.” (basin)

    itiraz: öyle fakirim deyip kaytarmak yok; orucunu tutacaksin

    “İslami hukuka aykırı”

    “Hukuk Fakültesi Dekanı Seif Kazamel, fetvanın yanlış olduğunu ve İslami hukuka aykırı olduğunu, aklı başında olan, seyahat etmeyen ve sağlıklı olan her Müslümanın oruç tutması gerektiğini ifade etti.
    …. bir zenginin bir fakire acıması, fakirin oruçtan vazgeçmesi anlamına gelmiyor” diye konuştu.” (basin)

  799. marxist argüman

    t.c. di$i$leri bakaninin suriye kaygisi:

    “Çavuşoğlu’ndan YPG tepkisi: Suriye’nin geleceği için tehlikeli, ‘geçici ortaklık’ diye bir şey olmaz
    Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, Suriye’de YPG’ye verilen ya da verilecek destek konusunda bizim tutumumuz, son derece nettir. YPG’ye verilen desteğin, Suriye’nin geleceği için ne kadar riskli ve tehlikeli olduğunu da vurguluyoruz. ‘Geçici ortaklık’ diye bir şey olmaz. Menbiç’te de bunu gördük dedi.” (basin)

    bunu diyen kim: esad rejimini devirmek icin 2013’ten beri islamci sunni cihatcilara verdigi askeri/lojistik destek ile suriye’yi kan gölüne ceviren ve hala da “öso” ve diger cihatci paramiliter gruplari bizzat askeri egitimden gecirerek suriye’ye salan devletin di$i$leri bakani.

    cavu$oglu’nun bu sefer acikca ifade etmedigi asil kaygisi nedir: suriye kürtlerinin siyasi/kültürel hak/statü kazanmalari

  800. marxist argüman

    vatanseverlik = milliyetcilik = irkcilik

    ulus devletin vatanda$larina a$iladigi illet: vatanseverlik

    islamcisi, osmanlicisi ve kemalistiyle, bu siteye dadanmi$ türk vatanseverlerinin/irkcilarinin dikkatine:

    “Irkçı saldırıda bulunan sanık: Siz buna terörizm diyorsunuz. Ben buna vatanseverlik diyorum

    Zanlı Christian, duruşma sırasında “Siz buna terörizm diyorsunuz. Ben buna vatanseverlik diyorum” diye slogan attı. Zanlının ayrıca “Amerika’nın düşmanlarına ölüm” diye bağırdığı duyuldu.
    Cuma günü ABD’nin Oregon Eyaleti’ndeki Portland şehrinde bir trende, biri başörtülü iki Müslüman genç kız, sözlü saldırıya uğramış, genç kızları savunurken Taliesin Myrddin Namkai-Meche ve Ricky John Best öldürülmüştü. Saldırıda Micah David-Cole Fletcher da ağır yaralanmıştı. Müslüman genç kızları koruyan üç Amerikalı ise, yaşadıkları yerde “kahraman” ilan edildi.” (basin)

  801. marxist argüman

    ‘devlet baba’ya sarsilmaz bir inancla bagli olan devlet idealistleri

    dünya nice idealist insanlar gördü ama böylesini ilk defa görüyor: devlete/düzene kar$i örgütlenip mücadele edeceklerine, kendilerini ac birakarak imha ediyorlar

    “NURİYE VE SEMİH’İN VİTAMİNLERİNİ VERİN”

    CHP İstanbul Milletvekili Barış Yarkadaş, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’a da çağrı yaparak, Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın durumuna dikkat çekti. Her iki ismin, “işlerini istedikleri için cezaevine atıldıkları”nı belirten Yarkadaş, “Sorunu çözemeyen iktidar, onları cezaevine atarak ölüme sürüklüyor” dedi.

    “Nuriye ve Semih AKP’den iş istemiyor, gasp edilen işlerini istiyor” diye konuşan Yarkadaş, “Onlar 83 gündür açlık grevindeler. Ve yaşamaları için B1 vitaminine ihtiyaçları var. Ancak vitaminleri keyfi olarak verilmiyor. Her iki isim de ölüme sürükleniyor” dedi. “Devlet yurttaşlarını yaşatmakla sorumludur” diyen Yarkadaş, “Sorunu çözün; Nuriye ve Semih’i serbest bırakın ve işlerini iade edin” çağrısını yaptı. (basin)

  802. marxist argüman

    türk toplumunda “olagan” $iddet manzaralari

    böyle devletin böyle erkek’i olur: osmanlici türk devletinin prototipi: osmanli erkegi

    “Karısını levyeyle dövüp kerpetenle dişlerini söktü”

    “Beyin ve Sinir Cerrahi Uzmanı Operatör Doktor Erdal Yayla, Raşe Rıdvan’ın hastaneye geldiğinde gördüğü işkenceden dolayı şuurunun kapalı olduğunu söyledi. Erdal Yayla, ameliyatlarla kadının sağlığına kavuştuğunu kaydederek, şöyle dedi:

    “Hastamız buraya geldiğinde çok ağır bir tablo vardı. Özellikle kafasına aldığı çok fazla darbe nedeniyle hastanın şuuru kapalıydı. Bunun yanında genel vücut taraması yapıldıktan sonra kolunda ve el bileğinde kırık, vücudunun çeşitli yerlerinde doku ezilmesi ve çeşitli kırık ve çatlak boyutunda kemik hasarları vardı. En dramatik olanı da özellikle dişlerinin ve çene kemiğinin kırığı ile birlikte olan diş kaybıydı.” (basin)

    “Sanığın cezadan kurtulma taktiği: “Salondakiler HDP’li”

    Hatun Sürücü, Türkan Sarıkaya, S.C., Safiye Karakoç… Türkiye’de her geçen gün artan kadına yönelik şiddet mağduru kadınlardan yalnızca dördü. S.C. içlerinden şimdilik şanslı olanı. Çünkü henüz hayatta. Canına kast eden eşi ise tutuksuz yargılanıyor. Kadınların feryadını ne mahkemeler ne yetkililer duyuyor. 2017’nin sadece ilk 4 ayında 132 kadın erkekler tarafından öldürüldü.” (basin)

    “Keserle saldırdı”

    “S.C. ise olay günü yaşananları şu sözlerle anlattı: “Buz dolabından su almıştım. Şişeyi tekrar yerine koyduğum sırada ‘neden bana vermeden içiyorsun?’ diyerek bana çıkıştı. Boğazımı sıkarak beni duvara dayadı. Bu sırada portmantoda ki silahı benim başıma dayadı. Böyle bir silahı olduğunu bilmiyordum. Çocuklarım korkudan babalarının ayağına kapandı. Bu sırada beni odaya götürdü. Keser getirdi. Keserle üzerime saldırdı. Beni de çocuklarımı da öldürmekle tehdit etti. Tabanca ile kafama vurup, çocuklarımı dövdü.” (basin)

  803. marxist argüman

    “günzileli.com da ki canli fosil türk cikti.” (basin)

    “Mısır’daki mumyalar Türk çıktı” (basin)

  804. marxist argüman

    fosil’den alinti:

    “Neden gencecik öğrencilerin sorularına, eleştirilerine yanıt veremedin?”

    hangi sorular, hangi ele$tiriler? tekrar yaziverin.

  805. marxist argüman

    fosil’den alinti:

    “Çıplaklar arasında 3 yıl yaşayan biri, “bir defa bile kamışı kalkmışa rastlamadım”, der.
    Diğer biri, “vahşi çıplaklar arasında babanı tanıyorsan şanslısın!”, der.
    Herşeyi inkar etsen bile modern yaşamdaki seks açlığının hepinizde olduğunu inkar edemezsin.”

    eyvah! fosil’in ilkel medeniyetinde sex’e de yer yok.

    erdogan bu deliye yetki verse, necip’ten ba$layarak, hepimizi hadim eder.

    madem ki konu sex’ten acildi, bakalim $air e$ref bu konuda ne demi$.

    Ey s…kim kalkma sakın, sonra seni sustururum;
    Mürtecidir diye jandarmalara tuttururum.
    Takarım bir polisin arkasına seni,
    Yediğin herzelerin cümlesini kustururum!

  806. marxist argüman

    dalkavuk ideologlar

    aptal $arlatan demir kücükaydin’in zirvalarinda boncuk/keramet arayan yorumcuya:

    demir kücükaydin’in yazdiklarini ele$tirmeyi düsünürken, internette bu i$i yapan insanlar oldugunu görünce vazgectim:

    -yalansiz: demir kücükaydin’in ulusculuk tezi neyi gizliyor, ferhan umruk
    -islam ve marxizm, bir demir kücükaydin elestirisi, garbis altinoglu
    -bir demir kücükaydin elestirisi, hikmet kuran

    yukarda adini verdigim internette okunabilecek ele$tirilere ek olarak, insanlarin kafasini bulandirmaktan ba$ka bir i$e yaramayan bu aptal $arlatan’in zirvalari hakkinda $u kadarini belirteyim:

    cumhuriyet döneminde kemalizmin bir ideoloji olarak teorisyenligini yapan tkp kökenli kadro dergisi yazarlarinin ve bugün islamci erdogan rejiminin ideologluguna soyunmu$ yeni $afak gazetesinin kö$e yazari ibrahim karagül gibilerinin yaptiklari ne ise d. kücükaydin’in yaptigida o’dur.

    demokrasi idealisti d. kücükaydin da yine diger bir demokrasi idealisti olan a. öcalan’in teori ve pratiginin ideologluguna soyunmu$ bir dalkavuk.

    öcalan, t.c.’nin eline dü$tükten sonra, kendini afettirmek icin kendi deyimiyle “devlet’e hizmet etmeye” hazir oldugunu beyan etmi$ti.

    bu “hizmet”in teorik kismi $uydu: öcalan henüz suriyede iken, sosyalist blok’un tarih sahnesinden cekilmesinden sonra nato devleti t.c.’den toprak koparmanin imkansizligini anlami$ ve t.c. ile uzla$ma arayi$larina giri$mi$ti zaten.

    iceri düstükten sonra ise ulus ve ulusculuk hakkinda, $imdi d. kücükaydin tarafindan da dile getirilen $u fikirleri kürt ulusal hareketine empoze etmeye cali$ti:

    birincisi, avrupa birligi (AB) gibi ulusüstü olu$umlardan da anla$ilacagi gibi ulusculuk/milliyetcilik fikri bitti bitiyor; tarihe kari$iyor.

    ikincisi, ulusalcilik/milliyetcilik fikri etnik temizlik ve katliamlara yol acan yanli$ bir fikirdir; bunu terk etmek lazim.

    yukarda ki önermeler, -dogru yanli$ olmalarindan bagimsiz olarak-, öcalan ‘nin devlet ile uzla$ma arayi$larina tekabül ediyor:
    kürt ulusal hareketinin “ulusalci/milliyetci” ve “ayrilikci” özünü törpüleyip, kürt ulusal hareketini türk devletine/türk milliyetciligine entegre etmek. (hatirlayalim: cözüm süreci ve türk ve kürt milliyetciligini islam bayragi altinda birle$tirme projesi)

    d. kücükaydin’in, insanlara biat etmeyi vaaz eden ve egemenlerin yönetme enstrümanlarindan olan din’i/inanci ele$tirip te$hir etmek yerine, din’e/inanca hayali/olmadik olumlu meziyetler atfetmesinin kaynagi da yine usta bir oportünist/pragmatist siyasetci olan öcalan’in din hakkinda ki fikirleridir.

    modern ve laik bir ulusal harekete liderlik eden öcalan, kürt toplumunda ki güclü din/inanc engelini, din’i ele$tirerek degil, din ile uzla$arak a$ma yolunu benimsemi$ti.

    din/inanc ele$tirisinin kendisine taraftar kaybettirecegini düsünen öcalan, 90’li yillarda “din’e devrimci yakla$im” adiyla islam dininin özünde aslinda ne kadar “devrimci” oldugu gibi zirvalar döktürmeye ba$ladi.

    i$te dalkavuk d. kücükaydin’in islam dininde ya da bir dinde olmasi mümkün olmayan hayali “devrimci/ilerici” meziyetler aramasi ve bulmasinin kaynagi öcalan’in din hakkinda ki tamamiya pragmatist/oportünist bu fikirleridir.

    insan akli ve mantigiyla alay eden dini dogma ve hurafelerde “devrimcilik” ke$feden aptal $arlatan d. kücükaydin’in da tipki öcalan gibi oportünist/paragmatist bir mantik ile meseleye yakla$tigini tahmin etmek güc degil: öcalan bu kadar taraftar topladigina göre fikirleri de dogrudur; bu kadar ba$arili bir siyasetcinin fikirlerinde vardir bir keramet.

  807. marxist argüman

    marxizm ya da solculuk adina $arlatanlik yapan siyaset cambazlari neden son kertede devlet’e ve egemenlere hizmet ederler?

    aptal $arlatan demir kücükaydin’dan alinti:

    “Kendi nefsine karşı savaş savaşların en kutsalıdır.
    Türklerin Türklüğe, Kürtlerin Kürtlüğe, Çinlilerin Çinliliğe, Hintlilerin Hintliliğe, Amerikalıların Amerikalılığa karşı savaşı, yani nefislerine karşı savaşı en kutsal savaştır.”

    “nefs/nefis” kavramini tdk $öyle tanimliyor:

    1. Öz varlık, kişilik
    2. İnsanın yeme içme vb. gereksinimlerinin bütünü

    dinlerde ki “ölmeden nefsini öldürmek; nefsine sava$ acmak” gibi önermeleri daha cok kelimenin ikinci anlamina denk gelirken, d. kücükaydin’in bu dini söylemle kastettigi, kelimenin birinci anlamina denk geliyor.

    1. aptal $arlatan d. kücükaydin ve öcalan gibi siyaset cambazlarinin yazilarinda dini dogma ve hurafeleri ve islami ideolojiyi ele$tirmek yerine, din’i ve mitolojik söylemlerle yogrulmu$ ve din’de/islam’da “devrimci keramet” arayan teorileri türkiyede ki islami rejimin degirmenine su ta$imaktan ba$ka hicbir i$e yaramaz.

    diger bir ifade ile, öcalan ve d. kücükaydin’in yaptiklari, t.c. de dahil, ortadogunun islami rejimlerine ve islamci i$id, el kaide gibi örgütlerin cihat sava$ina ideolojik katki yapmaktan ba$ka bir i$e yaramaz.

    2. $arlatan d. kücükaydin’in “türklük, kürtlük” gibi siyasi/ideolojik kimlikleri “insanin nefsi” olarak tanimlamasi ve tipki bir din adami gibi insanlari kendi nefislerine sava$ acmaya davet etmesi bilincli bir carpitma degilse, kafa kari$ikliginin, aptalliginin göstergesidir.

    bu aptal $arlatanin nefs/nefis kelimesini “öz varlik, ki$ilik” anlaminda kullandigi belli oluyor.

    “türklük”, “kürtlük” gibi tanimlar ulusalci/milliyetci olan “siyasi/ideolojik kimligi” tanimlar. bir insanin ana dilinin türkce olmasi ya da türkiyede ya$amasi ya da türk vatanda$i olmasi demek, o insani otomatikmen türk milliyetcisi yapmaz.

    yani “türklük”, “kürtlük” öyle dogu$tan insanin alnina yazilmi$ bir kader ya da biyolojik cinsiyet benzeri bir$ey degildir.
    insanin dogarken dünyaya beraber getirdigi bir özellik falan da degildir. nedir peki?

    cevap: birincisi, SINIRLARI icinde dogdugu ya da ya$adigi devletin insanlara sormadan verdigi, adina “kimlik/nüfus cüzdani” denilen vatanda$lik belgesidir, bir nevi devletlerin insanlara vurduklari damgasidir.

    ikincisi, “kültürel kimlik” olarak tanimlanan etnik köken, ana dil vs.

    fakat ne devletin verdigi vatanda$lik belgesi bir insani otomatikmen türkcü yapar ne de kültürel/etnik köken.

    örnek: “türklük” denilen siyasi/ideolojik kimlik, milliyetci/irkci aile ve okul egitiminin yanisira, basin yayin ile insanlara a$ilanmasiyla ba$lar, sözkonusu insanin büyüdükce türk devletini kendi devleti olarak görüp sahiplenmesi; kendini o devlet ile özde$tirmesi ve devletin siyasi/ekonomik programini/rejimini dogru bulup desteklemesi ile olu$ur ve tamamlanir.

    aile ve devlet egitiminin/terbiyesinin eseri “ideal vatanda$” tipinin muhafazakar/müslüman versiyonu bu sitede ki necip iken, kemalist/laik versiyonu da “sözcü” ve “cumhuriyet” okurlari oluyorlar.

    sonuc: “türklük”, “kürtlük” ya da “türkcü”, “kürtcü” gibi kimlikler insanlarin dogumla beraber dünyaya getirdikleri özellikler olmayip, insanlarin büyüdükce bilincli bir tercih sonucu edindikleri/benimsedikleri siyasi/ideolojik kimliklerdir.

    hal böyleyken, bilincli bir siyasi/ideolojik tercih yapmi$ milliyetci/irkci insanlara “kendi nefsinle sava$” cagrisi yapan aptal $arlatan d. kücükaydin’a ne demeli $imdi?

  808. Soru mu, Cevap mi

    Genellikle yerinde, geçerli, uygun sorular sormak zaman içinde yanlış olacakları kesin cevaplar sıralamaktan çok daha değerli bir yaklaşım arzeder.
    Eğer dünya kapitalist düzen 40-50 yıl önce günümüzdeki bunalım içine girmiş olsaydı, Marksiz mi bir çözüm olarak seçermiydi?
    Avrupa’da feodal düzenden kapitalist-burjuva düzene geçmeyle değişmeyen bir şey, hatta tek bir şey, var mı?
    Büyük Marksistlere (yarı Türkçe yarı İngilizce “Marxist Argüman gibi) göre Büyük Fransız Devrimi bir burjuva devrimiydi. Büyük anarşistlere (Marksistliğinin vicdan azabıyla nadim Gun Zileli gibi) göre o devrimin burjuva olduğu Marksistlerin uydurması. Her halükarda, Büyük Fransız Devrimi’nin Fransa’da yarattığı değişmeleri 16. yüz yıldan sonra ve özellikle 19. ve 20. yüz yılarda devrim yapmayan ülkelerdeki değişmelerle kıyaslarsak, değişmeler Fransa dışındaki ülkelerde çok daha çarpıcı diyebilir miyiz?
    Aynı soru Dünyanın En Büyük Devrimi olan Bolşevik Darbesi için de geçerli.

  809. Sığır azsa Marksist çok

    Marksistler emekle dünyayı düzeltmeye çalışırlar. Orwell’in “Hayvanlar Çiftiğini”, okumak gerekir. At veya sığır işin laf kalabalığı.
    Eğer gerçekten sığır kıtlığı varsa, Marksistleri hem çalıştırır hem yemek en iyi bir çözüm. J. Swift’in Marksist merdivenin en üstünde oturan asil, mavi gözlü sarışın, Anarşist okullarıyla meşhur, silahla nişan talimlerini yerlileri öldürmekle yapan İngilizler’e benzeri bir tavsiyede bulunmuştu.

  810. İt iti ısırmazmış

    Sayın Marxsız Argümant
    Eski medeniyetler Afrika kıyılarını ellerine geçirmekle daha büyük güçlere sahip olmak istediler. Amerikalar ve diğer kıtaların icatları da aynı amaçla oldu. 1492’de kapitalizmin maddi şarları oluşmuştu ve insanlık merdiveninde bir basamak daha atlayan Avrupa, o tarihte, neden Afrika içine dalıp karanlık yerlere doğayı aydınlatan Antik Yunan meşalesini ve vahşilerin ruhlarını aydınlatıcı Judeo-Hristiyan manevi ışığını taşıyacağına uzak doğuya giderken bile salt kıyılarda kaldı.
    Çinliler Portekiz’lerden daha önce ve yine salt kıyılarda kalarak günümüz Güney Afrika’ya kadar indiler.
    Marks tarih bilmeyenleri pek sevmezdi. Gün amcan da senin bu yollarından geçip tövbe etti. Ondan senin ders alman daha uygun gibi.

  811. Marks mı İsa mı

    Marksist olmayan Marks’ı Diriltmek isteyen Marxist Argüman
    Sayın Marxsız Argümant
    Eski medeniyetler Afrika kıyılarını ellerine geçirmekle daha büyük güçlere sahip olmak istediler. Amerikalar ve diğer kıtaların icatları da aynı amaçla oldu. 1492’de kapitalizmin maddi şarları oluşmuştu ve insanlık merdiveninde bir basamak daha atlayan Avrupa, o tarihte, neden Afrika içine dalıp karanlık yerlere doğayı aydınlatan Antik Yunan meşalesini ve vahşilerin ruhlarını aydınlatıcı Judeo-Hristiyan manevi ışığını taşıyacağına uzak doğuya giderken bile salt kıyılarda kaldı.
    Çinliler Portekiz’lerden daha önce ve yine salt kıyılarda kalarak günümüz Güney Afrika’ya kadar indiler.
    Marks tarih bilmeyenleri pek sevmezdi. Gün amcan da senin bu yollarından geçip tövbe etti. Ondan senin ders alman daha uygun gibi.

  812. Anarşist Müdür, teknisyen müdürü ısırmaz

    Sayın Müdür Bey ve Tecnician-Teknisyen Necip Bey
    Türkler Anadolu’ya geldiklerinde Osmanlı imparatorluğunu kurmaya mı geldiler?
    Türkler çoban göçebelikten senin gibi hayatı müdür koltuğunda geçip fazla gaz yapan yerleşik yaşama geçişi, örneğin Gök Türkler, Uygurlar, Selçuklar gibi, yerleşik yaşama geçiş için mi yaptılar?
    Avrupalılar Amerika kıtalarına kapitalizm kurmak için mi gittiler?
    Maymun neden kuyrukludur?

  813. Eski Dinler ve Yeni Dinler

    Din, İnanç, Mit, Laiklik, Modern Mit vs.
    Modern çağa egemen olan mitin cana yakın ve zavallılara ümit veren bir alt miti olan Marksizm’in aslında bir din olduğu çoktan ispat edildi. Mitlerin dine dönüşmesiyle bozulması medeniyetler tarihinde çok sık olur.
    Hıristiyanlığın bir din olmadığında ısrar eden ve Hıristiyan anarşistlere ilham olan bir teologa sorarlar:
    – Allah Bach’ı mı, yoksa Mozart’ı mı dinlemeyi tercih eder?
    Bilim-teknik, zenginlik, meta, laiklik, ilericilik, üreticilik, özgürlük, demokrasi, eşitlik olan, “dinimiz ve tanrımız yanlış ellerde” ilahilerini tekrarlayıp duran yeni din imamlarından sonsuz farklı bu gerçek düşünür cevap verir:
    – Derin düşünceye daldığında Bach’ı, şen olmak istediğinde Mozart’ı dinler.
    Günümüzde müzik denilen gürültüyle Mozart’ı vahşi çıplaklara dinletirler. Vahşi çıplaklar Mozart’ı seçer.
    Kendi soysuzlaşmış dininin farkında olmayan, ki bu çok yaygındır, müzikte din gören bir şekilci azılı devrimci, ” Ezan sesinin hiçbir türlüsünü dinlemek istemem.”, der.
    İlk medeniyette bütün tanrıları toplar bir tapınağa koyarlar.
    5-6 bin yıl sonra elbiseli vahşi Kızılderililer medeniyetin en son piçi Avrupa beyazları hakkında şöyle bir gözlemde bulunurlar:”Beyazlar gelmeden önce tanrılar her yerde özgürce dolaşırlardı, günlük hayatımız tanrılarla doluydu. Beyazlar hepsini birleştirip tek yaptılar ve ulaşılmayacak gökyüzüne koydular.”
    Bu, Marxsist Argüman’ın putu Marks’ı çağrıştırır.
    Toynbee aynı şeyi biraz farklı söyler: “Son 5 bin yıl insanlar Devlet’e taptılar ama Allah’a taptıklarına inandılar.”
    “Bilim-teknik-zenginlik” (= mavi gözlü sarışınlık) tanrısına tapanlar buna cici bici laiklik adı takarlar.
    Bu laik din müminler Marxist Argüman, Zileli, Kırmızı-Beyaz yakalılarla laik olmayan değişik adlı aynı din mümini Müdür -Technician-Teknisyen- Bilgisayar Mütahassızı Sayın Necip Bey arasındaki aile içi kavgasının sonu gelmez. Çünkü fark kelime farkları.
    Mesela, eski Marksist-Leninist-Stalinist adını değiştirir Anarşist olur. Ama aynı dine bağlı kalır.

  814. Salaklar komplosu

    Zileli kendi muhteşem yazılarını yayınlar, satılık kitaplarının reklamını yapar.

    Ölmüş eşşeği diriltmeye çalışan eski Zileli Marxist Argüman’ı yayınlar.

    Dünyadan habersiz tipik bir teknisyen olan Necip’i yayınlar.

    Diğer birçok yazılar kendine dokandığı çin yayınlanmaz.

    Bu bir komplo mu acaba?

  815. “Bu bir komplo mu acaba?”, yazımdan dolayı özür dilerim.

  816. Sayın, Marksist olmayan Marks’ın, Marxist Argümancısı:
    Dahe henüz 70lerde Türkiye Marksist ezanları dinleyip uyuyanlar ve dinledikleri ezanları senin gibi okuyanlarla dolup taşarken, benim tanıdığım anarşist arkadaşlar eski bir deyişi güncelleştirdiler.
    Din yığınların afyonudur.
    Marksizm ümitsizlerin antidepresanıdır.
    Aynı arkadaşların aynı yıllardaki diğer bir sloganı:
    Marksistler herkes orta sınıf (eski dilde burjuva) olsun isterler; anarşistler herkes yüce, soylu olsun isterler.

  817. arkadaşlar, şu anda Kınalıada’da kediler fazla hastalanıyor ve kayıplar da epeyce. Bu sabah fib hastası kedimi doğaya bıraktım. Biri de iştahtan kesilmiş, yatıyor. O neyse ki gördüğüm kadarıyla fib değil. çünkü fib öldürücü. neyse başınızı ağrıtmayayım. Bu site başlığında da görüleceği gibi 8 yıldır faaliyette. Terbiye sınırlarını aşanların ya da paranoyakça saçma sapan sarhoş muhabbeti yapanların dışında, gelen bütün yorumlar ayrımsız yayımlanmıştır. Bugünlerde bazı gecikmeler olursa aklınıza yanlış düşünceler takılmasın. Kediler beni fazlasıyla meşgul ediyor şu sıra. Gecikmeler bununla ilgilidir.

  818. mesajınız muhatabının uyarısı üzerine yayınlanmadı.

  819. marxist argüman

    ipini koparan psikolojik delilerin, paranoyaklarin dolu$ugu site: günzileli.com

    timarhane kackinlarin ikinci adresi: günzileli.com

    sayin zileli, bu sitede fikir tart$masi yapmanin, yorum yazmanin tadi tuzu kalmadi.
    iddia ediyorum: türkiyede, yorumlar bölümünü kastederek söylüyorum, seviyesi en dü$ük site bu sitedir.

    bu paranoyak fosil, deli zirvalariyla sitenin yorum kismini cöplüge dönderdi.

    hayatimda ilk defa böyle “hilkat garibesi” bir yaratik ile kar$ila$iyorum. bu deli sayiklamalarinda ne bir bilgi var, ne anlam bütünlügü var, ne düzene, devlete, rejime bir ele$tiri var. paranoyak deli bu sitede tanimadigi insanlara don ki$ot gibi sava$ acmi$; o yaziyor, zileli de yayinliyor.

    bir diger deli de necip’i yakin markaja almi$ olan deli.

    bana güya yazmi$: bre ahmak, necip, yaptigi i$i acikca yazmasaydi sen nerden bilecektin necip’in patron oldugunu?

    necip’in ne i$ yaptigindan, özel hayatindan sana ne bana ne?

    farzedelim necip bu sitede artik yorum yazmaktan fazgecti, sen o zaman kime ne yazacaksin?

    sen bir, diger hilkat garibesi zir deli iki, sürekli olarak ki$isel polemik yapiyorsunuz. bu sitede ki$isel polemik yapanlar, sidik yari$tiranlar, yeter bre, sitenin yorum bölümünü dedikodu, magazin, televole yerine cevirdiniz.

    sayin zileli, kuralsiz, normsuz, seviyesiz fikir tarti$masi yapmak mümkün olmaz; ben de dahil olmak üzere, yanli$ yapani uyarin ve düzeltin.

    site sahibi ayni zamanda sitenin moderatörüdür.

  820. marxist argüman

    bana cevap yazan hilgat garibesi fosil,

    takmi$sin benim mahlasimda ki “marxist” kelimesine; arkada$ sen ne igrenc bir insansin. benim yazdiklarim ortada; ben marx’in propagandasini yapmiyorum; mensup oldugum bir örgüt falan da yok; hicbir örgütün partinin propagandasini da yapmiyorum.

    benim mahlasimi degil benim yorumlarimda yazdiklarimi tarti$; benim yazdiklarim icinde yanli$ buldugun nedir, o’nu yaz.

    mevcut devlete, düzene, ekonomiye bir ele$tirin var mi, o’nu yaz.

    türkiyede ve dünyada olan biten ve insanlarin günlük hayatini ilgilendiren olaylar ve durumlar hakkinda fikrin nedir, o’nu yaz.

    ilk defa bir insandan bu derece igrendim, arkada$ sen ne igrenc bir insansin. devleti, düzeni birakmi$sin bu sitede tanimadin insanlara saldiriyorsun; bir eli yagda bir eli balda ya$ayan zenginleri, egemenleri, yönetenleri, din tacirlerini vs. birakmi$sin, bunlari ele$tiren benim gibi insanlari dü$man bellemi$sin.

    bilerek ya da bilmeyerek devlete/düzene hizmet eden tiksindirici bir insansin.

  821. marxist argüman

    sayin zileli,

    ben bugünden itibaren bu paranoyak hastanin yazdiklari hakkinda hicbir $ey yazmayacam; bu deli’nin bana yönelik yazdiklarinizi da yayinlamanizi istemiyorum.

    site sahibi olarak bunu yapmak sizin hem hakkiniz hem de sorumlulugunuzdur.

    ikincisi, bu sitede necip hakkinda yorum yazan ki$inin yaptigi fikir tarti$masi falan degil, te$hirdir, mobbing’tir.

    fikir tarti$malarinda insanlarin özel hayati, ne i$ yaptiklari vs. sözkonusu edilmez, edilmemeli. hangi sebeple olursa olsun, sizin “mobbing” anlamina gelen böyle seviyesizliklere izin vermenizi yanli$ buluyorum.

    site sahibi olarak bu meseleye bir ceki düzen verdiniz verdiniz, vermediniz bu benim günzileli.com da yazdigim son yorum olacak.

    bu kadar seviyesizligi, sacmaligi benim midem kaldirmiyor artik.

  822. Necip, izdivaç programları yasaklanmalı mı?
    Yoksa bunları yapan “kapitalist”lerin kar elde etmesine engel olacağından yasaklanmamalı mı?
    “Kapitalizm” doğal ise “kapitalist”lerin yaptığı izdivaç programlarını kaldırmaya çalışmak doğaya aykırı bir çaba mı?

  823. Şaşkın Beyni Fosil

    Zavallı Marxist Argüman,
    “eyvah! fosil’in ilkel medeniyetinde sex’e de yer yok.”
    Türkçeye çeviri: düzeltmeler [] arasında.
    “[Eyvah]! fosil’in ilkel medeniyetinde [seks]’e de yer yok.”
    Marxist Argüman seks açlığı içinde doğup büyüdüğü için antropologların iki alıntıyla medenilerin seks sapıklığı ve seks açlığını vurguladığını anlamamış.
    Alıntı 1: Çıplaklar arasında 3 yıl yaşayan biri, “bir defa bile kamışı kalkmışa rastlamadım”.
    Alıntı 2: “vahşi çıplaklar arasında babanı tanıyorsan şanslısın!”
    Eğer aynı vurgulamayı bir filimde görmek istiyorsan “Walkabout”, filmini seyret belki uyanırsın. İnşallah!
    Film aynı anda bir yanda neşe içinde saplantısız çıplakları, diğer yanda seks açlığından kafayı yemiş sana benzerleri gösterir.
    Sen, medeniyeti, seks açlığını gideremeyenlerin, bu enerjilerini başka alanlara transfer edenlerin, güdülerini iyiye yönlendirenlerin kurduğunu ileri süren Freud’u bile duymamış bir gerçek hödüksün. Oğlum, bırak şu anlamadığın Marksistliğin komisyonculuğunu! Erdoğan sizleri deli divane etmiş. Kendine çeki düzen ver. Biraz sanat ve resim akımları, şiir ve edebiyat, sürrealizm, Dadaizm hakkında bilgi edin. Marks’ı taklit et. Marks Antik Yunan edebiyatını son derece iyi bilirdi, Marks şiirler yazdı, klasik eserleri son derece iyi bilirdi, hatta dünya edebiyatını bile bilirdi. Sen çok kabaksın.
    Sana bir ipucu daha vereyim.
    Kurnazın biri “Erkekler Seks Düşünmediğinde ne Düşünürler?”, diye bir kitap yazdı. 3-400 boş sayfa ve herif köşeyi döndü.
    Dünyanın dört bucağında yaygın iğfaller, çocuk fahişelik trafiği, medeniyette ilk mesleğin fahişelik olduğu, Çin’de ayak bağlama, Japonya’da geyşalar, Orta Doğu ve diğer yelerde haremler, genel evleri, vs. vs. vs
    Sen bunlara seks mi diyorsun? Sen sadece sonsuz cahil değil, sonsuz sapıksın.
    Çıplak vahşiler arasında fahişelik ilk defa ve sadece yerleşik yaşamın zorla dayatılanlar arasında rastlanır. Afrika’da bazı aşiret kadınları, bu duruma düşmemek için kendilerini bilerek çirkinleştirdiler.
    Cahilliğin sonsuz.
    Vahşi ama sen ve sana benzer faşist ruhlu medeniler gibi olmayan bir aşirette kadın kıtlığı olur. Hemen şahane bir sosyal çözüm bulunur. Eşcinsellik!
    Diğer bir vahşi aşirette her iki taraftan hoşlanan eşcinsellere gıpta edilir.
    Bir de siz medeniler arasındaki eşcinsellikle ilgili akıl almaz safsatalara bak. Senin ölmüş Marksizm’e benzer.
    Cahilliğin sonsuz.
    Hatta şimdi bile Şili’de, senin gibi adilerden oluşan medeniyetin pençesinden kayıp kurtulmuş ama elektrik, smart phone, televizyonları olanlar arasında, çocuğunun babasın kim olduğunu bilmeyen genç kadınlar sana benzer bürokratları gazabına uğramamak için hastaneye gitmezler.
    Sana benzeyen Marksist Bolşevikler darbesinden sonra sıradan halkın en fazla çözümünü aradıkları, toplantılarında en fazla gündeme getirdikleri sorun seks ilişkileriydi. Tabii sana benzeyen Bolşevikler aynı senin gibi üretim, ekonomik, dünya emperyalizmi, politik sorunlar, vs. vs . vs. şarlatanlığıyla hemen buna son verdiler.
    Cahilliğin sonsuz.
    Senin beynin fosil olmuş. Eminim ki, eğer bu Marksizm afyonundan uyanırsan, bana teşekkür edeceksin. Senin dünyadan haberin yok.
    Öğrenciler senin cahilliğinin sonsuz olduğunu çok daha ince ve güzel dile getirirler.
    Bekle bulurum.

  824. Kedileri Sevmemek İmkansız

    Sayın Gün Zileli,

    Ben de kedileri çok sevdiğim için “Bu bir komplo mu acaba?”, cümlesiyle biten yazım beni gerçekten üzdü ve kedilerin başına gelenler daha da vahim olduğundan özellikle üzüldüm.

    Ümit ederim nedenini bulursunuz.

  825. Yukarıdaki sorumu kısaltmalıyım: Kapitalizm doğalsa izdivaç programları da mı doğal?
    Peki, izdivaç programları doğal değilse kapitalizm neden doğal bu durumda?

  826. Teşekkürler. Burada kediler arasında oldukça yaygın olan kedi gribi. Burunları akıyor ve önlenmezse ölüme de götürüyor. Bir de fib var ki sulu olanı kesin öldürücü. Uğraşışoruz bakalım. Duyarlılığınız gerçekten duygulandırıcı.

  827. doğrusunu söylemem gerekirse yorumları çok iyi incelemeye vaktim olmuyor. Sadece küfür var mı diye bakıyorum. Bundan sonra daha fazla dikkat etmeye çalışacağım.

  828. marxist argüman

    zileli: “doğrusunu söylemem gerekirse yorumları çok iyi incelemeye vaktim olmuyor. Sadece küfür var mı diye bakıyorum. Bundan sonra daha fazla dikkat etmeye çalışacağım.”

    sayin zileli, siz ya gercekten yorumlari okumuyorsunuz, ya da dürüst degilsiniz.

    bu paranoyak hasta küfürbaz delinin düzgün cümle kuramadigi icin yazdiklarinda bir anlam bütünlügü olmamasi bir yana, icinde küfür olmayan tek bir yorumunu gösterebilir misiniz?

  829. Yorumları pek okuyamadığımı söylemiştim zaten. Bundan sonra dikkat edeceğim de demiytim. Şu elinizdeki klişe yaftaları (“dürüst değilsiniz” vb) bir kenara bıraksanız iyi edersiniz.

  830. “ikincisi, bu sitede necip hakkinda yorum yazan ki$inin yaptigi fikir tarti$masi falan degil, te$hirdir, mobbing’tir.
    fikir tarti$malarinda insanlarin özel hayati, ne i$ yaptiklari vs. sözkonusu edilmez, edilmemeli. hangi sebeple olursa olsun, sizin “mobbing” anlamina gelen böyle seviyesizliklere izin vermenizi yanli$ buluyorum.”

    Eğer, “sınıf mücadelesi” ya da “survival of the fittest” (dikkat ettiyseniz iki zıt ideoloji de aynı gerçeği kabul ediyor) her yerde geçerliyse bu arkadaşın yaptığı da başka herkesin yaptığı gibi normal değil mi?

    Bunun dışında, kendisinin de yukarıdaki yorumunda değindiği bir duruma dikkat edersek, kapitalistlerin ya da egemen sınıfların her an her yerde yapmakta olduğu “psikolojik terör”e engel olmadan bu arkadaşa engel olmak mevcut durumu / düzeni kabullenmek anlamına gelmiyor mu?

  831. Necip buradaki en sakin kişi olduğu için en doğru düşünen kişi:

    Luke: Is the dark side stronger?
    Yoda: No, no, no. Quicker, easier, more seductive.
    Luke: But how am I to know the good side from the bad?
    Yoda: You will know… when you are calm, at peace, passive.

  832. marxist argüman

    osmanlida özel mülkiyete ve kapitalist pazar ekonomisine geci$

    devlet mülkiyetinden özel mülkiyete, toplum icin üretimden pazar icin üretime geci$

    “Sonrasında yeni topraklar fethedilememesi ve hatta toprak kayıplarının başlaması Osmanlı toprak düzeninin giderek etkinliğini yitirmesine yol açınca, tarımsal mülkiyet yapısı da değişikliğe uğradı. Merkezi yönetim, gelirlerini arttırmak için miri toprakları ya doğrudan satışa çıkarmak ya da vergi toplama işini özel teşebbüsçülere (mültezim) bırakmak gibi yöntemlere başvurmak zorunda kaldı.

    İltizam usulü denilen bu olayın toprak mülkiyetini özelleşmesi yönünde çok önemli bir adım olduğu söylenebilir. Mültezimlerle bir Ukte merkezi hükümetin sivil-asker görevlileri, özellikle merkezin gücünü ve etkinliğini yitirmesiyle, önce miri nitelikte olan topraklar üzerinde fiili bir özel mülkiyet oluşturdular.

    Nitekim, 1858 tarihli Toprak Yasası (Kanunname-i Arazi) ilke olarak özel mülkiyeti benimsiyordu. Toprak mülkiyetinde özelleşmeyi hızlandıran bir başka etmen ekonominin yabancı sınai ürünlere ve sermayeye açılması sonucu, özellikle Batı Anadolu’da pazar için üretimin giderek yaygmlaşmasıdır.

    Tütün, pamuk gibi sınai bitkilerin üretiminin yaygınlaşması, merkezi yönetimin etkisini yitirdiği bir dönemde toprağın özel mülkiyete geçişini hızlandırmıştır.

    Mülkiyet değişimi ile tarımın üretici güçleri üzerinde kişiler söz sahibi olmuştur. İktisadi gücün doğrudan siyasi güce yansıdığı bu dönemde, bu kişiler Sened-i İttifak diye bilinen İngiltere’deki Magna Carta benzeri bir anlaşma ile yönetime ortak olma gücünü elde edebilmişlerdir.

    Tarım sektöründe, toprak mülkiyetinin nitelik değiştirmesi ve sınai bitkilerin üretiminin yaygınlaşmasıyla üretim anlayışı da değişti; toplum için üretim, yerini pazar için üretime bıraktı.” (osmanlidan cumhuriyete özel giri$imcilige yönelik devlet politikalari, Doç. Dr. Yaşar Bülbül)

  833. İhtiyar çoban

    ”Beyaz Zambaklar Ülkesi”nde Finlandiya’nın kuruluş hayali çiçekli, böcekli, demokrasili, sevgili saygılı, insancıl, doğacıl olduğu için, Atatürk, Türkiye için de! diye bu kitabı tercüme ettirir. Boğazlamalı, kurbanlı, yanaşmalı bir kültürde bu olmaz!
    Fikret’in ”her taraf kurban, kan kan kan…” dediği, budur. Şehadet, intikam, ecdat… destanı kolaylığıyla mayalı düzenek,geçin Bedrettin’i, Suphi’yi, Mahir’i, Aziz Nesin’i; Uğur Mumcu’yu bile yaşatmadı.
    Tv’lerde Viking barbarlığından üstte kılıçlı, şişlemeli, kelle uçurmalı dizi furyası, bu galibiyetin şımarıklığı.
    Hey arkadaş bozuntuları, Anadolu hiçbir zaman Sümerli, Etili, Hititli uzantılı bir uygarlık uzantısı da değildi; Bunları da belki iyi niyetli, ütopyacı bir beyin düşündü geçti. Biz, Ebucehil’in, Vahabi’nin, Yezit’in, sarayın, külliyenin mirasçılarıyız.

  834. marxist argüman

    ne bati’da ki kapitalizmin geli$imini anlami$ ne de bunun osmanlinin yikili$ina yol acan etkisini anlami$, bundan dolayida jöntürkleri ve kemalistleri “imparatorlugu yikan hainler” olarak görüp nefret eden necip gibi türk muhafazakarlarinin dikkatine:

    geli$en bati kapitalizminin osmanliyi yari sömürge haline dönü$türme süreci

    “1828-29 Rus savaşındaki yenilgiden sonra Rusya ile Serbest Ticaret Anlaşması imzalayan Osmanlı Devleti, benzeri bir anlaşmayı Mehmet Ali Paşa isyanına karşı siyasi ve askeri desteğini almak gayesiyle İngiltere ile yaptı.

    Sözleşmede, İngiltere’den sonra diğer Avrupa ülkelerinin sanayi ürünlerine de aynı avantajlar sağlanmıştı. Bu devletler de bunu kullanmakta gecikmediler. Neticede, imparatorluk batı sanayiinin açık pazari haline geldi. Sanayinin özel kesim elindeki kısmı çökerken, devletin elindeki bazı kuruluşlar eskisi gibi olmasa da faaliyetlerini sürdürmüşlerdir.

    Bunlarm sonucunda, Avrupa sınai kapitalizminin ülkemizde doğurmuş olduğu buhran.,, gittikçe genişleyerek ve birer birer bütün sanayi şubelerine sirayet ederek, asrın 2. yarısında sanayimizin çöküşünü tamamlamıştır.

    Gerçeği söylemek gerekirse evvelki asırlardan devralınan sanayiin, artık ülkede yalnız sınırlı artıklari kalmıştır. Pek çok yazarın bu görüşte olduğu bilinmektedir.

    Anlaşma Osmanlı sanayinin çökmesine yol açmış, eğer ekonomi kendi yolunda devam edebilse mümkün olabilecek gelişmeleri engellemiş ve nihayet kapitalist sanayileşmeye geçişi engellemiştir.” (osmanlidan cumhuriyete özel giri$imcilige yönelik devlet politikalari, Doç. Dr. Yaşar Bülbül)

  835. marxist argüman

    osmanlida devlet eliyle ulusal/milli bir “finans kapital/finans sektörü” yaratma politiklari

    yukarda adi gecen cali$madan alinti:

    “İttihat ve Terakki Cemiyeti, benimsediği ulusçuluk akımı doğrultusunda «millî» bankalara önayak olmuş, üyelerini bankacılığa özendirmiş, kuruluşlan sırasında gerek maddî, gerek manevî her türlü kolaylığı sağlayarak Osmanlı para piyasasını «millileştirme»yi amaçlamıştı.

    Böylece, o güne değin yabancıların ve gayr-ı müslimlerin uğraş alanı olarak görülen bankacılık, bankerlik ve sarraflık giderek Müslüman-Türk eşrafin eline geçmişti.”

  836. ‘izdivaç programları yasaklanmalı mı?’

    ‘Hic seyretmedim’ desem yeridir. Rastladigimda cok kisa bakip gectigim programlar arasinda bunlar, ‘Survivor’ ve mac yayinlari filan gibi seyler basi ceker.

    Seyretmeyisimin sebebi ahlakciligim filandan kaynaklanmiyor; bilgi icerigi cinsinden vaktimi ziyan ettiklerini dusunurum; benim ‘eglence’ anlayisimda da karsilik bulmazlar.

    “Yoksa bunları yapan ‘kapitalist’lerin kar elde etmesine engel olacağından yasaklanmamalı mı? ‘Kapitalizm’ doğal ise ‘kapitalist’lerin yaptığı izdivaç programlarını kaldırmaya çalışmak doğaya aykırı bir çaba mı?”

    Konuyu ‘kapitalizm’le (veya, ‘kapitalizm’ karsitligi ile) ilintilendirmek cok da dogru gelmiyor bana.

    Anladigim kadariyla, toplumun (her kesiminden) bir itiraz var bu programlara: Bir tur ‘ortulu fuhus’ gibi goruluyor.

    Bu bakisin varligi dogruysa, mesele ‘kapitalizm’ veya ‘kar amaci’nin dogal olup olmadigindan oteye, ‘kar amaci’ guden herseyin (ya da herhangi bir seyin) kabul edilir olup olmayacagidir.

    Liberallerin ikincisinden yana tavir koyacaklarini saniyorum.

    Ben, kendi adima soyleyecek olursam, o kadar da ‘liberal’ degilim; yani bir faaliyetin ‘kar amaci gutmesi’ otomatik olarak benim onu kabul edilir bulmam icin yeter ve gerek sart degil.

    Toplumun kabul edilir bulmasi onemli ve gereklidir.

    Ote yandan, ‘seks’ –en azindan, ima, ihsas veya ‘innuendo’lar seklinde ambalajlandiginda– her zaman (her cagda/devirde) musterisi ve pazari olan bir meta olagelmistir.

    Hep itirazlarla karsilanmissa (ve/ya yasaklamaga kalkisilmissa) da, basarili olunamamistir. Tarihsel ampirik data budur.

    Dolayisi ile, yasaklamak cozum degil. O kadarini biliyoruz.

    Ama, bu programlari yapanlarin akillica davranip, itirazlara yol acan unsurlarin yogunluk esigini dusurmeleri akillica olur.

    Aksi, halde, artan infial sonucunda yasaklanmaktan baska alternatif kalmaz.

    Baska bir deyisle, kisa donemde cok kar etmek ile, daha az kar ederek cok daha uzun donemli olup olmamak arasinda bir tercihte bulunmasi gerekiyor programlari yapanlarin.

    O da, ‘kapitalizm’le degil, akilli olmak veya olMAmakla alakalidir bence.

    [Sorularinizin kisaltilmis halini sonradan okudum; dolayisi ile, cevap da uzayacak 😉 ]

    “Yukarıdaki sorumu kısaltmalıyım: Kapitalizm doğalsa izdivaç programları da mı doğal?

    Peki, izdivaç programları doğal değilse kapitalizm neden doğal bu durumda?”

    ‘Tabiatta abes yoktur’ (‘dogada hicbirsey yersiz degildir’) isabetli bir oneme midir?

    Evet, oyledir. De.. bu tek basina her ‘dogal’a karsi nasil tavir alacagimizi tayin edemez; cunku, her ‘dogal olan, otomatik olarak, ‘bizim icin de iyi’dir anlamina gelmiyor.

    Baska bir suru ornek sayilabilir; ama, ‘dogal afet’ler ilk aklima gelenlerden birisi.

    Dogal midirlar? Evet.

    Peki, o takdirde, neden (ve ne zaman) ‘dogal’a ‘afet’ de ekleyerek zararli anlaminda kullaniyoruz?

    Basit.

    Bizi/insanlari (ya da onemsedigimiz canlilari) ciddi zararlara ugratacak kadar (yakin ve) siddetli olduklarinda.

    Yani, okyanusun dibinde aniden devreye gecen bir yanardagi ‘dogal afet’ saymiyoruz. Haberimiz bile olmuyor; olsa da, umursamiyoruz.

    Sunu demege calisiyorum: Bir seyin ‘dogal’ olup olmadigi, ona yonelik degerlendirmelerimizde tayin edici nokta degil.

    Hep diyorum, ‘yilan zehiri’ de ‘dogal’; ama, belli bir ‘doz’a kadar ‘ilac’, ondan sonrasi ‘ecel’dir.

    [‘Yilan zehiri’nin zararli olduguna hukmedip butun yilanlari yok etmek gibi ahmakca bir karar vermenin mahsurlarini gecmisteki bazi orneklerde gorduk:

    Bunun Hindistan’da deneyen bir ‘Raja’nin, sonunda, yilanlarin zehirleyerek oldurdugunden cok daha yuksek sayilarda insanin vebadan olmesine yol actigi ornekten bahsediyorum.

    Cunku, yilanlari denklemden cikardiginda, yilanlar tarafindan kontrol altinda tutulan farelerin/sicanlarin kontrolsuz artisina yol acmis; bu da, aniden bir veba salgininin ortaya cikmasina sebep olmustu.

    Dolayisi ile, ‘tehdit’ unsuru iceren her seyde oldugu uzere, ne kadar ‘yakin’ oldugu ve ‘doz’u onemlidir.
    ]

    ‘Kapitalizm’ konusunda, benim onun ‘dogal’ bir gelisme sonucunda ortaya ciktigini one cikarmam, onun otomatik olarak (ve her bakimiyla) ‘IYI BIR SEY’ [TM] oldugunu soyledigim anlamina gelmez; gelmiyor.

    Sadece, onun bir ‘ideoloji’ olmadigini, dolayisi ile, ideolojiler araciligiyla da ortadan kaldirilamayacagini soylemek icindi.

    [Ideolojilerin herbirinin kendi iclerindeki eksikliklerden bagimsiz olarak soyluyorum bunu.]

    ‘Kapitalizm’ olgusu, biz insanlarin sosyo-ekonomik ‘dogal’idir.

    Ve, her ‘dogal’da oldugu uzere, siddeti ve yakinligina bagli olarak, zararli olan/olabilecek unsurlar icerir.

    Ve, her ‘dogal’da oldugu uzere, bu unsurlari toptanci bir bakisla yok etmege kalkmak baska yerlerden cok daha buyuk felaketlerin patlamasina yol acabilir. [Bkz ‘Komunizm’ deneyimiz ve sonuclari.]

    Onun yerine, bu unsurlardan sakinmanin ya da onlari olabildigince kontrol altina almanin yollarina bakmak bence cok daha akillica. [Dozunu kacirmamak kaydiyla, ‘Sosyalizm’ mesela.]

    Yani, evet, ‘palyatif’ bir yaklasim. Ya da, su bildigimiz klasik ‘mayna-vira’ yaklasimi..

    Kulaga cok hos gelmese de, en rasyonel olani bence bu.

    Diger her cozum onerisi, cunku, kendimize ‘Tanri’lik vehmetmek anlamina geliyor.

  837. marxist argüman

    islam dininde cihat ve ganimet

    sunni cihatcilarin ganimeti: sex kölesi kadinlar

    “IŞİD militanları tarafından Irak’taki köyünden kaçırılıp seks kölesi yapılan Ezidi aktivist Nadia Murad, köyüne döndü ve bir törenle karşılandı.

    Özgürlüğüne kavuştuktan sonra Nobel Barış Ödülü’ne aday olan Murad, BM İyi Niyet Elçisi olmuştu. IŞİD’den kurtulan Koço’daki eski okulunu ziyaret ederken gözyaşlarına hakim olamayan Murad, hala 3500 kadının seks kölesi olduğunu söylerken, “Biz de erkekler gibi öldürüleceğimizi düşünüyorduk fakat bunun yerine Avrupalılar, Suudiler, Tunuslular ve diğer ülkelerden gelen askerler bize tecavüz etti ve bizi sattı” açıklamasını yaptı.” (basin)

  838. “bu sitede necip hakkinda yorum yazan ki$inin yaptigi fikir tarti$masi falan degil, te$hirdir, mobbing’tir.”

    Dediklerinizde haklisiniz; fakat, daha once de dedigim uzere, beni etkileyen seyler degil bunlar.

    ‘Mobbing’, bence, eger etkileniyorsaniz, ‘mobbing’dir. ‘Bully’ de, eger adam yerine koyup cekiniyorsaniz, ‘bully’dir.

    ‘Teshir’ ise, eger yaptiginiz seyin bir sekilde ‘ayip’ oldugunu dusunuyorsaniz, dert edilecek bir meseledir. Benim boyle bir sorunum yok.

    Tabii ki, ben de, kisilerin ya da olaylarin degil de fikirlerin tartisilmasini tercih ederim; ama, herkesin o seviyede olmasini dayatmak ya da beklemek mumkun degil.

    Eski bir atasozumuzu, ‘it urur kervan yurur’u, akilda tutmak bence en akillica bir yaklasim.

    “hangi sebeple olursa olsun, sizin “mobbing” anlamina gelen böyle seviyesizliklere izin vermenizi yanli$ buluyorum. site sahibi olarak bu meseleye bir ceki düzen verdiniz verdiniz, vermediniz bu benim günzileli.com da yazdigim son yorum olacak. bu kadar seviyesizligi, sacmaligi benim midem kaldirmiyor artik.”

    Dedim ya: Haksiz degilsiniz.

    Ama, Gun Zileli’ye boyle bir gorev vermek (yani, Zileli’den bunlari yapmasini beklemek/dayatmak), hem (isyuku bakimindan) adil olmaz, hem de –buranin genel atmosferi/havasi acisindan– negatif yansimalari olabilir.

    Begenmedigimiz seyleri umursaMAmak bazan en iyi cozumdur.

  839. marxist argüman

    kemalist irkcilar “terörle mücadele”nin ba$arisi icin kanit olarak kürt cesedi görmek istiyorlar:

    “eger varsa bu cesetlerin fotograflari nicin medyaya servis edilmiyor?” (emin cöla$an, gözcü)

  840. marxist argüman

    osmanli erkegi deh$et sacmaya devam ediyor

    kadini özel mülkiyeti olarak gören, islamci erdogan rejiminin eseri osmanli erkegi

    “Adana’da vahşet: Darp ettiği hamile eşini bıçakladı
    Adana’nın Seyhan ilçesinde hamile bir kadın, dini nikahlı eşi tarafından darp edilerek bıçaklandı.” (basin)

  841. “arkadaşlar, şu anda Kınalıada’da kediler fazla hastalanıyor ve kayıplar da epeyce.”

    Bu sadece sizin oralara mahsus degil galiba. Her yerde boyle.

    Birkac ay once, nedenini bilmedigimiz bir sekilde, zehirlenmis ve ustune ustluk 3 metre kadar yuksekten dusmus bir kedi yavrusunu (bulan guvenlik personeli) bize getirmislerdi.

    Ben de onu veterinere goturmustum. Veteriner, bana, ‘bu yavrucagi eve alip omrunun sonuna kadar besleyecekseniz, ugrasayim; yoksa, iyilestikten sonra tekrar sokaga birakacaksaniz, en cok 2-3 sene icinde ‘kedi AIDSi’ yuzunden ölecektir’ dediginde afallamistim.

    Meger, ‘kedi AIDSi’ (insanlara bulasan bir sey degil) o kadar yayginmis ki, sokaktaki kedilerin cok onemli bir kismi bu illet yuzunden ölüyormus.

    Agirlikli olarak cinsel iliski yoluyla yayilmasina ragmen, kisirlastirmak da kesin cozum degilmis cunku kisirlastirmak cinsel iliskiyi engellemiyor.

    Duyunca cok uzuldum. Ama, bireysel olarak benim yapabilecegim tek sey, kedilerimizin evden disariya cikmasina izin vermemekten oteye gecmiyor. Oyle yapiyoruz.

    Hayvanseverlerin bir araya gelip devletten veya belediyeden tibbi bir cozum talep etmeleri sart.

    “Bu sabah fib hastası kedimi doğaya bıraktım.”

    Keske, oyle yapmak yerine, ‘uyut’saydiniz. Boylece hem cekerek olmezdi hem de baskalarina da bulasmasina imkan taninmis olmazdi.

    ‘Uyutmak’ kararini vermenin COK ZOR oldugunu biliyorum; ama, bu tur durumlarda cok daha merhametli bir tercih.

  842. Marxist argüman,

    Şunları yazmışsınız; —necip hakkinda yorum yazan ki$inin yaptigi fikir tarti$masi falan degil, te$hirdir, mobbing’tir. fikir tarti$malarinda insanlarin özel hayati, ne i$ yaptiklari vs. sözkonusu edilmez, edilmemeli. hangi sebeple olursa olsun, sizin ‘mobbing’ anlamina gelen böyle seviyesizliklere izin vermenizi yanli$ buluyorum. bu kadar seviyesizligi, sacmaligi benim midem kaldirmiyor artik.

    Öncelikle; kapitalist sistemde, sömürü mekanizmalarına karşı mücadele etmek; ‘mobbing’ demek değildir. Siz; bu kelimenin anlamını ya hiç bilmiyorsunuz, ya da anlamını bildiğiniz hâlde çarpıtıyorsunuz marxist argüman.

    İkinci olarak; kişilerin ‘beyan’ları esastır. Burada yazan herkesin beyanları apaçık ortada. Bu beyanlar ile ilgili görüşler daima yazılır.

    Siz muhtemelen, ‘beyan’ kelimesi ile ‘kişilerin özel hayatı’ denen şeyi birbirine karıştırdığınız için; kendi kendinize efkârlanmış ve boş yere serzenişte bulunmuşsunuz marxist argüman.

    Sitede, ‘seviyen’in ne olması gerektiğini belirleyen; sizin veya başkalarının koyduğu kıstaslar değil. ‘Torna tezgâhınızdan geçmeyen metinler’i sırf siz kabul etmiyorsunuz diye sizin efkârınıza ah vah, tüh müh deMEyiz.

    Marxist argüman;
    Tepeden inmeci (yukarıdan-aşağı yönlü şekillendirici),
    Yüksek perdeden bağıran,
    Kalıpsal-kalıpçı,
    ‘En doğru analizler benden gelir’ maksatlı yazılar yazan,
    Emrivaki,
    İşaret parmağınızı sinirli sinirli sallayıp, metinlerinizi okuyan kişileri hizaya sokmaya meraklı,
    Dayatmacı,
    İnsanların düşüncelerini torna tezgâhından geçirmeye hevesli tavırlarınızdan vazgeçiniz.

    Bu siteyi ziyaret edenlere istikamet vereceğinize, metin zabıtalığı yapacağınıza, bilgi yarışması tertip edeceğinize; kapitalizme karşı mücadelenizde daha fazla efor sarfetmenizi öneriyoruz.

  843. bu çok zor bir karardı. Sahra, doğayı çok seven bir kediydi, ben onun gidip günlerdir oyalandığı orman alanındaki çok kuytu YERLERİ BİLİYORDUM. oRAYA KEDİ GELMEYECEĞİNİ DE BİLİYORDUM.Kararımızı böyle düşünerek, yani başkalarına bulaşma olasılığı olmadığını düşünerek verdik. Azap çekmesi ihtimali konusunda haklısınız. Fakat belki bencilce ama kendi elimle öldürtmeye (“uyutma” da korkunç bir olayı kamufle etmeye hizmet ediyor) içim elvermedi. Bu konuda geçmişten gelen bir tramvam var ayrıca.

  844. “osmanlida özel mülkiyete ve kapitalist pazar ekonomisine geci$”

    Aniden, Iktisadi Tarih baglaminda da olsa, tarihe merak sarmaniz hos olmus –dogru yolda bir adim da diyebiliriz 🙂

    ‘Doç. Dr. Yaşar Bülbül’ kimdir bilmem; fakat, gelismeleri yorumlayisinda bence ciddi carpikliklar var.

    Mesela surasi:

    İltizam usulü denilen bu olayın toprak mülkiyetini özelleşmesi yönünde çok önemli bir adım olduğu söylenebilir.

    Mültezimlerle birlikte merkezi hükümetin sivil-asker görevlileri, özellikle merkezin gücünü ve etkinliğini yitirmesiyle, önce miri nitelikte olan topraklar üzerinde fiili bir özel mülkiyet oluşturdular.

    [Not: Lutfen tarattiktan ve OCR’da metne cevirdikten sonra iyice okuyunuz. Aksi halde garip seyler ortaya cikiyor. Mesela,
    ‘Mültezimlerle bir Ukte’ degil ‘Mültezimlerle birlikte’ olmasi lazim. Ben oyle duzeltip yukariya alintiladim.]

    Yukaridaki paragrafta, oncesinde, sirasinda ya da sonrasinda, mesru kabul edilen (edilmis olan) bir gelismeden bahseder gibi lakirdilar etmesine ragmen, bu kesinlikle boyle degildir.

    Bahsedilen islemlerin hepsi birer ‘zimmet sucu’dur (‘aleni gasp’tir) ve ahalinin gozunde hicbir zaman mesruiyet kazanmamislardir.

    Aslinda, bu taifenin (mültezimlerle birlikte merkezi hükümetin sivil-asker memurlarinin) ‘Sened-i İttifak’ uzerinden, oldu-bitti ile, bu suclarini hasiralti edislerini ‘Burokratik Vesayet’e baslangic saymak daha dogru olur.

    Ama, ‘Doç. Dr. Yaşar Bülbül’umuzun oyle bir derdi olmadigi belli. Kendi kafasina gore guzellemeler yaziyor.

    Siz de onlari kopyala-yapistir ile yayiyorsunuz.

  845. “Azap çekmesi ihtimali konusunda haklısınız. Fakat belki bencilce ama kendi elimle öldürtmeye (‘uyutma’ da korkunç bir olayı kamufle etmeye hizmet ediyor) içim elvermedi.”

    Tahmin ettim.

    Baskasina (benim az once yaptigim gibi) akil vermek kolay; ama, acaba ben oyle bir durumda ne yapardim diye sorunca, is degisiyor. Buyuk bir ihtimalle ben de yapamazdim.

    “Bu konuda geçmişten gelen bir tramvam var ayrıca.”

    Benim de.

    Cok yakinimda, cok sevdigim insanlar öldügunde cok uzuldum ama aglamadim. Fakat, 15-16 senemi paylastigim bir yavrucagi (solunum yetmezligi sebebiyle) kaybettigim zaman darmadagin oldum. Hala daha aklima geldikce gozlerimden yas bosanir..

  846. “Eğer, ‘sınıf mücadelesi’ ya da ‘survival of the fittest’ (dikkat ettiyseniz iki zıt ideoloji de aynı gerçeği kabul ediyor) her yerde geçerliyse bu arkadaşın yaptığı da başka herkesin yaptığı gibi normal değil mi?”

    ‘Normal’den ne anladiginiza bagli.

    ‘Survival of the fittest’ dedigimiz sey, birilerine ruhsat vermek icin icad edilmis bir kavram degil.

    Kisi, sirf ‘survival of the fittest’e olan imanindan dolayi, onune geleni –gucu yettigini– harcamagi mesru saymaga baslarsa, hic ummadigi cenahlardan cok ciddi ve cok siddetli tepkiler alir.

    Yani, toplumun geri kalani, ‘hukuk’ (ya da ‘ihkak-i hak’) yoluyla, bu problemi ‘giderir’.

    ‘Sınıf mücadelesi’ konusu ise, hem farkli hem de benzerdir.

    Birilerine, cikip, ‘sen su siniftansin, o da bu siniftan; dolayisi ile soyle (ve siddet kullanarak) mucadele edeceksin’ diye buyurmanin ne anlama geldigini –ve, nelere mal oldugunu– hep beraber gorduk.

    Surec icinde hangi ‘sinif’larin kazancli ciktigi, hangilerinin de (hayatlari dahil) neleri feda ettiklerini de.

    “Bunun dışında, kendisinin de yukarıdaki yorumunda değindiği bir duruma dikkat edersek, kapitalistlerin ya da egemen sınıfların her an her yerde yapmakta olduğu ‘psikolojik terör’e engel olmadan bu arkadaşa engel olmak mevcut durumu / düzeni kabullenmek anlamına gelmiyor mu?”

    Ben bu bakisin su tarafini anlamakta, kabul etmekte, her zaman zorlandim.

    O da, ‘sinif’ diye belirlenenlerin ‘statik’ oldugunu –zimnen de olsa– iddia etmektir.

    Yani, madem toplumlar hep ve her zaman ‘kapitalistler ya da egemen sınıflar’ ile ‘ezilen’lerden olusuyor; yani, bu bir cesit ‘kader’dir –‘degismez’dir–, bu ‘realite’yle mucadele etmenin ne anlami var?

    Yok, oyle degilse, yani gecisken ise, insanlar bugun bir ‘sinif’ta, yarin da baska bir ‘sinif’ta olabiliyorsa, bu takdirde ‘sınıf mücadelesi’ ne anlama gelir?

    Profosyonel futbolcu olmak gibi midir, yani?

    Bugun, bu takimda, oteki takima gol atmak icin; yarin da –transfer edildigi– oteki takimda, beriki takima gol atmak icin ugrasmak gibi mi, yani?

    Bu o kisinin ‘futbolcu’ oldugu gercegini degistirirmedigi gibi, kisinin daha cazip buldugu bir takimda oynamak istemesini (‘sınıf mücadelesi’ gibi) ‘ihtisamli’ (‘glorified’) kelam ile kutsallastirmaga calismasini kabul edilir kilar mi?

  847. Bir "Kibar" yanıt

    Marxist Argüman’a
    “Neden gencecik öğrencilerin sorularına, eleştirilerine yanıt veremedin?”
    hangi sorular, hangi ele$tiriler? tekrar yaziverin.
    GİRİŞ
    Bence asıl sorun değişik kaynaklardan yararlanıp bir sentez, bir felsefi görüş kazanmanın olgunluğunda eksiklik.
    Karl Mars bile ilk önce böyle bir taban hazırlığı yaptı. Daha sonra yaptığı sentezin işaret ettiği “tarihin altında” yatan asıl motoru bulma coşkunluğu içinde enerjisini o motoru incelemeye adadı.
    Marks’ı örnek almam hem sizin ona verdiğiniz önem hem de benim onun modern dünyayı en derin ve güzel analizi.
    Bence dil, dilbilgisi, yazı yazma sanatı son derece zor. Sizi dolaylı ama sonsuz yorumlara yol açabilecek bir örnek vereceğim.
    Avrupa’ya geldiğimde ilk defa et kemikli Türk solcularına rastladım. Bir gün onların “zengin” olma tartışmalarını dinlerken “uyumuşum”, ve rüyamda doğduğumdan beri insanları “zenginlik” peşinde koşturma zorunluluğu ve başka bir seçenek de kalmadığını gördüm. Uyandığımda boşa gelip, “gece gündüz teneffüs ettiğimiz hava haline gelmiş zenginlik, havayı teneffüs kadar elde etmesi kolay olmalı”, diye bir espri yapmak istedim. Para içinde yüzen eski ve çeşitli renkli Marksist-Leninist-Stalinist-Maoist- vs. benim enayiliğime haklı olarak güldüler.
    Ben de,”15-20 yıldır buradasınız ve para içinde yüzüyorsunuz ama aranızda biriniz bile buranın dilini bilmiyor.”, dedim.
    Biliyorum ve ben aptal değilim, konu çok karışık. Buranın dilini öğrenmek isteyen birine “fiil”in ne olduğunu bir türlü anlatamadım. Ama “yürümek”, “koşmak” gibi kelimelerde hiçbir zorluk çekmedi. Diğer bir sorun buradaki sosyal yaşam ve ilişkilerin sıfıra yakın olması. Türkiye’de, kendi annem ve babam okuma yazma bilmezlerdi ama ana dillerini iyi ve iki diğer dilleri son derece iyi idare edecek kadar bilirlerdi.
    Hegel, “eskiden halk sabahları İncil’i okurlardı, şimdi gazete okuyorlar.”, dedi.
    Not: Ben Marks ve Hegel’i günahlarımdan az severim ama onlardan sonsuz sayıda yararlandım.
    Bu vesileyle aslında ilk sorunun aynısı ama değişik ifadesi olan “ikinci” soruna değineceğim. Ben günlük ve artık herkesin gece gündüz kafalarını bombardıman eden medyayı tekrarlayanları anlamıyorum. Bu bir çeşit gazetecilik ve adı da var:”yolsuzlukları ifşa etmek”.
    Benim tahminim şu: eğer, çalışma eğitimden geçmiş, okuma yazma bilip her türlü medya yazılarını okuyanlarla okuma yazma bilmeyen veya anlayacak kadar bilmeyen ve günlük haberleri televizyon, sokakları dolduran afişler, reklamlar, İnternet gibi kaynaklardan edinenler arasında kıyaslama amacıyla sosyolojik bir araştırma yapılsa, bilgileri değerlendirmede nitelik farkı bulunmayacaktır. Hatta propagandayla gerçek haberler arasındaki farkları ayırt etmek öyle sanıldığı kadar kolay değil.
    Görüyorsunuz “GİRİŞ” bile uzadıkça uzayabilir.
    Temelde şu itirafları yapmayı uygun buluyorum:
    1. Ben her türlü çözüm ileri süren teorilerden ve ileri süren, sağ veya sol, ideologlardan nefret ederim. Size son derece kaba ve basit gelebilir ama hepsine ortak “evet ama o asıl XYZ”, değil.
    2. Bence siz benim medeniyete karşı olmamı hiç anlamadınız. Bu konuda bilgini yok gibi. Siz “medeniyet”, “vahşi”, “çıplak” gibi sözcüklerin tarihsel, eleştirisel, antropoloji çalışmalarında kullanış anlamından habersiz gibisiniz. Bazı anarşistler ve anarşist olmayan eleştiricilerin ilkel toplumları son derece ciddiye alma nedenlerini bilmiyor, en fazla çocuğumsu bir “geriye dönüş” veya “çözüm” gibi algılıyorsunuz. İlkelleri son derece ciddiye alan J. J. Rousseau bile “sosyal kontrat” teorisini geliştirdi. Aynı derece ciddiye alan Hobbes, Devlet’in çıkışını anladığını ileri sürdü.

    Çenem düştü, işte öğrencileri iki şahane yazısı.
    1
    24 Marxism = Din 23 Mayıs 17 / 7pm
    Sayın Marxsist Argüman,
    Bizler özgür üniversitede matematik ve doğa bilimleri eğitimi yapıyoruz. Sosyal sorunlar, ideolojiler, düşünce ve kurumlar tarihi, felsefe gibi konular da eğitimizde yer alır.
    Sizin 2+2 = 4 eder iddianızı tuhaf bulduk. Bu doğa bilimi değil matematiktir. Size birkaç örnek vermek istiyoruz.
    1. Salt 0, 1, 2 sayılarından oluşan bir matematikte 1+2, 2+1, 2+2 anlamsızdırlar.
    2. Gün 3 saatten oluşsa, 2+2 = 1 eder.
    3. Bazı durmlarda 2+1 ≠ 1+2
    4. 2+2, 4’den tamamıyla farklıdır, hiç de bir birlerine benzemezler. O yetmez gibi aynı oldukları halde “aynı olmayanlar” da var. Sabah Yıldızı ve Akşam Yıldızı gibi.
    Örnekleri sonsuz arttırabiliriz.
    En güzeli şu olabilir.
    Türkler gâvurlar,
    Erdoğan Türk,
    O halde Erdoğan gâvur.
    Doğru ama dünyayla alakası yok.
    Kısacası, hatta eskiden en güvenilir bilgi kaynağı sanılan matematiğin bile temelinin çürük olduğu çoktan ispat edildi.
    En fazla tuhafımıza giden şu: siz Marksist olduğunuzu iddia ediyorsunuz ama diyalektik mantığın temeli olan “a ≠ a” buluşundan habersiz gibisiniz.
    Yani bu bilimsel bilgilere görece düşünülürse siz Marksist değilsiniz.
    Hatta doğa bilimleriyle matematik arasındaki farkı bile bilmiyorsunuz.
    Matematik olası veya aprioridir. Basitçe ifade edersek, terimlerin anlamlarına dayanır.
    Doğa bilimler tümevarımsaldır veya hadiseden sonra bilinir.
    Kuantum fizikte de matematikte olduğu gibi hala işin içinden çıkılamayan nedensiz sonuçlar, iki yerde aynı anda olmak, aynı anda her yerde olmak, bir “topun” aynı anda iki delikten geçmesi gibi bir sürü sorunsal sorunlar var. Hatta deney sonucu sorulan soruya göre değişebiliyor.
    İzafiyet teorisini de mi duymamışsınız?
    Kısacası her ikisi de “kökü çürük” ama meyve veren ağaca benzer. Belki de matematik ve doğa bilimlere karşı duyduğunuz huşu bu meyvelerden kaynaklanıyor. Acaba Karl Marks bu ve buna benzer nedenlerden mi “Ben Marksist değilim”, dedi. Biliyorsunuz Marks bilgisizleri hiç sevmezdi. Kendi bile matematik öğrenmek için matematik kurslarına katıldı. Siz de felsefe, matematik ve doğa bilimleri hakkında biraz bilgi edinseniz fena olmaz.
    Yarın güneş bile Hegel’in ve ardından gelen Marks’ın yazdıklarına uyarak asıl doğması gerekli olan Batı’da doğabilir.
    Günümüze egemen olan doğa bilim ve matematik bilgilerine göre, yani bilimsel açıdan bakıldığında siz pek Hegelci veya Marksist değilsiniz.
    “Matematik yasaları gerçeğe gönderme yaptıklarında güvenilir değiller; güvenilir olduklarında doğayla alakasızdırlar.”
    Einstein
    Genç matematikçi “doğru olan ispat edilebilir”, der. Yaşlı matematikçi, “ispat edilemez”, der.
    Hobbes
    Bilimler arasında Allah’a isyan eden İblise en çok Matematik benzer. Allah gibi mükemmel olmak ister.
    C. G. Bell
    Kesinlik, muhakkaklık, belirlilik, katiyet, kuşkusuzluk arayanlar genellikle sizin gibi laik , seküler, materyalistler değil dincilerdir.
    Özgür Üniversite Öğrencileri
    2
    46 Din-Marxizm-Bilim 24 Mayıs 17 / 8am
    Sayın Marxist Argüman,
    Özgür üniversite öğrencilerin ümidi. Yumuşamınızı ümit ediyoruz.
    Sizin bilim-teknolojiye çok katı ve dogmatik bakışınız bilim-teknoloji ve Marksizmle çelişkiye düşer.
    1. Bilimin diğer epistemolojik metotlardan üstünlüğü yanlış olabilmesidir. Bakınız Karl Popper.
    2. “Şimdiye kadar her zaman ve her yerde bütün bilim yapanların tümünü şaşırtan bir durumla karşı karşıyız. Nasıl oluyor da salt insan düşünce ürünü olan ve deneyimlere dayanmayan matematik gerçek dünya nesnelerini ifade etmekte bu kadar eşsiz? Yani insan deneyimlerden yaralanmadan salt düşünme gücüyle gerçek dünya nesnelerin özelliklerini kavrayabiliyor mu?” Einstein
    Not: bunu aşağı yukarı 2, 800 yıl önce başka biri söyledi ama o herif aynı zamanda ilkelliği savundu. O yüzden ciddiye alamayız.
    Her gün medyadan topladıklarını Marksizm süzgeçinden geçirenler aynı zamanda Marksizm’in temel taşlarından birinin “theory-praxis” olduğunu bilirler. Dolayısyla Marksizm’i ve bilim-teknolojiyi dinleştirip Orta Çağ Kilisesi veya İslam Ulemasının Saray Hizmetçiliğine çevirmek hatalı.
    Bize göre katılık ve dogmatik olmak bilime ve Marksizme uymaz. Belki bu nedenden Marksizm poltika cambazlarının elinde gücünü kaybedip cıvığı çıktı.
    Size “Devrimcilere El Kitabını”, göndermek istiyoruz. Eğer adresinizi verirseniz postalarız.
    İyi günler
    ÇIKIŞ
    Diğerleri de var ama kimliklerini belirlemedikleri ve aslında sizin Afrika kıyısında kalma ve İlkel Birikim konularında yazdıklarınızla alay etmeler olduğundan eklemiyorum. İsterseniz diğer yazıları da “yazıveririm”. Her halükarda, gülmenin sağlığa iyi geldiği bilim-tekniksel kanıtlandı.

  848. marxist argüman

    akilsiz, mantiksiz özgürlügü ben yapayim; akil ve mantigi devre di$i birakan bir özgürlük anlayi$i neden yanli$tir?

    “Ama, Gun Zileli’ye boyle bir gorev vermek (yani, Zileli’den bunlari yapmasini beklemek/dayatmak), hem (isyuku bakimindan) adil olmaz, hem de –buranin genel atmosferi/havasi acisindan– negatif yansimalari olabilir.”

    yanli$, katilmiyorum.

    alman gazetelerinde bazi makalelerin altinda da tarti$ma platformlari vardir. ara sira bakarim; kim ne diyor, ahali ne dü$ünüyor, nasil tarti$iyorlar diye.

    $unu görüyorum: örnek, “konuyla alakasi olmadigi icin yorumunuz yayinlanmadi.”

    ya da “küfür, itham vs. oldugu icin yorumunuz yayinlanmadi.”

    sonuc: zileli bir kere kendisi okuyucuya örnek olmali; yazar dedigin okuyucusunu egiten, bilinclendiren degil midir?

    birincisi, elinde hicbir kanit, belge olmadan zileli kalkip da roman senaryosu yazar gibi yazilar yazarsa, biz sordugumuzda “sayin zileli neye dayanarak bunu iddia ediyorsunuz” dedigimizde “kanit benim” derse… imam böyle yaparsa cemaat ne yapmaz.

    ikincisi, yorum yazmak, fikir tarti$masi yapmak, iyi güzel de ne icin, yani amac/hedef nedir?

    timarhanede ipini koparmi$ paranoyak hastanin biri gelmi$ bu sitede marxist/sosyalist dü$ünceye kinini nefretini kusuyor.

    sosyalist dü$ünceye bu kadar kin/nefreti ben bir fa$istlerde gördüm bir de dincilerde.

    sosyalist dü$ünceye kinini/nefretini kusan bu paranoyak hastanin mevcut kapitalist düzene; sermayenin ve devletin egemenligine tek bir ele$tiri yaptigini gören oldu mu?

    her bir yorumu bir küfürname olan böyle yorumlari yayinlamanin amaci/hedefi nedir öyleyse?

    “rayting” kaygisi midir, yoksa sirf “özgürlükcü” oldugunu mu kanitlamak istiyor zileli.

    delinin biri zileli’nin sitesinde kendisine ve diger yorumculara sövüp sayiyor, zileli de sirf “özgürlükcü” oldugunu kanitlamak icin yayinliyor.

    “küfür özgürlügü; fikir tarti$masi adina “terör estirme özgürügü” hangi anar$ist kitapta yaziyor?

    “özgürlükcü” olacam diye her sacmaliga yol verilirse, ben $unu derim akilsiz mantiksiz özgürlügü ben ne yapayim?

  849. yine mi kediler suçlu !!

    yahu arkadaş seçim günü elektrik kesilir trafoya kedi girdi denir kediler suçlanır

    artist argüman artist artist nazlanma tiyatrosunu oynar yine kediler suçlanır

    kedilerin biz insanlardan çektiği nedir be arkadaş !!

  850. marxist argüman

    “…bu arkadaşın yaptığı da başka herkesin yaptığı gibi normal değil mi?”

    düsünce ve davrani$lari degerlendirme de benim ölcüm “normal” “anormal” degildir.

    benim baki$ acim $u: sözkonusu düsünceyi/davranisi akil mantik terazisinde tartip neye, hangi amaca hizmet ediyor, o’na bakarim.

    “kapitalistlerin ya da egemen sınıfların her an her yerde yapmakta olduğu “psikolojik terör”e engel olmadan bu arkadaşa engel olmak mevcut durumu / düzeni kabullenmek anlamına gelmiyor mu?”

    1. “psikolojik terör” denilen $eyi ancak ve ancak güclü zayifa uygulayabilir ya da e$itler arasi bir ili$kide olabilir.

    örnek: bir i$yerinde bir i$ci patron’a psikolojik terör uygulaya bilir mi?

    hayir, neden? cünkü patron, o i$cinin kulagindan tuttugu gibi, i$yerinin/i$letmenin düzenini bozdugu gerekcesiyle, kapi di$ari eder.

    patron, i$ciye psikolojik terör uygulaya bilir mi? evet, kendisine bir faydasi varsa tabii.

    i$ci, ekmek parasi icin patron’a muhtactir ve bircok $eye katlanmak zorundadir, katlanir da; ben sana muhtacim.

    2. sinif mücadelesinde, ya da devlete/düzene verilen mücadelede “psikolojik terör” bir yöntem olarak zaten mümkün degildir.

    örnek, ben $imdi bu sitede t.c. devletine “psikolojik terör” yapayim diye “devlet böyle zalimdir, $öyle kötüdür” $eklinde sürekli yazdim cizdim diye t. erdogan’in uykusu kacmaz.

    $ayet erdogan ve adamlari benim “psikolojik terörümden” gercekten rahatsiz olursa ne olur?
    erdogan ya da bakanlari memurlarina emir verirler: “kapatin lan o siteyi, zileli’yi de birkac yil icerde yatirin dünyanin kac bucak oldugunu anlasin.”

    demek ki $u sitede yorum yazmamiz bile develetin tahammülü sonucudur; istedigi an kapatir.
    demokrasiyi sonsuz özgürlük olarak hayal eden demokrasi idealistlerine bunu anlatmak zordur.

    ikincisi, “psikolojik terör”, zarari orda kalsin, devrimci mücadele de hicbir fayda getirmeyecek bir yöntemdir. bunu idrak etmek istemeyen insan ya gercekten aptaldir ya da bir dogma gibi inandigi icin idrak edemiyor.

    i$in püf noktasi $udur: kapitalist dünyada “i$verenlik” de diger meslekler gibi bir meslektir, üstelikte meslekerin en itibarlisidir.
    kapitalist toplumda özel sektör’ün cikari en belirleyici cikardir. neden? cünkü özel sektör = ekonomi demektir, bundan dolayi da “i$ dünyasi” derler.

    bu ne demektir? toplumun para kazanmasi da devletin kasasina para girmesi de “i$ dünyasi”nin i$ine baglidir.

    vatanda$ i$ bulup cali$mazsa devletin kasasi vergiyle dolabilir mi? hayir, tam tersine vatanda$ devlete/sosyal yardima muhtac olur.

    bundan dolayi, devlet, imkanlari ölcüsünde özel sektör’ün yani kapitalist ekonominin canlanmasi icin i$verenlere her türlü destegi, te$viki, kolayligi saglamaya cali$ir. cünkü hem toplumun hem de devlet’in kaderi ekonomiye baglidir.

    “sermayenin/kapitalistlerin hakimiyeti” derken, anlatmak istedigim olgu budur, önce bunu idrak etmek lazim.

    devlet adamlari di$ gezilere giderken neden bir sendikaci ya da i$ci/amele yanlarinda götürmezler de, i$adamlarini/$irket menejerlerini götürürler?

    sonuc: kapitalist toplumda “i$verenlik” hem devletin hem de toplumun gözünde en muteber/saygin meslektir.

    kapitalist toplumda i$verenler, insanlari sömürüp zengin olan bir asalaklar/sömürgenler olarak görülmezler; tam tersine insanlara ekmek veren, i$ imkanlari saglayan, toplum icin vazgecilmez bir insanlar olarak görülürler. gercekten de öyle degil midir?

    bu demektir, bu ekonomi bu haliyle kaldigi müddetce, ekonomik üretimin amac, hedef ve organizasyonunda temelde bir degi$iklik yapilmadigi müddetce sermayedarlarin/para’nin toplum üzerinde ki hakimiyeti ilelebet devam edecek.

    hal böyleyken, bu sitede benim ele$tirdigim ama yanli$indan bir türlü vazgecmek istemeyen anar$istin yaptigi $ey $unu gösteriyor:

    bu arkada$ sinif sava$inin s’sini anlami$, sistem ele$tirisinin e’sini anlamami$, toplumla ili$kisi olmayan, kendi kücük dünyasinda ya$ayan biri.

    zaten dikkat edilirse, ben bir marxist olarak i$in püf noktasinin önce anlama, kavrama ve bilinclenme, sonra ba$kalarina anlatma, kavratma ve ba$kalarini bilinclendirme olarak görürken, necip’e terör uygulayan anar$ist arkada$ kendince cok kisa bir yol bulmu$: devleti/düzeni yikmak icin toplumsal bir devrime falan gerek yok; tek tek kapitalistleri psikolojik terör ile yildirarak, en son kapitalist de pes edinceye kadar terör uygulayarak kapitalistlerden ve kapitalizmden kurtulabiliriz.

    böyle bir hesapla devrimcilik yapan bir insan kapitalist düzeni analamadigini gözler önüne seriyor.

    bu arkada$a sorsam $imdi: yazilarinda sürekli ismini andigin almanca “gegenstandpunkt” dergisinin ve yayinevinin tek bir yazisini ya da kitabini okudun mu? sanmam, okusaydi yanli$ini idrak ederdi cünkü.

  851. “akilsiz, mantiksiz özgürlügü ben yapayim; akil ve mantigi devre di$i birakan bir özgürlük anlayi$i neden yanli$tir?”

    Bir cok ozgurluk icin bu elestirileriniz yeride olmakla beraber, ‘ifade’ (daha dogrusu ‘beyan’) ozgurlugu icin bu bakis bence dogru degil.

    Kaba bir ornek vereyim: Kisinin birisi, sirf ‘karsidan karsiya gecmek ozgurluk’unu kullanmak istedi diye, apansiz yola atladiginda hem kendisinin bir kazaya gitmek ihtimali yuksek olur (baska bir deyisle, bu ozgurlugunu kullanmanin bedeli agir olur), hem de trafikteki araclarin (kazaya karisanlarin) suruculerinin hayatlarini zindan edebilir.

    Dolayisi ile, evet, akilsiz/mantiksiz kullanilan ozgurlukler, bu gibi durumlarda, yanlistir. Onceden engellenebilseler iyi olur; ama, o olmazsa, sonuclari itibariyle cazalandirilirlar.

    Beyan ozgurlugu (eger, kulagimin dibince ve kulak zarimi patlatircasina bagirmiyorsa) farkli.

    Cok olsa, okuyan birilerinin luzumsuz vaktini alir. Ya da, dedikleri ile birilerini rahatsiz eder.

    Bunlar, tabii ki, nahos seyler; ama, yasaklamak icin yeterince saglam gerekceler degil, bence.

    “$unu görüyorum: örnek, ‘konuyla alakasi olmadigi icin yorumunuz yayinlanmadi.’

    ya da ‘küfür, itham vs. oldugu icin yorumunuz yayinlanmadi.'”

    Ben de, sirf bu sebeplerle, o dediginiz ortamlara tek kelime yazmam.

    Cunku, engelledikleri her ne ise, benim bakip hakli olup olmadiklarinin saglamasini yapmam mumkun degil.

    Sirf, islerine gelmedigi icin, hoslarina gitmedigi icin, engellemediklerini nereden bileyim?

    “sonuc: zileli bir kere kendisi okuyucuya örnek olmali; yazar dedigin okuyucusunu egiten, bilinclendiren degil midir?”

    Bence bu da yanlis bir bakis acisi.

    Zileli burada ‘yazar’ sapkasi ile bulunuyor degil ki.

    Yani, yazdigi kitaplarin –kitaplari gectim, blog girdilerinin dahi– uzerine konusuyor degiliz. Konu onlarla kisitli degil.

    Bu birincisi; ikincisi de, ‘yazar’in okuyucuyu bilinclendirmek diye bir gorevinin olduguna nasi hukmedebiliyorsunuz.

    Kisi, sirf bir seyleri kayda gecirmek icin, bundan da keyif aldigi icin, yaziyor olamaz mi?

    Ucuncusu de, biliyorum siz Marxist bakis acisini benimsiyorsunuz (genelde; ama, her zaman isabetli oldugunu hic dusunmedim), kisinin emeklerini bedava ya da maliyetinden devretmesini bekliyor olabilirsiniz.

    Ama, ben o yaklasimi benimsemiyorum. Data/veri bedava olsa bile, akil suzgecinden gecirilmis bilgi illa bedelsiz olmak zorunda degil.

    Yani, bedeli bir ‘tesekkur’ bile olsa, bunu odemeksizin bilgilendirmegi beklemegi ben pek de ahlaki bulmuyorum.

    ‘Ogretmek bilginin zekatidir’ derler; ama, kimseyi zekat vermege zorlayamayiz.

    “birincisi, elinde hicbir kanit, belge olmadan zileli kalkip da roman senaryosu yazar gibi yazilar yazarsa, biz sordugumuzda ‘sayin zileli neye dayanarak bunu iddia ediyorsunuz’ dedigimizde ‘kanit benim’ derse… imam böyle yaparsa cemaat ne yapmaz.”

    Walla.. ben, benim yaptigim seyleri baskalari yaptiginda onlari kinayamiyorum.

    Hem burada, hem de baska ortamlarda, kanit/belge gosteremeyecegim seyler yazdim, soyledim. Cunku, ya o zaman belge toplamak aklima gelmemistir, ya da konunun cinsine bagli olarak, boyle bir sey anlamli olmazdi.

    Boyle zamanlarda, muhatabimin benim dediklerimi kaale almamasini da anlayisla karsilarim –ama, bu benim durust omadigim, dediklerimin yalan oldugu anlamina gelmez. Tersine, muhatabimin ‘cigligi’ne yorarim.

    “ikincisi, yorum yazmak, fikir tarti$masi yapmak, iyi güzel de ne icin, yani amac/hedef nedir?”

    Benim acimdan: Ogrenmek. Yeni bir seyler ogrenmek. Ve, belki de daha onemlisi, kendi bilgilerimi/fikirlerimi sinamak.

    Baskalarinin baska gerekceleri de vardir, eminim.

    “timarhanede ipini koparmi$ paranoyak hastanin biri gelmi$ bu sitede marxist/sosyalist dü$ünceye kinini nefretini kusuyor.

    sosyalist dü$ünceye bu kadar kin/nefreti ben bir fa$istlerde gördüm bir de dincilerde.”

    Bu iki paragraf, aslinda, bence, sizin kendi durdugunuz yeri (bakis acinizi) sorgulamaniz gerektine isaret ediyor.

    Fasist ya da dinci olduguna hukmedebilseydiniz, sorun olmayacakti. Ama, oyle degil; dolayisi ile sizi rahatsiz ediyor. Bir tur ihanete ugramislik midir; baska bir sey midir? uzerinde dusunmek lazim.

    Peki, de, acaba ‘fasist’ ya da ‘dinci’ diye etiketleyebildiklerinizin acaba dogru bir sey soylemis olmak ihtimali hic yok mu?

    Sizce insanlar inanclarinin (ya da onlari yerlestirdiginiz ideolojik kamplarin) esiri/kolesi midir?

    Siz oyle misiniz, mesela?

    “sosyalist dü$ünceye kinini/nefretini kusan bu paranoyak hastanin mevcut kapitalist düzene; sermayenin ve devletin egemenligine tek bir ele$tiri yaptigini gören oldu mu?”

    Boyle bir zorunluluk mu var?

    Ya da, henuz sirasi gelmemis olamaz mi?

    “her bir yorumu bir küfürname olan böyle yorumlari yayinlamanin amaci/hedefi nedir öyleyse?”

    YayinlaMAmak icin ele gelir bir gerekce yoksa (yani, acikca kisilere/muhatalarina hakaret etmiyorsa) neden olmasin?

    “‘rayting’ kaygisi midir, yoksa sirf ‘özgürlükcü’ oldugunu mu kanitlamak istiyor zileli.”

    En son baktigimda, bu sitede, AdSense filan gibi de olsa, herhangi bir sekilde reklam alinmiyor. Yani, ‘reyting’den para kazanmasi sozkonusu degil. Bir kenarda kendi kitabindan iki satir bahsetmesi de bir ticari faaliyet sayilamaz bence.

    ‘Ozgurlukcu’ olmak meselesine gelince: Bence, bunun cevabini en iyi Zileli’nin kendisi verir; ama, toptanci ve devirmeci bir hareketi neden terkettigi ile alakasi olabilcegini tahmin ediyorum.

    “delinin biri zileli’nin sitesinde kendisine ve diger yorumculara sövüp sayiyor, zileli de sirf ‘özgürlükcü’ oldugunu kanitlamak icin yayinliyor.”

    ‘Sovup saymak’tan ne anladiginiza bagli belki; ama, ben bugune kadar –bildigimiz, klasik anlamiyla– herhangi bir sovguye (kufure) burada rastlamadim.

    “‘küfür özgürlügü; fikir tarti$masi adina ‘terör estirme özgürügü’ hangi anar$ist kitapta yaziyor?”

    Anarsistlerin uymak zorunda oldugu bir kitap mi varmis? 😉

    “‘özgürlükcü’ olacam diye her sacmaliga yol verilirse, ben $unu derim akilsiz mantiksiz özgürlügü ben ne yapayim?”

    Eskiden okudugum bir duvar yazisindan (kizlar tuvaletinden bana aktarilmisti):

    — [Soru] Istenmeyen tuyleri ne yaparsiniz?

    — [Cevap] Tukurur atarsiniz. 😉

    Size de benzer sekilde davranmagi oneririm: “akilsiz mantiksiz özgürlük”leri kullanmayarak baskalarina ornek olun. 😉

  852. “ne bati’da ki kapitalizmin geli$imini anlami$ ne de bunun osmanlinin yikili$ina yol acan etkisini anlami$, bundan dolayida jöntürkleri ve kemalistleri ‘imparatorlugu yikan hainler’ olarak görüp nefret eden necip gibi türk muhafazakarlarinin dikkatine:”

    Gene aniden ‘Turk’ ve ‘muahfazakar’ olmam gerekti, anlasilan.

    Kuzum, siz, baskalarinin yazdiklarindan rahatsiz oldugunuzda onlari ‘kufur’ filanla itham ediyorsunuz; da, siz –kendi acinizdan– kufur saydiginiz etiketleri nasil bu kadar rahat kullaniyorsunuz?

    Ote yandan, acikca ‘hain’ dedigimi hic hatirlamiyorum. Bunun ciddi hukuki sonuclari olur. O yuzden, oyle oldugunu dusunmsem bile, ‘hain’ kelimesini kullanmam.

    Simdi, gelelim, kopyala-yapistir usulu ile aktardiginiz metne.

    Dikkatli okursaniz, tipki multezimlerle memurlarin isbirligine (yani, devletin malini gaspedislerine) benzedigini gorursunuz.

    Memurlar, yani burokrasi, halkin refahini degil, kendilerinin devamliligini onceleyerek, baska ulkelere borclandilar, imtiyazlar verdiler; bu tur anlasmalar yaptilar.

    Bu, onlar icin, en kolay, en rahiv, en lavas seydi. Cunku, karsiliginda komisyonlar filan da aliyorlardi.

    Bunu yapmak yerine, mesela Japonya’da oldugu uzere, ekonomideki oyunculari donusume zorlamak, onlari tesvik etmek gibi seyler akillarina bile gelmedi. Daha dogrusu islerine gelmedi.

    Buna, baskalari olsa, ‘hain’ derdi; eminim. Ben, hukuki yansimalarini dikkate alarak, oyle dememis olayim.

    Fakat, bu, yani burokrasiyi kurucu unsur olmayanlarla doldurmak, yani vakti coktan gelip geldigi halde onlardan temizlememis olmak, Osmanli’nin isledigi en buyuk hata idi, bence.

  853. Hah ha.. Ben de bekliyordum, ne zaman konunun asil muhataplarindan ses cikacak diye.

    Sonunda sesleri cikti:

    https://www.dunya.com/ekonomi/tisk-kidem-tazminati-hazirliklarinin-durdurulmasini-istedi-haberi-365755

    Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu, kıdem tazminatının fona dönüştürülmesine yönelik hazırlıkların durdurulmasını istedi. TİSK yönetim kurulu adına yapılan yazılı açıklamada, ‘TİSK olarak beklentimiz, kıdem tazminatı konusunun gündemden çıkarılarak, bir an önce Türkiye’nin yatırım ortamını iyileştirecek, istihdam yaratma kararlarını cesaretlendirecek ve çalışma barışını güçlendirecek düzenlemelere odaklanılmasıdır.’ ifadesine yer verildi.
    Ekonomik ve sosyal vurgu

    TİSK açıklamasında, mevcut kıdem tazminatı sisteminin işverene ağır yük getirmesi yanında, işsizlik sigortası ve iş güvencesi kurumlarıyla birlikte uygulanıyor olmasının da ilave yük unsuru olduğuna dikkat çekildi. Ayrıca, sistemin iş barışı, işyeri disiplini, iş eğitimi ve işçi-işveren sosyal dengesi açısından da unsurları bulunduğu hatırlatıldı. Açıklamada, ‘Bütün bunlar dikkate alınmadan yapılacak düzenleme işyerlerinde sosyal sorunlara yol açabilecektir’ denildi.

    Simdi.. ben bunu sizin icin tercume edeyim:

    Sendikali sayisinin yok denecek kadar azaldigi gunumuzde, bu az sayida sendikalinin ‘orgutlendigi’ az sayidaki ‘saglam’ isyerindeki iscilerin ‘kidem tazminati’ imtiyazlarini elde tutmak icin gosterecekleri tepkinin yeterli olacagini saniyorduk; ama, olmamis gibi gerekiyor. Malesef.

    Bu sebeple, her ne kadar yillardir ‘kidem tazminati’ndan uzun uzun sikayetler ettiysek de, kazin ayaginin oyle olmadigini, bundan asil faydalanin bizler oldugumuzu acikca ifsa edemesek de, ‘kidem tazminati’nin kaldirilmasina karsi oldugumuzu bir sekilde soylemek zorundayiz.

    Bunu, “sistemin iş barışı, işyeri disiplini, iş eğitimi ve işçi-işveren sosyal dengesi açısından da unsurları bulunduğu” gibi tumturakli lafazanlikla bogmaga kalksak da, asil korkumuz, ‘kidem tazminati’ endisesi olmayan iscilerin istedigi zaman ve sekilde isten ayrilmasidir.

    Bundan odumuz kopuyor.

    Sirf bu ihtimali bertaraf etmek icin, vakt-i zamaninda, kendi ellerimizle getirmistik ‘kidem tazminati’ni. Sendikalarin boyle bir talebi filan hic olmamisti –cunku, sendikalar o zaman yoktu.

    Isciler icin kur(dur)dugumuz Sendikalarimizin daha yuksek perdeden ‘kazanilmis hak’ filan diyerek bunu daha iyi savunmasi gerekiyordu. Beceriksiz ciktilar. Yaziklar olsun.

    Simdi, isin yoksa, her isciyle tek tek pazarlik yap. Olacak sey degil.

  854. kapitalizmde çalışan pirzola çalışmayan patates yer.

    komünizmde ise herkes patates yer.

    seçim sizin.

  855. Kibarca bir cevap

    49 marxist argüman 1 Haziran 17
    “benim mahlasimi degil benim yorumlarimda yazdiklarimi tarti$; benim yazdiklarim icinde yanli$ buldugun nedir, o’nu yaz”
    Bu cevabı aslında bir arkadaşıma borçluyum.
    Dünyada üç türlü insan var. Kafese koyanlar, kafestekiler ve nihayet kafesin yapı ve işlemini inceleyenler.
    Ben kafese koyanları ve kafesin yapı ve işlemini inceleyenlerin hemen hemen hepsini aynı görüyorum. Bana göre siz inceleyicilerdensiniz.
    İkinci cevabım karmaşık olacak.
    Önce genel bir gözlem. Mükemmel olan teoriler ölü teorilerdir. Ancak Marksizm misali çelişkilerle dolu teoriler insanı uyarır, güdüler.
    Çelişkileri, teorinin varsayımlarından çıkarılan sonuçların mantıksızlığında aramak yararlı olsa da, bence bu büyük bir ölçüde mantık sorusu.
    Önemli olan temel varsayımlardaki önyargıları bulup çıkarmak.
    Marksizm’de fazlasıyla olan da bu. Ben sadece sıralayacağım. Özür dilerim ama belgeler ve kitaplarla desteklemeye kalkışsam yüzlerce sayfa alır ve zaten bende o yetenek yok.
    1. Marks medeniyetin çıkışını veya Neolitik devrimin insanın doğayla giriştiği ilişkilerde doğadan daha fazla ürün edinmek için yapıldığına inandı. Bunun doğru olmadığı ispatlandı. Marks 19. yüz yıl Avrupa’sını evrene yansıttı.
    2. Marks doğa/insan ikilimi veya ayrılığına inandı. Antropologlar bunun da evrensel olmadığını defalarca saptadılar.
    3. Marks toplumda egemen olan temel öğenin üretim olduğuna inandı. Özellikle Karl Polanyi ve diğer tarihçiler birçok toplumlarda önemli olanın dağıtım olduğunu görüp sergilediler. Üretim güçlerinden dolayı dünyaya egemen 19. yüz yıl Avrupa’sı ve her yerde egemen güçlerin bu güç aracını taklit etmeleri Marks’ın gözlerini kamaştırdı, ve yine evrenselleştirdi. Hatta bir ünlü Marksist, “Marks tüm dünyayı fabrikaya çevirdi.”, dedi.
    4. Avrupa’ya karşı direnenlerin, kolonileştirilmiş halkların ayaklanmasıyla farkına varılan bir tarihsel olgunun satha çıkışı: ezilenlerin dini. Medeniyet’in çıktığı Orta Doğu ve onun bir uzantısı olan Avrupa’ya egemen olan iki temel düşünce vardır. Antik Yunan mirası Doğa felsefesi ve Judeo-Christian manevi mirası. Sosyal adaletsizliklerden kurtulma kavramına salt medeniyetin çıktığı yerde filizlenen Judeo-Christian ahlaki inançları arasında yer alır. Tabii buna İslam’da dâhil. Marks bunu da farkına varmadan özümledi.
    Not: Bu üç dinin her girdiği yerde bu dinlerin katılığı, sertliği, dogmatik oldukları dikkati çekmiştir.
    5. Marks’ın yaşadığı 19. yüz yılda antropoloji daha henüz bir bilim bile olmamıştı. İlkeller hakkındaki bilgiler Avrupa kırımına uğrayanların kalıntılarından başka bir şey değildi. Tek ciddi kaynak “Ancient Society” (Eski Toplum), ki Marks çok daha derin bir düşünür olduğundan işin içine girmek istemedi ve Engels’e bıraktı. Engels de ünlü ırkçı Lewis Morgan’ın “Eski Toplum”una materyalist bir giysi giydirip diyalektik cambazlıklar ekleyerek “Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni.”, kitabını yazdı.
    Bence, büyük bir olasılıkla, eğer Lenin ve Bolşevik Darbesi olmasaydı, Marks’ı sadece akademisyenler tanıyacaktı. Rusya, Çin, Doğu Avrupa Ülkeleri, Kuzey Kore ve Küba Marksizm’i maskara ettiler
    Çok daha var ama ümit ederim bunlar benim yazdıklarınızı neden incelemeye bile gerek görmediğimi açıklamaya yeter.
    Eğer yanlış anlamadıysam siz herkesin bildiğini Marksist teori süzgecinden geçirdiğinize inanıyorsunuz. Bende sizin yazdıklarınızın gerçekten Marksist olup olmadığını ne bulup çıkaracak güç var ne de istek.
    Size muhatap olanın temel varsayımını da çok iyi biliyorum ama onu da hiçbir an ciddiye almıyorum. Sonsuz kaba özetlersem: Allah veya Süper Varlıklar’ın işi. Tarih bilgisi bunu kanıtlamada bir araç.
    Çok sevdiğim bir yazara neden hep solculara saldırdığını sordular. “Solcuların dediklerinde insanı düşündürücü noktalar var, sağcıların ne b*k oldukları belli, düşünmeye değmez.”, dedi. Aynı kişi sınıfında en iyi öğrencilerinin sosyal sorunları ciddiye alan, güzel sorular soran solcular olduğunu söyler.
    Ben bu değerlendirmeye katılıyorum ama dünyadaki sefaleti tekrar edenlere de pek güvencem yok.
    Zaten bütün ülkelerde “Marksist” devrimi yapanlar orta sınıftan gelenler.
    Üstelik bana karşı cephe alanlar sürekli medeniyet, bilim-teknik nimetlerinden söz edenler. Ben bunu 2010’da Türkiye’ye geldiğimde çok yakın akrabalarımda gördüm. Bildiğim için beni şaşırtmadı ama ölçek olarak önemli. Benim kız yeğenim ilkokul öğretmenliğinden emekli. Türkiye standartlarına göre hayli fakir sayılır. Ama eğer o benim büyüdüğüm mahallede yaşasaydı ben onu Bill Gate’in kızı veya karısı sanırdım. Üstelik beni ve yaşadığı hayatı çok iyi bildiği için kendisin maddi bakımdan benden çok daha iyi bir durumda olduğunu da defalarca söyledi.
    Dünyada Kapitalist-Marksist anlamda gelişmeyi kimse inkâr edemez, ne de sefilliğin artışını.
    Ama sefilliğin ticaretini yapan çok oldu. Daha önce söylemiştim, Marks bile konuyu vicdan, ahlak, acıma gibi öznel boyutlardan uzaklaştırıp bilimselleştirmek istedi.
    Ümit ederim bu cevabım sizler gibi orta sınıfta doğmuş ve büyümüşlerin kibarlık kıstasına uyar.

  856. marxist argüman

    bir “kibar” yanita benden de “kibar” yanit

    o yazdigin konularin hicbiri benim ilgi alanima girmiyor; beni zerre kadar ilgilendirmiyor.

    gördügüm kadariyla beni ilgilendiren konular da senin ilgi alanina girmiyor.

  857. marxist argüman

    kapitalist yalanlar/esfaneler ve gercekler

    30 nolu yorumcudan alinti.

    “kapitalizmde çalışan pirzola çalışmayan patates yer.
    komünizmde ise herkes patates yer.
    seçim sizin.”

    k. kore’yi saymazsak, isteyen buna küba’yi da dahil edebilir-, $u anda dünyanin en ücra kö$esinde bile kapitalist ekonomi hüküm sürüyor; yani para’ya ve özel mülkiyete dayali serbest pazar ekonomisi. $imdi internetten alinti:

    “BM’ye göre her yıl yaklaşık 6 milyon çocuk, yani günde 16 bin 500 çocuk yetersiz beslenme veya açlık sebebiyle hayatını kaybediyor. Aynı rapora göre gelişmekte olan ülkelerde yaşayan her 4 çocuktan 1’i yetersiz kiloya sahip. Bu durum ise sadece sorunun başlangıcı. Yetersiz beslenme nedeniyle ölmeyen çocukların önemli bir kısmı da gelişim bozukluğu, vücut ve beyin gelişimlerinin eksik olması gibi temel sorunlarla mücadele ediyor.” (onedio.com)

    “Türkiye’de 4 çocuktan biri açlık sınırında.OECD, Türkiye’de açlık sınırında yaşayan çocuk sayısının % 24.6 olduğunu açıkladı.” (dünyaveaclik.blogspot.de)

    “Her 8 kişiden birinin yetersiz beslendiği, 50 kişiden birinin ise aç olduğu ABD’de yoksul kesim alarm veriyor.” (dünyaveaclik.blogspot.de)

    “BM raporuna göre her yıl dünyada açlık nedeniyle ölen insan sayısı tüberküloz, AİDS ve sıtma nedeniyle ölen insanların toplamından daha fazla.” (onedio.com)

    kapitalist ekonominin teknoloji ve üretim verimliliginde kaydettigi olaganüstü geli$meler dolayisiyla tüm dünya nüfusuna yetecek kadar gida üretmek kapitalist $irketler icin i$ten bile degil; bundan dolayi da gida kitligi olmasi orda kalsin, gida bollugu sözkonusu.

    soru: peki öyleyse dünya capinda bu kadar insan neden hala acliktan ölüyor ya da aclik cekiyor?

    cevap: cünkü kapitalizmde gida da dahil, ekonomik üretimin tek/biricik amaci para kazanmak, kar etmek, sermaye biriktirmek. bundan dolayi da üretilen gida ürünleri üretici firmanin özel mülkiyetidir ve ancak parasi olan o gida ürünlerini alip karnini doyurabilir.

    i$te acliktan ölen ya da aclik ceken o insanlar gida yoklugundan degil, cebinde gida maddesi alacak parasi olmayan insanlardir.

    i$te kapitalist yalanlar/efsaneler ve i$te gercekler: secim sizin.

  858. marxist argüman

    adaletin bu mu dünya?

    cihatci türk fa$isti ibrahim karagül’ün yeni $afak gazetesinde ki kö$e yazisindan alinti:

    “Kut-ul Amare ya da Kato dağları: Malazgirt’ten beri şehit veriyoruz biz

    Unutmayın, PKK bir dış güçtür, işgal gücüdür Haçlı Savaşları geleneğinin temsilcilerindendir. PYD ya da başka isimlerde yürüttüğü her şey, Batılı istila için ortam oluşturmaya ayarlıdır. Onlar Haçlı Savaşları’ndan sonra, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra üçüncü büyük işgal için Truva Atı olarak öne sürüldüler.

    Öyleyse onlarla Haçlılarla savaştığımız gibi savaşacağız. Çanakkale’de savaştığımız gibi savaşacağız. İster Anadolu içlerinde olsun, ister Suriye topraklarında olsun, İster Irak topraklarında olsun, nerede iseler orada bir dış güçle savaşır gibi savaşacağız.”

    önce kürtlerin ya$adiklari topraklari i$gal edeceksiniz; sonra kürtlere devlet terörü ile imha ve asimilasyonu dayatacaksiniz; buna itiraz edip kar$i koyan kürtlere de “haclilar” deyip cihat ilan edeceksin.

    $air e$ref olsaydi bu duruma nerdi?

    bence $öyle derdi: ben bu dünyanin adaletini si…yim!

  859. marxist argüman

    hain övgü: dü$man biyigini övmek

    “YPG’li bıyığına övgü’ye hapis cezası

    Sosyal medyada YPG’lilerin bıyıklarını övdüğü gerekçesiyle hakkında dava açılan Mehmet Ali Bora’ya mahkeme 1 yıl 6 ay 22 gün hapis cezası verdi.” (basin)

  860. marxist argüman

    sava$ ve ideoloji

    “Ölürsem şehit, kalırsam gazi anlayışıyla mücadele sürecek” (hulusi akar, basin)

  861. Not: Sovyetler Birliği’nin resmi sona erme tarihi 1991. Bu yazı 1980’de.
    “For America to Live, Europe Must Die”
    The following speech was given by Russell Means in July 1980, before several thousand people who had assembled from all over the world for the Black Hills International Survival Gathering, in the Black Hills of South Dakota. It is Russell Means’s most famous speech.
    “The only possible opening for a statement of this kind is that I detest writing. The process itself epitomizes the European concept of “legitimate” thinking; what is written has an importance that is denied the spoken. My culture, the Lakota culture, has an oral tradition, so I ordinarily reject writing. It is one of the white world’s ways of destroying the cultures of non-European peoples, the imposing of an abstraction over the spoken relationship of a people.
    So what you read here is not what I’ve written. It’s what I’ve said and someone else has written down. I will allow this because it seems that the only way to communicate with the white world is through the dead, dry leaves of a book. I don’t really care whether my words reach whites or not. They have already demonstrated through their history that they cannot hear, cannot see; they can only read (of course, there are exceptions, but the exceptions only prove the rule). I’m more concerned with American Indian people, students and others, who have begun to be absorbed into the white world through universities and other institutions. But even then it’s a marginal sort of concern. It’s very possible to grow into a red face with a white mind; and if that’s a person’s individual choice, so be it, but I have no use for them. This is part of the process of cultural genocide being waged by Europeans against American Indian peoples’ today. My concern is with those American Indians who choose to resist this genocide, but who may be confused as to how to proceed.
    (You notice I use the term American Indian rather than Native American or Native indigenous people or Amerindian when referring to my people. There has been some controversy about such terms, and frankly, at this point, I find it absurd. Primarily it seems that American Indian is being rejected as European in origin–which is true. But all the above terms are European in origin; the only non-European way is to speak of Lakota–or, more precisely, of Oglala, Brule, etc.–and of the Dineh, the Miccousukee, and all the rest of the several hundred correct tribal names.
    (There is also some confusion about the word Indian, a mistaken belief that it refers somehow to the country, India. When Columbus washed up on the beach in the Caribbean, he was not looking for a country called India. Europeans were calling that country Hindustan in 1492. Look it up on the old maps. Columbus called the tribal people he met “Indio,” from the Italian in dio, meaning “in God.”)
    It takes a strong effort on the part of each American Indian not to become Europeanized. The strength for this effort can only come from the traditional ways, the traditional values that our elders retain. It must come from the hoop, the four directions, the relations: it cannot come from the pages of a book or a thousand books. No European can ever teach a Lakota to be Lakota, a Hopi to be Hopi. A master’s degree in “Indian Studies” or in “education” or in anything else cannot make a person into a human being or provide knowledge into traditional ways. It can only make you into a mental European, an outsider.
    I should be clear about something here, because there seems to be some confusion about it. When I speak of Europeans or mental Europeans, I’m not allowing for false distinctions. I’m not saying that on the one hand there are the by-products of a few thousand years of genocidal, reactionary, European intellectual development which is bad; and on the other hand there is some new revolutionary intellectual development which is good. I’m referring here to the so-called theories of Marxism and anarchism and “leftism” in general. I don’t believe these theories can be separated from the rest of the of the European intellectual tradition. It’s really just the same old song.
    The process began much earlier. Newton, for example, “revolutionized” physics and the so-called natural sciences by reducing the physical universe to a linear mathematical equation. Descartes did the same thing with culture. John Locke did it with politics, and Adam Smith did it with economics. Each one of these “thinkers” took a piece of the sacredity of human existence and converted it into code, an abstraction. They picked up where Christianity ended: they “secularized” Christian religion, as the “scholars” like to say–and in doing so they made Europe more able and ready to act as an expansionist culture. Each of these intellectual revolutions served to abstract the European mentality even further, to remove the wonderful complexity and sacredity from the universe and replace it with a logical sequence: one, two, three. Answer!
    This is what has come to be termed “efficiency” in the European mind. Whatever is mechanical is perfect; whatever seems to work at the moment–that is, proves the mechanical model to be the right one–is considered correct, even when it is clearly untrue. This is why “truth” changes so fast in the European mind; the answers which result from such a process are only stopgaps, only temporary, and must be continuously discarded in favor of new stopgaps which support the mechanical models and keep them (the models) alive.
    Hegel and Marx were heirs to the thinking of Newton, Descartes, Locke and Smith. Hegel finished the process of secularizing theology–and that is put in his own terms–he secularized the religious thinking through which Europe understood the universe. Then Marx put Hegel’s philosophy in terms of “materialism,” which is to say that Marx desacredized Hegel’s work altogether. Again, this is in Marx’ own terms. And this is now seen as the future revolutionary potential of Europe. Europeans may see this as revolutionary, but American Indians see it simply as still more of that same old European conflict between being and gaining. The intellectual roots of a new Marxist form of European imperialism lie in Marx’–and his followers’–links to the tradition of Newton, Hegel and the others.
    Being is a sacred proposition. Gaining is a material act. Traditionally, American Indians have always attempted to be the best people they could. Part of that sacred process was and is to give away wealth, to discard wealth in order not to gain. Material gain is an indicator of false status among traditional people, while it is “proof that the system works” to Europeans. Clearly, there are two completely opposing views at issue here, and Marxism is very far over to the other side from the American Indian view. But let’s look at a major implication of this; it is not merely an intellectual debate.
    The European materialist tradition of desacredizing the universe is very similar to the mental process which goes into dehumanizing another person. And who seems most expert at dehumanizing other people? And why? Soldiers who have seen a lot of combat learn to do this to the enemy before going back into combat. Murderers do it before going out to commit murder. Nazi SS guards did it to concentration camp inmates. Cops do it. Corporation leaders do it to the workers they send into uranium mines and steel mills. Politicians do it to everyone in sight. And what the process has in common for each group doing the dehumanizing is that it makes it all right to kill and otherwise destroy other people. One of the Christian commandments says, “Thou shalt not kill,” at least not humans, so the trick is to mentally convert the victims into nonhumans. Then you can proclaim violation of your own commandment as a virtue.
    In terms of the desacredization of the universe, the mental process works so that it becomes virtuous to destroy the planet. Terms like progress and development are used as cover words here, the way victory and freedom are used to justify butchery in the dehumanization process. For example, a real-estate speculator may refer to “developing” a parcel of ground by opening a gravel quarry; development here means total, permanent destruction, with the earth itself removed. But European logic has gained a few tons of gravel with which more land can be “developed” through the construction of road beds. Ultimately, the whole universe is open–in the European view–to this sort of insanity.
    Most important here, perhaps, is the fact that Europeans feel no sense of loss in all this. After all, their philosophers have desacredized reality, so there is no satisfaction (for them) to be gained in simply observing the wonder of a mountain or a lake or a people in being. No, satisfaction is measured in terms of gaining material. So the mountain becomes gravel, and the lake becomes coolant for a factory, and the people are rounded up for processing through the indoctrination mills Europeans like to call schools.
    But each new piece of that “progress” ups the ante out in the real world. Take fuel for the industrial machine as an example. Little more than two centuries ago, nearly everyone used wood–a replenishable, natural item–as fuel for the very human needs of cooking and staying warm. Along came the Industrial Revolution and coal became the dominant fuel, as production became the social imperative for Europe. Pollution began to become a problem in the cities, and the earth was ripped open to provide coal whereas wood had always simply been gathered or harvested at no great expense to the environment. Later, oil became the major fuel, as the technology of production was perfected through a series of scientific “revolutions.” Pollution increased dramatically, and nobody yet knows what the environmental costs of pumping all that oil out of the ground will really be in the long run. Now there’s an “energy crisis,” and uranium is becoming the dominant fuel.
    Capitalists, at least, can be relied upon to develop uranium as fuel only at the rate which they can show a good profit. That’s their ethic, and maybe they will buy some time. Marxists, on the other hand, can be relied upon to develop uranium fuel as rapidly as possible simply because it’s the most “efficient” production fuel available. That’s their ethic, and I fail to see where it’s preferable. Like I said, Marxism is right smack in the middle of European tradition. It’s the same old song.
    There’s a rule of thumb which can be applied here. You cannot judge the real nature of a European revolutionary doctrine on the basis of the changes it proposes to make within the European power structure and society. You can only judge it by the effects it will have on non-European peoples. This is because every revolution in European history has served to reinforce Europe’s tendencies and abilities to export destruction to other peoples, other cultures and the environment itself. I defy anyone to point out an example where this is not true.
    So now we, as American Indian people, are asked to believe that a “new” European revolutionary doctrine such as Marxism will reverse the negative effects of European history on us. European power relations are to be adjusted once again, and that’s supposed to make things better for all of us. But what does this really mean?
    Right now, today, we who live on the Pine Ridge Reservation are living in what white society has designated a “National Sacrifice Area.” What this means is that we have a lot of uranium deposits here, and white culture (not us) needs this uranium as energy production material. The cheapest, most efficient way for industry to extract and deal with the processing of this uranium is to dump the waste by-products right here at the digging sites. Right here where we live. This waste is radioactive and will make the entire region uninhabitable forever. This is considered by the industry, and by the white society that created this industry, to be an “acceptable” price to pay for energy resource development. Along the way they also plan to drain the water table under this part of South Dakota as part of the industrial process, so the region becomes doubly uninhabitable. The same sort of thing is happening down in the land of the Navajo and Hopi, up in the land of the Northern Cheyenne and Crow, and elsewhere. Thirty percent of the coal in the West and half of the uranium deposits in the United States have been found to lie under reservation land, so there is no way this can be called a minor issue.
    We are resisting being turned into a National Sacrifice Area. We are resisting being turned into a national sacrifice people. The costs of this industrial process are not acceptable to us. It is genocide to dig uranium here and drain the water table–no more, no less.
    Now let’s suppose that in our resistance to extermination we begin to seek allies (we have). Let’s suppose further that we were to take revolutionary Marxism at its word: that it intends nothing less than the complete overthrow of the European capitalists order which has presented this threat to our very existence. This would seem to be a natural alliance for American Indian people to enter into. After all, as the Marxists say, it is the capitalists who set us up to be a national sacrifice. This is true as far as it goes.
    But, as I’ve tried to point out, this “truth” is very deceptive. Revolutionary Marxism is committed to even further perpetuation and perfection of the very industrial process which is destroying us all. It offers only to “redistribute” the results–the money, maybe–of this industrialization to a wider section of the population. It offers to take wealth from the capitalists and pass it around; but in order to do so, Marxism must maintain the industrial system. Once again, the power relations within European society will have to be altered, but once again the effects upon American Indian peoples here and non-Europeans elsewhere will remain the same. This is much the same as when power was redistributed from the church to private business during the so-called bourgeois revolution. European society changed a bit, at least superficially, but its conduct toward non-Europeans continued as before. You can see what the American Revolution of 1776 did for American Indians. It’s the same old song. song.
    Revolutionary Marxism, like industrial society in other forms, seeks to “rationalize” all people in relation to industry–maximum industry, maximum production. It is a doctrine that despises the American Indian sacred tradition, our cultures, our lifeways. Marx himself called us “precapitalists” and “primitive.” Precapitalist simply means that, in his view, we would eventually discover capitalism and become capitalists; we have always been economically retarded in Marxist terms. The only manner in which American Indian people could participate in a Marxist revolution would be to join the industrial system, to become factory workers, or “proletarians,” as Marx called them. The man was very clear about the fact that his revolution could only occur through the struggle of the proletariat, that the existence of a massive industrial system is a precondition of a successful Marxist society.
    I think there’s a problem with language here. Christians, capitalists, Marxists. All of them have been revolutionary in their own minds, but none of them really means revolution. What they really mean is continuation. They do what they do in order that European culture can continue to exist and develop according to its needs.
    So, in order for us to really join forces with Marxism, we American Indians would have to accept the national sacrifice of our homeland; we would have to commit cultural suicide and become industrialized and Europeanized.
    At this point, I’ve got to stop and ask myself whether I’m being too harsh. Marxism has something of a history. Does this history bear out my observations? I look to the process of industrialization in the Soviet Union since 1920 and I see that these Marxists have done what it took the English Industrial Revolution 300 years to do; and the Marxists did it in 60 years. I see that the territory of the USSR used to contain a number of tribal peoples and that they have been crushed to make way for the factories. The Soviets refer to this as “the National Question,” the question of whether the tribal peoples had the right to exist as peoples; and they decided the tribal peoples were an acceptable sacrifice to the industrial needs. I look to China and I see the same thing. I look to Vietnam and I see Marxists imposing an industrial order and rooting out the indigenous tribal mountain people.
    I hear the leading Soviet scientist saying that when uranium is exhausted, then alternatives will be found. I see the Vietnamese taking over a nuclear power plant abandoned by the U.S. military. Have they dismantled and destroyed it? No, they are using it. I see China exploding nuclear bombs, developing uranium reactors, and preparing a space program in order to colonize and exploit the planets the same as the Europeans colonized and exploited this hemisphere. It’s the same old song, but maybe with a faster tempo this time.
    The statement of the Soviet scientist is very interesting. Does he know what this alternative energy source will be? No, he simply has faith. Science will find a way. I hear revolutionary Marxists saying that the destruction of the environment, pollution, and radiation will all be controlled. And I see them act upon their words. Do they know how these things will be controlled? No, they simply have faith. Science will find a way. Industrialization is fine and necessary. How do they know this? Faith. Science will find a way. Faith of this sort has always been known in Europe as religion. Science has become the new European religion for both capitalists and Marxists; they are truly inseparable; they are part and parcel of the same culture. So, in both theory and practice, Marxism demands that non-European peoples give up their values, their traditions, their cultural existence altogether. We will all be industrialized science addicts in a Marxist society.
    I do not believe that capitalism itself is really responsible for the situation in which American Indians have been declared a national sacrifice. No, it is the European tradition; European culture itself is responsible. Marxism is just the latest continuation of this tradition, not a solution to it. To ally with Marxism is to ally with the very same forces that declare us an acceptable cost.
    There is another way. There is the traditional Lakota way and the ways of the American Indian peoples. It is the way that knows that humans do not have the right to degrade Mother Earth, that there are forces beyond anything the European mind has conceived, that humans must be in harmony with all relations or the relations will eventually eliminate the disharmony. A lopsided emphasis on humans by humans–the Europeans’ arrogance of acting as though they were beyond the nature of all related things–can only result in a total disharmony and a readjustment which cuts arrogant humans down to size, gives them a taste of that reality beyond their grasp or control and restores the harmony. There is no need for a revolutionary theory to bring this about; it’s beyond human control. The nature peoples of this planet know this and so they do not theorize about it. Theory is an abstract; our knowledge is real.
    Distilled to its basic terms, European faith–including the new faith in science–equals a belief that man is God. Europe has always sought a Messiah, whether that be the man Jesus Christ or the man Karl Marx or the man Albert Einstein. American Indians know this to be totally absurd. Humans are the weakest of all creatures, so weak that other creatures are willing to give up their flesh that we may live. Humans are able to survive only through the exercise of rationality since they lack the abilities of other creatures to gain food through the use of fang and claw.
    But rationality is a curse since it can cause humans to forget the natural order of things in ways other creatures do not. A wolf never forgets his or her place in the natural order. American Indians can. Europeans almost always do. We pray our thanks to the deer, our relations, for allowing us their flesh to eat; Europeans simply take the flesh for granted and consider the deer inferior. After all, Europeans consider themselves godlike in their rationalism and science. God is the Supreme Being; all else must be inferior.
    All European tradition, Marxism included, has conspired to defy the natural order of all things. Mother Earth has been abused, the powers have been abused, and this cannot go on forever. No theory can alter that simple fact. Mother Earth will retaliate, the whole environment will retaliate, and the abusers will be eliminated. Things come full circle, back to where they started. That’s revolution. And that’s a prophecy of my people, of the Hopi people and of other correct peoples.
    American Indians have been trying to explain this to Europeans for centuries. But, as I said earlier, Europeans have proven themselves unable to hear. The natural order will win out, and the offenders will die out, the way deer die when they offend the harmony by over-populating a given region. It’s only a matter of time until what Europeans call “a major catastrophe of global proportions” will occur. It is the role of American Indian peoples, the role of all natural beings, to survive. A part of our survival is to resist. We resist not to overthrow a government or to take political power, but because it is natural to resist extermination, to survive. We don’t want power over white institutions; we want white institutions to disappear. That’s revolution.
    American Indians are still in touch with these realities–the prophecies, the traditions of our ancestors. We learn from the elders, from nature, from the powers. And when the catastrophe is over, we American Indian peoples will still be here to inhabit the hemisphere. I don’t care if it’s only a handful living high in the Andes. American Indian people will survive; harmony will be reestablished. That’s revolution.
    At this point, perhaps I should be very clear about another matter, one which should already be clear as a result of what I’ve said. But confusion breeds easily these days, so I want to hammer home this point. When I use the term European, I’m not referring to a skin color or a particular genetic structure. What I’m referring to is a mind-set, a worldview that is a product of the development of European culture. People are not genetically encoded to hold this outlook; they are acculturated to hold it. The same is true for American Indians or for the members of any culture.
    It is possible for an American Indian to share European values, a European worldview. We have a term for these people; we call them “apples”–red on the outside (genetics) and white on the inside (their values). Other groups have similar terms: Blacks have their “oreos”; Hispanos have “Coconuts” and so on. And, as I said before, there are exceptions to the white norm: people who are white on the outside, but not white inside. I’m not sure what term should be applied to them other than “human beings.”
    What I’m putting out here is not a racial proposition but a cultural proposition. Those who ultimately advocate and defend the realities of European culture and its industrialism are my enemies. Those who resist it, who struggle against it, are my allies, the allies of American Indian people. And I don’t give a damn what their skin color happens to be. Caucasian is the white term for the white race: European is an outlook I oppose.
    The Vietnamese Communists are not exactly what you might consider genetic Caucasians, but they are now functioning as mental Europeans. The same holds true for Chinese Communists, for Japanese capitalists or Bantu Catholics or Peter “MacDollar” down at the Navajo Reservation or Dickie Wilson up here at Pine Ridge. There is no racism involved in this, just an acknowledgment of the mind and spirit that make up culture.
    In Marxist terms I suppose I’m a “cultural nationalist.” I work first with my people, the traditional Lakota people, because we hold a common worldview and share an immediate struggle. Beyond this, I work with other traditional American Indian peoples, again because of a certain commonality in worldview and form of struggle. Beyond that, I work with anyone who has experienced the colonial oppression of Europe and who resists its cultural and industrial totality. Obviously, this includes genetic Caucasians who struggle to resist the dominant norms of European culture. The Irish and the Basques come immediately to mind, but there are many others.
    I work primarily with my own people, with my own community. Other people who hold non-European perspectives should do the same. I believe in the slogan, “Trust your brother’s vision,” although I’d like to add sisters into the bargain. I trust the community and the culturally based vision of all the races that naturally resist industrialization and human extinction. Clearly, individual whites can share in this, given only that they have reached the awareness that continuation of the industrial imperatives of Europe is not a vision, but species suicide. White is one of the sacred colors of the Lakota people–red, yellow, white and black. The four directions. The four seasons. The four periods of life and aging. The four races of humanity. Mix red, yellow, white and black together and you get brown, the color of the fifth race. This is a natural ordering of things. It therefore seems natural to me to work with all races, each with its own special meaning, identity and message.
    But there is a peculiar behavior among most Caucasians. As soon as I become critical of Europe and its impact on other cultures, they become defensive. They begin to defend themselves. But I’m not attacking them personally; I’m attacking Europe. In personalizing my observations on Europe they are personalizing European culture, identifying themselves with it. By defending themselves in this context, they are ultimately defending the death culture. This is a confusion which must be overcome, and it must be overcome in a hurry. None of us has energy to waste in such false struggles.
    Caucasians have a more positive vision to offer humanity than European culture. I believe this. But in order to attain this vision it is necessary for Caucasians to step outside European culture–alongside the rest of humanity–to see Europe for what it is and what it does.
    To cling to capitalism and Marxism and all other “isms” is simply to remain within European culture. There is no avoiding this basic fact. As a fact, this constitutes a choice. Understand that the choice is based on culture, not race. Understand that to choose European culture and industrialism is to choose to be my enemy. And understand that the choice is yours, not mine.
    This leads me back to address those American Indians who are drifting through the universities, the city slums, and other European institutions. If you are there to resist the oppressor in accordance with your traditional ways, so be it. I don’t know how you manage to combine the two, but perhaps you will succeed. But retain your sense of reality. Beware of coming to believe the white world now offers solutions to the problems it confronts us with. Beware, too, of allowing the words of native people to be twisted to the advantages of our enemies. Europe invented the practice of turning words around on themselves. You need only look to the treaties between American Indian peoples and various European governments to know that this is true. Draw your strength from who you are.
    A culture which regularly confuses revolt with resistance, has nothing helpful to teach you and nothing to offer you as a way of life. Europeans have long since lost all touch with reality, if ever they were in touch with who you are as American Indians.
    So, I suppose to conclude this, I should state clearly that leading anyone toward Marxism is the last thing on my mind. Marxism is as alien to my culture as capitalism and Christianity are. In fact, I can say I don’t think I’m trying to lead anyone toward anything. To some extent I tried to be a “leader,” in the sense that the white media like to use that term, when the American Indian Movement was a young organization. This was a result of a confusion I no longer have. You cannot be everything to everyone. I do not propose to be used in such a fashion by my enemies. I am not a leader. I am an Oglala Lakota patriot. That is all I want and all I need to be. And I am very comfortable with who I am.”

  862. İkinci Kibar Yanıt

    Sayın “48 marxist argüman 1 Haziran”
    “bu paranoyak fosil, deli zirvalariyla sitenin yorum kismini cöplüge dönderdi”
    ” hayatimda ilk defa böyle “hilkat garibesi” bir yaratik ile kar$ila$iyorum. bu deli sayiklamalarinda ne bir bilgi var, ne anlam bütünlügü var, ne düzene, devlete, rejime bir ele$tiri var. paranoyak deli bu sitede tanimadigi insanlara don ki$ot gibi sava$ acmi$; o yaziyor, zileli de yayinliyor.”
    Not: İnşallah gücenmezsiniz, Alman klavyesini Türk klavyesine çevirmek bir nanosekonda başarılabilir.
    GİRİŞ
    Bu sitede, çok ender de olsa, arada bir medeniyet içindeki yaşamın ne kadar kalitesiz olduğunu belirleyen yazılar oluyor ama bağlamlarını bilmediğim için anlamlarından emin değilim.
    Bu ender kişiler dışındakiler medeniyet içinde maske üstüne maske takmış, zırhlarla donanmış, medeniyetin en son lokomotifi olan Avrupalılara benziyorlar.
    Avrupa’ya geldikten sonra arkadaşlarıma yazdığım mektup: “ABD’de medeni yaşamı savunan bir zırhlının maskelerini bir kürdanla beş dakikada kazıp düşürebilirsin ve kişi, “doğru, hepimiz bir anlamsız dünyada yaşıyoruz”, der. Avrupa’da baltalarla bile bu zırhları kazıp sökmek imkansız!”
    Nedenini bilmiyorum. Bazı tahminlerim var.
    ABD’de asıl Allah’ın zenginlik ve para olduğu pek gizlenmez. Avrupa’da ambalaj kat kat çikolatayla kaplı.
    ABD’de ilk medeniyetle başlayan devlet-ticaret sürtüşme birleşme veya aşksız sevişme yok.
    Avrupa’da da bu hızla yayılmakta. Thatcher ile başladı diyebiliriz.
    ABD bilim-teknikde çok daha ilerde ve bunun halk arasına son derece yayılmış. ABD’ye gelen Avrupalılar ve diğer yabancıların acele ve bilmeden yargılarıyla bir örnek vermek isterim. Aynı şey Türkler için fazlasıyla geçerli ve şahit oldum. Sizi biri evine davet eder, kapısının önünde “önce siz buyurun”,der. Amerikalı sorar: “kapı nasıl açılıyor?” Cin gibi Avrupalı ve Türk için Amerikalı çok aptal: kapının açma koluna basıp gireceksin. Technician-teknisyenlerin yüz binlerce cambazlıklarına bağrı yanık Amerikalı için bu cin gibi technician-teknisyenler her gün “binlerce” yeni ve değişik kapı açma yolları icat ederler. Sıradan halk bu ve buna bezerlere rasladığında, eğitim bülbüllerinle dalga geçici, “burası bir öğrenim gezegeni”, derler. Eskimolar aynı eğitim bürokratları için, “sorularıyla bize işkence ediyorlar”, der. ABD’de işin içine daha derinden bakan ve Nazilerin göz kamaştırıcı gösterilerini bilenler bu technician-teknisyen cambazlıklarına, “faşizm üretimin yapısında”, derler.
    Avrupa’da burjuvalar yok oldu ve yerine tamamıyla sıfatsız, silik, anlamsız dünyanın en çarpıcı örneği olan technician-tekisyenler aldı. ABD bunların elinde. Bunlar için önemli olan hizmet edecekleri bir efendi bulmak. Tüketicilere mal yetiştirmede güneş enerjisi de nükleer enerji de aynı. Eğer bir kargaşalık çıkarsa tüketicileri yatıştırıcı hap dağıtan ve eski değerlerlerin technician-teknisyenleri iş başı edilir.
    Not: Bence İslam Avrupa’nın 16-17. yüz yıllarda atladığı treni kaçırdı ve şimdi yakalama sancıları çekiyor. Eski dili konuşanlar hap dağıtmakta ama petrolü namazla çıkaracak kadar enayi değiller. Bu konuyu kurcalamk isteyenlere Avrupa’da “millenarian”, yani bin yılcı akımları inceleyen şahane kitapları tavsiye ederim.
    İslam ilk çıktığında Yunan bilim-teknik ve felsefe bilgileri harıl harıl çevirildi. Hatta bir süre Medeniyet’in başını bile çekti. Rusya Bolşeviklerle, Japonya Meiji döneminde trene atlamaya gayret gösterdi ama nihayet 2. Dünya Savaşı’ndan sonra yakaladı. Çin nihayet Mao ile, Hindistan daha yeni yeni tam atlama hızını kazandı.
    Bu açıdan bakıldığında, Marksizm bir süre treni yakalamada en iyi teknikdi.
    Bence bu site technician-teknisyenlere kulak veren ve gıpta edenlerden oluşur. Eğer büyük bir hata yapmıyorsam, bu sitedekiler arasında garip bir bilim-teknik hakkında sonsuz bilgisizlik var. Milli marş:”Medeniyet, Bilim-Teknik İyi; İstemeyenler Kötü”
    Bilim-tekniğin en temel varsayımlarından biri evrenin cansız varlıklardan oluşu. Sadece madde-noktalar ve onların haraketi vardır. Geleneksel felsefede hala adı “öznel” denilen şey aslında bu minnacık maddelerin duyu organlarına çarpması ve beyinde yine tamamıyla minnacık maddelerin haraketleriyle , sırrı hala tam çözülmemiş, “öznel” denilen ifadelere çevrilmeleri. İnsan aslında tuvalette bir yere bastığında sanki “biliyormuş”, sanki “bilinçliymiş” gibi harekete geçen tuvalettir. Geçende komplo üzerinde yazısı yayınlanan bu düşüncenin en büyük kurbanlarından biri.
    Kısa keseceğim çünkü yine terbiyesizlik etmiş olabilirim hisleri içinde yumurta üzerinde yürür gibiyim ve aslında bu yazdıklarımın özeti şu:
    Bu sitede Medeniyet’in tarihsel ve teknik anlamda kullanışını bilen kimse yok. Ya sözcük sonsuz soyutlaştırılıp her zaman, her yerde olan bir şey oluyor; ya ikinci anlamı kullanılıyor; ya da son zamanlarda çok yaygın olan “politically correct” kullanım içinde benimle alay ediliyor.Örneğin, hayvanlar yok edilir, hayvanat bahçesi denilen hapishanelere koyulur, özel çiftliklerde technician-teknisyenler aracılığıyla yapay şartlarla büyütülür, kasaphanelerde technician-teknisyenler aracılığıyla göz yaşartıcı tekniklerle boğazlanır ama “hayvanlar da zekidir”, “hayvanlarda da empati vardır”, “hayvanlarda da iyi-kötü yargıları vardır”, “hayvanlarda da bilinç vardır”, vs. vs. vs. ilahilerinin sonu gelmez.
    ASIL KONU
    Ben Medeniyet’in kanser gibi yayılan bir hastalık olduğuna bütün varlığımla inanıyorum. Bu anlamda, eksi kanser, Medniyet tarihçilerin hem fikir olduğu Sümer ile başladığı fikrine tamamıyla katılıyorum. Aynı kanserin Orta Amerika ve Peru’ya da atlamış olduğu hala tam ve söz götürmez anlamda çözülmüş değil. Ama Pasifik Okyanusta büyük çapta ve çok uzun bir süre ticaretin var olduğu, Atlantik Okyanusta Vinland artık herkesin bildiği.
    Aynı zamanda kendi çalışmalarım medeniyetin içinden yapılan eleştirilerin son derece yanıltıcı, devrine uyan temel düşünceleri benimseyen, ki Marks bundan hayli kuşkulandı, çok derinlerde yatan varsayımlarla bakanlar tarafından yapıldığını gösterdi. En fazla tanınlar arsında olan Çin ve Hinistan’da, dünyanın birçok yerlerinde, yine en fazla dilden dile dolaşan, en azından insan hakları ve demokrasi, Avrupa’dan çok daha önce dile getirildi. İslam’da hem bu düşünceler hem de yüzlerce direnişlerde satır arası okunursa aynı şeyler bulunur.
    En büyük sorun şu: elimizdeki belgelerin çoğu ya kazananların yaltakçıları sarayda (şimdi üniversite) yaşayanlar veya farkında olmadan soru ve cevapları aynı varsayımlarla biçimlendirenler.
    Az da olsa kat kat eklenmiş önyargıları sökerek görenler oldu ve beni uyandırmada o insanlara sonsuz borçluyum.
    Her neyse, bu kıtlıktan dolayı toplumun sosyal yapısına ayna tutan ve yansıtan mitleri çalışmaya başladım. Dinler ölü mitler ama eski kefenlerle gömülü oldukları için biraz arkeolog olmak gerekiyor.
    Ben bunları tam öğrendim, tam anladım fiyakası içinde değilim. Amacım beni terbiyesizlikle itham edenlere aramızdaki aşılmaz uçurumun nedenlerin açıklamak.
    Mitlerle ilkellere ve ardından içinde bulunduğumuz teknik anlamda Medeniyet’i anlama geldim.
    Bence “avcı-devşirici” (hiç sevmediğim bir terim, bin yıl sonra bizi inceleyenler bizlere “kutularda çalışan-marketlerde-tüketenler”, diyebilir), yerleşik bir yaşama geçer veya tam tersi; çoban-gezenlar tarım yapar; çıplak vahşiler tarım yapar ve tarım yapan vazgeçip avcılığa döner; hatta benim anladığm anlamda medenileşmişler, mesela Mayalar her şeyi olduğu gibi bırakıp tekrar ormanda küçük cemaatler yaşamına dönerler. Yaşamın imkansız gibi göründükleri buz kaplı veya kum kaplı yerlerde son derece gıpta edici bir yaşam yaratırlar. Avustralya yerlilerinin devasa bir doğal felaketten sonra tekrar gıpta edici yaşamı yaratmış olduklarını örnek alıp şimdi korku içinde olanların endişelerini yatıştıran technician-teknisyen hap dağıtıclarını duymamış olmanız beni şaşırttı. Nuh Tufanı’nı da mı duymadınız?
    Ben Sümer ile başlayan, dünyayı Hristiyanlık Allah’ı gibi insanı hık demiş burnundan düşmüş gibi, tüm dünyayı kendine benzeten ve Avrupa’nın başını çektiği Medeniyet’den söz ediyorum. İlkelcilerin hepsi Medeniyet sözcüğünü bu anlamda kullanırlar.
    Belki burada orta sınıf terbiyeli ailelerden çıkıp asiliklerini devrimcilikle ifade edenlerin nevraljik hassas noktalarına dokunacağım ama doğrusu benim için Don Kişot, eğer pis ağzıma Karl Marks adını alma izini verilirse, Marks’ın deyişiyle derin insani feodal devirden modern sefilliğe geçişi imgeler ve onun gibi olmak benim için bir iltifat.
    Ben derin insanlığı miyop Marks’ın feodal devrinde değil Medeniyet öncesinde buldum.

  863. Bırakalım Diğerleri Değerlendirsin

    “32 marxist argüman” yanıtı:
    bir “kibar” yanita benden de “kibar” yanit
    o yazdigin konularin hicbiri benim ilgi alanima girmiyor; beni zerre kadar ilgilendirmiyor.
    gördügüm kadariyla beni ilgilendiren konular da senin ilgi alanina girmiyor.

  864. Fransa Anarşistlerinden Selam

    Bir süre önce İngiltere’de alt sınıfların tatile gittikleri bir sahil şehirde çekilen ” kuaför” adlı bir video izledim. Kuaför kadın ve müşterileri kendileri sefaletlik içindeyken devletlerinin dış ülkelere yardım ve hemen iş yerleri açıp zengin olan yabancılardan dert yandılar. Yabancıların çoğu paralı “siyasi” mülteciler ve sosyal yardım kırtasiyeciliğini avuçlarının içi gibi bilenlermiş. Irkçılık üzerine Fransa’da yapılan bir araştırma da alt sınıf Fransızların da benzeri düşündüklerini tespit etti. Avrupa’da sağcılık ve ırkçılık artmakta. Hüsran dolu alt sınıf, fakirler, kırgın ve kinci orta sınıflar suçu yabancılarda bulmakta.
    Aynı zamanda, bir Avrupalı ekonomiste göre kapitalizmin girdiği çıkmaza bir çare olarak tüketimi arttırmak planları hazırlanmakta. Daha somut olarak çok sayıda yabancıların Avrupa’ya girişini kolaylaştırmak ve alt sınıflara para dağıtmak gibi çözüm yolları gizli tartışılmakta. Bu fikir Almanya tarafından ileri sürülmüş.
    Bunu açık açık söylemek veya ekonomistin deyişiyle “ı” üzerine nokta koymak istenmiyor. Tek çaparız Avrupa’ya daha önce gelip yerleşip köşe olanların ve küçük iş sahipleri gerçek vatandaşlarının bu cömertliğin nedenlerini bilmedikleri için paniğe kapılması. Almanya’da çok sayıda biti kanlanmış ve sonradan görmüş Türk ve Kürt olduğundan bunların yeni gelen yabancılara karşı olası tepkileri tartışanlar arasında özellikle sorun yaratmakta. Irkçı mazisinden dolayı, Almanya bu konuda bilhassa tedirgin ve temkinli olmak istiyormuş. Türk ve Kürtlerin Afrikalıları sevmediği de işi hayli karıştırıyormuş.
    Bu ikinci haber beni iyice eğlendirdi. İlk çıktıklarında sonradan görmüşler olarak tanımlanan, aristokraları taklit eden, bol paralarıyla soyluluk satın alanların torunları şimdi aynı şeyi başkalarında görüyor ve hatta sorun çıkarırlar diye korkuyor.
    Bunu unutmaları en fazla 2- 3 yüz yıl sürdü. Şimdikilerin böyle bir derdi yok. Zaten henüz nitelik bakımından tüm dünya insanları aristokratların sonradan görmüşler dedikleri insanlar oldular. Tarih hem tekrar ediyor hem de etmiyor. Özgün anlamda artık kimse kimseye, kişisel küçük düşürme dışında, “sonradan görmüş”, diyemez. Şimdi demokrasi var ve herkes eşit. Ve insan hakları sayesinde herkes insan oldu! Veya Orwell’in kulaklarını çınlatırsak: herkes insan ama bazıları daha çok insan.
    DAHA ÇOK İNSAN OLMAYA BİR ÖRNEK
    Yatırımla vatandaşlık satın alma çoktan beri yapılmakta. Başta ABD ve AB eski “sonradan görmüş” ama şimdi hemen görüp satanların başında.
    Yeniliklerden bir Türkler arasında yatırımla vatandaşlık satın almanın artması. Sadece geçen Mart ayında 400% bir artış kaydedildi.

  865. marxist argüman

    kapitalist toplumun tanrisi: para

    kapitalist toplumda insan ili$kilerine damgasini vuran katalisör: para

    “Damadı tarafından öldürülen Yeni Akit Genel Yayın Yönetmeni’nin kızı konuştu

    Yeni Akit Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Kadir Demirel’in kızı Esma Karanfil “Cemil, para kazandıktan sonra çok değişti” dedi.” (basin)

  866. marxist argüman

    radikal idealistlerin devrimcilik anlayi$i: devlete/hükümete “kendimi öldürürüm” $antaji

    kapitalizmde “i$ garantisi” diye bir garantinin olmadigini; kar/kazanc varsa i$ vardir, yoksa yoktur gercegini idrak etmek istemeyen devlet idealistleri aclik grevine devam ediyorlar

    “Semih Özakça’dan mesaj var: Açlık grevini bitirme şartını açıkladı

    Cezaevinde Semih Özakça’yı ziyaret eden eski CHP Milletvekili Hüseyin Aygün, “Eğer hükümet işten atılanları geri alacağını taahhüt eder ve toplumsal muhalefet de bunun takipçisi olacağını deklare ederse, açlık grevini ancak o zaman bırakırız’ dedi, bu cümle önemli” açıklamasında bulundu.” (basin)

  867. marxist argüman

    siyasi iktidara yaltaklanan “demokrat kullar”

    demokratlar eylemde: demokratik ulus devletin “kullari” dilek tuttular

    siyasi iktidari “incitmeden” mücadele yöntemi: dilek dilemek

    “Tutuklu gazeteci ve yazarlar için denize özgürlük mektubu bırakıldı
    TYS’nin düzenlediği etkinlikte şişeler içine konulan özgürlük dilekleri denize bırakıldı.” (basin)

  868. marxist argüman

    modern demokratik egemenlik ve hürriyet

    Devr-i hürriyetteyiz şimdi değişti kaide
    Söyletirler evvela sonra s…..ler ananı ($air e$ref)

    demokrasilerde siyasi iktidarin parlamenter muhalefeti hizaya sokma sopasi: fezleke

    “CHP’li Tanrıkulu hakkında da fezleke: Şaka gibi soruşturma

    CHP’li Sezgin Tanrıkulu’na “PKK’ye yardım suçundan” fezleke hazırlandı. Espriler, başkalarının kendi hakkında konuşması ve katılmadığı toplantılar delil gösterildi. Telefonların hangi mahkeme kararıyla dinlenildiğine ilişkin bilgi yok.” (basin)

  869. marxist argüman

    kapitalist para rejimi

    “Şirket tünelden ücretsiz geçirmedi ambulans dağ yolundan gitti

    MUĞLA’nın Fethiye ve Dalaman ilçelerini birbirine bağlayan 950 metrelik Göcek Tüneli’nden geçen ambulanstan diğer araçlar gibi ücret talep edilmesi tepki çekti. Tünel işletmesi ücretsiz geçirmeyince ambulas dağ yolundan gitmek zorunda kaldı.” (basin)

  870. marxist argüman

    deniz gezmi$ hayrani solcu türk komutani kato daginda kürt gerillasi avinda

    “Şırnak’taki helikopter kazasında şehit olan Yarbay Songül Yakut’la ilgili Ekşi Sözlük yazarlarından birinin yazdığı yazı ve iddiaları büyük ilgi gördü. Ekşi Sözlük yazarı punkroyal’in yazısı:

    İlk tanışmam böyle bir gece yarısı olmuştu. Gece 2-4 garaj nöbetinde Nazım Hikmet’in “Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim” kitabını okuyordum, Öyle dalmıştım ki kitaba, geldiğini fark etmedim bile. Yaklaştı ve sadece güldü, başımı okşadı, çevirdi kitaba baktı güzel kitap dedi. Sonra sol görüşlü müsün diye devam etti… Sabah nöbetim bitene kadar yanımdan ayrılmadı konuştuk. Malatya’nın sağlam solcularındandı ailesi..Deniz Gezmiş Gemerek’te yakalanmasa gittiği adres dedesinin Malatya’daki orman evi olacağına kadar her şeyi öğrendim o gece. Artık daha farklıydı Songül Komutan benim için…

    Ertesi gün bana “Gülünün Solduğu Akşam” romanını getirdi, okuduğumu söyledim. Askerliğim süresince bikaç kitap daha getirdi..” (basin)

  871. marxist argüman

    ikinci kibar yanit’a ikinci kibar cevap

    kapitalist dünyanin $errinden/izdirabindan maziye/gecmi$e siginirim

    maddiyatci dünyaya katlanabilmek icin “manevi/spiritüel” dünyaya siginarak trans halinde ya$amak

    Geçmiş günü beyhude yere yâd etme,
    Bir gelmemiş an için de feryat etme
    Geçmiş gelecek masal bunlar hep
    Eğlenmene bak ömrünü berbat etme. (ömer hayyam)

    kirmizi görmü$ boga gibi önüne cikana saldirmaktan vazgecip derdini ve dü$üncesini dile getiren arkada$imizi mercek altina alip analiz etmek istiyorum; bakalim falinda ne cikacak.

    bu arkada$in duygu ve düsünce dünyasini yansitan cümleler $unlar: “medeniyet içindeki yaşamın ne kadar kalitesiz…”,

    “Ben derin insanlığı miyop Marks’ın feodal devrinde değil Medeniyet öncesinde buldum.”

    kapitalist toplumun maddiyatci/paraci cikar ili$kilerinden bunalmi$; kapitalist bireyler arasinda ki kiran kirana rekabette kaybetmi$ ya da bu rekabete ayak uyduramami$; bütün bu ya$adiklarindan yanli$ sonuclara varmi$ bir insan ile kar$i kar$iyayiz.

    bu arkada$, materyalist kapitalist toplumda arayipta bulamadigi “insani” ili$kilerin hayat bulmasina izin vermeyen sebepleri ara$tirip tespit etmek yerine, yani kapitalist melanetin kaynagini tespit edip, o’nu hedeflemek yerine, tipki bir arkeolog gibi bir zamanlar bir yerlerde var olmu$ olduguna inandigi “insanligin” ve “insani ili$kilerin” pe$ine dü$mü$; aradigi o “hazineyi” insanligin ilkel döneminde ke$fetmi$, bundan dolayi da gecmi$i/maziyi, yani ya$anmi$ bitmi$ bir zaman dilimini yüceltiyor, idealize ediyor.

    dünya eskiden mi daha iyiydi $imdi mi, gibi salakca bir kar$ila$tirma yapmadan $u kadarini belirteyim:

    günümüz dünyasinda var olan materyalist para ili$kileri gecmi$te, medeniyet öncesinde olmadigi icin, o zaman ki toplumsal ili$kilerin günümüzden daha farkli oldugu kesin, fakat ya$anmi$ bitmi$ ve ayni $ekilde tekrar ya$anmasi mümkün olmayan “derin insanligin” bana faydasi nedir?

    gecmi$te var olduguna inandigim o “derin insanligi” sürekli yad etmenin, yüceltmenin, idealize etmenin bana bir faydasi var mi? yok, olamaz da.

    “zügürt tesellisi” anlamina gelen böylesi bir davrani$ nasrettin hoca’nin karanlikta kaybettigi akce’sini gidip sokak lambasi altinda aramasi kadar sacma ve aptalcadir.

    farzedelim medeniyet öncesi devirde ya$ayan insanlar gercektende cok mutlu bir hayat ya$adilar, peki bunun bana faydasi nedir?
    sürekli olarak “medeniyet öncesi hayat $öyle güzeldi, böyle güzeldi” demekle insan kendisi mutlu olur mu, o insanin hayatinda bir$ey degi$ir mi?

    böylesi bir davrani$ türkcede ki kaba deyimle “el s..ki ile gerdege girmek” degil midir?

    günümüz kapitalist toplumunda benim de $ahsen arayipta bulamadigim “insani ili$kileri” bitiren melanetin kapitalist para ve özel mülkiyet ekonomisinin “homo economicus” zihniyeti oldugu bir sir falan degil.

    “yarali parmaga bedava i$emez” bu “homo economicus” insan tipinin ideal prototipi canli örnegini bu sitede gördügümüz necip’tir.

    maddiyatci ili$kilerden bunalip manevi bir dünyada trans halinde ya$ayan bu arkada$in tipki dinci yobazlar gibi marxist/sosyalist dü$ünceye kin ve nefret kusmasinin sebebi: bu arka$in bütün “kötülüklerin” kaynaginda maddiyatciligin olduguna inanmasidir.

    peki bu arkada$in yanildigi nokta nedir?

    cevap: insanlarin yeme, icme, barinma, güvenlik gibi en temel ihtiyaclarin kar$ilanmadigi bir toplumda “derin insanlik” olamaz; insani ili$kiler hayat bulamaz.

    kuru kuruya “insanlik” karin doyurmaz; ac karinla dola$an insanlar arasinda “insani ili$ki” mümkün degildir.

    karni ac, alti islak bir bebek gülebilir mi?

    tipki bir dindar yobaz agziyla marxistlere küfür eden bu arka$a soruyorum:

    marx, insanin insan üzerindeki sömürü ve zorbaliginin bitmesi gerektigini, ekonomik üretimin para, kar, zenginlik biriktirmek icin degil, ekonomik üretimin insanlarin temel ihtiyaclari ölcü alinarak yapilmasi gerektigini söylemi$tir.

    peki yanli$ bunun neresinde?

    sömürü ve zorbaligin ortadan kalkmadigi bir toplumda “derin insanlik” hayat bulabilir mi?

  872. Hiçbir anti-kapitalistin SOMUT ve NET bir yanıtını veremediği (başka deyişle SOYUT ve MUĞLAK yanıtlar verdiği) soru:

    Kapitalizm gidince yerine nasıl bir düzen gelecek / getireceksiniz (ya da sizin çözüm öneriniz / alternatifiniz nedir) ?

    (“Önce kapitalizm ortadan kaldırılmalı, yerine ne geleceği ondan sonra düşünülmeli” de bir yanıttır. Ama bu sorunun yanıtı değildir. Üstelik yanlış bir yanıttır. Çünkü yerine başka bir şey koymadan hiçbir şey ortadan kaldırılamaz: “Doğa boşluktan nefret eder”)

    [Asıl sorulması gereken soru:
    “İnsanlar” istedikleri / kafalarında kurdukları gibi bir “düzen”i getirebilirler mi?
    Yoksa bütün “düzen”lerin insanlar (yani sosyal yapılar, yani insan yapısı “yapay” yapılar) tarafından değiştirilemeyecek olan doğal (yani içinde yaşanılan iklim, coğrafi yapı gibi doğal yapıların sınırladığı) belli sınırları mı vardır?]

  873. Önceki soruda geçen “düzenlerin doğal/coğrafi sınırları”na örnekler:

    Devletlerin (yani siyasi “düzen”lerin) merkezleri olan başkentler genelde ülkelerin orta/merkezi bölgelerindedirler. Geçmişte ülkelerin uç bölgelerinde yer alan başkentler de bu merkezi bölgelere taşınmıştır. Benzer örnekler:

    Türkiye’de, İstanbul’un yerini Ankara’ya,

    İran’da, benzer şekilde ülkenin batı ucunda yer alan Tebriz’in yerini Tahran’a,

    Irak’ta, İslam fetihlerinin ilk yıllarında kurulan ülkenin güneyindeki şehirlerin (ve daha sonra kısa bir dönem Abbasiler’e başkentlik yapan kuzeydeki Samarra’nın) yerini Abbasiler’in kurduğu Bağdat’a,

    İspanya’da, kuzeydeki Hıristiyan ve güneydeki Müslüman devletlerin başkentlerinin ülkede siyasi birliğin sağlanmasıyla yerlerini Madrid’e,

    Mısır’da, Büyük İskender döneminde kurulan İskenderiye’nin yerini İslam döneminde kurulan Kahire’ye,

    Arabistan yarımadasında, Mekke ve Medine gibi başkent işlevi gören merkezlerin yerlerini Suudi devletinin başkent yaptığı Riyad’a bırakması.

    ABD gibi (adının “Birleşik DevletLER / United StateS” olmasından da görüleceği gibi) federal eyalet sisteminin geçerli olduğu devletlerde, ya da ülkelerinin bir ucunda iklimsel/coğrafi nedenlerle yerleşim bulunmayan devletlerde ise başkentler ülkenin uç bölgelerinde de yer alabilir.

  874. marxist argüman

    ey türk, zengin ol!

    osmanlida kapitalist sermaye birikimi ve devlet eliyle milli bir burjuvazi yaratma politikalari

    “Anadolu’dan İstanbul’a hububat sevki, savaş yıllarının en kârlı faaliyeti olarak ortaya çıkınca, savaş sevkiyatinin da tıkadığı demiryolu şebekesinden buğday nakli için vagon tahsisi elde edebilen tüccar, İstanbul’a getirdiği gıda maddelerini spekülatif kârlarla pazarlama olanağı bulmuştur. İttihatçılar bir yandan karaborsayla mücadele eder görünürlerken, bir yandan da kendilerine yakın grupların nemalandığı bir yapılanmaya da göz yummuşlardır.

    Benzer bir birikim, piyasa için üretim yapan zengin çiftçi katlarında da gözlenmiştir. Savaş yıllarında, “Ey Türk, zengin ol!” diye başlık atan büyük gazeteler ve “Harb-ı Umumi esnasında Türk’ü iktisaden yükseltmek, mutavassıt bir burjuvazi ihdas etmek” hedefini savunan Yusuf Akçura gibi etkili yazarların görüşleri, bu birikim biçiminin sadece nesnel zorunluluklardan doğmadığını, aynı zamanda bilinçli olarak istenmiş bulunduğunu dolaylı da olsa gösterir.”

    (istanbul ticaret odasi, osmanlidan cumhuriyete özel girisimcilige yönelik devlet politikalari, Doç. Dr. Yaşar Bülbül)

  875. marxist argüman

    türkiyede ki devletci kemalist fraksiyon ile liberal islamci fraksiyon ayriminin kökeni

    yukarda adi gecen cali$madan alinti:

    “Hükümet, Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet Halk Fırkası tarafindan kurulmuştur. Parti içerisindeki bürokratik öncü kadroya karşı egemen çevrelerde oluşan hoşnutsuzluk, Terakkiperver Cumhuriyet fırkasının kurulmasına yol açar.

    Mustafa Kemal’in eski silah arkadaşı ve İzmir İktisat Kongresi başkanlığını yapmış olan Kâzım Karabekir’in başkanlığında, 17 Kasım 1924 günü Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kurulur. îlk planda demokratik hak ve özgürlükleri savunan parti, İstanbul iş çevreleri ile basını tarafından büyük destek görür. Ekonomik alanda, Fırka tamamen liberal görüşe bağlıdır. Programının 9. maddesinde:

    “Vezaif-i Devlet haddi asgariye tenzil edilecektir” deniyordu. Öte yandan, yönetimde «adem-i merkeziyet» ve ülkenin kalkınmasında yabancı sermayenin gerekliliği açıkça dile getirilmekteydi.”

    istanbul i$ cevreleri ve basininin chp’ye kar$i terakkiperver cumhuriyet firkasi’ni desteklemeleri gösteriyor ki necip’in “balkan oligar$isi” tezi uydurma/efsane bir tez.

    bu tez’e göre istanbul sermayesinin m. kemal’i desteklemesi gerekmez miydi?

  876. “İlk tanışmam böyle bir gece yarısı olmuştu. Gece 2-4 garaj nöbetinde Nazım Hikmet’in “Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim” kitabını okuyordum, Öyle dalmıştım ki kitaba, geldiğini fark etmedim bile. Yaklaştı ve sadece güldü, başımı okşadı, çevirdi kitaba baktı güzel kitap dedi. Sonra sol görüşlü müsün diye devam etti… Sabah nöbetim bitene kadar yanımdan ayrılmadı konuştuk. Malatya’nın sağlam solcularındandı ailesi..Deniz Gezmiş Gemerek’te yakalanmasa gittiği adres dedesinin Malatya’daki orman evi olacağına kadar her şeyi öğrendim o gece. Artık daha farklıydı Songül Komutan benim için…”

    Bu hikayede bircok gariplikler var.

    Hangi sene ya da nerede oldugunu yazmamis. O yuzden, kisa bir kronoloji cikarmam gerekti.

    ‘Songül Komutan’ 19976 dogumlu imis, 1997’de tegmen olarak mezun olmus.

    Rutbelerdeki bekleme surelerini dikkate alirsak, su siralama ortaya cikar.

    1997, Yas: 21 [Teğmen: 3 yıl]
    2000, Yas: 24 [Üsteğmen: 6 yıl * ]
    2005, Yas: 29 [Yüzbaşı: 6 yıl]
    2011, Yas: 35 [Binbaşı: 5 yıl]
    2016, Yas: 35 [Yarbay]

    Tegmen rutbesini dikkate almiyorum, cunku o rutbe fazlasiyla comez sayilir. ‘Alayin en sevilen komutani’ sayilmak icin cok genc.

    Binbasi rutbesini de dikkate alamiyorum, cunku o rutbedeki bir ‘komutan’in gecenin bilmemkacinda ve tek basina gezip ‘garaj nobeti’ tutanlari denetlemesi fazlasiyla istisnaidir –ozellikle de ‘garaj nobeti’nin dandik nobetlerden birisi oldugunu bilirsek.

    Geriye ne kaliyor?

    Ustegmen ya da Yuzbasi rutbesindeki yillar.

    Yani, 24 ila 34 yaslari arasi.

    Valla.. kim ne derse desin, bu yastaki bir ‘bayan komutan’in, gecenin bilmemkacinda, bir eri –ustelik de onu nobetini yapmaz durumdayken– yakaldiginda, onun ne okuduguna bakip basini oksayacagini pek dusunemiyorum.

    Yani, yirmili yaslarindaki bir erkek askerin basini, 24 ila 34 yaslari arasindaki bir bayan komutanin oksamasi hayatin dogal akisi acisindan hayli sorunlu.

    Ama, burada da kalmiyor: Nobet bitene kadar o askerle kendi ozel hayatinin mahrem detaylarini da paylasmis..

    Bu tur seyler, gecenin bir yarisinda Nazim Hikmet’e dalip nobet gorevini ihmal etmis bir askerle, onu o durumda basan bir komutaninin paylasacagi seyler gibi gelmiyor bana.

    [Ayrica, eger ‘garaj nobeti’ tutanlari da denetlemek isteyecek kadar kendisini ‘asker’ hissediyorduysa, nobeti dogru durust tutmayan bir eri –sirf okudugu kitaba bakarak– hosgormus olmasi pek de akla yatmiyor.]

    Dolayisi ile: Bence ya bu hikaye yalan; ya da ‘Songül Komutan’ hakkinda dezenformasyon uretiyor.

    Baska alternatif aciklamalar da olabilir ama o olenin ardindan konusmaga girer.

  877. marxist argüman

    “sinifli kapitalist toplum” derken anla$ilmasi gereken nedir?

    kapitalist devletin ekonomi politikalariyla toplumsal siniflara bictigi roller

    yukarda adi gecen cali$madan alinti:

    “Ancak, büyük arazi sahiplerinin çıkarları, tarımda makineleşmenin çok cılız olduğu bir dönemde, bunlara ait toprakların işlenebilmesine yetecek kadar işçi, yarıcı, ortakçı, ırgat ve marabanın el altında bulunabilmesi için, kırsal nüfusun önemli bir bölümünün topraksız ya da az topraklı olmasını gerektirmekteydi.

    Hükümet küçük üretici köylülerin yararına olarak, 1925 yılında devlet arazilerinin köylülere satılnası yolunda bir karar almışsa da, bununla ilgili uygulama 1930’larin ortalarına kadar çok sınırlı kaldı.”

  878. marxist argüman

    özel mülkiyete dayali kapitalist toplum kendiliginden olu$an “dogal” bir olu$um mudur yoksa devletin/egemenlerin mimarlik mühendislik eseri midir?

    kapitalist özel mülkiyet rejimi

    “1924’teki Kadastro Kanunu, arazi tasarrufunda özel mülkiyet rejimini pekiştiren adımlardan bir diğeridir. 1926 yılında Medeni Kanun’un kabul edilmesiyle de, bir yanda özel mülkiyete ve liberal, laik, bireyci bir devlet anlayışına dayanan yeni hukuk düzeninin en önemli unsuru tamamlanırken, diğer yandan geniş tarım alanlari üstünde fiili denetim kurmuş olan güçlü ailelerin, bu alanları tam malik sıfatıyla tapuya kaydettirmesi son derece kolaylaştirilmış oldu.

    Osmanlılardan kalma ve intifa hakkından fiili sahipliğe kadar değişen kategoriler, yerlerini İsviçre kanunlarmdan alınan kelime ve kavramlarla tanımlanmış özel mülkiyete bırakmış ve böylece özel mülkiyetin hukukiliği pekiştirilmiştir.

    1929’da büyük arazi sahipleri açısından olağanüstü önem taşıyan bir başka kanun çıkarılmıştır. Buna göre, tımar, iltizam gibi kurumlarla ilgili olarak Osmanlı hükümetinin çeşitli ailelere vermiş olduğu ve geniş tarimsal alanlara tasarruf hakkı sağlayan belgeler, bu alanların 1926 Medeni Kanunu çerçevesinde özel mülk olarak tapuya kaydettirilmesi için yeterli sayılmıştır.

    Osmanlı belgelerinde sözü edilen alanlarla ilgili sınırlar son derece muğlak olduğu, Türkiye’nin kadastrosu bulunmadığı için, elinde bu türden belge bulunan nüfuzlu aileler, çok geniş alanların mülkiyetini kazanmağa başlamıştır. Bu arada, I. Dünya Savaşı sırasında sürülen Ermenilerden ve Lozan Antlaşması’na göre nüfus değiştirmesine konu olarak Yunanistan’a gönderilen Rumlar’dan kalan milyonlarca dekarlık arazinin de büyük oranda kırsal kesimdeki nüfuslu aileler tarafından sahiplenildiği gözlemlenmiştir.”

    (istanbul ticaret odasi, osmanlidan cumhuriyete özel girisimcilige yönelik devlet politikalari, Doc.Dr. yasar bülbül)

  879. marxist argüman

    bati’nin kapitalist sisteminin osmanli ve türkiye tarafindan transferi

    türkiyede özel mülkiyete dayali kapitalist düzeni tesis eden yasalarin bati’dan transferi

    yukarda adi gecen cali$madan alinti:

    “Özel Mülkiyetin Kanunla Korunması Hukuk ile ekonomi arasindaki ilişki, ayrılmaz bir ilişkidir. Zira hukuk toplum düzenidir. Hukuk kuralları genel bir deyimle sosyal ilişkileri düzenleyen yaptırımı olan kurallardır.

    Sosyal ilişkilerin en başında gelenlerinden birisi ise, ekonomik ilişkilerdir. Bir ülkenin herhangi bir devrindeki hukuk ve kanunları incelenirse, bunların o ülkede, o devirde yaşayan ekonomik sistemi bir ayna gibi yansıttığı ve bu sistemi çerçevelediği, düzenlediği derhal göze çarpar.

    Cumhuriyet yönetimi bir hayli hızlı bir şekilde önemli bir hukuk reformunu gerçekleştirmiştir. 1920lerde birbirini tamamlayan bir dizi geniş kapsamlı temel kanunlarla, Türk hukuk sistemi Batı toplumlarinkine uygun olarak çağdaşlaştırılmış oluyordu.

    1924 Anayasası özel mülkiyet ve miras haklarıni en temel haklar arasinda güvence altına almıştı. Bu Anayasanın 70. maddesine göre ”…temellük ve tasarruf….hak ve hürriyetleri Türklerin tabii hukukundandır.’

    Bu hükmün bu dönemdeki mülkiyet kavramı açısından önemi vardir. Bu noktayı açıklayabilmek için, daha önceki, 1876 Anayasası’nin mülkiyete ilişkin hükmüne bakmak gerekir: “Herkes usulen mutasarrıf olduğu mal ve mülkten emindir’.

    Bu iki hükmü karşılaştirirsak, elde edeceğimiz ilk sonuç şudur: 1924 Anayasası, “mülkiyef’i «tabii bir hak», bir «özgürlük» olarak görmekteyken, 1876 Anayasası ise, bunu, sıradan bir hak şeklinde almakta ve «usulüne göre kazandırsa güvenceye bağli olacağı»nı söylemekteydi.

    İsviçre Medeni Kanunu’ndan uyarlanmış Türk Medeni Kanunu’nun 1926 yılında kabul edilmesiyle, Osmanlı hukuk yapılarinin taşınmaz mallarda özel mülkiyet rejimiyle bağdaşmayan bütün kalıntıları tasfiye edildi. Bu yasaya göre mülkiyet, konusu olan nesne üzerinde «dilediği gibi tasarruf etme» yetkisini veren bir haktır. Bu tasarrufu sınırlayan yasal engeller olabilir ama, bunlar istisnaidir, asıl olan serbestliktir.

    1926 ve 1929 tarihli yeni Ticaret Kanunları, çeşitli usul kanunları ve bu yasalara uygun adalet örgütlerini kurdu. Bu şekilde oluşturulan yasal yapı, özel mülkiyeti ve girişim serbestisini esas alan gelişmiş kapitalist ülkelerin düzenlemelerine dayanmaktaydı.

    Türk toplumunun sosyal ve kurumsal yapılarinda önemli değişikliklere yol açmış olan bu değişimin, dönemin kapitalist gelişme stratejileriyle uyumlu olduğu, hatta bu açıdan hayati bir önem taşıdığı tartışılmaz.”

  880. marxist argüman

    menü’de bugün hangi sistem/düzen var?

    “Kapitalizm gidince yerine nasıl bir düzen gelecek / getireceksiniz (ya da sizin çözüm öneriniz / alternatifiniz nedir)”

    bu arkada$ sanki lokantada oturmu$ bir mü$teri gibi bize “alternatif” soruyor.

    ey bana tıynet-i adem’in çamurunda saman var mı diyen
    bir daha etme bana gel bu sual-i hamı

    senin kapitalist sistem ile hicbir sorunun olmadigi gün gibi ortada, dolayisiyla “alternatif” sorman bir kere samimi, dürüst bir davrani$ degil. bu bir.

    ikincisi, bende insanlara sunacak hazir recete yok. hazir recete soracagina eger samimiysen neden sen de biraz kafa yormuyorsun?

    örnegin, ben kapitalist melanetin kaynagi “kapitalist para rejimidir” deyince, bunun alternatifinin para’ya endeksli olMAyan, insanin temel ihtiyaclarini ölcü alan bir ekonomi oldugu anla$ilmiyor mu?

    ben, kapitalist melanetin kaynagi “kapitalist özel mülkiyet rejimidir” deyince, bunun alternatifinin özel mülkiyet yerine toplumsal mülkiyet oldugu anla$ilmiyor mu?

    anla$iliyor, anla$ilmasina da, senin gibilerinin amaci üzüm yemek degil bagciyi dövmek.

  881. “farzedelim medeniyet öncesi devirde ya$ayan insanlar gercektende cok mutlu bir hayat ya$adilar”

    Bu abes bir faraziyedir.

    Insanlar o devirde (artik hangisi ise o) cok mutlu olsaydilar, o devirde kalirdilar.

    Bir diger sacmalik da ‘medeniyet öncesi’ lafi.

    Medeniyet dedigimiz sey (her ne kadar kelime anlami olarak ‘medine’, yani ‘sehir’ ile alakali olsa da), insanligin ilk gununden beri var.

    Bugun gorseniz begenmeyebilirsiniz; ama, vardi. Hep de var olacak.

  882. “istanbul i$ cevreleri ve basininin chp’ye kar$i terakkiperver cumhuriyet firkasi’ni desteklemeleri gösteriyor ki necip’in ‘balkan oligar$isi’ tezi uydurma/efsane bir tez.”

    O devirde Istanbul’u ‘Balkan Oligarsisi’nin yuvasi sayarsaniz, tabii ki boyle abuk sabuk bir hukme varirsiniz.

    Alakasi yoktur.

    Istanbul’un zenginleri arasinda hic Turk (Musluman) var miydi, bilemem; ama, cok iyi bildigimiz gibi, agirlik Musevi, Rum ve Ermeni azinlik elindeydi.

    [Hatta, ‘darphane ihaleleri’ filan gibi seyler yuzunden, bunlar kendi aralarinda ciddi mafyatik catismalar da yasardi.]

    ‘Balkan Oligarsisi’nin ilk isi bunlari tasfiye etmek oldu zaten.

    [Muteber bir kaynakta, ‘Mubadele’nin Osmanli/Cumhuriyet tarafindan istendigini okumus ve sasirmistim. Niyetleri belki de iyi idi; bilemem. Ama, Balkanlarda kim var kim yoksa, Turkiye’ye gelsin istediler.]

    “bu tez’e göre istanbul sermayesinin m. kemal’i desteklemesi gerekmez miydi?”

    Hah.. Guldum simdi.

    Hedefleri arasinda baska sermayedar yaratmak hic olmadi ki. O sadece ayak islerini gorecek birileri olsun istiyordu.

    MKA’nin, devrinin (cok acik ara) en zengini oldugunu unutmayalim –hem mal-mulk hem de nakit acisindan.

    Bu serveti de herhalde emekli general maasi ile olusturmus degildi.

    TBMM’den de ‘ulu buyuk kurtaricimiz, sen bizi –alti ay daha bekleseydik kendiliginden cekip gidecek olan– Yunan’dan filan kurtardin; dolayisi ile, nereyi ne kadar istersen senin uzerine tapulayalim’ mealinde de bir kanun cikarilMAmis olduguna gore, baska yollarla edindigini soylemek isabetsiz olmaz.

    Bunlari tam olarak nasil elde ettiginin detaylarina girmek hem fincanci katirlarini urkutur hem de ilgili kanun cercevesinde basimi derde sokabilir.

    O yuzden, ‘Istanbul Sermayesi’nin zat-i devletlerini neden pek de sevmedigini anlamak icin kendi aklinizi kullanmanizi onermek zorundayim.

  883. Yazmanın Yararları

    Sayın Gün Zileli
    Biz de bir kedimizi AIDS yüzünden çok uzun bir süre önce kaybettik ve bu konuda acı hatıralarımız var. Acısız Yaşam/Ölüm ikilimi sanki tatsız ve yavan olur gibi. Geçeceğim.
    Aşağıdaki yazıyı özel hayatınızda yaşadığınız tramvayla ilgili. Yazı etrafı saran milyonlarca şarlatanlıklara, hokkabazlıklara benzer gibi. O nedenden kısaltıp düzenledim. Büyük harfler benim vurgulamalarım. Kaynak güvenilir ve tümünü okumak isterseniz, gönderirim.
    The psychology professor asked students to spend 15 minutes writing about the biggest trauma of their lives or, if they hadn’t experienced a trauma, their most difficult time.
    Four days running they did the same thing. It wasn’t easy. The psychology professor told me that roughly one in 20 students would end up crying, but when asked whether they wanted to continue they always did. Meanwhile a control group spent the same number of sessions writing a description of something neutral such a tree or their dorm room.
    Then he waited for six months while monitoring how often the students visited the health centre. Remarkably, the students who had written about their secret feelings had made significantly fewer trips to the doctor in the subsequent months.
    Ever since, the field psychoneuroimmunology has been exploring the link between what’s now known as expressive writing, and the functioning of the immune system. The studies that followed examined the effect of expressive writing on everything from asthma and arthritis to breast cancer and migraines.
    BUT IT DOESN’T ALWAYS WORK. Some studies have had disappointing results, BUT THERE IS ONE AREA WHERE THE FINDINGS ARE MORE CONSISTENT AND THAT IS IN THE HEALING OF WOUNDS.
    Writing about your feelings doesn’t boost your immune system for life. If the same people are wounded again a few months after an initial study, they don’t heal any faster than anyone else.
    Kavita Vedhara from the University of Nottingham and her team in New Zealand took 120 healthy volunteers, and made them write about either a distressing event or how they spent the previous day. They did this either before or after a punch biopsy on their upper arm. The people from the expressive writing group were six times more likely to have a wound that had healed within 10 days than the people in the control group.

  884. “özel mülkiyete dayali kapitalist toplum kendiliginden olu$an ‘dogal’ bir olu$um mudur yoksa devletin/egemenlerin mimarlik mühendislik eseri midir?”

    Sizin kafaniz karisik. Hem de cok karisik.

    “Özel mülkiyete dayali kapitalist toplum” filan gibi usutuste bindirilmis isim ve sifatlardan olusmus terimler kafanizi karistiriyor. Belli.

    Bir de, tarih okumalarinizi ‘daha dun’ gibi yakindan baslatmaniz, konuyu baglamindan (‘in context’) anlamanizi zorlastiriyor. Daha eskilerden baslamalisiniz.

    Neyse.

    Su kadarini soyleyeyim:

    Siz, Osmanli doneminde ‘kapital denen bir seyin olmadigini mi saniyorsunuz?

    Tabii ki vardi.

    Devlet idi en buyuk –hatta, cogu acilardan, tek– kapital sahibi. Yani, bizzat devlet (yegane) ‘kapitalist’ idi.

    O bakimdan, bir Marxist olarak, bu realiteyi belki de cok seveceksiniz.

    ‘Ozel mulkiyet’ tarafina gelirsek: Osmanli’da ozel mulkiyet bal gibi de vardi.

    Etrafini cevirdigi arazi, zilliyetini de oderse, ciftcinin olurdu –ekip bictigi muddetce– ve evladina da kalirdi.

    Hatta, satabilirdi de.

    Bu duzen asirlar boyunca boyle devam etti –kismen de Bizans’tan devralinmisti zaten.

    Dogal miydi?

    Tabii ki.

    Daha sonra, sartlar degisti, rekabet daha verimli cozumler buldu; ve, docentimizin de bahsettigi sisteme gecmek gerekti.

    O dogal miydi?

    Tabii ki.

  885. Düşünce Polisi Görevini Yapan bir memurdur

    Sayın 1 marxist argüman,
    Yazınız, “kapitalist dünyanin $errinden/izdirabindan maziye/gecmi$e siginirim”, cümlesiyle başlar.
    İtham edildiğim suçtan suçlu değilim ama suçluyum. Suçum çok iyi tanıdığım ve dünyayı dolduran cahillerle dalga geçmem.
    İlk önce şunu belirlemek isterim: sizde polislik ruhu çok gelişmiş. Gün Zileli’ye beni yasaklamasını söylediniz. Kapitalistlerin yarattığı sefaleti gün be gün yayınlamak bence bir çeşit şantaja sığınmak. Yazdıklarınız özgür basın, televizyon, İnternet, sosyal medya da yıldız sayısını aşacak kadar bol.
    Not: Ama modern günah çıkarma terapisi, özellikle Avrupa ve ABD orta sınıfları arasında çok yaygın. Senin orta sınıftan olduğun sonsuz belli.
    Benim geriye gitmemde iki ana unsur vardı ve kaçırdınız, tekrarlayacağım.
    Anarşistlik akımı içinde 19. yüz yıl anarşist fikirlerinde eksiklik bulanlar, ekolojik bilgiler ve diğer bilgi branşlarında yeni araştırmalardan yararlanan bazı anarşistler yeni eleştiriler geliştirdiler. Sizin gibi bilgisizleri gece gündüz pompalayan düzen bu akıma “ilkelci” adı verip, her direnişe yaptıklarını yaptılar: banalleştirmek. Yaftayı basit insanlara bilgi diye yutturdular. Düzeni elinde tutanların en büyük silahlarından biri de budur. Ben siz ve sitede yorum yapanların bu konuda bilgiciliğine hitap ettim.
    Sizin, yanlış veya doğru, Marks ve Marksizm hakkında yüz kızartacak bilgisiz olduğunu tahmin ettim. Bu konuda yapılmış binlerce, çoğunluğu Marksist olan, kaynağı okuduğum için sizin daha çok dünyanın düşmüş olduğu ve herkesin bildiği rezilliği sadece ve sadece bu rezillikleri ifşa etmekle yetinen çok heyecanlı, çok zıplayan biri olarak gördüm. Hatta, yine yanlış veya doğru, siz bana din değiştirenlerin yeni dinleri mensuplarından daha da dinci olanları hatırlattı. Avrupa’da ve (düşünce polisi sizden korktuğum için tarihsel kaynaklar vermeyeceğim) daha önce ABD’de eskiden gelenlerin yeni gelenlere karşı en fazla ırkçı davrandıkları herkesin ağzında olan bir gerçek. Sanırım siz bu eski gelip köşeyi dönenlerin bir Alman olmuş çocuğusunuz. Almanlar genellikle terapi için ya Hindistan’a ya da ABD’ye giderler. Siz daha ucuz ve Almanya’da zibil kadar çok kafa ütüleme terapileri içinde “kendi kendine nasıl terapi yapılır”, programını seçmişsiniz. Belki de ailenizin evde sosyal asistanlara anlattıkları masalları tekrarlaması içinde büyümüş ve aynı sosyal assitanlar gibi acınacak insanlara acıma mesleğini seçmişsiniz. Bunları ancak siz bilirsiniz.
    Benim Avrupa ülkelerinde çok gezdiğim ve yaşadığım için size benzerlerin sayısız olduğu.

    Eğer yanılmıyorsam siz süt ve bal diyarı Almanya’ya kapak atanların beslediği sütle büyümüşsünüz. Büyük bir ihtimalle, siz daha doğmadan ben Batı Berlin Kreuzberg semtinde kapitalizme karşı olanların işgal edip içinde kurdukları komünde yaşadım.
    Uzatmayacağım.
    Beni tedirgin eden sizler gibi her türlü tarihsel verilere rağmen bunlardan habersiz kafası kesilmiş tavuklar gibi salt kişisel terapi için, “evet ama o asıl XYZ değil” formülüyle etrafta koşturanlar.
    Lütfen düşünce polisliğini biraz durdurun. Giydiğiniz Alman W. Reich’in adlandırdığı zırhı biraz gevşetin.
    Marksist Alman Adorno buna “bitmez tükenmez otantiklik jargonu”, der. Marksist Alman Marcuse senin gibileri, “tek boyutlu insan”, olarak tanımladı. Marksist Alman E. Bloch, “Burjuva temel yapısına göre istense bile değişim imkânsız. Hatta burjuva kendine karşı her türlü yaşam biçiminin savunmasını kendi başarısızlığına sindirir. Böylece kendi çektiği acı temel acı, ontolojik acı olur. Anlamsız burjuva yaşamı evrenselleştirilip yaşamın kendisi olur.”, der.
    Hatta bence sizin pompalandığınızı en güzel açıklayan ABD’de yaşadıktan sonra ateist Adorno’nun bir hikâyesi:
    Bir Çinli, ölmeden önce tanrıya döner ve “tanrım yeryüzünde hayatım çok kötü geçti, şimdi sana geliyorum, yalvarırım bana daha iyi bir yaşam sağla.”, der. Senin gibi maddi manevi soytarılık ve banallikleri içinde büyüyen bir ABD’li “yaşam bir b*k, hepsi o kadar”, der.
    Lütfen düşünce polisliğini biraz durdurun. Giydiğiniz Alman W. Reich’in adlandırdığı zırhı biraz gevşetin.
    Siz bir materyalist gibi konuşuyorsunuz ama ve tekrar ve tekrar salt bilgisizliğinizi farkında olmadan belirliyorsunuz.
    Eğer daha yeni insana dönüşmüş ve daha yeni konuşanlar arasında biri diğerine “dün yanında kamp kurduğumuz göl varya …” , dediyse, gözlerini önünde olmayan “göl” maddi mi, manevi mi? Siz herşeyi ticarete çeviren medenilerin bu tamamıyla saf bir şeyi maddi/manevi “spekülasyon” ticaretine çevirmelerini çözümlemeden, eleştirmeden yutmuşsunuz.
    Şantajlarınız çok çirkin ve size benzeyen pomplanmış daldan dala zıplayan çevik maymunlar daha önce yaptılar. Bence biraz haddinizi bilmeyi öğrenmeniz fena olmaz. Ben sizin ticaretini yaptığınız insan sefillik manzaralarının satıcısı değilim. Size göre bilgim sıfır kadar az. Eğer çok çarpıcı bir sefalete rastlarsam yazarım. Bence siz ve size benzeyen diğer şantajcılar son derece yaygın ve çarpıcı bir sefalet. Siz başkalarının acılarını kendinize mutlu olma terapisine çevirmişsiniz.
    Siz daha kapitalizmin en büyük sırrını bile bilmiyorsunuz ve söylemeyeceğim. Ama bir semeresi sizin gibileri pompalayıp konuyu banalleştirmelerine araç olarak kullanmaları.
    Sizin farkında olmadan mensup olduğunuz bir parti var: “Hiç bir şey bilmeyenler partisi”
    Ben bu iş kapandı sanmıştım. Ne oldu?

  886. Alçak Kapitalistler

    Kapitalistleri Çirkinliği,
    Uluslar arası genetik araştırma merkezlerindeki bilim adamları genetik manipülasyonlarıyla insanın kaderini kendi eline almaya hazır olduğunu beyan etmekteler. Bu manipülasyonlar sadece yeni doğanlarla kısıtlanmıyor. Yetişkenlere de uygulanabilecek kadar gelişmiştir.
    İnsan zeki, güzel, yakışıklı, sporcu bedenli, mutlu olabilecek. Yetişken ten rengini kendisi, çocuklar üretim merkezlerinde üretilecekleri için en fazla gözde olan bir ten rengi verilecek.
    Gıda ve içecek sorununa da çözüm getirilmiş. Genetik manipülasyonlarla insanların sindirim sistemi değiştirilip insan ot yiyebilecek ve deniz tuzlu suyunu içebilecek.
    Diğer bir seçenek de tek cinsellik. Bunu seçen, bir başkasının derdiyle, kaprisleriyle kafayı yemeyecek, streslere girmeyecek. Evrendeki her varlık gibi sadece ve sadece tek olan her insan kendisi gibi sadece ve sadece tek olanla farkından dolayı sürekli yaşadığı huzursuzluktan kurtulabilecek.
    Ne var ki, bu araştırma merkezlerini elinde tutan alçak kapitalistler bunu gizli tuttukları gibi zeki, güzel, yakışıklı, beyaz tenli ve sporcu bedenine sahip olma gibi çok rağbette olanları satışla dağıtmak istiyor.
    Satışlar şu an gizli yapılıyor. İnternette gördüğünüz devamlı sırıtanlar, değişik ülke başkanları, güçlüler, ünlü sporcular, ünlü şarkı-türkü çağıranlar, ünlü dünya inceleme üstadları, güzeller, yakışıklıların %99’u aslında bu genetik manipülasyon müşteriler. Tabii bu kişilerin asıl kimlikleri Devlet sırlarından bile daha dikkatle korunmakta.
    Fiyatlar, aynı zeka ve disiplin ölçü merkezleri okullar, çalışkanlık ve emirlere boyun eğme merkezleri iş yerleri, seyircileri tatmin eden spor stadyumlar veya diğer rekabet yerlerindeki seyirci sayısı, sağlığı tıplaştırmış hastane ve doktorları, yetenek avcı-devşiricisi kültür endüstrisi gibi insanlığın temel kurumlarının kıstaslarına göre ayarlanacak.
    Kapitalistlerin ne kadar alçak olduğu haberini bilmeyenlere bildirmek isteyen arkadaşlar varsa, kaynakların İnternet adreslerini verebilirim.
    Ama daha kısa bir yolla kendiniz tespit edebilirsiniz. Hepsi birbirine benzer, en çarpıcı özellikleri ne yardan ne de serden geçmeleri.

  887. marxist argüman

    kelle isterük!

    kelleci uzun reis’in yeri

    zengin menümüz ile hizmetinizdeyiz: kuzu kelle, fetö kelle, kürt kelle, komünist kelle, ateist kelle; alevi kelle, ermeni kelle…

    “ALLAH’A İNANAN 6-7 KİŞİ OLSAYDI…”

    15 Temmuz’da şehit olan Yeni Şafak gazetesi muhabiri Mustafa Cambaz’ın oğlu Alparslan Cambaz, FETÖ davalarını ve AKP’nin davalara karşı tutumunu eleştirdi.

    “Ortada bir Türk mahkemesi olsaydı eğer o mahkeme vatan hainliği su götürmez bir gerçek olanları kellesiz bırakırdı. Peki olan ne?” (basin)

  888. marxist argüman

    türk erkegi hem döver hem sever

    “Erkek arkadaşı tarafından bayılana kadar dövülüp yol ortasına atıldı

    Konya’da ismini vermek istemediği erkek arkadaşı tarafından dövülen 36 yaşındaki Funda B., yol ortasında baygın halde bulundu.” (basin)

  889. Medeniyetin (Nil, Dicle-Fırat, İndus-Ganj, Sarı Nehir) ırmakları çevresinde ortaya çıkmasının temel nedeni son buzul çağının bitmesidir. Daha önce tropikal olan bu kuşaktaki ülkelerin kuraklaşması sonucu avcı/toplayıcı insan kabileleri -tıpkı yiyerek yaşadıkları hayvan ve bitkiler gibi- daralan verimli alanlarda toplanmaya mecbur kaldılar. Böylece önce Neolitik köy toplulukları, ardından sözkonusu nehirlerin çevresindeki ilk medeniyetler ortaya çıktı. Daha sonra bu bölgelerden Anadolu’ya, İran’a, Yunanistan’a, Kuzey Afrika’ya ve Akdeniz kıyılarına, sonraki dönemde de Romalılar aracılığıyla Avrupa’ya, oradan da coğrafi keşiflerle tüm dünyaya yayıldı. Olayın özeti kısaca budur. Bunda hayret, nefret veya hayranlıkla karşılanacak bir durum yok.
    İnsan türünün ortaya çıkışının, yani ağaçtan inen bazı primatların evrimleşmeye başlamasının temel nedeni de bu dönemde gerçekleşen aynı yöndeki iklim değişiklikleridir.

  890. marxist argüman

    kürt ayrlikciligini besleyen/harlayan devlet zulmü

    devletin kürt kullarini ettigi

    “KCK ana davasında gerekçeli karar açıklandı: Kürtçe savunmanın bedeli 60 bin tl

    KCK Türkiye Meclisi ana davasının 28 Mart günü görülen karar duruşmasında 16 sanığı ‘silahlı terör örgütü yöneticiliği’ suçundan 21 yıl, 95 sanığı ‘terör örgütüne üye olmak’, ‘terör örgütü propagandası yapmak’ ve ‘Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet’ suçlarından 1 yıl ile 18 yıl arasında değişen oranlarda hapis cezasına çarptıran ve 43 sanığı beraat ettiren Diyarbakır 2’nci Ağır Ceza Mahkemesi gerekçeli kararını açıkladı.

    Yargılama giderlerinin sanıklardan alınarak hazineye kaydedileceği belirtilen kararda, 7 yıl süren davanın yargılama giderinin toplam 238 bin lira olduğu ve yapılan harcamaların her sanığa göre ayrı kalemler halinde yazıldığı ifade edildi. Kararda, bir dönem krize neden olan Kürtçe savunma talepleri ile ilgili ‘Kürtçe-Türkçe tercüme bilirkişi raporu’ harcamasının tüm sanıklar için toplam 60 bin lira olduğu belirtildi. Ortam ve telefon dinlemesi kayıtlarının çözümü için düzenlen “TRT bilirkişi raporu” giderinin ise tüm sanıklar için 79 bin 200 lira olduğu ifade edildi. Kararda sanıkların ev ve işyerlerinde ele geçirilen “dijital malzemelerin incelenmesine ilişkin bilirkişi raporu” giderinin ise toplam 29 bin 100 lira olduğu kaydedildi. Dosyada yapılan diğer yargılama giderlerinin ise HTS (telefon sinyali kaydı) bilirkişi raporu gideri, Ortam ve telefon tapelerine ait bilirkişi raporu gideri, Fotokopi gideri ve tebligat giderlerinden oluştuğu belirtildi.” (basin)

  891. kapitalizm yok, sanayi toplumu var

    Neden “kapitalizm” diye bir sistem yoktur?

    Çünkü “kapitalizm”in ayırd edici özellikleri olduğu söylenen olgulardan (bir tanesi hariç, aşağıda geçecek) hiçbiri adına “kapitalizm” denilen ve var olduğuna inanılan “sistem”e özgü değildir:

    Sömürü:
    İnsanlar arası sömürü ilişkileri ilk sınıflı toplumlarla, insanlarla diğer canlılar ve diğer canlıların kendi aralarındaki sömürü ilişkileri yaşamla ortaya çıkmıştır.

    Para – para ekonomisi:
    Paranın kullanılmaya başlandığı toplumlarla ortaya çıkmıştır.

    Devlet:
    İlk medeniyetlerle ortaya çıkmıştır.

    Sanayileşme – sanayi devrimi:
    “Kapitalizm”in ortaya çıktığı söylenilen dönemde başladığı doğrudur. Bu durumda “sistem”in adı “kapitalist toplum” yerine “sanayi toplumu” olarak değiştirilmelidir.

  892. marxist argüman

    devlet terörü ve oportünizm ili$kisi

    devlet terörünün yarattigi korkunun yan etkileri: oportünizm

    “Türk toplumunun önemli bir bölümü oportünist”

    “Cezaevinden çıktından sonra gördüğü dayanışma eksikliğinin, onu hayal kırıklığına uğrattığını söyleyen Mahalli, “Türk toplumunun maalesef önemli bir bölümü oportünist. Bugün kadar hiç böyle bir hayal kırıklığı yaşamamıştım, içerde bile yaşamadım. Çıktıktan sonra gördüklerim beni ve fikirlerimi çok değiştirdi.” (hüsnü mahalli)

  893. TANRI’YI İSPAT ETMEK MÜMKÜN MÜ?

    DİN HER ZAMAN GERİCİLİK Mİ?

    İbn Haldun’u, Rönesans ve Aydınlanma filozoflarının öncüsü olarak değerlendirmeme çok eleştiri geliyor.

    İkinci eleştiri ise İbn Haldun’un yazılarındaki din, Kur’an-ayetler ve Tanrı referansına rağmen bizim onu Aydınlanmacı, akılcı ve bilimden yana göstermemize yönelik.

    Bu arkadaşlara göre yazılarında sürekli ayetlerden örnekler veren, Tanrıya ve peygambere atıfta bulunan birinin (İbn Haldun) akılcı, Aydınlanmacı ve bilimden yana olması mümkün değilmiş. Bu görüşe göre din ve Tanrıyı referans veren İbn Haldun gericidir. Peki bu doğru mu?

    DİNİ REFERANSLAR HER ZAMAN GERİCİLİĞİN Mİ İŞARETİ?

    Birinci şıktaki eleştiriyi ileriki haftalarda daha kapsamlı olarak ele alacağız, fakat bu görüşü savunan arkadaşlara tavsiyemiz, kendi kitaplarımızdan bahsetme pahasına da olsa, Dünyayı Değiştiren Düşünürler’in 2. ve 3. cildinde yer verdiğimiz Rönesans ve Aydınlanma filozoflarının yazdıklarını İbn Haldun’un yazdıklarıyla karşılaştırmalarıdır. Söz konusu çalışmalarda Rönesans ve Aydınlanmanın büyük filozoflarının görüşlerine yer veriyoruz. Bu yıl yayınlanacak olan 4. ciltte Kant’ın görüşlerine de yer vereceğiz.

    Kısaca bir kez daha tekrar etmekte yarar var, İbn Haldun, Rönesans ve Aydınlanma felsefesinin öncülerinden biridir. Bu görüşümüzü (İbn Haldun’un dini referans alan görüşlerine rağmen) ileriki dönemde daha etraflıca açıklayacağız.

    Şimdi gelelim ikinci şıktaki eleştiriye, yani İbn Haldun’un dini ve Tanrıyı referans almış olması meselesine…

    Başlamadan biz de bir konuda eleştirimizi yapalım: Atatürkçü çevrelerdeki bir anlayışa göre Aydınlanma demek, din ve Tanrı temelli ideolojilere karşı mücadele etmek demektir. Onlara göre din ve Tanrı kavramı, bilimselliği, eleştiren-sorgulayan aklı reddeder. Bu nedenle de Aydınlanma salt dinci gericilikle mücadeledir.

    Bu büyük bir yanılgıdır…

    Bu yanılgı nedeniyledir ki Türkiye 1940’lı yıllardan itibaren yeniden gericiliğin kollarına atılmıştır. Sanıldığı gibi Türkiye, Batı’nın değerlerinden koptuğu için gericiliğin kollarına atılmamış, tarikat ve cemaatlere yol vermemiştir, tersine emperyalizmin kucağına atıldığı için yeniden tarikatların ve cemaatlerin palazlanmasına, hortlamasına izin vermiştir.

    Neden?

    Çünkü NATO konseptine göre Sovyetler Birliği’ni güneyden kuşatmak ve “Rus Ayısı”nın Akdeniz’in sıcak sularına inmesini engellenmek gerekiyordu. Bunun için Türkiye’nin sözüm ona komünizme eğilimli kesimlerinin (siz bunu devrimci Kemalistler ve sosyalistler olarak anlayın) önünün kesilmesi ve hatta devletin bütün kademelerinden tasfiye edilmesi gerekiyordu.Bu nedenle Nazım Hikmetler hapislerde süründürüldü, bu nedenle ilerici hocalar üniversitelerden tasfiye edildi, bunun için Köy Enstitüleri kapatıldı ve bunun için ilerici ve sosyalist örgütlenme henüz tohum halindeyken boğuldu; bunun için sendikalaşma girişimleri anında ezildi. Türkiye’nin son 70 yılı, aynı zamanda solun, akıl ve bilimden yana aydınlarının hapse atıldığı, öldürüldüğü ve sürgüne gönderildiği yıllardır…

    Ne yazık ki birçok Atatürkçü aydın, bürokrat, asker ve siyasetçi bu duruma sadece sessiz kalmamış, aynı zamanda hem bütün bunları yerinde bulmuş hem de bizzat bunların uygulayıcısı olmuştur. Ne yazık ki söz konusu Atatürkçüler Batı’nın kuyruğundan ayrılamamışlardır. Boşaltılan yerlere kimlerin getirildiğini bugün görüyoruz. Yılanı koynumuzda büyüttüğümüz bugün açıkça görülüyor ama çok geç…

    Peki bunlar olurken öbür tarafta ne oluyordu? NATO ve siyasal iktidarlar tarafından kurdurulan, desteklenen “Komünizmle Mücadele Dernekleri”ne, sağcı ve dinci gazetelere, mecmualara, yayınevlerine devletten oluk oluk para akıtılıyor, bunların önleri açılıyor ve devlet kademesinde yükselmeleri için her şey yapılıyordu. Bu sayede hem toplum tarikat ve cemaatlerin kucağına atıldı hem de devletin bütün kademeleri bunlarla dolduruldu. Atatürkçüler sandılar ki tarikatlar, cemaatler ve dini vakıflar yasalarla yasaklanınca, Kur’an Türkçeye çevrilince, Diyanet İşleri Başkanlığı devletin denetimine alınınca tehlike savuşturulmuş oldu… Ne büyük gaflet…

    Bugünkü AKP iktidarı, son 70 yılda ekilen tohumların boy vermiş halidir. Palazlanmalarının nedeni toplumun din ve Tanrı inancı değil, Batı’yla bütünleşme ve emperyalizmle kucaklaşma programının uygulanmış olmasıdır. Ne zaman ki Ergenekon sürecinde askerler, aydınlar, gazeteciler ve Kemalistler hapse atıldı, işte o zaman Atatürkçülerin bir kısmı uyandı ve artık kurdukları devletin kendilerine ait olmadığını anladılar…

    Gerçi henüz uyanamayanlar da var ya…

    Kısacası Kemalist Aydınlanma salt dinci gericilikle mücadele olarak kavrandığı için emperyalizme, Batı ile kucaklaşmaya itiraz edilmedi. Emperyalizme karşı durmak salt vatan savunması, bağımsızlık sorunu değildir; emperyalizm aynı zamanda kültürdür, kafamıza sokulan önyargılardır, kapitalizmin üretim, bölüşüm ve tüketim sistemidir vs…

    AYDINLANMA SALT DİN KARŞITLIĞI MIDIR?

    Daha önceki bir yazımızda belirtmiştik, bazıları için tekrar olabilir; Immanuel Kant Aydınlanmayı, o günkü iktidarların ve çağ dışı kurumların güdümünden kurtulmak olarak anlıyordu. Aydınlanmayı irade sahibi olmak, özgürleşmek için eyleme geçmek, buna cesaret etmek olarak tarif ediyordu. Aydınlanma; özgür, başı dik, içinde yaşadığı dünyanın önyargılarından ve alışkanlıklarından kurtulan, aklını kullanmayı bilen insanlar yaratma çabasıydı. Kant bu “buyrukları” o gün, yani 18. yüzyılın sonlarında belirtmişti, ama bugün yaşasaydı eskinin davulunu çalmazdı; günümüzün modern iktidarlarına kafa tutardı. Günümüzün modern mantıksızlıklarına, akılsızlıklarına, hurafelerine vebatıl inancına; kısacası modern akıldışılıklara da karşı çıkardı.

    Bugünün en büyük batıl inancı, insanoğlunun özgür ve eşit olamayacağı hurafesi değil midir? Özgürlük, salt yasalar karşısında özgür olmak değildir; özgür olmak ekonomik, kültürel ve siyasi altyapıya da sahip olmaktır. Bunların hangisi var?

    Kısacası Kemalist çevrelerin Aydınlanmanın günümüzdeki yeni tarifini yapmaları zorunludur. Kant’ın 250 yıl önce söylediklerini tekrar etmek Aydınlanmacı olmak için yetmez. Kant bize her dönemde aklı elden bırakmamayı, sorgulamayı ve eleştirel tutumu devam ettirmeyi önermişti.

    Şimdi diğer soruna geçebiliriz…

    HAYVANLARDAN FARKIMIZ VE TANRININ KEŞFİ

    Peki İbn Haldun dini referans gösteriyor diye akılcı olamaz mı? Bu iddiayı çürütmek için sadece bir argüman kâfidir. Eğer sadece dini ve Tanrıyı referans göstermeyenleri, yani Tanrı tanımazları Aydınlanmacı olarak ilan etseydik, o zaman elimizde hiçbir Aydınlanmacı kalmazdı.

    Tanrı kavramının ortaya çıkması, insanlığın ilk dönemlerine denk gelir. Büyü ve din olgusu, insanlık tarihinin ilk dönemlerinde ortaya çıkar.

    İnsanoğlu ilk başlarda, henüz küçük topluluklar halinde yaşarken, tıpkı hayvanlar gibi, yeni karşılaştığı her şeyden korkardı ve sonra adım adım onu keşfettikçe sebepsiz korkusunu yenmeyi başarırdı. Hayvanlar yeni keşfettikleri nesnelerle doğanın bağrında ve onunla iç içe yaşamayı öğrenir, insanoğlu ise yeni keşfettiği nesneyi ihtiyaçlarına uygun hale getirmeyeve bu nesnelerle sorunlarına çareler üretmeye çalışırdı.

    İnsanoğlu açısından doğa ve nesne onun ihtiyaçlarına yanıt vermek için vardır. Zihnimiz bize her şeyi araç haline getirmeyi öğretir. İlk insanlar için de bu böyleydi. İlk insanlar ihtiyaçlarına doğrudan yanıt veremeyen, araç haline getiremediği, gücünden korktuğu şeyleri kutsallaştırdı, onları büyü yoluyla denetim altına almaya çalıştı. İşte bu sürecin sonunda Tanrı kavramı ortaya çıktı. Tanrı kavramını toplumsal düzeni tahkim etmek ve ahlak ilkeleri oluşturmak için kullanmaya başladığında ise din olgusu ortaya çıktı.

    Tanrı kavramını keşfetmek insanoğlu açısından soyutlamanın doruğuydu ve zihinsel bir devrimdi. Bununla sadece denetim altına alamadığı güçleri iradesiyle etkilemeye çalışmadı, aynı zamanda zihninde toplumsal yaşamına norm ve düzen verecek, çalışmasını belli bir disiplin altına alacak, üretkenliğini artıracak, yaşam enerjisini çoğaltacak, yaratıcılığını kışkırtacak, bilimsel merakını tahrik edecek bir idol, doğa üstü bir varlık da yarattı. Sanırız Tanrı kavramını keşfetmemiş olmak, insanoğlunun zihinsel düzeyinde büyük bir gerilik olurdu. Kim bilir belki de bugün hâlâ doğal ortamlardaki hayvanlar gibi gibi yaşıyor olurduk…

    Kısacası Tanrı kavramı ve din olgusu, insanoğlunun toplumlaşallaşabilmesi, uygarlaşabilmesi ve ilerlemeyebilmesi için zorunluydu. Tarihte devrimci roller oynayan her kavram ve olgu gibi Tanrı ve din kavramı da zamanla sömürü ve baskı düzeninin araçları haline getirildi.

    Bazıları sanıyor ki Tanrı kavramı yaratılmasaydı, insanlık daha özgür ve daha aydınlanmış olacaktı. Bu batıl bir inançtır. İnsanlık bu kavramları daha ileriye atılmak ve gelişmek için keşfetmiştir. Bu soruna diyalektik yaklaşmayanlar, olguları kendi tarihsellikleri içinde görmeyen ve değerlendirmeyenler, ileri olanı gerici, gerici olanı da ilerici yapabiliyorlar.

    TANIRIYI İSPAT ETMEK MÜMKÜN MÜ?

    Tanrı kavramına sahip olmak salt gerilik değildir; o bu kadar kötü olsaydı, eğer din eksenli düşünmek gerilik olsaydı, tarih hiçbir filozofu ortaya çıkaramazdı. Filozof olabilmek için bile Tanrı kavramı üzerine düşünmek gerekirdi. Tarihsel süreçte, uygarlık tarihi incelendiğinde görülecektir ki, felsefenin gelişmesine, bilimin gelişmesine en büyük katkıyı yapanların arasında birçok Tanrıya inanan düşünürler vardır. Aynı şekilde ateist filozof ve bilim insanlarının katkıları da olmuştur…

    Tanrıyı inkar edenleri dinsizlikle suçlayan, Ateistleri günahkarlar olmakla suçlayan Platon aynı zamanda felsefe tarihine muazzam bir yenilik de getirmiştir. Yine aynısını Aristoteles için de söylemek mümkün değil mi? İnsanlık birçok bilimsel bulgunun ilk tezlerini, nüvelerini Aristoteles’ten öğrenmedi mi? Eğer Platon ve Aristoteles büyük filozof ve Aydınlanmacı oluyorlarsa, İbn Haldun hayli hayli olabilir.

    Büyük filozoflar ve düşün insanlarının birçoğu Tanrının varlığını kabul ederler. Elbette, kabul etmeyenler de var. Ne biri ne de öteki bundan dolayı Aydınlanmacı ve ilerici olmaktan men edilemez.

    Aslında Tanrı’nın varlığı-yokluğu tartışmasının sonu da yoktur. Bugüne kadar kimse ne Tanrının varlığını ne de yokluğunu kanıtlayabilmiştir. Aklı olan düşün ve siyaset adamları bu tartışmaya doğrudan girmemişlerdir, çünkü bu bir inanç ve vicdan sorunudur…

    DİN SİYASET İLİŞKİSİ

    Tanrının ve kutsal kitapların baskı ve sömürünün aracı yapılmasına karşı çıkmak ne kadar doğruysa, Tanrıya inanan, iyi bir mümin olan düşünürleri akıl ve bilim dışılıkla suçlamak da o kadar yanlıştır. Tanrı ve dine inanmak, bir kültürel sorundur ve toplumların özgürleşme davasının tali sorunlarındandır. Toplumların özgürleşememesinin esas nedeni dini inançlar değildir, aksine bu kültürel olguları halkı aldatmak için kullanan iktidarların varlığıdır. Din olgusu baskı ve sömürü düzeninin kabul görmesi için ideolojik bir alan yaratır, toplumda tevekkül kültürünün yayılmasına katkıda bulunur, kaderciliği kabul ettirir, fakat bütün bunlar din tarafından değil, dini kullanan iktidarlar tarafından bilinçlice yapılır.

    Devrimciler din olgusunu tartışmak durumunda kalmışlardır. Marx “din halkın afyonudur, yoksulun teselli bulma aracıdır” demiştir, fakat Tanrısızlığı tartışan metinler kaleme almamıştır. Çünkü din konusu, iktidar sorunun doğrudan konusu değildir. İktidar mücadelesi yürüten devrimciler ki Atatürk bunların başında gelir, dinin toplum hayatını belirlemesine karşı çıkmış; onu olması gereken yere, vicdanlara ve inanç dünyasına hapsetmişlerdir, fakat onun varlığını veya yokluğunu tartışarak gereksiz yere halka yabancılaşmamışlardır.

    Ayrıca, Ortaçağ’da köylülerin katıldığı birçok devrimci ayaklanma, tarikat ve mezheplerin önderliğinde yürütülmüştür. Nizamül Mülk Siyasetnamesi’nde bunlardan bahseder.Avrupa’nın köylü isyanlarına önderlik eden ve mesleği gereği papaz olan birçok devrimci vardır. Şeyh Bedreddin, Pir Sultan Abdal gibi halk önderleri hem baskı ve sömürü düzenine karşı çıkıyor; bir bakıma halkın aydınlanmasına, bilinçlenmesine ve kendi iradesine sahip çıkmasını sağlıyorlardı hem de Tanrıya inanıyorlardı. Bunları akla ve bilime aykırı olmakla suçlamak ve küçümsemek büyük bir yanlıştır. Aklın zirvesi, ezilenleri, sömürülen yoksulları despot ve sömürücü iktidarlara, dini ve dini kurumları kendi çıkarlarına alet eden iktidarlara karşı isyan ettirmektir.

    Dinler insanlık tarihinin bir olgusudur. Din ve Tanrı kavramı, kökeni on binlerce yıl öncesine dayanan derin kültürel köklere sahiptir. Bu köklerden kaynaklanan geriliklere karşı verilen mücadeleyi başarıya ulaştırmak salt din ve Tanrı kavramına karşı mücadeleyle değil, toplumların içinde bulundukları ekonomik ve siyasi koşulları değiştirmekle mümkündür.

    Günümüzde hortlatılan dinci dalga, sadece Müslüman ülkelerle sınırlı da değildir. Avrupa ve ABD toprakları türlü türlü sözüm ona modern mezhep ve tarikatlarla örülmüştür. İrrasyonalite bütün dünyanınbaş belasıdır ki bunun temelinde, umutsuzluk, mutsuzluk, yalnızlık, bezginlik ve hiçbir işe yaramamaktan kaynaklanan karamsarlık, hınç, öfke ve aşırılık yatmaktadır. Tabii ki emperyalist merkezler her türden dinci girişimi, tarikatlaşmayı sözüm ona kültürel farklılık adı altında hoşgörüyle karşılamakta ve hatta maddi açıdan desteklemektedir.

    İbn Haldun’u dini ve Tanrıyı referans aldı diye akıldan ve bilimden uzak görenler Aydınlanmanın şahı Kant için ne diyeceklerdir? Kant Tanrının varlığını hiçbir şekilde tartıştırmaz, ona toz kondurmaz; ama din ve toplum işlerinin, inanç ve bilim işlerinin birbirinden ayrılması gerektiğini de her fırsatta ifade eder ki eserleri de bu nedenle ölümünden sonra bile yasaklar listesinde kalmaya devam etti…

    Aynı şey Atatürk için de söz konusu değil midir? Atatürk’ün dinle ilgili kaleme aldığı metinler gözden geçirildiğinde O’nun din ve Tanrı kavramını tarihsel olgular olarak değerlendirdiği görülecektir. Atatürk açısından her şey açıktır, toplumların ilerlemesine yararlı olan her şey iyidir, ilerlemeyi köstekleyen her şey de kötü. Atatürk din ve inanç sorununu akılla ele almış ve bu olguları bir inanç ve vicdan sorunu olarak görmüştür. Yapılması gereken bunun denetim altına alınmasını sağlamaktır ki O da bunu yapmıştır.

    Ortaçağ’da yazılan metinler din referanslı olmak zorundaydı, çünkü bu basit bir akılsızlıkla veya aldatma olgusuyla açıklanamaz. O günün insanının bilinci, kültürü, eğitimi ve ufku bunu zorunlu kılıyordu. Özel mülkiyeti, ve ekonomik eşitsizliği bir Tanrı buyruğu gibi kabul eden günümüzün “aydınlanmış” insanları, belki de birkaç yüz yıl sonra sırf bunları savundular diye aydınlanmamış olmakla, aklı ve bilimi rehber edinmemekle eleştirileceklerdir. Ama bu da doğru değildir. Her kuşak düşüncesini kendi ideolojik kavramlarıyla, kültürel örtüsüyle, siyasi ufkuyla ve kavrayışıyla ifade eder ve ona göre etkin olur. Aynı durum İbn Haldun için de geçerlidir.

    Sadık Usta, odatv, 4 Haziran

  894. marxist argüman

    müslüman türk toplumunda sapiklik olgusu

    dikkat, sapik var!

    kadini “ganimet” olarak gören osmanli türk erkegi deh$et sacmaya devam ediyor

    abazanlik ile kadini “ganimet” olarak gören islamci cihatciligin birle$mesinin ortaya cikardigi olgu: sapiklik

    “Taksim’de tecavüz dehşeti!”

    “İstanbul’un göbeğinde 2 kadın dehşeti yaşadı. Taksim’de eğlendikleri bardan çıkan 21 yaşındaki iki kadın evlerine doğru ilerliyordu. Kadınlardan biri baygınlık geçirdi. Kadınların yanına yaklaşan Engin K., baygın kadını omuzun aldı evine götürmek istedi. Duruma kadının arkadaşı tepki gösterdi. Tepki gösteren kadına önce tekme atan ardından da bıçaklayan Engin K. omuzuna aldığı F.H.E’yi önce bir inşaata sonra da bir arkadaşının evine götürdü. İddiaya göre, Engin K. ve arkadaşı genç kadına tecavüz etti. Engin K. olay sonrasında kayıplara karışırken arkadaşı Dursun A. ise tutuklandı.” (basin)

  895. marxist argüman

    kapitalist-emperyalist rekabette kaybeden arap-müslüman aleminin ba$vurdugu yöntem: islamci/cihatci terör

    “İngiltere’nin başkenti Londra’nın merkezinde içinde üç kişi bulunan bir kamyonet, London Bridge üzerindeki yayaları ezdi; ardından araçtan çıkan saldırganlar, Borough Market semtindeki bar ve restoranlarda eğlenen insanlara bıçakla saldırdı. Dünyayı dehşete düşüren olayda 7 kişi hayatını kaybetti. Yetkililer olayı ‘terör saldırısı’ olarak nitelendirdi.” (basin)

  896. marxist argüman

    suc delili: kagit mendil

    t.c.’nin fetö terör örgütüyle mücedelesi ba$ariyla devam ediyor. terörle mücadele $ube ekipleri terör örgütüne ait bir adet kagit mendil ele gecirdi. kagit mendili gönderen teröristba$i gülen’in, nami diger fetullah hocanin sözkonusu kagit mendil ile burnunu silip silmedigi lavoratuvarda yapilacak balistik incelemeden sonra anla$ilacak.

    “Fethullah Gülen, örgütün ‘Erzurum kasası’na ABD’den mendil göndermiş

    Erzurum’da görülen FETÖ/PDY davasında tutuklu yargılanan Erdal Şenetiler’in, ABD’den getirdiği Fethullah Gülen’in kağıt mendili örgütün ‘Erzurum kasası’ olarak bilenen ‘Habbab Hoca’ lakaplı Ünal Üneş’e verdiği ortaya çıktı. Ele geçirilen mendilin sahibi Ünal Üneş ise başka bir FETÖ davasının firari sanığı olarak aranıyor.” (basin)

  897. Bu konu kapanmış sanmıştım

    Aşağıdakini yazan benim söz ettiğim medeniyet öncesi hakkında zerre kadar bilgisi olmayan profesör olmalı.
    Ben yorum/cevaplarımı tek tek [] içinde sıraladım.
    “peki bu arkada$in yanildigi nokta nedir?
    cevap: insanlarin yeme, icme, barinma, güvenlik gibi en temel ihtiyaclarin kar$ilanmadigi bir toplumda “derin insanlik” olamaz; insani ili$kiler hayat bulamaz.”
    [“derin insanlik” safsatası bir yana, medeniyeti savunanların en büyük iddiası: “medeniyet öncesi insanların tüm zamanların salt yaşamda kalmak için gıda peşinde koşmayla harcarlar, biz ve bizim pompaladığımız profesörlerin otomobili var, uçağı var, bilgisayarı var, televizyonu var, var, var, var, …” Tarihçiler devirlere ayırmada zorluk çekerler. Sevdiğim bir tanesi üçe böler: var olma devri, sahip olma (var, var, var nakaratı) devri ve nihayet şimdi sizin yaptığınız (profesör) gibi görünmek devri. Bunu dışında söylediklerin o kadar doğru ki, bunu Marksizm ile neden süslediniz? “bilgiç gibi görünmek”için olmalı.]
    kuru kuruya “insanlik” karin doyurmaz; ac karinla dola$an insanlar arasinda “insani ili$ki” mümkün degildir.
    [Bu da “gibi görünmek” ama bilim bilmeyen sizler insana gına getiriyor. Kanser tedavisinde kullanılan bir yan ve yararı kanıtlanan önlem ilhamını taş devrinde yaşama esnasında uzun süre yemeden gezenlerde hücrelerin korunma stratejisinden aldı. Beyazların “buldukları” (daha doğrusu icat ettikleri) kıtalarda kırımdan geçirdiklerinin birçoğu hala taş devrinde yaşayanlardı. Irkçılığınızı açık açık sergileyip taş devrinde yaşayanlar “insan olamaz”, deseniz daha kolay olmaz mı? ]
    karni ac, alti islak bir bebek gülebilir mi?
    [Bunu ben bilmiyorum. Bu bir bilimsel öneri! Cevap, ya hayır veya evet. Çocuğumuz da olmadı, çünkü hiçbir zaman bu rezil dünyaya bir kişi daha katmak istemedik. Ama yaşadığın yerde senin gibileri pompalayanlar çok. Böyle akıl almaz “meraklar” bilimsel araştırma konusu olarak sizin gibi çok heyecanlılar arasında emzik misali dağıtılıyor. Bu araştırmayı teklif et, belki sana bir miktar para verip meşguliyet yaratırlar. Enerjinizi olumlu kanallara yönlendirirler. Araştırma yap sonra konuşursun. Hâlihazırda eleştirmelerinizle enerjinizi son derece yapıcı yollara adadığınız belli. Düzen yapıcı eleştirileri sever.]
    tipki bir dindar yobaz agziyla marxistlere küfür eden bu arka$a soruyorum:
    [Bu hem yanlış hem doğru. Marksizm bir din ve sen onun yobazısın. Bu çoktan ispat edildi. Hatta ikinci derecede bir din. Asıl dini saklayan ve insanlar daha somut, daha cana yakın kılan bir alt din. Eğer siz “dindar” sözüyle geleneksel dinleri kast ediyorsanız onlara karşı nefretim modern dinler olan Marksizm veya asıl Allah ve Din olan Para ve Bilim dininden nefretim yanında okyanusta bir damla. Eski Allah sırlarla doluydu, işine pek akıl ermezdi, ona pek güvenilmezdi, devamlı saklambaç oynardı, hem doğayı bize hediye etti, yani iyiydi hem de Şeytan’ı başımıza bela etti, yani kötüydü, vs. vs. vs. Kimin cennete gideceği kimin gitmeyeceği de devamlı bir sırdı. Sizin dininiz olan Para ve Bilim eski dinlere kıyasla en büyük sonsuzdan bile daha büyük bir güç. Sır mır yok. Her zaman her yerde muradını yerine getirir. Her zaman kimin cennette olduğu kimin olmadığı belli, vs. vs. vs. Uzatmayacağım, çok samimiyim, sonsuz bilgisizsiniz ve o yüzden işi böyle banallikler ve şantajla kapatmaya çalışıyorsunuz. ]
    marx, insanin insan üzerindeki sömürü ve zorbaliginin bitmesi gerektigini, ekonomik üretimin para, kar, zenginlik biriktirmek icin degil, ekonomik üretimin insanlarin temel ihtiyaclari ölcü alinarak yapilmasi gerektigini söylemi$tir.
    peki yanli$ bunun neresinde?
    [Yanlışları sıraladım. Tekrar bakınız. Önce ilginizi çekmedi. Ben de işi kibarlığa döktüm. Ardından tekrar küçük düşürmeler, hakaretler, tehditler, sıralanan bir yazı daha çıktı. Sizin dininiz sizi, eski din yobazlarından çok daha kör etmiş. Çok sevdiğim bir ilahiyatçı Vatikan’da her yıl yapılan bir toplantıya Marks’ın “din yığınların afyonudur” cümlesiyle biten yazısını son cümlesini okumadan okur. Diğer ilahiyatçılar büyük bir saygı içinde dini bu kadar iyi anlamış olanın kim olduğunu öğrenmek isterler. Yine pompalanmış olman ağır bastı. Marks’ın dinle ilgili yazısını okuyan ders verdiği üniversitede yıllarca Marks’ı inceleyen dersler verdi ve salon her zaman tıklım tıklım doluydu. Sizi o kadar pompalamışlar ki sizinle ciddi konuşmak imkânsız. O ilahiyatçı bir anarşist ve Marks’ı çok beğenir. Tanıdığım ve beğendiğim sayısız Marks’ı beğenen Marksistler var. Ben sevmiyorum. En büyük nedeni de başımıza siz ve size benzerleri bela etmesi. Sanki kapitalistlerin elinden çektiğimiz yetmez gibi bir de sizler gibi durmadan ve bilmeden horozluk eden modern insan harabeleriyle karşı karşıya kaldık.]
    sömürü ve zorbaligin ortadan kalkmadigi bir toplumda “derin insanlik” hayat bulabilir mi?
    [Bence bu çok doğru. Biraz değiştireceğim. Sömürü ve zorbalık olmayan medeniyet öncesi insanlar, ne derin insanlık, ne özgürlük, ne mutluluk, ne eşitlik peşinde koştular. Ne de yaşamda kalma kavgası içindeydiler. Onlar sizler gibi gece gündüz yaşamla kendileri arasına girmiş binlerce pezevengin derdini yaşamadılar. Bunlar siz ve size benzeyen medeniyet kazazedelerinin kendi sorunlarını taş devrine yansıtması. Bunu bilen ve sizler gibi bu konuda beyinleri taş devrinde yaşayan ilkellerin bilimden çok büyü ve üfürükçülük inançlarıyla yaşadıklarını yıkamasına maruz kalanları düşünen, hiç de radikal olmayan E. E. Evans-Pritchard,”bir New Yorklu, bir Londralı hayatını (sizin gibi) saçmalıklara inanmakla yaşayabilir ama doğa içinde yaşayan ilkeller bilimsel olmasalar bir gün bile yaşayamazlar.”, der. Daha bundan 10-15 yıl önce Perulu bir antropolog taş devrinde yaşayan bir çıplak vahşiyi giydirip Lima’ya gezdirmeye götürür. Bir hafta sonra taş devrinden gelen çıplak vahşi, en çok tuhafına giden şeylerden birinin dilenciler olduğunu söyler. Çok daha örnekler verebilirim ama dinci yobazları saplantılarından çıkarmanın imkânsızlığını biliyorum. Hele sizler gibi ezilenlerin tarafında olan dinci haklı yobazlar!]
    Bazı diğer atıp tutmalarınıza çok kısa bir yanıt. İlkelleri idealleştirenler onların insan olduğunu inkâr edenler. Sizin gibi terapi peşinden koşanlar. Anlamsız dünyada anlam arayanlar. Bir şeye sarılmak isteyenler. Kısaca söylersem, “insan mitsiz, inançsız yaşayamıyor”. Ben mitleri ve ölü mitler olan dinleri çok yakından inceledim diyebilirim. Sizler gibi dincilere tarihte hiç rastlanmaz. Nedeni apaçık. Siz bilimselsiniz, öyle hokkabazlığa, gözle görülmeyip elle tutulmayan şeylere inanacak kadar enayi değilsiniz. Eğer kapitalizmin hayran olduğum bir yanı varsa sizler gibi dinden nefret eden dinciler üretmesi.
    Ben Avrupa’ya gelmeden önce ve geldikten sonra Avrupa’da hayli gezdim. Birçok yerlerde de yeteri kadar yaşadım. Sizlere benzeyen çok kimseye rastladım ve konuştum. Hatta hastanelerde, sosyal asistan dairelerinde çeviricilik yapıp biraz para bile kazandım. Duyduklarım ve gördüklerimde bir şey kesin kes doğru. Siz veya diğer bal ve süt ülkelerine kapak atanların 5-10 yılda kazandıkları, karım ve benim son 40 yılda kazandığımızı fazlasıyla aşar. Ben bundan kendi adım kadar eminim. Yazılarınızdan dışarı atlıyor. Karım ve ben sizler gibi dilenciliği ve ödün vermeyi fazilet etmediğimiz için ben hala kamyon doldurup boşaltma işi yapıyorum. Senin gibi Alman bal ve sütüyle beslenmiş ve sefiller adına konuşan bir günah çıkaran doğrusu beni çok güldürüyor.
    Yok, ama”doğru/yanlış” ile başlamadan, daha çok konuyu genişletmek isterseniz ben sadece bildiklerimi yazıp az da olsa bir katkıda bulunurum.
    Genişletmeyle ne demek istiyorum?
    Ama lütfen kelimelere takılmayın, kısa yazmak istiyorum. Kapitalizmin ve uşağı bilim-tekniğin yarattığı dünyanın bir adı “akılcılık” (rasyonalizm). Bunun ümit verici ifadesi: “insanların birbirlerini boğazlaması, ezmesi, sömürmesi artık bitti; aklımızla hareket edip sosyal sorunlar çözümler bulacağız”, coşkunluğu. Aradan geçen iki yüz yıla rağmen durumun daha da vahim olduğunu görenler nedenlerini anlamaya çalıştılar. Nedenlerin akılla halledilmeyeceğini 3 kişi çok daha açık görüp dile getirdi. Marks, Freud, Nietzsche. Marks tarihin altında yatan sınıf kavgasını; Freud bilinçaltındaki akıl dışı dünyayı keşfedip epistemolojik alanı genişlettiler. Siz hala sokaklarda devrimcilik broşürleri satan zavallı pompalanmış, coşkun enayi Troçkiler gibi atıp tutuyorsunuz. Hatta daha da kötüsü, cehennem korkusu yaratan vaizler veriyorsunuz.
    Not:En çok sevdiğim Nietzsche sistem kurma düşmanı olduğu için salt saldırdı.

  898. marxist argüman

    kemalist türk irkcilarinin gercekten kafasi mi kari$ik yoksa kendilerini yine anti-emperyalist, anti-kapitalist olarak pazarlama sahtekarligi mi?

    yukarda asili sadik ustan’nin yazisindan alinti:

    “Kısacası Kemalist Aydınlanma salt dinci gericilikle mücadele olarak kavrandığı için emperyalizme, Batı ile kucaklaşmaya itiraz edilmedi. Emperyalizme karşı durmak salt vatan savunması, bağımsızlık sorunu değildir; emperyalizm aynı zamanda kültürdür, kafamıza sokulan önyargılardır, kapitalizmin üretim, bölüşüm ve tüketim sistemidir vs…”

    yukarda ki yorumlarimda “osmanlidan cumhuriyete özel girisimcilige yönelik devlet politikalari” isimli kitaptan yaptigim alintilarda da görülecegi üzere, cumhuriyeti kuran kemalistler, osmanlinin son yillarinda ba$layan bati’nin kapitalist ekonomisini transfer etme uygulamalarini büyük bir hizla sonlandirip, hem batili emperyalistlere hem de bol$evik rusya’ya “biz tercihimizi yaptik” demi$ oldular.

    “sadik usta” isimli bu kemalistin yaptigi hile nedir: türkiyede ki islamci liberal devlet fraksiyonunu emperyalistsever, kapitalistsever, buna kar$ilik kemalist fraksiyonu anti-emperyalist, anti-kapitalist olarak pazarlama te$ebbüsü.

    kemalistlerin bu yalanini de$ifre etmek icin adi gecen kitabin “izmir iktisat kongresi” bölümünden $u alintiyi hep beraber okuyalim ki sadik usta’nin neden yalan söyledigi anla$ilsin:

    “İzmir İktisat Kongresi’nin toplanmasında Milli Türk Ticaret Birliği adı altında örgütlenen İstanbul tüccarlarının ağırlıklı rolünün altını çizmek gerekir. Milli Mücadele’nin zaferle sonuçlanmasindan hemen sonra kurulan bu kurulusun amacı, Türk ekonomisinin Batı sermayesinden yararlanmasında aracılık yapan azinlıklarin ekonomik bağlarının artık Türkler tarafından devam ettirilmesin sağlamaktır.

    Yani Batı ile ekonomik ilişkiler Türkler tarafından yürütülecek, böylece aracılık ve komisyonculuk el değiştirmiş olacaktı. İzmir İktisat Kongresi’ne en hazırlıklı olarak katılan bu grubun amaçlarına ulaştığı söylenebilir. Böylece, ekonomik güçlerle Millî Mücadeleyi yürüten öncü kadrolar arasındak bütünleşme adımlari atılmış oluyordu.

    Kısaca, İzmir İktisat Kongresi milat olmak üzere, 1930’lara değin, Türk hükümetleri ve Türk burjuvazisi emperyalizmle var olan ekonomik bağları koparmadan uzlaşma ve işbirliği yoluna girecektir.

    Her şeyden önce, kongreye davet edilen kişilerin özellikle ilçelerden seçilenlerin pek büyük bir çoğunluğunun, değil Türkiye’nin ekonomi politikasnı belirlemek, okuma-yazma dahi bilmedikleri göz önüne alıninca, kongrenin ekonomi gibi bilimsel bir amaç taşımaktan çok siyasi bir amaç, hatta amaçlar taşıdığı kanaati uyanmaktadır.

    Bu amaçların ilki ve belki de en önemlisi, Kongre’ye büyükelçi seviyesinde gözlemci olarak katılan Sovyetler Birliği’nin yeni Türkiye’yi Bolşevik bir yönetime dönüştürme çabalarına Ankara’nin veremediği kesin cevabı, Türk halkını temsil eden her kesimden gelen binlerce kişiye verdirmektir.

    Beklenen ikinci amaç ise, yeni Türkiye devletini resmen tanımamış olan Batı ülkelerine cevap vermek ve başta Düyun-u Umumiye ve yabancı sermaye konulari olmak üzere, Türkiye’nin izleyeceği ekonomik politika konusunu açıklığa kavuşturmak ve artık Türkiye’nin savaşçı bir toplum değil, barışçı ve ekonomi alanında gelişmek isteyen bir toplum olduğunu ilan etmektir.

    Nitekim bu iki beklenti kısa bir süre içinde sonuç vermiş, Lozan Barış Antlaşması imzalanarak Türkiye Devleti resmen tanınmış, İngilizler İstanbul’u boşaltmış ve Bolşevizm akımı Ankara’da giderek etkisini yitirmiştir.”

  899. Sayın 19 Anonim
    Profesörlük profesörsel yazınız şahane. Diğer yandan bilginizin kaynağını biraz daha inceliklerle gizleseydiniz fena olmazdı.
    Modalara uygun, medya tarafından etrafa yayılanların papağanlığı bilgi değil, dedikodu. Her şeyin nedeni basitçe “doğa stresleri” formülüyken “iklim değişmeleri” hapları dağıtmayı gülerek karşılamıştım ama medya sonsuz güçlü. Hemen beyinlere giriveriyor.
    Ne zaman bir Türk’le yanımda yabancı arkadaş huzurunda konuşsam, yabancı arkadaş ayrıldıktan sonra daima bana “sizin Türkler son derece profesörsel”, der.
    İşin tuhaf tarafı şu: bir ara bayağı katı inançlı Müslümanlara karıştım, onlar da bu yok. Bu huy daha çok laik, bilime inanan modern Atatürk ile Türkiye’ye giren modernler arasında son derece yaygın. Her iki üç yılda değişen modaya aynı dindarlıkla sarılır, bu modernler. Modernler tarihte görülmemiş bir dincilik arz ederler.
    Tabii bu demek değil ki, iklim değişmeleri canlılar tarihinde bir rol oynamadı.
    ” Bunda hayret, nefret veya hayranlıkla karşılanacak bir durum yok.”
    Kim için yok? Sayın profesörsel profesör.
    Bir anne şöyle der,”Bir otomobil yoldan çıktı, çocuğumu ezdi, ama bunda hayret, nefret veya hayranlıkla karşılanacak bir durum yok.”
    Daha dramatik örnekler vermek istemiyorum.
    Asıl konu bu kuş bakışıyla görünenlerde ne olduğunu anlamakta ve eğer mümkünse böylece yaşadığımız zamanı anlamakta. Zamanımızı anlamak bile kendi başına bir sorun. Neden anlamak istiyoruz? Neden kafayı zamanla yemişiz? Bir Afrikalı bir Fransıza, “sizde saat çok, bizde zaman çok”, der.
    Madagaskar’da halk arasında dolaşan bir inanışı anlatayım. Bir zamanlar biz de makimsiler gibi ağaçlarda yaşardık. Doğanın cömertliğine minnettar makimsiler oldukları yerde kaldılar, (eski moda stresten) yerinde duramayan bizler aşağı indik, vs. vs. vs. ve nihayet şimdi birbirimizi boğazlıyoruz. Hiç değilse televizyon önünde geviş getiren profesörlükle, “onlar orada kaldı, biz indik, bunda ne var”, demediler. Asıl konuyu anlayacak kadar olgunlar.
    “Avcı/toplayıcı” bile insanın insanı boğazlamasını din edenlerin bir uydurması. Bu terim tavsir ettikleri insanları değil bu terimi yumurtlayanların sefilliğini anlatır.
    Bir örnek daha vereyim. Amma önce bir not:beni ilgilendiren doğru/yanlış çılgınlığı değil. Bu çılgınlığı benimseyenlerin biçareliği.
    Evrim teorisinin bulunduğu yerde yaşayanlar ırkçılığı dünyaya yaydılar. Almanlar bu teoriyle yapay bir iklim felaketi başaracaklardı. Ve aslında başardılar. Dünya profesörlerle doldu.
    Kızılderililere göre, “evvel zaman içinde bir çocuk anne-babası ne derse teni siyah olana kadar gülerdi. Çocuk her zaman gülen ve beyaz dişlerini gösteren siyah insanların ilk babası.”
    20. yüz yılında Fransız ırkçılığının tiksindirdiği ve adını değiştirerek (yüksek profesörlerden oluşan) edebiyat ödülü hakem heyetini aldatıp iki defa aynı ödülü kazanan yazar “siyahlardan her şeyi alabilirsiniz ama gülmeyi alamazsınız”, dedi. Ben gülmeyi sevdiğim için çoğu iklim değişmesinden (veya eski moda olan stresten) suratları mahkeme duvarlarına dönmüş Avrupalılar yerine gülen siyahlarla olmayı tercih ederim

  900. Zeytinlikler Hindistan mi?
    Zeytin Agaci kutsal inek mi?

    Oyle gorunuyor.

    Bir ‘zeytinliklere dokunma!’ kampanyasi/teroru almis basini gidiyor.

    Hesap filan hak getire.

    Ben biktim bu hesapsiz kutsalliklardan, o yuzden biraz rakam vereyim istedim:

    Turkiye zeytin rekoltesi yilda 433,000 tondur. Bunun bir kismi zeytinyagi olur, bir kismi da sofralik zeytindir.

    Geleneksel olarak, zeytin agaci, baska pek az seyin yetisebilcegi topraklara dikilir –yani, kirac topraklara.

    Bu yuzden de, her zeytin agaci ile bir digeri arasinda kimi zaman 10 kimi zaman da daha uzak mesafeler olur.

    O kadar ki, kanuna gore, bir donumde 2-3 agac varsa, orasi zeytinlik sayiliyor.

    Halbuki, son yirmi sene icinde zeytin uretiminde cok ciddi gelismeler yasandi.

    ‘Super Intensive’ zeytinclikte, donum basina 2-3 agac degil, 450 agaca kadar dikiliyor.

    Bkz https://www.youtube.com/watch?v=c6TkrQn_b1I

    3 sene icinde de zeytin vermege basliyorlar; 5 sene icinde de tam verime ulasiyorlar.

    Su tur makinalar kullaniyor: https://www.youtube.com/watch?v=v0glTpuK8SY

    Boylece, her donumden yillik 1,600 kg zeytin elde ediliyor.

    Tek gereken sey, yeterince sulanabilir bir arazi.

    Bu yapildiginda, butun Turkiye’nin bugunku yillik rekoltesini (uretimini) 300,000 donum araziden elde etmek kolayca mumkun.

    300,000 donum arazi deyince kimsenin gozunun korkmasina da gerek yok. Bu arazi, su anda cogu atil durumda olan (Urfa’daki) Ceylanpinar Ciftliginin yuzde 17’sine denk geliyor.

    Bunun gerceklesmesi icin de, toplam 100 milyon USD civarinda bir yatirim gerekiyor –5 yila dagitilarak.

    [At-deve degil. Istanbul’da en dandik villanin fiyati birkac milyon dolar.]

    Bunu yaparsak, cok daha tutarli kalitede cok daha da ucuz zeytin ve zeytinyagi uretmek mumkun.

    Ama, yok.

    Aydinlarimiz donup dolasip ‘demir kasikla yemek haramdir’cilara donusmus, zeytin agaci da kutsal inek olmus.

    Aykiri dusunebilen arkadaslarimiza bir de bu acidan ‘aykiri’ bakmalarini oneriyorum.

  901. Technician-teknisyen-profesöriel profesör
    Zamanımızın en büyük saplantısı mutlu olmak. Medeniler tarihi boyunca sonsuz küçük bir azınlık mutluluğun ne olduğunu anlamaya çalıştı. Hatta tarihi, yıkanmış beyinin boşluğunu dolduran soyutluklara, okumayan bir kimse soğuk, sıcak, ölüm, hastalık, diş ağrısı, açlık, doğal felaketler içinde yaşayan insanların böyle bir saçmalığa kafa yormaya zamanları olmadığını apaçık görür. Günden güne değişen, bir gün neşe dolu bir gün acı dolu yaşam yaşayanlar günümüzün tüketicileri gibi mutluluk peşinde koşacak kadar enayi değillerdi. Ve bu yetmez gibi mutluluğu anlamak isteyenlerin hepsi akıl almaz katı bir disiplin savundular: yogilerden Epikür’e, Upanişadlar ve Budistlerden kinikler (cynics) ve stoiklere, mistiklerden inzivaya çekilenlere, daoistlerden fakirler ve sufilere kadar.
    Hemen hemen hepsi kapitalist-komünist mutluluğu olan kabız-ishal günümüz tüketici yaşamı yerine istekleri körükleyen dünyadan ya el ayak çekme veya o dünyaya karşı önlemler önerdiler.
    Birden bire çok adlı yeni bir din doğar, bir gerçek mucize olur: kapitalizm-bilim-teknik-endüstri- ilerleme-modernlik-marksizm- vs. vs. vs. Sonsuz adlı aynı şey.
    Mutluluk nitelikten niceliğe, manevi huzurdan maddi huzura dönüşür. Dünya güneşe düşer; elma mavi gözlü sarışının kafasına düşer; cennet yeryüzüne düşer. Mal-meta biriktirmesi, çalış-ye-s*ç, marketlerde gezme, vs., vs., vs. mutluluğun ta kendisi olur. Mutluluk peşinden koşma o kadar kolay olur ki, ABD anayasasına insanın doğal hakkı olarak kayda geçer.
    Bazı yüce halis Türk technician-teknisyen-mün-necipler de eğitimlerine uygun matematiksel “değişme = mutluluk arama”, denklemiyle hepsinin babası Arşimet gibi “Bak, bak Erdoğan, bendeki zekâ fışkıran kelleye” bak diye bas bas bağırır.
    Bir mucize daha olur: bu somut mutluluğun sadece belli bir kesimle sınırlanmasına karşı, ABD anayasasındakini dünya anayasasına yazmak isteyenler, “herkesin üretici-tüketici, kabız-amel olmaya hakkı vardır” bayrağına sarılırlar. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bu amel-kabız mutluluğu tüm dünya için gerçekten gerçekleşir ama alçak kapitalistler bir türlü kabızlıktan kurtulamazlar: biriktirdikçe biriktirirler. Üstelik herif-kadın, işadamı-işkadınları kurnaz, çok güzel bir strateji bulurlar: kabız-amel tüketici cennetinde yaşayanlar kendileri gibi olmak isteyenlerin sefilliğini görerek mutlu olur, mutsuzlar da o cennetekileri görüp koşturup dururlar. Mutluluğun imkânsızlığı veya sonuşmaz (asimptot) yani ulaşılmaz olması düzeni elinde tutanları şişmanlatır, zenginleştirir. Dünya koşturanlarla dolar. Buna da bir çare bulunup normalleştirilir. Savaş, sığınmak isteyen mağdurlar, ırkçılık, sevmediğin işi yapma, çalıştığın yeri sevmeme, hastane ve Devlet dairelerinde küçük düşürülme, onurunu kırma, vs. vs. vs. dolu dünyaya mün-necip gibi zekâ fışkıran bir kelle yeni bir denklemle bunların hepsini toplayıp bir tek ad verir (bu, en fazla kullanıla bir beyin yıkaması ve bu site bunun içinde debelenenlerle dolu): STRES. Bu çikleti herkes çiğner ve zamanına uymanın, çağdaş olmanın gururuyla tekrar eder durur. Bilim-teknik kadın-adamları her taş altında stres bulup çıkarırlar. Bitkiler de bile stres olduğu tespit edilir.
    Bu zekâ fışkıran kelleden diğer örnekler.
    Not: bunlara “reductionist” indirgemeci denir. Formülleri:
    ” … ama aslında …”
    Yurttaş kelimesinde yurt var, o halde aslında çadırlarda yaşayan tüm dünya insanları yurttaştır. Aman Erdoğan duymasın.
    Burjuva kelimesi şehirden gelir. Çatalhöyük bir şehirdi. O halde ilk burjuvalar aslında Şanlı- Türkiye’de yaşadılar. İnşallah Atatürk duyar ve bu herifi Anıtkabire çağırır.
    İlkeller taş yontmayla maddeyi değiştirdiler. Kimyasal değişim de maddeyi değiştirir, o halde taş yontanlar aslında kimyagerler.
    İlkel avcılar ok atmayla mekânı havada kat ettiler. O halde ilkeller aslında uçak mühendisleri.
    Takvim hazırlayanlar zaman ölçerler. O halde takvimciler aslında saatçiler.
    Bu zekâ fışkıran kelleden fışkıran yüce fışkırtılar durmayan amele benzer, birkaç örnek daha vermeden geçemeyeceğim. 1. “eğer var olmuşsa her zaman var olacak”, aynı dinozorlar gibi.
    2. Sokrat’a “değişme = mutluluk arama” denklemini bulan halis Türk Arşimet tarih okumuş ama hiçbir yerde hiçbir zaman farklı bir şey görmemiş, derler. Sokrat, “yıkanmış beyniyle okumuş olmalı”, der. Dünyanın her yerinde “değişme” coşkunluğu içinde hoplayan zıplayan bu kellelerinden zekâ fışkıran dalkavuklar ve aynı zamanda “dün nasılsa bugün de öyle”, dalkavukluğu yapanlardır.

  902. “Bir anne şöyle der,”Bir otomobil yoldan çıktı, çocuğumu ezdi, ama bunda hayret, nefret veya hayranlıkla karşılanacak bir durum yok.””

    İnsanlar yaptıkları tercihlerin (örn; çocuk yapmak) risklerini de (örn; çocuklarını kaybetmek) göz önüne almalıdırlar. Bir şeye sahip olan, onu kaybedebilir. Kaybedecek bir şeyi olmayan da onu kaybetmenin acısını yaşamaz. (Çocukları olamayan bir çift de şöyle der, “Çocukları olan başka çiftler bu mutluluğu yaşarken biz bu acıyı yaşıyoruz, ama bunda hayret, nefret veya hayranlıkla karşılanacak bir durum yok.”)

  903. (1)

    Şunları hönkürmüşsün; —‘Normal’den ne anladiginiza bagli. ‘Survival of the fittest’ dedigimiz sey, birilerine ruhsat vermek icin icad edilmis bir kavram degil. Kisi, sirf ‘survival of the fittest’e olan imanindan dolayi, onune geleni (gucu yettigini) harcamagi mesru saymaga baslarsa, hic ummadigi cenahlardan cok ciddi ve cok siddetli tepkiler alir. Yani, toplumun geri kalani, ‘hukuk’ (ya da ‘ihkak-i hak’) yoluyla, bu problemi ‘giderir’.

    Herbert Spencer’ın son hâlini verdiği ‘survival of the fittest’ konsepti; kapitalistlerin, kapitalist sistemin mutlak ve meşru olduğu zırvasını yaymak için kullandığı mühimmatlardan biridir. Aslen ‘sosyo-ekonomik’ bir sistem olan kapitalizmin sömürü mekanizmalarının ‘doğadakine benzer ve hâttâ çoğu zaman doğayla aynı şekilde işlediği, ve bunun da normal kabul edilmesi gerektiği!’ zırvasını yaymak için kapitalistlerin kendilerine bu (survival of the fittest) konsepti de dayanak noktası yapmaları; beyhude uğraştır.

    ‘Survival of the fittest’ konseptini bağlamından koparıp; kapitalist sisteme payanda yapmak ile, bu konseptin kimseye ruhsat vermek amaçlı kullanılamayacağını iddia etmek; kapitalistlerin, hokkabazlık maharetlerinden biridir. Yukarıda da açıkladığımız üzere; bizzat kapitalistler, bu konsepti bağlamından koparıp istismar ediyor.

    ‘Hukuk’ denen kavram ve uygulamalar; plütokratların amaçlarına göre dizayn edilmiştir. Dünya genelinde ‘hukuk’; adaleti sağlamak için bir süreç olmak özelliğinden çıkartılmış, plütokratların ceplerinden ve cüzdanlarından yükselen kapitalist hegemonyayı korumak için, kapitalistlerin meşrebine göre dizayn edilmiştir. ‘Sömürenler’ ile ‘sömürülenler’ arasında yaşanan mücadelede, ‘hukuk’; her zaman ‘sömürenler’ lehine karar vermeye yatkın, ‘sömürülenler’ lehine karar vermesi tek tüktür. ‘Hukuk’, asıl tanımı olan, adalet sürecinin sağlıklı işlemesini mümkün kılmakla yükümlü olması gerekirken; çoğu zaman ‘sömürenlerin’, az zaman da ‘sömürülenlerin’ lehine karar verir. Burada mühim olan; sömürü mekanizmasını tamamen ortadan kaldırmak için mücadele etmek, ve, ‘hukuk’un sadece ama sadece ‘adalet’ konusu ile muhatap olmasını sağlamaktır. Kapitalist sistem var olduğu müddetçe; ‘hukuk’, daima, kapitalistlerin lehine karar verir. (İstisnalar kaideyi bozmaz.)

    ‘Hukuk’un sadece ‘adalet’le muhatap olmasını sağlamak için; ‘Proletarya diktatörlüğü’ne de, ‘Patron diktatörlüğü’ne de; HAYIR!

    ‘İhkak-ı hak’ tabiri, günümüzde; kapitalistler tarafından uygulanır. Dünya genelinde mevcut hukuk normlarına göre; ‘ihkak-ı hak’ yasak, fakat, kapitalistlere serbesttir. Niye? Çünkü, kapitalistler, ‘ihkak-ı hak’ yönüne başvurmayı sadece ama sadece kendilerine geçerli kılacak şekilde, genel hukuk normlarını dizayn etti. Bunun, yakın tarihimizdeki en net örneği; SOMA maden cinayeti sonrası mahkeme sürecinde yaşananlardır!

    Kapitalistler tarafından, ‘hukuk’un nasıl öldürüldüğü hakkında detaylı müktesebat edinmek isteyenler olursa iki önemli kaynak öneriyoruz;

    ===== Kaynak (1) =====

    ‘Gewaltmonopol des Staates [The monopoly of the legitimate use of physical force] konusunu dikkatle incelemelerini öneriyoruz;

    Étienne de La Boétie’nin 1549-1576 yılları arasında yazdığı ‘Discours de la servitude volontaire ou le Contr’un (Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev veya Anti-diktatör)’ çalışması,

    Jean Bodin’in 1576’da yayınladığı ‘Les Six livres de la République’ çalışması,

    Thomas Hobbes’un 1651’de yayınladığı ‘Leviathan’ çalışması,

    Max Weber’in 1919’da yayınladığı ‘Politik als Beruf’ çalışması,

    Gustav Radbruch’un 1946’da yayınladığı ‘Radbruchsche Formel (Ceza Hukuku Felsefesine Katkı – Radbruch Formülü)’ çalışması

    Michel Foucault’nun 1975’de yayınladığı ‘Surveiller et punir – Naissance de la prison (Hapishanenin Doğuşu – Disiplin ve Ceza)’ çalışması

    Ahmet Taner Kışlalı’nın 1991’de yayınladığı ‘Siyasal Sistemler – Siyasal Çatışma ve Uzlaşma’ çalışması

    başlangıç için uyarı işaretleridir.

    Eğer Karl Marx’ı tabu hâline getirmek isteMEyenler varsa, bu önemli düşünürün; ‘devletlerin, birer ‘zorba’ makineleri’ olması, ve yönettikleri toplumlarda ‘moral panik’ler yaratıp, devletlerin kendi hegemonyalarını sürdürmek için ‘şiddet’i nasıl kullandıklarını tane tane izah edişini de incelemelerini öneriyoruz. Karl Marx’ın bu incelemelerine; kısaca, ‘Marxist kriminoloji’ denir.

    ===== Kaynak (2) =====

    ‘14 Nisan 2016’;

    301 işçinin hayatını kaybettiği Soma faciasının sorumlusu ‘Soma Kömür İşletmeleri A.Ş.’; faciada yaşamını yitiren Özay Eren’in anne, baba ve kardeşine tazminat vermek bir yana, icra davası başlattı.

    ‘Ödemedikleri tazminattan icra çıkardılar!’

    Soma İş Mahkemesi, faciada yakınlarını kaybeden işçilerin ‘Soma Kömür İşletmeleri A.Ş.’ye açtığı tazminat davasını, geçen aralık ayında sonuçlandırmıştı. Mahkeme, ölen Özay Eren’in anne ve babası için 75’er bin TL, yedi kardeş için de 35’er bin TL tazminat ödenmesi istendi. Özay Eren’in eş ve çocukları için de, ayrıca mahkemenin devam ettiği öğrenildi.

    Ailelerin tazminat alacaklarını ödeMEmenin yolunu bulan Soma Kömür İşletmeleri A.Ş. avukatları, kazandıkları tazminatı alamayan Özay Eren’in ailesine karşı, vicdan yaralayan bir yöntemle icra takibi başlattı. Şirket avukatları, madencinin kardeşlerinin istediği 40 bin lira tazminat yerine Soma İş Mahkemesi’nin 35 bin liraya hükmetmesi üzerine, arada kalan 5 bin liralık fark için vekalet ücreti almaya hak kazandı.

    Yedi kardeş için toplam 8 bin 300 lira tutan bu vekalet ücreti için şirketin avukatları, Bakırköy 5’inci İcra Müdürlüğü’ne başvurup, ölen madencinin kardeşlerinden tahsilat yapılmasını talep etti.

    ‘Soma Kömür’ nasıl tazminat ödemiyor?’

    ‘Soma Kömür İşletmeleri A.Ş.’nin, ölen madencilerinin ailelerinin dava açıp kazanacağı tazminatları ödeMEmek için şirketin uyguladığı yöntem, Sayıştay raporunda ortaya çıkmıştı.

    Sayıştay raporuna göre, ocağı işleten ‘Soma Kömür İşletmeleri A.Ş.’nin, faciadan 36 gün sonra, işçi ailelerinin tazminat alacaklarına karşı hileli (muvazaalı) bir yönteme başvurdu.

    Şirketin, Türkiye Kömür İşletmeleri’nden (T.K.İ.), gelecekte çıkartacağı kömür için aldığı 182 milyon 134 bin 867 lirayı, bir bankaya temlik (şirketin alacağında önceliği bankaya vermek) gösterdiği, bankanın da buna istinaden başlattığı icra takibiyle, ailelere göre öncelikli alacaklı durumuna geldiği saptanmıştı.

    ‘Soma Kömür İşletmeleri A.Ş.’, tazminatı ödeMEmek için her yola başvuruyor!’

    Karar sonrasında, yaşananlara tepki gösteren CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel; ‘Bu girişim, Soma A.Ş.’nin, ölmüş madencinin ailesine karşı ne kadar acımasız ve duygusuz olduğunu gösteriyor. Şirket, dirisine sahip çıkmadığı maden şehitlerinden geriye kalan ailelerine de bırak sahip çıkmayı, onları daha da yaralayan bir tavırla hareket ediyor. Şirket, 395 bin lirayı ödeMEmek için her yola başvuruyor. Beş parası olmayan aileden ise, karardan hemen sonra, icrayla parasını istiyor.’ diye konuştu.

    ‘Madencinin ölüsünden para kazanmak!’

    Özgür Özel; ‘Soma Holding’in, madencinin ‘ölüsünden de para almaya devam ettiği’ni belirterek; ‘İşçisini öldürdü, şimdi ailelerine sahip çıkmak bir yana, para istiyor. Ölmüş şehitlere saygısızlık yapıyor. Ben üzüldüm ama hiç şaşırmadım. Geleneksel tavırlarını sürdürüyorlar. Madenciler onlar için ölü diri fark etmiyor.’ dedi.

    Kaynak ( http://www.egemeclisi.com/haber/41223/somada-olen-madencinin-ailesine-icra-takibi.html )

    Kaynak ( http://www.somahaberi.com/gundem/madenci-aileye-icra-soku/1765 )

    ‘12 Mayıs 2016’;

    Yakınlarını kaybeden madenci aileleri, geçen iki yılda, olayın sorumlularının bir an önce cezalandırılmasını bekledi, açtıkları yüzlerce tazminat davasından 8’i sonuçlandı. Bu güne kadar hiçbir tazminatı ödemeyen ‘Soma Kömür İşletmeleri A.Ş.’; üstüne, vekatel ücretinin tahsili için 301 madenciden Özay Eren’in ailesine icra takibi başlattı.

    Kaynak ( http://www.milliyet.com.tr/soma-nin-acisi-ilk-gunku-gibi-gundem-2243672/ )

    Şunları hönkürmüşsün; —Birilerine, cikip, ‘sen su siniftansin, o da bu siniftan; dolayisi ile soyle (ve siddet kullanarak) mucadele edeceksin’ diye buyurmanin ne anlama geldigini (ve, nelere mal oldugunu) hep beraber gorduk. Surec icinde hangi ‘sinif’larin kazancli ciktigi, hangilerinin de (hayatlari dahil) neleri feda ettiklerini de.

    Kapitalistlerin hegemonyası nedeniyle yaşanan katliamlar apaçık ortadayken, bu katliamları ‘survival of the fittest’ konseptiyle mutlak ve meşru göstermek çırpınışların apaçık ortadayken; senin ve muadillerinin davranışları neticesinde sömürülenlerin isyan etmesi normaldir. Bunun en net örneği; senin, KOBİ-irisi şirketinde sömürdüğün insanların isyanı. ‘Survival of the fittest’ konseptini kendine dayanak noktası yaparak sömürdüğün insanların ‘isyanı’nı normal kabul etmene karşı mücadele ediyoruz.

    Kapitalist katliamları yapan sen ve muadillerin, sizlerin katliamlarına karşı mücadele edenleri birer ‘suç şebekesi’ kategorisine tıkıştırmaya uğraşman; sadece ama sadece ‘hedonist’ niyetle hayatını yaşadığının göstergesi. Zaten ‘hukuk’ da; senin ve muadillerinin dizayn ettiği şekilde işliyor.

    Ortada, kimsenin kimseye ‘buyurduğu’ hiçbir şey YOK. Senin ve muadillerinin kapitalist sisteminizde uyguladığınız sömürü mekanizmalarına karşı mücadele etmek VAR. İkisi, bambaşka şeyler.

    ‘Plütokratik piramidinizi yıkmak için mücadele edenler’i, ‘criminalize’ çırpınışların boşuna. ‘Hukuk’ bile; senin ve muadillerinin hegemonyasında. (İstisnalar kaideyi bozmaz.)

    Şunları hönkürmüşsün; —Ben bu bakisin su tarafini anlamakta, kabul etmekte, her zaman zorlandim. O da, ‘sinif’ diye belirlenenlerin ‘statik’ oldugunu (zimnen de olsa) iddia etmektir. Yani, madem toplumlar hep ve her zaman ‘kapitalistler ya da egemen sınıflar’ ile ‘ezilen’lerden olusuyor; yani, bu bir cesit ‘kader’dir (‘degismez’dir), bu ‘realite’yle mucadele etmenin ne anlami var? Yok, oyle degilse, yani gecisken ise, insanlar bugun bir ‘sinif’ta, yarin da baska bir ‘sinif’ta olabiliyorsa, bu takdirde ‘sınıf mücadelesi’ ne anlama gelir? Profosyonel futbolcu olmak gibi midir, yani? Bugun, bu takimda, oteki takima gol atmak icin; yarin da (transfer edildigi) oteki takimda, beriki takima gol atmak icin ugrasmak gibi mi, yani? Bu o kisinin ‘futbolcu’ oldugu gercegini degistirirmedigi gibi, kisinin daha cazip buldugu bir takimda oynamak istemesini (‘sınıf mücadelesi’ gibi) ‘ihtisamli’ (‘glorified’) kelam ile kutsallastirmaga calismasini kabul edilir kilar mi?

    Kabul etmekte ‘zorlanMAdın’.

    ‘Survival of the fittest’ konsepti, senin motto’n olduğu için; ‘kabul etmekte, her zaman zorlandim’ diye yazarak yalan atıyorsun.

    Şunu sen DE gayet net bildiğin hâlde, perdelemeye uğraşıyorsun; ‘sınıf’ olgusu, kapitalist sistem neticesinde vardır. Kapitalizmi kaldırdığımızda, ‘sınıf’ olgusu da sona erecek. Sen, kapitalizmi bir ‘sistem’ olarak görMEdiğin için, ‘hayatın ta kendisi kapitalizmdir!’ ifadesini benimsediğin için; ‘sınıf’ olgusuna DA çemkirmende şaşırılacak bir durum yok.

    ‘Galapagos Takım Adaları’ndaki planktonların yaşam-ölüm döngüsü’nü kendine dayanak noktası yaparak, kapitalist sistemdeki katliamları ‘normal’ kabul etmen yetmiyormuş gibi, şimdi, ‘futbolculuk’ ile; kapitalizmi mutlak ve meşru göstermeye uğraşıyorsun, ama olmuyor, beceremiyorsun.

    Spor türlerindeki, spor müsabakalarındaki ‘doğal rekabet’ kavramı başka; kapitalist hegemonyanın temelini teşkil eden ‘ölümcül rekabet’ başkadır. Sen, ‘survival of the fittest’ konseptini hayatın her alanında kabul ederek; ‘ölümcül rekabet’i savunan, gaddarlığa yakın bir kişisin.

    Spor müsabakalarını ‘kapitalist endüstri’nin kapsamına alıp; (bu örnekte, ‘futbolculuk’ üzerine yazışıyoruz), futbolcuların, bir takımdan başka takımlara gitmesinin ‘serbest’ olduğunu söylemek, kapitalist futbol endüstrisinin tahakkümünü başından itibaren kabul etmektir, ki, senin için sakıncası yok, çünkü sen zaten kapitalistsin.

    Futbolcunun futbolcu olarak hayatına devam etmesi; mesleki anlamda aynıdır.

    Fakat, futbolcunun, kapitalist futbol endüstrisine adım atması ile kendisine atfedilen ‘financial value’; tamamen, bahsi geçen endüstrideki plütokratların meşrebine göre belirlenir. Bu durum; sadece ‘futbolculuk’ mesleği ile sınırlı değildir. Herhangi bir emeği icra eden herkesin ‘financial value’sunu; plütokratlar belirler. (‘Financial value’ya; kısaca, ‘valuation’ dendiği yerler de epey çoktur.)

    ‘Plütokratik (plutocratic)’ diktatörlüğünüzü yıkmaya geliyoruz. Önce; senin, kapitalizmin müstahdemliğini yaptığın, otomotiv sektöründe faaliyet gösterdiğin KOBİ-irisi şirketindeki plütokrasiyi yıkacağız.

  904. (2)

    Şunları hönkürmüşsün; —Osmanli doneminde ‘kapital’ denen bir seyin olmadigini mi saniyorsunuz? Tabii ki vardi. Devlet idi en buyuk (hatta, cogu acilardan, tek) kapital sahibi. Yani, bizzat devlet (yegane) ‘kapitalist’ idi. O bakimdan, bir Marxist olarak, bu realiteyi belki de cok seveceksiniz. ‘Ozel mulkiyet’ tarafina gelirsek; Osmanli’da ozel mulkiyet bal gibi de vardi. Etrafini cevirdigi arazi, zilliyetini de oderse, ciftcinin olurdu (ekip bictigi muddetce) ve evladina da kalirdi. Hatta, satabilirdi de. Bu duzen asirlar boyunca boyle devam etti (kismen de) Bizans’tan devralinmisti zaten. Dogal miydi? Tabii ki. Daha sonra, sartlar degisti, rekabet daha verimli cozumler buldu; ve, docentimizin de bahsettigi sisteme gecmek gerekti. O dogal miydi? Tabii ki.

    Mesele sadece ‘Osmanli’ ile sınırlı değil, ki, bunu sen de gayet net biliyorsun.

    Devletlerin DE (bunlar, tarihte; ‘kabile’, ‘beylik’, ‘hanlık’, ‘krallık’, ‘imparatorluk’ ve benzeri kelimeler ile de nitelenebilir) kapitalist olMAdığını, ‘özel mülkiyet’ zırvasına dayanarak hegemonyasını sürdürMEdiğini hiçbir zaman iddia etMEdik.

    ‘Birey’i tekil olarak (tek tek) özgür kıldığı sanrını yaymadan önce, devletler, zaten kapitalistti. ‘Birey’i özgür kıldığı sanrını yaydıktan sonra da, devletler kapitalist. Peki, bu, ‘bireyi özgür kılmak sanrı’nın yaygınlaşmaya başladığı tarihteki kırılma dönemi ne zaman; ‘1789 Fransız İhtilali’. Bu ihtilale giden süreci, yani evveliyatını da buraya yazıp uzatmanın gereği yok. [Not: ‘Fransız İhtilali’ni destekliyoruz. Fakat bu ihtilali destekliyor olmak; ‘birey(cilik) kültünün yaygınlaştırılması’nı ve ‘şirketokrasinin yeşertilmesi’ni onayladığımız anlamına gelmiyor. Hayatta yaşanan hiçbir ‘sosyo-ekonomik’ olay; %100 mikropsuz, %100 steril, %100 pür û pak değildir; kapitalist sistemi yıktıktan sonra gelecek olan sistemler de dahil.]

    ‘Özel mülkiyet temeli’ zırvasına dayanan, sermaye birikimi zırvasını korumak (ve elbette, birikimi daima arttırmak) için katliam yapmaktan zevk alan, günümüzdeki iki devasa oluşuma; ‘devletler’e ve ‘şirketokrasi’ye karşı mücadele etmek elzemdir.

    Sırf, ‘özel mülkiyet’ kavram ve uygulamalarına, ‘doğal’ kelimesi öne sürülerek mutlaklık ve meşruiyet kazandırıldığı sanılıyor diye,

    Sırf ‘doğal’ kelimesiyle, bahsi geçen kavramın etrafı sarılıp kasten köpürtülüyor diye; bahsi geçen kavram ve uygulamaların işlediği cinayetler görmezden gelinemez,

    Ve hâttâ, sırf ‘Necip ve muadilleri; ‘özel mülkiyet’in, ‘kapitalizm’in doğal olduğu zannediyor’ diye savunulamaz.

    Senin gibi; kapitalizmin müstahdemliğini yapan, otomotiv sektöründe faaliyet gösteren KOBİ-irisi bir şirketin zibidi patronu Necip’lere karşı mücadele edilir.

    Şunları hönkürmüşsün; —her ‘dogal’da oldugu uzere, bu unsurlari toptanci bir bakisla yok etmege kalkmak baska yerlerden cok daha buyuk felaketlerin patlamasina yol acabilir. [Bkz ‘Komunizm’ deneyimiz ve sonuclari.] Onun yerine, bu unsurlardan sakinmanin ya da onlari olabildigince kontrol altina almanin yollarina bakmak bence çok daha akillica. [Dozunu kacirmamak kaydiyla, ‘Sosyalizm’ mesela.]

    Kapitalist sistemin alternatifi olduğu iddia edilen ‘komünizm’ ve ‘sosyalizm’; sadece ama sadece, kapitalizmin kötü kopyalarının örnekleri idi, adına da kısaca ‘devlet kapitalizm(ler)i’ denir.

    Kapitalist sistemi, sırf ‘doğal’ kelimesiyle sarmalayıp savunmak,

    Kapitalist sistemin katliamlarını DA ‘doğal’ kabul etmek (örnek; ‘SOMA maden cinayeti’!),

    Ve bu ‘doğallık zırvasını’ ‘Galapagaos Takım Adaları’ndaki planktonların yaşam-ölüm döngüsü’yle bağdaştırmaya çırpınmakla yetinMEyip, ‘futbolculuk’ mesleğindeki ‘financial value’ oluşumunu plütokratların meşrebinin belirlediği gerçeğini hasır altı etmek; sadece, kapitalizmin müstahdemliğini yapan, otomotiv sektöründe faaliyet gösteren KOBİ-irisi bir şirketin zibidi patronu Necip ve muadillerine özgüdür.

    === ‘Plütokratik diktatörlüğünüz’ü yıkmaya geliyoruz (1) ===

    ‘Die Philosophen haben die Welt nur verschieden interpretiert; es kommt aber darauf an, sie zu verändern.

    ‘The philosophers have only interpreted the world, in various ways. The point, however, is to change it.’

    ‘Filozoflar dünyayı, yalnızca, çeşitli şekillerde yorumlamışlardır; oysa mesele, onu değiştirmektir.

    Karl Marx
    ‘Feuerbach Üzerine Tezler’
    Tarih: ‘1845’

    === ‘Plütokratik diktatörlüğünüz’ü yıkmaya geliyoruz (2) ===

    The first man, who, after enclosing a piece of ground, took it into his head to say, ‘This is mine,’ and found people naive enough to believe him, that man was the true founder of civil society. How many crimes, how many wars, how many murders, how many misfortunes and horrors, would that man have saved the human species, who pulling up the stakes or filling up the ditches should have cried to his fellows: Be sure not to listen to this imposter; you are lost, if you once forget that the fruits of the earth belong to us all, and the earth itself to nobody!

    Tarihte ilk kez, bir toprak parçasının etrafını çitle çevirip ‘Burası benimdir!’ diyen, ve buna inanacak kadar saf olan insanlar bulabilen ilk kişi; ‘uygar toplum’un ilk kurucusu oldu. O zaman biri çıkıp, çitleri söküp atacak ya da hendeği dolduracak, sonra da insanlara; ‘Sakın dinlemeyin bu sahtekârı! Meyveler herkesindir! Toprak hiç kimsenin değildir! Ve bunu unutursanız mahvolursunuz!’ diye haykırsaydı, işte o kişi; insan türünü, nice suçlardan, nice savaşlardan, nice cinayetlerden kurtaracaktı.

    Jean-Jacques Rousseau,
    ‘Discourse on the Origin and Basis of Inequality Among Men’,
    ‘Eşitsizliğin Kökeni Üzerine Söylem’,
    (‘İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı’ olarak da bilinir)
    Tarih: ‘1754’

  905. Marxist argüman,

    Şunları yazmışsınız; —bre ahmak, necip, yaptigi i$i acikca yazmasaydi sen nerden bilecektin necip’in patron oldugunu? necip’in ne i$ yaptigindan, özel hayatindan sana ne bana ne? farzedelim necip bu sitede artik yorum yazmaktan fazgecti, sen o zaman kime ne yazacaksin?

    Kimin ahmak olduğunu, kimin ahmak olMAdığını belirleyen; siz değilsiniz, başkaları da değil. Kendi kendinize yüklediğiniz misyonları burada satmaya gelmişsiniz; argüman tezgâhınızda ne varmış ne yokmuş diye bakmak için tezgâhınızın önünden geçen herkesi müşteriniz zannetmeyiniz.

    Size daha önce defalarca izah ettik, anlamazdan geldiniz; kişilerin ‘beyan’ları esastır. Burada, kimse kimsenin ‘özel hayatı’yla ilgilenmiyor. Kişilerin, kapitalist sistemin çarklarındaki pozisyonlarını, siz, ‘özel hayat’ olarak niteliyorsanız; hata yapıyorsunuz. Necip, kapitalizmin müstahdemliğini yaptığını bizzat kendi kelimeleri ile yazdı, ki, bunu siz de biliyorsunuz, sitenin pek çok ziyaretçisi de biliyor. Iskaladığınız husus ise şu; hiçbir ‘sosyo-ekonomik sistem’ kendiliğinden kurulmaz; bütün sosyo-ekonomik sistemler ‘insan davranışları neticesinde’ kurulur. ‘Kapitalist sistem’e karşı mücadele etmek, ‘kapitalist kişiler’e karşı mücadele etmekle mümkündür. Bu gerçeği anlamak istemiyorsanız; bu, sizin sorununuz marxist argüman.

    Şunu sormuşsunuz; —farzedelim necip bu sitede artik yorum yazmaktan fazgecti, sen o zaman kime ne yazacaksin?

    Gözlerinizde bozukluk mu var marxist argüman? Size en yakın ‘kamu’ hastanesinin göz kliniğinden randevu almanızı ve göz kontrolünüzü acilen yaptırmanızı öneriyoruz. Size ne yazmıştık; görmediniz mi? Görmek mi isteMEdiniz?

    ‘Kapitalist sistem’in günümüzüdeki ve yakın geleceğindeki taşıyıcıları aşağıdaki kişilerdir; bu kişiler, kilit pozisyonlara sahiptir. Unutmayınız: Sosyo-ekonomik bir sistem olan kapitalizmde; ‘insan davranışları’ asıl unsurdur. Zibidi Necip’in sizi test ettiği gibi; ‘Galapagos Takım Adaları’ndaki planktonların yaşam-ölüm döngüsü’ ile kapitalist sistem arasında bağ yoktur. Aşağıda isimleri yazılı olan kişilere karşı mücadele ederseniz, kapitalist sistemi köklerinden sarsmaya başlarsınız. Eğer kapitalistlere karşı mücadele etmezseniz; ömrünüz, sadece, ‘kapitalist sistemi betimleme öğretmenliği’ ile geçer marxist argüman.

    Lloyd Craig Blankfein, James P. Gorman,
    Klaus Martin Schwab, John McFarlane,
    Douglas Jardine Flint, Axel A. Weber,
    Paul Achleitner, Jean Lemierre,
    Federico Ghizzoni, Dennis M. Nally,
    Punit Renjen, John B. Veihmeyer,
    Mark A. Weinberger, Ahmet Muhtar Kent,
    Indra Nooyi, Sundar Pichai,
    Tim Cook, Oh-Hyun Kwon,
    Satya Nadella, Gregory R. Page,
    Donald John Trump,
    Charles de Ganahl ve David Hamilton Koch,
    Fred DeLuca, Alexandre Behring da Costa,
    Andrew James McKenna, Gregory B. Penner,
    Roman Abramovich, Mukesh ve Anil Ambani,
    Jack Ma (veya ‘Ma Yun’), Jeff Bezos,
    Jack Dorsey, Carly Fiorina,
    Ratan Tata, Rahmi Koç,
    Güler Sabancı, Ferit Şahenk,
    Ümit Nazlı Boyner, Bülent Eczacıbaşı,
    Ahmet Nazif Zorlu, Şarık Tara,
    Arzuhan Doğan Yalçındağ, İzzet Garih,
    Hakan Ateş, Ersin Özince,
    Turgay Ciner, Ahmet Çalık,
    Murat Ülker, Firuz Kanatlı,
    Mark Zuckerberg, Ethem Sancak,
    Cansen Başaran-Symes, Levent Erden,
    Sina Afra, Erol Bilecik,
    Zibidi Necip, liste devam ediyor…

    Necip bu sitede yazmadan önce DE, ‘kapitalistler’e ve ‘kapitalist sistem’e karşı mücadele ediyorduk, ediyoruz; bir Necip gider milyonlarca Necip gelir, fark etmez. Mühim olan; kapitalistlere karşı mücadeleyi genişletmek için çabalamaktır.

    Bu ‘çaba’lamaların; herhangi bir ideolojinin, akımın, ‘din’in, ‘tepeden inmeci’ hezeyanların, hizaya sokmak heveslerinin süzgecinden geçmesini istemek, ummak; kapitalizme karşı mücadeleyi sünepeleştirmektir.

    Dikkat ediniz; bütün bu ‘kilit noktadaki kapitalist kişiler’e karşı mücadele etmek, kapitalist düzeni yıkmak için tek yol değil; fakat, mücadelenin gelişmesi için atılması gereken ilk ve büyük adımlardan sadece bir tanesi. Bu kapitalistlerin yerine başka kapitalistler geldiğinde, mücadele devam eder; kapitalistlerin sömürü hevesleri teker teker kırılmaya devam ettiğinde, kapitalist düzen erime emareleri göstermeye başlar. Bu; süreçtir. Bugünden yarına, akşamdan sabaha, çabucak olup bitecek bir ‘devrim’ değildir. Diğer adımlar, mücadele ivme aldıkça yollarını bulur.

    Listeyi okuduğunuzda şu soruyu sormak aklınıza gelebilir; ‘Peki bu listede niçin hiç siyasetçi (devlet mekanizmasından herhangi bir kişi) ismi yok?’ Çünkü, 7 gün 24 saat, sabah akşam, her saniye; dünya genelinde, siyasetçiler daima gündemde. Devlet mekanizmasına karşı mücadele etmek için ‘devlet bünyesinin içindeki kişiler’e karşı mücadele etmek tek başına yeterli değil; gündem dışında tutulmasına itina gösterilen ‘şirketokrasinin aktörleri’ni de aynı anda hedefe koymak gerekir. Yukarıdaki liste; işte bu kapitalist kişilerdir, zibidi Necip dahil.

    Size daha önce defalarca izah ettik, anlamazdan geldiniz; biz, sizin düşmanınız değiliz. ‘Kapitalist sistemi betimleme öğretmenliği’nizi sürdürmek istiyorsanız; kimsenin sizin parmaklarınıza engel koyduğu yok, sitede istediğiniz şeyi yazıyorsunuz zaten. Daha önce de belirttik; yazdıklarınızın altına imzamızı atıyoruz, yanlış bir şey yazmıyorsunuz ki. Bizim amacımız; sizin devamlı uğraştığınız gibi ‘bilgi yarışması’ tertip etmek değil.

    Bu siteyi ziyaret edenlere istikamet vereceğinize, metin zabıtalığı yapacağınıza, bilgi yarışması tertip edeceğinize; kapitalizme karşı mücadelenizde daha fazla efor sarfetmenizi öneriyoruz marxist argüman.

    Şunları yazmışsınız; —kapitalist dünyada ‘i$verenlik’ de diger meslekler gibi bir meslektir, üstelikte mesleklerin en itibarlisidir. kapitalist toplumda özel sektör’ün cikari en belirleyici cikardir. neden? cünkü özel sektör = ekonomi demektir, bundan dolayi da ‘i$ dünyasi’ derler. bu ne demektir? toplumun para kazanmasi da devletin kasasina para girmesi de ‘i$ dünyasi’nin i$ine baglidir. vatanda$ i$ bulup cali$mazsa devletin kasasi vergiyle dolabilir mi? hayir, tam tersine vatanda$ devlete-sosyal yardima muhtac olur. bundan dolayi, devlet, imkanlari ölcüsünde özel sektör’ün yani kapitalist ekonominin canlanmasi icin i$verenlere her türlü destegi, te$viki, kolayligi saglamaya cali$ir. cünkü hem toplumun hem de devlet’in kaderi ekonomiye baglidir.

    Yazdıklarınız doğru.

    ‘Kapitalist sistemi betimleme öğretmenliği’nizdeki maharetinizi ısrarla sergilemekle sadece kendi egonuzu tatmin ediyorsunuz marxist argüman, bunu asla unutmayınız.

    Size tek önerimiz var: Sadece ‘devlet’i hedef tahtanıza koyup, ‘şirketokrasi’yi önemsiz bir unsur olarak görürseniz; kapitalizme karşı mücadele kadük kalır. Sizin ömrünüz de, betimleme yapa yapa geçer.

    Şunları yazmışsınız; —bu arkada$ sinif sava$inin s’sini anlami$, sistem ele$tirisinin e’sini anlamami$, toplumla ili$kisi olmayan, kendi kücük dünyasinda ya$ayan biri.

    Ölçtünüz mü?

    Siz kendinizi ne zannediyorsunuz marxist argüman?

    Şu ‘sınıf savaşı’, şu ‘sistem eleştirisi’ dediğiniz alanlarda ahkâm kesme ruhsatı sadece size mi ait? Ek olarak; kişilerin neleri anlayıp – neleri anlamadığıyla ilgili, onları yakînen hiç tanımadıkları hâlde tespitlerde bulunmak; ancak ve ancak bazı ‘şarlatan müneccimler’e özgüdür. Siz, ‘şarlatan bir müneccim’ misiniz; bunu bilmiyoruz marxist argüman, çünkü sizi yakînen tanımıyoruz.

    Size; ‘tereciye tere satmayınız’ diye defalarca uyarıda bulunduk, anlamazdan geldiniz. Kişilerin kapasitelerinin ne olup – ne olmadığıyla ilgili ölçümler yapabilecek bir cihaz henüz icat edilmedi. Haddinizi biliniz marxist argüman.

    ‘ENIGMA’ makineniz ile; ‘acaba bu kelimelerin arkasındaki anlamlar neler olabilir?’ diye diye kendi kendinize kod çözücülük & şifre çözücülük oyunları oynuyorsunuz marxist argüman. Yazık, çok yazık.

    Şunları yazmışsınız; —ben bir marxist olarak i$in püf noktasinin önce anlama, kavrama ve bilinclenme, sonra ba$kalarina anlatma, kavratma ve ba$kalarini bilinclendirme olarak görürken, necip’e terör uygulayan anar$ist arkada$ kendince cok kisa bir yol bulmu$; devleti-düzeni yikmak icin toplumsal bir devrime falan gerek yok; tek tek kapitalistleri psikolojik terör ile yildirarak, en son kapitalist de pes edinceye kadar terör uygulayarak kapitalistlerden ve kapitalizmden kurtulabiliriz.

    Betimleme öğretmenliği yapmak, ‘i$in püf noktasinin önce anlama, kavrama ve bilinclenme, sonra ba$kalarina anlatma, kavratma ve ba$kalarini bilinclendirme’, kötü bir şey değil elbette, ama, siz sadece orada tıkanıp kalıyorsunuz marxist argüman. Size; ‘sosyo-ekonomik bir sistem olan kapitalizmde, ‘insan davranışları’ asıl unsurdur. Kapitalistlere karşı mücadele etmezseniz, kapitalizmi köklerinden sarsamazsınız.’ diye yazıyoruz, gözleriniz görmek istemiyor.

    Şunu yazmışsınız; —‘devleti-düzeni yikmak icin toplumsal bir devrim’

    Peki, o ‘devlet’ kendi kendine doğup büyüyen bir organizma mı; yoksa, insan davranışları mı etkili?

    Peki, o ‘düzen’ kendi kendine doğup büyüyen bir organizma mı; yoksa, insan davranışları mı etkili?

    Yine, ‘betimleme öğretmenliği’ yapıp, parmaklarınızı mı yoracaksınız marxist argüman? Yazık değil mi size?

    Marxist argüman; siz, ‘devrim’i, sadece ama sadece ‘kapitalist sistemi betimleme öğretmenliği mesleği’niz sınırları içinde olup biten bir şey zannediyorsanız; yandı gülümüz keten helvamız.

    Hâlâ daha görMEmekte ısrar ediyorsunuz, hâlâ daha anlaMAmakta ısrar ediyorsunuz. Marxist argüman; ‘devletler’e ve ‘şirketokrasi’ye karşı AYNI ANDA MÜCADELE ETMEZSENİZ; ‘KAPİTALİST SİSTEMİ BETİMLEME ÖĞRETMENLİĞİ’NİZE BİTEVİYE DEVAM EDERSİNİZ. SİZ SADECE AMA SADECE ‘DEVLETLER’İ HEDEF TAHTANIZA KOYUP, ‘ŞİRKETOKRASİ’Yİ YOK SAYIYORSUNUZ. BU YETMİYORMUŞ GİBİ, BİZLERİN; ‘DEVLETLERİN ZORBALIĞI’NI HİÇ UMURSAMADIĞIMIZ YAFTASINI YAPIŞTIRIYORSUNUZ. HADDİNİZİ BİLİNİZ MARXIST ARGÜMAN.

    Size daha önce de yazdık; tereciye tere satmaktan vazgeçiniz. Siz, önce, zibidi Necip’in sizle bir kukla gibi oynamasına nasıl engel olacaksınız, buna ciddiyetle kafa yorunuz. ‘Galapagos Takım Adaları’ndaki planktonların yaşam-ölüm döngüsü’nü kendine dayanak noktası yaparak kapitalizmin mutlak ve meşruluğu zırvasını ispata uğraşan zibidi Necip’e cevap verebilecek kadar donanıma sahip olmak isterseniz, sadece ‘GegenStandpunkt’taki deponuzda hapsolMAmanızı öneriyoruz.

    Sayfa ‘Fikret Başkaya – Referandumun AKPcesi…’

    2 Nisan 2017, yorum no 34;

    Marxist argüman; ‘necip, senin buna cevaben yazdigin, benim yazdigimi cürütmek orda kalsin, arada alakayi nasil kurdun, anlamis degilim.

    3 Nisan 2017, yorum no 42;

    Marxist argüman; ‘necip, 38 nolu yorumda yazdigin cevap beni tatmin ve ikna etmedi. neyse, o konuyu gecelim.

    Şunu sormuşsunuz; —‘gegenstandpunkt’ dergisinin ve yayinevinin tek bir yazisini ya da kitabini okudun mu? sanmam, okusaydi yanli$ini idrak ederdi cünkü.

    ‘GegenStandpunkt’taki yazıları okumakla kalmadık; ‘GegenStandpunkt’ta yazılar da yazdık. Sizi daha önce defalarca uyarmıştık; siz, kimlerle muhatap olduğunuzun farkında değilsiniz marxist argüman. ‘ENIGMA’ makineniz ile; ‘acaba bu kelimelerin arkasındaki anlamlar neler olabilir?’ diye diye kendi kendinize kod çözücülük & şifre çözücülük oyunları oynuyorsunuz.

    Bir diğer husus; ‘GegenStandpunkt’ sizin ‘kutsal web site’niz mi? ‘GegenStandpunkt’ta yazan her şey doğru, başka kaynaklardaki yanlış mı?

    Siz, henüz, günümüzdeki ‘para’nın nasıl yaratıldığını ve ‘para mekanizmasının nasıl işlediği’ni idrak etMEmişsiniz; sonra gelmişsiniz burada ‘GegenStandpunkt’tan devşirdiklerinizi satacağınızı sanıyorsunuz. Yazık, çok yazık. Size, günümüzdeki ‘para’nın nasıl yaratıldığını ve ‘para mekanizmasının nasıl işlediği’ni; bir kez daha, bir sonraki metnimizde izah ediyoruz. Ve bunlara karşı mücadele etmek için; sadece ‘kapitalist sistemi betimleme öğretmenliği’nizin yeterli olMAdığını da anlatıyoruz. Eğer gözleriniz görmeyi isterse; okur ve anlarsınız.

    Marxist argüman;
    Tepeden inmeci (yukarıdan-aşağı yönlü şekillendirici),
    Yüksek perdeden bağıran,
    Kalıpsal-kalıpçı,
    ‘En doğru analizler benden gelir’ maksatlı yazılar yazan,
    Emrivaki,
    İşaret parmağınızı sinirli sinirli sallayıp, metinlerinizi okuyan kişileri hizaya sokmaya meraklı,
    Dayatmacı,
    İnsanların düşüncelerini torna tezgâhından geçirmeye hevesli tavırlarınızdan vazgeçiniz.

    Bu siteyi ziyaret edenlere istikamet vereceğinize, metin zabıtalığı yapacağınıza, bilgi yarışması tertip edeceğinize; kapitalizme karşı mücadelenizde daha fazla efor sarfetmenizi öneriyoruz marxist argüman.

    The first man, who, after enclosing a piece of ground, took it into his head to say, ‘This is mine,’ and found people naive enough to believe him, that man was the true founder of civil society. How many crimes, how many wars, how many murders, how many misfortunes and horrors, would that man have saved the human species, who pulling up the stakes or filling up the ditches should have cried to his fellows: Be sure not to listen to this imposter; you are lost, if you once forget that the fruits of the earth belong to us all, and the earth itself to nobody!

    Tarihte ilk kez, bir toprak parçasının etrafını çitle çevirip ‘Burası benimdir!’ diyen, ve buna inanacak kadar saf olan insanlar bulabilen ilk kişi; ‘uygar toplum’un ilk kurucusu oldu. O zaman biri çıkıp, çitleri söküp atacak ya da hendeği dolduracak, sonra da insanlara; ‘Sakın dinlemeyin bu sahtekârı! Meyveler herkesindir! Toprak hiç kimsenin değildir! Ve bunu unutursanız mahvolursunuz!’ diye haykırsaydı, işte o kişi; insan türünü, nice suçlardan, nice savaşlardan, nice cinayetlerden kurtaracaktı.

    Jean-Jacques Rousseau,
    ‘Discourse on the Origin and Basis of Inequality Among Men’,
    ‘Eşitsizliğin Kökeni Üzerine Söylem’,
    (‘İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı’ olarak da bilinir)
    Tarih: ‘1754’

  906. (1) Günümüzdeki ‘para’ nasıl yaratılır? Dünya genelinde; ‘para mekanizmaları’ nasıl işler?

    (2) ‘Para’ya ve ‘para mekanizmaları’na karşı mücadele etmek için; sadece ama sadece (‘marxist argüman’ın yaptığı gibi) ‘kapitalist sistemi betimleme öğretmenliği’ yapmak yeterli mi? Cevap: Yeterli değil.

    Şunu yazmışsınız; —düzenin siyasi ve ekonomik aktörlerine bir takim ‘kötü’ etiketler yapi$tirmanin sistem ele$tirisiyle alakasi yoktur. sözkonusu o ‘kötülükler’, tek tek aktörlerin ki$ilik-karakterilerinden bagimsiz olarak var olan olgulardir. sömürü, sömürme heveslisi i$verenler oldugu icin var degildir; özel mülkiyetin ve para’nin-sermayenin cogalimi-birikimi kurumsal bir olgudur; devletin, yasasi ile insanlari mecbur ettigi bir durumdur; devletin, ‘ücretli i$cilik’ ile kurumla$tirdigi bir durumdur. günümüz dünyasinda ya$amak icin olmazsa olmaz $art para’dir. bir i$veren de ya$amak icin para’ya ihtiyac duyar; ve yaptigi i$i para kazanmak amaciyla yapar. özel mükiyeti ve para’yi esas alan ekonomik organizasyonu yasasi ile yürülüge koyan, gözeten garantör güc devlettir; devlet’in ekonomi politikalaridir.

    Tespitinizi kurarken, en önemli noktayı atladığınız için; gerçeği ıskalıyorsunuz marxist argüman.

    ‘Parasal sistem’ kendi kendine doğup büyüyen bir hücre değildir. ‘İnsan davranışları’ neticesinde; parasal sistem kurulmuştur.

    ‘Kapitalist sistem’ kendi kendine doğup büyüyen bir hücre değildir. ‘İnsan davranışları’ neticesinde; kapitalist sistem kurulmuştur.

    ‘Sosyo-ekonomik’ bağlamdaki sistemlerin hepsi; kendi kendine doğup büyüyen hücreler değildir. ‘İnsan davranışları’ neticesinde; ‘sosyo-ekonomik’ bağlamdaki sistemler kurulur.

    Mesele şurada başlıyor; ‘düzen’ (sayfada yazıştığımız konu; ‘kapitalist düzen’) kendi kendine hareket eden bir organizma değil. ‘Düzen’; kendi kendine var olmaz, kendi kendine doğmaz, kendi kendine büyümez. Bütün bu ‘düzen’; ‘insan davranışları’nın neticesi. Kapitalist düzeni sarsmak için; kapitalist kişilere karşı mücadele etmek zorundasınız, bir kez daha, altını çize çize yazıyoruz; düzeni insanlar inşa eder, hiçbir düzen kendi kendine kurulmaz. ‘Devlet binaları’, ‘başbakanlık konutu’, ‘cumhurbaşkanlığı konutu’, ‘parlamento binaları’, ‘şirketlerin & holdinglerin binaları, tesisleri, fabrikaları’, ‘KOBİ’lerin tesisleri’ ve benzerleri; tek başına sadece birer objedir o kadar. Bütün bunları yaratan, ve sömürmek için çırpınan ‘kapitalist kişiler’i hedefe koymadığınız müddetçe; kapitalist düzene karşı mücadele kadük kalmaya mahkûmdur. Buraya daha önce, kilit noktadaki kapitalist kişilerin isimlerini tek tek yazmıştık. Bu, ‘kilit noktadaki kapitalist kişiler’e karşı mücadele etmediğiniz sürece; sadece ‘kapitalist düzeni betimleme öğretmenliği’ kalıbınızda sıkışıp kalırsınız marxist argüman.

    ‘Para’ denen şey; tek başına bir obje olarak, herhangi bir anlam ifade etmez. İnsan, ‘para’ adlı objeye anlam atfetmeye başladığı an; bu obje, değer kalıplarına sokulur. Aynı şekilde; ‘altın’, ‘gümüş’, ‘elmas’, ‘yakut’, ‘pırlanta’, ‘zümrüt’, ‘platin’ ve diğer binlerce element & maden & alaşım türü de tek başına birer obje olarak, herhangi bir anlam ifade etmez. ‘İnsan davranışları’ neticesinde; bütün bunlara, binyıllar boyunca anlamlar atfedilmiştir ve günümüze değin kullanılagelmiştir. Bugün devam etmekte olan ‘parasal sistem’in kökü; İngilizce tabirle ‘fiat money’, Almanca tabirle ‘fiatgeld’, Türkçe tabirle ‘itibarî para’dır.

    ‘Fiat’ kelimesi, kök olarak; Latincedir. Türkçe’ye (kabaca ve özetle); ‘bırak olsun’, ‘olacak’ şeklinde tercüme edilebilir. Kapitalistlerin meşhur motto’su; ‘Laissez faire et laissez passer’ & ‘Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler’ ifadesiyle çağrışım yapar. Zibidi Necip’in mentor’u ‘Adam Smith’in icat ettiği ‘The Invisible Hand’ & ‘Piyasaları düzenleyen görünmez el’ tabirinin kökü de ‘fiat’ kelimesine kadar gider.

    [Not: Yukarıda sıraladığımız element & maden & alaşım türlerine ve daha fazlasına; ‘sosyo-ekonomik’ bağlamda atfedilen, yani insanların atfettiği anlamlarla; bütün bunların bilim-teknoloji-tıp-ecza ve benzeri sahalarda kullanılan anlamları birbirinden farklıdır. Mesele; bütün bu element & maden & alaşım türlerine kökten karşı çıkmak değil, ‘kapitalistlerin kurduğu hegemonyaya karşı mücadele etmek’tir.]

    Dünya genelinde ‘merkez bankası (MB)’ kavram ve kurumunun doğuşu; ilk bakışta, her ne kadar devletlerin kasası uğruna olduğu sanılsa da, piyasa geneli dikkate alındığında; devletlerin fonksiyonunu da kapsayan (fakat, devletlerin üzerinde egemenlik kurma amacı gütmeyen) bir temele dayanır. ‘Devletler’ ve ‘merkez bankaları’; omuz omuza hareket eder; fakat, dünya genelinde devletlerin pek çoğu, merkez bankalarını ‘özerk bırakma’ya ya mecbur kalmışlar, ya da öyle görüntü vermek istemişlerdir. ‘Özerk bırakma’larına sebep olan ise; devletlerin kendi varlıklarına, piyasaların bir tehdit unsuru doğurMAması için, merkez bankalarına özerklik statüsünü kanunen atfetmeye karar vermeleridir. ‘Paranın yaratılması için gidilebilecek yegâne kurum’un merkaz bankaları olmasının dünya genelinde kabul görmesiyle, merkez bankalarına; ‘Lender of Last Resort’ denir. (Fransızca’dan devşirilmiştir; ‘dernier ressort’.)

    Günümüzde işleyen mekanizma, daha girifttir. Dünya genelinde merkez bankalarının asli görevi; ‘fiyat istikrarını sağlamak’tır. Öncelikle, her merkez bankası, ülkelerindeki enflasyon hareketlerini dizginleyebilmek için; ‘parasal sıkılaştırma & gevşeme’yi ve ‘faiz mekanizması’nı kullanır.

    İktisadın ‘kapitalist versiyonu’na göre; ‘enflasyon sebep, faiz sonuçtur.’

    İktisadın ‘Recep Tayyip Erdoğan versiyonu’na göre; ‘faiz sebep, enflasyon sonuçtur.’

    Zibidi Necip’in öğretmeni Turgut Özal’ın ‘atılımları’ sonrasında, 1990’lı yıllar Türkiye’sinde, enflasyon oranı çift hanelerde ve bunun sonucu olarak faiz de çift hanelerde olduğu hâlde; Türkiye’yi cazip bir piyasa olarak değerlendiren yabancı yatırımcılar Türkiye’ye gelmeye devam etti.

    2007-2008’den sonra ise; enflasyon oranı tek hanede ve bunun sonucu olarak faiz de tek hanede olmasına rağmen; yıllardır Türkiye’de olan yabancı yatırımcılar, ‘Recep Tayyip Erdoğan diktatörlüğü’ nedeniyle ekonomideki risklerin arttığını sezip Türkiye’den çıkış yolları aramaya başlamakta, Türkiye’nin cazip bir piyasa olmaktan uzaklaştığını gören diğer potansiyel yabancı yatırımcılar da; yatırım plânlarını başka ülkelere kaydırmaktadır.

    Enflasyonu dengelemek ve düşürmek için, MB’nin faiz mekanizmasını kullanması (yani, kısaca; ‘1 haftalık repo faizi oranı’nı yükseltmesi) doğru bir hamledir; fakat tek başına çözüm getirmez, palyatiftir. Kapitalist sistemin dayatmasına göre; eğer bir ülke ‘kapitalist yapısal reformlar’ yapmazsa, enflasyona karşı mücadele etmekle mükellef kurumlardan biri olan MB’nin faizi yükseltmesi hiçbir etki yaratmaz. O ülkeden beklenen asıl şey; kapitalist sisteme uyum için kapitalist yapısal reformların yapılmasıdır.

    [Not #1: Bir ‘nüans’tan bahsedelim. Recep Tayyip Erdoğan’ın eşref saatine ayak uydurabilecek; Qatar, Bahreyn, Tunus, Fas, Malezya, Azerbaycan, Kazakistan, Dubai gibi mekânlardan Türkiye’ye yatırımcı gelmesi ihtimali artarken; ‘Batı’lı mekânların yatırımcıları, artık, eskisi kadar, Türkiye’ye yatırım yapmakta iştahlı olmadıklarını alenen gösteriyorlar. Aslında, ‘yaşam tarzı müsamereleri’ dışında değişen bir şey yok; ha kel Hasan, ha Hasan kel. ‘Yaşam tarzı bağlamında Doğu mayalı’ kapitalist yatırımcılar Türkiye’ye gelir, ‘yaşam tarzı bağlamında Batı mayalı’ kapitalist yatırımcılar Türkiye’den gitmeye eğilimlidir. ‘Sömürmek’ ise; ağırlaşarak devam eder! Peki zibidi Necip ne mi yapar? Otomotiv sektöründe faaliyet gösteren KOBİ-irisi şirketindeki koltuğundan ‘maltron klavyesi’ ile hönkürmelerini sürdürür!]

    [Not #2: Recep Tayyip Erdoğan’ın bağırmasından ürken merkez bankası para politikası kurulu (‘Murat Çetinkaya’ başkanlığında kurul üyeleri); enflasyonla mücadele etmek için ‘1 haftalık repo faiz oranı’nı yükseltemiyor! Önceki başkan ‘Erdem Başçı’nın icat ettiği ‘faiz koridoru’ndan istifade ederek, Çetinkaya ve kurul üyeleri, fırsat bu fırsat deyip; ‘G.L.P.; Geç Likidite Penceresi faiz oranı’nı yükselterek, bankaları, bu faiz oranını kullanmaya yönlendiriyor. Böylelikle merkez bankası; hem enflasyonu dizginlemeye uğraşıyor, hem döviz kurlarındaki dalgalanmanın boyunu kısaltmaya uğraşıyor, hem de RTE’den faiz konusunda azar işitMEmek için ip üstünde cambazlık yapıyor!

    5 Haziran 2017, MB’nin uyguladığı ‘1 haftalık repo faizi oranı’: %8 (Merkez Bankası, RTE’den korktuğu için bu oranı yükseltemiyor!)

    Mayıs 2017, Türkiye’nin enflasyon oranı: %11.72

    5 Haziran 2017, MB’nin uyguladığı ‘G.L.P. faiz oranı’: %12.25

    Yabancı yatırımcılar, MB’nin böyle bir cambazlık yapmaya mecbur bırakıldığının farkında!

    Yabancı yatırımcılar, RTE’nin, piyasalar üzerinde hegemonik hamlelerini arttırarak sürdürmesinden ötürü; MB’nin elindeki dengeleyici imkânların azalmaya yüz tuttuğunu, o meşhur ‘MB, özerk bir kurumdur!’ statüsünün tamamen kof çıktığını, Türkiye ekonomisinin geleceğe dönük güven verMEdiğini sezip; yavaş yavaş, Türkiye’deki varlıklarını satışa çıkarmaya veya başka ülkelere kaydırmaya başladı!

    RTE’nin eşref saatine ayak uydurabilecek ‘Doğu mayalı’ yabancı yatırımcıların kalibresi ise; Türkiye ekonomisinin hacmini taşıyabilecek kadar kuvvetli değil!

    Kapitalist bakış açısına göre; şu an, piyasalara ‘tam anlamıyla belirsizlik’ hakim!

    Zibidi Necip’in, Recep Tayyip Erdoğan’ı kucaklamasının temel sebebi; KOBİ-irisi şirketini kurtarıp, kâr maksimizasyonunu eritMEmektir! Ama başaramayacak; zibidi Necip’in şirketi de batmaya mahkûm!

    Kapitalist bakış açısına göre; zibidi Necip’in şirketini kurtarabilmesi için iki yol gözüküyor;

    (1) Su ve petrol karışımı yeni bir yakıt icat ederek, bu yakıtla çalışan motor ve otomobil üretmeyi becerip, bunun bütün patentlerine de sahip olarak, seri üretime geçip, ihracat yaparak paçasını kurtarabilir. (‘Innovation’ is saviour!)

    (2) ‘Uçan araba’ için, ciddi AR-GE altyapısı ile kafa patlatıp otomobiller üretecek, ana otomotiv endüstrisine üretim yaptığı KOBİ yan-sanayi segmentinden sıyrılıp (yine, patentleri ile birlikte); şirketini kurtarabilir. (‘Innovation’ is saviour!)

    (3) Zibidi Necip’in şirketi de, kendisi de batacak! Eğer RTE’nin ‘teşvik paketleri’ ile zibidi Necip kendini kurtarabileceğini sanıyorsa; avucunu yalar!]

    Dünya genelinde, binyıllardır, en az sorgulanan ‘inanç’lardan biri; ‘para’nın nasıl yaratıldığıdır.

    ‘Para yönetimi’nin; mekanizmalarını, politikalarını, işleyişini kim, kimler belirler? Ve toplumun dikkate bile alınmayan büyük çoğunluğunu gerçekten nasıl etkiler?

    Nasıl oluyor da; dünyada nüfusun %1’i, gezegenin gelirinin %40’ına sahip olabiliyor?

    Nasıl oluyor da; fakirlik ve iyileştirilebilir hastalıklardan dünyada her gün 34 bin çocuk ölebiliyor, ve nasıl oluyor da; dünya nüfusunun yarısı günde 2 dolardan daha azı ile yaşamaya mahkûm edilebiliyor?

    İster dikkate alalım veya almayalım, tüm kurumların ve toplumun kendisinin yaşam sıvısı; ‘para’dır.

    Finansal jargonun sonu yokmuş gibi olan deyimleri, korkunç matematiksel ifadeleri; insanları, onu anlama çabalarından hemen vazgeçirir.

    Gerçek şudur; finansal sistem, kasten karışık gösterilir, aslen sadece bir maskedir. İnsanlığın tahammül etmek durumunda kaldığı en büyük sosyal engellemelerden birini örtbas etmek için yaratılmıştır.

    Mayıs 1968’de, Amerikan Merkez Bankası’nın (Federal Reserve; ‘FED’) Chicago başkanlık birimi; ‘Modern Para Mekaniği’ adlı bir belge yayınladı. Bu belge; ‘kurumsal para yaratma’nın pratiğini açıklıyordu. Bu belge; ana destekçi FED ve global bankacılık ağı tarafından günümüzde hâlen kullanılır.

    [Not: Pek çok ülkenin para yaratma mekanizması; aşağıda okuyacağınız açıklamalar ile küçük farklılıklar gösterse de aynıdır.]

    İncelemek isteyenler için PDF;

    http://www.rayservers.com/images/ModernMoneyMechanics.pdf

    İlk sayfasında belgenin amacı açıklanır. ‘Bu belgenin amacı; değişken rezervli bankacılık sisteminde para yaratmanın basit yöntemini tanımlamaktır.’

    Sonra, bu ‘değişken rezerv işlemleri’ için öncelikli olan çeşitli bankacılık terimlerini açıklar.

    İşlerin nasıl yürüdüğünü basitçe açıklarsak;

    [1] ABD hükümeti, para ihtiyacının olduğuna karar verir.

    [2] FED’i arayıp (diyelim ki) 10 milyar dolar talep eder.

    [3] FED şöyle cevap verir; ‘elbette, o zaman biz de sizden 10 milyar dolarlık devlet tahvili (borç senedi) alalım.’

    [4] Böylece hükümet biraz kağıt alıp, üzerlerine resmi görünen yazılar ve şekiller (FED’in legal mührü, başkanın imzası, ve kurulun tasarladığı diğer şekiller) çizer, ve bunlara ‘hazine bonosu’ ismini verir. Sonra bunların üzerine; toplamı 10 milyar dolar olacak şekilde ‘değer’ler atfeder. Ve bu bonoları, FED’e gönderir.

    [5] Sıra FED’de. Etkileyici görünüşte kağıtlar hazırlamaya başlarlar. Ve onlara ‘banknot’ ismini verirler. (Yani devlet legal tahakkümle ‘bono’ yaratıp FED’e gönderir. FED’de bu bonolara karşılık gelecek şekilde ‘banknot’ yaratıp devlete gönderir. Takas sağlanmış olur.)

    [6] Alışveriş tamamlandığında, hükümet 10 milyarlık FED banknotlarını alır, ve bir bankaya yatırır. Bu işlemle birlikte banknotlar ‘resmen’ para olurlar, ve ABD para stoklarına eklenirler.

    [7] İşte oldu! 10 milyar yeni para, yaratıldı!

    Elbette, yukarıda izah ettiğimiz işlem; bir genelleme.

    Bu işlemlerin tamamı elektronik ortamda gerçekleşir, kağıt kullanmaya bile gerek yoktur.

    Aslında, Amerikan dolarının sadece %3’ü fiziksel olarak mevcuttur. Geri kalan %97’si; bilgisayarlardadır.

    Mekanizma nasıldı; devlet eliyle; hazine bonoları, borç enstrümanı olarak dizayn edildi. Ve FED, bu bonoları aldı. Karşılığında, ‘banknot’ (para) verdi.

    Devlet aslında bu parayı FED’e ödemek için söz vermektedir. Daha açık ifadeyle; ‘para, borçlanarak yaratılmaktadır.’

    Bu paradoks; ‘para’ ya da ‘herhangi bir değer’ borçlanarak yaratılabiliyor.

    Detaylandıralım;

    [1] Yukarıda bahsettiğimiz takastan sonra, devletin eline geçen para, bir banka hesabında duruyor.

    [2] ‘Değişken rezerv pratiği sistemi’ne göre; bu 10 milyar dolarlık hesap, doğrudan, yatırılmış olunan bankanın rezervine dahil oluyor.

    [3] Bütün banka hesaplarındaki paralar gibi, ‘Modern Para Mekaniği’nde belirtilen rezerv koşullarına göre kural; ‘Bir banka, kendi hesaplarına yatan miktarın belli bir oranı kadar karşılık sağlamalıdır.’ Ve bu konu hakkında belirtilen oran şu; ‘Yürürlükteki yasal düzenlemelere göre; rezerv karşılığı oranı (neredeyse) tüm hesaplar için %10’dur.’ Sonuç; 10 milyar dolarlık hesabın %10’u, yani 1 milyarı ‘karşılık olarak’ ayrılır. Kalan 9 milyar ise, bankanın parası olarak değerlendirilir.

    [4] Bu temele göre, bahsi geçen 9 milyar dolar; ‘yeni borçlar yaratmak için’ kullanılabilir. Mantıken, bu 9 milyarın, kesinlikle 10 milyar dolarlık mevduattan geldiğini düşünüyoruz. Ama asıl olay gerçekte bu değil!

    [5] Asıl olan şey, bu 9 milyarın bir anda havadan yaratılıp; varolan 10 milyar dolarlık mevduata eklenmesidir. Bu da, piyasadaki para miktarının nasıl arttığının göstergesidir!

    [6] ‘Modern Para Mekaniği’ belgesinde belirtildiği gibi; ‘elbette onlar’ (bankalar), mevduat olarak topladıkları paraları aslında borç ödemek için kullanmazlar. Eğer bunu yapsalardı, yaratılacak fazladan para olmayacaktı. Borç vermek için yaptıkları, sadece, borç senetleri almaktır; yani ‘kredi sözleşmeleri’. Karşılığında da borçlunun hesabına, krediyi, yani parayı aktarırlar. Diğer bir deyişle, 9 milyar; yoktan var edilir. Çok basit; çünkü böyle bir ‘borç’ için ‘talep’ vardır. Ve rezerv gereksinimleri için açılmış 10 milyar dolarlık bir de hesap.

    [7] Bir kişinin bu bankaya gittiğini ve bu kullanıma hazır yepyeni 9 milyar dolardan borç aldığını varsayalım. Büyük ihtimalle bu kişi, bu parayı alıp, kendi banka hesabına yatıracaktır. (X bankasından alıp, Y bankasına aktarmak.) Mekanizma, kendini tekrar eder. Para, yeni bankanın rezervlerine dahil olur. (Y bankasına dahil olur.) Y bankası (mevzuat hükümlerine göre) %10 karşılık olarak ayırır, ve bu sefer 9 milyarın %90’ı (ya da ‘8.1 milyar’ı) yeni yaratılmış para olarak, daha fazla borç vermek için kullanıma hazırdır. Tabii ki; bu 8.1 milyar tekrar borç olarak Y bankasından başka bankalara veya müşterilere verilebilir, ve böylece ilave bir 7.2 milyar, sonra 6.5 milyar, sonra 5.9 milyar… yaratılır. ‘Borçtan para yaratma döngüsü’; teknik olarak sonsuza kadar sürer. Matematiksel sonuç olarak; başlangıçtaki 10 milyar dolardan yaklaşık 90 milyar dolar yaratılabilmektedir! Diğer bir ifadeyle; bankacılık sisteminde oluşan her mevduattan, yaklaşık 9 kat daha büyük bir miktar; ‘yoktan var edilebilir!’ Böylece, ‘değişken rezervli bankacılık sistemi’nde; paranın nasıl yaratıldığını izah ettik.

    [8] Aklımıza, mantıklı ama aldatıcı bir soru gelebilir; bu yeni yaratılmış paraya ‘değerini veren’ nedir? Cevap; piyasada zaten bulunan paradır. Yeni para, aslında piyasada bulunandan ‘değer çalmakta’dır. Havuzda bulunan toplam para, ürün ve hizmet taleplerine aldırmaksızın artmaktadır. ‘Arz’ ve ‘talep’, piyasadaki dengeyi belirlediğinden, fiyatlar yükselir ve U.S. Dollar’ın alım gücünü azaltır. Buna ‘enflasyon’ denir. Ve enflasyon; aslında, toplumun üzerinde gizli bir ‘vergi’dir. Genellikle size önerilen nedir? Şu; ‘tedavüldeki parayı arttırın’. ‘Paranın itibarını azaltın’ demezler. ‘Paranın değerini düşürün’ demezler. Zaten güvende olan, kapitalist piramitin tepesindekilere bir şey demezler; ama ‘faiz oranlarını düşürün’ derler! Gerçek hile; paranın değeri tahrif edilerek yapılmıştır zaten. Parayı yoktan varettiğimizde hiçbir kazancımız olmaz; çok konuşulan ‘sermaye’ haricinde tabii ki. Şimdi, aklımızı kurcalayan şu; bu düzenle, enflasyon problemini çözmeyi nasıl bekleriz?

    [9] Mevcut para miktarını arttırmak; daha fazla enflasyona yol açar. Bu iş; tabii ki düzelmez. Enflasyon, ‘değişken rezervli mali büyüme’nin tabiatında vardır. Mevcut para miktarındaki artış, ekonomideki ürün ve hizmetlerle orantılı bir şekilde büyümezse; paranın değeri sürekli düşecektir. Aslında, Amerikan dolarının değerinin piyasadaki para miktarına olan oranına tarihte kısa bir göz atacak olursak, konuyu daha iyi yansıtacaktır. Ters orantı apaçık. 1913’teki 1 dolara; 2007’deki 21.60 dolar karşılık gelmektedir. Bu, Federal Rezerv kurulduğundan bu yana %96 devalüasyon olduğu anlamına gelir. Bu doğal ve bitip tükenmez enflasyon gerçeği, absürd ve ekonomik olarak bindiği dalı keser gibi görünür. Aslında, finansal sistemimizin gerçekte nasıl işlediğini anlatmaya; absürd ifadesi bile yetersiz kalır. Finansal sistemimiz açısından para, borçtur. Ve borç, paradır. Daha fazla para demek, daha fazla borç demektir. Daha fazla borç demek, daha fazla para demektir. Başka şekilde ifade edersek; cebinizdeki her dolar, birinin başka birilerine borcudur. Hatırlayın; paranın ortaya çıkmasının tek yolu ‘borçlanmak’tır. Bu nedenle, eğer ülkedeki herkes, hükümet dahil borçlarını ödeyebilecek olsaydı; tedavülde bir tek dolar bile olmazdı. ‘Eğer para sistemimizde borç olmasaydı; hiç para da olmazdı.’ (Marriner Eccles, ABD Merkaz Bankası [FED] Başkanı, 30 Eylül 1941)

    [10] Paranın; ‘krediler yolu ile ortaya çıkarılan borçtan türetildiği’ni izah ettik. Bu krediler, bankaların rezervlerine dayalıdır. Ve rezervler de, yatırılan mevduatlara dayalıdır. Ve ‘kısmi ihtiyata dayalı rezerv sistemi’ ile yatırılan her tutar, orijinal değerinin 9 katı para yaratabilir. Sonuç olarak; piyasadaki paranın değerini düşürerek toplumdaki fiyatları artırır. Ve tüm bu para, borçtan türetildiği için, ve ticaret yolu ile piyasada serbest dolaştığı için; insanlar asıl borçlarından ayrı düşerler. Bunun sonucu olarak da, insanların hayatlarını sürdürebilmek üzere gerekli parayı temin edebilmek amacıyla; sürekli iş için rekabet etmek zorunda bırakıldığı, sürekli bir dengesizlik hâli ortaya çıkar.

    Her ne kadar işlemez ve ters gibi görünse de, bu denklemin dışında bıraktığımız bir şey daha var. Sistemin kendisinin hilekâr yapısını ortaya koyan elemanı da budur; ‘faiz uygulaması.’ Devlet, FED’den borç aldığında, veya herhangi bir kişi bankadan borç aldığında; aşağı yukarı her zaman ham bir faizle geri ödemek durumundadır. Diğer bir deyişle; varolan her bir dolar, eninde sonunda bankaya iade edilmek durumunda, ve üstüne de faiz ödenmek durumundadır. Ama, eğer bütün para ‘Merkez Bankası’ndan borç alınarak yaratılmış, ticari bankalar tarafından kredi olarak verilerek şişirilmiş ise, para sistemi içinde yaratılmış olan para; aslında, ‘anapara olarak nitelendirebileceğimiz para’dır. Peki o zaman faiz olarak ödenecek olan para nerede? Hiçbir yerde! Öyle bir para yoktur! Bunun sonuçları ise inanılmazdır. Bankalara geri ödenmesi gereken para, her zaman piyasada olan paradan fazla olacaktır. İşte bu nedenle; piyasada enflasyon, ekonomide sabittir. Sistemdeki sürekli açığı kapatmaya yardımcı olmak için, sürekli yeni paraya ihtiyaç vardır. Bunun sebebi de; ödenmesi gereken faizlerdir. Bunun bir diğer anlamı; ‘temerrüt ve iflas matematiksel olarak sistemin bir parçasıdır.’ Her zaman toplumda cebi delik olanlar ve şanssızlar olacaktır. Bu durum ‘müzikli sandalye oyunu’na benzetilebilir; müzik durduğunda, birisi mutlaka açıkta kalır. Amaç budur. Sistem istisnasız olarak, bireylerin varlıklarını bankalara aktarmaktadır. Eğer mortgage kredinizi ödeyemezseniz; malınızı elinizden alırlar. Bu durum, ‘kısmi ihtiyat sistemi’ yüzünden, ödeme zorluğunun kaçınılmaz olduğunu bildiğiniz zaman, daha da çileden çıkarıcı hâl almakta. Hele bankanın size kredi olarak verdiği paranın, yasal olarak aslında varolmadığı düşünülürse!

    [11] ‘Modern Para Mekaniği’nin kredilerle ilgili tabirini hatırlayınız. Bankaların, kredi verdiklerinde yaptıkları iş; kredi karşılığında senet kabul etmektir. ‘Kredi alışverişi’ ile para rezervinde bir değişiklik olmaz. Ancak, yatırılan paralar, tüm bankacılık sistemine yeni giren para anlamına gelmektedir. Diğer bir ifadeyle; para, bankanın hâlihazırdaki varlıklarından gelmez. Banka bu parayı, kağıt üzerindeki sorumlulukları hariç; kendinden hiç bir şey katmadan türetir. Bankalardan her kredi alışınızda, adı ‘mortgage’ olsun, ‘kredi kartı’ olsun, ‘konut, taşıt kredisi’ olsun; size verilen para, sadece sahte olmakla kalmaz, aynı zamanda kanuni olarak bir kıymet de taşımaz. Geri ödeme sözleşmenizi geçersiz kılar. Zira banka, daha yolun en başında; size vereceği paraya zaten sahip değildi. Ne yazık ki; bunun gibi ‘yasal farkına varma olayları’ örtbas edilir ve görmezden gelinir. Böylece; ‘sürekli varlık transferi’ ve ‘sürekli borç oyunu’ devam eder.

    Bu da bizi esas soruya getirir; neden? Federal Rezerv tarafından uygulanan ‘kısmi ihtiyat sistemi’, dünya bankalarının önemli bir kısmı tarafından kullanılmakta olup, esasında ‘modern bir kölelik sistemi’dir. Düşünün; para, borçtan yaratılıyor. İnsanlar borçlu olunca ne yapıyor? Borcu ödeyebilmek için çalışmayı kabul ediyor. Ama eğer para, ancak borç alarak yaratılıyorsa; toplumun borçtan kurtulması nasıl mümkün olabilir? Olamaz! Amaç budur zaten!

    Varlıklarını kaybetme korkusu,
    Sistemin yapısında olan sürekli borçluluk hâli ve enflasyon,
    Para stokunun yapısında olan, asla geri ödenmesi mümkün olmayan, faiz tarafından yaratılan, kaçınılması mümkün olmayan kıtlık hâli,
    Sadece piramidin en tepesindekilerin kaymağını yediği plütokratik hegemonya;
    Piramitin altındaki insanları hamster tekerleğinde koşturur, piramiti ayakta tutan milyonlarca maaş kölesini hizaya sokar!

    Günün sonunda, gerçekte kimin için çalışmış oluyorsunuz? Bankalar için! Para bankada yaratılır, ve istisnasız olarak bankaya geri döner! Gerçek efendiler; destekledikleri şirketler ve hükümetlerle birlikte onlardır! Fiziksel olarak kölelik; insanlara ‘aş’ ve ‘barınak’ sağlamayı gerektirir. Ekonomik kölelik ise insanları, bunu, kendi başlarına yapmak zorunda bırakır. Ustalıkla tertiplenmiş bir tezgâh! Ve temelinde; insanlığa karşı örtülü bir savaş yatar. Borç; toplumları ele geçirmek ve köleleştirmek için bir silah, faiz de birincil cephanesidir. Çoğunluk bu gerçeğe duyarsız iken; bankalar, hükümetler ve şirketlerle birlikte ekonomik savaş taktiklerini mükemmelleştirmeye ve genişletmeye, ‘Dünya Bankası’ ve ‘Uluslararası Para fonu (IMF)’ gibi yeni üsler edinmeye, aynı zamanda yeni bir tip asker geliştirmeye devam ederler; ‘ekonomik tetikçiler’!

    Yukarıda isimlerini yazdığımız listedeki kişilerin, ‘kilit noktadaki kapitalist kişiler’ olduğunu size daha önce açıklamıştık marxist argüman. Günümüzün parasal sistemi, o kişilere göbekten bağlıdır. ‘GegenStandpunkt’tan devşirdiğiniz gücünüz yetiyorsa, ‘devrim’i çabucak yapmaya meraklıysanız; ‘parasal sistem’i kaldırmayı deneyin bakalım, becerebilecek misiniz. Banka yöneticilerine, şirket yöneticilerine karşı mücadele etmeden; ‘parasal sistem’i kaldırabiliyor musunuz – kaldıramıyor musunuz; deneyin de görün bakalım.

    Siz, sadece ‘devlet’i hedef tahtanıza koyup, ‘şiketokrasi’yi önemsemezseniz; zibidi Necip’in kuklası olursunuz marxist argüman.

    Siz, sadece ‘kapitalist sistemi betimleme öğretmenliği’ yapıp, bu sistemi sarmalayan kişileri önemsiz sayarsanız; kalan ömrünüzü, betimleme yapa yapa geçirirsiniz marxist argüman.

  907. “Medeniyet”i başlatan ilkeller “ilkel” hayatlarından memnun değil miymiş?

    Medeniyeti de bir zamanların “ilkeller”i başlattığına göre sorun “ilkellik”te. “İlkel hayat” kusursuz olsaydı bu hayatı yaşayanlardan bazılarının aklına başka bir hayata geçmek gibi bir “kusur” gelmezdi. Yoksa medeniyeti bu dünyadaki ilkeller değil de başka dünyalardaki medeniler mi kurdu? (Stargate?)

  908. “‘sınıf’ olgusu, kapitalist sistem neticesinde vardır.”

    ‘Sinif’ dedigimiz sey ‘kapitalist sistem neticesinde’ ortaya cikmis ise, ‘kapitalizm’den sonra olmus olmasi lazim bu ‘gelisme’nin.

    Peki, ilk ‘sinif’ ne zaman, nerede ortaya cikti?

    Ondan once butun dunya ‘sinifsiz ve zumresiz’ mutlu-mesut yasiyordu herhalde.

    Su tarihi bir yazin da bilelim ne zaman asr-i saaedeti kaybettigimizi.

    Bu yazinizi da buraya kadar okumadim; soyle goz gezdirirken yukaridaki zirvalariniza rastlayip bir dokunayim dedim.

    Yazdiklarinizin geri kalanina asagidaki cevabi aktariyorum.

    Boyle metinleri sevdiginiz asikar. Sizi sevindirmek istedigimi belirtmeliyim.

    Kelime kelime dikkatle okuyunuz.

    Lorem ipsum dolor sit amet, consectetur adipiscing elit. Nam eget magna nec est porta feugiat et vel neque. Vivamus ligula ex, pharetra sit amet nunc sit amet, dignissim imperdiet libero. Mauris gravida urna et auctor vestibulum. Ut quis tempus metus. Donec semper nec sapien maximus condimentum. Donec tristique ornare dui vitae vestibulum. Quisque at augue at mi tincidunt molestie eget sit amet metus. Cras posuere dolor urna, vel pellentesque justo imperdiet nec. Curabitur eu pulvinar lacus. Nunc quis sodales dolor. Praesent justo sapien, condimentum quis quam et, finibus laoreet sem. Nullam sed nibh erat. Quisque consequat justo arcu, non pulvinar mi efficitur ut. Nullam malesuada lacus in massa pellentesque, eget volutpat ipsum hendrerit.

    Pellentesque sodales feugiat est, feugiat congue quam. Fusce consectetur vehicula sem, consequat rutrum quam molestie ut. Quisque facilisis rutrum ipsum, id faucibus mauris placerat quis. Cras eget sollicitudin purus. Sed orci felis, aliquet eu est sed, elementum gravida justo. Nam ullamcorper eu nunc eget molestie. Ut sed risus vel nunc molestie porta ac at augue. Curabitur facilisis justo at sollicitudin dictum. Duis vitae lacinia mauris, id malesuada magna. Cras auctor arcu luctus elementum pulvinar. Ut pharetra ipsum eu velit semper ullamcorper.

    Donec eget augue eu tellus dictum fringilla. Nulla gravida tristique mi, pellentesque dictum eros cursus a. Integer quis fermentum urna. Aenean molestie ante nec tortor imperdiet tincidunt. Ut non tristique risus, non sodales leo. Praesent et enim nec ante tempor iaculis ornare et lorem. Ut tempor lacus ligula, eget luctus eros mattis vel. Mauris eget imperdiet justo, ac tincidunt tellus. Vestibulum blandit mi augue, sed mattis tellus tempus in. Phasellus posuere sapien nec elit lacinia, et dictum sem gravida. Duis ultricies sit amet nibh vel sollicitudin. Vivamus imperdiet ac arcu sed sollicitudin. Nam in erat tortor. Vivamus augue felis, volutpat porta aliquet ac, tempus ac massa. Cras sit amet orci at nisl ultrices consequat vel sit amet dolor. Aenean auctor diam eu nunc euismod, elementum rutrum dolor molestie.

    Mauris molestie, velit congue luctus tincidunt, urna purus dignissim lacus, quis semper quam nibh at purus. Duis suscipit est felis, vel facilisis massa sollicitudin nec. Suspendisse vel consequat orci, nec cursus libero. Curabitur in sodales augue. Sed consequat leo mi. Pellentesque habitant morbi tristique senectus et netus et malesuada fames ac turpis egestas. Suspendisse egestas lacus blandit nulla pellentesque commodo. Nam feugiat id sapien a pellentesque. Phasellus erat dolor, auctor sit amet mi nec, efficitur pulvinar mauris. Donec auctor quam sed nisl mollis aliquam.

    Suspendisse dignissim libero at risus mattis sodales. Nunc fermentum, diam a dapibus elementum, mi sem consequat augue, at blandit neque risus sed arcu. In fringilla odio id ligula consectetur, et viverra dolor eleifend. Proin consequat tincidunt lobortis. Maecenas ac dignissim mi. Nulla laoreet diam sit amet dapibus iaculis. Proin nisi elit, feugiat at elementum convallis, faucibus eleifend elit. Vestibulum sed mauris non tellus commodo eleifend elementum et nibh. Ut vitae nisl tristique ligula dignissim iaculis. Curabitur ac ipsum eu odio molestie aliquam. Ut ut nulla tincidunt, auctor magna non, scelerisque metus. Nam vitae pulvinar purus, a lacinia neque.

  909. “Avrupalılar yerine gülen siyahlarla olmayı tercih ederim”

    Bu, ‘once Can, sonra Canan’ demek gibi bir sey midir?

  910. marxist argüman

    sosyalist devrimin acelesi yok, acil ihtiyacimiz laikliktir!

    sosyalist ahmaklik: kemalizmi güncelleme cabasi; kemalist muhalefetin yedek gücü, payandasi olma hevesi

    “Bostancı Gösteri Merkezi’nde dün gerçekleştirilen etkinliğe Gezi Direnişi’nde yaşamını yitirenlerin ailelerinin yanı sıra çok sayıda demokratik kitle örgütü ve siyasi parti temsilcisi ile yurttaş katıldı. Etkinlikte ilk olarak konuşan Baş, “Bu toplantının amacı AKP/Saray iktidarını yıkmaktır. Bütün çabamız, bütün uğraşımız AKP/Saray reijimine son vermektir. Bu toplantının sadece bu toplantının değil partimizin yakın hedefi budur. Tüm tartışmalarımızın, arayışlarımızın, söz ve eylemimizi temeli budur” dedi.

    Devrimci bir cumhuriyet kavgası çağrısında bulunan Baş, “Bugün Cumhuriyetçi kuvvetler bir yol ayrımındadır. Ya iktidarın, rejiminin muhalefeti olarak konum alınacak, ya da düzeni tam boy karşısına alacak devrimci bir cumhuriyetçi damar kuvvetlenecek. Saray rejimini yıkmanın ilk şartı, cumhuriyetçi güçler içinde devrimci damarı kuvvetlendirmektir. Bugün devrimcilerin önünde duran görev, ülkemizdeki büyük birikimi örgütlü bir halk gücüne dönüştürmek üzere hamle yapmaktır. Saray rejimine son verme kararlılığımızın bir parçası olarak, bu büyük kuvvetin örgütlü bir kuvvete dönüştürülmesi için, Türkiye’nin tüm ilerici kuvvetlerine, emekçi halkımıza bir çağrı yapıyoruz, bu amaç doğrultusunda her tür görev ve sorumluluğa hazırız” diye konuştu. (basin)

    “Bu toplantının amacı AKP/Saray iktidarını yıkmaktır.”

    iktidarin resmi izni ile toplandigi salonda iktidari yikacakmi$.

    “Bu toplantının sadece bu toplantının değil partimizin yakın hedefi budur.”

    tercümesi: her ne kadar partimizin isminde “komünizm” kelimesi var ise de, bizim $imdilik hedefimiz akp iktidarini yikmak; eski kemalist cumhuriyeti yeniden in$a etmek. ancak ondan sonra “uzak hedef” sosyalizmi gündemimize alacagiz.

    “Tüm tartışmalarımızın, arayışlarımızın, söz ve eylemimizi temeli budur.”

    siyasi faaliyetinin amac ve varlik nedenini bu $ekilde belirleyen bu sefil sosyalist mantik, mevcut iktidari yikmak icin fa$istler ve dinci yobazlar da dahil, sol/sosyalist dü$mani her türlü muhalefet odaklariyla “taktik ortaklik” kurmakta bir sakinca görmeyecektir.

    “Bugün Cumhuriyetçi kuvvetler bir yol ayrımındadır. Ya iktidarın, rejiminin muhalefeti olarak konum alınacak, ya da düzeni tam boy karşısına alacak devrimci bir cumhuriyetçi damar kuvvetlenecek.”

    tercümesi: laik-kemalist kuvvetler ayri$ma noktasindalar: bir tarafta akp’nin rejim degi$ikligini kabullenip, kendini bu yeni duruma adapte edenler, chp gibi; diger yanda da bizim gibi erdogan rejimini kökten ret edip eski laik-kemalist düzene geri dönmeyi hedefleyenler.

    “Saray rejimini yıkmanın ilk şartı, cumhuriyetçi güçler içinde devrimci damarı kuvvetlendirmektir.”

    tercümesi: chp yeterince “radikal” bir muhalefet yürütmüyor; eski kemalist-laik radikalizmi yeniden canlandirmak $art.

    “Saray rejimine son verme kararlılığımızın bir parçası olarak, bu büyük kuvvetin örgütlü bir kuvvete dönüştürülmesi için, Türkiye’nin tüm ilerici kuvvetlerine, emekçi halkımıza bir çağrı yapıyoruz, bu amaç doğrultusunda her tür görev ve sorumluluğa hazırız”

    tercümesi: normalde chp’nin üstlenmesi gereken bu “radikal muhalefet” rolünü, chp artik islami rejimi az cok, ister istemez kabullendigi icin yerine getirmiyor ya da getiremiyor, bundan dolayi biz parti olarak bu rol’e/misyon’a talibiz.

    sonuc: son kertede chp’nin yedek gücü olmaktan öteye gecemiyecek bir siyasi sosyalist anlayi$ ile kar$i kar$iyayiz.

    sosyalizm, komünizm ya da devrim hedefini/davasini mevcut siyasi rejime, rejimin laik-islami muhtevasina endeksleyen/dügümleyen; sanki sosyalist bir mücadele icin rejimin mutlaka “laik” olmasi $art imi$ gibi hareket eden; laikligi, sosyalizm hedefine giden yolda bir ön $art/ön a$ama olarak gören bir sosyalist mantik var kar$imizda.

    bu anlayi$, demokratik burjuva devletin “laiklik” ilkesini idealize eden sosyalist mantigin ürünüdür.

  911. marxist argüman

    islami rejimi in$a etmek icin uygulanan devlet terörünün capi egemenleri kaygilandirmaya ba$ladi.

    akp’li vekilden uyari: devlet terörünü kullanmada, terör rejimini uygulamada daha profesyonel, ölcülü ve itinali olmamiz lazim; rüzgar ekersek firtina biceriz.

    “AKP’li Aydın Ünal’dan FETÖ davaları uyarısı: Diyarbakır 5 No’lu Cezaevini unutmayın”

    “FETÖ ile mücadelenin yargı süreci bana Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi’ni hatırlatıyor ve fevkalade kaygılandırıyor” diyen Ünal, 12 Eylül döneminde Diyarbakır 5 No’lu Askeri Cezaevi’nde yapılan sistematik işkencelerin ve haksız tutuklamaların PKK’yi ortaya çıkardığını ve güçlendirdiğini belirterek, “Hakim ve savcılarımızdan rica ediyorum: Ne olur, birkaç saatlerini ayırıp, Diyarbakır Cezaevi’nde yaşananlar ve sonuçlarını okusunlar.” diyerek FETÖ yargılamalarını yapanları uyardı.” (basin)

  912. marxist argüman

    hiyerar$ik kapitalist toplumda makam ve yetkinin insanlara bah$ettigi güc ve bunun dogal yansimalari

    “Mersin Üniversitesi’nde ‘ahlaksız teklif’ iddiası”

    “Mersin Üniversitesi Teknik Bilimler Meslek Yüksekokulu Bilgisayar Programcılığı Bölümü öğrencisi S.D. öğretim görevlisi hocası İ.K.’nin dersini geçmek için cinsel ilişki teklifinde bulunduğunu ve tacize uğradığını iddia etti. İki yıldır İ.K’nin verdiği dersi geçemediği için mezun olamayan S.D.’nin şikayeti üzerine önceden önlem alan Ahlak Polisi, İ.K’yi, öğrencisiyle bir evde birlikte yakaladı. Taciz iddiasıyla mahkemeye çıkartılan İ.K., tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılırken, üniversite yönetimi idari soruşturma açtı.” (basin)

  913. marxist argüman

    kapitalist devletler arasi hiyerar$i ve güc kavgalari

    “Çavuşoğlu’ndan İncirlik açıklaması”

    “Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, Alman mevkidaşı Gabriel’le görüşmesinin ardından yaptığı açıklamada, “Şu an itibariyle İncirlik değil, Konya’daki NATO üssünü ziyaret mümkün. İleride şartlar oluşursa normalleşirse ortak bazı adımlar atarsak, İncirlik de mümkün olabilir. Her şey, bir tarafın istediği gibi gelişmez. İki tarafın ortak iradesiyle olmalıdır. Şu anda İncirlik’i ziyaret için şartlar uygun değil” dedi.” (basin)

  914. marxist argüman

    islami rejimin osmanli egitim yöntemleri

    “Lisede öğretmen dayağı kamerada”

    “Gültepe Okullar Bölgesi’ndeki Atatürk Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi’nde meydana gelen olayda öğretmen O.K. bilinmeyen bir nedenden dolayı sinirlendiği 4 öğrenciyi tahtaya çıkardı. Öğrencilere sinirlendiği görülen öğretmen O.K. tokatladığı öğrencileri sıra dayağına çekti. Dayağın görüntülerinin bir öğrenci tarafından cep telefonu ile kaydedilmesi ve daha sonra basında yer almasının ardından öğretmen hakkında Sivas Valiliği tarafından soruşturma başlatıldı. Görevlendirilecek müfettişlerin olayla ilgili inceleme yapacağı öğrenildi.” (basin)

  915. marxist argüman

    kapitalizmin motto’su: her koyun kendi bacagindan asilir

    kapitalist sömürü düzeninin insafina terk edilmi$ insan manzaralari:

    “Yıllardır sigortasız çalıştırıldı… Tek odada yaşam mücadelesi veriyorlar”

    “İzmir’de yıllarca inşaat bekçiliği yaptığını ifade eden Çetinkaya, şöyle dedi:”

    “Çalıştığım yerlerde kimse sigortamı yapmadı. Yaşlandığım için ben de ailemle birlikte babamdan kalan köydeki evime döndüm. Şimdi tek göz bir odada yaşıyoruz. Bütün ihtiyaçlarımızı tek odanın içerisinde gideriyoruz. Gelirimiz olmadığı için çocuklarımın ihtiyaçlarını karşılayamıyorum.”
    Köy sakinlerinin getirdikleri erzaklar ile gıda ihtiyaçlarını karşıladıklarını söyleyen Çetinkaya köyde tarlası bulunmadığını, diğer çiftçilerin yanlarında zaman zaman gündelikçi olarak çalıştığını ifade etti. Evlerinde televizyon olmadığını ifade eden Çetinkaya, özellikle çocuklarının bunu çok istediğini dile getirdi.

    Zeynep Çetinkaya ise, evlerinin çok kötü durumda olduğunu, fareler ile birlikte yaşadıklarını iddia etti. Büyük çocukları Feyzi Çetinkaya ise yaşantılarının çok kötü olduğunu yeni bir evleri olmasını çok istediğini dile getirdi. Ailenin Tokat Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı’nden belirli aralıklar ile yardım aldığı belirtildi.

    Köy muhtarı Ekrem Şimşek ise ailenin mağdur durumda olduğunu, zaman zaman köylüler olarak kendilerinin destek verdiğini belirterek, devlet kurumlarının bu tür ailelere sahip çıkması gerektiğini ifade etti.” (basin)

  916. marxist argüman

    reklamlar: yika ve cik; sandiga oy’unu at ve cik!

    kapitalist sömürü düzenine pratik demokratik cözüm: secmen olarak dogru partiyi ve dogru lideri yetkilendireceksin; bu kadar basit.

    “Emek, en yüce değerdir; ama ön yargılarımızdan kurtulup, sandığa gitmek zorundayız. Emeği, alın terini savunan siyasal iktidarı iktidara taşıdığınızda sorunlarınızın çözüleceğini göreceksiniz.” (k. kilicdaroglu)

  917. Anti-kapitalistlerde ve nevzuhur/modern anti-medenilerde “circular reasoning” (döngüsel akıl yürütme) var. Hep aynı şeyler etrafında dönüp durduklarından bir sonuca varamıyorlar. Başka ideolojilerin/inançların müntesiplerinde de görüldüğü gibi.

  918. marxist argüman

    demokratik cözüm metotlari

    kapitalist sistemin siyasi yönetim bicimi olan demokrasilerde sorunlari siyasi “cözme” yöntemlerine örnek:

    “Taşeron işçilerin sorununu gündeme getiren partinin CHP olduğunu vurgulayan Kılıçdaroğlu, “Taşeron işçilerin örgütlenmesini arzu eden ve bu konuda çaba harcayan kim? Biziz. Onların sendikalı olmasını istiyoruz. İş güvencelerinin olmasını istiyoruz. Onlar da çalışıyorlar. Mesai kavramı yok onlarda ve sayıları giderek, artıyor. Sendikalı işçilerden fazla taşeron işçiler var bugün Türkiye’de. Bu, çalışma hayatının nerelere sürüklendiğini gösteriyor” dedi.” (basin)

    soru: profesyonel siyasetci kilicdaroglu’nun burda yaptigi “demokratik cambazlik” nedir?

    cevap: kilicdaroglu, sermayenin/kapitalin daha karli ve rahat i$ yapabilmesi icin, devletin bizzat kendi yasasi ile yürülüge koydugu “ta$eron i$cilik” olgusunun kendisini/varligini/fonksiyonunu sorgulamiyor. ne diyor?

    ta$eron i$cilik uygulamasi yanli$ degil ama biraz daha ceki düzen vermek lazim.

    demokrasilerde siyasetcilerin i$i gücü de zaten bu degil midir:

    kapitalist düzenin sömürü ve rekabet prensiplerinden dogan, kar$it cikar cati$malarinin ürettigi bitmez tükenmez sorunlara “cözümler” aramak; bir ordan bir burdan budamak; raydan cikan vagonlari tekrar raya oturtmak; normalde devletin zoru olmasa bir gün bile ayakta duramayacak toplumusal düzeni tamir/restore ede ede yola devam etmek…

  919. Necip’in aktardığı metine benzer bir diğeri:

    https://www.youtube.com/watch?v=mlwIg1qKOjw

  920. marxist argüman

    kandilli rasathanesinden yeni deprem uyarisi!

    bin kilometreden darbe kokusu alabilen darbe uzmani selvi’den yeni darbe uyarisi

    anla$ildi: ne fetö tehlikesi bitecek ne de darbe tehditi

    bu hamur daha cok su götürür: irtica öcüsü bitti, darbe öcüsü ba$ladi

    demokrasilerde toplumu yönetme taktikleri: “tehdit unsuru”

    kemalist generaller yillarca “irtica tehditi”ni toplumun basinda demoklesin kilici gibi sallandirarak, toplumu ve devleti yönettiler; erdogan rejimi de “darbe tehditi”ni ayni amacla kullaniyor.

    “Hürriyet’in AKP’ye yakın yazarı Abdulkadir Selvi, bugünkü yazısında Cemaatçilerin konuştuğunu iddia ettiği yeni darbe planını gündeme getirdi.”

    “Selvi’nin yazısının ilgili kısımları şöyle:”

    “15 Haziran’a kadar ne olacağını göreceğiz. Bu sefer çok kan akacak diyorlar. Türkiye’de yeni darbenin tarihini konuşuyorlar.

    İçlerinde daha kıdemli olduğu anlaşılan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ima ederek, ‘Bayramı kimin yapacağını göreceğiz’ diyor.

    Rodos üzerinden Yunanistan’a geçmeye çalışanlar, sıradan FETÖ’cüler değil. Daha az riskli olduğu için Rodos üzerinden kaçırıyorlar. Onlar da aralarında 15 Haziran’a kadar yapılacak darbeyi tartışıyorlar. 17-25 Aralık’tan sonra darbe lafını dolaşıma sokmuşlardı. Yok 15 Şubat’ta, yok mart başında darbe olacak dediler. Doğru çıkmadı. Hatta 15 Temmuz’dan önceki son 6 ay içinde MİT’e ciddi olarak 15 darbe ihbarı yapıldı. Onlar da doğru çıkmadı. Ama 16’ncısı doğru çıktı. Demek ki uzun vadeli hedeflerinde darbe yapmak varmış. Şimdi görüyoruz, demek ki darbe hedefinden vazgeçmiş değiller.” (basin)

  921. marxist argüman

    kahveniz $ekerli mi $ekersiz mi olsun?

    darbeli yönetim mi darbesiz yönetim mi arzu ederdiniz?

    aradaki fark nedir?

    biri darbeyi savu$turmak icin SIKIYÖNETIM rejimini uygular digeri de darbeyi korumak icin.

  922. marxist argüman

    darbe güzellemesi: yoklugun varligini aratiyor

    kirk katir mi kirk satir mi: darbeli demokrasi mi darbesiz demokrasi mi

    erdogan rejimi böyle devam ederse vatanda$ darbeli demokrasiyi arayacak

  923. marxist argüman

    darbe fali: iktidarlara darbe fali bakilir

    kismetinde darbe görüyorum: valla tarih olarak temmuz mu deseeem agustos mu desem, di$ güc olarak almanya mi deseeem amerika mi desem, darbecinin ismi feyzullah mi deseeem fetullah mi desem…

  924. “Çavuşoğlu’ndan İncirlik açıklaması”

    Turkiye’nin meselelerine bu derece kafa yormaniz tabii ki her turlu takdirin fevkindedir.

    Fakat, yasadiginiz yer olmak itibari ile, Almanya’daki gelismeler hakkinda da neler dusundugunuzu merak etmiyor degilim.

    Mesela, gecenlerde Merkel tarafindan dunyaya (70-80 sene sonra, yeniden) deklare edilen ‘Lebensraum’ doktrini hakkinda ne dusunuyorsunuz?

    Buraya yazdiklarinizdan anladigim kadariyla, siz, ‘Volksdeutsche’ veya ‘Deutschstämmige’ kategorilerinde degilsiniz. ‘Eingedeutschte’ ya da ‘Rückgedeutschte’ olabilirsiniz pekala; ama, ben emin degilim.

    Bunlardan birisi degilseniz; ‘Untermenschen’likten yirtmak icin, Alevi, Kurt ve Ateist olmak sizce yeterli olacak midir?

    Ilerde ortaya cikabilecek, kuvvetle muhtemel, ‘pogrom’lara yonelik simdiden tedbirli olmak babindan, sarisin mavi gozlu olmak icin ameliyat dusunuyor musunuz?

  925. marxist argüman

    rakidalin radikali var!

    türkiyede i$ten atilinca aclik grevine ba$layan ve kapitalizmde “i$ ve gecim garantisi” gibi gercekte olmayan bir garantinin varligina inanan idealistlerden daha radikali amarikada ortaya cikti:

    “Orlando’da silahlı saldırı: 6 kişi yaşamını yitirdi”

    ABD’nin Orlando kentinde işten çıkartılan bir kişi, işyerine gidip beş kişiyi öldürmesinin ardından intihar etti.

    Kurbanlardan dördünün olay yerinde, beşincisinin de hastanede hayatını kaybettiği bildirildi.

    BBC Türkçe’den edinilen bilgiye göre, Orange County Polisi Yetkilisi Jerry Demmings, olayın “işyerinde şiddet” olduğunu ve “terör bağlantısı” bulunmadığını aktardı.” (basin)

  926. marxist argüman

    kapitalizmde en ucuz kahramanlik, en ucuz muhaliflik: ye$ilcilik, dogaseverlik

    “Bakan Özlü’nün eleştirdiği Tarkan’dan yeni paylaşım”

    “Megastar Tarkan, Dünya Çevre Günü nedeniyle zeytin ağaçlı bir fotoğrafı ve yazıyı paylaştı. Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Faruk Özlü, aynı konuda yaptığı bir başka paylaşım nedeniyle Tarkan’a tepki göstermişti. Megastar, ‘#DünyaÇevreGünü’ hastag’i ile Eken Güven isimli kullanıcının Instagram’a yazdığı fotoğrafı ve yazıyı paylaştı.

    Paylaşımda, “Millattan, beyaz adamın Amerika’yı keşfinden, TBMM’den, Birleşmiş Milletler’den daha eskiyim. İki bin yaşındayım. #BenBirZeytinAğacıyım”, deniyor. Bakan Özlü tepki göstermişti Tarkan, zeytin ağaçlarıyla önergenin TBMM’de görüşülmesi sırasında da bir paylaşımda bulunmuştu.

    Tarkan, zeytinlik alanların imara ve sanayi tesislerine açılmasına tepki göstererek Twitter üzerinden “Bir ülkenin en büyük nimeti, değeri onun doğasıdır. Zeytin ağaçları Anadolu’nun hazinesidir belleğidir. Rant için zeytin ağaçlarına kıymayın” demişti. Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Faruk Özlü, Tarkan’ın zeytinlik tepkisine ilişkin yaptığı yorumda “Tarkan’ın zeytinlikleri mi varmış, ne yapacakmış zeytinlikleri? Tarkan’ın şarkılarını seviyoruz. Tarkan şarkılarını söylesin” eleştirisini yapmıştı.” (basin)

    kapitalist dünyada “dogaseverlik” neden ucuz kahramanlik, ucuz muhalifliktir?

    “Bir ülkenin en büyük nimeti, değeri onun doğasıdır. Zeytin ağaçları Anadolu’nun hazinesidir belleğidir.”

    yeralti yerüstü zenginlikleriyle tabiat/doga ve birde “human kapital” denilen halk bir devletin zenginlik kaynaklaridir.

    devletlerin kendi dogal zenginliklerini yasa ile koruma altina aldiklari, ormancilik ve tarim bakanligi gibi bakanliklarin görevlerinden birinin de tabiatin, ormanin bakimi oldugu biliniyor.

    kapitalist devletlerin kestikleri agac kadar en az bir o kadarini da yeniden diktiklerini de biliyoruz.

    örnegin, almanyanin agac/orman varligi, devletin bakimi sonucu azalmak orda kalsin artmi$tir. rakamlar viki’pedia’da mevcut. fakat hicbir devletin de “ne kadar cok orman/tabiat, o kadar iyi” gibi bir siyaseti yoktur. neden?

    devletler, tabiati/dogayi tur$usunu kurmak icin ya da sirf dekor/süs olsun diye koruma altina almazlar.

    devlet, ayni zamanda yeralti yerüstü zenginliklerini i$leyip para’ya/kar’a dönü$türmeye cali$ir. dolayisiyla kapitalist ticarette sanayi/maden ürünleri ile kar$ila$tirildiginda pek kiymetli olmayan zeytin ve zeytinlik alanlari yerine göre gözden cikarilir.

    hatta $öyle bir gercek sözkonusu: örnek, türkiye zeytin ve zeytinyagi ihtiyacini, diyelim ki yunanistan’dan daha ucuza temin edebiliyorsa, kendi zeytinlik alanlarini rahatlikla gözden cikarir. bu, kapitalist ticaretin ekonomik hesabi ve ekonomik aklidir.

    devletin hesabi bu. peki tarkan “nimet-deger” derken ölcüsü nedir?

    tarkan belli ki “parasal deger” anlaminda söylemiyor. hangi anlamda söylüyor peki?

    anla$ildigi kadariyla “tarihsel, kültürel ve sembolik deger”den bahsediyor. yani devlet tarkan’a $unu dese haklidir: bu ba$ka hesap, senin aklin ermez.

    “Rant için zeytin ağaçlarına kıymayın.”

    kapitalist dünyada i$ dogaya/tabiata gelince böyle ucuz kahramanlik/muhaliflik yapan don ki$otlardan gecilmiyor.

    ba$ta tarkan olmak üzere, tüm dogasever/ye$ilsever zevata soruyorum: rant’a kar$isiniz, ne güzel.

    peki rant icin insanlarin sömürülmesine, karin tokluguna cali$tirilmasina neden kar$i degilsiniz?

  927. TKP’nin Kemalistliğine ve laikçiliğine değinen 40 no’lu yorumu okuyunca aklıma şu entryler geldi:

    ateist+kemalist=tkp’li

    bir türkiye komünist partisi partizanını en iyi şekilde anlatan formulize eden denklemdir. çoğunluğu kemalist kökenli ya da çağdaşlık olarak izmir şehrini örnek alan ailelerden gelen kemalist ergenlerin atalarının laiklik ilkesinin yan etkisi olan ateizm ile lise sonlarında tanışmasıyla başgösteren ve üniversiteye geldikten sonra ‘ben bi dünyayı değiştireyim bareee’ deyip kendi fikriyatına en uygun parti olan tkp’e üye olmasıyla bu süre.ç tanımlanır.

    peki bu lise sonra ateizm özentisi olan kemalist ergen neden tkp’yi kendine yakın hissetmiştir? çünkü tkp islamafobik olmasının yanında bir de mustafa kemal hayranı, kemalizmin ahbaplarıdır.

    https://eksisozluk.com/entry/21312411

    (Bir de şöyle bir şey var)

    bundan yola cikarak => ateist=tkpli-kemalist

    yani richard dawkins kemalist olmayan bir tkp’liymis.

    https://eksisozluk.com/entry/21312515

  928. Önce, 5 Haziran 2017 – 3pm’de şunları yazan ‘Anonim’e not; —Anti-kapitalistlerde ve nevzuhur-modern anti-medenilerde ‘circular reasoning’ (döngüsel akıl yürütme) var. Hep aynı şeyler etrafında dönüp durduklarından bir sonuca varamıyorlar. Başka ideolojilerin-inançların müntesiplerinde de görüldüğü gibi.

    Ne zamandır, ‘teşhis koyan birileri çıkar mı acep?’ diye gözlerimiz kelime, terim, kavram aramaktan bitap düşmüş idi, nihayet sizden geldi; ‘circular reasoning’.

    Başınız göğe ermiştir muhtemelen, teşhis koyabildiğiniz için.

    Siz; hâlâ, ‘kapitalizm’in bir ideoloji olMAdığı zırvasına inanmaya devam edebilirsiniz. Kapitalizmin müstahdemliğini yapan zibidi Necip varsa; sizin gibi muadilleri de muhakkak vardır.

    Fakat, size ve sizin gibilere ‘teşhis’ koyacak birileri çıkamayabilir; çünkü o vakte kadar, kapitalistler sizi de öldürmüş olabilir.

    Sanki kapitalistlerin işlediği cinayetler ‘circular’ değil; kapitalizme karşı mücadele edenlerden ‘daima yenilik, hep yenilik’ bekleniyor.

    Yazık, çok yazık…

    ‘Howard Zinn’in belki bir yardımı dokunur size;

    “We were not born critical of existing society. There was a moment in our lives (or a month, or a year) when certain facts appeared before us, startled us, and then caused us to question beliefs that were strongly fixed in our consciousness-embedded there by years of family prejudices, orthodox schooling, imbibing of newspapers, radio, and television. This would seem to lead to a simple conclusion: that we all have an enormous responsibility to bring to the attention of others information they do not have, which has the potential of causing them to rethink long-held ideas.”

    “Dünyaya, mevcut toplumların düzenleri içine, o düzenleri direkt eleştirmeye programlanmış hâlde doğmuyoruz. Hayatlarımızda öyle anlar gelir ki, bizler de sorgulamaya başlamadan çok önce, tek tek saymamızın mümkün olmadığı gerçekler yaşanmaya başlanmış, ürkütmüş, ve en nihayetinde bizleri sorgulamaya sevk etmiş; aile içinde yeşeren, nesilden nesile miras gibi devreden önyargılar, doktriner eğitim sistemleri, gazete, radyo ve televizyon aracılığıyla bilincimize kodlanan inançlar vardır. Bütün bunlar esaslı bir sonucun istikametine getirir bizi: Hepimiz, bilgi ve tecrübesi saptırılmış veya hiç olmayan, ve bu nedenle günlük yaşamlarında debelenip duran çevremizdeki insanlardan başlayarak, çember gibi genişleyip; bu insanları, yüz yıllara yayılmış yargıları, tekrar, ciddiyetle düşünmeye yöneltecek hamleler yapmak gibi devasa bir sorumluluğa sahibiz.”

    Howard Zinn,
    ‘Changing Minds, One at a Time’,
    ‘The Progressive’ dergisi,
    10 Mayıs 2005
    ( http://progressive.org/magazine/changing-minds-one-time/ )

    Şunları hönkürmüşsün; —Peki, ilk ‘sinif’ ne zaman, nerede ortaya cikti? Ondan once butun dunya ‘sinifsiz ve zumresiz’ mutlu-mesut yasiyordu herhalde. Su tarihi bir yazin da bilelim ne zaman asr-i saaedeti kaybettigimizi.

    Pek yakın gelecekte, ‘zaman makinesi’ icat edilecekmiş; senin kapitalist ‘comrade’ın Elon Musk’ın sır gibi sakladığı bu projeyi ilk öğrenenlerden biri biziz; meraktan panikleme diye, şimdi, sana da haber vermiş olduk. Eğer bu zaman makinesi çalışırsa; ‘asr-i saadetin ne zaman kayboldugu’ ile ilgili gözlemler yapmak amacıyla zaman yolculuğuna çıkar, günümüze döndüğümüzde sana da İngilizce, Latince, Almanca, Fransızca, Sanskritçe, Arapça, Kürtçe, Türkçe raporu, kuryeyle, otomotiv sektöründe kapitalizmin müstahdemliğini yaptığın KOBİ-irisi şirketindeki masana göndeririz.

    O vakit gelinceye kadar, sen, aşağıdaki ‘uyarı’ ile oyalan:

    Bir gün New York’ta bir grup iş arkadaşı yemek molası için dışarı çıkıp caddede yürümeye başlar.

    İçlerinden biri Kızılderilidir.

    Yürürlerken, Kızılderili; bir cırcır böceği sesi duyduğunu söyler. Diğerleri gülerek; ‘bu kadar gürültü arasından cırcır böceği sesinin duyulamayacağı’nı iddia ederler.

    Kızılderili; cırcır böceği sesini duyduğu yöne doğru gider. Arkadaşlarından biri de onu takip eder.

    Gerçekten de o kadar yüksek binanın arasında, küçücük bir yeşillikte cırcır böceğini bulurlar.

    Arkadaşı, Kızılderiliye; ‘Sende insanüstü güçler var! O kadar gürültüde bu böceğin sesini duyman bir mucize!’ der.

    Kızılderili; ‘Bu sesi duymak için insanüstü güçlere sahip olmak gerekmez!’ diyerek arkadaşına kendisini izlemesini işaret eder:

    Kızılderdili, kaldırımın ortasında durur ve cebinden çıkardığı madeni parayı yere atar. İnsanlar, madeni paranın düşme sesini duyunca, sesin geldiği yöne telaş içinde bakarak ellerini ceplerine götürüp, paranın kendilerinden düşüp düşmediğini kontrol etmeye başlar.

    Tam bu esnada, Kızılderili, arkadaşına bakar ve; ‘Önemli olan nelere değer verdiğindir! Her şeyi ona gore duyar ve hissedersin!’ der.

    Anafikir:
    ‘Son ırmak kuruduğunda,
    Son ağaç yok olduğunda,
    Son balık öldüğünde;
    Beyaz adam, paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak!’
    (Kızılderili sözü)

    Şunu hönkürmüşsün; —‘Lorem ipsum (…) lacinia neque.’[Not: Yer kaplamasın diye hepsini aktarmadık, sadece başı ve sonunu aktardık.]

    Bu hönkürmeyi yapacak kadar müşkül duruma düşeceğini tahmin etmezdik, erime emareleri sende de başlamış.

    Şunu hönkürmüşsün; —Boyle metinleri sevdiginiz asikar. Sizi sevindirmek istedigimi belirtmeliyim.

    Yo, aşikar değil. Bu; senin halüsinasyonun.

    Bizi sevindirecek pek çok şey var elbette, ilk sırada yer alanlardan biri; kapitalizmi yıkmak. Yıktığımızda, sen de kurtulacaksın; teşekkür etmeni umursamıyoruz.

    Aşağıdaki metni sevip sememen umrumuzda değil; kelime kelime dikkatle oku:

    Ils disent que nous sommes tous des perdants, mais les vrais perdants sont là-bas à Wall Street. Ils ont été rescapés de la crise à coup de millions de notre argent. Ils nous disent socialistes, mais ici, il y a toujours eu un socialisme pour les riches. Ils disent que nous ne respectons pas la propriété privée, mais lors de la crise financière de 2008, plus de propriété privée gagnée par le travail ont été détruite que si nous nous mettions à tout détruire, jours et nuits, pendant des semaines. Ils vous disent que nous sommes des rêveurs. Les vrais rêveurs sont ceux qui croient que les choses peuvent continuer à aller comme ils vont indéfiniment. Nous ne sommes pas des rêveurs. Nous sommes les éveillés d’un rêve qui est en train de tourner au cauchemar.

    Nous ne détruisons rien. Nous sommes seulement témoin de ce système qui se détruit lui-même. Nous connaissons tous cette scène de bande dessinée; le chat arrive à un précipice et continue à marcher, ignorant le fait qu’il n’y a rien sous ses pieds. Mais dès qu’il regarde vers le bas et se rend compte du vide, il tombe. C’est ce que nous sommes en train de faire ici. Nous disons aux gens de Wall Street; ‘Regardez donc sous vos pieds!’

    À la mi-avril 2011, le gouvernement chinois a interdit, sur les chaînes de télévision et dans la littérature, toute histoire qui contiendrait une réalité alternative ou un voyage dans le temps. C’est un bon signe pour la Chine. Ces gens rêvent encore à des alternatives, un fait qui nécessite une interdiction. Ici, nous n’avons pas besoin d’interdiction parce que le système dominant a réussis jusqu’à réprimer notre aptitude au rêve. Regardez les films que nous voyons tout le temps. C’est facile d’imaginer la fin du monde; un astéroïde qui détruit toute vie, etc. Mais nous sommes incapables d’imaginer la fin du capitalisme.

    Alors que faisons-nous ici? Laissez-moi vous conter une vieille blague extraordinaire de l’époque communiste. C’est une fois un gars de l’Allemagne de l’Est envoyé au bagne en Sibérie. Il savait que son courrier serait lu par les censeurs, alors, avant son départ, il a dit à ses amis; ‘Établissons un code. Si vous recevez une lettre de moi écrite à l’encre bleu, ce que j’y ai écrit est vrai. Si elle est écrite à l’encre rouge, c’est faux.’ Après un mois, ses amis reçoivent la première lettre. Tout est en bleu. Ils y lisent; ‘Tout est merveilleux ici. Les magasins sont remplis de bonnes nourritures. Les cinémas projettent de bons films de l’Ouest. Les appartements sont grands et luxurieux. La seule chose que vous ne pouvez pas acheter est de l’encre rouge.’ Voilà comment nous vivons. Nous avons tous la liberté que nous voulons. Mais ce qui nous manque, c’est l’encre rouge; le langage pour articuler notre non-liberté. Le langage qu’on nous a enseignée pour parler de notre liberté (guerre contre le terrorisme, etc.) falsifie la liberté. C’est ce qui se passe ici. Vous êtes en train de nous donner de l’encre rouge.

    Il y a un danger. Ne tombez pas amoureux de vous-mêmes. Nous avons du bon temps ici, mais souvenez-vous que les carnavals, ça ne coûte pas cher, mais ça ne dure pas non plus. Ce qui compte, c’est le jour d’après, quand nous aurons à revenir à l’ordinaire. Y aura-t-il eu alors un changement? Je ne veux pas que vous vous souveniez de ces jours, vous savez, comme ‘Oh, nous étions jeunes et c’était beau.’ Souvenez-vous le message de base; ‘On ne nous permet pas de penser à des alternatives.’ Si le tabou est brisé, cela signifie que nous ne vivons pas dans le meilleur des mondes possibles. Nous savons ce que nous ne voulons pas. Mais que voulons-nous? Quelle organisation sociale pourra remplacer le capitalisme? Quel genre de nouveau leader nous voulons?

    Souvenez-vous; le problème, ce n’est pas la corruption ou l’avidité. Le problème, c’est le système. C’est lui qui vous force à être corrompu. Prenez garde non seulement des ennemis, mais aussi des faux amis qui sont déjà en train de s’attaquer au mouvement. De la même manière que vous buvez votre café sans caféine, votre bière sans alcool, et mangez votre crème glacée sans gras, ils essaieront de transformer ce qui se passe en manifestation morale et inoffensive; une manifestation décaféinée. Mais la raison pour laquelle nous sommes ici c’est que nous en avons assez de ce monde où recycler une canette de Coke, donner une couple de dollars pour une bonne cause ou payer un cappuccino de Starbucks qui donnera 1% de ses recettes aux enfants pauvres du tiers-monde est suffisant pour qu’on se sente bien. Après la sous-traitance du travail et de la torture, après les agences matrimoniales sous-traitant notre vie amoureuse, nous voyons maintenant notre vie citoyenne se faire sous-traiter. Nous voulons la reprendre.

    Nous ne sommes pas communistes si par communisme on se réfère au système qui s’est effondré en 1990. Souvenez-vous qu’aujourd’hui, ces communistes sont les capitalistes les plus efficaces et les plus impitoyables. En Chine aujourd’hui, il y a un capitalisme qui est bien plus dynamique que le capitalisme américain, mais n’a pas besoin de la démocratie. Ce qui veut dire que quand vous critiquez le capitalisme, ne les laissez pas vous faire du chantage en disant que vous êtes contre la démocratie. Le mariage entre la démocratie et le capitalisme est terminé. Le changement est possible.

    Que percevons-nous aujourd’hui comme possible? Suivez seulement les médias. D’un côté de la technologie ou de la sexualité, tout semble possible. Vous pouvez voyager sur la lune, vous pouvez devenir immortel grâce à la biogénétique, vous pouvez avoir des rapports sexuels avec des animaux, peu importe, mais regardez du côté de la société et de l’économie. Là, tout est considéré comme impossible. Vous voulez augmenter les impôts des riches, même juste un peu, ils vous répondent que c’est impossible; nous perdrons notre compétitivité. Vous voulez plus de fonds pour les soins de santé, ils vous disent; ‘Impossible, ce serait du totalitarisme.’ Il y a quelque chose qui ne tourne pas rond dans ce monde, on vous promet l’immortalité, mais on ne peut pas dépenser plus d’argent pour les soins de santé. Peut-être devrions-nous commencer à penser aux vraies priorités. Nous ne voulons pas un niveau de vie plus élevé. Nous voulons un meilleur niveau de vie. Le seul sens pour lequel on peut nous dire communistes c’est que nous nous soucions du bien commun. Le bien commun de la nature. Le bien commun privatisé par la propriété intellectuelle. Le bien commun du génome humain. Pour ça, et seulement pour ça, nous devons continuer le combat.

    Le communisme a complètement échoué, mais les problèmes du bien commun sont encore là. Ils disent que vous n’êtes pas américains. Mais on doit leur rappeler quelque chose, aux fondamentalistes conservateurs qui prétendent qu’ils sont les vrais Américains; Qu’est-ce que le christianisme? C’est l’esprit sain. Qu’est-ce que l’esprit sain? C’est la communauté égalitaire des croyants qui sont reliés par l’amour du prochain, et qui possèdent leur liberté et leur responsabilité pour agir en conséquence. En ce sens, l’esprit sain est ici, maintenant. Et là-bas à Wall Street, ce sont des païens qui portent un culte blasphématoire à des idoles. Tout ce que nous avons besoin, c’est de la patience. La seule chose qui m’effraie c’est qu’un jour chacun rentrera chez soi, et alors nous nous rencontrerons une fois par année, pour boire une bière, et se souvenir avec nostalgie ‘Quel bon temps nous avons eu ici.’ Promettez-vous que ce ne sera pas le cas. Nous savons que les gens désirent souvent ce que qu’ils ne veulent pas vraiment. Ne soyez pas effrayés de vouloir vraiment ce que vous désirez.

    Merci beaucoup!

  929. Moder manevilik üzerine

    Modern laik, seküler, ilerici, bilim-teknikçi, devrimci, üretici, tüketici veya son uyku haplarının sersemliği içinde ne yardan ne de serden geçemeyen, Marksist, technician-teknisyen, anarşist insan harabeleri kendi maneviliklerini seçtikleri düşmanları eski din müminlerinin maneviliğinde görürler. Taklit ettikleri model terorist Devlet-Kapitalist kar- koca. Sevgiden çok medeniyet tarihinin zorla evlendirdiği karı-koca teroristler terörizmi kendilerinden başka her direnende görürler. Örneğin, Fransa’yı işgal eden Naziler için direnen Fransızlar teröristti. Böylece medeniyet tarih boyunca biçare edilmiş insanları uyutur ve yukarıdaki bilgiçlik ve temsilcilik madalya-diplomaları taşıyan insanlık generallerinin çenelerini gevşetir. Yutan bataklıkta savaş eden bu iki hilkat garibesi zırhlıların, geleneksel karı-kocaya benzemek için can atan madalya-diplomalı insanlık general-temsilcilerinin taklit ettikleri karı-kocadan bir farkı var: medeniyet tarihinde olmuş tek ve tek bir sosyal devrimi tekrarlama rüya aleminde yaşarlar. Aşağıdaki yazı bu taklitçilerin yuttuğu en büyük bir uyku hapınının örneklerinden biri. Modern insan harabelerinin ruhsallığı.
    Çağımız yüce ruhsallığı birbirimizin fiziksel varlığından tiksintimiz. Duygusallıkta incelik ve titizliğin devasa ilerlemesi fiziksel varlıklardan, hatta kendi bedenimizde bile nefret etmemiz anlamına gelir. Televizyon, sosyal medya, radyo, filim, gazete, CD-müzik gibi insanlığın aklı aşan ölçüde soyut bir alemde yaşaması fiziksel elemanlardan nefret etmemizden doğar. İnsanlar artık fiziksel temaslardan uzaklaşmak istiyorlar. Et kemikli insanları görmek istemiyorlar, ekranlardaki gölgelerini tercih ediyorlar. Gerçek sesleri yerine araya giren makinelerle (radyo, telefon, vs.) iletilen sesleri işitmek istiyorlar. Amaçları fiziksel dünyadan kaçıp kurtulmak.
    Not: değişik bir bağlamda gören Freud bunu bilimselliştirdi, “ölüm içgüdüsü”, adını verdi

  930. sigara kartelleri ve Kızılderililer

    Sigarayı (daha doğrusu o zaman sigara olmadığı için tütünü) bulan ve dünyaya yayılmasına neden olan, dolayısıyla kapitalist tütün/sigara kartellerinin ortaya çıkmasının da sorumluları olanlar doğal/ilkel hayatları idealize edilen Kızılderililer değil mi?

  931. Evvel zaman içinde olağanüstü beceriler başaranlar göz önünde tutulur, çocuklara onlardan uzak durmaları öğütleri verilirdi.
    Sonra zaman içinde olağanüstü beceriler başaranlar gözde oldular, çocuklara onlara tapma öğretildi. Bundan doğan putperestliğe bir örnek:
    deniz gezmi$ hayrani solcu türk komutani kato daginda kürt gerillasi avinda
    “Şırnak’taki helikopter kazasında şehit olan Yarbay Songül Yakut’la ilgili Ekşi Sözlük yazarlarından birinin yazdığı yazı ve iddiaları büyük ilgi gördü. Ekşi Sözlük yazarı punkroyal’in yazısı:
    İlk tanışmam böyle bir gece yarısı olmuştu. Gece 2-4 garaj nöbetinde Nazım Hikmet’in “Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim” kitabını okuyordum, Öyle dalmıştım ki kitaba, geldiğini fark etmedim bile. Yaklaştı ve sadece güldü, başımı okşadı, çevirdi kitaba baktı güzel kitap dedi. Sonra sol görüşlü müsün diye devam etti… Sabah nöbetim bitene kadar yanımdan ayrılmadı konuştuk. Malatya’nın sağlam solcularındandı ailesi..Deniz Gezmiş Gemerek’te yakalanmasa gittiği adres dedesinin Malatya’daki orman evi olacağına kadar her şeyi öğrendim o gece. Artık daha farklıydı Songül Komutan benim için…
    Ertesi gün bana “Gülünün Solduğu Akşam” romanını getirdi, okuduğumu söyledim. Askerliğim süresince bikaç kitap daha getirdi..” (basin)
    Kendi putlarının put olmadıklarını, aslının tam kendisi olduklarına inanan Yahudiler, Hıristiyanlar ve Müslümanlar “putperestleri” kırımdan geçirdiler.
    Örnekteki modern putperestler de aynı Yahudiler, Hıristiyanlar ve Müslümanlar gibi kendi putlarını asıl putlar olduğuna inanırlar.

  932. 0,1 hastalığı

    “Avrupalılar yerine gülen siyahlarla olmayı tercih ederim”
    Bu, ‘once Can, sonra Canan’ demek gibi bir sey midir?
    Evet/hayır la büyümenin zararları.
    Eşşek hoşaftan ne anlar demektir. Sen en iyisi kendi alanında kal, daha verimli süt ineği olur, belki gelecekte sendeki politikacılar yaltakçılığı keşfedilir ve daha güçlü makamlara oturtulursun.

  933. Basından kopyalar:
    Maalesef Marksist-anarşist-devrimci falan filan olmayan bir kahraman kadın. Maalesef düşman putperest basının yayınladığı bir artık meçhul olmayan bir meçhul asker.
    Alternatif enerji kaynakları arayan, iklim değişmelerinden tut zeytin ağacında kendini gören süt inekleri ve basın ve medya papağanı iyi kalpli Marksiste kadar herkes “politically correct”, olmuş. Medyanın gücü sonsuz.
    Kara Fatma’nın Kahramanlık Hikayesi.
    Balkan Savaşı ile birlikte başlayan macerası, Birinci Dünya Savaşı’nda Kafkas Cephesi, 1. ve 2. İnönü Müharebeleri, Sakarya ve Dumlupınar Meydan Savaşları ve Büyük Taarruz’da devam etti. Bu cephelerde önemli görevler üstlendi.
    1919 yılında Sivas’ta Mustafa Kemal Atatürk ile görüşen ve Batı Cephesi Milis Müfreze Komutanı olarak atanan Kara Fatma, İstanbul ve çevresindeki birçok silah ve adam kaçırma görevini başarıyla yaptı.
    Çatışmadan asla kaçmayan yapısı yüzünden Büyük Taarruz’un başlarında esir düştü. Ama kaçmayı başardı ve tekrar ordusunun başına geçti. Yunan Ordusu’nun Bursa’dan çıkarılmasında önemli bir rol oynadı.
    1912 yılında çavuş rütbesiyle başladığı askerliğini İstiklal Harbi sonrası üstteğmen rütbesiyle tamamladı. İstiklal Harbi madalyası ile ödüllendirildi. Emekli maaşını Kızılay’a bağışladı.
    Yıllarını mücadele ile geçiren Kara Fatma, 1955 yılında geçirdiği bir rahatsızlık sonrası 11 gün yattığı Darülaceze’de 2 Temmuz günü, 67 yaşında hayatını kaybetti.
    Basından kopyalar:Marksist-anarşist-devrimci falan filan olmayan bir kahraman kadın.

  934. marxist argüman

    kapitalist/emperyalist kurtlar sofrasi

    “emperyalizm” olgusunun kapitalist ekonomi ile alakasi

    “lebensraum (ya$am alani)/ geni$leme/fethetme” olgusu neden alman emperyalizmine özgü olmayip, kapitalist ekonominin üretim prensipleri ile alakalidir?

    türk muhafazakari necip’ten alinti:

    “Mesela, gecenlerde Merkel tarafindan dunyaya (70-80 sene sonra, yeniden) deklare edilen ‘Lebensraum’ doktrini hakkinda ne dusunuyorsunuz?”

    necip, oturdugun yerden sallama; biraz ara$tir, oku.

    merkel öyle bir$ey söylemedi. söyledi diyorsan, internette kaynak göster. gösteremezsin, yok öyle bir$ey cünkü.

    o konu nasil gündeme geldi?

    putin’in propaganda $efi merkel’a öyle bir ithamda bulundu, ordan gündeme geldi. yani alman emperyalizmine atifta bulundu.

    putin’in propaganda $efi gibi rus milliyetcileri rus emperyalizmine laf etmezler; sürekli rakiplerinin emperyalist icraatlarina dikkat cekerler.

    necip gibi türk milliyetcileri/muhafazakarlari da türk emperyalizmine asla laf etmezler; sürekli olarak rakiplerin emperyalist emellerine dikkat cekerler.

    emperyalizm olgusu, yani ekonomik ve askeri olarak güclü olan ülkelerin, kendilerinden görece daha zayif olan diger ülkeleri sömürmek amaciyla kendilerine bagimli kilma amaci/hedefi istisnasiz tüm kapitalist devletlerin programinda mevcuttur. neden?

    emperyalizm olgusunun kapitalist ekonomi ile yakindan alakasi vardir. ne demek bu?

    kapitalist ekonomide üretim faaliyetinin amaci nedir?

    kar etmek; para/sermaye biriktirmek.

    ekonomik üretimin amaci kar etmek suretiyle para/sermaye birikimi olunca, en azami kar ve sermaye birikimi icin iki faktör belirleyicidir:

    birincisi, üretilen mallari satacak geni$ pazarlara ihtiyac vardir. örnek, bir türk $irketi türkiye pazarinda/ic pazarda satacagini sattiktan sonra di$ pazarlara acilma hedefini önüne koyar. bu, kapitalist ticarette ki sürekli geni$leme, sürekli büyüme egilimi ve zorunluluguyla alakalidir.

    ne demek bu?

    cevap: kaptalist $irketler/firmalar/holdingler arasi kiran kirana bir pazar mücadelesi oldugunu biliyoruz. sözkonusu bu kapitalist rekabette dur durak yoktur; her bir ticari aktör rakibini alt etmek icin sürekli olarak ve durmadan büyüme egilimindedir; dahasi büyümek zorundadir da. yoksa kapitalist kurtlar sofrasinda diger rakip kurtlara yem olur.

    soru: peki $irketler/holdingler arasinda ki bu ticari rekabetin cercevesini cizen, rekabeti belli kurallara baglayan güc kimdir?

    cevap: devletler. (bkz. dünya ticaret örgütü, serbest ticaret anla$malari, gümrük vergileri vs.)

    yani, ticari aktörlerin sürekli ve durmadan büyüme, geni$leme ihtiyacini kar$ilamak icin devlet devreye girer. nasil?

    devletler kendi aralarinda ticareti düzenleyen ce$itli anla$malar yaparlar: sen benim kapitalistimin senin ülkende ticaret yapmasina izin ver, ben de senin kapitalistini ticaret yapmasi icin kendi ic pazarima birakirim.

    kapitalistler arasi rekabette ikinci belirleyici faktör ucuz ve güvenilir hammadde, enerji teminidir.

    $irketler, firmalar üretim icin gerekli her türlü hammaddeyi ic pazarda temin edemezler; di$ardan almak zorunda kalirlar.
    i$te bu noktada yine devlet devreye girer, girmek zorundadir.

    her devlet kendi ulusal ekonomisine, kendi i$adamlarina en ucuz ve güvenilir hammadeyi temin etmeye cali$ir. neden?

    kendi $irketlerinin yabanci $irketlerle rekabet edebilmeleri icin.

    sonuc: emperyalizm illetini dünyadan defetmek icin kapitalist ekonomiyi hedefe koymak $art.

    necip gibi türk milliyetci/muhafazakarlarinin ne emperyalizm ne de kapitalizm ile sorunlari olmadigini biliyorum.
    onlarin derdi, kapitalist/emperyalist rekabette kendi devletlerinin diger devletleri alt edip üste cikmasi.

    istisnasiz her milletten milliyetcinin mantigi ve dü$üncesi budur.

    necip’ten alinti:

    “Bunlardan birisi degilseniz; ‘Untermenschen’likten yirtmak icin, Alevi, Kurt ve Ateist olmak sizce yeterli olacak midir?

    Ilerde ortaya cikabilecek, kuvvetle muhtemel, ‘pogrom’lara yonelik simdiden tedbirli olmak babindan, sarisin mavi gozlu olmak icin ameliyat dusunuyor musunuz?”

    cevap: ameliyat olmakla irkci/fa$ist nefretin, alman irkciliginin/fa$izminin hedefi olmaktan kurtulmak mümkün degil. yani ameliyat cözüm degil.

    tipki türkiyede cumhuriyetin kurulu$undan beri komünistlerin, ermenilerin, kürtlerin, alevilerin, ateistlerin, rumlarin, süryanilerin, pontuslarin vs. türk/islam irkciliginin/fa$izminin; irkci türk/islam nefretinin hedefi olmaktan kurtulamadiklari gibi.

    irkci/dinci/fa$ist dü$ünce ile mücadele, ancak sözkonusu bu dü$ünceleri te$hir edip ele$tirmekle olur. bunu da, bu sitede de görülecegi üzere, kendi capimda yapiyorum. ba$ka da “pratik” bir cözüm benim aklima gelmiyor.

    necip, yazdiklarinda samimiysen sen de ya$adigin memleketteki irkci/dinci/fa$ist dü$ünceyi ele$tir ve te$hir et.

    fakat yapmayacagini, yapamayacagini biliyorum. cünkü i$in dogasina aykiridir.

    bir alman milliyetcisi/muhafazakari nasil ki alman irkciligini ele$tiremezse, senin gibi türk milliyetcileri/muhafazakarlari da türk irkciligini ele$tiremezler. tekrar sorayim, neden?

    cünkü milliyetci/muhafazakar düsünce kendini ait hissettigi milletin ve devletin cikarlarini her$eyin üstünde tutar.

    millletin ve devletin cikarlari korunmasi gereken en üstün cikarlar olunca, bu cikarlari korumak icin devlet/millet/rejim dü$mani muhaliflere, dini/etnik azinliklara, yabancilara kar$i “pogrom/linc” de tabii ki me$ru olur.

  935. 6 Haziran 2017 – 9am’de yazan ‘Anonim’e not; —Sigarayı (daha doğrusu o zaman sigara olmadığı için tütünü) bulan ve dünyaya yayılmasına neden olan, dolayısıyla kapitalist tütün-sigara kartellerinin ortaya çıkmasının da sorumluları olanlar doğal-ilkel hayatları idealize edilen Kızılderililer değil mi?

    Hmmm… Evet. Bunu hiç düşünmemiştik.

    Şimdi:
    Günümüze kadar yaşayabilmiş, medeniyetleri 21. yüzyıl koşullarına eklemlenmiş bütün Kızılderilileri, bir futbol stadyumundaki sahaya dolduralım, bizler de seyirci koltuklarına çıkıp, toplu hâlde küfürler yağdıralım; ‘Eyyy siz Kızılderililer! Sizin atalarınız, günümüzdeki sigara ve türevi mahsûllerin yaratıcısı! İnsanların ciğerlerini ve hayatlarını zehirlemeye, ve hâttâ, ozon tabakasının erimesine yol açan kişiler; sizin atalarınız! Bütün bunların cezasını; şimdi, sizler çekeceksiniz!’ diye bağıralım. Belki kendi kendimizi rahatlatırız.

    Ve hâttâ, 1933-1945 arasında, Almanya’daki kamplarda öldürülen insanların intikamını almak için; ‘Angela Merkel’e işkence yapalım. Belki kendi kendimizi rahatlatırız.

    Hiroshima and Nagasaki’ye atılan bombalar; ‘Kimya’, ‘Fizik’ ve ‘Biyoloji’ bilimlerindeki gelişmeler sonucunda icat edildi.

    Şimdi, sırf böyle bombalar seri üretime geçmesin diye; ‘Kimya’, ‘Fizik’ ve ‘Biyoloji’ derslerini, dünya genelindeki bütün eğitim müfredatlarından söküp atalım; belki mutlu olursunuz.

    Sayın ‘pipsqueak’e veya ‘DOPE’ye defalarca izah ettik; anlamak isteMEdi:

    Kendisi; ‘medeniyet’e karşı olduğunu zannediyor, ama değil.
    Sayın ‘pipsqueak’; aslen, ‘modernite’ye karşı; bunu anlaması biraz vakit alabilir.

    Şimdi şu ‘kapitalist sistem’ meselesine (yeniden!) dönelim:

    Bütün ‘sosyo-ekonomik’ sistemler; ‘insan davranışları’ neticesinde oluşur. Hiçbir sosyo-ekonomik sistem; kendi kendine doğmaz.

    Kızılderililer (sadece onlarla sınırlı tutulamaz; Afganistan ve Hindistan medeniyetlerindeki tütün üretimi ve kullanımını tarihini de araştırın isterseniz, belki ilginç bulgularla karşılaşırsınız. Örnek; tütün yaprağını işlemden geçirmeden, ham hâliyle, dil altında ıslatıp, tütünün acı suyunu bir miktar emmek, posa hâline gelen yaprağı tükürmek; daha çok Güney Asya medeniyetlerinde günümüzde de devam eden bir gelenek) ürettiği tütünleri (ve benzeri ürünleri), seri üretime geçirip, ‘az zamanda çok kâr etmek!’ amacıyla yaşayan insanlar değildi.

    ‘Para’ denen şey; tek başına bir obje olarak, herhangi bir anlam ifade etmez. İnsan, ‘para’ adlı objeye anlam atfetmeye başladığı an; bu obje, değer kalıplarına sokulur. Aynı şekilde; ‘altın’, ‘gümüş’, ‘elmas’, ‘yakut’, ‘pırlanta’, ‘zümrüt’, ‘platin’ ve diğer binlerce element & maden & alaşım türü de tek başına birer obje olarak, herhangi bir anlam ifade etmez. ‘İnsan davranışları’ neticesinde; bütün bunlara, binyıllar boyunca anlamlar atfedilmiştir ve günümüze değin kullanılagelmiştir. Bugün devam etmekte olan ‘parasal sistem’in kökü; İngilizce tabirle ‘fiat money’, Almanca tabirle ‘fiatgeld’, Türkçe tabirle ‘itibarî para’dır.

    ‘Fiat’ kelimesi, kök olarak; Latincedir. Türkçe’ye (kabaca ve özetle); ‘bırak olsun’, ‘olacak’ şeklinde tercüme edilebilir. Kapitalistlerin meşhur motto’su; ‘Laissez faire et laissez passer’ & ‘Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler’ ifadesiyle çağrışım yapar. Zibidi Necip’in mentor’u ‘Adam Smith’in icat ettiği ‘The Invisible Hand’ & ‘Piyasaları düzenleyen görünmez el’ tabirinin kökü de ‘fiat’ kelimesine kadar gider.

    [Not: Yukarıda sıraladığımız element & maden & alaşım türlerine ve daha fazlasına; ‘sosyo-ekonomik’ bağlamda atfedilen, yani insanların atfettiği anlamlarla; bütün bunların bilim-teknoloji-tıp-ecza ve benzeri sahalarda kullanılan anlamları birbirinden farklıdır. Mesele; bütün bu element & maden & alaşım türlerine kökten karşı çıkmak değil, ‘kapitalistlerin kurduğu hegemonyaya karşı mücadele etmek’tir.]

  936. marxist argüman

    dünyayi anlamami$ idealistlerin sistem kar$iti mücadelesi neden bo$a kürek cekmektir?

    dünyayi anlamami$, bu gidi$le de hic anlamayacak idealist softa anar$istten alinti:

    “Son ırmak kuruduğunda,
    Son ağaç yok olduğunda,
    Son balık öldüğünde;
    Beyaz adam, paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak!”

    bre cahil idealist, para’nin yenilebilecegini kim iddia etmi$ ki?
    hadi o kizilderili anlamadi, sen neden anlamak istemiyorsun?

    para üzerine uzun uzun yazilar buraya asacagina, önce para’nin ne anlama geldigini anla.

    kapitalist dünyada para, her türlü zenginligin birim ölcüsüdür ve her türlü zenginlige eri$me, elde etme aracidir.

    bre cahil idealist, sana anlatmaktan dilimde tüy bitti: o sözünü ettigin kizilderiliyide yanina al, bir markete gir, raftan karnini doyurmak icin bir ekmek al ve parasini ödemeden cik bakalim cikabiliyor musun?

    günümüz dünyasinda en temel ihtiyac olan yeme icmeden tutalim kira, su, elektrik gibi ihtiyaclara kadar, parasini ödemeden bu ihtiyaclari kar$ilamak mümkün mü?

    kapitalist dünyada parasizlik demek aclik, yoksulluk, sefalet icinde ya$amak ve hatta acliktan, susuzluktan gebermek anlamina gelmez mi?

    “Tam bu esnada, Kızılderili, arkadaşına bakar ve; ‘Önemli olan nelere değer verdiğindir! Her şeyi ona gore duyar ve hissedersin!’ der.”

    bre cahil idealist, böyle sacma hikayelerle kendini avutacagina dünyayi anlamak icin biraz kafa yorsan daha iyi olmaz mi?

    insanlar paraya deger verdikleri icin para degerli olmaz; para, günümüz dünyasinda ya$amak, hayatta kalmak icin olmazsa olmaz $arttir. bundan dolayi da herkes para’ya ihtiyac duyar, dahasi para pe$inde ko$turmak zorundadir da.

    peki ya$amak icin para’yi olmazsa olmaz $art olarak insanlara dikte eden güc/otorite kimdir?

    cevap: devlet

    böyle en basit gercekleri bile anlaMAmakta israr eden senin gibi kalin kafali idealistler oldukca kapitalist düzen ilelebet ya$ar.

  937. “oturdugun yerden sallama; biraz ara$tir, oku.”

    ‘Oku’mak.. sadece ‘metin okumak’ ise, evet, dediginiz anlamli olabilir(di).

    Ama, bir de ‘satir aralarini okumak’ var.. onu da yapabilmelisiniz.

    Konu, Merkel olunca, nasil oluyorsa, siz bunu gozardi etmegi tercih ediyor, su katilmamis bir ‘literalist’ kesiliyorsunuz.

    “merkel öyle bir$ey söylemedi. söyledi diyorsan, internette kaynak göster. gösteremezsin, yok öyle bir$ey cünkü.”

    Ilk agizda oyle bir sey soylemeyecek kadar siyasidir Merkel de. Ama, mesela, gidin bir Polonyali’ya sorun, Merkel’in ne demek istedigini..

    “o konu nasil gündeme geldi?”

    Bunun hic onemi yok. Asil gundeme gelisi Trump’in davranislari uzerinedir.

    “necip gibi türk milliyetcileri/muhafazakarlari da türk emperyalizmine asla laf etmezler; sürekli olarak rakiplerin emperyalist emellerine dikkat cekerler.”

    Bu lakirdilara karsilik, galiba, artik sunu soylemek hem farz hem de caiz oluyor:

    Marksist Arguman gibi Alman devsirmesi Kurt-Alevi-Ateistler [*], Alman emperyalizmine asla laf etmezler; sürekli olarak rakiplerin emperyalist emellerine dikkat cekerler.

    Nasil?

    Pek de cuk oturuyor degil mi?

    [Arada yazdiklariniz Alman yayilmaciliginin ‘apolgetism’i oldugu icin, onlari gectim.]

    “necip gibi türk milliyetci/muhafazakarlarinin ne emperyalizm ne de kapitalizm ile sorunlari olmadigini biliyorum.
    onlarin derdi, kapitalist/emperyalist rekabette kendi devletlerinin diger devletleri alt edip üste cikmasi.”

    Marksist Arguman gibi Alman devsirmesi Kurt-Alevi-Ateistlerin [*], ne emperyalizm ne de kapitalizm ile sorunlari olmadigini biliyorum.

    Onlarin derdi, kapitalist/emperyalist rekabette ekmegini yedikleri devletlerinin diger devletleri alt edip üste cikmasidir.

    “cevap: ameliyat olmakla irkci/fa$ist nefretin, alman irkciliginin/fa$izminin hedefi olmaktan kurtulmak mümkün degil. yani ameliyat cözüm degil.”

    O cozum degilse, ki –evet– degil, onerdiginiz bir cozumunuz var mi?

    “irkci/dinci/fa$ist dü$ünce ile mücadele, ancak sözkonusu bu dü$ünceleri te$hir edip ele$tirmekle olur. bunu da, bu sitede de görülecegi üzere, kendi capimda yapiyorum. ba$ka da “pratik” bir cözüm benim aklima gelmiyor.”

    Yani, ‘alman irkciliginin/fa$izminin hedefi olmaktan kurtulmak’ amaciyla, burada, ‘Turk irkciligi/fa$izmi’ hakkinda atip tutuyorsunuz.

    Oyle degil mi?

    Sizin bu yaptiginizi ancak su iki alternatiften birisi olarak gorebiliriz:

    1) ‘Ahir karanlik, o yuzden disarida ariyorum’.

    Yani, ‘Alman irkciligi/fa$izmi’ hakkinda bir sey yapamam, o yuzden baskalarina kafayi takmak daha kolayima geliyor demek…

    2) ‘Kurtlarla ulumak’.

    Yani, ‘Alman irkciligi/fa$izmi’ hakkinda bir sey demezsem, beni kendilerinden gormek ihtimali yukselir; boylece hedef olmaktan kurtulurum demek…

    Hangisi olursa olsun, bunlarin ne kadar palyatif ve ne kadar ahmakca oldugunu gormemek icin basinizi kuma saplamaniz gerekiyor. Sizin yaptiginiz da –tam olarak– budur.

    “necip, yazdiklarinda samimiysen sen de ya$adigin memleketteki irkci/dinci/fa$ist dü$ünceyi ele$tir ve te$hir et.”

    Elestirmedigimi mi saniyorsunuz?

    O zaman, yazdiklarimi hic okumamissiniz demektir.

    Ama, ben sizin yazdiklarinizdan, hic icinde yasadiginiz toplumu elestirdiginizi gormedim.

    “fakat yapmayacagini, yapamayacagini biliyorum. cünkü i$in dogasina aykiridir.”

    Bu sizin icin ziyadesiyle gecerli: Muhtediler (din degistirenler, donmeler), iyi bilinir ki, muzmin dindarlardan cok daha kati dindar kesilirler.

    Yeni dinlerine/cemaatlerine liyakat ve sadakatlerini ispatlamak icin kendilerini bunu yapmaga mecbur sayarlar.

    “bir alman milliyetcisi/muhafazakari nasil ki alman irkciligini ele$tiremezse, senin gibi türk milliyetcileri/muhafazakarlari da türk irkciligini ele$tiremezler. tekrar sorayim, neden?”

    Bu beylik/klasik bir sorudur ve cevabi da bellidir. Gecelim.

    Benim cevabini asil merak ettigim soru sudur: ‘Gavurun ekmegini yiyen, kilicini sallar’ onermesi sizin durumunuzda nasil da bu kadar gecerli oluyor?

    Bu, sizin suurlu bir tercihiniz mi; yoksa farkinda bile degil misiniz?

    [*: Bu kelimeleri, sifat tamlamalarini, kullanmak zorunda oldugum icin uzgunum. Benim tarzim degil. Ama, sizin israrla yaptiginizin yanlis oldugunu gostermek icin baska bir yol yok gibi. ‘Yazdigi recetedeki ilaclarin ne kadar aci oldugunu bilmesi icin, doktora da tattirmak’ da denebilir buna.]

  938. “peki ya$amak icin para’yi olmazsa olmaz $art olarak insanlara dikte eden güc/otorite kimdir?

    cevap: devlet”

    Ufuruyorsunuz.

    Bu, hic bir sekilde, dogru degil.

    ‘Para’yi ‘devlet’ler icat etmedi.

    Siradan insanlar –ticaret yapan isanlar– icat ettiler.

    Mal veya hizmetlere karsilik odemeyi de yine mal veya hizmet seklinde yapmak (‘ayni^ takas’, ‘barter’) hem cok zahmetli hem de muglak oldugu icin, onun yerine daha verimli bir cozum arayisinin sonucunda ‘para’ ortaya cikti.

    ‘Devlet’lere de, bunun tutarli islemesi icin, ‘duzenleyici rolu’ verildi. ‘Senyoraj’ (‘Seigniorage’) gelirleri karsiliginda.

    Bu surecin bugun cok canli bir ornegi var: BitCoin (ve benzeri ‘digital money’) deneyleri. Bunlarin hicbirisi herhangi bir ‘devlet’ tarafndan yapilmiyor.

  939. Marxist argüman

    Şunu sormuşsunuz; —dünyayi anlamami$ idealistlerin sistem kar$iti mücadelesi neden bo$a kürek cekmektir?

    Kimlerin ‘dünyayı anladığı’nı – kimlerin ‘dünyayı anlaMAdığı’nı belirleyen; siz değilsiniz, başkaları da değil. Kendi kendinize yüklediğiniz misyonları burada satmaya gelmişsiniz; argüman tezgâhınızda ne varmış ne yokmuş diye bakmak için tezgâhınızın önünden geçen herkesi müşteriniz zannetmeyiniz marxist argüman.

    Kimlerin ‘boşa kürek çektiği’ni – kimlerin ‘boşa kürek çekMEdiği’ni belirleyen; siz değilsiniz, başkaları da değil. Kendi kendinize yüklediğiniz misyonları burada satmaya gelmişsiniz; argüman tezgâhınızda ne varmış ne yokmuş diye bakmak için tezgâhınızın önünden geçen herkesi müşteriniz zannetmeyiniz marxist argüman.

    Şunları sormuşsunuz; —bre cahil idealist, para’nin yenilebilecegini kim iddia etmi$ ki? hadi o kizilderili anlamadi, sen neden anlamak istemiyorsun?

    Kimlerin ‘cahil olduğu’nu – kimlerin ‘cahil olMAdığı’nı belirleyen; siz değilsiniz, başkaları da değil. Kendi kendinize yüklediğiniz misyonları burada satmaya gelmişsiniz; argüman tezgâhınızda ne varmış ne yokmuş diye bakmak için tezgâhınızın önünden geçen herkesi müşteriniz zannetmeyiniz marxist argüman.

    Ne oldu? Niçin sinirlendiniz?

    Hani, nerede sizin ‘materyalizm’iniz? Yoksa; Kızılderililer, sizden daha iyi anlamış olabilirler mi ‘materyalizm’in ne demek olduğunu? Galiba; anlamışlar, ki, sizi sinirlendirmeyi başarmışlar marxist argüman.

    Şunu yazmışsınız; —para üzerine uzun uzun yazilar buraya asacagina, önce para’nin ne anlama geldigini anla.

    Bu yazdıklarınızla; aslında, kendinizi gösteriyorsunuz, ama göstermiyormuş gibi yapıyorsunuz. Kurnazlık taslamaya çalışıyorsunuz ama beceremiyorsunuz, paçalarınızdan akıyor marxist argüman.

    Size, daha önce defalarca; ‘tereciye tere satmaktan vazgeçiniz’ uyarısında bulunmuştuk. Bu uyarımızı tekrarlıyoruz marxist argüman.

    Günümüzdeki ‘para’nın nasıl yaratıldığı’nı ve ‘para mekanizması’nın nasıl işlediği’ni size daha önce iki kez izah etmiştik; okuMAdığınız için anlaMAmışsınız. Bu sebeple; bir kez daha gönderiyoruz. [Bu metnimizin sonunda, gözleriniz görmek isterse; okur ve anlarsınız marxist argüman.]

    Şunu yazmışsınız; —kapitalist dünyada para, her türlü zenginligin birim ölcüsüdür ve her türlü zenginlige eri$me, elde etme aracidir.

    Yazdıklarınız doğru.

    İtiraz eden yok ki.

    Siz, sadece ama sadece; ‘kapitalist sistemi betimleme öğretmenliği’ mesleğinizde tıkanıp kalmaya hevesliniz. Bu betimlemeleri yapa yapa ömrünüzü geçirirsiniz marxist argüman. Kapitalistler de, cinayetlerine hızla devam eder.

    Şunu sormuşsunuz; —dilimde tüy bitti; o sözünü ettigin kizilderiliyide yanina al, bir markete gir, raftan karnini doyurmak icin bir ekmek al ve parasini ödemeden cik bakalim cikabiliyor musun?

    Dilinizdeki tüy sayısı; bizi ilgilendirmiyor, başkalarını ilgilendirdiğini de pek sanmıyoruz. Vücudunuzdaki tüy, kıl ve benzeri şeyleri; konu malzemesi yapmanızı tavsiye etmiyoruz. Ayrıca; siz, yazarken, parmaklarınız yerine dilinizi kullanıyor iseniz; sizi tebrik etmekten başka yapabileceğimiz bir şey yok. Telefonunuza, tabletinize veya bilgisayarınıza sesli komut vererek metinlerinizi yazıyorsanız; işte o zaman dilinizdeki tüy sayısı azalmaya yüz tutmuş olabilir. Size en yakın bir ‘kamu’ hastanesinin ‘kulak-burun-boğaz’ ve ‘dermatoloji’ kliniklerinden randevular almanızı; dilinizde oluşması muhtemel sorunları şimdiden engellemenizi öneriyoruz.

    Sanki o Kızılderili; bir markete girdiğinde, karnını doyurmak için raftan bir ekmek aldığında, eğer para ödeMEZse başına gelecekleri bilmiyor, da, sizin gibi bir şahsın uyarısından sonra aydınlığa kavuşacak.

    Vah vah vah… Ne kadar da ‘cahil’ bir Kızılderili ile karşı karşıyayız.

    ‘İlber Ortaylı’ ve ‘Marxist argüman’; aynı kişiler olmasa da, bu iki kişinin, ‘cahil dedektörlüğü’ konusunda uzmanlık seviyeleri aynı olabilir.

    Şunları sormuşsunuz; —günümüz dünyasinda en temel ihtiyac olan yeme icmeden tutalim kira, su, elektrik gibi ihtiyaclara kadar, parasini ödemeden bu ihtiyaclari kar$ilamak mümkün mü? kapitalist dünyada parasizlik demek aclik, yoksulluk, sefalet icinde ya$amak ve hatta acliktan, susuzluktan gebermek anlamina gelmez mi?

    Anlamakta niçin zorlanıyorsunuz marxist argüman?

    Yazdıklarınız doğru, tespitleriniz doğru, açıklamalarınız doğru.

    İtiraz eden yok ki.

    Siz, sadece ama sadece; ‘kapitalist sistemi betimleme öğretmenliği’ mesleğinizde tıkanıp kalmaya hevesliniz. Bu betimlemeleri yapa yapa ömrünüzü geçirirsiniz marxist argüman. Kapitalistler de, cinayetlerine hızla devam eder.

    Şunu sormuşsunuz; —böyle sacma hikayelerle kendini avutacagina dünyayi anlamak icin biraz kafa yorsan daha iyi olmaz mi?

    Hangi hikayelerin ‘saçma olduğu’nu – hangi hikayelerin ‘saçma olMAdığı’nı belirleyen siz değilsiniz, başkaları da değil. Kendi kendinize yüklediğiniz misyonları burada satmaya gelmişsiniz; argüman tezgâhınızda ne varmış ne yokmuş diye bakmak için tezgâhınızın önünden geçen herkesi müşteriniz zannetmeyiniz marxist argüman.

    ‘Kendimizi avutmak’ mı? Marxist argüman, size daha önce defalarca izah ettik; yakînen hiç tanımadıkları kişiler hakkında tespitlerde bulunmak; ancak ve ancak bazı ‘şarlatan müneccimler’e özgüdür. Siz, ‘şarlatan bir müneccim’ misiniz; bunu bilmiyoruz marxist argüman, çünkü sizi yakînen tanımıyoruz.

    ‘Dünyayı anlamak için kafa yormak’ meselesinde; sizin daha çok çaba sarfetmeniz gerekebilir. Çünkü; Kızılderililerin bile ne amaçlar uğruna mücadele ettiğini anlamakta zorluk çekiyorsunuz, ve otomatikman, Kızılderilileri de ‘cahil kategorisi’ne tıkıyorsunuz. Sadece kendinizi ‘akıllı’; başkalarını ‘cahil’ zannediyorsunuz marxist argüman. ‘GegenStandpunkt’ sizin ‘kutsal web site’niz mi? ‘GegenStandpunkt’ta yazan her şey doğru, başkaları yanlış mı? Siz kendinizi ne zannediyorsunuz marxist argüman? Haddinizi biliniz.

    Şunları yazmışsınız; —insanlar paraya deger verdikleri icin para degerli olmaz; para, günümüz dünyasinda ya$amak, hayatta kalmak icin olmazsa olmaz $arttir. bundan dolayi da herkes para’ya ihtiyac duyar, dahasi para pe$inde ko$turmak zorundadir da.

    Şu kısım hariç ‘insanlar paraya deger verdikleri icin para degerli olmaz’; diğer yazdıklarınız doğru.

    ‘Para’ kendine kendine doğup büyüyen bir organizma değildir. ‘İnsan davranışları’; ‘para’ adlı objeye değerler atfetmiştir. ‘GegenStandpunkt’tan aldığınız kurslar yetersiz kalıyor marxist argüman.

    ‘Parasal sistem’ kendi kendine doğup büyüyen bir hücre değildir. ‘İnsan davranışları’ neticesinde; parasal sistem kurulmuştur marxist argüman.

    ‘Kapitalist sistem’ kendi kendine doğup büyüyen bir hücre değildir. ‘İnsan davranışları’ neticesinde; kapitalist sistem kurulmuştur marxist argüman.

    ‘Sosyo-ekonomik’ bağlamdaki sistemlerin hepsi; kendi kendine doğup büyüyen hücreler değildir. ‘İnsan davranışları’ neticesinde; ‘sosyo-ekonomik’ bağlamdaki sistemler kurulur marxist argüman.

    Şunu yazmışsınız; —peki ya$amak icin para’yi olmazsa olmaz $art olarak insanlara dikte eden güc-otorite kimdir? cevap; devlet

    Cevabınız doğru, ama eksik.

    ‘Devletler’e ve ‘Şirketokrasi’ye karşı AYNI ANDA mücadele etmezseniz; hayatınız, sadece ama sadece ‘kapitalist sistemi betimleme öğretmeliği’ ile geçer marxist argüman.

    Şunu yazmışsınız; —böyle en basit gercekleri bile anlaMAmakta israr eden senin gibi kalin kafali idealistler oldukca kapitalist düzen ilelebet ya$ar.

    ‘Hangi gerçeklerin en basit olduğunu ve bunların nasıl anlaşılması gerektiği’ni belirleyen; siz değilsiniz, başkaları da değil. Kendi kendinize yüklediğiniz misyonları burada satmaya gelmişsiniz; argüman tezgâhınızda ne varmış ne yokmuş diye bakmak için tezgâhınızın önünden geçen herkesi müşteriniz zannetmeyiniz marxist argüman.

    Kimlerin ‘kalın kafalı olduğu’nu – kimlerin ‘kalın kafalı olMAdığı’nı belirleyen; siz değilsiniz, başkaları da değil. Kendi kendinize yüklediğiniz misyonları burada satmaya gelmişsiniz; argüman tezgâhınızda ne varmış ne yokmuş diye bakmak için tezgâhınızın önünden geçen herkesi müşteriniz zannetmeyiniz marxist argüman.

    ‘Kapitalist düzenin ilelebet yaşaması’ meselesine gelirsek;
    Bu tehlikeki durum; sadece ‘kapitalist sistemi betimleme öğretmenliği’ mesleğinde tıkanıp kalmaya hevesli olanların, kapitalistlere karşı mücadeleyi sadece ‘sistemi betimleme öğretmenliği’ sınırları içinde hapsetmesi ile olur. ‘Kapitalistler’e karşı mücadele edilmezse; ‘kapitalizm’ yıkılmaz. Kapitalizm, kendi kendine doğup büyüyen bir organizma değildir; ‘insan davranışları’ asıl unsurdur.

    Marxist argüman;
    Tepeden inmeci (yukarıdan-aşağı yönlü şekillendirici),
    Yüksek perdeden bağıran,
    Kalıpsal-kalıpçı,
    ‘En doğru analizler benden gelir’ maksatlı yazılar yazan,
    Emrivaki,
    İşaret parmağınızı sinirli sinirli sallayıp, metinlerinizi okuyan kişileri hizaya sokmaya meraklı,
    Dayatmacı,
    İnsanların düşüncelerini torna tezgâhından geçirmeye hevesli tavırlarınızdan vazgeçiniz.

    Bu siteyi ziyaret edenlere istikamet vereceğinize, metin zabıtalığı yapacağınıza, bilgi yarışması tertip edeceğinize; kapitalizme karşı mücadelenizde daha fazla efor sarfetmenizi öneriyoruz marxist argüman.

    [1] Günümüzdeki ‘para’ nasıl yaratılır? Dünya genelinde; ‘para mekanizmaları’ nasıl işler?

    [2] ‘Para’ya ve ‘para mekanizmaları’na karşı mücadele etmek için; sadece ama sadece (‘marxist argüman’ın yaptığı gibi) ‘kapitalist sistemi betimleme öğretmenliği’ yapmak yeterli mi? Cevap: Yeterli değil.

    Şunu yazmışsınız; —düzenin siyasi ve ekonomik aktörlerine bir takim ‘kötü’ etiketler yapi$tirmanin sistem ele$tirisiyle alakasi yoktur. sözkonusu o ‘kötülükler’, tek tek aktörlerin ki$ilik-karakterilerinden bagimsiz olarak var olan olgulardir. sömürü, sömürme heveslisi i$verenler oldugu icin var degildir; özel mülkiyetin ve para’nin-sermayenin cogalimi-birikimi kurumsal bir olgudur; devletin, yasasi ile insanlari mecbur ettigi bir durumdur; devletin, ‘ücretli i$cilik’ ile kurumla$tirdigi bir durumdur. günümüz dünyasinda ya$amak icin olmazsa olmaz $art para’dir. bir i$veren de ya$amak icin para’ya ihtiyac duyar; ve yaptigi i$i para kazanmak amaciyla yapar. özel mükiyeti ve para’yi esas alan ekonomik organizasyonu yasasi ile yürülüge koyan, gözeten garantör güc devlettir; devlet’in ekonomi politikalaridir.

    Tespitinizi kurarken, en önemli noktayı atladığınız için; gerçeği ıskalıyorsunuz marxist argüman.

    ‘Parasal sistem’ kendi kendine doğup büyüyen bir hücre değildir. ‘İnsan davranışları’ neticesinde; parasal sistem kurulmuştur.

    ‘Kapitalist sistem’ kendi kendine doğup büyüyen bir hücre değildir. ‘İnsan davranışları’ neticesinde; kapitalist sistem kurulmuştur.

    ‘Sosyo-ekonomik’ bağlamdaki sistemlerin hepsi; kendi kendine doğup büyüyen hücreler değildir. ‘İnsan davranışları’ neticesinde; ‘sosyo-ekonomik’ bağlamdaki sistemler kurulur.

    Mesele şurada başlıyor; ‘düzen’ (sayfada yazıştığımız konu; ‘kapitalist düzen’) kendi kendine hareket eden bir organizma değil. ‘Düzen’; kendi kendine var olmaz, kendi kendine doğmaz, kendi kendine büyümez. Bütün bu ‘düzen’; ‘insan davranışları’nın neticesi. Kapitalist düzeni sarsmak için; kapitalist kişilere karşı mücadele etmek zorundasınız, bir kez daha, altını çize çize yazıyoruz; düzeni insanlar inşa eder, hiçbir düzen kendi kendine kurulmaz. ‘Devlet binaları’, ‘başbakanlık konutu’, ‘cumhurbaşkanlığı konutu’, ‘parlamento binaları’, ‘şirketlerin & holdinglerin binaları, tesisleri, fabrikaları’, ‘KOBİ’lerin tesisleri’ ve benzerleri; tek başına sadece birer objedir o kadar. Bütün bunları yaratan, ve sömürmek için çırpınan ‘kapitalist kişiler’i hedefe koymadığınız müddetçe; kapitalist düzene karşı mücadele kadük kalmaya mahkûmdur. Buraya daha önce, kilit noktadaki kapitalist kişilerin isimlerini tek tek yazmıştık. Bu, ‘kilit noktadaki kapitalist kişiler’e karşı mücadele etmediğiniz sürece; sadece ‘kapitalist düzeni betimleme öğretmenliği’ kalıbınızda sıkışıp kalırsınız marxist argüman.

    ‘Para’ denen şey; tek başına bir obje olarak, herhangi bir anlam ifade etmez. İnsan, ‘para’ adlı objeye anlam atfetmeye başladığı an; bu obje, değer kalıplarına sokulur. Aynı şekilde; ‘altın’, ‘gümüş’, ‘elmas’, ‘yakut’, ‘pırlanta’, ‘zümrüt’, ‘platin’ ve diğer binlerce element & maden & alaşım türü de tek başına birer obje olarak, herhangi bir anlam ifade etmez. ‘İnsan davranışları’ neticesinde; bütün bunlara, binyıllar boyunca anlamlar atfedilmiştir ve günümüze değin kullanılagelmiştir. Bugün devam etmekte olan ‘parasal sistem’in kökü; İngilizce tabirle ‘fiat money’, Almanca tabirle ‘fiatgeld’, Türkçe tabirle ‘itibarî para’dır.

    ‘Fiat’ kelimesi, kök olarak; Latincedir. Türkçe’ye (kabaca ve özetle); ‘bırak olsun’, ‘olacak’ şeklinde tercüme edilebilir. Kapitalistlerin meşhur motto’su; ‘Laissez faire et laissez passer’ & ‘Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler’ ifadesiyle çağrışım yapar. Zibidi Necip’in mentor’u ‘Adam Smith’in icat ettiği ‘The Invisible Hand’ & ‘Piyasaları düzenleyen görünmez el’ tabirinin kökü de ‘fiat’ kelimesine kadar gider.

    [Not: Yukarıda sıraladığımız element & maden & alaşım türlerine ve daha fazlasına; ‘sosyo-ekonomik’ bağlamda atfedilen, yani insanların atfettiği anlamlarla; bütün bunların bilim-teknoloji-tıp-ecza ve benzeri sahalarda kullanılan anlamları birbirinden farklıdır. Mesele; bütün bu element & maden & alaşım türlerine kökten karşı çıkmak değil, ‘kapitalistlerin kurduğu hegemonyaya karşı mücadele etmek’tir.]

    Dünya genelinde ‘merkez bankası (MB)’ kavram ve kurumunun doğuşu; ilk bakışta, her ne kadar devletlerin kasası uğruna olduğu sanılsa da, piyasa geneli dikkate alındığında; devletlerin fonksiyonunu da kapsayan (fakat, devletlerin üzerinde egemenlik kurma amacı gütmeyen) bir temele dayanır. ‘Devletler’ ve ‘merkez bankaları’; omuz omuza hareket eder; fakat, dünya genelinde devletlerin pek çoğu, merkez bankalarını ‘özerk bırakma’ya ya mecbur kalmışlar, ya da öyle görüntü vermek istemişlerdir. ‘Özerk bırakma’larına sebep olan ise; devletlerin kendi varlıklarına, piyasaların bir tehdit unsuru doğurMAması için, merkez bankalarına özerklik statüsünü kanunen atfetmeye karar vermeleridir. ‘Paranın yaratılması için gidilebilecek yegâne kurum’un merkaz bankaları olmasının dünya genelinde kabul görmesiyle, merkez bankalarına; ‘Lender of Last Resort’ denir. (Fransızca’dan devşirilmiştir; ‘dernier ressort’.)

    Günümüzde işleyen mekanizma, daha girifttir. Dünya genelinde merkez bankalarının asli görevi; ‘fiyat istikrarını sağlamak’tır. Öncelikle, her merkez bankası, ülkelerindeki enflasyon hareketlerini dizginleyebilmek için; ‘parasal sıkılaştırma & gevşeme’yi ve ‘faiz mekanizması’nı kullanır.

    İktisadın ‘kapitalist versiyonu’na göre; ‘enflasyon sebep, faiz sonuçtur.’

    İktisadın ‘Recep Tayyip Erdoğan versiyonu’na göre; ‘faiz sebep, enflasyon sonuçtur.’

    Zibidi Necip’in öğretmeni Turgut Özal’ın ‘atılımları’ sonrasında, 1990’lı yıllar Türkiye’sinde, enflasyon oranı çift hanelerde ve bunun sonucu olarak faiz de çift hanelerde olduğu hâlde; Türkiye’yi cazip bir piyasa olarak değerlendiren yabancı yatırımcılar Türkiye’ye gelmeye devam etti.

    2007-2008’den sonra ise; enflasyon oranı tek hanede ve bunun sonucu olarak faiz de tek hanede olmasına rağmen; yıllardır Türkiye’de olan yabancı yatırımcılar, ‘Recep Tayyip Erdoğan diktatörlüğü’ nedeniyle ekonomideki risklerin arttığını sezip Türkiye’den çıkış yolları aramaya başlamakta, Türkiye’nin cazip bir piyasa olmaktan uzaklaştığını gören diğer potansiyel yabancı yatırımcılar da; yatırım plânlarını başka ülkelere kaydırmaktadır.

    Enflasyonu dengelemek ve düşürmek için, MB’nin faiz mekanizmasını kullanması (yani, kısaca; ‘1 haftalık repo faizi oranı’nı yükseltmesi) doğru bir hamledir; fakat tek başına çözüm getirmez, palyatiftir. Kapitalist sistemin dayatmasına göre; eğer bir ülke ‘kapitalist yapısal reformlar’ yapmazsa, enflasyona karşı mücadele etmekle mükellef kurumlardan biri olan MB’nin faizi yükseltmesi hiçbir etki yaratmaz. O ülkeden beklenen asıl şey; kapitalist sisteme uyum için kapitalist yapısal reformların yapılmasıdır.

    [Not #1: Bir ‘nüans’tan bahsedelim. Recep Tayyip Erdoğan’ın eşref saatine ayak uydurabilecek; Qatar, Bahreyn, Tunus, Fas, Malezya, Azerbaycan, Kazakistan, Dubai gibi mekânlardan Türkiye’ye yatırımcı gelmesi ihtimali artarken; ‘Batı’lı mekânların yatırımcıları, artık, eskisi kadar, Türkiye’ye yatırım yapmakta iştahlı olmadıklarını alenen gösteriyorlar. Aslında, ‘yaşam tarzı müsamereleri’ dışında değişen bir şey yok; ha kel Hasan, ha Hasan kel. ‘Yaşam tarzı bağlamında Doğu mayalı’ kapitalist yatırımcılar Türkiye’ye gelir, ‘yaşam tarzı bağlamında Batı mayalı’ kapitalist yatırımcılar Türkiye’den gitmeye eğilimlidir. ‘Sömürmek’ ise; ağırlaşarak devam eder! Peki zibidi Necip ne mi yapar? Otomotiv sektöründe faaliyet gösteren KOBİ-irisi şirketindeki koltuğundan ‘maltron klavyesi’ ile hönkürmelerini sürdürür!]

    [Not #2: Recep Tayyip Erdoğan’ın bağırmasından ürken merkez bankası para politikası kurulu (‘Murat Çetinkaya’ başkanlığında kurul üyeleri); enflasyonla mücadele etmek için ‘1 haftalık repo faiz oranı’nı yükseltemiyor! Önceki başkan ‘Erdem Başçı’nın icat ettiği ‘faiz koridoru’ndan istifade ederek, Çetinkaya ve kurul üyeleri, fırsat bu fırsat deyip; ‘G.L.P.; Geç Likidite Penceresi faiz oranı’nı yükselterek, bankaları, bu faiz oranını kullanmaya yönlendiriyor. Böylelikle merkez bankası; hem enflasyonu dizginlemeye uğraşıyor, hem döviz kurlarındaki dalgalanmanın boyunu kısaltmaya uğraşıyor, hem de RTE’den faiz konusunda azar işitMEmek için ip üstünde cambazlık yapıyor!

    6 Haziran 2017, MB’nin uyguladığı ‘1 haftalık repo faizi oranı’: %8 (Merkez Bankası, RTE’den korktuğu için bu oranı yükseltemiyor!)

    Mayıs 2017, Türkiye’nin enflasyon oranı: %11.72

    6 Haziran 2017, MB’nin uyguladığı ‘G.L.P. faiz oranı’: %12.25

    Yabancı yatırımcılar, MB’nin böyle bir cambazlık yapmaya mecbur bırakıldığının farkında!

    Yabancı yatırımcılar, RTE’nin, piyasalar üzerinde hegemonik hamlelerini arttırarak sürdürmesinden ötürü; MB’nin elindeki dengeleyici imkânların azalmaya yüz tuttuğunu, o meşhur ‘MB, özerk bir kurumdur!’ statüsünün tamamen kof çıktığını, Türkiye ekonomisinin geleceğe dönük güven verMEdiğini sezip; yavaş yavaş, Türkiye’deki varlıklarını satışa çıkarmaya veya başka ülkelere kaydırmaya başladı!

    RTE’nin eşref saatine ayak uydurabilecek ‘Doğu mayalı’ yabancı yatırımcıların kalibresi ise; Türkiye ekonomisinin hacmini taşıyabilecek kadar kuvvetli değil!

    Kapitalist bakış açısına göre; şu an, piyasalara ‘tam anlamıyla belirsizlik’ hakim!

    Zibidi Necip’in, Recep Tayyip Erdoğan’ı kucaklamasının temel sebebi; KOBİ-irisi şirketini kurtarıp, kâr maksimizasyonunu eritMEmektir! Ama başaramayacak; zibidi Necip’in şirketi de batmaya mahkûm!

    Kapitalist bakış açısına göre; zibidi Necip’in şirketini kurtarabilmesi için iki yol gözüküyor;

    (1) Su ve petrol karışımı yeni bir yakıt icat ederek, bu yakıtla çalışan motor ve otomobil üretmeyi becerip, bunun bütün patentlerine de sahip olarak, seri üretime geçip, ihracat yaparak paçasını kurtarabilir. (‘Innovation’ is saviour!)

    (2) ‘Uçan araba’ için, ciddi AR-GE altyapısı ile kafa patlatıp otomobiller üretecek, ana otomotiv endüstrisine üretim yaptığı KOBİ yan-sanayi segmentinden sıyrılıp (yine, patentleri ile birlikte); şirketini kurtarabilir. (‘Innovation’ is saviour!)

    (3) Zibidi Necip’in şirketi de, kendisi de batacak! Eğer RTE’nin ‘teşvik paketleri’ ile zibidi Necip kendini kurtarabileceğini sanıyorsa; avucunu yalar!]

    Dünya genelinde, binyıllardır, en az sorgulanan ‘inanç’lardan biri; ‘para’nın nasıl yaratıldığıdır.

    ‘Para yönetimi’nin; mekanizmalarını, politikalarını, işleyişini kim, kimler belirler? Ve toplumun dikkate bile alınmayan büyük çoğunluğunu gerçekten nasıl etkiler?

    Nasıl oluyor da; dünyada nüfusun %1’i, gezegenin gelirinin %40’ına sahip olabiliyor?

    Nasıl oluyor da; fakirlik ve iyileştirilebilir hastalıklardan dünyada her gün 34 bin çocuk ölebiliyor, ve nasıl oluyor da; dünya nüfusunun yarısı günde 2 dolardan daha azı ile yaşamaya mahkûm edilebiliyor?

    İster dikkate alalım veya almayalım, tüm kurumların ve toplumun kendisinin yaşam sıvısı; ‘para’dır.

    Finansal jargonun sonu yokmuş gibi olan deyimleri, korkunç matematiksel ifadeleri; insanları, onu anlama çabalarından hemen vazgeçirir.

    Gerçek şudur; finansal sistem, kasten karışık gösterilir, aslen sadece bir maskedir. İnsanlığın tahammül etmek durumunda kaldığı en büyük sosyal engellemelerden birini örtbas etmek için yaratılmıştır.

    Mayıs 1968’de, Amerikan Merkez Bankası’nın (Federal Reserve; ‘FED’) Chicago başkanlık birimi; ‘Modern Para Mekaniği’ adlı bir belge yayınladı. Bu belge; ‘kurumsal para yaratma’nın pratiğini açıklıyordu. Bu belge; ana destekçi FED ve global bankacılık ağı tarafından günümüzde hâlen kullanılır.

    [Not: Pek çok ülkenin para yaratma mekanizması; aşağıda okuyacağınız açıklamalar ile küçük farklılıklar gösterse de aynıdır.]

    İncelemek isteyenler için PDF;

    http://www.rayservers.com/images/ModernMoneyMechanics.pdf

    İlk sayfasında belgenin amacı açıklanır. ‘Bu belgenin amacı; değişken rezervli bankacılık sisteminde para yaratmanın basit yöntemini tanımlamaktır.’

    Sonra, bu ‘değişken rezerv işlemleri’ için öncelikli olan çeşitli bankacılık terimlerini açıklar.

    İşlerin nasıl yürüdüğünü basitçe açıklarsak;

    [1] ABD hükümeti, para ihtiyacının olduğuna karar verir.

    [2] FED’i arayıp (diyelim ki) 10 milyar dolar talep eder.

    [3] FED şöyle cevap verir; ‘elbette, o zaman biz de sizden 10 milyar dolarlık devlet tahvili (borç senedi) alalım.’

    [4] Böylece hükümet biraz kağıt alıp, üzerlerine resmi görünen yazılar ve şekiller (FED’in legal mührü, başkanın imzası, ve kurulun tasarladığı diğer şekiller) çizer, ve bunlara ‘hazine bonosu’ ismini verir. Sonra bunların üzerine; toplamı 10 milyar dolar olacak şekilde ‘değer’ler atfeder. Ve bu bonoları, FED’e gönderir.

    [5] Sıra FED’de. Etkileyici görünüşte kağıtlar hazırlamaya başlarlar. Ve onlara ‘banknot’ ismini verirler. (Yani devlet legal tahakkümle ‘bono’ yaratıp FED’e gönderir. FED’de bu bonolara karşılık gelecek şekilde ‘banknot’ yaratıp devlete gönderir. Takas sağlanmış olur.)

    [6] Alışveriş tamamlandığında, hükümet 10 milyarlık FED banknotlarını alır, ve bir bankaya yatırır. Bu işlemle birlikte banknotlar ‘resmen’ para olurlar, ve ABD para stoklarına eklenirler.

    [7] İşte oldu! 10 milyar yeni para, yaratıldı!

    Elbette, yukarıda izah ettiğimiz işlem; bir genelleme.

    Bu işlemlerin tamamı elektronik ortamda gerçekleşir, kağıt kullanmaya bile gerek yoktur.

    Aslında, Amerikan dolarının sadece %3’ü fiziksel olarak mevcuttur. Geri kalan %97’si; bilgisayarlardadır.

    Mekanizma nasıldı; devlet eliyle; hazine bonoları, borç enstrümanı olarak dizayn edildi. Ve FED, bu bonoları aldı. Karşılığında, ‘banknot’ (para) verdi.

    Devlet aslında bu parayı FED’e ödemek için söz vermektedir. Daha açık ifadeyle; ‘para, borçlanarak yaratılmaktadır.’

    Bu paradoks; ‘para’ ya da ‘herhangi bir değer’ borçlanarak yaratılabiliyor.

    Detaylandıralım;

    [1] Yukarıda bahsettiğimiz takastan sonra, devletin eline geçen para, bir banka hesabında duruyor.

    [2] ‘Değişken rezerv pratiği sistemi’ne göre; bu 10 milyar dolarlık hesap, doğrudan, yatırılmış olunan bankanın rezervine dahil oluyor.

    [3] Bütün banka hesaplarındaki paralar gibi, ‘Modern Para Mekaniği’nde belirtilen rezerv koşullarına göre kural; ‘Bir banka, kendi hesaplarına yatan miktarın belli bir oranı kadar karşılık sağlamalıdır.’ Ve bu konu hakkında belirtilen oran şu; ‘Yürürlükteki yasal düzenlemelere göre; rezerv karşılığı oranı (neredeyse) tüm hesaplar için %10’dur.’ Sonuç; 10 milyar dolarlık hesabın %10’u, yani 1 milyarı ‘karşılık olarak’ ayrılır. Kalan 9 milyar ise, bankanın parası olarak değerlendirilir.

    [4] Bu temele göre, bahsi geçen 9 milyar dolar; ‘yeni borçlar yaratmak için’ kullanılabilir. Mantıken, bu 9 milyarın, kesinlikle 10 milyar dolarlık mevduattan geldiğini düşünüyoruz. Ama asıl olay gerçekte bu değil!

    [5] Asıl olan şey, bu 9 milyarın bir anda havadan yaratılıp; varolan 10 milyar dolarlık mevduata eklenmesidir. Bu da, piyasadaki para miktarının nasıl arttığının göstergesidir!

    [6] ‘Modern Para Mekaniği’ belgesinde belirtildiği gibi; ‘elbette onlar’ (bankalar), mevduat olarak topladıkları paraları aslında borç ödemek için kullanmazlar. Eğer bunu yapsalardı, yaratılacak fazladan para olmayacaktı. Borç vermek için yaptıkları, sadece, borç senetleri almaktır; yani ‘kredi sözleşmeleri’. Karşılığında da borçlunun hesabına, krediyi, yani parayı aktarırlar. Diğer bir deyişle, 9 milyar; yoktan var edilir. Çok basit; çünkü böyle bir ‘borç’ için ‘talep’ vardır. Ve rezerv gereksinimleri için açılmış 10 milyar dolarlık bir de hesap.

    [7] Bir kişinin bu bankaya gittiğini ve bu kullanıma hazır yepyeni 9 milyar dolardan borç aldığını varsayalım. Büyük ihtimalle bu kişi, bu parayı alıp, kendi banka hesabına yatıracaktır. (X bankasından alıp, Y bankasına aktarmak.) Mekanizma, kendini tekrar eder. Para, yeni bankanın rezervlerine dahil olur. (Y bankasına dahil olur.) Y bankası (mevzuat hükümlerine göre) %10 karşılık olarak ayırır, ve bu sefer 9 milyarın %90’ı (ya da ‘8.1 milyar’ı) yeni yaratılmış para olarak, daha fazla borç vermek için kullanıma hazırdır. Tabii ki; bu 8.1 milyar tekrar borç olarak Y bankasından başka bankalara veya müşterilere verilebilir, ve böylece ilave bir 7.2 milyar, sonra 6.5 milyar, sonra 5.9 milyar… yaratılır. ‘Borçtan para yaratma döngüsü’; teknik olarak sonsuza kadar sürer. Matematiksel sonuç olarak; başlangıçtaki 10 milyar dolardan yaklaşık 90 milyar dolar yaratılabilmektedir! Diğer bir ifadeyle; bankacılık sisteminde oluşan her mevduattan, yaklaşık 9 kat daha büyük bir miktar; ‘yoktan var edilebilir!’ Böylece, ‘değişken rezervli bankacılık sistemi’nde; paranın nasıl yaratıldığını izah ettik.

    [8] Aklımıza, mantıklı ama aldatıcı bir soru gelebilir; bu yeni yaratılmış paraya ‘değerini veren’ nedir? Cevap; piyasada zaten bulunan paradır. Yeni para, aslında piyasada bulunandan ‘değer çalmakta’dır. Havuzda bulunan toplam para, ürün ve hizmet taleplerine aldırmaksızın artmaktadır. ‘Arz’ ve ‘talep’, piyasadaki dengeyi belirlediğinden, fiyatlar yükselir ve U.S. Dollar’ın alım gücünü azaltır. Buna ‘enflasyon’ denir. Ve enflasyon; aslında, toplumun üzerinde gizli bir ‘vergi’dir. Genellikle size önerilen nedir? Şu; ‘tedavüldeki parayı arttırın’. ‘Paranın itibarını azaltın’ demezler. ‘Paranın değerini düşürün’ demezler. Zaten güvende olan, kapitalist piramitin tepesindekilere bir şey demezler; ama ‘faiz oranlarını düşürün’ derler! Gerçek hile; paranın değeri tahrif edilerek yapılmıştır zaten. Parayı yoktan varettiğimizde hiçbir kazancımız olmaz; çok konuşulan ‘sermaye’ haricinde tabii ki. Şimdi, aklımızı kurcalayan şu; bu düzenle, enflasyon problemini çözmeyi nasıl bekleriz?

    [9] Mevcut para miktarını arttırmak; daha fazla enflasyona yol açar. Bu iş; tabii ki düzelmez. Enflasyon, ‘değişken rezervli mali büyüme’nin tabiatında vardır. Mevcut para miktarındaki artış, ekonomideki ürün ve hizmetlerle orantılı bir şekilde büyümezse; paranın değeri sürekli düşecektir. Aslında, Amerikan dolarının değerinin piyasadaki para miktarına olan oranına tarihte kısa bir göz atacak olursak, konuyu daha iyi yansıtacaktır. Ters orantı apaçık. 1913’teki 1 dolara; 2007’deki 21.60 dolar karşılık gelmektedir. Bu, Federal Rezerv kurulduğundan bu yana %96 devalüasyon olduğu anlamına gelir. Bu doğal ve bitip tükenmez enflasyon gerçeği, absürd ve ekonomik olarak bindiği dalı keser gibi görünür. Aslında, finansal sistemimizin gerçekte nasıl işlediğini anlatmaya; absürd ifadesi bile yetersiz kalır. Finansal sistemimiz açısından para, borçtur. Ve borç, paradır. Daha fazla para demek, daha fazla borç demektir. Daha fazla borç demek, daha fazla para demektir. Başka şekilde ifade edersek; cebinizdeki her dolar, birinin başka birilerine borcudur. Hatırlayın; paranın ortaya çıkmasının tek yolu ‘borçlanmak’tır. Bu nedenle, eğer ülkedeki herkes, hükümet dahil borçlarını ödeyebilecek olsaydı; tedavülde bir tek dolar bile olmazdı. ‘Eğer para sistemimizde borç olmasaydı; hiç para da olmazdı.’ (Marriner Eccles, ABD Merkaz Bankası [FED] Başkanı, 30 Eylül 1941)

    [10] Paranın; ‘krediler yolu ile ortaya çıkarılan borçtan türetildiği’ni izah ettik. Bu krediler, bankaların rezervlerine dayalıdır. Ve rezervler de, yatırılan mevduatlara dayalıdır. Ve ‘kısmi ihtiyata dayalı rezerv sistemi’ ile yatırılan her tutar, orijinal değerinin 9 katı para yaratabilir. Sonuç olarak; piyasadaki paranın değerini düşürerek toplumdaki fiyatları artırır. Ve tüm bu para, borçtan türetildiği için, ve ticaret yolu ile piyasada serbest dolaştığı için; insanlar asıl borçlarından ayrı düşerler. Bunun sonucu olarak da, insanların hayatlarını sürdürebilmek üzere gerekli parayı temin edebilmek amacıyla; sürekli iş için rekabet etmek zorunda bırakıldığı, sürekli bir dengesizlik hâli ortaya çıkar.

    Her ne kadar işlemez ve ters gibi görünse de, bu denklemin dışında bıraktığımız bir şey daha var. Sistemin kendisinin hilekâr yapısını ortaya koyan elemanı da budur; ‘faiz uygulaması.’ Devlet, FED’den borç aldığında, veya herhangi bir kişi bankadan borç aldığında; aşağı yukarı her zaman ham bir faizle geri ödemek durumundadır. Diğer bir deyişle; varolan her bir dolar, eninde sonunda bankaya iade edilmek durumunda, ve üstüne de faiz ödenmek durumundadır. Ama, eğer bütün para ‘Merkez Bankası’ndan borç alınarak yaratılmış, ticari bankalar tarafından kredi olarak verilerek şişirilmiş ise, para sistemi içinde yaratılmış olan para; aslında, ‘anapara olarak nitelendirebileceğimiz para’dır. Peki o zaman faiz olarak ödenecek olan para nerede? Hiçbir yerde! Öyle bir para yoktur! Bunun sonuçları ise inanılmazdır. Bankalara geri ödenmesi gereken para, her zaman piyasada olan paradan fazla olacaktır. İşte bu nedenle; piyasada enflasyon, ekonomide sabittir. Sistemdeki sürekli açığı kapatmaya yardımcı olmak için, sürekli yeni paraya ihtiyaç vardır. Bunun sebebi de; ödenmesi gereken faizlerdir. Bunun bir diğer anlamı; ‘temerrüt ve iflas matematiksel olarak sistemin bir parçasıdır.’ Her zaman toplumda cebi delik olanlar ve şanssızlar olacaktır. Bu durum ‘müzikli sandalye oyunu’na benzetilebilir; müzik durduğunda, birisi mutlaka açıkta kalır. Amaç budur. Sistem istisnasız olarak, bireylerin varlıklarını bankalara aktarmaktadır. Eğer mortgage kredinizi ödeyemezseniz; malınızı elinizden alırlar. Bu durum, ‘kısmi ihtiyat sistemi’ yüzünden, ödeme zorluğunun kaçınılmaz olduğunu bildiğiniz zaman, daha da çileden çıkarıcı hâl almakta. Hele bankanın size kredi olarak verdiği paranın, yasal olarak aslında varolmadığı düşünülürse!

    [11] ‘Modern Para Mekaniği’nin kredilerle ilgili tabirini hatırlayınız. Bankaların, kredi verdiklerinde yaptıkları iş; kredi karşılığında senet kabul etmektir. ‘Kredi alışverişi’ ile para rezervinde bir değişiklik olmaz. Ancak, yatırılan paralar, tüm bankacılık sistemine yeni giren para anlamına gelmektedir. Diğer bir ifadeyle; para, bankanın hâlihazırdaki varlıklarından gelmez. Banka bu parayı, kağıt üzerindeki sorumlulukları hariç; kendinden hiç bir şey katmadan türetir. Bankalardan her kredi alışınızda, adı ‘mortgage’ olsun, ‘kredi kartı’ olsun, ‘konut, taşıt kredisi’ olsun; size verilen para, sadece sahte olmakla kalmaz, aynı zamanda kanuni olarak bir kıymet de taşımaz. Geri ödeme sözleşmenizi geçersiz kılar. Zira banka, daha yolun en başında; size vereceği paraya zaten sahip değildi. Ne yazık ki; bunun gibi ‘yasal farkına varma olayları’ örtbas edilir ve görmezden gelinir. Böylece; ‘sürekli varlık transferi’ ve ‘sürekli borç oyunu’ devam eder.

    Bu da bizi esas soruya getirir; neden? Federal Rezerv tarafından uygulanan ‘kısmi ihtiyat sistemi’, dünya bankalarının önemli bir kısmı tarafından kullanılmakta olup, esasında ‘modern bir kölelik sistemi’dir. Düşünün; para, borçtan yaratılıyor. İnsanlar borçlu olunca ne yapıyor? Borcu ödeyebilmek için çalışmayı kabul ediyor. Ama eğer para, ancak borç alarak yaratılıyorsa; toplumun borçtan kurtulması nasıl mümkün olabilir? Olamaz! Amaç budur zaten!

    Varlıklarını kaybetme korkusu,
    Sistemin yapısında olan sürekli borçluluk hâli ve enflasyon,
    Para stokunun yapısında olan, asla geri ödenmesi mümkün olmayan, faiz tarafından yaratılan, kaçınılması mümkün olmayan kıtlık hâli,
    Sadece piramidin en tepesindekilerin kaymağını yediği plütokratik hegemonya;
    Piramitin altındaki insanları hamster tekerleğinde koşturur, piramiti ayakta tutan milyonlarca maaş kölesini hizaya sokar!

    Günün sonunda, gerçekte kimin için çalışmış oluyorsunuz? Bankalar için! Para bankada yaratılır, ve istisnasız olarak bankaya geri döner! Gerçek efendiler; destekledikleri şirketler ve hükümetlerle birlikte onlardır! Fiziksel olarak kölelik; insanlara ‘aş’ ve ‘barınak’ sağlamayı gerektirir. Ekonomik kölelik ise insanları, bunu, kendi başlarına yapmak zorunda bırakır. Ustalıkla tertiplenmiş bir tezgâh! Ve temelinde; insanlığa karşı örtülü bir savaş yatar. Borç; toplumları ele geçirmek ve köleleştirmek için bir silah, faiz de birincil cephanesidir. Çoğunluk bu gerçeğe duyarsız iken; bankalar, hükümetler ve şirketlerle birlikte ekonomik savaş taktiklerini mükemmelleştirmeye ve genişletmeye, ‘Dünya Bankası’ ve ‘Uluslararası Para fonu (IMF)’ gibi yeni üsler edinmeye, aynı zamanda yeni bir tip asker geliştirmeye devam ederler; ‘ekonomik tetikçiler’!

    Yukarıda isimlerini yazdığımız listedeki kişilerin, ‘kilit noktadaki kapitalist kişiler’ olduğunu size daha önce açıklamıştık marxist argüman. Günümüzün parasal sistemi, o kişilere göbekten bağlıdır. ‘GegenStandpunkt’tan devşirdiğiniz gücünüz yetiyorsa, ‘devrim’i çabucak yapmaya meraklıysanız; ‘parasal sistem’i kaldırmayı deneyin bakalım, becerebilecek misiniz. Banka yöneticilerine, şirket yöneticilerine karşı mücadele etmeden; ‘parasal sistem’i kaldırabiliyor musunuz – kaldıramıyor musunuz; deneyin de görün bakalım.

    Siz, sadece ‘devlet’i hedef tahtanıza koyup, ‘şiketokrasi’yi önemsemezseniz; zibidi Necip’in kuklası olursunuz marxist argüman.

    Siz, sadece ‘kapitalist sistemi betimleme öğretmenliği’ yapıp, bu sistemi sarmalayan kişileri önemsiz sayarsanız; kalan ömrünüzü, betimleme yapa yapa geçirirsiniz marxist argüman.

  940. Temiz beyin, temiz bedende olur

    Sayın “sigara kartelleri ve Kızılderililer”i yazan
    Araştırmacılar Kızılderileler’i idealliştirmenin aslında sana benzer köle doğmuş, köle büyümüş, köle ölecek modern insanlar arasında yaygın olduğunu ve nedenini bilirler. İdealleştirmeyle Kızılderilelerin insan oldukları reddedilir, insan ama “imkansız insan” olur. Böylece idealleştirenler köleliğin insanın normal niteliği olduğu huzur ve rahatına kavuşurlar.
    Bir Fransız çoktan, “insanlar arasında ele avuca sığmayan küçük çocuklar hariç nereye baksam özgürlük görüyorum, o halde insanlar seve seve kölelik ederler”, dedi.
    Kesin bilinen Kızılderilelerle yaşam arasında milyonları aşan pezevenkler olmayışı. Sen ve sana benzeyen milyarlarca insan ancak ve ancak pezevenklere para vermekle arzu ettiğinize kavuşursunuz. Kızılderilelerin siz ve bu siteyi dolduranlar gibi adi kölelere döndürülmüş insanlar olmayışı içinizi kemirir. Kurtulmanın tek çaresi onları idealleştirmek.
    Ama idealleştirme daha çok zengin ülkelerde yapılır. Zengin ülke enayileri kendilerini dünyanın merkezi sayarlar, cahillikleri sizinki gibi sonsuz, sürekli terapi ararlar, kimyasal maddi ilaçlar veya manevi propaganda ilaçlarıyla yaşarlar. Zengin sefilleri bu sitede bulmak önce beni şaşırttı. Daha sonra modern ve zengin sizlerin önce Atatürk falan filan, sonra Marksizm falan filan, anarşizm falan filan ve şimdi İslamcılık falan filanla iyice bellenip beslendiğinizi düşününce şaşkınlığım bertaraf oldu. Siz fazla yemişsiniz çıkaramıyorsunuz. Bankalar gibi birikim çok, boşalım yok. Tüketicilik sizde yan etkileri yaratmış.
    Ben sigarayı çok severim. Hemen sizin sonradan görmüş yeni halis Türk orta sınıf nesil ucubesi olduğunu anladım. Siz bana 18. ve 19. yüz yılda Avrupa’da ev ev dolaşıp fakir fukarayı ıslah etmek isteyen burjuva karılarını hatırlattı. Siz yoksa ISIS püritenlerinden misiniz? ISIS ve Devletler içki ve sigara içenlerin, uyuşturucu madde kullananların iyi asker olmaycaklarını bilirler. Burjuvalar da iyi işçi peşindeydiler.
    Sanırım siz çevreci, bir iklim değişikliğiyle yakından ilgilenen, alternatif enerji falan filanını ciddiye alan, sigara zararlarını duymuş falan filanlardansınız.
    Benim dünyamdan iki fıkra:
    1. Sigara içmek istatistiklere neden olur.
    2. Afişlere “sigara yavaş yavaş öldürür”, yazılır. Arkadaşlarım, “acelemiz yok”, eklediler.
    Bir şey daha kesin. Siz köleliğnizle uğraşacağınıza tadını çıkarıyorsunz. Aferim, kuzum!

  941. “Evet/hayır la büyümenin zararları.”

    Vardir, muhakkak.

    Peki, ya, buyuMEmenin zararlari?

  942. 21 no'ya teşekkürler

    Argumentum ad Hominem’lerinizle vermediğiniz -pardon verdiğiniz- yanıtlar için teşekkürler.

  943. Duman vs Bilgisayar

    Dumanla haberleşen Kızılderililer gibi doğal yöntemler kullanmak yerine medeni yöntemlerle kendini ifade eden doğalcı arkadaşın tutarlılığını tebrik ederim.

  944. medeniyet falan filan

    “Sayın ‘pipsqueak’e veya ‘DOPE’ye defalarca izah ettik; anlamak isteMEdi: Kendisi; ‘medeniyet’e karşı olduğunu zannediyor, ama değil. Sayın ‘pipsqueak’; aslen, ‘modernite’ye karşı; bunu anlaması biraz vakit alabilir.”
    Ben mucizelere inandığım için sizin bir türlü anlamadığınız, bana apaçık size kapkaranlık olanı bir daha anlatacağım. Medeniyet tanımı çok sayıda ve konuyu sözcük anlamlarına kaydırmak istemiyorum.
    Dünyanın en dandik ansiklopedisi https://tr.wikipedia.org/wiki/Uygarl%C4%B1k
    “uygarlık” başlığı altında tanımlar. En alt paragrafta bakla nerdeyse ağızdan çıkar.
    Uygar kelimesi, YERLEŞİK HAYATA İLK GEÇEN Türk kavimi olan Uygurlardan gelmektedir.
    Demek Türkler yerleşik yaşama geçmeden önce belki uygar-medeni değillerdi.
    “English”e tıklatmanızda yarar var: laf kalabalığına boğma daha az.
    Çok basit yüzeyde kalalım. Bakın
    https://en.wikipedia.org/wiki/Arnold_J._Toynbee
    Neden acaba Toynbee salt 26 “civilizations” tanımladı. Cevap çok açık. Sizin mensup olduğunuz ve sitedeki tüm iyi kalplilerin “politically correct” dini daha henüz etrafa yayılmamıştı. Sizler gibi azılı anarşist-devrimci olmayan Toynbee, ölmeden önce “Mankind and Mother Earth”, kitabıyla dünyayı yok etmeye azimli tek bir yaşam şekli olan günümüz “civilization”unu, inceler. Neden acaba kitaba “Modernity and Mother Earth”, adı vermedi?
    Benim sözünü ettiğim “medeniyet = civization” tamamıyla somut bir varlık. Mezopotamya’da MÖ. 3-5 bin yıl önce doğup gelişen daha sonra gelen bütün medeniyetlere model olan bir varlık. Bu medeniyetin önemi zamanımıza biçim ve içeri vermiş olması.
    Not: Afrika, Asya ve nihayet Avrupa medeniyetlerini bu medeniyetin zaman-mekânda fırlamaları olduğu kesin kes ispat edildi. Tek ve hala tam kesinlikle bilinmeyen Orta Amerika ve Inka medeniyetlerinin de birer fırlama olup olmadıkları.
    Bence siz iki noktada beni anlamadınız ve nihayet iyi kalplilikle tarihi karıştıran sizlere derdimi anlatmanın imkânsız olduğunu anlayıp vazgeçtim.
    1. Sizin medeniyet anlayışınız, kültür, toplum, ilk taş yontma teknikleri ve hatta kibar ve incelik nitelikler gibi yüzlerce niteliklileri, dünyada ne var ne yoksa hepsini kapsar. Benim medeniyet dediğim somut, zaman ve mekânda belirli, etkileri belgelenen bir tarihsel varlık.
    2. Bu medeniyet dışında yerleşik yaşama, hayvan ve bitki evcilleştirme, yazı, tarım, tarımdan avcılığa, avcılıktan tarıma geçme, ticaret ve binlerce diğer unsur ve gelişmelere rastlanabilir. Ateşsiz bilim-teknoloji düşünülemez. Hatta sosyal hayat ve dilin bile ateşin evcilleşmesiyle geliştiği ileri sürülür. Ama ne ateş ne de sosyal hayat veya dil medeniyet eseridir.
    Kısa kesmek istiyorum. Çok samimiyim siz ve bu sitedekilerin hepsi bu konuda sıfırsınız. Üstelik çok yalancısınız. “Against his-story”, kitabını okumamışsınız. Fredy en başlangıçta “Ur is now”, der. Ve Fredy ilk değil sizin gibi yalancılar ve internet avcılığını okuma sananlara yazar veya kitap adları verecek değilim. Medeniyet’in Orta Doğu’da doğduğu ve günümüz medeniyetinin ondan geldiğini söyleyen sayısız araştırıcı var. Ama hepinize ortak cahillik gizleme taktiğine ben dünyanın her yerinde rastladım. “Peki, X’in söylediğinin doğru olduğu ne malum?” Konu hemen anlamaya çalışmaktan çıkar medenilerin, zamanımız aşağılık insan yığınları ucubelerin hastalığı olan “0/1”, “doğru/yanlış”, “evet/hayır”, robot diline dönüşür.
    Ben ateşi atom bombasına dönüştüren belli bir toplum, belli bir Weltanschauung, belli bir yaşam biçiminden söz ediyorum; sizler ateşin sözlük anlamı, yaygınlığı, her yerde rastlandığı çene düşüklüğünü yapıp duruyorsunuz.
    Bir adam bir adamı bıçakla öldürdüğünde, devamlı saldırdığınız alçak kapitalist düzeni (ki sonsuz alçak) yargıcı bile suçu ve suçluyu tespit etmek ister. Siz ve bu sitede kafamı s*k*n hepiniz adam öldürme nedir, bıçak nedir, adam öldürme her yerde var, bıçak her yerde var, öleninde hisleri var öldürenin de ve benzeri sonsuz akıl almaz saçmalıklar sıralıyorsunuz.
    Eğer bazı ağır laflarım sizi incitiyorsa özür dilerim ama her şeyin bir sınırı var. Aşağı yukarı son 40 yıldır sürekli incelediğim bir konuda, Batı’nın entelektüel artıklarıyla geçinen Türklerin aşağılık duygusu içinde yazdıklarına ancak alay etmekle yanıt vermek kalıyor. Haklı olarak çaresizliğin sizde yarattığı sayıklamalarınız çok sıkıcı.
    Sizler gibi hoplayan zıplayan ve Amerika kıtalar tarihini benden sonsuz daha iyi bilen diğer maymunlara dünya tarihinde son derece önemli, iki Amerika kıtasındaki kırımlarda en büyük rol oynayan çok iyi bilinen bir nedeni sordum. Tabii fazla ipucu vermemek için soruyu Afrika bağlamı içinde düzenledim. Her iki kabak da sizin gibi bütün bildiklerini anlattılar ve böylece bazı temel konularda ne kadar cahil olduklarını açığa vurdular. Bir tanesi Marksist ama çok iyi bilinen ve kapitalizmin gelişmesinde önemli rol oynayan ilkel birikim teorisini bile duymamış. Diğeri tam sizin gibi işi laf oyunuyla bertaraf etti. Gidenler kapitalizmi geliştirmek için gitmemişler. Kapitalizmin başlangıcını 11. yüz yıla kadar bile uzatan araştırmacılar var. Ama Atatürk, Marks, Erdoğan ve sizler gibi ucuz anarşistlik satanların yarattığı harabe diyarlarındaki cin gibi her şeyi bilen Türkler, bildiklerinin %99’nun o araştırmacılardan geldiğini görmemezlikten gelir horozluk ederler.

  945. Technician-Teknisyen'den Seçmeler

    Peki, ya, buyuMEmenin zararlari?
    Senin Gibi Baba Aramak. Küçüklüğnü saklamak için kendine büyük adlar takmak.

  946. “Olağanüstü bir şey olmuş, eski tip modernizmle yeni tip modernizm bir diktatörlüğe karşı aynı safta yer almıştır. Bu gerçekten dünya tarihinde az rastlanacak önemde ve anlamda bir olaydır.”

    Kendimizin yasadigi dnemlerde olan bitenleri daha cok onemsemek gibi bir egilimimiz var –hepimizin.

    Halbuki, hem baska yerlerde, hem de yakin/uzak gecmiste, benzer seyler hem olmustur hem de oluyordur –ayrica, ileride de olacaktir.

    ‘Eski tip’ ile ‘yeni tip’ arasindaki –yukarida degindiginiz turden– celiskiler, catismalar hic de yeni bir sey degil ki.

    Kendi tarihimizden ornek verecek olursam, sizce ‘Jon Turk’ hareketi dedigimiz sey cok mu farkliydi?

    [Not: Ismindeki ‘Turk’ kelimesi kimseyi yaniltmasin. O hareketin icinde her milletten birileri vardi.]

    Aradan bunca zaman gectigi halde kurtulamadigimiz onyargilarimizi bir an icin bir yana birakabilsek, ‘Jon Turk’ hareketinin ‘modernizm’inin, Abdulhamid’in ‘modernizm’i ile catistigini gorebiliriz.

    [‘Onyargi’ kelimesi ile, agirlikli olarak, “Abdulhamid’in ‘modernizm’i mi olurmus?” itirazlarina atifta bulunuyorum.

    Halbuki, ‘Jon Turk’ hareketi dahil, o devirde kendini ‘mektepli’ gorup baskalarindan ustun saymaga baslayan neredeyse herkes Abdulhamid’in kurdugu, on ayak oldugu ya da izin verdigi okullardan mezun olanlardir.

    O okullar da, devrin, ‘modernizm’inin orneklerindendir.]

    “Öte yandan modernizm kelimesine takılmayın. Çağımızda da eskiden de her akım modernistti. En tutucular da ve en radikaller de dahil öyleydi. Neden? Çünkü modernizm bir ideolojiden çok bir var olma biçimidir ve modern çağda modernizm dışında hiçbir şey var olamaz. Aslında bu durumda modernizm kelimesi bile anlamsızlaşıyor, o da ayrı mesele.”

    Katiliyorum.

    Ek olarak da, anlamsiz seylerden birini, ya da digerini, sahiplenmenin; ona iltimas gecmenin; onun tarafini tutmanin da anlamsiz oldugunu soylemek isterim.

    Bu acidan baktigim zaman, Gezi, toplumda bir ya da birden fazla rahatsizligin –‘duyun beni!’ nidalariyla– disavurulmus bir ornegidir bence.

    Bu onemli midir?

    Tabii ki, onemlidir.

    Evet; ama, tipki bir kisinin yogun/siddetli aciyla/sanciyla inlemesinin onemli oldugu gibi.

    Ne kutsanacak, ne de pohpohlayici tarafgirliklerle rayindan cikarilacak bir seydir.

    Ilgili butun taraflarin katilimiyla, bir sekilde giderilmesi (ya da rahatsiz edici boyutunun minimize edilmesi) gerekir.

    Zannedersem sizinle bu noktada ayrisiyoruz.

  947. “Dumanla haberleşen Kızılderililer gibi doğal yöntemler kullanmak yerine medeni yöntemlerle kendini ifade eden doğalcı arkadaşın tutarlılığını tebrik ederim.”

    Kizilderiler dogal insanlardi. Sapina kadar dogal.

    Uzak mesafeler ile haberlesmek gerektiginde, ‘ates olmayan yerden duman cikarmak’ gibi gayr-i dogal (!) yontemlere zinhar tevessul etmezlerdi.

    Onun yerine, etrafta dogal olarak yetisen, kuru cali cirpiyi bir araya getirir; sonra da, gunes altinda onlarin dogal olarak, kendiliginden, tutusmasi icin –bazan gunler/mevsimler gecmesi gerekse bile– beklerlerdi.

    Ardindan da, oralarda dogal olarak yetisen (!) kilimlerle, cikan dumani mesaj haline getirirlerdi.

    Evet.

    Kizilderiler dogal insanlardi. Sapina kadar dogal.

  948. İlkel Birikim!

    ‘Sosyalist ilkel birikim’ teorisini ilk ortaya atan, Rus Bolşeviklerinin önde gelen teorisyenlerinden Yevgeni Preobrajinsky’di (1886-1937). Bu teorisiyle parti içindeki ‘sol’ muhalefete katkıda bulunan Preobrajinsky, Stalin’in NKVD’si tarafından öldürülmeden önce, teorisinin 1930’larda bizzat Stalin’in hızlı sanayileşme ve zorla kolektifleştirme siyasetleriyle fiilen pratiğe konduğunu görecek ve ‘sol’ muhalefeti terkedip Stalin’e onay verecek kadar zaman bulabilmişti.

    Neydi bu ilkel birikim teorisi? Bolşevikler, Avrupa proletaryasının Rusya’yı izleyerek devrim yapamadığını ve kısa vadede de yapamayacağını anladıklarında, Marksizmin amentüsü ‘üretici güçleri nasıl geliştireceklerini’ kara kara düşünmeye başladı. Bunun normal dile çevirisi, bir tarım ülkesi olan Sovyetler Birliği’nin, diğer batı ülkeleri gibi sanayi devrimini yapmasıydı. Sanayi devrimini yapmalıydı ki, bu temelde sosyalizm kurulabilsin. En azından sanayileşmenin gerekçesi buna dayandırılmıştı.

    Batı ülkeleri sanayi devrimlerini ilkel sermaye birikimiyle yapmıştı. Kısaca özetlenecek olursa, batı burjuvazisi, sanayi devrimini yapabilmek için birincisi, kolonilerini, ikincisi de köle emeğini sömürmüştü. İlkel sermaye birikimi esas olarak bu dış kaynaklardan sağlanmıştı. Sovyetler Birliği’nin böyle dış kaynakları yoktu. O halde, ‘sosyalist ilkel birikimi’ sağlamak için bir iç sömürge siyaseti izlenmeliydi. Neydi bu ‘iç sömürgeler’? Birincisi, Sovyetler Birliği toprakları içinde yaşayan ‘geri’ uluslardı. İkincisi, geniş köylü yığınlarıydı. Üçüncüsü de, ücretli işçilerdi. Batının üç yüz yılda yaptığı ilkel birikim, bu kesimlerin mülksüzleştirilmesi ve zorla çalıştırılması yoluyla en fazla otuz yılda yapılmalıydı. Stalin bu kalabalık iç sömürge nüfusa, 1930’larda, Preobrejinsky’nin öngöremediği bir başka kalabalık kesimi daha ekledi; ‘Zek’ler (mahkûm köleler). Stalin’in Büyük Tasfiyelerinin olağanüstü yaygınlığının en önemli nedenlerinden biri de budur. Yoksa, Eugenia Ginzburg’un(*) sözünü ettiği, güçlü kuvvetli Ukraynalı kızların ‘rejim aleyhtarı fıkra anlattığı’ bahanesiyle tutuklanıp, Sibirya’nın da ötesindeki uçsuz bucaksız ormanlık bölgelere ağaç kesmeye yollanmasının başka bir mantığı olamaz.

    (* E. Ginzburg, ‘Anafora Doğru ve Anaforun İçinde’, çev. Gün Zileli, Pencere Yayınları, 1996, 2000)

    Ve Stalin, Preobrajinsky’nin ilkel birikim teorisini pratiğe başarıyla uygulayarak Sovyetler Birliği’ni otuz yıldan da kısa sürede bir sanayi ülkesi haline getirdi. Ne pahasına mı? Sovyetler Birliği’nin gerçek zenginliğini oluşturan işçi, köylü ve aydınlarının milyonlara varan kitleler halinde ölüme sürülmesi pahasına. Sovyetler Birliği ‘sosyalist ilkel birikim’ sayesinde sanayileşirken hem sosyalizm idealini, hem de ona hayat veren özgücünü öldürmüştü.

    Bugün, tüketim toplumları çağında yaşıyoruz. Artık tek tek ülkelerin sanayileşmesi ya da sanayi devrimini yapması diye bir sorun kalkmıştır ortadan. Giderek daha fazla globalleşen dünya kapitalist ekonomisinin işbölümü çerçevesinde, önceki gelişme trendine bağlı olarak her ülke belli bir rol üslenmiş bulunmaktadır. Keza, artık tüm dünya, global tüketim ekonomisine bağımlı hale getirilmiştir. Bireyler ve kitleler artık, eskisinden farklı olarak, kapitalizmin üretim nesnesi olmaktan çok tüketim nesnesi durumundadır. Artık kapitalistler size, birer üreticiden çok birer potansiyel tüketici olarak bakmaktadır. ‘Göreviniz’, esas olarak tüketmektir. Tüketin de ne ve nasıl tüketirseniz tüketin. Bunun bir mantığı, bir amacı olması gerekmez. Hızla tüketin, hatta tüketmiş gibi görünün ve eskisini bir kenara atıp hemen yenisini alın!

    Kapitalizmin verdiği bu ‘görevi’ hepimiz, pek farkında olmadan hızla benimsedik. Kapitalizmin kahramanı artık üretici işçi değil, tüketici bireydi ve hepimiz böyle birer kahraman namzediyiz. Ne var ki, tüketmek paraya sahip olmakla olur. Paraya sahip olmanın ise iki yolu vardır; birincisi çalışmak, ikincisi biriktirmek. Zamanımızda çalışma alanları teknolojik gelişme tarafından hızla daraltılmakta. Diğer yandan kapitalizmin devrevi krizleri de bu daralmaya katkıda bulunmakta. Dahası, çalışmanın gerekli paranın kazanılmasını sağlama özelliği gittikçe daha fazla aşınmakta. Spekülasyon, çalışmayı gittikçe kenara itmekte ve alana hakim olmakta.

    Bu durumda, tüketim çılgınlığına kapılmış insanların tüketimde ileri hamleler yapabilmesi, ‘arzuladığını’ sandığı tüketim mallarına ulaşabilmesi için (herkes ‘spekülasyon’ yapamayacağına göre) tek yol kalmaktadır; ilkel birikim. İlkel birikimin iki kaynağı vardır; dış ve iç. Dış kaynak, aile dışındaki başka bireyleri istismar etmektir ki, zamanımızda tüm sömürü alanları çoktan paylaşıldığı için esasen böyle bir birikim alanı da kalmamıştır. O halde, aslında ilkel birikimin günümüzdeki tek geçerli alanı içerisidir. Nedir bu iç alan? Kendi öz güçlerindir, aile fertleridir; ‘Ailevi ilkel birikim.’

    Bugün aile ve aile fertleri, ilkel birikimin iç sömürgesidir artık. Hemen ilk kesinti yapılacak kaynaklara yönelir aile içi iktidar. Bu, çocukların masraf ve harçlıklarıdır önce. Sonra sıra onların çalıştırılmasına gelir (elbette esasen alt küçük burjuva ve üst işçi ailelerinden söz ediyorum). Ardından tatil ve eğlence masrafları kısılır. Kitap ve diğer kültür ürünlerine ilişkin harcamalar öncelikle tasfiye edilir. Bizzat iktidar sahibi anne ve baba daha fazla çalışmaya başlar (Bolşevikler de gece gündüz demeden çalışmaz mıydı!) Fazla mesaiye kalınır. Haftasonları da çalışılır. Geceyle gündüz birbirine karışır. Eve öyle yorgun argın gelinir ki artık, iç sömürge aile bireylerinin birbiriyle iki laf edecek hali bile kalmamış, sinirler gerilmiştir. İnsanlar arası ilişkiler, mutluluk, cinsel hayat, şefkat vb… hepsi tüketim nesnelerine ulaşmak için ‘ailevi ilkel birikim’e yatırılmıştır. Sonunda, bir kültür ürünü olarak görülmesi mümkün olabilecek örneğin düz ekran televizyon alınmıştır ama aile fertlerinde de doğru dürüst televizyon seyredecek hal kalmamıştır. Zaten, gerçekleştirilen bir tüketim nesnesinin hemen ardından bir diğeri devreye girmiştir bile. Bu yüzden, televizyonda, insanların içinde bulundukları bitkin ruh halini uyuşturacak şeyler seyredilir ağırlıklı olarak; maç, televole ve şiddeti yücelten Amerikan filmleri.

    Sovyetler Birliği’nde olan, bir başka düzlemde, bir başka birimde bir kere daha tekrarlanmıştır. Aile birimi, ilkel birikimi gerçekleştirerek büyük bir hamle yapıp kendisine sunulan ‘önemli’ tüketim mallarına kavuşmuş, ama o mallardan gerçekten yararlanacak aile bireyleri ruhen tükenmiş, hatta belki de ölmüştür. Hedefe varılmış ama gerçek özne tasfiye olmuş, böylece hedef de aslında (eğer varsa) anlamını yitirmiştir.

    Anlaşılacağı üzere, ilkel birikim, ismine ve soyismine yakışır bir şekilde, gerçekten gelişmiş insanın karşısında bir ilkelliktir. İnsanın kültürel birikimini ve insanlığını tüketen bir ilkellik.

    Gün Zileli
    7 Aralık 2008

  949. marxist argüman

    alman empeyalizmini gündeme getiren türk milliyetcisi/muhafazakari necip, buyrun önce osmanli/türk emperyalizmini, kizil elmayi konu$alim, sonra alman’inkine sira gelsin:

    “Erdoğan’dan gençlere: Kızıl elma size emanet” (basin)

  950. Ku-Klux-Klan üyesi zenci, NSDAP üyesi Yahudi, HAMAS üyesi Siyonist, OdaTV yazarı Barzanici, Nasname yazarı Apocu, Recep Tayyip Erdoğan hayranı Gezi eylemcisi [ve bu siteden Stalinist sn. Zileli, Anti-Stalinist Ahmet, HDP düşmanı Özgürlükçü, Anti-Kapitalist Necip, “Kapitalizm” diye bir sistemin olmadığını savunan Marksist Argüman] ne ise medeniyetin araçlarını kullanan bir medeniyet karşıtı da odur.

  951. marxist argüman

    türklerde mili spor: darbe tellalligi

    “Selvi’den sonra Ahmet Hakan da darbe tarihi verdi.” (basin)

    Evet abiler ablalar bahsi açıyorum buyrun darbe olur mu?

    olursa, ne zaman?

  952. marxist argüman

    yeni bir devrimcilik anlayi$i: i$ dilenmek

    devrimci eyleme konu olmasi gereken, üretim araclarini tekeline almi$ “i$-veren”lerden “i$” dilenmek midir, yoksa bu “bagimlilik/muhtaclik” ili$kisinin varligini sorgulayip, kökten ret etmek midir?

    “İşimi geri istiyorum’ eylemine polis saldırdı” (basin)

  953. marxist argüman

    kapitalizmde i$cilik kariyeri:

    “Taşeron işçisinin ne olduğunu da onlara anlattık. Konuşamazlar, izin bile alamazlar, her an işlerini kaybedebilirler.” (k. kilicdaroglu)

  954. marxist argüman

    islami terör rejimi

    “Regl döneminde sokakta yemek yiyen kadınlar dayak yer

    TV 8’deki Ramazan programında konuşan Prof. Dr. Cevat Akşit, Ramazan ayında oruç tutmayan kadınları dayakla tehdit etti.
    “O hayızlı kadınlar da biz tutmuyoruz diye sokakta bir şey yiyemezler. Dayak yerler ha bak. Dinen dayak yerler. Gizli yesinler” ifadelerini kullandı.” (basin)

  955. marxist argüman

    kapitalist i$ piyasindan manzaralar

    “Sigortasız işçi çalıştıran Fatih Ürek hakkında mahkeme kararını verdi

    Şarkıcı Fatih Ürek’in 10 yıl orkestra şefliğini yapan Oğuz Mühürdar, Ürek’in kendisini sigortasız çalıştırdığı iddiasıyla açtığı davayı kazandı. Mahkeme Ürek’in 3 bin 581 gün Mühürdar’ı sigortasız çalıştırdığını tespit ederek, sigorta ücretinin ödenmesine karar verdi.” (basin)

  956. marxist argüman

    devlet terörü eken örgüt terörü bicer!

    “TAK, internet sitesi üzerinden yaptığı açıklamayla Türkiye’yi tehdit etti.

    TAT, Türkiye’deki tüm şehir ve turistik alanların kendileri için hedef olduğunu belirtti.” (basin)

  957. Katar’dan yeni açıklama

    Katar Dışişleri Bakanı Al Sani: “Diyaloğa ve oturup konuşmaya hazırız. Biz burada ‘süper güç’ değiliz ve meselelerin çatışma yoluyla çözüleceğine inanmıyoruz”

    Katar Dışişleri Bakanı Muhammed bin Abdurrahman Al Sani ülkesinin, komşularıyla yaşadığı diplomatik krizin çözümü için “diyaloğa hazır” ve “ara buluculuğa açık” olduğunu bildirdi. Katar resmi haber ajansı QNA’da yer alan habere göre, Al Sani, CNN’e verdiği röportajda, “Diyaloğa ve oturup konuşmaya hazırız. Biz burada ‘süper güç’ değiliz ve meselelerin çatışma yoluyla çözüleceğine inanmıyoruz.” dedi.
    Al Sani, ülkesinin “terörü desteklediği” yönündeki suçlamaları yalanladı.
    Katarlı bakan, bu iddialara ilişkin, “Katar terörün finanmasıyla mücadele ediyor ve dünyayı potansiyel teröristlere karşı korumakta katkı sağlıyor.” değerlendirmesini yaptı.

    SUUDİ ARABİSTAN’A YANIT GELDİ: ÇELİŞKİLERLE DOLU

    Suudi Arabistan’ın açıklamasında ülkesine yönelttiği “bölge istikrarını sarsmak hedefiyle terör gruplarını kucaklama” suçlamasını reddeden Al Sani, şunları kaydetti:
    “Bu açıklama çelişkilerle doludur çünkü açıklamada bir yandan İran’ı öte yandan Suriye’deki aşırıcı grupları desteklediğimiz söyleniyor. Bir yandan Suudi Arabistan ve Yemen’deki Müslüman Kardeşleri diğer yandan Husileri desteklediğimizden bahsediliyor ki bunlar tüm çatışma sahalarında husumet içerisindeler. Suudi Arabistan’daki muhalefeti ve Katif’teki mezhepsel hareketleri desteklediğimiz yönündeki malumatlar da tamamen yanlıştır. Suudi Arabistan ile Katar istihbaratı ve güvenlik birimleri arasında iş birliği var ve Suudi Arabistan’ın ulusal güvenliğine hizmet ediyor. ”
    ABD Başkanı Donald Trump’ın diplomatik krize ilişkin Twitter’da yaptığı paylaşımına da değinen Al Sani, bölgeye son ziyareti sırasında Trump ile Katar Emiri Şeyh Temim bin Hamad Al Sani’nin “çeşitli ülkeler tarafından terörün finanse edilmesinin durdurulması gerektiği” konusunun ele alındığını vurguladı.

    ÜRDÜN VE MORİTANYA DA KATILDI

    Al Sani ayrıca ABD’deki resmi ajanslar tarafından yayınlanan birçok raporda Katar’ın terör finansmanıyla mücadeledeki rolünün övüldüğünü söyledi.
    Son olarak Ürdün dün akşam Katar ile diplomatik ilişkilerinin seviyesini düşürmüş ve merkezi Katar’da bulunan El-Cezire televizyonunun yerel ofisini kapatmış, Moritanya hükümeti ise Katar ile diplomatik ilişkileri kestiğini açıklamıştı.
    Fas Kraliyet Havayolları da Katar ile diplomatik ilişkilerini keserek Doha aktarmalı seferlerini durdurduğunu ilan etmişti.

  958. Emperyalizm

    “Emperyalizm” İngiliz dış politikasında yanlış ve küstah olan her şeyin genel etiketi olarak siyasi sloganlar tarihindeki seçkin mevkiine yükseldi.

    Geçen günkü yazıda “emperyalist” kelimesini alışılmadık bir bağlamda kullandım, vatandaş dumur oldu. Az daha açalım isterseniz.

    TANIM 1: Ortaçağda İtalya’da imparatorcu – papacı mücadelesinde imparatordan yana olanlar.
    Alman hükümdarları 963 yılından itibaren Roma İmparatoru unvanını taşıdılar, İtalya’daki irili ufaklı beylikler ve şehir devletleri üzerinde egemenlik iddia ettiler. Papa zaman zaman buna ayak uydurdu; zaman zaman anti-Almancı direnişin öncülüğünü üstlendi. İtalyan toplumu şimdiki Suriye iç savaşına rahmet okutacak karmaşıklık ve kanlılıkta hiziplere bölündü. Hatta Dante bu yüzden vatanı Floransa’dan sürgüne gitti, hasretinden şair oldu.

    O bağlamda Ortaçağ tarihçilerinin kullandığı “emperyalist” çağdaş bir deyim midir, tarihçi jargonu mudur emin olamadım şimdi. Du Cange sözlüğü elimin altında olsa bakar şıp diye söylerdim.

    TANIM 2: Fransa’da 1850’lerde Louis Bonaparte’ın imparator olmasını destekleyen ve 1852’de yapılan referandumda – pardon plebisitte – “evet” oyu verenler. Zıddı royalist (kralcı) veya cumhuriyetçi.

    Bonaparte Napolyon’un yeğeni idi. 1848’de cumhurbaşkanı seçildi. Amcası gibi imparator olma sevdasına düştü. “Büyük Fransa” vaadiyle geldi, Avrupa’da herkesi ürkütüp kendine düşman etti. Afrika’ya el attı. Banka ve borsa oyunlarıyla bir zümreyi zengin etti. Sonunda Almanların sabrı tükendi, 1871’de vurup tepelediler. Son yıllarını Londra’da sürgünde geçirdi, anılarını yazdı.

    TANIM 3: İngiltere’de 1857-58’i izleyen yıllarda Benjamin Disraeli liderliğinde Muhafazakâr Partinin kolonileri – özellikle Hindistan’ı – merkezi yönetime entegre etme politikasını savunan kimse.

    Hindistan’daki İngiliz egemenliği o tarihe dek bin bir türlü özel imtiyaz, antlaşma ve fiili durumdan oluşan bir yamalı bohça idi. Delhi’de teorik olarak halâ Hindistan’ın üçte ikisine hükmeden Sultan oturuyordu. Yeni politika gereği sultanlık lağv edildi, genel vali atandı, Kraliçe Victoria’ya mutantan bir törenle Hindistan İmparatoriçesi tacı giydirildi. “Fransa’nın var, bizim neyimiz eksik” düşüncesi bunda rol oynamış mıdır, şimdi detay hatırlamıyorum.

    Muhafazakârlar “emperyalizm” bayrağını kaldırınca haliyle Liberaller de oradan yüklendiler. 1876 seçimleri Disraeli ile Liberal lider Gladstone’un epik mücadelesine sahne oldu. Gladstone ahlaklı dış politikanın, İrlanda özgürlüğünün ve tüm ezilen halkların bayraktarı olarak ringde yerini aldı. “Emperyalizm” İngiliz dış politikasında yanlış ve küstah olan her şeyin genel etiketi olarak siyasi sloganlar tarihindeki seçkin mevkiine yükseldi.

    O gün bu gündür biliyoruz ki emperyalizm,
    a) kötüdür,
    b) İngiliz (ve müteselsilen Amerikan) bir şeydir,
    c) belirgin bir anlamı yoktur, ne demek istersen o anlama gelir.

    Sevan Nişanyan
    http://nisanyan1.blogspot.com.tr/2017/06/emperyalizm.html

  959. marxist argüman

    osmanli usulü i$kence

    sosyalistlere kar$i mehter mar$i e$liginde cihat

    bati taklitciligine “gicik” islami erdogan rejimi i$kence ve kötü muamelede yüzde yüz “milli/yerli” uygulamalara gecti.

    “Gözaltında saçlarımı kökünden kopartıp, mehter marşı ile oyun oynadılar”

    “Artı Gerçek’ten Bahar Kılıçgedik’e konuşan Bergül Varan, gözaltında yaşadıklarını, “Çok yoğun bir işkenceye maruz kaldık. Kültür merkezine baskın yaptıklarında bizi çevik kuvvet aracına bindirdiler. Burada yaklaşık 2-3 saat bizi beklettiler. İşkence burada başladı. Aracın içinde yoğun bir işkence yaptılar. Bilerek sanki onun için hazırlanmış gibiydiler. Saçlarımı çekerken sanki yöntem öğrenmişler. Saçlarımı tutup çevirip kökünden kopardılar. Elinde kalan saçı sallayarak mehter marşı ile oyun oynuyorlardı. Saçımı savuruyorlardı. Koltuğun üzeri saçla dolmuştu” sözleriyle anlattı.” (basin)

  960. marxist argüman

    modern kapitalizme uygun dini servis/hizmet

    “İsmailağa Tarikatı, “Arayın, orda olacağız” sloganıyla “İsmailağa Çağrı Merkezi” kurdu.”

    İsmailağa Tarikatı, geçen yıl ise “İsmailağa Fetva Hattı” kurmuştu. “İsmailağa Fetva Hattı”nın yanı sıra “İsmailağa Çağrı Merkezi”nin de hizmete açıldığı duyuruldu.” (basin)

  961. marxist argüman

    bir ipte iki cambaz: $eriat kanunu ve para’nin kanunu

    din’i/islam’i kapitalizme uyarlama faaliyetleri son hiz devam ediyor

    maddiyatci kapitalist toplumda dini ya$ama ve ya$atma

    “Fetva Heyeti – Fetva Hattı”

    “Fıkıh alanında mütehassıs hocalarla bir çağrı merkezi sisteminde hizmet veren Fetva Heyetimiz, pazar günleri hariç saat 10.00 ile 16.00 saatleri arasında 0850 811 7777 numaralı telefon hatlarından soruları cevaplıyor. Fatva hattı üzerinden ayda 10.000(*)‘in üzerinde kişinin onbinleri aşan soruları cevaplanıyor.

    Fetva vermenin mesuliyetini bilen hocalarımız gün içerisinde yüzlerce soruya cevap vererek halkımızı fıkhî olarak aydınlatmaktadırlar.

    0850 811 7777 numaralı telefonlar ile bağlanabileceğiniz fetva hattımız, fıkhî güncel meselelerin yanı sıra her türlü ilmî sorularınızı da cevaplamaktadır. Uzman bir kadroya sahip fetva heyetimiz sizlere daha iyi hizmet vermek adına çalışmalarını daha ileriye taşıyarak, müşkil meselelerin çözümü için ilmî araştırmalar yapıp meseleleri sonuçlandırmayı da ihmal etmemektedirler.”

  962. marxist argüman

    sadece türkiyede degil tüm dünyada kürtlere $iddeti en “dogal hakki” olarak gören türk irciligina/fa$izmine ABD’den kinama

    “ABD Temsilciler Meclisi, Erdoğan’ın korumalarının saldırısını resmen kınadı.”

    “ABD Temsilciler Meclisi Washington’daki Türk Büyükelçiliği önünde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ziyareti sırasında yaşanan kavgaya karışanların cezai kovuşturmaya uğramasına yönelik olarak bir kınama kararı yayınladı.

    Bir araya gelen Demokrat ve Cumhuriyetçiler oybirliğiyle 16 Mayıs’ta barışçıl protestoculara yapılan “vahşi” saldırıyı kınadı. 11 kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan olayla ilgili, “Birkaç silahlı Türk güvenlik görevlisi, silahsız göstericileri dövdü, tekmeledi ve boğazladı” denildi.

    Kararda ayrıca “Olayı yöneten, izleyen veya katılan ve yasadışı olarak barışçıl protestoyu bastırmaya çalışan bütün Türk güvenlik görevlileri, ABD yasaları uyarınca soruşturulup yargılanmalı” ifadeleri kullanıldı.” (basin)

  963. marxist argüman

    dijital demokrasi

    dijital yargilama: Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS)

    yakinda “demokrasi dedigin kanli canli olur; dijital demokrasiyi ret ediyoruz, canli demokrasi istiyoruz” sloganiyla protestolar olursa ben $ansen $a$mam

    demokrasi idealistlerinin dikkatine:

    “SEGBİS, adil yargılama hakkına yönelik ihlaldir”

    “Eş genel başkanları, 11 milletvekili, çok sayıda parti yöneticisi tutuklanan Halkların Demokratik Partisi’nde (HDP), süren yargılamalara ilişkin yeni bir karar alındı. HDP, tutuklu partililerin video konferans yöntemiyle yapılan duruşmalarda ifade vermeyeceğini açıkladı. HDP’den yapılan açıklamada, cezaevinde tutulan eş genel başkanlar ve milletvekillerinin bugüne dek toplamda 204 duruşmasının görüldüğü, bu duruşmaların büyük çoğunluğunun Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) ile yapıldığı ancak bundan böyle bu sistemle duruşmalara katılmayacakları ifade edildi.” (basin)

  964. marxist argüman

    devlet’e tuzak ha!

    $eriatin kestigi parmak acimaz: devletin kirdigi kol yen icinde kalir

    devlete “kol kirma hakkini” cok görüp, devletten $ikayetci olan mahkuma disiplin soru$turmasi

    devleti zor durumda birakmak icin her türlü yol-yönteme ba$vuran komünistler $imde de kollarini kasitli olarak kirip devletin üstüne atiyorlar!

    “Kasıtlı olarak kolunu kırmış!”

    “Kırıkkale F Tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunan Gökhan Gündüz’ün, 25 Mayıs’ta cezaevinde kolu kırıldı. Gündüz’e kolunun kırılmasının ardından bir de disiplin soruşturması açıldı. Kırıkkale F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü tarafından Gündüz’e gönderilen soruşturma yazısında, Gündüz’ün kolunun kırılmasının, kasıtlı olarak kolu üzerine gelecek şekilde kendini yere atmasından kaynaklandığı öne sürüldü. Soruşturma yazısında, Gündüz’ün kolunun kırıldığı anda “Kolumu kırdınız” şeklinde bağırmasının, tutukluları galeyana getirerek toplu şekilde slogan atılmasına neden olduğu ifade edildi.

    ‘Kolum askıya alındı’

    Kırıkkale F Tipi Cezaevi’nden BirGün’e mektup gönderen Gökhan Gündüz, mektubunda şu ifadelere yer verdi: “Söz konusu olaydan sonra 112 Acil Servis ile götürüldüğüm Kırıkkale Yüksek İhtisas Hastanesi Acil Servisi’nde adli tıp muayenesi sonrasında, sol kolumun dirsek kırıldığı teşhis edildi. Kolum bilekten omuza kadar askıya alındı. Olup biteni ayrıntısıyla anlatmamın mektubun size ulaşmasını engellemek için bahane haline getirileceğini biliyorum. Kolumun kırılması nedeniyle, benden üç gün içinde savunma vermem talep ediliyor.” (basin)

  965. Irkçılık ve Bilgiçlik Türleri
    Aşağılık duygularına panzehir kendini büyük görmek, kibirlenmek.
    ===============1=============
    “Dahiler dâhisi, 24 Duman vs Bilgisayar 6 Haziran 17
    Dumanla haberleşen Kızılderililer gibi doğal yöntemler kullanmak yerine medeni yöntemlerle kendini ifade eden doğalcı arkadaşın tutarlılığını tebrik ederim.”
    Doğayı çalışan bir bilim adamından alıntı:”Doğa pek doğal değil.”
    Siz de bütün diğerleri gibi medeniyete karşı yapılan eleştirileri bilmediğiniz için medeniyetin sözlük anlamından yola çıkmışsınız.
    Etrafımızı saran doğadan elde ettiklerimizi sosyal yaşamımızda kullanmakla bu kullanışların sosyal yaşamda yerlerini tespit etmek, çözümlemek, eleştirmeyi kafa karıştırma aleti televizyonu çok seyrettiğinizden ve cahil olduğunuzdan karıştırmışsınız. Gocunduğunuzdan dolayı içinizi ağzınızdan boşaltmışsınız. Ama laiklerin kutsal putu demokrasiye saldıramayız, her yiyenin sı*ma ve çıkarma yolunu seçme hakkı vardır.
    Sizin gibi televizyon bilgililer dünyayı doldurdu. Bence bu hava-su-çevre-toprak- yiyecek kirliğinden çok daha korku verici. İklim miklim ilahileriyle öngörülen felaketler bu felaket yanı sıra sıfır. Bir ifadesi birçok ülkelerde neo-faşist rejimlerin popülerlik kazanması.
    Dil ve konuşmadan sonra doğal insandan söz eden ancak senin gibi eğitim görmüş kara cahildir.
    Taşı yontanla atomu parçalayan aynı şeyi yaparlar, ya mübarek ucube!
    Sen son moda olan ve yeşillikçiler tarafında ileri sürülen dumanla iletişimi daha henüz duymamışsın galiba. Televizyon bilgileriyle konuşan birinin bunu bilmemesi tuhaf.
    İşte sana benden bir hediye: iletişimin televizyon seyircileri kabaklara tanımı:
    Veren, alan, (taşıyan) aracı.
    Rüyalarınızdakiler, televizyonda gördükleriniz = veren; siz=alan; pezevenkler = aracı.
    Burada her üçünüz de diğer mübarek ucube cahil-dâhinin dediği gibi sapınıza kadar doğalsınız!
    ==========2==========
    Dahiler Dâhilerinin dâhisi Technician-Teknisyenin Altından Lafları
    “28 Necip 6 Haziran 17
    Önce bir öğüt: sakın klavyenle “sık sık” ifadesini yazıp asıl adını açıklama.
    “Dumanla haberleşen Kızılderililer gibi doğal yöntemler kullanmak yerine medeni yöntemlerle kendini ifade eden doğalcı arkadaşın tutarlılığını tebrik ederim.”
    Kizilderiler dogal insanlardi. Sapina kadar dogal.”
    Sayın saray dalkavuğu, siz bu bilgi gösterişiyle sadece ve sadece ne kadar bilgisiz olduğunuzu açıklıyorsunuz. Diğer gocunana yazdığım kısa yazı sizin için de geçerli. Sizler gibi süt ineklerini pompalayan iş ve devlet adamları ve suratınıza attıkları bol sadakalar sizi fazla şişirmiş. Avrupa, ABD ve diğer zengin yerlerde sizin gibi technician-teknisyenler zibil gibi. Ama 50lerden bu yana bazıları kendi konuları dışı alanlarda da ötmek hevesine kapıldı. Bu konuda sayısız kitap var, ama sıralayacak değilim.
    Ama anlamadığım bir şey var. Çağımızın uzmanlar çağı olduğunu bilmez gibi konuşmanız. Uzmanlık üzerinde çalışma yapan biri, “uzmanlığı gerektiren şartlar ortadan kalksa bile, insanlar uzmanlıktan sıyrılamayacaklar”, dedi.
    Konunuzun dışında saçmalıklar dolu yazılar yazıyorsunuz. Okuduklarım kadarıyla hepsi zamanımızda en yaygın ve cahillere kolaylık sağlamak sulandırılmış, sindirimi kolay, anlamsız ve herkesin birbirini kazıkladığı bir dünyada büyümüşlerin rahatlıkla kabullenecekleri basmakalıp atasözleri, aklıselim klişeler, şekerleme kâğıtlarından tekerlemeler.
    İlkelleri, çıplak vahşileri, barbarları kısacası mavi gözlü sarışın olmayanları doğal veya daha apaçık doğanın bir parçası gibi görmek bilinen ve eleştirilen bir hödükler inancı. Antropologlar dalkavukların böyle bir boş beyin hayaliyle doldurulan bir propaganda olduğunu çoktan tespit ettiler.
    Sizlere sarışın mavi gözlü olma aşısını laiklik adı altında yapan Atatürk ve şimdi (Batı’da yeni tanrı buluğuyla hız kazanan kılıf değiştirme trenini kaçırıp yakalamak isteyen) İslamlık adı altında yapan Erdoğan; kalp ve beyin kazanmak isteyenlerin “emerging”, “developing economies” gibi tatlı ninnileri, sizleri taş uykusuna yatırmış.
    Senin gibi biriyle ben tartışmam. Sadece eğlenir, gülerim. Kafanı kuma sokmuşsun, kı*ını görmediğimi sanıyorsun. Ne yazık ki, diğerleri de aşağılık duyguları içinde daha henüz bilginin sonsuz bölümlere ayrıldığını, hatta aynı alanda olanların bile birbirlerini anlamadıkları tam anlamış değiller. İnsanı tümlükten parça parça, dışlanmışlığa sürükleyenler bundan doğan cahilliğe iki panzehir çoktan bulundu. Bol maaş ve cahilliğinden iftihar etmek. “Bana xyz anlatma, anlamam. Ben 14. yüz yılda Kongo’da çok kısa yaşayıp yok olmuş ama genetik izler bırakan bir kurbağanın arka iki ayaklarının kinetik-fizyolojik yapısını inceliyorum, böylece bilime ve insanlığa falan filana katkımdan dolayı mutluyum.”
    Bu inek cin gibi Türk olup Türk vatandaşlığına geçseydi bedavaya mutlu olurdu. Ben ona bunu söyledim. Türklerden daha da cinmiş. Maaşı unuttuğumu bana hatırlattı. Ama sizin maaşınız bol gibi, siz o yüzden cahilliğinizi iftiharla sergiliyorsunuz.
    İşte evrim teorisini aynı zamanda bulan Wallace’ın ünlü kitabı okuduktan sonra laiklerin putu Darwin’e yazdığı mektuptan bir alıntı.
    “Bence evrim insana gelince çok daha titizlik gerektirir. Burada çıplak vahşiler arasında yaşıyorum ve hepsi herhangi bir İngiliz kadar zeki.”
    İşte sizlere çok benzeyen Darwin’in cevabı:
    “Mektubun senden geldiğini bilmeseydim, çöp tenekesine atardım!”
    G. Zileli’nin benden çok daha ciddi bir şekilde “ilkel birikim” hakkında yazdığı güzel yazı sizlere bir örnek olmalı. Sizin gibi sözlük anlamında değil tarihte doğan ve gelişen bir kavram olarak dile getirdi.
    Sınırınızı bilin. Haddinden fazla ukala, haddinden fazla ırkçı, maaşınızdan dolayı burnunuz haddinden fazla yukarda.
    Belki size benzeyen hödükler yutar ama benimle yanlış kapı çalıyorsunuz. Sözlük ve zamanımız önyargılarıyla kustuğunuz cahillik benim için sonsuz bariz.
    Bir din tarihçisi, “İsa’nın gerçekten yaşamış bir insan olup olmadğının araştıranlar kendi mezarlarını kazarlar.”, der.
    İlk defa Kızılderiler arasında yaygın, daha sonra dünyanın dört ucunda bulunan “trickster” adlı mitsel, efsanavi bir kişi vardır. Beyazlar o kişinin tarihte ne zaman ilk defa ortaya çıktığını sorduklarında, Kızılderililer hayret ederler. Onlara göre zamanımızdaki technician-teknisyen, hayatları arzuları yerine getirmek becerileri ve pezevenklikleriye geçenlere benzeyen “Trickster”, her zaman var. Tek yapılacak şey ve eğer mümkünse, bunların gücü ele geçirmesini önlemeye çalışmak.
    Medeniyet tarihindeki krallar, imparatorlar, vs.,vs, vs. iş adamları ve şimdi iş erkek-kadınları, en sıradan basit bilim-teknik ölü doğmuşların hepsi “trickster”. Bu sitede durmadan ümit hapları dağıtanlar “trickster”.
    Dinlere “trickster” şeytan olarak sızar.
    Ben o yüzden eski dinler karşı sonsuz daha yumuşağım. Sizler gibi paraya tapan yeni din müminleri kara bahtı sözlükte, ekonomide, üretim noksanlığında, kapitalizmde, para veya ticaretin çıkışında, tarihte, genetik yapıda, maymunlarda ve daha milyonlarca gereksiz ancak iş ve kara bahtı yaratanlara işçi bulma kurumları olan okullardaki yıkanmış beyinleriyle saçmalıklar kusarlar.
    Bunun en eğlenceli tarafı, nutuk çekenler, dinleyenlerin söylenenlerden çok çenesi düşüklerin çok kazandıkları maaşı gıpta ettiklerini görmezler.

  966. “alman empeyalizmini gündeme getiren türk milliyetcisi/muhafazakari necip, buyrun önce osmanli/türk emperyalizmini, kizil elmayi konu$alim, sonra alman’inkine sira gelsin:”

    Alman empeyalizmini gündeme getirEMEYen Alman milliyetcisi/muhafazakari Marksist Arguman..

    Tabii ki, konusabiliriz.

    Isterseniz, daha eskilere, –mesela– Habil-Kabil efsanesine filan bile gidebiliriz.

    Maksat, Alman empeyalizmini/yayilmaciligini konusMAmak olduktan sonra..

    Fakat, ben, bu durusunuzu aslinda anlayisla karsiliyorum.

    Oyle ya, Almanya Turkiye gibi degil.

    Dogru durust calisan istihbarati ve bir derin devleti var.

    Almanya ile ilgili –Almanya’nin hosuna gitmeyecek– onemli seyler soyleyecek olursaniz, mazallah, hic beklemediginiz yerden –ve son derece ‘legal’– samarlar yemege baslarsiniz.

    Aniden is bulamaz olursunuz; aile ve yakinlariniza vize vermez olurlar.. oturma veya calisma izinleri zor girer.. burokratik carklarin yavas isleyecegi tutar, isleriniz yokusa surulur..

    O yuzden, evet, dikkatli olmaniz gerekir.

    ‘Dikkatli’ derken, tabii ki, ‘akilli’ demek istiyorum –‘kurnaz’ anlaminda.

    Orhan Veli bu durumu pek de guzel ozetlemis:

    kuyruklu şiir

    uyusamayiz sevgilim, yollarimiz ayri;
    sen cigercinin kedisi ben sokak kedisi.
    senin yiyecegin kalayli kapta
    benimki aslan agzinda.
    sen ask ruyasi gorursun ben kemik.

    ama seninki de kolay degil, kardesim;
    kolay degil hani,
    boyle kuyruk sallamak tanrinin gunu.

    Bu yuzden, ben, bu durusunuzu aslinda anlayisla karsiliyorum.

  967. “G. Zileli’nin benden çok daha ciddi bir şekilde ‘ilkel birikim’ hakkında yazdığı güzel yazı sizlere bir örnek olmalı. Sizin gibi sözlük anlamında değil tarihte doğan ve gelişen bir kavram olarak dile getirdi.”

    Gercekten guzel ve dolu dolu bir yazi.

    Sizden kat be kat ciddi oldugu konusunda da hemfikirim.

    “Sınırınızı bilin. Haddinden fazla ukala, haddinden fazla ırkçı, maaşınızdan dolayı burnunuz haddinden fazla yukarda.”

    Benim maas aldigimi size kim soyledi?

    “Belki size benzeyen hödükler yutar ama benimle yanlış kapı çalıyorsunuz. Sözlük ve zamanımız önyargılarıyla kustuğunuz cahillik benim için sonsuz bariz.”

    Baskalarinin ne denli cahil olduguna bu kadar takintinizin sebebi nedir acaba?

    Ozguven aciginizi boyle mi kapatmaga calisiyorsunuz?

    “Bir din tarihçisi, ‘İsa’nın gerçekten yaşamış bir insan olup olmadğının araştıranlar kendi mezarlarını kazarlar.’, der.”

    Sari cizmelilerden bir baskasi da, eminim, “boyle olmadik yerlerde birilerinin laflarini aktaranlara itibar etmeyin” filan der.

    Ve, bu da uzar gider.

    “Bunun en eğlenceli tarafı, nutuk çekenler, dinleyenlerin söylenenlerden çok çenesi düşüklerin çok kazandıkları maaşı gıpta ettiklerini görmezler.”

    Bu maas meselesini bu kadar onemsemenizin sebebi nedir? Eksikliginden mi dem vurmaga calisiyorsunuz?

  968. Tek yapılacak şey ve eğer mümkünse, bunların gücü ele geçirmesini önlemeye çalışmak.

    o güç ne?

    o kadar kelime kalabalığı yapıyorsunuz ama gücün ne olduğunu söylemiyorsunuz.

  969. Sayın BABA veya BABALAR, 16 Anonim 6 Haziran 17
    “Sayın ‘pipsqueak’e veya ‘DOPE’ye defalarca izah ettik; anlamak isteMEdi: Kendisi; ‘medeniyet’e karşı olduğunu zannediyor, ama değil.”
    Önce size uygun bir fıkra.
    Sizin gibi bir baba benim gibi çocukluktan çıkmak üzere oğluna, “seninle seks konusunu konuşmak istiyorum”, der.
    Oğlu da “olur baba, ne öğrenmek istiyorsun?”, diye sorar.
    Sizin ve size benzeyen bu siteye yazanların hemen hemen hepinizin hayatı internet ve sosyal medyada saçmalıklar avcılık/devşirmeciliğiyle geçiyor.
    Hepiniz medeniyet hakkında en büyük zırvalıkları kusup duruyorsunuz. Orta sınıflardan fırlayanların boşluklarını kabul etmemeleri bana ümit veriyor. Ama boşluklarını başkalarına acımakla doldurduklarını görünce bütün ümidimi kaybediyorum. Ulan, bu internet avcı/devşiricileri babalar bu kadar mankafa olamaz varsayımıyla kendim bir internete bakayım dedim. Tahminim doğru çıktı siz mankafa değilsiniz. Siz bu sitedeki diğerleri gibi saçmalık, cahillik ve hiç bilmediğiniz konularda fikir yürütmeyi demokrasi, özgürlük, insan hakları olarak gören post-, post-, ultra-, ultra-, süper-hiper modern medya-market-televizyon mahluklarsınız.
    Sayın BABALAR, işte çocuğunuzun buldukları:
    Önce dünyanın en dandik ama sizin kadar dandik olmayanların medeniyet nedir üzerine yazdıkları sitelerin sonsuz küçük bir listesi.
    http://www.historyworld.net/wrldhis/PlainTextHistories.asp?historyid=ab25
    https://www.quora.com/Where-did-civilization-start-And-which-country-why
    https://www.reference.com/history/did-civilization-begin-341b2b14f06842e2
    https://en.wikipedia.org/wiki/Civilization https://www.timemaps.com/encyclopedia/origins-of-civilization/
    İşte bu konuda en ünlülerden iki ciddi alıntılar:
    1. Kitabın ilk bölümünden bir parça:
    “The Birth of the West
    Beyond the recognized sources of our civilization, and the most easily explored sources of our thinking and our consciousness, i.e. Israel of the Bible and Ancient Greece, there is a much more distant source at the extreme horizon of history that influenced both the other ones. In my book Naissance de Dieu (since, at the moment, I seem to be devoted to origins), I tried to show the influence of this source here and there. But familiarity with this source, even the pure and simple knowledge of its existence, seems up till now to have been reserved for a handful of professionals who are not very eloquent and remain in obscurity. The source is ancient Mesopotamia, the land of Sumer* and Akkad,* of Babylon* and of Nineveh.*”
    2. Bu kitabın içindekiler sayfası. FİRST sözüne dikkatinizi çekmek isterim.
    1 Education: The First Schools 3
    2 Schooldays: The First Case of “Apple­Polishing” 10
    3 Father and Son: The First Case of Juvenile Delinquency 14
    4 International Affairs: The First “War of Nerves” 18
    5 Government: The First Bicameral Congress 30
    6 Civil War in Sumer: The First Historian 36
    7 Social Reform: The First Case of Tax Reduction 45
    8 Law Codes: The First “Moses” 51
    9 Justice: The First Legal Precedent 56
    10 Medicine: The First Pharmacopoeia 60
    11 Agriculture: The First “Farmer’s Almanac” 65
    12 Horticulture: The First Experiment in Shade­Tree Gardening 70
    13 Philosophy: Man’s First Cosmogony and Cosmology 75
    14 Ethics: The First Moral Ideals 101
    15 Suffering and Submission: The First “Job” 111
    16 Wisdom: The First Proverbs and Sayings 116
    17 “Aesopica”: The First Animal Fables
    18 Logomachy: The First Literary Debates
    19 Paradise: The First Biblical Parallels
    20 A Flood: The First “Noah”
    21 Hades: The First Tale of Resurrection
    22 Slaying of the Dragon: The First “St. George”
    23 Tales of Gilgamesh: The First Case of Literary Borrowing
    24 Epic Literature: Man’s First Heroic Age
    25 To the Royal Bridegroom: The First Love Song
    26 Book Lists: The First Library Catalogue 250
    27 World Peace and Harmony: Man’s First Golden Age 255
    28 Ancient Counterparts of Modern Woes: The First “Sick” Society 259
    29 Destruction and Deliverance: The First Liturgic Laments 270
    30 The Ideal King: The First Messiahs 277
    31 Shulgi of Ur: The First Long­Distance Champion 284
    32 Poetry: The First Literary Imagery 289
    33 The Sacred Marriage Rite: The First Sex Symbolism 303
    34 Weeping Goddesses: The First Mater Dolorosa 325
    35 U­a a­u­a: The First Lullaby 329
    36 The Ideal Mother: Her First Literary Portrait 333
    37 Three Funeral Chants: The First Elegies 336
    38 The Pickaxe and the Plow: Labor’s First Victory 342
    39 Home of the Fish: The First Aquarium 348
    Nafile yazıma ek:
    Sayın BABALARIMIN somut, zaman ve mekanda yer almış, günümüz dünyasını belirleyen medeniyetin her türlü saçma sapan iyi kalplilik ve cömertlikle varlığın kabul etmesinin imkansızlığını biliyorum.
    Tek isteğim bütün saldırdıkları düşmanlarıyla aslen aynı olduklarına uyanmaları. Bu daha da büyük bir mucize ama olsun.
    .

  970. “Güç ne?”, sorusunu sorana,
    Siz sert , pala bıyıklı babayiğit bir Türk erkeği gibi konuşuyosunuz. Nasıl oluyorda gücün ne olduğunu bilmez numarası yapıyorsunuz? Hayret, vallahi. Önünüzde olanı görmemeniz sizin gibi sert Türk erkeğine yakışmıyor.
    Trickster’in en büyük marifetlerinden biri önündekini gölün öbür kıyısındaki kadınlara kadar uzatabilmesinde. Hatta bazen kendi kendine uzatır ve dinleyenler kahkahalar atarlar. Siz de deneyin, belki rüyalarıyla yaşadığınızın muradına erişirsiniz.

  971. (Bu da başka bir meczup. Bunlardan çok var anlaşılan.)

    Bursa’da polis merkezine silahlı saldırı

    Olay Merkez Osmangazi ilçesi Gülbahçe Mahallesi’nde bulunan Şehit Şerafettin Yılmaz Polis Merkezi’nde meydana geldi. Saat 21.00 sıralarında polis merkezi bahçesinde iftar yapan polislerin yanına gelen kimliği belirsiz bir kişi “ben Mevlana türbesine gitmek istiyorum, bana yardımcı olurmusunuz” diye sordu.
    Polislerin “Mevlana Türbesi Konya’da. Oruçluysan gel beraber iftar yapalım” demesi üzerine şahıs yanında bulunan tabancayla ateş etmeye başladı.
    Polisler yere yatarak saldırgana ateş etmeye başladılar. Üzerimde bomba var diyerek polisleri yanına yaklaştırmayan şahıs bahçeden çıkarak polis merkezi önüne park ettiği üzerinde Türk Bayrağı bulunan kamyonete binerek olay yerinden kaçtı. Açılan ateş sonucu polis merkezi ve çevrede bulunan işyerlerinin camlarına kurşunlar isabet etti. Bölgeye sevk edilen çok sayıda polis ekibi kaçan zanlıyı bulabilmek için araştırma başlattı.

  972. Eski Ümit Dini, Yeni Ümit dini

    GİRİŞ
    Eski din Kutsal Ruh’nun aşağı inmesi tatilinden yararlanan ayaktakımından bir fıkra.
    Not: ayaktakımlarının bir güzel romanı François Rabelais’nin “Gargantua ve Pantagruel” kitabı. Rabelais, ilhamını “keşf edilen” yerlerden gelen haberlerden aldı. Ama hala okuma yazma bilen laik enayiler bu yerlerin icat edildiği değil keşf edildiği yalanlarını yutarlar.
    Not: James Joyce da ünlü Ulysses eserini çıplak vahşi Avustralya Aborijinlerin “Walkabout” adlı “rite of passage”inden aldı. Medenilerin yaşadıkları anlamsız ve yapay kronolojik zaman yerine, “rite of passage” ritmik yaşamı niteler.
    FIKRA
    Yeni din tanrısının da eski din tanrısı gibi işi belli olmuyor. Bilim-teknik süt ineklerinin çeneleri düşük: modern bilimin temeli olan istatistikle açıklarlar. Yani açıklamazlar. Sır, sır kalır.
    Verim ve etkinlik ve disiplin erbapları yeni din rahipleri technician-teknisyenler ve yeni din bilim-tekniğin müminleri ölür cehenneme giderler. Bunlar “inananlar koğuşuna” koyulur.
    Söylemeye bile gerek yok. Dünyada ne eski dine ne de yeni dine inanan, dünyanın bu iki enayi müminlerin inançlarından çok daha karışık olduğunu sezip bu enayi müminlerle alay edenler aynı cehenneme giderler. Bunlar “ayaktakımı koğuşuna” koyulur.
    Her ay sonu verilen sigara molasında iki koğuş tutukluları havayı kirletmemeleri için dışarı çıkarılır.
    Düş kırıklığına uğramış bir technician-teknisyen hıçkırıklar içinde. Yalanları yutmayan, enayiler gibi sürekli hayal kırıklığına uğramadığından strese girmeden huzur içinde yaşamış ayaktakımından biri dünyadaki rahatlığı içinde sigarasını içer. Zavallı technician-teknisyene acır ve sorar:
    – Neden bu kadar hüzünlüsün?
    – Hiç sorma. Bir kazanı b*kla dolduruyorlar, bütün gün bir kepçeyle ağzımızı boşaltıyorlar.
    Soranın rahatlığını gören süt ineği sorar:
    – Peki, sizde ne yapıyorlar?
    – Aynısını.
    – Ama olmaz, sen çok rahatsın, bu nasıl bir iş?
    – B*ku toplayınca kazanı bulamıyorlar, kazanı bulunca kepçeyi bulamıyorlar, her üçünü bulunca b*k dağıtanlar greve gidiyor.

  973. İdealleştirenlere Bir Uyarı

    Çıplak Vahşiler Arasında Kapitalistlik ve Sömürü
    İlkelleri idealleştiren cahile bir uyarı:
    “It tells us that when the supreme being, Gonoenhodi, decided to create humanity, the Guana were the first of the tribes to come forth from the earth; the others came later. Agriculture was allotted to the Guana, hunting to the others. But then the trickster, who is the other deity in the Indian pantheon, noticed that the Mbaya had been forgotten at the bottom of the hole. He brought them forth; and the Mbaya were given the only function that remained: that of oppressing and exploiting all the other tribes. Has there ever been a profounder Social Contract?”
    Mit, yüce varlık Gonoenhodi insanları yaratmaya karar verdiğinde ilk önce Guana aşiretini yarattığını anlatır. Guana’ya tarımı, diğerlerine avcılığı verir. Ancak tanrılar panteonunda diğer tanrı olan Trickster, Mbaya’nın deliğin dibinde unutulduğunu fark edip onları yeryüzüne çıkarır. Onlara da tek geriye kalmış olan diğer tüm kabileleri ezmek ve sömürmek işlevi verilir. Dünya tarihte bundan daha derin kapsamlı bir Sosyal Kontrat hiç oldu mu?

  974. Bazılarının yaptığı “medeniyet düşmanlığı” ticaretinin karşı çıktıkları Marksist Argümangillerin yaptığı Marksizm ticaretinden bir farkı yok.

    Artık Özdilgillerin Atatürk ticareti, Yaşar Nurigillerin “Kuran’a dönelim” ticareti ile onların siyam ikizleri Ebubekir Sifilgillerin hadis ticareti gibi ticaretler eskisi kadar kâr getirmiyor.

  975. Ütopya Ticareti

    Modern çağlarda (hatta Ortaçağ ve İlkçağlarda bile) uygulanması imkansız olan “medenileri ilkelliğe geri döndürme” ticareti.

    İnsanları primatların hayatına, çok hücrelileri tek hücrelilerin hayatına geri döndürme ticareti gibi bir ticaret.

  976. “Yaşamak için çalışmak, okula gitmek, evlenip çoluk çocuk yapmak, çocuklarını okula göndermek, bilgisini şekerleme dağıtan medyadan toplamak, kimlik taşımak, sınırlarda pasaport göstermek, kira ödemek, (zehir dolu) yiyecekleri marketlerde alıp parasını ödemek, askere gitmek ve benzeri asıl kazıkları yemiş bu cin Türk, medeniyete karşı olmayı yutar mı?”

    Yaşamak için çalışmıyorum, okula gitmiyorum, evlenip çoluk çocuk yapmıyorum, çocuklarımı okula göndermiyorum, bilgimi şekerleme dağıtan medyadan değil istediğim kaynaklardan alıyorum, (herkes gibi) kimlik taşıyorum ama sınırlarda pasaport göstermiyorum, kira ödemiyorum, (zehir dolu) mantarlar yiyip ölenler (bkz: haberler) yerine (herkes gibi) (zehir dolu) yiyecekleri marketlerde alıp parasını ödüyorum, askere gitmiyorum ve benzeri asıl kazıkları yemiyorum.

  977. Mantıksızlık Ticareti

    Değişimin yönünü karmaşıktan basite doğru çevirme ticareti

  978. “Turmoil has engulfed the Galactic Republic. The taxation of trade routes to outlying star systems is in dispute.

    Hoping to resolve the matter with a blockade of deadly battleships, the greedy Trade Federation has stopped all shipping to the small planet of Naboo.

    While the Congress of the Republic endlessly debates this alarming chain of events, the Supreme Chancellor has secretly dispatched two Jedi Knights, the guardians of peace and justice in the galaxy, to settle the conflict….”

  979. Sayın 7 Ticaretler 8 Haziran
    Şunu yazmışsınız: “Bazılarının yaptığı “medeniyet düşmanlığı” ticaretinin karşı çıktıkları Marksist Argümangillerin yaptığı Marksizm ticaretinden bir farkı yok.
    Artık … ticaretler eskisi kadar kâr getirmiyor.”
    Buradaki yabancı arkadaşlara yazınızı okudum.
    Siz ne dediğinizin farkında değilsiniz. Ticarete karşı olana karşı olma ticareti yapma da kâr getirmez!
    Ticaret, karşı- ticaret, karşı karşı- ticaret = ticaret.
    İlk önce biraz akılsızlık yürütmekten kurtulun. Tüm dünyaya Türkler’in ne kadar ahmak olabileceğini açıklamada ne kâr ne de yarar var.

  980. Kazık Yediğini Hatırlamayan

    Sayın Kazıkların Çoğunu Yememiş veya hatırlamyan13 anonim
    Yemediğiniz kazıklar listesine bakan Alman arkadaşlar “bu herif ya beyin kazası geçirip amnezi olmuş, ya başını kuma sokmuş k*çının görülmediğini sanıyor, ya da doğruyu söylüyor ki, hemen Türkiye’ye gidelim, nihayet müslümanlar orayı cennete çevirmişler.”, dediler.
    Ben 2010’da bir yıl Türkiye’de yaşadım. Bana misafirliklerde, otobüslerde, trenlerde, sokaklarda, nereye gitsem en fazla duyduğum “yalan söylüyor, yalan söylemiş” laflarını hatırlattı.

  981. Akılsızlık Yürütme Bulaşıcı Hastalık Oldu

    14 Mantıksızlık Ticareti Yapıyor 9 Haziran 17
    “Değişimin yönünü karmaşıktan basite doğru çevirme ticareti.”
    Karmaşıklığı, “Değişimin yönünü karmaşıktan basite doğru çevirme ticareti.” basit anlayışıyla basitliğin(in) ticaretini yapıyor.
    Laf gümüşse, basit altın yumurtlamalar altındır.

  982. Belçikalı film yönetmeni Jean-Pierre Dutilleux, 1976-1998 arasında, Papua Yeni Gine’de, medeniyete kavuşmamış ‘Toulambi’ kabilesi üzerine çekimler yapmaya karar verir. Arkadaşları ve teknik ekipmanla yola çıkarlar.

    Deneyimlediklerini kamerayla kayda almaya başlarlar.

    Medeniyete kavuşmamış kabile üyeleri, ten rengi farklı olan, bambaşka bir dille iletişim kuran, bambaşka kıyafetler giyen Dutilleux ve arkadaşlarını ilk kez gördüklerinde onları güvenilmez zannederler ama direkt saldırmazlar.

    Her iki grup, yavaş yavaş, bir nehrin sınır çizgisini teşkil ettiği bir ormanlık alanda, nehrin üzerine yerleştirilmiş bir ağacı köprü gibi kullanıp birbirlerine yaklaşmaya başlar.

    Kabile üyeleri, bu yeni insanların, kabilelerine zarar vermeye niyetli olmadıklarını anlayınca, onlara iyice yaklaşırlar, kollarına dokunup, onların da kendileri gibi insanlar olduğunu görürler, saçlarına dokunup, benzer türde olduklarını anlarlar.

    Dutilleux ve ekibinin çadırlarını kurduğu bölgeye, bu yerli kabileden birkaç kişiyle birlikte giderler.

    Kabileye, pirinç pilavı ikram ederler ve kaşık verirler.

    Kabile üyeleri, daha önce kaşık görmedikleri için bunun ne olduğunu anlamazlar, kaşığı sapından değil, oval ağızlık kısmından tutup, sapını pilav çanağına batırıp öyle yemeye çalışırlar ama yiyemezler. En sonunda, bildikleri yöntemle, parmaklarıyla pilavı yerler. Kabilelerinde daha önce de pilav yedikleri için, bu yemek onlara tümden yabancı gelmez ama pilavın tuzunun az olduğunu işaret edip pilava biraz tuz attırırlar ve sonra iştahla yemeye başlarlar.

    Her iki grup arasındaki güven pekiştikçe, kabile üyeleri, Dutilleux ve ekibinden bir yardım talebinde bulunurlar.

    Kabilenin binyıllardır yaşadığı ormanlık bölgedeki nehir suyunun, kayalıkların arasından akıp giden dağ suyunun, derelerdeki suyun ve yağmur suyu birikintilerinin, kabilelerindeki pek çok insanı hasta ettiği, buna çözüm bulamadıklarını söyleyip yakınırlar. İletişimin neredeyse hepsi, el kol hareketleri ile sağlanıyor iki grup arasında.

    Dutilleux ve ekibi, medeniyetin ilerlemesi sayesinde, eczacılıktaki ilerlemenin sonucunda icat edilen, bağırsak bozukluklarını tedavi edici birkaç hap ve şurubu kabile üyelerine vererek sorunlarına (basit ve geçici) bir yardımda bulunurlar ve kabilenin teşekkürünü alırlar.

    ‘İlkelleri’, medeniyetten uzak yaşayan (veya yaşatılan) bu kabileyi tümden suçlayamayız. Ama medeniyetin getirdiği şeyleri de %100 düşman kabul etmek, doğru bir yaklaşım olmasa gerek.

    O ormanlık bölgedeki sular, tarih boyunca hep kirli, hep mikroplu, hep ishal gibi bağırsak sorunlarına yol açan şeyler taşıyor muydu? Yani, ‘doğal olarak’, tarih boyunca, o sular hep problemli miydi? Buna emin olabilir miyiz?

    Yoksa, medeniyet ilerlerken, yük gemilerinden okyanusa bırakılan atıkların zamanla o kabilenin (ve diğer yüzlerce kabilenin) yaşadığı ormanlık alanlara nüfuz etmesi sonucunda mı, küresel ısınma sebebiyle adadaki doğal ahengin bozulması sonucunda mı, yağmur bulutlarındaki gaz oluşumlarının medeniyetin fabrikalarından tüten dumanlarla zehirlenmesi sonucunda mı, o ormanlık bölgedeki sular etkilenmeye başladı, ve böylece ilkellerin bağırsak sorunları da ‘medeniyetin zararları’yla mı başladı?

    Eğer suçlu aramak istiyorsak, asıl suçlunun kim, kimler veya neler olduğunu hemen öğrenebilir miyiz? Suçu ve suçluları hemen tespit etmek mümkün mü?

    Şu an kullanmakta olduğumuz akıllı cep telefonlarının (smartphone) yaydığı radyasyon seviyesinin, vücudumuza zararlı olmadığı söylense de, yıllar sonra, bu cihazların vücutlarımızda biriktirdiği sağlık problemleri kendini göstermeye başlayabilir. Bunlara, şimdiden emin olamayız. Peki, medeniyetin getirdiği olan smartphone’u, sağlık problemlerine yol açma ihtimalini bildiğimiz halde niçin kullanmaya devam ediyoruz? Smartphone’ları niçin %100 düşman kabul etmiyoruz?

    ‘Medeniyet karşıtı’ olmak, kolay bir şey olmasa gerek…

    Dutilleux ve ekibinin kamera kayıtlarını izlemek isteyenler için, YouTube adresleri:

    Bölüm 1: https://www.youtube.com/watch?v=5aV_850nzv4

    Bölüm 2: https://www.youtube.com/watch?v=yHjYxgvnMEE

    Bölüm 3: https://www.youtube.com/watch?v=R3r_JhOV00s

    Ekleyelim: Bu çekimlerin ‘sahte’ (kurgu) olduğu da iddia ediliyor.

    ‘Simülakrlar ve Simülasyon’
    Jean Baudrillard
    http://www.kitapyurdu.com/kitap/simulakrlar-ve-simulasyon/52471.html

  983. Cesur Yeni DünyaTürk Askerleri

    1
    “11 Ütopya Ticareti 9 Haziran 17
    Modern çağlarda (hatta Ortaçağ ve İlkçağlarda bile) uygulanması imkansız olan “medenileri ilkelliğe geri döndürme” ticareti.
    İnsanları primatların hayatına, çok hücrelileri tek hücrelilerin hayatına geri döndürme ticareti gibi bir ticaret.”
    2
    14 Mantıksızlık Ticareti 9 Haziran 17
    “Değişimin yönünü karmaşıktan basite doğru çevirme ticareti.”
    Aşağıdaki şiir de aynı 11’in dediği gibi geriye, ütopyaya dönmek hayalleri içinde galiba.
    VE
    14’in “değişiminin” kapsamı olan ekonomik, politik, sosyolojik, biyolojik, genetik, idyotik karmaşık nedenleri basitleştirmiş galiba.
    Evleri yüksek kurdular
    Önlerinde uzun balkon
    Sular aşağıda kaldı
    Aşağıda kaldı ağaçlar
    Evleri yüksek kurdular
    Onbin basamak merdiven
    Bakışlar uzakta kaldı
    Uzakta kaldı dostluklar
    Evleri yüksek kurdular
    Cama betona boğdular
    Usumuzdaydı unuttuk
    Topraklar uzakta kaldı
    Toprağa bağlı olanlar
    (1976)
    Ne yazık böyle şahane bir şair bu iki zeka fışkıran 11 ve 14 gibi imkansızlıkları görmemiş, bu binaların aslında ticaret yapıldıklarını anlamamış. 11 ve 14 gibi yedikçe fazla yemek yiyen, ileriye dönük Atatürk fırlaması değil. Ne yazık 11 ve 14 gibi Batı’lı olmak için yerlerde sürünmeyen alçalmış biri değil.

  984. marxist argüman

    türk-islam sentezi fa$ist dü$ünce ile ideolojik mücadele

    türk-islam sentezcisi “fa$ist necip” bu sitede t.c. devletine ve osmanli/türk emperyalizmine yapilan ele$tirilerin önünü almak icin her türlü hile hurdaya ba$vuruyor.

    kendisiyle bu sitede iki yildir fikir tarti$masi yaptigim icin fikirlerini artik yakindan tanidigim ve özellikle son günlerde ki fikir beyanlariyla rengini iyice belli eden bu türk-islam sentezcisi fa$istin devlete/düzene yapilan ele$tirilerin önünü kesmek icin ba$vurdugu taktiklerden biri de örnegin beni alman devletini savunuyormu$um gibi göstermek; “türk emepryalizmini bo$ ver, alman emperyalizmini konu$alim; mara$’i sivas’i gec, solingen’i konu$alim” taktigidir.

    sanki alman fa$istlerinin yaptigi solingen katliami türkcü/islamci fa$istlerin türkiyede yaptiklari ayni cins katliamlari me$rula$tirirmi$ gibi; sanki alman fa$izminin gercekligi türk/islam fa$izminin varligini me$rula$tirirmi$ gibi…

    bu iftiraci fa$istin yalanini göstermek icin 4 mayista zileli’nin bundan önceki yazisinin altina yazdigim yorumu buraya aliyorum:

    “önce AB’nin kurulu$ amaci/hedefini tespit etmemiz lazim ki meseleyi anlayalim:

    1. kendi aralarinda ki bitmez tükenmez sava$larla birbirlerini iflas ettirme noktasina getiren avrupali emperyalist devletler 2. dünya sava$indan sonra $iddet ve sava$a dayali; rakibe boyun egdirme amacli rekabet yerine ekonomik rekabette karar kildilar ve bu amacla bugünkü AB olu$umuna giri$tiler.

    2. ikinci dünya sava$i sonunda birbirlerini kar$ilikli yikima ugratan ve bundan dolayi dünya emperyalist önderligini ABD’ye kaptiran avrupa devletleri yeni ba$ emperyalist ABD ile rekabet edebilmek icin almanya ve fransa’nin öncülügünde güclerini birle$tirip bugün ki AB’nin temellerini attilar.

    soru: AB ile ABD’nin kapitalist/emperyalist rekabetinde belirleyici faktörler nelerdir:

    birincisi, dünya parasi olan dolar ile rekabet edecek ortak bir para birimi. AB, bu hedefine bugün dolar ile dünya capinda rekabet eden “euro” para birimi ile ula$mi$ durumda.

    “euro”nun asil gücü almanya’nin eski ulusal para birimi olan “mark”a ve alman ekonomisine dayanir. bugün alman ekonomisi ile yari$amayan fransa’nin sagci/irkci/ulusalci marine le pen gibi politikacilarin euro’yu birakip yeniden ulusal paramizi kullanalim, demesinin sebebi budur.

    ingiltere ise kendi ulusal parasi zaten kiymetli oldugu icin ve bir de londra’nin dünyanin sayili finans merkezlerinden olmasi dolayisiyla “euro” para birimine geci$i cikarina uygun bulmami$ti.

    3. genel olarak AB, özel olarak AB’nin en fazla söz sahibi iki devleti almanya ve fransa birlige yeni üye alirken, üye devletin “ceyizine” bakmazlar; AB’ye üyelik kriteri “ceyiz” olsaydi türkiye ve rusya’nin yunanistan’dan cok daha fazla ceyizi olmasina ragmen AB’ye alinmadilar.

    (rusya’yi AB’ye aday ülke olarak bile kabul etmediler ve yine rusya’nin nato’ya alinma istegini de red ettiler)
    “ceyiz”den bahsedenler hem kapitalist ekonomiyi hem de AB’yi anlamadiklarini gözler önüne seriyorlar.

    kapitalist devletlerarasi rekabette belirleyici faktörlerden ilki tüm dünyada gecerli kiymetli bir para birimine sahip olmaktir, demi$tik. bununla ili$kili olarak avrupali firmalarin kapital/sermayesinin ABD, cin gibi küresel rakiplerin firmalari ile boy ölcü$ecek derecede büyük olmasi. AB devletleri ekonomik güclerini birle$tirerek; avrupali bazi firmalarda sermayerini birle$tirerek; ticari ortaklik yoluyla vs. bunu ba$ardilar.

    kapitalist rekabette belirleyici ikinci faktör “pazar”dir; pazar’in büyüklügüdür. ne demek bu?

    yani AB’ye üye ülkelerin sahip olduklari nüfus; üretici/i$gücü ve tüketici olarak nüfusun mümkün mertebe kalabalik olmasi.

    i$te yunanistan gibi kücük devletlerin AB’ye alinmalari jeostratejik vs. faktörlerin yanisira, AB ortak pazarini mümkün mertebe geni$letme amaciyladir.
    bu geni$leme rastgele ve ölcüsüz bir geni$leme degil tabii ki.

    yunanistan’nin kisa bir süre önce AB ortak pazari icinde ki kapitalist rekabette devlet olarak iflas etmesinin sebebi, yunan sermayesinin ve ürünlerinin büyüklük, kalite ve fiyatta üstün alman, fransiz vs. sermayesi ve ürünleriyle rekabet edemeyi$iydi.

    yunanistan’in ege denizinde ki zengin petrol ve dogalgaz yataklarindan dolayi AB’ye alindigi iddiasi neden bir hurafedir/efsanedir?

    cevap: cünkü günümüz emperyalizmi 100-150 yil önceki sömürgecilik ile ayni degil. yani, yunanistan AB’ye üye oldu diye ege de eger varsa petrol/dogalgaz yataklari otomatikmen AB’nin mali olmuyor; AB’ye üye ülkelerin yeralti zenginlikleri yine o ülkerin ulusal kaynagi olarak kaliyor.
    örnek, yunanistan o yeralti kaynaklarini AB ülkelerine satmak zorunda falan da degil, istedigi devlete satma hakki var, yani yunanistan’in varsa ceyizi, AB o ceyize kafasina göre el koyamaz.

    soru: yunanistan gibi kücük, önemsiz ülkeler AB’ye alinirken türkiye, rusya gibi ülkeler neden AB’ye alinmiyor?

    cevap: cünkü AB denilen emperyalist kulüb üyeleri arasinda da kiran kirana bir kapitalist rekabet var. ve AB’nin asil kazancli devletleri fransa ama özellikle de almanya’dir.
    örnek, bayan merkel bugün diyelim ki bir putin ya da trump ile pazarlik yaparken sadece alman devletini degil ama ayni zamanda AB’nin lider gücü olarak pazarlik yapiyor ve putin, trump, erdogan gibi liderler tarafindan da öyle görülüyor; ona göre muamele ediliyor.

    yani bayan merkel’in dünyada sözü gecen bir lider olmasi sadece almanya’yi degil ayni zamanda AB’yi de temsil ettigi icindir.

    bundan dolayi türkiye, rusya gibi ülkelerin AB’ye üye olmasi almanya, fransa gibi devletlerin i$ine gelmez, cünkü:

    birincisi, türkiye, rusya gibi ülkeler AB tarafindan yunanistan, dogu avrupa ülkeleri gibi kolaylikla hazmedilecek; entegre edilecek ülkeler degiller.

    ikincisi, türkiye ve rusya gibi devletlerin üye oldugu bir AB de almanya ve fransan’in liderligi tehlikeye girer; almanya ve fransa AB icinde istedikleri gibi borusunu öttüremezler.”

    evet, yukarda görüldügü gibi ben avrupa birligini (AB) kapitalist/emepryalist bir olu$um olarak görüyorum ve öyle de tanimlami$im.

    bir insanin “AB emperyalizmi ya da alman emperyalizmi” kavramini kulanmasi bile, o insanin fikrini/baki$ acisini aciga vurur. yani bir insanin sözcük/kavram secimi tesadüf degildir ve “AB emperyalizmi ya da alman emperyalizmi”nden bahseden bir insan zaten $unu acikca belirtmi$ oluyor: ben AB’nin ve almanya’nin di$ politikasini yayilmaci/emperyalist bir politika olarak görüyorum ve buna kar$i oldugumu acikca belirtiyorum.

    yorumlarini takip edenler bilir, daha önceki yorumlarimdan birinde de “dolar-euro emperyalizmi”nden bahsetmi$tim.

    bir alman fa$istinin “nazi ya da alman empeyalizmi”den bahsettigini, bu kelimeleri kullandigini gören duyan oldu mu?
    mümkün degildir, i$in dogasina aykiridir. benim ve alman komünistlerinin “alman emperyalizmi” olarak tarif edip ele$tirdigini alman fa$istleri yüceltip idealize ederler; alman devleti ve irkinin hakim/egemen devlet/irk olmasini en dogal haklari olarak görürler.

    ayni $ekilde benim “osmanli/türk emeperyalizmi” olarak ele$tirdigim yayilmaci politikayi türkcü islamci fa$istlerin ele$tiri konusu yaptigini gören duyan oldu mu?

    mümkün degil, i$in dogasina aykiridir. benim “emperyalizm” olarak adlandirip ele$tirdigimi, onlar “ülkü” olarak yüceltip idealize ederler ve türk devleti ve irkinin hakim/egemen olmasini en dogal haklari olarak görürler. vs. vs.

    türkcü islamci azili “fa$ist necip”in bu tür iftiralari sadece ve sadece suyu bulandirmak, tarti$manin yönünü degi$tirmeye yöneliktir.

    solingen gibi alman fa$istlerinin katliamlarini ele$tirip te$hir etmek herkesten önce alman toplumundan olan insanlarin görevidir. alman komünistlerinin alman fa$izmine tavri nettir; devlet ve fa$istler bundan dolayi alman komünistlerini devlet/millet dü$mani “vatan hainleri” olarak görürler.

    ben alman degilim burasi da alman sitesi degil. türkiyede ki türk-islam sentezcisi fa$ist güruhun katliamlarini ele$tirip te$hir etmekte almanlarin degil her$eyden evvel türk toplumundan olan insanlarin i$idir. benim yaptigim ele$tiri ve te$hir de bu cercevededir.

    türk islam sentezcisi “azili fa$ist” necip gibilerinin günzileli.com gibi solcu sitelerde ki faaliyetleri t. erdogan’in i$aret ettigi türk islam sentezinin “kültürel/ideolojik” iktidarini kurmaya yöneliktir. ve ba$arisiz olduklari da söylenemez.

  985. marxist argüman

    bo$-bele$ adamlarin zaman öldürmek icin dolu$tugu site: günzileli.com

    “Bazılarının yaptığı “medeniyet düşmanlığı” ticaretinin karşı çıktıkları Marksist Argümangillerin yaptığı Marksizm ticaretinden bir farkı yok.”

    bu sitede ki yorumcular neden böyle bo$-bele$ atip tutuyorlar?

    bu yorumcu “ticaret” diye bir etiket eline almi$ gelene yapi$tiriyor, gidene yapi$tiriyor. i$in kötüsü “ticaret” kelimesinin anlamini dahi bilmiyor.

    türk dil kurumundan alinti:

    “ticaret
    isim (tica:ret) Arapça ticāret
    1. isim Ürün, mal vb. alım satımı
    2. Kazanç amacıyla yürütülen alım satım etkinliği
    3. Bu etkinlikle ilgili bilim
    4. Alışveriş sonucu elde edilen, yararlanılan fiyat farkı, kâr

    bu sitede kimse kimseye parayla bir$ey satmiyor.

    burasi siyasi/toplumsal konularda fikir tarti$masinin yapildigi bir platform; bunu bu $ekilde organize eden de sitenin sahibi zileli’dir. ortada bir ticaret varsa o zaman zileli ba$ tüccardir.

    fakat ortada ticaret falan yok; “ticaret” etiketini ele$tiri olarak kullanan bu salak aslinda $unu demek istiyor: siz neden orta yolcu degilsiniz de, belli fikirleri, ideolojileri, baki$ acilarini savunuyorsunuz?

    benim cevabim: bre budala burasi futbolsever, fal meraklilari, magazin/televole vs. sitesi degil, siyasi/toplumsal olaylarin tarti$ildigi bir yer.

    a be yolunu $a$irmi$ $a$kin, burda siyasi icerikli yorum yazilmasindan daha dogal ne var?

  986. “bo$-bele$ adamlarin zaman öldürmek icin dolu$tugu site: günzileli.com” except Marksist argüman 🙂

  987. Bu sitede yazılanları Amerikalı arkadaşlara çevirdiğimde, sitedekilerin şair William Carlos William’ın ABD’ye gelen Pilgrimleri anlatan yazısındakilere tıpa tıp benzediklerini gören arkadaşlar, yazının bir kısmını çevirip göndermemde ısrar ettiler.
    Suç bende değil.
    Bazı yerlerde zenginlik-bilim-teknik-üretici-tüketici-endüstri müminleri, Batılı laik olma hırsının azılı askerleri, medeniyeti savunma yobazları, ilerleme ve aydınlanma masallarının meşale taşıyanları, içi boş olanlar ve benzeri coğrafi ve tarihi düzeltmeler yapmadım. Ne de bu sitedekilerin, düşmanları sandıkları Püritan Erdoğan’ın aynada yansıları olduğunu eklemeye gerek gördüm.
    Anlayana sivri sinek saz, anlamayana davul zurna az.
    Pilgrimler İngiltere Tudor hanedanın dinç, sağlıklı çiçek tohumlarıydı. Tudor zirvesinin şaşaalı gücü, Pilgrimler’in ruhunda harcandı, sertleşti, küçülüp adileşti. Restorasyon başarıdan başarıya kavuşurken, güvensizlik dolu, kış soğunda sıcak ve emin inzivaya çekilen taç yaprak Pilgrimler ya hayal dünyasında ya da deniz üzerinde sürüklendiler.
    Bu küçücük Pilgrimler’in ruhlarında erişilen alçaklık Kuzey Amerika başlangıcının en alçak noktasını simgeler. Tanrının kendilerine açtığı yolu tutan Pilgrimler vardıkları VAHŞİ kıtaya en uygun fidanlardı. Ruhları boş olduğundan bunlara Püritan (Halis) adı verilir.
    Bu iç boşluğu Pilgrimler’i Yeni Dünya’da Avrupa yaşamını kurmada amansız, acımasız savaş askerleri etti. Amerikan demokrasisinin ilk akıncıları Püritanlar tüm dünyayı kendilerine benzettiler. Ne yazık ki, hiç biri sağlam kilitli kalplerine göz atıp içinde ne olduğunu görme cesaretini gösteremedi.

  988. Git doğaya, bu sitede işin ne?

    Şu meşhur fıkra senin gibilerini tarif ediyor
    (Bu tür cinsiyetçi söylemleri hiç sevmem ve örnek vermek zorunda kaldığım için Zileli ve diğer yorumculardan özür dilerim. Ancak bu tutarsızlık başka türlü daha iyi anlatılamazdı)

    – Benim annem senin anneni bir yerde görmüş?
    – Yaaa! Senin annenin orada ne işi varmış?

  989. Çırpındıkça Batan Marks Yamağı

    Zavallı Marxsist Argüman,
    Amcası Marks’ı taklit etme bataklığı içinde çırpındıkça daha fazla batıyor.
    Metafor, dilde bir mucize kadar hayret ettiren yaratıcılıktır.
    Ticaretin sözlük anlamıyla yetinen bu et kafalı, bu literal-minded, bu hayal gücü olmayan ancak ve ancak medya dedikodularını burnu havada anlatma şabanlığı yapmayı ciddilik zanneder. “siyasi/toplumsal olaylarin tarti$ildigi bir yer”, “… siyasi icerikli yorum yazilmasindan daha dogal ne var?” gibi ukalalıklarıyla kendini dev aynasında görür.
    Bu herif “taş yürekli” deyiminde taş ve yürek kelimelerini sözlükte arar ve yıkana yıkana, cilalıya cilalıya parlaklaşmış zekâsıyla böyle bir şey olmadığını görüp alık alık sırıtır. Tabii, Erdoğan İslam ticareti yapmaz. Yaşadığı ülkedeki eski komünist Merkel şimdi kapitalizmin ticaretini yapmaz. Sen de bir gün uyanıp aynı yolu tutacaksın. Ben bundan sonsuz eminim. Her ikisinin gençlikte politikacı olma hırsı sende de var.
    “$” kullanmakla hak yolunda olduğunu sanan bu koca kelleye 11. yüz yıldan bir örnek vereyim. Belki, inşallah, ağzından akan ishalini durdurur.
    Yeni yeni yeşeren burjuva akıncıları Kilise’yi uyuz etmemek için her türlü yazılarına İncil’den alıntılar eklerler. Bir tanesi şahane! Bir burjuva diğer burjuvalara hitap eden yazısına İncil’den şu alıntıyı ekler:
    “$, bilginin dilini, yargıcın gözünü bağlar”
    Mesajın ne demek istediğini bu hödüğe anlatmak, deveyi hendekten atlatmaktan daha zor olduğunu bildiğim için, denemeyeceğim.
    Bence senin bu yaptığın Marksist yavşaklıklarını en iyi görebilecek Gün Zileli’dir. Çünkü o da o yollardan geçti.
    Her neyse, ben de bu şabanı taklit edeyim:
    Medya dedikodularını aktaran Marks yamağı medya papağanı Marxist Argüman, burada cesetleri yeni kefenlere sarıp satma ticaretini yapmada ne kâr var?

  990. Gün Zileli
    Haziran 10th, 2017 at 08:26
    “bo$-bele$ adamlarin zaman öldürmek icin dolu$tugu site: günzileli.com” except Marksist argüman ????

    Yanlış.

    “Boş-beleş medenilerin zaman öldürmek için doluştuğu site: günzileli.com” except YouKnowWho

  991. Güzel Yazıya Bir Yanıt

    Sayın 19 Anonim
    Daha önce de böyle güzel ve konunun karmaşık olduğuna işaret eden yazılar oldu ama siz ayrıntıları ve bağlamı verdiğiniz için daha iyi anladım diyebilirim.
    Medeniyet eleştirisi çeşitli. Eleştiri yapanlar daha iyi bildikleri konuları odaklar, önemli ayırımları vurgular, farklı görüş felsefi açıları benimser, farklı arşimet dayanma noktaları kullanırlar.
    İyi/kötü, doğru/yanlış, doğa/insan veya kültür, yararlı/zararlı, insan/bitki, insan/hayvan, mantık/mantık öncesi, felsefi/mitsel, bilimsel/büyülere inanma, gerçek tanrılı/putperestler, sıcak toplumlar/soğuk toplumlar, devletli veya siyasi toplumlar/ devletsiz toplumlar, … dualities
    Gördüğünüz gibi bu dualiteler listesi uzun ve doğrusu sıkıcı. Eğer ben bir noktayı vurgulamak istersem, medeniler arasında evrensel olduğuna inanılan, yukarıda kısa bir listesini yazdığım kavramların evrensel olmadıkları. Yargılarımızda daha titiz olmamızda yarar olduğunu düşünüyorum.
    Şimdi sizin işaret ettiğiniz bir ikilimi örnek alacağım: X’e karşı olmak/X’i savunmak veya X’i yararlı/X’i zararlı bulmak.
    Medeniyet tarihinde bile her türlü yeniliğe kaşı bir tereddüt ifade edildi.
    Ateşin evcilleştirilmesi (dolayısıyla Prometheus’un başına gelenler), Babil Kulesi, İkarus, halk arasında demircilere karşı korku ve ihtiyaç (çingenelerin asıllarının demirci olduğu iddia edilir), yine halk arasında doktorlara karşı korku ve ihtiyaç, matbaanın Faust tarafından icat edildiği efsanesi, Frankenstein en iyi bilinenler arasında.
    remdies for remedies
    Sizin verdiğiniz örnekte suyun hep kirli/ modern yaşamın kirlettiği sorunu ancak bilimsel bir araştırmayla cevaplandırabilir. Çare de şimdiki şartlar altında öyle. Diğer bir deyişle ve sık sık rastladığım bir iki değerlilik ortaya çıkar. Bir yanda ancak neden olanlar çare getirebilir ve bu çare getirenler medeniyet başladı başlayalı dertlerine çare bulmak için ya birbirlerini boğazlarlar veya dünyayı harabeye çevirirler. Fakirler zengin olmak ister, sağlık imkanlarından yararlanamayanlar yararlanmak isterler, … Yine liste uzun. Üstelik ve özellikle son 2-3 yüz yıl sürekli ve eskiden farklı olarak İlerleme adı altında çare ümitleri dağıtılır. Diğer yandan sözünü ettiğiniz ‘Toulambi’ kabilesi temkinli tahminlere göre yaklaşık 10 bin yıldır (en azından Amerikalara girişten bu yana) medeniyet çarelerinden yararlanmadan yaşamasını becermişler. Dünyanın her yerinde benzeri insanlar çevredeki bitki, ağaç kabuğu, minerallerden ilaç yapmayı öğrenmişler. Hatta çok sayıda hayvanlar bile bunu becerirler.
    Büyük bir ihtimalle bu insanlar medeniyete katılacak ve “yok” olacaklar. Hatta, kesin kes, diyebilirim.
    Bu da bizi kimin suçlu olduğunu öğrenmek konusuna getirir. Bence, suçlu/suçsuz içinden çıkılmaz gibi. En azından hangi ve kimin kıstasını kullanacağız? Bunu kaytarmak için söylemiyorum, medeniler her zaman tek bir kıstas kullanırlar: en modern versiyonu hayat kavgası ve kazananlar.
    Akıllı telefon suçlu aramanın imkansızlığında güzel bir örnek. Bilimsel düşünelim. Şimdilik sosyal yaşamda yarattığı ve yaratacağı “zaralara” değinmeyeceğim ama bir masa etrafında oturna 5-6 “arkadaşın” akıllı telefondaki “arkadaşalarıyla” arkadaşlık ettiğini görmüşünüzdür. Eğer bir süre sonra sağlığa zararları bulunursa yine bilim-teknik-endüstri-araştırıcı-iş adamlarına iş çıkacak ve çareleri araştırılacak, çareye çare aranacak. Bazıları yararlanacak, bazıları yararlanamadığı için ya hastane hastane sürünecek, ya ölecek ya da deliye dönecek.
    1970lerde medeniyet sorununu ele alanlarla konuşmalarımızda Avrupa beyazlarıyla ilişkiye giren ve ‘Toulambi’ kabilesi insanları gibi her hangi bir medeni kadar zeki olan insanların kıyaslamada neyin iyi olduğunu bilmeleri bizi şaşırtmadı. İnsan, Avrupalı beyazlarla daha tanışmadan, ateş, dil, sosyal hayat, taş yontma, ateş, tekerlek gibi onlarsız yaşamın bile imkansız olduğu şeyleri ve yolları buldu.
    Bizi şaşırtan aralarından bazılarının Avrupalı beyazlar gibi olunca onların köleleri olacağını çabucak görmeleri. Hatta tüm Avrupalılar gibi ruhsuz varlıklar olacaklarını görenler bile oldu.
    Ateş olmayan yerde duman olmaz.
    Halk arasında dolaşan Faust efsanesi, önce Goethe sonra T. Mann’ın ünlü romanları bu konuyu işler. Güç için ruhunu satmak.
    Eğer tekrar başa dönersem, konu medeniyet karşı olmak değil, medeniyetin ne olduğunu anlamak.
    Binlerce değişik yaşam, kültür ve toplumsal yaşam biçimlerinden biri. Göz kamaştırmasının nedeni yok etme makineleriyle tüm diğerlerini kırımdan geçirmesi.
    Bunu da pekiştirmek, yanlış anlaşılabileceği pahasına da olsa, mümkün. Medeniler, çoban gezici toplumlara, savaşçı, saldırgan, kırıcı, gaddar, barbar sıfatları takarlar. Eğer Orta Amerika’da Aztekler (atsız göçebe); Avrupa ve Orta Doğuda Akkadlar’dan tut Araplara kadar; Avrasya’da ve Orta Doğu’da Mongollar, Timur, Türkler; İspanya’da Berberler atla (eski en büyük savaş “makineleri” diyebilirim) yerleşik medenilerin yönetici sınıfı oldular. Eğer bazı anlatması uzun olan nedenlerden ben verilen sıfatlara katılsam da büyük tarihçi Toynbee’nin sorusu cevapsız kalır: “Peki nasıl oluyor da bu savaşçı, saldırgan, barbar insanlar tarihten silindiler?”

  992. M. Argüman aşağıdakini de mi sözlük anlamıyla anlayacak?

    “Yaratıkların en kötüsü, akıllarını kullanmayan iki ayaklılardır”

  993. 1970lerde medeniyet sorununu ele alanlarla konuşmalarımızda Avrupa beyazlarıyla ilişkiye giren ve ‘Toulambi’ kabilesi insanları gibi her hangi bir medeni kadar zeki olan insanların kıyaslamada neyin iyi olduğunu bilmeleri bizi şaşırtmadı. İnsan, Avrupalı beyazlarla daha tanışmadan, ateş, dil, sosyal hayat, taş yontma, ateş, tekerlek gibi onlarsız yaşamın bile imkansız olduğu şeyleri ve yolları buldu.

    Dalga geçmek için sormuyoruz, ciddiyiz.

    ‘…onlarsız yaşamın bile imkansız olduğu şeyleri ve yolları buldu.’ diye bitirmişsiniz. Eğer elinizde kaynaklar mevcutsa, bunlardan birkaç örneği yazar mısınız?

    Bahsettiğiniz ilkeller; ateş, dil, sosyal hayat, taş yontma, tekerlek gibi onlarsız yaşamın bile imkansız olduğu şeyleri ve yolları buldu, örnekleri yazar mısınız?

    ‘Görmeden inanmam’ diye bir klişe söz vardır, duymuşsunuzdur. Sorumuzu size, bu bayağılıkta sormadığımızdan emin olmanızı isteriz.

    Ek yaparak, hatırlatıyoruz:

    ‘Simülakrlar ve Simülasyon’
    Jean Baudrillard
    http://www.kitapyurdu.com/kitap/simulakrlar-ve-simulasyon/52471.html

    ‘Görmenin İktidarı’
    Giovanni Sartori
    http://www.kitapyurdu.com/kitap/gormenin-iktidari/58131.html

    ‘Ways of Seeing’
    John Berger
    https://en.wikipedia.org/wiki/Ways_of_Seeing

    Ocak 1972, BBC’de yayınlanan 4 bölümlük belgesel

    Bölüm 1: https://www.youtube.com/watch?v=0pDE4VX_9Kk

    Bölüm 2: https://www.youtube.com/watch?v=m1GI8mNU5Sg

    Bölüm 3: https://www.youtube.com/watch?v=Z7wi8jd7aC4

    Bölüm 4: https://www.youtube.com/watch?v=5jTUebm73IY

  994. marxist argüman

    günzileli.com son dakika haber!

    bol arpa yan etki yapti: arpayla beslenen ilkel deli kuduzla$ti

    bakirköy timarhanesinin kapali bölümünden zincirlerini koparip firar eden a$iri tehlikeli kuduz deli deh$et sacti!

    sokakata önüne cikan vatanda$lara saldirip isiran agzi köpüklü kuduz delinin isirdigi talihsiz vatanda$lara bakirköy saglik ocaginda kuduz ignesi yapildi.

    bakirköy’de panige yol acan olayda, polisler kuduz deliye yakla$maya cesaret edemeyince, polis helikopteri havadan üzerine attigi büyük bir balikci agi ile kuduz deliyi etkisiz hale getirip bakirköy timarhanesine geri teslim etti.

    bakirköy timarhanesi ba$hekimi: medeniyeti ret edip ilkel bir ya$ami savunan bu deli ekmegi medeniyet ürünü olarak gördügü icin yemiyordu, bundan dolayi biz ekmek yerine kendisine arpayla kari$ik saman veriyorduk. galiba arpasini biraz bol verdik; yedigi arpa yan etki yapti anla$ilan, bundan dolayi saldirganla$ti.

  995. Literalistler (yani yazılan her şeyi kelimesi kelimesine anlayıp, sözlükçülük yapanlar) ve cahiller, medeniyet karşıtlarını anlayamaz. Bunlara Marksizm ticareti yapıp karınlarını dolduranlar da dahil. Siz daha medeniyet karşıtlığı derken bile literalist kalıbınızdan kurtulamıyorsunuz eyy Marksist esnaf…

  996. Avustralya'dan Selam

    Bir İngiliz yazar haberlerin kritiğini yapan Marxist Argüman’ı boynuzluya benzetti: haberlerle asıl olan bitenlerin saklandığı gerçeğini en son bu boynuzlu Marxist Argüman öğrenecek.
    Diğer bir anarşist arkadaş: “yahu bu yazdıkları bile zor anlanan kişi dünyanın dört bucağında takdir edilen ‘it ürür, kervan yürür’ ünlü Türk özdeyişini duymamış mı?, hala demokrasinin itleri ürütmeyle güzel çalıştığının kanıtlandığını bile bilmiyor mu?” merakı içinde.

  997. Hoca'nın Kaftanı = İnternet

    İtalyan bir yazarın 1990larda bu sitede çok sayıda kitap okumayan, internet avcı/devşiriciliğiyle göz kamaştımaya çalışan, kendilerinden başka kimseyi kandıramayanlarla ilgili bir hikayesi.
    Bir genç üniversitede ilk girdiği dertse profesör öğrencilere okumaları zorunda oldukları 20-30 kitap listesi verir. Dönem yarısı gelir ama genç salt 3-4 kitap bitirebilmiş. Telaş içinde sınıfındaki bir öğrenciye sorar:”Siz bu kadar kitabı nasıl okuyabiliyor sunuz?”. Arkadaşı güler. “Kimse okumaz, tanıtımı, son sayfaları, eğer gerekirse kritiğini oku, yeter.”, der.
    Genç okulu bitirir, iş arar, kitap satıcılığı ilanına cevap verir ve karşılıklı görüşmeye gider. İlk soru kitap okumayı sevip sevmediği. Coşkunlukla müspet cevap verir. Söyleşiyi yapan Necip beye benzeyen bir pazarlama/işletme technician-teknisyen. “Biz kitap sevenler ve hatta kitap okuyanları hiçbir zaman işe almayız. Kitap seven değil, kitap satabilenleri işe alıyoruz. Kitap sevenler kitap satmada çok beceriksiz oluyorlar!”, der ve genci kapı dışarı eder.
    Başta eski yalakalar olmak üzere Marxist Argüman ve Necip bey üçte-bir, birde-üç bu sitede yazı yazanların büyük bir çoğunluğu internetle, sosyal medya ve televizyon seyretmeyle geçinen ve demokrasiye şükür bunu sergilemekten utanmayanlar.

  998. marxist argüman

    timarhane firarisi zir deliden veciz sözler:

    “Karşı çıktığınız düzen kamışını ağzınızdan çıkacak kadar size sokmuş, haberiniz yok.”

    ma$allah, mübarek ne kadar da uzunmu$ öyle.

  999. marxist argüman

    günzileli.com’da ki “ilkel deliler kolonisi”

    delidir, ne yapsa yeridir; atsan atilmiyor, satsan satilmiyor; söylesen dinlemiyor; anlatsan anlamiyor

    kapitalist toplumun delileri ve bunlardan günzileli.com’un payina dü$enler: bakirköy firarisi kudurmu$ ilkel azgin deli ve tayfasini taniyalim

    -bunlar, kendini dünyadan izole ederek; kendilerine ait bir dünya kurup, kendi kabuklarina cekilip ya$ayanlardir

    -bunlar, mevcut devlet ve düzeni hedefleMEyen, kar$isina almayan; bunun yerine “medeniyet” adli soyut bir dü$mana sava$ acmi$ akil ve mantik fukarasi don ki$otlardir

    -bunlar, akil, mantik ve bilimi ret eden; modern/medeni olan her$eyi dü$man bellemi$ ilkel dinci yobazlardir

    -bunlar, i$id benzeri ilkel dinci yobaz fanatiklerin deli versiyonlaridir

    bunlar, devrimcilere, komünistlere kin, nefret duyan fakat devlete/düzene zarari olmayan düzen u$aklaridir

  1000. Almanya Anarşistlerinden Bir Katkı

    Almanya’da Ot Artışı ve Marxist Argüman,
    1960larda Alman inekleri kalitesiz otla beslendiklerine uyanırlar. Devlet babaları çareyi dışarıdan inekler ithalinde bulur. Böylece bir taşla iki kuş vurmuş olurlar. Kendi ineklerine yeniden üstün tür olduklarını aşılamak; üretimi ve kalitesiz otların tüketimini dışarıdan gelen ineklerle başarmak.
    İnekler gelir ve hem Alman inekler hem de yabancı inekler muratlarına ererler.
    Ne var ki, bir süre sonra, geldikleri yerde yalanlara alışmış, son 4 -5 bin yıl vaatlerle avutulmuş, evcilleştirilmiş bir bölgeden gelen ve dolayısıyla çocukları gibi boş konuşmayla karın doymadığını bilen daha temkinli anne-baba ineklerin buzağıları, Alman kaliteli ot yeme ve Alman kaliteli beyin yıkama, eğitimiyle büyür gerçek Almanca olurlar.
    Bir ünlü Alman filozofun gerçek Alman tanımı: “kendi yalanına inanan.”
    Alman eğitiminin en temel amacı orta sınıf yetiştirmedir. Bu eğitim, son 5 – 6 yüzyıldır dünyaya egemen olanların en derin varlıklarına işlenen ve artık kalmamış asiller ve sefiller sınıfından ayırt eden özelliği “şimdi” değil “sonra”ya ertelemesidir. Marks’ın en mükemmel bir burjuva olduğu bundan kaynaklanır. Kibar çevrelerde buna “yatırım” denir. Şimdi isteyen ve sonra masallarına vakti olmayanlara çıplak veya örtülü vahşiler arasında da rastlanır. “Cargo Cult” en ünlü bir örnek.
    İsteklerini, bilhassa seks isteklerini, ertelemeyi, dünyanın en büyük devrimini yapan Bolşevikler “bilimsel” eşsiz bir cambazlıkla kullandılar. Hatta hemen isteyenleri “gerçek”, “materyalist” dünyayı rüya dünyasıyla karıştırdıkları gerekçesiyle Marxsist Argüman gibi hapishane değil akıl hastanelerine soktular.
    Her neyse, her şeyi televizyon-seyircilikle bilenlerin sitesinde gereksiz uzatmak istemiyorum.
    Marxist Argüman liseden sonra sosyal asistan okuluna gider ve uzmanlık seçmede daha gerçek beyin yıkamadan geçmiş olan sosyal asistanlar sosyal asistanı, pedagog, sosyolog, psikolog gerçek Alman’dan yardım ister. Büyük sosyal asistan, Marxist Argüman’ın ailesinin otu ve demokrasisi az Türkiye’den geldiğini öğrenince bu enayiye en yakışan hem Almanya’da daha çok ot, hem de daha çok demokrasi olduğu reklamcılığını öteceği bir dal bulur. Hala fakir ülkelerde “şimdi değil” “sonra” satışında etkili olan Marksist Sosyal Asistan olmasını tavsiye eder.
    Hatta enayi Marxist Argüman’dan daha uyanık olan Alman, son 30-40 yıldır dünya kapitalizminin içinde olduğu krize çarelerden birinin bir ara Marksist olmada arandığını bilen biri. Aynı zamanda, Marksist devletler (Devlet-Kapitalizmi) yıkıldıktan sonra en iyi çözümün Kapitalist-Marksist, yani merkezci- otoriter- kapitalistlikte bulunduğunu bilir.
    Bunu da, bu her şeyi bilenler sitesinde, fazla uzatmayacağım. Sitedeki bir arkadaşın dediği gibi, bu site literalistlerle dolu. Çok daha kötüsü Marxist Argüman gibi zamanımızın en korkunç simgesi olan tarih bilmeyenlerle dolu. Milli marşları “bilim-teknik iyi” olanlarla dolu bu sitede ben daha henüz bilimin veya son ismiyle bilim-tekniğin ne olduğunu bilen birine de rastlamadım. Bu cahillerin denklemi bilim-teknik= bolluk ve zenginlik.
    Yine her neyse. Birkaç çirkin ve mide bulandırıcı örnek verelim. Almanya’da bu Marxist Argüman’a benzeyen biriyle evli bir gerçek Alman kadın “Yaşamım bir Komünistle Evlilikle Geçti” adlı bir kitap yazdı ve karı-koca ikinci defa köşeyi döndüler. Diğer bir Avrupa ülkesinde bu ot bolluğuna 1-2 günlük tren yolculuğuyla erişenlerin açıkgöz cin gibi bir kızı “Babam Komünistti” adlı bir film çevirdi.
    Marxist Argüman gelecekte politikacı olma idmanlarını yapıyor.
    Daha çok örnekler var ama hepsi Marxist Argüman’ın yazdıkları kadar sıkıcı ve insan olduğumuza utandırıcı. Bu açıdan baktığımda “keşke yunus balığı olarak doğsaydım” diyenleri ve hayvanları sonsuz sevmek; bu medeniyet lağımlarında doğmuş büyümüşlerden sonsuz nefret etmek bildiğim tek yasa, o meşhur ucuz ruhluların doğa yasası değil, insan yasası.

  1001. Bilim-Teknoloji=Zenginlik

    “The physicist Max Born once remarked that science progresses through a series of intersecting and confusing alleys rather than down the broad and ever-widening highway that is the illusion fostered by our technological successes.”
    ÇEVİRİ
    “Fizikçi Max Born’a göre bilim, teknolojik başarıların beslediği kuruntulardaki gibi geniş ve gittikçe büyüyen ana yol değil; muğlâk, kafa karıştırıcı, kesişen ara yolların zik zaklarıyla ilerler.”
    Bu sitede ne bilim bilinir ne de teknoloji. Bilinenin özeti: teknoloji = ıvır zıvır zenginliği.
    Mesela öğrenciler iki defa Marxist Argüman’ın bilim konusunda ne kadar kara cahil olduğunu suratına vurdular ama onlara cevap vereceğine akıl hastanelerini teftişe çıktı.
    Max Born’dan alıntıyı bu nedenden beğenerek buraya koydum. Ama gözlem eski ve kapsamı daha da eski ve geniş bir önyargı içerdiğinden ve aynı medeniyetin ne olduğunu bilmeyen kabakların medeniyeti savunmasına benzediğinden, konuyu alaylı bir biçimde anlattım.
    Üstelik, bu kısa girişle amacım bilim ve teknoloji ayırımı yerine, iç içe oldukları için artık bilim-teknoloji denildiğini hatırlatmak.
    Bu sitedekiler bilim ve teknolojiyi Max Born ve diğer yüzlerce bilim adamlarının katıldığı gibi sadece etrafta yaygın dedikoduları duyanlar. Hele medeniyet, forget it!
    Bilimle teknoloji ayırımı modern çağlarda apaçık ve bilinçli bir şekilde dile getirilir. Ayırım çok daha eskiye, ilk medeniyete kadar uzanır: kabaca kafası temiz / eli ayağı kirli. Bu ayırım Antik Yunan’da zirveye erişir. Mavi Gözlü-Sarışın Avrupalılar Rönesans’ta, aradaki zamanı atlayarak, kendilerinin Grek soyundan geldiklerini icat ederler.
    Not: Ama hiç değilse Grekler pis işleri kölelere yaptırarak Malthus tuzağına düşmediler.
    Son 40 – 50 yıl araştırmaları bilimle teknolojiyi ayırt etmenin aslında Mavi Gözlü-Sarışınların, her sonradan görenler gibi, aşağılık duygusu, asillik özentisi, bir hüsnü kuruntusu olduğu anlaşıldı. Mavi Gözlü-Sarışınlar, medeniyetle başlayan bu hastalığı daha şiddetli ve daha hızlı tüm dünyaya yaydılar. Asillerin yerini eskiden burjuva adı taşıyan sonradan görmüşler aldı. Burjuvalar yok olunca veya tüm dünya insanları burjuva ruhunu taşımaya başlayınca adları değişti ve hepsine orta sınıflar adı takıldı. Yeni Mavi Gözlü-Sarışın olanlar, hastalığın doğduğu yerde çalışmanın ilahileştirildiğini bilmediklerinden eskiden kalan “asil / ayak” takımı, “okuryazar / çoğunluk ne okur ne yazar” gibi ayırımlarla işi idare ettiler.
    Bu hastalık veya çılgınlık özellikle, Marxist Argüman ve bu sitenin hemen hemen hepsine benzeyen, büyük devrimlere öncü olan orta sınıf koca kelleleri arasında zirveye erişti: ciddi ciddi “beyin işçileri / beden işçileri” falan filan oldu.

  1002. Ticareti Yapılır, O Halde Var!

    Sayın Marxist Argüman Köşe Dönme Yazılarını Uyku Hapı Yerine Kullanan Okuyucular
    Gerçek Alman Sosyal Asistan-pedegog-sosyolog-psikolog-politolog öğütüyle politikacı olma yatırım-antrenmanlarını bu sitede yapan Marxist Argüman başarısızlık sinir buhranları geçirdi. 3-5 bindir “ölme eşeğim yaz gelsin” masallarının beşiğinden gelen anne-babaları 2 günlük tren seyahati ve basmakalıplaşmış ekonomik-politik- linguistik-demokratik-insan hakları masallarıyla süt ve bal diyarı Almanya’ya kapak atan ve para içinde yüzen ailesinin yardımıyla Daniel Cohn-Bendit’in başlattığı halkla ilişkiler “Bir Devrimci Nasıl Politikacı Olur” eğitim okuluna kaydını yaptırdı.
    6 aylık bir eğitim 60 000 €. Eğer başarılı olamazsanız %10 geri veriliyor.
    6 ay sonra Marxist Argüman’ın yazılarında ana tema “gezegeni kurtarma” olacağın tahmin ediyoruz.
    İklim Değişmesi, Hava-Su-Toprak Kirliliği, Okyanus Dibi Metal-Gaz-Petrol araştırmalar, (Attığı havalarla dönecek) Rüzgar Değirmenleri, (beyninden fışkıran ateşle) Güneş Enerji Kaynakları, ve zamanımız dini rahiplerinin günlük vaazlerinde gündeme getirdikleri sorunlar-çareler-yeni sorunlar-yeni çareler kıyamet gününe kadar sürecek “ölme eşeğim yaz gelsin” vaatlerini siteye aktaracak.
    Bu yeni ambalajı önce uykularınızı kaçırabilir ama zamanla alışıp bu yeni coşkunlukla hoplayıp zıplamar da uykunuzu getirecek.
    Dünyanın en başarılı, en gizli-apaçık sırları uykusu gelenleri yeniliklerle tekrar uykuda gezer yapmak. Yeni politika haberleri, yeni artistler, yen, şarkıcılar, yeni temizlik tozu, yeni savaş, yeni insanların inanlara gaddarlığı, sonsuza dek yığınlara sunulan eğlenceler.
    Hannah Arendt ” Banality of Evil” sözüyle zamanımızı en geniş anlamda simgeledi.
    Tabii, ister istemez şu soru aklımıza geliyor: ailesinin “ölme eşeğim yaz gelsin” masal beşiği yerinde 3-5 bin yıldır işittiği ve ezbere bildiklerini neden 60 000 euraya almak gerekti?
    Cevap: Batı’da ve şimdi her yerde varolmak için mutlaka ölüp ticareti yapılır reenkarnasyonla hayata dönmek şart.
    Örnek:
    Batılılar her yerde seksi zevk için yapanları kırımdan geçirdiler. Şimdi seks dünyada en fazla alınıp-atılan metalardan biri oldu.

  1003. Ünlü Marxist Argüman’ın Sözcüsünden Hayranlarına Haberler
    Not: Belki okulun asıl amacının para kazanmak olduğunu daha önce aynı kazığı yiyenlerden öğrenebilir korkusundan, öğrencilerin bilgisayar kullanması yasaklanmış.
    Marxist Argüman’ın Daniel Cohn-Bendit “Bir Devrimci Nasıl Politikacı Olur” okulunda öğrendiği ilk sonsuz değerli ders. Okulun temel ilkesi Marxist Argüman inancının aynısı: praksis! Ders olmuş bir olayı anlatır.
    Avrupa ülkelerinden birinde RAP MÜZİĞİ yapan bir gurup genç, bir Afrika ülkesinde aynısın yapanları ziyarete gitmek isterler. Afrikalı RAP MÜZİSYENLER Avrupalı arkadaşlarından bazı marka ayakkabı ve bazı marka elbise getirmelerini isterler. Ismarlanan eşyaların fiyatları en pahalılar arasında olduğundan Avrupalılar hayret ederler ama alırlar.
    Arkadaşlarıyla buluştuklarında merak içinde sorarlar:
    – Siz RAP yaptığınızda zenginlere saldırıyorsunuz ama bizlerden istediklerinizi ancak zenginler alabilir. Yanlış mı anladık?
    – Hayır, eğer zenginler gibi giyinmemişsen, dinleyenler seni ciddiye almıyorlar, istekleri senin gibi ünlü ve zengin olmak. Sözler buna erişmek için bir araç. Seni dinlemeleri için kelli felli olman şart.
    (Hoca’nın kaftanı, again)

    Aynı şey benim başıma geldi. Yıllardır Avrupa’da olmasına rağmen hala fakir olmakla çok ender rastlanan bir Kürt tanıdıkla konuşuyordum. Bana “Ulan senin de benim gibi allahın şaşmış, senden bana ne hayır gelir”, dedi. Sonsuz haklıydı.

  1004. marxist argüman

    bakirköy firarisi me$hur zir deliden alinti:

    “Ben kendim medeniyete, marksizme, anarşizme, devrimciliğe, solculuğa karşıyım.”

    birincisi, bunun deli sayiklamalarina inanan varsa, pe$inen belirteyim: ben bu deliyi tanimam, bu da beni tanimaz, benim hakkimda yazdiklari kendi fantazilerinden ibarettir.

    ikincisi, ben bu zir delinin devlet/düzene hicbir ele$tirisi olmayan düzen u$agi bir solcu/sosyalist/komünist dü$mani oldugunu daha önce belirtmi$tim.

    yukarda yazdiklarina dikkat edin: ben fa$istlere, kapitalistlere, dinci yobaz fanatiklere kar$iyim falan demiyor; ne diyor: “medeniyet”e kar$iyim, bir de marksizme, anarşizme, devrimciliğe, solculuğa karşıyım.

    sormak lazim: marxizm, anar$izm, devrimcilik, solculuk denilen $eyler o “medeniyet” dedigin $eye dahil degil midirler, neden ayrica belirtme ihtiyaci duyuyorsun: “”Ben kendim medeniyete, marksizme, anarşizme, devrimciliğe, solculuğa karşıyım.”

    daha önce belirttigim gibi: bu timarhane kackini i$id’li barbar dinci yobazlarla ayni kuma$tan yapilmadir; medeniyet’e kar$iyim diyor ama kapitalizm kelimesini agzina bile almiyor; kapitalist düzeni birakmi$, onun yerine marxistlere, devrimcilere küfür ediyor.

  1005. Bilinçlendirme seansları devam ediyor 🙂

  1006. Otomobil mi? Yürüme mi?

    Rivayetlere göre Platon’un, ilk Ütopya sayılan, meşhur kitabı “Devlet” birkaç sayfadan oluşur.
    Sokrates’e göre ideal toplumda herkese yeter ekmek olmalı. Sorulur: “Peki, peynir?” Sokrates, “herkese yeter peynir yapılana kadar peynir dağıtılmamalı”, der. Yiyecek, içecek, giyecek sorularına aynı cevabı verir. Nihayet bu siteye yazanlara benzeyen medeni, ilerici, zamanından önce marksist, anarşist, devrimci, bilim-teknikçi falan filan biri dayanamaz, konuşur.
    – İnsan salt ekmek, peynirle yaşayamaz. İnsana kanepe, masa, sandalye falan filanlar da lazım.
    Güya burada Platon devreye girer ve bir dahinin bu sitede söylediği, “Değişimin yönünü karmaşıktan basite doğru çevirme ticareti” yapan Sokrates aradan çıkar ve birkaç sayfalık bir kitap 300-400 sayfa olur.
    Daha sonra meydana gelen benzeri bir durum anlatmak istediğimi daha güzel açıklayabilir.
    Otomobil ilk çıktığında, bir yere varmada yürümenin daha hızlı olduğunu ileri süren düşünürler oldu.
    Bunu duyan bu sitede dolup taşan, İlericili, Atatürk, Marks-Lenin, Erdoğan falan filanın çılgına çevirdiği medeni devrimciler hemen bunu ileri süren düşünürlerin üfürükçü veya medeniyete karşı vahşiler olduğunu çaktılar. En başta Marxist Argüman, Technician-teknisyen Necip Bey, yeniden TZM’ci doğan eski yalakalar hemen iş başı ettiler. Bazıları “otomobil” kelimesini sözlükte aradı, bazıları ölçü biçme aletlerini çıkardılar, bazıları İnternette bunun kaynağını aradılar. Ama hepsi günlük hayatta köleliklerini düşünüp bu yanlış düşünen, bu cahil bilim-teknik ve medeniyet düşmanlarına saldırıya geçtiler.
    Her gün devrimcilik esnaflığı yapanlar birden bire en softa kapitalist-burjuva-sahte bireyci olurlar.
    Gerçi son derece basit bir matematik problemi ama yürümenin otomobilden hızlı olduğu savının savunmasını öğrencilere bırakacağım.

  1007. Şu an tatilimizi geçirdiğimiz Amerika’daki Miami şehrinde şahit olduğumuz durumu sizlere yazıp körü körüne kapitalizme karşı olmanın dünya durumunu çok basite indirgeme olduğunu hatırlatmak istiyoruz.
    Buaradaki Kübalılar biriktirdikleri kapitalleriyle Küba’ya dönüyor ve her alanda yatırım yaparak Küba’nın ekonomik, sosyal, kültürel alanlarda gelişmesine yardımcı oluyorlar. Küba’da tıp alanındaki yapılan gelişmeler daha ileri teknolojiyle daha etkili ve etken olacak, kişilerin yaratıcılığı dizginlenmeyecek, eşcinsellere baskı kalkacak. İyi eğitimden geçmiş Kübalılar Amerika veya Avrupa’ya giderek alanlarında uzmanlıklarını geliştirerek insan bilgi kaynağını gelişterecekler.
    Hem adadaki hem de buradaki Kübalılar bu fırsatı olumlu bulmakta ve ileriye iyimser gözlerle bakmaktalar.
    Bu konuda görsel bilgi edinmek isteyenlere “Merakla Bekleyen Küba” adlı bir videoyu tavsiye ederiz.

  1008. İkinci Dünaya Savaşı’ndan sonra Alman yazarlar bir toplantı yapıp kaşı karşya kaldıkları vahim bir durumu görüştüler.
    Nazi devrinde yaşamış olanlar yazarların kullandıkları sözcükleri beyinlerinde Nazi devrinde alıştıkları sözcüklerin imgeleriyle canlandırmaktaydılar.
    Yazarlar dili çok daha yeni yollarla kullanma karaına vardılar.
    Bu sitedekiler her söyleneni Atatürk, Batı, Avrupa, Kapitalizm, karşı kapitalizm, laiklik, İslamcılık / karşı İslamcılık, Erdoğan / karşı Erdoğan, Marksizm, Anarşizm gibi saçmalıklar dolu bir dile çevirerek anlıyorlar.
    Biraz eğlenceli oluyor. Örneğin bazı bilgiler politika safsatalıkları içinde pişmiler için “bilinçlendirme ” oluyor. Yani devrimci propagandası, broşür dağıtma oluyor.

  1009. Bilmek mi? Bilinçlenmek mi?

    Dil Deyip Geçmemek Lazım,
    Dil ve insanın en öz varlığı arasındak sıkı (bu kelimeyi iyi ki Marxi$t Argüman veya technician-teknisyen Aziz-evliya N€cip yazmadı) bağı Batı’da başta reklamcılık psikologları ve politikacılar, bir de Nuh devrinden kalmış, yeniden doğmuş, yeni ambalajlı devrimciler bilirler. İşi elde tutan technician-teknisyen psikolog hizmetçiler ve patronları poitikacılar yürür, devrimciler ürür.
    İşsizlik kurumları işsiz yerli malı halis üstün ırk vatandaşları yüz binleri aşan kısa stajlara yöneltirler. Bir düşünür, alayla “artık meslek kalmadı, sürekli staj var”, dedi.
    Bu soytarılığa kapitalistlerin yamakları technician-teknisyenler “hassasiyet kazanma”, eski-yeni devrimciler “bilinçlendirme” derler.
    DÜNYANIN EN BÜYÜK DEVRİMİ’Nİ yapan Bolşevikler bilinçli olma/bilinçli olmama farkından yararlanarak işi becerdiler. Mao amca milyonları zorla bilinçlendirdi.
    Her neyse, technician-teknisyen-psikologların 6 aylık stajından geçenler diğer işsizlere hassasiyet (bilinçlendirme) kazandırma işi verilir. Bu eski işsiz yeni bürokratlar diğer işsizlere başta seks ve sağlık; tuzu, şekeri, kolesterolu çok yemekler vs. konularda hassasiyet (bilinçlendirme) kazandırırlar. Ardından hayvanların, az gelişmiş ülkelerden gelip sığınan yabancıların, eşcinsellerin, vs. gibi tuhaf varlıkların da varlık olduğu hassasiyeti (bilinçlendirmesi) gelir.
    Bazıları sığınma başvurusunda bulunannlara yüksek ırk meziyetleri olan her bireyin aslında tek ve eşsiz bir birey olduğunu, ünsan haklarını, demokrasiyi, kadın ve çocukların da kişisel bağımsız ve otonom iradeli varlıklar olduğu hassasiyet (bilinçlendirme) kazandırma memurları olurlar. Danışıklı ama farkında olmadan dövüşme aynı televizyon, medya, sosyal medya komedileri gibi düzeni ayakta tutma soytarılık eğlenceleri gibi devam eder.
    Almanya’da, bu sığınmak isteyenleri sorguya çekenler sayısı 6 yılda 6 kat arttı. Hepsi tıpkı Hannah Arendt’ın Eichmannlarına benzerler.
    Hassasiyet veya Bilinçlendirme, Kapitalist veya Devrimci, kötü Eichmann veya iyi Eichmann.That is the question.

  1010. Cohn-Bendit Okulundan son Haber

    Ünlü Marxist Argüman’ın Sözcüsünden Hayranlarına Haberlere Devam
    Marxist Argüman’ın aslında mutaassıp ama cin gibi kurnaz ailesi son haberi uslu, terbiyeli Marxist Argüman çocuklarının stajı bitirdiğinde ahlakında büyük değişme olacağı ilanını görünce Cohn-Bendit okulundan çıkardılar.
    Cin gibi kurnaz ailesi Marxist Argüman’ın atıp tuttuğu Marksistlik safsatalarını anlamazlardı. Ama her böyle atıp tutmasını bilenlerin büyük yerlerde büyük politikacılar olduğunu biliyorlardı. Bazıları daha çok politikacılara karşı- politikaclıklarıyla medya artistleri de olabiliyorlardı. Bilinç dolu, bilinç saçan, bilinç kitapları satıyor, medya bilinç konferansları veriyolardı. Bunlara düzenin komedisini canlandırma technician-teknisyenleri diyebiliriz. Bu site buna eşsiz bir örnek. Site şefi “vurun şu medeniyete karşı olana”, der, köpekler her birlikte saldırırlar.
    Alamanya gibi bir yerde biricik çocuklarının nutuklarını televizyonda görme, çocuklarını yeni vatanları ve dünyanın en zengin ülkelerinden biri olan Almanya’da ihmal edilmez bir azınlık olan Türkler’in temsilcisi olma hayalleri keselerini açtırıp Cohn-Bendit okuluna yazdırtmıştı.

  1011. Fantazi ve Sıradanlar Yığını

    Okuldan ailesinin çıkarttığı 48 marxist argüman” şöyle dedi:
    “birincisi, bunun deli sayiklamalarina inanan varsa, pe$inen belirteyim: ben bu deliyi tanimam, bu da beni tanimaz, benim hakkimda yazdiklari kendi FANTAZİLERİNDEN ibarettir”
    Zavallı internet avcılığıve devşiriciliğinden başka hiçbir şey bilmeyen, kapital kelimesinin K harfindeki bir nokta kadar bile kapitalin ne olduğunu bilmeyen, Marksizmi herkesin her gün televizyon-medyada gördüklerinin papağanlığını yapma sanan FANTAZİLERİN gerçekten daha geçek olduğunu bile bilmez, kaçan kapitalin arkasından koşan bir post-kapital cahil.
    Olanları unut, hakikate bak, ya mubarek şaşkın.

  1012. Vatan mı? Beton mu?

    “Vatan” dedikleri toprakların dört bir yanı aşırı-kentleşme sonucu artık “Vatan”dan çok “Beton” olmuş. Akla “Asterix” çizgi-romanının bir bölümünde geçen “Betonyığınus” (Roma’lıların apartmanlara verdiği isim) geliyor.

    Bugünün Türkiye’sinde ise akla ulusalcı kesimlerin Beton gazetesi, Beton Partisi, Betonsever Kuvvetler Güç Birliği vb.

    Bir de Bandista’nın Beton-Millet-Sakarya parçası:
    https://www.youtube.com/watch?v=aMBzK7wBxzQ

    Bu da benden. Güzel uymuş mu bilmem.

    “Toprakları toprak olmaktan çıkaran, üstündeki betonlardır.
    Beton, uğrunda ölen varsa Vatan’dır.”

  1013. İnşaat alanlarının gün geçtikçe çoğaldığı İstanbul’un yeni çilesi haline gelen hafriyat kamyonları ve beton mikserleri can almaya devam ediyor. Acı haber bu sefer de Arnavutköy’den geldi.
    http://www.hurriyet.com.tr/istanbulda-yine-ayni-aci-bu-sefer-17-yasindaki-genc-kiz-40492103

  1014. Terbiyeli, İçkisiz bir Yazı

    Uganda’daki üfürükçülerle ilgili yazım sansürü geçmedi. Bilim bilmeden bilimi savunan, medeniyetin ne olduğunu bilmeden medeniyete karşı olanlara saldıranlardan oluşan bir sitede o yazının anlaşılmadığı beni şaşırtmadı.
    O yazımda üfürükçülüğe inanmanın yerini Hıristiyanlık ve İslam’ın aldığına işaret edilmişti.
    Medeniyetin son temsilcisi kapitalizm adlı bir din yarattı ve tüm dünyaya yayıldı. Ne var ki, bu din, her din gibi, veya bilimsel konuşursak dalgalar gibi, merkezden uzaklaştıkça etkinliğini kaybeder. Herkese aynı ölçüde yarar sağlamaz. Bu hatayı düzeltmek isteyen daha evrensel, daha ileri din müminleri daha rasyonel, daha etkin, daha etken yeni ve daha iyi bir dine sarılırlar.
    Kapitalizm ve yeni din güç kaynağı ne üfürükçülük ne de tanrı falan filan. Gün ışığının ta kendisi:bilim-teknoloji.
    Bu son iki din kuşkuyu ve şüpheci olanları sevmez. Hemen bilim-teknolojinin gün ışığındaki beceriler sayılır. En başta ve özellikle kimsenin karşı gelemeyeceği bilindiğinden, insan hayatını kurtarmada, tıp alanında ilerleme ilahileri okunur.
    Burada kısaca, gün ışığı gibi gerçek din olan bilim-teknoloji becerilerinin en gözdesi tıp mucizesini örnek aldım. Eski sahte üfürükçülük, onun sahteliğini ilan eden ve yerini alan eski dinler ve nihayet o dinlerin de sahte olduğunu ilan eden kapital-bilim-teknoloji dinleri arasındaki ilişkiler hakkında bazı bilimsel bulgular var.
    Not: diğer tüm bilim-teknoloji becerileri olan denizaltı, televizyon, uçak, bilgisayar, vs., tıp alanındaki ilerlemeler gibidir.
    Günümüzde daha henüz gözün bile nasıl gördüğünü anlamak akıl almayacak kadar karmaşık. Ama Müslümanlar, Allah’ın evrenin tümünü bir mağarada bir tüccara açıkladığına inandılar ve inanıyorlar. Hıristiyanlar, Allah’ın kendi oğlunu yeryüzüne gönderdiğine inandılar ve hala inanıyorlar.
    Kraliyet Doktorlar Başkanı Sir Douglas Black’a göre: “modern tedavilerin sadece %10’u önemli ölçüde etkili olmuştur.”
    1979’da “Regius Professor of Medicine” Sir George Pickering’e göre:
    “doktora giden hastaların %90’ının ne tedavi etkileri biliniyor ne de hastalığın seyrinde etkili olacak bir çare biliniyor ”
    Dünyada prestiji en yüksek olan genel tıp dergisi Lancet’e göre:
    “Eğer modern terapi plasebodan daha etkili değilse, neden plasebo dağıtmak dolandırıcılık oluyor? Üfürükçünün verdiği plasebo ile şüpheci bilim-teknik adam-karının ilaçmış gibi verdiği fonksiyonsuz madde aynı ölçüde yararlı oluyorsa, neden biri dolandırıcılık oluyor? Plasebo, aynı vücudun diğer fonksiyonları gibi (veya bu siteyi doldurup taşıran orta sınıflıların ahlak kıstasları gibi) kibar çevrelerde söylenmemeli.”
    Bu yeni din müminlerinin derin uykularından uyandıracak en güzel örnek Hans’ın Zeki Atı. Kısacası:
    At toplama, çıkarma, çarpma ve bölme yapar. Notalar okur, harmoni problemleri çözer.
    Ata soran biliyorsa, atın da bildiği ortaya çıkınca, bilim adam-karıların şaşkınlığı sona erer ve rasyonellik uykularına dönerler.
    Kısa bir süre önce yapılan bir araştırma doktorların %70’i, hastaların %80’inin çift kör yöntemiyle verilenlerin hangilerinin plasebo olduğunu bildiler.
    Bu ve benzeri örnekler sonsuz ama her medenilerin dininde olduğu gibi rahiplerin aracı olan, okul, basın, medya, televizyon, savaş, zorla yutturma, para dağıtma, aç bırakma, ıvır zıvırla meşgul etme gibi milyonlarca uyku haplarıyla uyuşmuş müminlerini uyandırmak imkansız.
    Medeniyet eleştirisi yukarıdaki ve sayısız benzeri uyku haplarının etkilerinin gözlemi, kuşkuculuk ve şüphecilikle başlar. Ve devam eder.
    Eğer rasyonel, akılcı, ilerici, bilim-teknikçi dininiz size huzur veriyorsa, bu yazı size neden haklı olduğunuzu açıklar. Ama Medeniyet eleştirisinde zerre kadar bir bilginiz olmadığını da hatırlatır.
    En azından, en sonsuz azından, BM üniversitesinin yayınladığı “Bilim, Egemenlik & Şiddet adlı bir kitabı” okuyun. Belki, inşallah, yeter.

  1015. Eski dinler ve Medeni Dinler

    Aşağıdaki yazı anlaşımadığı için veya bazı hassas noktalara bastığı için yayınlanmadığı düşüncesiyle güncelleştirildi.

    Sayın Medeni, İlk hedefleri Avrupa-Amerikalı Olmak İsteyen Zileli ve Benzeri Yüksek Irklar Arasında Yer Alan Türkler ve Kürtler.
    Sayın Medeniyet akıncıları, bilim-teknik sever, aydınlanmış, okuryazar, akılcı, markist-anarşist-devrimciler.
    Çevirisini sizleri düşünerek yaptığım bu röportaj parçası, yaşamları ilkellikten hemen hemen çıkmış ama inançlarında hala sizin yaşadığınız devlet-ulusunuzda ileri koşmanızı baltalayıp hızınızı kesmek isteyen Müslümanlar gibi akıl almayacak inançlara bağlı kalmışları anlatır.
    Uganda peri masaları ormanı yakınında Kraliçe Victoria (diplomasını bu karının torunu Thatcher’den alan ve Victoria 19. yüz yıldan bir tülü çıkamayan anarşistin kulakları çınlasın) küçücük adada piton olarak vücuda gelen ruhun koruyucuları yaşarlar. Piton-Ruh halka yardımcı olan üfürükçüyü seçer ve birden fazla üfürükçü olamaz.
    Yaşlılar bana bu sayıları gittikçe azalanlar soyundan halkın başına gelenleri anlattılar. Maddi yoksunluk nedenlerinden halkın çoğu şehirlere iş bulmaya gidiyor ve kutsal yerleri kiraya verme veya satma zorunda kalıyorlarmış. Hayat boyu sorumluluk gerektiren üfürükçülük modern yaşam içine doğan çocuklara artık cazip gelmiyormuş. İnançlar da sarsılmış: buna neden şimdi adadaki iki ana dinin Hristiyanlık ve İslam olması. Eski tanrılar geri kalmış, çağdışı, hatta musibet varlıklar gözüyle görülmekte.
    Bu yazıdaki Hristiyanlık ve İslam bana hep medeniyete karşı olana karşı olan sizleri hatılattı.
    Bence sizler oraya gidip Hristiyanlık ve İslam modern dinleri de aşan en son, en yeni, en aşılması imkansız, en evrensel monoteizm, zenginlik-bolluk allahınızı ve markist-anarşist-bilim-teknik dininizi oraya yaysanız hiç fena olmaz.

  1016. Çelişki Seven Semeyenlere

    Sayın çelişkileri cahilliklerini örtbas etme aracı şantajı olarak kullanan, çelişkisiz saf, temiz, bakirelik düşkünü, uslu, terbiyeli orta sınıf çocukları. Sayın çelişki düşmanları (a ≠ a savunucusu sahte) Marksist -anarşist-devrimci-mutasyon(değişme)- vs. tellalığı yapanlar.
    Sayın DEĞİŞEMEZ sabit ilahları bilim-teknik-endüstri, zenginlik-bolluk, ilerleme, aydınlık devri safsatası, bürokrasi değişmesi olan hümanizm safsatası, laiklik, dine karşı sonsuz dinci olan Avrupa taklitçileri. Sayın kahraman putlara tapan, kahraman put ve Medeniyet’in en başta gelen sembolü TEK olmak için medyalarda kendini yırtanlar.
    Bu cambazlıkları sonsuz daha iyi başaran günümüz komünist Çin’in sefilliğini yaklaşık 2400 yıl önce gören birinden bir alıntı.
    ” MÖ. 4. yüz yılda yaşayan Chuang Tzu (Zhuang Zhou) Çin ruhunu her zaman cezp etti. Okuyucularını hayal edilmeyecek âlemlere götürür; gölge, iskelet ve kuzey rüzgârıyla* sohbet okuyanın ruhunu kamçılar. Chuang Tzu’un düşünce tazeliği ve devasa kapsamı kendi başına okuyucuda ilham doğurur.
    Dünyeviliği aşar gibi konuşur ama günlük yaşamın en derin yerlerinde yaşar. Dingincilik (quietism) savunur gibidir ama onun için hayat dörtnala koşar. Mistiktir ama aklı yol göstermede ışık olarak kullanır.
    * Çok çok bilinçli bilgisizlere not: ” Kuzey Rüzgârı”nın ne olduğunu anlamak isterseniz Akdeniz ve Karadeniz’i düşünün

  1017. Sayın, “Medeniyet’in en başta gelen sembolü TEK” sözünü anlamayacak, bilinçlendirmeler içinde büyümüş, İlkelcilik düşüncelerini sözlük anlamıyla anlayan, medeniyet akıncı süvarileri.
    Önemsiz, değersiz, zaman ve mekan içinde yer almamış konuların dedikodusunu yapan, çocukça konuşmalarla politika dünyasında pişmiş olgunları rahatsız eden birinden bir açıklama.
    Her bilimsel çalışmada sınırlama, tanımlama, sınıflandırma önemli bir yer alır.
    İlkelleri çalışan antropologlar (Sümer ile başlayan ve tüm dünyaya yayılmış hastalığı seve seve kucaklayanlar) medenilerle ilkelleri ayırt edici nitelikler ileri sürerler.
    Bir tanesi ve bence çok güzel bir tanesi:
    İlkeller için BİZ önemli, medeniler için TEK önemli.
    Devrimcilik muhabbeti yapan tellallar yürüyenin neden otomobilden daha hızlı gittiği sorusuna hala cevap veremediler.
    Bunda bir ÇELİŞKİ var: tellaların tek anladığı ölçü nicelik. Fark nicelik hesabıyla hemen bulunabilir. Usta oldukları bir konuda bile sesler kesildi.
    Yoksa bu sitede sık sık başvurulan CAHİLLİK = OLGUNLUK denklemi mi kullanılıyor?
    TEK’LERDEN örnekler:
    Allah, Arşimet, Newton, Marks, Lenin, Batı, Bakunin, Kropotkin, Gezi Parkı, Atatürk, Erdoğan, Televizyonlardaki futbolcular- şarkıcılar- güzeller- yakışıklılar- alık alık sırıtan gençler-vs, Fatih Sultan Mehmet, Cesar, Büyük İskender, İsa, Muhammed, Einstein, vs. vs. vs. Yani bütün medenilerin ağızlarını sulandıran, dikizciliğini yapıp fantezi dünyasında yaşatan TEKLER çok, BİZ yok.

  1018. Plasebo mu, İlaç Fabrikaları komisyonculuğu mu?

    Ne Mutlu Medeniyet Nimeti Tıptan Yararlananlar
    Ne Mutlu Tıpta İlerlemeleri Şantaj Olarak Kullanan Politika Bilinçli Bilgisizler
    Ne Mutlu En Büyük Yalanları Yutup Yalanların Papağanlığını Yapanlar
    Liste çok uzun. Liste, insanları egemenlik altına alan 3-5 bin yıllık Medeniyet denilen ölüme tapan varlığın, var olduğu 3-5 bin yıldaki yoktosaniyeleri (1 saniye = 10-24 yoktosaniye) kadar uzun.
    İki ünlü doktorun rahatsız edici iki kitabının birinden alıntılar.
    Kitap, dünyanın birçok yerinde sayısız anestezisiz yapılan akıl almaz ameliyatlarda hiç bir acı hissetmeyenleri belgeler. Savaşta ağır yararlanan, bir ihtimal yaşadıkları medeniyet cehenneminden ev ve ailelerine dönme düşüncesiyle, acı hissetmeyen askerler hakkında raporları bulup çıkarır ve sergiler. Askerleri normal zamanlarda moda olan travma geçirip bir türlü iyileşmeyen kibar, orta sınıf bilim-teknik taparları enayi medenilerle kıyaslar. Ve benzeri sayısız diğer örnekler veren kitap plaseboyla ilgili bölümü şöyle bitirir.
    Sonuç
    Plaseboya tepki son derece karmaşık ve hala anlaşılmamış bir fenomen. Plasebo her türlü tedavide büyük bir rol oynar ve çok sık iyileşmenin asıl nedenidir. Tıbbın başarı ve şöhreti hastalığı tedavide yattığından, doktorların bu konuya ender değinmesi bizi şaşırtmamalı. Çünkü şarlatanların ve sahte doktorların başarısı ve şöhreti de aynı nedene, yani plaseboya dayanır.
    [Not 1: Türkiye’ye son geldiğimde ve akrabaların yüzünden, insanı akıl almaz şeylere inandıran ve bu sitedekilerin bilgilerini topladıkları televizyonu seyretmek zorunda kaldım. Tedavi eden (gerçek veya şarlatan) doktorların sarışınlar kadar artmış olduğunu kendim gördüm. Hastaneler bile bunlarla dolup taşıyor. Geri döndüğümde durumu arkadaşlara kendi icadım bir fıkrayla anlattım.
    – Doktor bey, buraya gelirken bir kazaya şahit oldum.
    – Git, kazanın röntgenini yaptır gel.
    Gerçi her yaşadığım gerçek sarışınlar ülkesi de öyle ve yazarlar bunu anlatıyorlar.]
    Plasebonun tıpta temel bir tedavi olmasına rağmen, plaseboya tıp eğitimi ders kitapları ve konferanslarında verilen yer yok denilecek kadar az. Plaseboyu hasıraltı etmenin bir nedeni doktorların tedavide ne kadar güçsüz olduklarını göstermesi, fiyakalarını bozması. Aynı, tıpkı, hık demiş burnundan düşmüş bu site politika newspeak = medya avcı/devşiricisi üstadlar gibi.
    [Not 1:Bence en büyük nedeni kendilerine verilen büyük bahşiş karşılığı düzenin koruyucu köpekleri olmaları. Örneğin, bu sitede bana karşı hemen İNSAN CANINI KURTARAN TIPTA İLERLEME vır vırları yapıldı, ardından neden internet yerine kendilerine benzeyen güvercinleri (Fransızca bilen, anlar) kullanmadığımı soran dahiler çıktı.
    Not 2: Bu yazımın asıl nedeni benzeri tedavilerin ilkeller arasında yaygınlığı. Bu sitede rastladığım marksist-leninist-stalinst-anarşistlik-ilerleme-zenginleşme uykusundaki Medeniyet muhafızları beni şaşırtmıyor ama yüz kızartıcı. Üstelik fiyakalarınızdan da geçilmiyor.]

  1019. Tarihte Tek Devrim ve Mahsülleri

    Mezopotamya’da başlayan Medeniyet’den bu yana tek bir sosyal devrim oldu: (ekonomide) kapitalizm- (sosyal yaşamda) burjuva devrimi.
    Devlet ile tüccarlar Kapitalist-burjuva devrimine kadar sürekli sürtüştüler. Hamurrabi yasaları bunu fazlasıyla sergiler. Kapitalist-burjuva devrimine “aşksız Devlet-Pazar evliliği” düğünü, mantık evliliği diyebiliriz.
    Eğer bir benzetme yaparsam, aynı Eski Ahit’te Tanrının insanı kendine benzer yarattığı gibi kapitalist-burjuvalar tüm dünya insanlarını kendilerine benzer yaptılar.
    Benzemelerin çoğu sessiz sedasız oldu. Bolşevik ve taklitçileri ikiyi bire indirgemek hevesiyle Devlet Kapitalizmi, bir çeşit erdiş, yarattılar ama Kapitalist-burjuva devriminin getirdiği bütün asıl yenilikler ve değişmeleri fazlasıyla kabullendiler. Aslında bu evrensel bir fenomendir: taklitçi aslından daha heyecanlı, daha coşkun olur.
    Kapitalist-burjuva devriminin getirdiği asıl yenilikler ve değişmelere tarihler vermek gerekirse 18. yüz yıl ortasıyla 19. yüz yıl başları dersek pek yanılmayız. Bu süre içinde üretim, tüketim, ekonomi, bilim, teknoloji, enerji, politika, teoloji, savaş, felsefe, aile hayatı, psikoloji, ahlak, sosyal sınıflar, eğitim, ulus vb. tamamıyla değişti. Her yerde aynı hızla, aynı şiddet, aynı biçimde olmadı ama sonunda hepsi bir birlerinin kopyası oldular. Bu devrime kıyasla Rus ve Çin devrimleri çocuk oyuncakları.
    Bu arada tek değişen burjuvaların tamamıyla dünyadan silinip kaybolmaları. Yerini her şeyi ölçüp biçmeye indirgeyen dünyanın gelmiş geçmiş en adi ve en salak en uşak ruhlu insanları aldı.
    Marksist eğilimli sosyolog, tarihçi, ekonomistler bile daha henüz 1950lerde durumu görüp açıklamaya çalıştılar.
    Şimdi insanın başına gelen en büyük trajediyle karşı karşıyayız.
    Trajedi, yukarıda listesini yaptığım değişmelerin insanların genlerine yazılmış olması. Artık insanlar doğuştan bu değişmelerin ve bu değişmelerin yarattığı yaşam ve değerlerin “doğal”, “gerekli”, “mutlak” olduğuna en fanatik dincilerden bile daha büyük bir fanatik inançla bağlı doğuyorlar.
    Trajedi, asıl devrimle çocuk oyuncakları taklitlerin insanların hücrelerine işlemiş olması. Trajedi, bu model dışında düşünmenin imkansızlığı. Trajedi, bu model dışında bir yaşam olmadığı gerçeğini kabul etme cesaretini gösterememede. Diğer bir deyişle, eğer hasta olduğunu bilmiyorsan, devanı aramana bir neden yok. Belki de en iyi çare, devrimcilerin bulduğu çare. Hastalığı evrenselleştirip bu hastalığın doğal ve normal olduğuna kendi kendini kandırması.
    İlkellikle ilgili söylediklerimin zerre kadar anlaşılmayışının asıl nedeni bu. Medeniyet eleştirilerime verilen yanıtlar, benim eleştirimden çok özümledikleri değer sistemini gösterir. En güzel örneği, daha makul bir hava içinde konuyu anlatmaya çalıştığımda, bu özümlemeyi en fazla özümlemiş olan biri benim “bilinçlendirme” peşinde olduğumu ilan edip Bolşevik ünlü önderi Lenin’in altın yumurtasını yumurtladı. Büyük lider Lenin’e göre, fakirin fakir olması yetmiyor, fakir olduğunun bilincini kendinden daha bilinçli olanlardan öğrenmesi gerekiyor. Bu tepki bana epistemolojik deneyi adı altında bir kandırmayla aslında faşistliğin nedenini arama deneyini hatırlattı. Deneyde, mahsustan öğrenemedikleri numarası yapanlara işkence şokları vermede en yüksek şokları deneyde yer alan üniversite profesörleri verir.

  1020. Modern Bilim Cahilliği

    Sayın Marksist-anarşist-devrimci-solcu falan filanlar,
    Sayın BİLİM putuna tapanlar.
    Artık herkesin bildiği ve sizlerin de katıldığınız BİLİM sevdanızı çok, çok, çok az da olsa yeniden bir gözden geçirme zamanı gelmişe benzer.
    Bu derin uykudan uyarılar çoktan bilinmekte. Belki, henüz televizyon, okul, internet-facebook-twitter, sosyal medyada banalleştirilme-bilinçlendirilme ustaların eline düşmemiş. Tarihte tek bir defa olmuş biricik devrimin sadık evlatları ve kendi kendini severek “ah, BİLİM’İ bir biz ele geçirsek” afyonuyla uyuyanların kendi kendilerine uyanması çok zor olmalı.
    Her neyse, devrimci devrimciyi dinleye dinleye devrimci olurmuş. Bilinçlendirme seanslarına devam.
    “Bilim, Hakimiyet ve Şiddet” adlı kitabın sunusundan bir parça:
    “İkinci Dünya Savaşı’ndan beri geleneksel ulusal güvenlik nedeni olan devletin varlığına iki yenisi eklendi. Bilim ve gelişme. Halktan bilim ve gelişme adına devasa fedakarlıkta bulunma istenir ve devasa ızdırap çektirilir.
    Kral ve ulus için seve seve sayısız insan hayatlarını verdiler. Şimdi de halkın büyük bir kesimi bilim ve gelişme için kahramanca hayatlarından vazgeçmeye hazırlar. 1985’de bir Japon doktor, Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombalarını, getirdikleri dolaylı yararlar için övdü. 1984’de Bhopal gaz felaketi yaklaşık 20 bin kişinin ölümüne neden oldu. Ama aynı yıl bölge halkı, sorumlu olan siyasi sistemi tekrar başa getirdi. Keza, fakir ülkelerde kurulan çelikhanelerle barajların çevresinde yaşayanlar endüstrileşme isterler ve aynı zamanda endüstrileşmenin ilk felaketzedeleriler.
    Acaba bu sitede sık sık ve bol bol akıtılan gözyaşlarıyla BİLİM’İ yanlış kullanan şeytani politikacılar, uluslar arası firmalar, askeri güçlerde bulma ötesine gidilebilir mi? Bu çılgınlığın kaynağı popüler kültür ve modern bilim felsefesinde, şiddet kaynağı kısmen de olsa, bilimin kendi özünde olabilir mi? Güçlü ve zenginlerin modern bilimi özümlemesi modern bilime içkin bir özgünlük mü?
    Her ne kadar uzun bir süre bilim bir araç olarak algılandıysa da, unutmamalı ki her kullanıldığında bilim Devlet’e araç oldu. Hiçbir zaman Devlet bilimin aracı olmadı. “

  1021. Bilinç ve Baskı

    Bilinç, Bilinçlendirme, Baskı
    Kapitalist toplumda yaratılan gizemli havaların önemli işlem gördüğü hayli mürekkep akıttı. Marksistliği emekçiler bilincine çevirme gizeminin baskı bilinci yarattığı da çok mürekkep akıttı.
    Şimdi de bir anarşistlik bilinci baskısı yelleri esiyor.
    Ama kimse bilincin belki de her zaman baskı bilinci olduğu sorusunu ele alma cesaretini gösteremiyor.
    İdeolojilerin insanla yaşamı arasına girip insanın neden istediğini yapmada özgür olmadığının vır vırını etmesi bu soruya ışık tutabilir.
    İlkellik ve medeniyetin ne olduğunu bilmiyenlerin bu konuları sözlüklerde değil antropoloji ve tarih kitaplarında aramaları yararlı olabilir.

  1022. Ne Mutlu Politikacıyım Diyene

    Sayın Politika Uzmanları Sitesi Yorumcu Başkanı ve Diğer Yorumcular
    16. yüz yılda bir dinci, müminlerin geldiği tapınağının kapısına “Eğer dindışı (bu sitede dindışı = laik) bilimleri 100 defa daha iyi bilmiyorsanız, bu kapıdan girmeyin!” levhasını asar.
    21. yüz yılda marksist-anarşist-sosyalist-solcu-devrimci laikler tekkesi bu sitenin özdeyişlerinden biri şu olmalı: “Eğer bilim-teknolojinin ne olduğunu, şiddet, gaddarlık ve kırımcılığın bilim-teknolojiyi elinde tutanlar değil, bilim-teknolojinin öz yapısında olduğunu bilmiyorsan, bu tekkeye girme!”
    20. yüz yılın en ünlü bilim koca kellesi “Çok hızlı gitmeyin, yok olursunuz” ihtarında bulundu. Şimdi onun kadar ünlü diğer biri ” bu gidişle en fazla 1000 daha talanınızı sürdürebilirsiniz, en iyisi başka gezegen arayın!”, diyor.
    Her ikisi de bu sitedekilere benzediğinden asıl işi elinde tutanların technician-teknisyenler olduğundan habersiz. Hala, bu sitede cambazlık eden politika uzmanları gibi, zirvesine 19. yüz yılda varılan hayal dünyasında yaşıyorlar.
    Bilim-teknolojide aynı dalda iki salak uzmanın biribirini anlamadığı bir devirde, bu sitede, kendinden hoşnut salak bir doktor bilimin bitaraf olduğu safsatasıyla kafamı defalarca şişirdi. Diğer bütün yorumcular bu salaklığa katıldılar.

  1023. Olmak VE Olmamak

    Diyalektik Cilveleri
    Alain Badiou: Bu koca kelleyi Marxist Argüman da sevecek mazisi benzeyen site müdürü Zileli de sever,
    Not: Bakire Marksizm’de, Marxist Argüman ≠ Anarşist Zileli, X ≠ X. Praksizde her şey olabilir.
    Fransa’da medya artistliği yapan Alain Badiou 19 Haziran 2017’de Fransız televizyonunda Fransa’yı ancak komünizmin (tabii bütün iğfallere rağmen bakire kalan komünizmin) kurtaracağını savundu.
    Alain Badiou, laiklerin sevmeyeceği bir medya cambazlığı da yapmıştı.
    “Fransız hijab (kadın baş örtüsü) yasaklığının aslında tamamıyla bir kapitalist yasası olduğunu ileri sürdü. Diğer bir deyişle, Alain Badiou’ya göre, kadın vücudunun pazarda özgürce bir meta olarak dolaşmasını zoraki kılmaktır. Bu yasa, öznellik evrenini sürülerle dolduran ve öznellik evreninde yaşayan genç kızların hiç bir şeyi saklamamaları fermanıdır.”
    Not: Galiba bu koca kelle “eşitlik, kardeşlik, özgürlük” masallarıyla hem kendi halkını hem tüm dünya halkını yıllardır uyuttuğu derin uykudan yeni uyanmış gibi. Günaydın, sayın Alain Badiou!
    Not: bir ara Spinozacı olan bu medya artisti Spinoza’nın en korktuğu şeyin artist olma olduğunu gözden kaçırmış ve diğer bütün artistler gibi büyük bir cesaretle kapitalist düzende en ucuz meta olan fikirler boks ringine atlayıvermiş.
    Gençliğinde, 1920lerden sonra binlerce düşünürün sözüm ona devrimlerin aslında endüstrileşme ve kapital birikimi olduğu uyarlarına rağmen, 1937’de doğan Alain Badiou 1979 Pol Pot ve Kızıl Kmerler’i savundu.
    2008’de bile Alain Badiou “komünizm” sözcüğünün “aşağılanmış ve yozlaştırılmış” olduğu altın yumurtasını yumurtladı.
    Dikkat, dikkat: Önemli olan “komünizm” sözcüğü!

  1024. Diyalekti sırrına akıl ermez

    Diyalektik Cilvelerine Devam,
    Dolaştığım Norveç, Danimarka, İsveç ve Finlandiya’da şahit olduğum; İngiltere, Fransa ve İspanya’da okuyarak öğrendiğim bir altüst olma var. Tüketiciler bolluk içinde yaşarken şimdi üstlendikleri borçlarını çalışıp ödemek zorunda kaldıklarından ve kıtlık içinde yaşamaya mahkum edilmişler. Doğal ki, aynı bu sitedekiler gibi, bu insanlar medeniyetin dışarıda fetih içerde baskı olduğunu hiç duymamışlar. Ne de şimdiye kadar ülkelerinin aynı taktiklerle fakir ülkelerin kanlarını emmiş olduğunu duymuşlar. Batı’da eğitim, öğretim, kültür, bilgi, olgunluk, sansürsüz haber bolluğundan olmalı.
    Bu sarışınların çoğunluğu 400 000 – 800 000 € borca girdikleri gibi banka ve özel şirketler faizlere faizler ekleyerek, aynı fakir ülkelere yapıldığı gibi, borçluları borcun faizini ödemeye bağlamışlar. Bazı faizler %1 200- %1 500 arası. Çoğu evlerini ve tüm varlıklarını kaybetmişler.
    Birinci diyalektik cilvesi: Kurt ortakları koyun olur.
    Dünyada olup bitenleri televizyon ve medyada eğlence babında izleyen kurt ortakları yerliler birden kurtların pençesinde koyun olurlar.
    Uzun bir süre, yerli koyunlarına evcilleştirmek amacıyla, Batı sarışın-ülkeleri, zenginliklerini koyunlarına dağıttı. Koyunlarının dünyada olup bitenleri “görmemesinin” asıl nedeni bu. Ama şimdi hem dış rekabet hem de iç politika nedenlerden medeniyet boyunca sayısız defa oynanmış oyunu yeni adlarla tekrar oynuyor.
    Not: Paraya sahip olmanın iki yoluna kredi alma üçüncüsü unutulmuş. Ben 70lerde veya 80lerde Türkiye’ye geldiğimde bu krediyle soyup soğana çevirme işini yapan çok dolandırıcılar vardı gibi.
    Not: Marks’ın derdi “İlkel Birikim” değil, kapital biriktirmesiydi. “İlkel Birikim” yerine “sözüm ona İlkel Birikim” diyerek kendinden önce gelen koca kellelerle alay etmişti.
    Not: Hatta Almanca birincil, asıl, ilksel, öncel, ön, ana anlamına gelen sözcüğün “ilkel” İngilizceye olarak çevirisi konuyu daha da karıştırdı.
    Her neyse.
    İkinci diyalektik cilvesi: Mağdurlar zengin olur.
    Ön not: Yukarıdaki ülkelere kurt çok, demokrasi az, özgürlüğün az olduğu dışarı ülkelerden gelen ve bu yüzden “siyasi” mağdur olmayı başaranlar kapital biriktiricisi olmuşlar. Çoğu, aynı devrimci-solcu Türk, Kürt ve Aleviler gibi cin. Biriktirdikleri kapitali “eve” gönderip bina alırlar veya yaptırırlar, arazi ve benzeri mallar alırlar. Çoğu da, yatırımlarını demokrasi bol, para bol, sosyal asistan bol, özgürlük bol, sosyal yardım bol, yaşadıkları ülkelerde yaparlar.
    Bu cinlerin geldikleri ülkelerde doğan çocukları yerli koyunlara yardım şirketleri açmışlar. Ayda 500–600 € karşılığı yerli koyunlara borçlarını ödemede yardımcı olmaktalar. Eğer kredi veren şirketleri faiz indirimeye razı ederlerse, belli bir komisyon da bu becerileri karşılığı alıyorlar.

  1025. Gay Pride sous tension à Istanbul
    İstanbul’da Onur Yürüyüşü’ne polis engeliyle ilgili bazı açıklamalar.
    1. Erdoğan da Er-doğan olarak okunabilir.
    2. Arapça “er” erkeğin kamışı demektir.
    İslam fıkhına göre sadece ve sadece “er” doğanlar, “er” fikrî mülkiyet ve fiziksel işletmesi hakkına sahiptir.
    Ümit ederim bu açıklama yürüyüşün neden engellendiğine ışık tutar.
    Aynı ışığı bu siteye çevirince benzeri bir manzara ortaya çıkar. Kendilerini dev aynasında görenler sadece Türkiyen’in BAŞINI çekenler değil. Bu sapıklık, tek ve tek, hakiki, en büyük, dünyayı kendine benzeten kapitalist-burjuva devriminden beri silikliklerini sindiremeyen bireylerin en büyük hastalığıdır. Kendilerini subjektif, öznel, bireysel, düşsel dev aynasında görme hastalığına özellikle bu site başkanı ve bu sitede meslek hayatında başarılı olduklarından ağzına geleni söyleyen medeniyet BAŞINI çeken Batı taklitçilerinde de görmek mümkün. Kişisel sefilliklerini fakir fukaraya yansıtarak arınan, boşalananların bini bir para.

  1026. Zombi

    Zombiye canlı cenaze diyebiliriz.
    Toplumun her kesiminde canlı cenazeler vardır.
    Müslüman kesimde de var mıdır? Maalesef.

    Global derin güçler, ülkeleri kolay idare edebilmek ve sömürmek için halkları zombileştirir.
    Zombilerin de aklı vardır ama bu akıl onları akıllı yapmaz.
    Müslüman, “Yararına ve zararına olan şeyleri bilen kimsedir.” Zombi, yararına ve zararına olan şeyleri ayırt edemez.
    Yüksek tahsilli, kültürlü zombiler var mıdır? Elbette vardır.

    Zombilerin de beyinleri vardır ama onlar yıkanmış beyinlerdir.
    Zombileşmiş Müslüman, Deccalı Mehdi sanır.
    Zombide firasetin zerresi yoktur. Onu aldatmak, şaşırtmak, sersemletmek, soyup soğana çevirmek, tuzağa düşürmek pek kolaydır.
    Herif zombileşmiş mi? Ağzından lokmasını alabilirsiniz ve ne oluyor yahu demez.
    Zombi holiganlığa adaydır.

    Şeyhini uçurup duran şu zombiye bakınız, Ümmet ve Hilafet kelimelerini hiç kullanmaz.
    Damlaya damlaya göl olur. Yekûn olarak zombilerden büyük servetler devşirilir.
    Günde iki saat cep telefonu gevezeliği ve zevzekliği… İki saat televizyon seyri… İki saat dedikodu gıybet… Netice: Zombileşmek.
    Zombinin yüzüne karşı sen bir zombisin demeye kalkmayın, sizi fena eder, döver.
    Zombiler, koro halinde biz zombi değiliz şarkıları söyler.

    Normal insan yatakta uyur, zombi ayakta uyur, hep uyur, gece uyur gündüz uyur.
    Zombilerin tedavisi çok zordur. Kalp tabibi mürşidlerin, bilgelerin işidir bu.
    Zombi hiçbir şeyi doğru dürüst bilmez ve anlamaz ama her şeyi bildiğini sanır.
    Mantık bilen mantıklı kimseler zombileştirilemez.

    İslam’ı doğru bilen ve hayata uygulayan kişi zombi yapılamaz.
    Halkının bir kısmı zombileştirilmiş ülkelerde gerçek demokrasi olmaz, zombiler demokrasisi olur.
    Zombilerin de gözleri vardır ama bakarlar görmezler.
    Onların kulakları vardır, işitmezler.

    Zombi, bir delikten çıkan tarafından bin kere sokulur.
    Gerçek cumhuriyet vardır… Muz patates lahana cumhuriyeti vardır. Zombiler cumhuriyeti de vardır.
    Bir zombiye yapılacak en büyük hayır, onu zombilikten kurtarmak için çalışmaktır.
    ***

    Mehmed Şevket Eygi
    Milli Gazete
    09.07.2017

  1027. lasix effects of too much lasix viagra online buy viagra levitra 20mg price of levitra 20 mg cialis dosage 20mg cialis online canada cialis coupons for pharmacy pharmacy buy topamax overdose on topiramate http://www.kamagra.com http://www.kamagra.com blues song viagra commercial compare viagra levitra cialis ecijegec

  1028. gerçek bir şey var ise oda seni sevdiğimdir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir