Eceli Gelen Diktatörlük… Kocasakal… Kaftancıoğlu…

 

 

Pek gazete okumuyorum. Bazen yolda yürürken bir bakkalın önündeki gazetelerden birinin manşeti gözüme birkaç saniye içerisinde takılırsa, o kadar işte. Televizyon da izlemiyorum. Sadece öğle yemeği yerken 5 dakika kadar alt yazılara şöyle bir bakıyorum. Akşamları yapılan o “tartışma” ya da “birbirini ağırlama” programları galiba hâlâ devam ediyor. Ruh sağlığınızı korumak için onlardan uzak durmanızı tavsiye ederim.

Galiba Türkiye Suriye’nin içinde bir yerlere müdahale edecekmiş, kulağıma uzaktan şöyle bir çalındı. Bir de bugün öğlen yemek yerken, CNN Türk’te karşıma Dışişleri Bakanı olduğunu sandığım zat çıktı. Karşısında da göz aşinalığım olan bir hanımefendi vardı. Onun, soru bile denemeyecek sorularını tam bir “devlet adamı” kibriyle yanıtlıyordu. Anladığım kadarıyla, Rusya’nın rızasını alırlarsa Afrin adlı Suriye kabasına bir sefer düzenleyeceklermiş. Af-e-rin onlara… mı desek!

Son yüzyılın tarihinde savaş açıp bir yerlere saldırdıktan hemen sonra yıkılan o kadar çok diktatörlük örneği vardır ki, hangisini ele alacağımı bilemiyorum. Hitler, çok genel geçer bir örnek, bu yüzden onun üzerinde durmayalım. Fakat Falkland savaşının Arjantin cuntasının sonunu getirdiği malum. Yunan cuntası da Kıbrıs’ta bir darbe düzenlemesinin hemen ardından yıkılmıştı. Çarın başını da I. Dünya Savaşı’nın yediği bilinir. İttihat Terakki diktatörlüğü de aynı savaşın sonucunda yıkılıp gitmişti. Aslında hayırsever bir “araştırmacı-yazar”, bizlere iyilik yapıp son yüzyılda savaşa girip yıkılan diktatörlüklerin bir listesini sunsa ne iyi olurdu.

Sosyal medyaya şöyle bir bakayım dedim. İlk gözüme takılanlardan biri de, OdaTV’nin bando mızıka takımına katılıp savaş marşları çalmaya başlaması oldu. Sözcü zaten bando majörü konumunda, her zamanki gibi. Gayriresmi genel kurmay başkanı Doğu Perinçek’in ise, karşısındaki “pasör” gazetecinin sorularını cevaplandırırken harita üzerinde savaşı idare eden bir komutandan farkı yok gerçekten. Geçen gece uyku tutmayıp uykum gelsin diye Ulusal Kanalı açtım da oradan biliyorum. Rekor kırıp yarım saat kadar izledim. Bence Dışişleri Bakanı’ndan bile daha yetkin bir havadaydı. Böyle programlarda emekli subayları yanına almıyor nedense. Belki de kendini onlardan bile daha yetkin görüyor askeri konularda. Ulusal Kanal artığı emekli generalleri galiba şu sıralar daha çok HalkTV istihdam ediyor.

Bu ulusalcıları gerçekten tuhaf buluyorum. Tuhaf  dergisi yöneticilerinin yerinde olsam onlardan birkaçını alırdım dergiye. Bence tuhaflıklarıyla Tuhaf’a büyük katkıları olurdu. Neden tuhaflar? Şundan: Ne iktidardan vazgeçebiliyorlar, ne muhalefetten. İkisi de benim olsun istiyorlar ama hayat insana o kadar geniş olanak bahşetmez ki. Nerde o yoğurdun bolluğu! Hem AKP’yi destekleyerek iktidarın nimetlerinden yararlanmak istiyorlar (kayyum görevlileri falan vererek bunu yapıyorlar da), hem de AKP’ye muhalefet gibi önemli bir damarı da yine elimizde tutalım diyorlar. Tabii sonuçta, iktidarları acılı turtaya, muhalefetleri de pekmezli dolmaya benziyor. İkisi de yenmiyor yani! Hem CHP’ye karşı AKP’den bile sert saldırılarda bulunuyorlar, hem de CHP içinde bir kanat oluşturup yönetime oynayabilir miyiz diye düşünmekten geri kalmıyorlar. Tamam, CHP içinde farklı ve daha ulusalcı bir politikayı savunabilirsiniz ama bunu CHP’yi en büyük düşman haline getirerek yapamazsınız ki. CHP’nin bugünkü yönetimini beğenmeyebilirsiniz ama yeni seçilen il Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nu manşetten “baş düşman” gibi hedef alır ve 1970’lerin sonlarındaki ihbarcılık siyasetini hatırlatan manşetler atarsanız o zaman bu partinin içinde kimse sizi ciddiye bile almaz.

Toplumlar kendi içlerindeki belli başlı eğilimleri kaçınılmaz bir şekilde bazı şahısların veya hareketlerin varlığıyla ortaya koyarlar. Bugün CHP içinde ortaya çıkan iki şahsiyet bu eğilimlerin başlıcalarını ortaya koymaktadır. Bunlardan biri, CHP’de başkanlığa adaylığını koyan Ümit Kocasakal’ın temsil ettiği ulusalcı; diğeri de Canan Kaftancıoğlu’nun şahsında temsil edilen özgürlükçü eğilimlerdir. CHP sözcüsü Bülent Tezcan’ın, Ümit Kocasakal’la ilgili olarak dün gece bir ara kulağıma çalınan, “hiç kimse CHP’nin pozisyonunu kendi keyfine göre tartışmaya açma yetkisine sahip değildir” sözlerine katılmak mümkün değil. Çünkü eğer biri CHP’nin pozisyonundan memnun değilse ve bu amaçla başkanlığa adaylığını koyuyorsa amacı elbette bu pozisyonu değiştirmektir ve bu pozisyonu tartışmaya açmasından daha doğal hiçbir şey olamaz. Kanımca Bülent Tezcan, şaşkınlıkla tipik bir iktidar refleksi göstermiştir bu konuda.

Neyse bunu geçelim de, Kocasakal’ın CHP’yi nasıl bir pozisyona sokmak istediğine bakalım. Kocasakal’ın, CHP’nin yeterince ulusalcı bir tutum almadığından şikâyetçi olduğu anlaşılıyor. Bu şikâyetin, hardcore ulusalcı VP ve Doğu Perinçek’ten beslendiği açıktır. Aydınlık  ve Ulusal Kanal bütün gücüyle bu propagandayı sürdürmektedir ve zaten CHP içinde, Kılıçdaroğlu, Sezgin Tanrıkulu gibi şahsiyetlerin yanı sıra, en yeni olarak Kaftancıoğlu’nu hedef tahtasına koymalarının nedeni budur. Kısacası, ulusalcılar, daha doğrusu zır ulusalcılar CHP’yi, bugün izlediği görece daha özgürlükçü politikalardan kopartıp devlet ulusalcılığının hizmetine koşmak peşindedirler. Kocasakal bu eğilimin temsilcisidir.

Kaftancıoğlu da toplumdaki bir başka ve zıt eğilimin temsilcisi olarak ortaya çıkmıştır: Özgürlükçü eğilim. Bu eğilim de CHP yönetimini yeterince özgürlükçü olmadığı, ulusalcılığa taviz verdiği, devletin Ortadoğu’daki saldırgan politikaları karşısında kraldan fazla kralcı bir tutum aldığı, Kürt meselesinde gereğince net adımlar atmadığı için eleştirmektedir ama, bunu asla ulusalcılar gibi yıkıcı bir tarzda yapmamaktadır. Kaftancıoğlu, özgürlükçülüğün gereği olarak, diktatörlüğe ve savaş kışkırtıcılığına karşı CHP-HDP ittifakı da dahil tüm özgürlükçü güçlerin bir araya getirilmesi çabasının temsilcisidir. Selahattin Demirtaş ile resmi yayınlandığı zaman, “bundan rahatsızlık duymuyorum, ona selam söylüyorum” demesi ise özlediğimiz net ve kararlı duruşun güzel bir örneğidir.

Bir yanda, AKP’siyle, MHP’siyle, zır ulusalcısıyla diktatörlük ve savaş cephesi; diğer yanda, CHP’siyle, HDP’siyle, sol hareketiyle, Gezicisiyle, AKP karşıtı ulusalcısıyla özgürlük ve barış cephesi. Herkes tercihini yapsın!

 

Gün Zileli

18 Ocak 2018

www.gunzileli.com

gunzileli@hotmail.com

 

 

Hakkında Gün Zileli

Okunası

MHP Takozu! (ve Artı-Gerçek’teki yazılarımın Sona Erişine İlişkin Kısa bir Açıklama)

Bu yazı, her zamanki gibi cumartesi gecesi Artıgerçek’te yayınlanmak üzere yazılmıştı. Dün, (yani 10 Mayıs, …

65 Yorumlar

  1. AKP iktidarı destekçisi ulusalcılar, Kemalistler, CHP’liler, MHP’liler, VP’liler… diye lafı uzatmamıza gerek yok. Kısaca şöyle diyelim;

    Resmî İdeoloji Teröristleri

  2. Once cok kucuk bir duzeltme.

    “birkaç sanayi içerisinde”

    Zannedersem, ‘sanayi’ degil ‘saniye’ olacakti.

    “Pek gazete okumuyorum. Bazen yolda yürürken bir bakkalın önündeki gazetelerden birinin manşeti gözüme birkaç sanayi içerisinde takılırsa, o kadar işte. Televizyon da izlemiyorum. Sadece öğle yemeği yerken 5 dakika kadar alt yazılara şöyle bir bakıyorum. Akşamları yapılan o “tartışma” ya da “birbirini ağırlama” programları galiba hâlâ devam ediyor. Ruh sağlığınızı korumak için onlardan uzak durmanızı tavsiye ederim.”

    Keske hepimizin bu tur luksleri olabilse…

    “Yunan cuntası da Kıbrıs’ta bir darbe düzenlemesinin hemen ardından yıkılmıştı.”

    Savas cikarip yikilan cuntalara/diktatorluklere ornek vereyim derken araya bu kaynamis: Kibris’ta ‘savas acan’ Yunan Cuntasi degildi.

    Hemen ardindan yikilan da Ecevit Hukumeti idi.

    Bu, Ecevit’i –cok dolayli olsa da– diktator ilan ettiginiz anlamina mi gelir?

    Yoksa, ‘summe hasa!’ mi?

    “diğeri de Canan Kaftancıoğlu’nun şahsında temsil edilen özgürlükçü eğilimlerdir.”

    Evet. Kisinin ‘özgürlükçü eğilimler’ sahibi olmasi cok onemlidir. Baska herseyden onemlidir.

    Fakat, malesef, bu ‘özgürlükçü eğilimler’ dedigimiz sey ‘tukenmez serbeti’ de degil. Herkes icin uygulanmaga kalksa, yetmez.

    O yuzden, ‘özgürlükçü eğilimler’i ancak dar bir kesim icin kullanabiliriz. Otekilerin ne halde olduklari/olacaklari onemli degildir.

    “Herkes tercihini yapsın!”

    Kac senedir herkes tercihini yapagelmis ve siz simdi uyariyorsunuz..

    Gec mi kaldiniz; yoksa yeni mi farkettiniz?

  3. “sanayi” hatası düzeltilmişti.

  4. Türkiye’ye tehdit savurdu! ‘Uçakları düşürürüz’

    Suriye Dışişleri Bakanı Yardımcısı, Türk savaş uçaklarının Suriye’de saldırıya geçmesi durumunda, ülkenin hava savunma sistemlerinin Türk uçaklarını düşürmeye hazır olduğunu söyledi.

    Mikdad’ın açıklamalarını Suriye Devlet Televizyonu duyurdu. Mikdad “Türkiye’den Afrin’e yönelik herhangi bir askeri operasyon bir saldırı eylemi olarak değerlendirilecek” dedi.

    Suriye devlet televizyonunun aktardığına göre Suriye Dışişleri Bakanı Yardımcısı Mikdad ayrıca “Eğer Türk savaş uçakları bir saldırıya girişirse Suriye hava savunması herhangi bir Türk uçağı hedefini yok etmeye hazır” ifadelerini kullandı.

    Suriye’nin Lazkiye kentinde Rusya’nın konuşlandırdığı S-400 füze bataryaları, ülkedeki hava savunma sisteminin temelini oluşturuyor.

    Bölgedeki hava sahasını kontrol eden Rusya ile görüşmeler devam ederken, ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson Ankara’nın tepkisini çeken ‘sınır güvenlik güçleri’ oluşturulacağı yönündeki bilginin doğru olmadığını ifade etmişti.

  5. Tuhaf olan bu igrenclerden gene söz etmeniz.
    Bunları salon faehig yapmanız.tartisilir yapmanız.

    Nerde pislik orda bunlar.. hiç kimse bunların yanlarına yaklaşmaz..
    Solun ırzına ,ruhuna ettikleri için faydalanıyorlar.
    7 kocalı Hürmüz gibi, Esad dan yana,ona savaşan Erdoğan dan yana,rusyadan, Çin’den yana, MHP den yana..devleti yıkıp devrimden yana, devlet ajanslarıyla yanyana..
    Bu sapiklarla kim uğraşır zileliden başka?

    Merak ettiğim şuydu; bunlar geçenlerde Çin’e gittiklerinde onlarla ilgilenen ler TR emekli elçi,gene emekli koruma görevlisi..
    Ne dersiniz, Çinliler de bunları böyle uzak tutmuyorlarmi?
    Şimdiye kadar bir çin yetkilisi bu sapiklarla görüşme yaptığını görmedim.
    Son derece yüzsüz arsız olan bu kişiler TR de bile bir ✋ sıkışması elde ediyorlar..
    Acınacak durummu yoksa?..

  6. “şimdi anlamadım ben. kürtlerle mi, esadla mı daha doğrusu rusya ile mi amerika ile mi papaz olduk? hepsiyle olduysak bu tek bir şeyi gösterir: ülkenin dış politikası tamamiyle göçmüştür. öyle bir an gelecek ve tüm dünya şunu şöyleyecek: “erdoğan’ı verin bu iş huzur içinde çözülsün’. o gün geldiğinde burada bugün savaş çığırtkanlığı yapanların surat ifadesini gerçekten çok görmek isterdim.”
    https://eksisozluk.com/entry/73590335

  7. “‘türk savaş uçakları saldırırsa düşürmeye hazırız’

    7 yıldır iç savaş yaşayan, ülkenin yarısının rejimin kontrolünün dışında olduğu bir ülke bile çatır çatır türkiyeyi tehdit ediyor.
    dibe vurmuşuz da haberimiz yok.”

  8. Türkiye Amerikan oyununa geliyor
    Gerçek
    Ocak 17, 2018

    Tayyip Erdoğan, “bir gece ansızın gelebiliriz” söylemini değiştirdi ve tarih verdi. Afrin’i işaret ederek askeri harekâtın bir haftaya kalmadan başlayacağını söyledi. Erdoğan’ın konuşmalarının ardından ABD ordusunun Suriye’deki sözcülerinden Thomas Veale konuştu ve sorun yeni bir boyut kazandı. ABD, Kuzey Suriye’de PYD’nin başını çektiği Suriye Demokratik Güçleri’yle 30 bin kişilik bir Sınır Muhafız Gücü oluşturacağını ilan etmişti. Türkiye hükümetinin “terörist” olarak tanımladığı güçler, ABD himayesinde ordulaşıyor ve haliyle olası bir harekâtta Türk Silahlı Kuvvetleri ile ABD’nin karşı karşıya gelmesi olasılığı doğuyordu.

    Erdoğan, bu olasılığı açıkça değerlendirdi ve ABD’nin geri çekilmesini istedi. Oldukça da sert bir üslupla şunları söyledi: “teröristlerle aramızda durmayın, katil sürüleriyle aramıza girmeyin, aksi takdirde ortaya çıkabilecek istenmeyen hadiselerden biz sorumlu olmayız, terör örgütünün üslerindeki bayraklarınızı kendiniz indirin ki o bayrakları biz size teslim etmek zorunda kalmayalım.” Bu sözlerin sıradan sözler olmadığı açık. Ama büyük oranda da iç kamuoyuna yönelik söylenmiş sözler. En azından en sıcak şekilde gündemde olan Afrin’de herhangi bir ABD birliği ve bayrağı mevcut değil. İlk aşamada ve devamında da Amerikan askerleriyle herhangi bir karşılaşma beklenmiyor. Dolayısıyla bu sözleri duyup heyecana kapılanlara biraz itidal tavsiye ederiz. Kazın ayağı pek de sanıldığı gibi değil.

    Türkiye, ABD ile cephe cepheye mi geliyor? Yoksa ABD’nin oyununa mı geliyor? Suriye’deki durum Erdoğan’ın sözleriyle anlaşılamayacak kadar karışık ve tuzaklarla dolu. Bu yüzden yaşanan olgulara çok daha yakından, koşullarını ve çerçevesini ciddi biçimde analiz eden bir biçimde bakmak gerekiyor.

    Erdoğan hâlâ ABD ile yürümek istiyor

    Türkiye ve ABD’nin askeri bir çatışmaya girme ihtimalinin arttığını ama hâlâ çok düşük bir olasılık olduğunu belirtelim. Çünkü Erdoğan, AKP iktidarı ve Türk Silahlı Kuvvetleri, ABD ile çatışmak istemiyor. Erdoğan’ın güya ABD’ye posta koyarken söylediği şu cümleye bakın: “Biz bölge politikalarını ABD ile yürütmek istiyoruz!”

    Bu cümle laf olsun diye söylenmemiştir. Erdoğan’ın ve devletin resmi çizgisidir. Aksi olsa ve Türkiye, planlarını ABD ile çatışma olasılığı üzerine yapsaydı, Afrin’e, Mınbiç’e harekât düzenlemeden önce İncirlik Üssü’nün ABD’ye kapatılması, Genelkurmay’da görev yapan Amerikan generallerinin Ankara’dan kovulması, nihayet Türkiye’nin NATO’dan çıkmaya yönelmesi gerekirdi. Oysa Erdoğan ve AKP iktidarının itina ile bu tür hamlelerden kaçındığını görüyoruz. Tam tersine baştan beri izledikleri politika Türkiye’nin Suriye’ye müdahalesini ABD’nin çıkarlarıyla uyumlu hale getirmeye odaklanmaktadır. Türk askerinin, ABD ile ittifakta PYD’nin yerini almasıdır. Rakka operasyonu için ABD’ye önerilen bu olmuştur. Fırat Kalkanı ile sağlanmak istenen amaçlardan biri budur.

    ABD, Türkiye’yi Afrin’e itiyor

    ABD de Türkiye ile askeri olarak karşı karşıya gelmek istemiyor. Bu gayet açık şekilde görülüyor. ABD’nin Türkiye’nin olası bir Afrin harekâtına açıkça karşı çıktığı da vaki değil. Niye çıksın? ABD’nin ne Afrin’de ne de Rojava’nın diğer bölgelerinde Kürtleri düşündüğü yok. Sadece ve sadece emperyalist çıkarlarını düşünüyor. Öncelikle ABD’nin Suriye’deki stratejik planı, Fırat’ın doğusunda askeri üslerle donatılmış bir Amerikan nüfuz alanı oluşturmaya odaklanmış durumda. Afrin ve Mınbiç, Fırat’ın batısında kalıyor. Bunlar içinde Mınbiç’ten ayrı olarak Afrin’de ABD’nin doğrudan ve görünür bir askeri konuşlanması yok. Tam tersine bölgede, bugüne kadar Türkiye’yi müdahaleden caydıran bir güç olarak Rusya’nın birlikleri var. Türkiye Afrin’e askeri operasyonda bulunursa ABD’den önce Rusya ile ordusu ile karşı karşıya gelecektir. Rusya, TSK’nın önünden çekilirse Kürtler üzerindeki nüfuzu azalacaktır. Tersine, Rus askerleri TSK’nın karşısına çıkarsa (bugün bu ihtimal azalmıştır çünkü Rusya ABD ile bu kadar yakın işbirliği içine giren PYD’yi savunmak için aktif bir askeri tutum almaya istekli olmayacaktır), S-400’lerden Astana sürecine kadar, ABD’nin diplomatik ve siyasi çabalarıyla önleyemediği Türkiye-Rusya yakınlaşması ışık hızıyla çökecektir.

    Afrin’e yapılacak bir askeri harekâtın, bu işin en önemli yanıdır, Türkiye içindeki Kürt sorununu alevlendirmesi kaçınılmazdır. Bunun siyasi bedelini ABD değil Türkiye’deki iktidar ödeyecek, acısını ise emekçiler ve yoksul Kürt halkı çekecektir.

    Hal böyle iken ABD niye Afrin harekâtına karşı çıksın? Zaten karşı da çıkmıyor. Tam tersine Türkiye’yi provoke ediyor. Bunun için özel bir çaba içine girmesine de gerek yok. PYD ile yakın birkaç poz fotoğraf çekilmesi yeterli. Milliyetçisi, ulusalcısı, ülkücüsü, siyasal İslamcısı ile ABD’nin oltasına atlamaya hazır bir sazan sürüsü var Türkiye siyasetinde.

    ABD’nin pazarlık kozu Mınbiç

    Bu perspektifle baktığımızda ABD’nin olası bir Mınbiç harekâtına bile karşı çıkmayacağını öngörebiliriz. ABD’nin Afrin bölgesinden farklı olarak Mınbiç’te askeri varlığı bulunmaktadır. Ancak ABD daha önce birçok defa Mınbiç için TSK ile askeri bir çatışmaya girmeyeceğini belli etmiştir. Hatta ABD ve Türkiye arasında bölge DAİŞ’ten temizlendikten sonra PYD güçlerinin çekilmesine dair anlaşma bile yapılmıştır. Türkiye hükümeti sık sık bu anlaşmaya referans vererek ABD’ye sitemde bulunmaktadır. Bu anlaşma hayata geçmemiştir ancak tamamen etkisiz de değildir. Fırat Kalkanı sürecindeki El Bab muharebesinin ardından TSK ve ÖSO güçleri Mınbiç’e yöneldiğinde, ABD Türkiye’yle yaptığı anlaşma dolayısıyla aktif bir karşı duruş sergileyememiş, Rus askerleri araya girip bir tampon bölge oluşturarak Mınbiç’e yönelik taarruzun önünü kesmek zorunda kalmıştır.

    Mınbiç, ABD açısından stratejik olarak elinde tutmayı planladığı bir bölge değil, pazarlıkta uygun fiyata elden çıkarmayı hesapladığı bir kozdur. ABD’nin, TSK’nın olası bir Mınbiç harekâtına fiilen mukavemet etmesi olasılığı son derece düşüktür. Böyle bir şey, sürecin hızla bir ABD-Türkiye savaşına dönüşmesine sebep olabilir. ABD açısından buna gerek de yoktur. Silah ve mühimmatla donatıp, eğitim verdiği güçler, ABD işin içine doğrudan girmeksizin, Fırat’ın doğusundan ikmal edilerek uzun süre direnebilir ve bölgeyi kaybetse bile karşı tarafa ağır kayıplar verdirebilir.

    ABD açısından hem Afrin’de hem de Mınbiç’te TSK’nın yenilmesi değil ağır kayıplar vererek bölgede hâkimiyet kurması, adeta bir Pirus zaferi elde etmesi tercih edilecektir. Zira günün sonunda Midyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak misali Erdoğan ve iktidarının, karşılaşacağı askeri, ekonomik ve siyasi maliyetleri taşıması son derece güç hale gelebilir. ABD maliyetleri arttırmak, böylece Amerikan muhalefetinin iktidarlaşmasının yolunu döşemek için elinden geleni yapacaktır. Bunun için AKP’nin Suriye’deki tüm kirli çamaşırlarını ortaya serebilir. Sadece Suriye’de değil Irak’ta, Libya’da, Sudan’da ve daha pek çok alanda Erdoğan ve AKP iktidarını “terörizm destekçisi” olarak suçlayabilir. Bu tür bir kampanya ile Erdoğan ve AKP’yi yıpratmakla kalmayacak, aynı zamanda Afrin ve Mınbiç’e yapılacak askeri harekâtı Suriye’nin kuzey ve doğusundaki kendi varlığına meşruiyet kazandırmak için kullanabilecektir. TSK’nın bu operasyonlarda kullanacağı tekfirci-mezhepçi çetelerin fotoğraflarıyla servis edilen birkaç haber dünya kamuoyunda ABD’nin isteyeceği etkiyi yaratmaya yetip de artacaktır bile. Tüm bunlara ABD’nin hâlihazırda Zarrab davası dolayısıyla elde ettiği siyasi ve mali kozları eklersek olası askeri başarıların bile Erdoğan ve AKP iktidarına istikrar getirmeyeceği açıktır.

    ABD’nin sadık yâri: Türk milliyetçiliği

    Erdoğan’ın iç politikadaki sıkışmışlığı, Kürt siyasetini tamamen TSK ve MHP’ye havale etmiş olduğu gerçeğiyle birleştiğinde, kendisini Afrin ve Mınbiç tuzağına çekilebilecek kolay bir av haline getiriyor. Erdoğan ABD’nin oyununa gelir ve tüm Türkiye’yi kurulan tuzağa düşürürse iktidardan bile düşebilir. Bu durum askeri bir fiyaskoyla birlikte yaşanırsa Afrin’i ve Mınbiç’i alacağım derken Fırat Kalkanı bölgesinden de olur. Eğer bu olmaz da ağır bedeller karşılığında TSK bu bölgelerde hâkimiyet kurar ama buna karşın Türkiye’deki Amerikan muhalefeti zaaf içine düşen Erdoğan’ı yenip iktidarlaşabilirse ABD’nin kazancı çok daha fazla olacaktır. Fırat’ın batısını zaten gözden çıkartmış olan ABD, sonuçta bu bölgeye bir NATO ordusu sokmuş olacaktır. Erdoğan’ın yerinde Gül, Akşener, hatta Kılıçdaroğlu gibi biri olduğunda (NATO’ya emir komutayla bağlı bir askeri rejim de aynı iş için kullanılabilir) TSK’nın bölgedeki varlığının ABD’ye çok daha çekici geleceğine kuşku yoktur. Kürtlerin itirazları petrol payıyla satın alınmış burjuva politikacılar aracılığıyla teskin edilecektir. Yine ABD, daha önce bin defa yaptığı gibi, PKK ve benzeri hareketlere karşı Amerikancı iktidarı milliyetçi sosla kamuoyuna pazarlayacaktır. Kim bilir o vakit belki daha önce Öcalan’ı teslim ettikleri gibi benzeri sansasyonel operasyonların önünü bile açarlar. Bugünlerde bırakın PKK liderlerinin Türkiye’ye getirilmesini, Kuzey Irak’ta PKK militanlarının MİT’çileri derdest edip rehin aldığına tanık oluyoruz. Amerikan emperyalizmi, yarım asırdan fazladır Türkiye’deki operasyonlarında Türk milliyetçiliğini kullanıyor. İşine geldiğinde yeniden kullanmak için yapması gerekeni iyi bilmektedir.

    İşte Türkiye, Amerikan karşıtı demagojiyle süslenmiş Kürt düşmanlığı ile böyle bir tuzağa sürükleniyor. Aslında milliyetçilikle kör edilmemiş gözlerle ve dikkatle bakıldığında görülebilecek bir tuzak bu. Ama görmek tuzağa düşmemek için yeterli değil. Gidilecek doğru yolu da belirlemek gerekiyor. Erdoğan ve AKP, TSK ve MHP’nin desteğiyle Kürtleri hedef alan, ABD’ye çekil aradan diyen bir politika izliyor. Bu politika eninde sonunda Türkiye’yi ABD’nin eline düşürüp, tüm komşularıyla ve kardeş Kürt halkıyla düşman edecektir. Oysa izlenmesi gereken politika Türkiye’nin ABD ile karşı karşıya geldiğinde Kürtleri emperyalizme karşı yanına çağırmasıdır.

    Tabii ki bu süreçte pek çok şey kontrol dışına çıkabilir. Türkiye ve ABD’de siyasi iktidarlar askeri çatışmadan ne kadar kaçınırsa kaçınsın, gelişmeler, beklenmedik durumlar, kazalar ya da düpedüz provokasyonlar bir askeri çatışmaya neden olabilir. Bunun bir savaş halini alması mevcut durumda son derece düşük bir olasılıktır. ABD ile çatışma söz konusu olursa elbette ki dünya halklarının ve uluslararası işçi sınıfının baş düşmanı ABD emperyalizminin yenilgiye uğratılması için mücadele etmeye devam ederiz. Ancak bu olasılığı hesaba kattığımızda dahi, olası bir Afrin ve Mınbiç müdahalesine karşı çıkmak gerekir. Zira ABD emperyalizm ile kazara çıkacak bir savaş, hele ki Kürt halkını tamamını ABD’nin yanına itecek, Türkiye’yi Suriye’de işgalci konumuna düşürecek şekilde (Suriye devletinin TSK’nın bölgedeki varlığını resmen bu şekilde tanımladığını unutmamalıyız) gelişirse, bölünmüş ve birbirine düşmüş halkların emperyalizmi yenmesi nasıl mümkün olabilir? Bu yüzden Afrin ve Mınbiç tuzağından emperyalizme karşı zafer çıkmayacaktır!

    İkinci Barzani rolü Kürtler için intihar olur!

    Kardeş Kürt halkının desteğini alan güçlerin, Ortadoğu’nun içinden geçmekte olduğu sancılı dönemde izlemekte olduğu politika, onlarca yıl boyunca sadece bütün bölgeye değil, bu halkın kaderine de damga vuracaktır. Bu bakımdan, Suriye Kürt hareketi PYD/YPG’nin, Sınır Muhafız Gücü adıyla kurulacağı açıklanan ve Suriye’nin kuzeyinde, Fırat’ın doğusunda ile kendi hâkimiyetini sağlamasında ABD’nin maşası rolünü oynayacak olan ordunun içinde yer alması, vahim bir gelişme olacaktır. Böylece, Suriye Kürtlerinin en güçlü siyasi akımı ve onunla benzer bir politika izleyecek diğer Kürt örgütleri, ABD’nin Suriye’nin kuzeydoğusu için adım adım uygulamakta olduğu, şimdiden kurulmuş olan 12 askeri tesisin ön habercisi olduğu kalıcı hâkimiyet planlarının bir parçası haline gelecektir.

    ABD’nin Kürtlerle ilişkisi yeni başlamıyor. 1991 Körfez Savaşı’nda da, 2003 ve devamında ABD’nin Irak’ı işgalinde de, Irak’ın kuzeyindeki bölgenin (bugün Kürdistan Bölgesel Yönetimi adını taşıyan bölgenin) Kürt hareketleri ve en başta Mesud Barzani, Kürtlere verilecek bazı haklar karşılığında ABD’nin destekçisi olmayı kabul etmişti. Barzani’nin, çeyrek yüzyıl bekledikten sonra, geçtiğimiz yılın sonlarında bir bağımsızlık referandumu düzenlediğinde nasıl sefil bir duruma düştüğünü hep beraber izledik. Bu, Irak Kürtlerinin sorunlarının sonu da olmayacaktır muhtemelen.

    Şimdi Suriye Kürtlerinin aynı yola girmesi, tarihten hiçbir şey öğrenmemek, Kürtleri bölgenin diğer halklarına emperyalizmin ajanı gibi sunmak, bu nedenle yarın koşullar değiştiğinde ağır baskılar altında bırakmak anlamına gelir. Kaldı ki, Filistin halkının İngiliz emperyalizmi sayesinde özgürlük elde etme hayallerinin, sonunda 100 yıllık bir sömürgeciliğin pençesine düşmüş olduğu hiç unutulmamalıdır. Kürtleri de aynı gelecek bekliyor. PYD yetkililerinin ABD’nin Suriye’de uzun süre kalmasını kendilerinin de istediğini açıklaması, emperyalizme açık çek niteliği taşımaktadır.

    Elbette, PYD/YPG’yi emperyalizm yanlısı bu yönelişinden dolayı eleştirirken, Suriye’nin ve diğer ülkelerin Kürtlerini bu yönelişe iten bölge ülkelerinin hâkim sınıflarının bundaki sorumluluğunu ilk planda tutmak gerekir. 20. yüzyılın neredeyse tamamında kardeş bir halkın, bırakın kendi kaderini tayin hakkını, kendi varlığını ifade etmesini bile kurşunla, işkenceyle, idamla cezalandıranlar, bugün ABD emperyalizmine bölgede bir köprübaşı elde etmek bakımından mükemmel bir fırsat sunmuş olduklarını görmezlikten gelerek, aynı inkâr ve imha politikasını daha da güçlü biçimde sürdürmeye can atıyorlar.

    Bugün Ortadoğu’da, emperyalizmin bütün tarihi boyunca Hindistan’dan Kıbrıs’a her yerde uygulamış olduğu “böl yönet” politikasının çocukların bile anlayacağı kadar açık ve yüzsüz bir örneğiyle karşı karşıyayız. Buna rağmen Türkiye’de AKP yönetimi başta olmak üzere, hâkim sınıf güçleri bu politikanın tuzağına düşmeye devam ediyor. Görev emperyalizm yanlısı politikaları yerden yere vururken ezilen Kürt halkını kucaklamak, onu Türk emekçilerin yanına çekerek emperyalizmi bütün bölge halklarıyla birlikte Ortadoğu’dan kovmaktır.

    Emperyalizmi enternasyonalizmle yeneceğiz!

    Devrimci İşçi Partisi’nin politikası tüm kardeş halklarla birlik olup Amerikan emperyalizmini kovmanın yolunu açmaya odaklanmıştır. Emperyalizmle kazara çatışmayı değil anti-emperyalist bir programın işçi sınıfının gücüne ve halkların kardeşliğine dayanarak uygulanmasını öngörmektedir. Düşman ABD emperyalizmi ise, bakılacak yer Afrin ya da Mınbiç değil Adana’daki İncirlik’tir. TSK sınır dışına çıkmamalı, Türkiye NATO’dan çıkmalıdır. ABD’nin er ya da geç ihanet edeceği Kürt halkına samimi bir kardeşlik eli uzatılmalıdır. Bu samimiyet Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkını tanıyarak ortaya konmalıdır. Bu politikalar ABD’nin elindeki kozları yok etmeye ve zayıflatmaya, anti-emperyalist cepheyi genişletmeye ve kuvvetleri toplamaya yönelik bir politikadır. Emperyalizme karşı zaferin yolu da başka türlü açılamaz. Milliyetçilik tuzağa çekiyor ve felakete sürüklüyor, enternasyonalizm haklı bir kavgaya çağırıyor ve emperyalizme karşı zaferin tek mümkün yolunu gösteriyor.

    http://gercekgazetesi.net/gundemdekiler/turkiye-amerikan-oyununa-geliyor

  9. “Amerika’nın
    YPG’den “Sınır Bekçisi” yaratma projesi ve T.C.’nin Efrîn hezeyanlarından pis kokular geliyor!
    Acele edip yine/yeniden figüran rolünü üstlenmeyin!…”

    “Nasıl ki HDP tabanının %90’ı Kürd olduğu halde yönetim ve karar alma mercilerinin çoğunluğu Türk(iyeli)lerden oluşuyorsa,
    DSG savaşçılarının çoğunluğu da Kürd olduğu halde yönetim ve karar alma mercilerinin çoğunluğu Suriyeli “halklardan” oluşuyor…
    Bu nedenle değerlendirme yaparken sayısal çoğunluğa bakıp bundan “Kürdlük çıkarmak” yanıltıcıdır…”

    “Bir Örgütü kim hangi amaçla kurmuşsa, üstlendiği yükümlülük doğrultusunda faaliyetlerini yürütmek zorundadır. Değişim ve dönüşüm bir zorunluluk haline geldiği zaman bile, efendilerine hizmette ısrar eder.
    Bu tür Örgütlerin sadece iç dinamiklerle dönüşmesi/değişmesi oldukça güçtür…
    Ancak;
    ABD kulaklarından tutarsa belki zararsız hale gelirler…”

    “PKK/Kemalizm karşıtlığınız sizi AKP’ye yaklaştırıyorsa,
    Siz Kürdistani değil, en az PKK kadar taşeronsunuz;
    Farkınız, silahlı Cehşlere karşı silahsız Cehş olmaktır…”

    (Nasname’den)

  10. Siz zır militaristsiniz Gün Zileli, yazılarınızı takip eden ve kafası çalışan herkes bunun farkında.

  11. ahmet aslan Heybeliada

    bildiğim kadarıyla öyle kolayca aday olunamıyor.çizgi roman merakı olan arkadaşımızda bir maceradır diye çıktı ortaya.

  12. Ahmet Hakan, Canan Hanım’a karşı ve de CHP’de Kürt sorunu

    Atilla Dorsay

    http://www.t24.com.tr/yazarlar/atilla-dorsay/ahmet-hakan-canan-hanima-karsi-ve-de-chpde-kurt-sorunu,18972

  13. Kürd/Kürdistan Ordusu Ve İşgalcilerin Sınır Bekçileri
    Nasname
    http://www.nasname.com/a/kurd-kurdistan-ordusu-ve-isgalcilerin-sinir-bekcileri

  14. Bu baştan çıkmış baştakini Napolyon watorloo su yada musolinin o(savasa girdiği için)ayaklarından asilmasi.saddamin kuveyte görmesi vs.. karşılaştırma gereksiz..
    Bu dangalak hiç birşey değil.. Karadeniz komedisi.
    Millet oy verince caninida verir sanan salak.. millet gerekirse bir ağacı vermediğini görmüyor.
    O ağaç onun darağacı olacağı da afrine girdiğinde görür..
    Girsinde görelim bakalım.bu Ortadoğu’nun yeniden oluşması olur.
    Tr.nin elinin kolunun, ayağının ortadogudan tüm kurtdistandan nihai olarak kesilmesi olur.
    İyide olur.
    Bu Ortadoğu’nun, Kürtlerin tarihi sansidir.rusyanin, ABD nin, bazı Arapların, Irak’ın,suriyenin,k.kurdistanin TR ye, Erdoğan devletine karşı olduğu andir.
    Birinci Dünya Savaşı’nda kaçırdığı fırsatı artık kacirtmazlar..
    Bakalım kimin sonu gelir..
    Sorun tabiki bu kadar kişinin kanı bu çatlak için dökmeye degermi?
    Millet kararını verir…

  15. Afrin’de büyük kriz!
    Gerçek
    Ocak 19, 2018

    Erdoğan’ın adeta davul zurnayla ilan ettiği ve bir haftalık süre verdiği Afrin’e askeri harekat planı başlamadan ciddi bir çıkmaza girmiş durumda. “Bir gece ansızın gelebiliriz” sözünün bir haftalık vade sunan yaklaşımla taban tabana zıt olduğu açık. Ancak Erdoğan bunu yapmak zorunda kaldı. Çünkü Suriye ve Rusya böyle bir harekâta sıcak bakmıyordu. Türkiye “bir gece ansızın” diyerek harekâtı belirsiz bir tarihe erteledikçe de bu tutumda herhangi bir değişiklik olmuyordu. Dahası mesele müzakere masasına dahi getirilemiyordu.

    Bu yüzden Erdoğan askeri harekât için tarih vererek Rusya’yı bir oldubitti karşısında süreci müzakere etmek zorunda bıraktı. Özellikle de ABD’nin PYD ile olan ilişkisini ileri boyutlara taşımasını Rusya’yı ikna etmek için bir koz olarak kullanmak istedi. TSK, tankları Afrin sınırında konuşlanmışken, ÖSO çeteleri teyakkuza geçirilmişken ve sınır ötesi obüs atışları yapılmaktayken, Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’la Rusya’ya gönderildi.

    Ancak gönderilen heyet eli boş döndü. Türkiye, Afrin’e askeri müdahale için Rusya’dan icazet alamadı. Suriye Dışişleri Afrin operasyonunu saldırı olarak değerlendireceğini ve Türk uçaklarını vurmaya hazır olduklarını açıklamıştı. Erdoğan, Moskova’ya gönderdiği heyetten Suriye’nin tavrını yumuşatması için Rusya’yı ikna etmesini bekliyordu. Ancak tam tersi oldu. Ruslar, Suriye’nin tavrını masaya getirdi ve Türk heyetinin karşısına koydu. Türkiye’nin İdlib’te Astana sürecinin gerektirdiği hamleleri yapmaması, bu yetmiyormuş gibi Suriye ordusu ve Rusya’nın askeri operasyonlarına karşı çıkması, nihayet Erdoğan’ın Esad’ı “devlet terörü estiren bir terörist” olarak nitelemesi Suriye’nin TSK’yı işgalci ve saldırgan olarak görmesine temel oluşturan eylem ve tavırlar oldu.

    Gelinen aşamada Afrin’e yönelik askeri harekât için kriz sadece Türk Hava Kuvvetleri’nin Suriye hava sahasını kullanma iznini alamamasından ibaret değil. Bu harekâtta kullanılması düşünülen ÖSO çetelerinin Suriye ve Rusya uçakları tarafından vurulması da olasılıklar içinde. Rusya ile belirli bir anlaşmanın yapıldığı, Fırat kalkanında bile bu tür vakaların yaşandığı hatırlanırsa durumun ciddiyeti açıkça görülecektir.

    Rusya ve Suriye’ye rağmen askeri harekâtın yapılması çok büyük kayıpları beraberinde getirebilir. Bu harekâtın ertelenmesi ise Erdoğan’ın izlediği, ÖSO adı altında her türlü çeteyle işbirliğine dayanan Suriye politikasının bir sonucu olduğu için iç siyasette ciddi bir gerginlik yaratacaktır. TSK’nın büyük bir hayal kırıklığı içinde olduğu gözlemlenmektedir. Erdoğan, bir politika değişikliğine gidebilir ve Suriye ile işbirliğine yönelebilir. Böyle bir politika değişikliği için engel, Erdoğan’ın söylediği sözlerden dönmek istememesi değildir. Zira kendisi belki de dünya tarihinde söylediği sözlerden hızla dönme konusunda müstesna bir yere sahiptir. Esas sorun böyle bir dönüşün sahada kullanmak istedikleri çetelerin savaşma isteğini ortadan kaldıracak olmasıdır.

    Her yönüyle Kürt düşmanlığına endekslenmiş, ne olursa olsun ABD ile kopmamaya özen gösteren, NATO üyeliğini asla tartışma konusu etmeyen, pragmatik ve güvenilmez Suriye politikası iflas etmiştir. Bu politikada ısrar etmek sadece ve sadece Amerikan emperyalizminin işine yarayacak ve bu toprakların emekçi halklarının kanını dökecektir.

    http://gercekgazetesi.net/karsi-manset/afrinde-buyuk-kriz

  16. “Efrîn’de,
    “Hendek oyunu” mu tekrarlanıyor?”

    “Efrîn’de;
    ABD-RUSYA Emperyalistleri
    T.C.-SURİYE sömürgecileri
    ÖSO-PKK taşeronları hesaplaşıyor;
    Efrîn’i Kürdistan adına savunan bir güç yoktur!
    Efrîn’de;
    Kürd gençlerini ölüme gönderip
    Ulusal zeminde meşruiyet kazanmaya çalışan ve orta yolcuların desteğiyle kendisini yeniden üretmeye çalışan Cehşler vardır;
    Cehşleri aklamayın!”

    (Nasname’den)

  17. yazıda adı geçenlere bir uyarı

    RTE is using you for your power. When he gets what he wants, he’ll crush you. You know it’s true.

  18. yazıda adı geçenlere bir uyarı

    RTE tarafından harcanacak “Yeni FETÖ” olma heveslilerine bir uyarı

    FETÖ için söylediği şu sözü sonra sizin için de söylemesin;

    “His death was a necessary loss. Soon I will have a new apprentice, one far younger and more powerful.”

  19. Ezilenler elbette ezenlerin arasındaki çatışmalardan yaralanacaklardır.

    Evet. Ister ezen olsun, isterse ezilen, ‘iktidar’i elde etmek icin yapilacak hersey mesrudur –basarili olursa tabii ki.

    Lenin de basarili olmustur; dolayisi ile, yaptigi her turlu isbirligini takdis edebiliriz.

    Lenin örneğin, İrlanda (yani İngiltere’nin Kürtleri) kurtuluş hareketinin, Alman ve İngiliz emperyalistleri arasındaki çelişkilerden yararlanmasını ve Almanya’dan silah almasını son derece haklı ve meşru görüyordu.

    Bunun konuyla alakasi, aslinda, ‘hic yok’ denecek kadar az. Irlanda’daki mucadele bir sinif mucadelesi degildi.

    Irlanda’nin bagimsiz olmasi sonrasinda da, ‘isci sinifi’ zerre kadar ilave bir ‘kazanim’ elde etmis olmayacakti; nitekim, olmadilar da. Eski tas, eski hamam; devam etti.

    Dolayisi ile, Lenin’in bu konudaki ‘destek’inin anlamli bir sonucu olmadi.

    Bizzat kendisi Rusya’ya gidebilmek için Alman Genelkurmayı ile anlaşmış ve kurşunlu (mühürlenmiş) vagonla bu sayede Rusya’ya gidebilmiş ve bu sayede partisini ve devrimi burjuvazinin kuyruğuna takılmaktan kurtarabilmişti.

    Dedik ya, kisi/hareket basarili olunca, ne yapmis olursa olsun, takdis edilir.

    Bu da oyle.

    Alman Genel kurmayının hesabı, Lenin’in Rusya’da barış sağlayarak Rus cephesini çökertmesi ve böylece Almanya’nın güçlerini Batı cephesine kaydırabilmesiydi. Lenin’in hesabı ise, Rusya’da yapılacak bir devrimin Alman işçilerinin ve askerlerinin ayaklanmasına yol açacağı idi.

    Alman Genelkurmayinin hesabi tam olarak tutmadi, tabii ki. Rusya Imparatorlugu, SSCB ismiyle yeniden organize oldu ve ‘Kizil Ordu’su ile Almanlari puskurttu.

    Iyi de, Lenin’in hesabi, ‘Alman işçilerinin ve askerlerinin ayaklanmasına yol aç’mak tuttu mu?

    Tabii ki, hayir. Ucundan kenarindan bile bu hayale benzer bir sey olmadi.

    Tarihin gösterdiği şudur: Alman Genelkurmayı Lenin’i değil, Lenin Alman Genelkurmayını kullanmıştı. Abdestinden emin olanlar en güvenilmez, en çürük müttefiklerle bile uzlaşmalar yapmaktan çekinmezler.

    Buna alenen ‘palavra’ demek zorundayiz.

    Lenin’in ‘Alman Genelkurmayını kullan’digina dair ortada zerre miskal delil/isaret yok.

    Tersine, Rus Imparatorlugunu Lenin’e cokerttirdigi icin, Alman Genelkurmayinin Lenin’i kullandigi ise ziyadesiyle asikar.

    Sirf Lenin’i takdis edebilmek icin gercekleri tersyuz etmek ayiptir.

    Ama, serde Marksizm/Leninizm hayranligi olunca, ‘yakisiyor haspaya’.

    Yakisiyor da, Kurtlerin (bir kisminin) ABD ordusuna asker yazilmalarini mesrulastirmak (hakli cikarmak) icin bunca lakirdiyie etmek de ne oluyor?

  20. yazıda adı geçenlere bir uyarı

    Hazır uyarmaya başlamışken, o sözdeki bazı kelimeleri değiştirerek başkalarını da uyaralım;

    “His death was a necessary loss. Soon I will have a new apprentice, one far younger and more powerful.”

    Bazı erkekler bu sözü “his” yerine “her”, “death” yerine “abandonment”, “apprentice” yerine “wife” veya “girlfriend”, “more powerful” yerine de “more beautiful” koyarak da kullanabilir.

    Daha ziyade bazı kadınlar veya kızlar için bir uyarı elbette.

  21. Aile (Ulus-Devlet) İçi Şiddete Hayır

    Boşanma Hakkı (UKKTH) İnkar Edilemez

  22. bilmeyenler için hatırlatma: gün zileli 2010 referandumunda yetmez ama evetçi idi. yani nazlı ılıcak, nagehan alçı, ahmet altan, yasemin çongar ile aynı ekiptendi. bu yüzden yetmez ama evetçi olduğu dönemde hayatında ilk defa büyük televizyon kanallarına davet edilirdi (NTV).

  23. söylediğinize yalan demek istemiyorum ama yanlış. Hiçbir zaman yetmez ama evetçi olmadım. O kesime yönelik eleştiri yazılarım bu sitede, özellikle “Ergenekon Yazıları” bölümünde bulunmaktadır. 2010 referandumunda fazlasıyla keskin bir tutumla boykotu savundum. Oysa doğrusu HAYIR’ı savunmaktı. Bu hatamı da yeri geldikçe belirttim. NTV’ye hiçbir zaman çıkmadım. “Büyük” denebilecek kanallara iki kere çıktım. ikisi de geçmiş sol hareketle ilgiliydi.

  24. nolcek şimdi?
    önümüzdeki 2 yılı nasıl yaşayacağız?
    Burada zekası, birikimi küçümsenemeyecek insanlar yorum yazıyor. Bu arkadaşların kestirimini merak ediyorum…

  25. “Tek seçenek,
    “Ümmet” ve “Halklar” safsatasını tarihin çöplüğüne atıp bağımsız Kürdistan amacında ortaklaşmaktır!
    Bu ortak amacı paylaşmadan “Kürdlerin birliğinden” söz etmek laf cambazlığıdır;
    Sahtekarlıktır!”

    “Kürdler ölecekse
    Bağımsız Kürdistan için ölmeli;
    Bağımsızlık amacına karşı durup Kürdleri ölüme göndermek
    Katil devletlerle suç ortaklığıdır…
    Katil devletleri lanetleyip, suç ortaklarını es geçmek veya olumlamak
    Katil devletleri de, katliamlarını da onaylamaktır…”

    “BASİT AMA DOĞRU MANTIK
    Filistin’e gösterdiği ilgiyi Kürdistan’a göstermeyen;
    Kudüs’e verdiği desteği EFRÎN’e vermeyen;
    İsrail’e verdiği tepkiyi Türkiye’ye vermeyen;
    Her Birey,
    Her Düşünce,
    Her Din,
    Her Devlet KİRLİDİR!”

    “Kürdlerin katledilmesine “fetva” veren hiçbir inanç değerli/insani olamaz;
    Olsa olsa faşist devletin kirli bir aracı olur;
    Böyle kirli/katliamcı/Türkçü inancınıza tükürüyoruz…”
    [Diyanet, Afrin için tüm camilerde Fetih duası okuttu
    Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş, Afrin’deki Zeytin Dalı Harekatı’nın zaferle sonuçlanması için bütün camilerde yatsı ve sabah namazı sonrası Fetih Suresi okunacağını ve dua edileceğini bildirdi. Prof. Erbaş’ın çağrısının ardından…
    CNNTURK.COM]

    “”Kürdler adına” siyaset yapıp Kürdlerin devletleşmesine karşı olan Cehşler,
    Esad/İbadi/Tayyip/Ruhani’den daha fazla Kürd düşmanıdırlar…
    Bu Cehşlerin suçu,
    Sadece Kerkük ve Êfrîn’de yaşananlarla sınırlı değil,
    Kürdistan’da yaşanmış ve yaşanacak tüm katliamları da kapsıyor…
    Kürdistan’da Cehşler söz sahibi olduğu sürece
    İşgalcilere karşı hiç bir şey yapılamaz;
    Kürdler önce Cehşlerle hesaplaşmalı;
    Ya da ölmeye devam etmeli!!!”

    “Efrîn’de;
    Ya Esad, ya Tayyip
    Ya da “Halklar” adı altında
    Hem Esad hem Tayyip birlikte kazançlı çıkacak;
    Çünkü Efrîn’de savaşan tüm güçler “Suriye’nin toprak bütünlüğünü” savunuyor!!!”

    (Nasname’den)

  26. -Türkiye oyuna geldi-

    Zarrab davası sırasında paralize edilmiş ve 5000 tırın geçişini önleyemedi.

    Domates satamama korkusuyla ve belki punduna getirirsem bir hinlik yaparım hevesiyle soçi masasına oturtuldu.
    Ve fırat kalkanı harekatı yapmasına izin verildi. Böylelikle Suriye kürtlerin hem bir engel ve zorlukla karşılaşmalarını sağladı, ilerlemeleri engellendi hem de Türkiye araya bir kama gibi sokularak amerikanın harekat alanı sınırlandı.

    Bir taraftan daha önce büyük bir oyunla türkiye sınırına taşınan radikal cihatçılara karşı harekata başlandı ve unsurlar türkiye sınırına doğru çekilmeye zorlandı. Bir adım sonrası reyhanlı. %90’ı suriyeli göçmen sunni araplar. Savaşın başından beri oradalar ve hatayın alevi halkıyla gerginlik yaşanıyor.

    Suriye türkiyeyi uyardı, girersen uçaklarını düşürürüm diye ama daha henüz bir şey yapmadı, bekliyor. Kürtlerin biraz daha zora girmelerini bekliyor.

    İran neredeyse hiç bir yorum yapmadı. Amerika da sustu. Rusya dur yapma demiyor. İsrail de bir şey demedi henüz. Avrupa birliğinden de bir şey yok, zaten tanklar alman leopar. Fransadan da daha yeni silah alındı.

    Türkiye biraz daha havaya girince, Esad kürtlerle anlaşacak. Kürtler Esadla anlaşacak. İlerde kurucu mecliste yer alma yada özerk bir bölge kurulmasında anlaşılacak.

    Esad böylelikle, kürtlerle amerikalıların arasındaki ilişkinin bitirilmesini yada amerikan etkisinin daha da yumuşak bir hale gelmesini –ancak muhakkak amerikan askerlerinin ülkeyi terk etmesiyle sonuçlanacak- sağlar.

    Soçi de oturduğu masada yakalanan türkiye iran ve rusya tarafından uzlaştırma, barış görüşmeleri kılıfı altında suriyeden çıkması sağlanacak.

    Suriye elinde hazır kendi modern amerikan silahlarına sahip, örgütlü, deneyimli ve hevesli bir orduya bedavadan sahip olacak, ilk iş daha önce bahsettiğim idlibe ortaklaşa saldırılacak, buradaki cihatçılar reyhanlıya geçecek. Orada ortalık karışacak. Bunun üzerine türkiyede suriyelilere yönelik saldırılar artacak. Suriyeliler ülkelerine dönmeye başlayacaklar.

    Suriye, ülkenin yeniden inşaasında gerekli nufusun bir bölümünü geri kazanacak.

    Kuzeyde, suriye devletinin parçası kürt yönetimi devlet hukuğunda yer alan bir biçimde kurulacak. Türkiye soçi de buna razı olacak.

    Biliyorum çok karamsar oldu ama daha da karamsarı şöyle;
    Türkiye, bu süreç içinde kimbilir daha ne yeni sorunlarla karşılaşacaktır. Zarrab davası, ülke içinde çatışmalar, yeni politik manevralar, yeni belgeler, ülke içinde kürtlere yapılan saldırılar, tek tipten ve kalabalıktan kaynaklanacak cezaevleri kalkışmaları, saldırılar. Dövizin zıplaması. Banka cezaları.

    İdlibten hataya giren cihatçıların suriye, rusya vs eliyle gizli olarak lojistik olarak desteklenerek ve kışkırtılarak hatayın iyice kızışması ve olur da mümkün olursa hatayı yeniden suriye katmak. Kürtlere iyi bir bonus olurdu.

    Türkiyedeki kürt illerinde de bu gelişmelere paralel yeni gelişmeler, değişimler olacak.

    Üstü kapalı bir af çıkartılarak, içeride boğulmuş lümpen ve faşizan gençlik dışarı çıkarılacak. Hepsi işsiz güçsüz mahallerinde dolanırken, önceden eğitimden geçirilmiş (son ortaya çıkartılan kamplarda ve daha öncesinden ilk yardım kursu, telsiz kursu eğitimlerinden geçmiş kadrolu höhcülerce katılımları sağlanacak, o hep heves ettikleri silahları verilecek, vatana millete faydalı işler yapmaları istenecek ve topluma kazandırılacak bir güruh ellerinde palalar, pompalılarla tepemize dikilecek. (almanyadaki SAlara bir bakın biraz)

    Tüm bunlar olurken khk ile getirilen ceza serbestiyesi yüzünden insanlar sokağa çıkamayacak, çıkanlara terörist bunlar diye saldırılacak. Bu kararın alınış nedeni de bu zaten. Muhalefete şah denildi. Buna boyun eğilecek. Gezide ağzının payını almış olan romantik kitle, evinde oturacak, twitt bile atamayacak.

    Bağzı uyanıklar, benim bir şeyden haberim yok, gazete falan okumuyorum, televizyon da bakmıyorum diyecekler.

  27. Platonik düşman aşkı Erdoğan rejimini tatmin etmiyor artık.
    Bu aşk kanlı, şanlı olmalı.bu millet de tarih deyince savaş bilir.tarihe geçmek isteyen savaş yapmalıdır.
    Bu sapik zihniyet dışında bu hareketin bindiği zeytin dalin i kestikerinin farkında olmayacak kadar beyinsiz, aptalca olduğudur.

    Neyi çözecek bu hareket?
    Kürtleri orada tümünün oldurulmesini?
    Nasıl temizleyecek?
    O bölgeyi ilhak mi edecek?..
    Bu mümkün mü?
    Kim müsaade eder böyle duruma?
    Dünyanın desteğini almış,almak zorunda olan afrinlileri dahada güçlendirecek bu hareket!
    Dünyanın hiçbir ulkesi, hiçbir kişi bu hareketi desteklemediği gibi açıkça karşı gelmektedir.
    Tabiki Türki yakalar dışında..
    Bu hareketle dünya kamuoyuda uyanmaktadir.
    Eğer Avrupa birliği,uluslarin özgürlüğü üzerinde kurulmussa,eğer Amerika birleşik devletleri gene özgürlük özgürlük üzerine kurulmussa,eğer sscb de tüm turki devletlerin nüfusu Kürtlerin nüfusu etmediği halde devlet kurdularsa bu olaya sesiz sedasız kalamazlar..
    Dünya, dünya olmaktan çıkar!
    Bu Kürtlerin yükselişi demektir..
    Erdoğan in batışı demek olacaktır!

    Öldürmekten Tad alan erdoganin sonuda ancak ölümle olacaktır.adam kan içme zevkini yaşıyor.kanalkolik olmuş..

  28. Mülayim Sert

    “Zır ulusalcılar” zaten CHP’de azınlık ve RTE rejimine yanlama eğilimindeydi bir süredir, ama CHP’deki liderlik dahil çoğunluk da bugün itibariyle barış cephesinden elendi gibi duruyor. CHP muhalefeti milliyetçi bir rüzgarla her seferinde kolayca nötralize edilebiliyor. Ne dersiniz?

  29. umutsuz ihtiyar

    Savaşa Hayır diyenin de terörist ilan edildiği bu ülkede parti tabanında bulunan (özellikle CHP) insanlar kimsesiz kalmıştır. Faşist yapı artık ülkede demokratik sol bir muhalefeti imkansızlaşmıştır. Ülke çökmektedir. Çökecektir. Faşizm kendi alternafinin bu ülkede yaşamasına izin vermeyecektir. Ya doğrudan yok edecek ya da yozlaştıracaktır.
    Bu nedenle Yurt dışında bir muhalefet önderliği gerekiyor. Lenin, Humeyni vb. yurtdışından devrimi yönetti.
    Koşullar bu yöntemi zorunlu kılıyor.

  30. Milli meseleler ne yazık ki böyledir. I. Dünya Savaşı’nda o zamanın ana devrimci akımının temsilcileri savaş harcamaları lehinde oy kullanmışlardı. Bugün her şeye rağmen izlenecek tek yol yenilgiciliktir bence.

  31. “CHP’deki liderlik dahil çoğunluk da bugün itibariyle barış cephesinden elendi gibi duruyor.”

    Bu ‘barış cephesi’ dediginiz ‘birliktelik’ten CHP de ‘elendi’ ise, geriye kimler kaliyor?

    PKK/PYD/DSG/YPG, DAES/ISID/ISIL/ISIS, DHKP-C?

  32. “Bu ‘barış cephesi’ dediginiz ‘birliktelik’ten CHP de ‘elendi’ ise, geriye kimler kaliyor?
    PKK/PYD/DSG/YPG, DAES/ISID/ISIL/ISIS, DHKP-C?”

    (Dersim, Menemen, Şapka İnkılabı vb olaylar sırasında) bu ‘barış cephesi’ dediğiniz ‘birliktelik’ten CHP (Balkan Oligarşisi) de ‘elendi’ ise, geriye kimler kalıyor?

    Dersimliler, Menemen’de hüküm giyenler, İskilipli Atıf Hoca?

  33. Şiddet sınavından sınıfta kaldım

    Ben şiddete karşıyım.
    Hayatımda tek bir kez bile fiziksel bir kavgaya bulaşmadım.

    Tek bir kez bile hiç kimseye vurmadım.

    Ama pasifist değilim.

    Bu durumun felsefî açıdan çelişkili olduğunu bana anlatabilecek pek çok dostum var. Söylediklerini ciddiye aldığım, yazdıklarını dikkatle okuduğum, çoğu görüşlerini paylaştığım dostlarım.

    Örneğin, Mithat Sancar bu sayfalardaki köşesinde şöyle yazdı: “Sadece bir tarafın şiddetini mahkûm etmenin, diğerininkini mazur göstermeye çalışmanın zaten şiddet karşıtlığı olmadığı aşikârdır.”

    O kadar makul, o kadar adil bir cümle ki, itiraz etmek imkânsız görünüyor.

    Ama benim buna ikna olmam zor.

    “Şiddet”, en üst soyutlama düzeyinde, yekpare bir kavram olarak ele alındığında, “Ben şiddete karşıyım” derim. Yukarıda dedim. Ve laf olsun diye söylemedim, gerçekten karşıyım.

    Ama o soyutlama düzeyinden biraz daha somuta doğru indikçe mesele biraz çatallaşıyor. Bazı çekinceler beliriyor kafamda.

    Bir kere, şiddet kavramının kendisi yekpareliğini kaybetmeye başlıyor.

    Ormanda aç bir ayıyla bir tavşan karşılaştığında, ayı tavşanın kafasını ısırıp yemeğe başladığında, şiddet.

    Tavşan bir yolunu bulup ayıya çelme taksa, ayı düşüp kafasını kırsa, bu da şiddet.

    Bunların ikisine de “şiddet” demek bana biraz anlamsız geliyor. “Hop, hop, niye çelme takıyorsun herife!” diye tavşanı azarlamak da çok anlamlı gelmiyor.

    Ayrıca, “şiddet” kavramına neyin dâhil edilip neyin edilmeyeceği de o kadar açık değil.

    Örneğin, bir işçinin elindeki aleti patronun kafasına geçirmesi kuşkusuz şiddet kapsamına girer, ama bir fabrikatörün o işçiyi günde 14 saat, berbat ve sağlıksız koşullarda çalıştırması “şiddet” midir, değil midir?

    Ayıları, tavşanları bir kenara bırakalım. Filistin’e bakalım örneğin.

    Gazze’den İsrail’e roket atmak şiddet kullanmak mıdır? Öyledir.

    Üstelik bu roketleri yerleşim bölgelerine atmak masum sivillere karşı şiddet kullanmak mıdır? Öyledir.

    Peki, 1,5 milyon insanı muhasara altına alıp aç, perişan, ilaçsız ve umutsuz bırakmak “şiddet” midir?

    Bence şiddettir.

    Peki, Filistinlilerin yaptığı şeyler ile İsrail devletinin yaptığı şeylerin her ikisine de “şiddet” deyip bunları aynı kavram içinde düşünmek, aynı kategoriye dâhil etmek anlamlı mıdır?

    Felsefî, hukukî, ahlakî, herhangi bir açıdan anlamlı mıdır?

    “Evet, öyledir, öyle olması gereklidir” deniyorsa, o zaman benim felsefe, hukuk ve ahlak kavramlarıyla sorunum var demek.

    Filistinlilerin düzenli ordusu, hava kuvvetleri yok. Başvurabilecekleri yasal bir merci kalmadı. Dünyanın tüm devletleri aslen İsrail’i destekliyor. Zaman zaman BM Filistinlileri haklı bulup İsrail’i biraz azarlayacak olsa, Amerika bunu engelliyor. Filistin halkı birinci İntifada ile İsrail’i Oslo Barış Görüşmeleri’ne zorladığından bu yana, daha çok Filistinli katledildi, Filistin topraklarında daha çok Yahudi yerleşimi inşa edildi, Filistinliler daha çok ezildi.

    Filistinlilerin attığı roketler de, yaptıkları başka her şey de, çaresizlikten, umutsuzluktan kaynaklanıyor. Roketleri 62 yıllık baskı, kamp hayatının sefaleti, barış umutlarının İsrail tarafından tekrar tekrar boşa çıkarılması doğurdu.

    Artık yapacak başka hiçbir şeyi kalmayanlar atıyor roketleri.

    “Şiddet”, insanları bu duruma düşürmenin adıdır. Özgürlük için çaresizce mücadele edenlerin yaptığına da “şiddet” deyip ikisini aynı göreceksek, o zaman “şiddet” kavramında bir sorun var demek.

    İsrail devleti 1948’de kuruldu. Filistin Kurtuluş Örgütü’nün ana gövdesini oluşturan El Fetih örgütü ilk “şiddet” eylemini 1965 ocak ayında gerçekleştirdi. Bu iki tarih arasında, neredeyse yirmi yıl, dünyada “Filistin sorunu” diye bir şey yoktu.

    O dönem boyunca Filistinlilere karşı şiddet uygulanıyor muydu? Bir insanı kendi toprağında ikinci sınıf vatandaş olarak yaşatmak “şiddet” ise, evet, uygulanıyordu. Şiddet midir peki? Benim hiç kuşkum yok, şiddettir.

    Peki, FKÖ şiddeti reddedip 1965’te o ilk bombayı patlatmasaydı ne olurdu? Filistinlilere uygulanan şiddet devam ederdi, dünyada bugün kimse Filistinlilerin adını bile duymamış olurdu.

    Bu durumda, hiçbir felsefî tartışma beni o bombayı patlatanları eleştirmeye ikna edemez.

    Ben Filistinlilerden söz ettim. Başka bir halk için benzer şeyler düşünenleriniz olursa, itiraz etmem.

    Roni Margulies (Taraf, 10.09.2011)

  34. 31'e en iyi örnek

    Anadolu halkına savaş açan Balkan Oligarşisi’ne karşı “Barış Cephesi”nin bir bileşeni olan İzmir suikastçileri!

  35. Kızıl elma yi bilmem ama ayvayi yiyeceksiniz olum!
    Açıkça Turancılık vurgulaması yapıyor bu serhos it takımı..
    Afrinliler dünyanın sempatisini kazanıyor.
    Erdogonistan nefreti..!
    Hangi ülke vardır acaba bu kadar nefret edilen?
    Bir anket duzenlense kesinlikle en başta bu rezil ülke madalya kazanir..
    Türkiye, bırakın Kürdistan la bölünmesine , Kendi içinde bile 10 parçaya bolunmelidir!
    Bu Türkler içinde gereklidir!
    Tarihide, coğrafyasında bunu ispatlar.. yoksa birbirini yerler.. düşmansiz yaşayamazlar…
    Bu harekatla kızıl elmayı yiyecekler..
    Kiclarından!!..

  36. Mülayim Sert

    Yol üç aşağı beş yukarı belli de, izleyecek öznenin hali çok zayıf. Aslında bu son günler 2013’ten beri yüzleşilmeyen bir zaafın son görüntüsü gibi. Gezi isyanını hayata geçiren kitle, kısmen sosyal katman (kaybedecek bir şeylerinin olması) kısmen bilinç durumu (sınıf siyasetine alışkın olmama, milliyetçilikten kopmama) nedeniyle yüksek baskı ve şiddet koşullarında etkili olamıyor. Umutsuz diilim ama karamsarım.

  37. Suriye’deki Kürtler türk askerlerine bildiriler dağıtabilir..

    Arkadaş senin ne işin var burada?
    Seni kim davet etti?
    Kendi ulkeni mi savunuyorsun?git dön ulkene!
    Sende görüyorsun bizim TR yi tehtid etmedigimizi.bu durumda olmadığımizi.
    Erdoğan’ın sadist egosunu tatmin etmek için hayatını tehlikeye atıyorsun..
    Ölürsen arkandan ne işin vardı suriyede diyecekler!
    Kahramanlığı seni kullananlar tadını çıkarir..
    Bu hep böyledir . Sen basit sıradan bir Mehmet olarak kaybolacaksin.kendi adın olmayacak..
    Kimin için ölümü göze alıyorsun?
    Seni kim çağırdı?!
    Ne Suriye devleti nede Suriye halkı!
    Başka ülkenin topraklarında ölmek ne kadar acı ve haksızca olduğunu düşün!
    Biz burda yaşam mücadelesi veriyoruz .erdogan bizi öldürmek istiyor.bizde yaşamak!!
    burda
    yasiyoruz.baska yerimizde yok!ya sen?
    Erdoğan başka ülkeleri kurtaracağım diyor.gitsin kirima önce!
    Ukrayna’nın Toprak bütün lugunu için savassin.burada kimse savasmiyor! Tek savaşımız Erdoğan’ın desteklediği deas dir.

  38. “Tek savaşımız Erdoğan’ın desteklediği deas dir.”
    🙂 🙂
    Yahu, bırakın bu ayakları.
    Yazdığın şeye kendin inanıyor musun?
    Ya da, buradaki cingözler arasında “gerçekten” inanacak biri olduğunu düşünüyor musun?

  39. umutsuz ihtiyar

    soru şu… türkiye PYD üzerinden ABD ile savaşacak mı?
    Menbiç… Doğu Fırat vs…
    Bence savaşacak…
    2. olasılık… İsrail dostu Sünni ittifak tazelenecek ve ABD. Kürtleri terkederek bu ittifakı İran’la savaştıracak…
    Veriler 1. olasılığı gösteriyor.
    Türkiye, hakedilmiş kaderine yol alıyor. İddiaları, beklentilerini çok aşan bir hırsın kaçınılmaz yolculuğunda. RTE bir neden değil, bir sonuç olarak hakedilmiş kaderimizin kılavuzu… bence

  40. umutsuz ihtiyar

    Eceli gelen diktatörlük ABD’ye şantaj yapar.
    Y. Bulut diyor ki.. Türkiye yani RTE ile anlaşmazsa .. Çin, Rusya, Türkiye.. Akdenize giremez…
    Ba ba ba ba… İsrail’i terkeder…
    ABD bu şantaja boyun eğerse yitirmekte olduğu hegemonya bir çizik daha yer…
    500 milyar dolar dış borçlu… silahlarını Batıdan lan.. bu yıl 200 milyardolar ödeyecek TC’nin bu aşağılamaları….
    ,Sanırım bu hikaye L Bonaparte in 18. Brumeir’inin tipik bir tekrarı…
    1871 rezil yenilgisiyle çöken Bonapart hikayesinin..

  41. hortlak…
    ne güzel bildiri yazarmış…

  42. Afrin’de Rus Ruleti- Faysal DAĞLI

    Nihayet başlayan Afrin Savaşı’nın seyrinin tüm bölgede yeni sonuçlar doğuracağı, olağanüstü gelişmelere neden olacağı anlaşılmaktadır.

    Karasal takviye alma imkânı olmayan, uzun yıllardır dört yandan kuşatılmış, abluka ve ambargo altında, büyük kısmı engebesiz ve sığ bir araziden oluşan ve önemli oranda mülteci nüfusu barındıran, üstelik ciddi bir savunma gücünden yoksun Afrin’i düşürmek kolay olacak mı?

    Sanırım Erdoğan ve Türk kurmayı bunun kolay olacağına inanmış ve riskli bir Rus ruleti oynamayı göze almıştır.

    Haftalardır sevkiyat yapılan harekat için neredeyse Türkiye’nin tüm hava gücü, zırhlı ve topçu kuvvetlerin önemli bir kısmı ile birkaç on bin kişilik savaşçı personel katılmaktadır. Türk kaynaklara göre; “Afrin Zeytin Dalı Operasyonu, TSK’nın Kıbrıs Barış Harekatı ardından düzenlediği en büyük askeri harekat” olmuştur.

    Harekat öncesinde İdlip’te toplanmış El Nusra lle Müslüman Kardeşler tortusu çok sayıda cihatçı grubun yanısıra, Rakka ve Cerablus savaşları sırasında Türkiye’de toplanan IŞİD mensupları, Suriye Demokratik Güçleri Eski Sözcüsü Telal Silo gibi taraf değiştiren popüler isimler ve çok sayıda Kuzeyli ve Rojavalı korucu ile itirafçının kullanıldığı bu geniş ölçekli askeri harekatın birkaç gün içinde hedefe ulaşması yani Afrin’de “çok büyük” ama kolay bir zafer kazanılarak, işgalinin tamamlanması ve alandaki YPG güçlerinin tasfiye edilmesi bekleniyordu.

    “Bekleniyordu” diyorum, çünkü Afrin zaferinin “zeytinyağından kıl çeker gibi” kolay ve mümkün olması için tüm tedbirler alınmış, gereken herşey yapılmıştı. Ancak saldırının birinci haftasının bitimine yaklaşılmasına rağmen, umulan sonucun siyasi bir fantazi ve sürreal bir askeri plan olduğu ortaya çıkmıştır.

    Resmi açıklamalara göre 2 aydan bu yana askeri hazırlığı yapılan harekatın startının 72 uçağın yoğun bombardımanı ve sayısız kalibredeki top atışı ile yapılması, ardından en az sekiz koldan binlerce asker ile cihatçının zırhlılar eşliğinde karadan yürümesi, operasyonun şok efekti ile bir haftadan az bir sürede tamamlanmasının hedeflendiği anlaşılmaktadır. İktidar yanlısı medyaya yansıyan detaylara göre de Afrin işgalinin ‘birkaç saat içinde tamamlanması’ planlanmıştır.

    Afrin harekatı için kelimenin tam anlamı ile “genel seferberlik” ilan edilmiş, tüm toplumsal dinamikler, tedbirler ve baskı aygıtlarının yanısıra camiler ve medya da tam kapasite kullanmıştır. Diyanet’in sala, dua ve hutbe gibi dinsel coşkusunun yanısıra memleketteki her türlü sosyal etkinliğin ulusal mehteran coşkusu takviyesi ile tüm toplumun taraf olması sağlanmış, bu işgal ve savaşı desteklemek dışında insanlara seçenek bırakılmamış, polisiye önlemlerin yanısıra, medyada psikolojik harekat, savaş karşıtı her türden tepkinin en sert şekilde bastırılması, sosyal medya platformlarının kitlenin yönlendirilmesi için kullanılması gibi akla gelebilecek her türlü araç ve yöntem kullanılmıştır. “Ana muhalefet lideri” Kılıçdaroğlu başta olmak üzere “her türden ve renkten Türk”, gazeteci taburları ve sosyal orduları eşliğinde ‘Reis’in peşinde dizilmiş, Kürdleri ezmek için elinden hiç birşey gelmeyenler ise duaya dizilmiştir.

    Bu tedbirlere sindirilmiş ve öncüsüz bırakılmış Kuzey Kürdlerinin sessizliğinin eklenmesi için de olağanüstü önlemler alınmıştır. 3 yıl önce Kobani için ayaklanan Kürdler’in bu kez oturdukları evlerinde Afrin’in yakılıp yıkılmasını TV’lerde izlememeleri için ‘roman okuyarak barışın meziyetleri hakkında bilgilenmeleri’ amacı ile “üst düzey” çağrılar da yaptırılmıştır.

    Türk Devleti, uluslarası alanda da Afrin işgali için askeri aparatının yanısıra siyasi, diplomatik ve ekonomik tüm rezervlerini de kullanmıştır.

    Peki tüm bunlar sadece darağacındaki Türk’ün son dileği olan “Kürd anasını görmesin” hezeyanı mı?

    Öyle değil!

    Ancak Afrin Savaşı’nın Türk devletinin geleneksel “Kürdlerin her türlü statüsünü bastırma” siyaseti ve “dış düşman ihtiyacından” başka boyutları da var. Bu saldırı “Kürd karşıtı geleneksel Türk refleksi” ile Erdoğan’ın kişisel amaçlarını birleştirdiği için kaçınılmaz hale gelen bir karşılaşmadır. Afrin, bu boyutta Erdoğan’ın kaderini bağladığı bir hedef olmuştur.

    Bu savaşa ironik olarak “zeytin dalı” ismi verilmesi de “barış sembollüğü” değil, bilinç altındaki “ikinci yaradılış” efsanesi ile bağlantılı olmalıdır. Bu savaşın sonucunda Türkiye’ye başkan, Ortadoğu’ya (Neo Osmanlı) sultan olması dışında, İslam alemine de “halife” olmayı planlayan Erdoğan, bu şekilde Türkiye, Ortadoğu, İslam alemi ve tüm dünyada yeni bir “ikinci yaradılışın” başlatıcısı olmayı hayal etmektedir.

    Söylemek gerekir ki şu anda en azından içeride işler istediği gibi gitmektedir. AKP Lideri, Afrin Savaşı için Türk toplumunun her kesiminden sonsuz kredi ve destek almış, ana muhalefet partisi dahil “herkes” Başkomutan Erdoğan’ın arkasında sıralanmıştır. Türk iktidar refleksi bir kez daha tekerrür etmiş, bu toplumun askeri, hiyerarşik, fetihçi, ganimetçi kodları harekete geçmiş, buna genetik Kürd düşmanlığı da eklenince toplum kelimenin tam anlamı ile çıldırtılmıştır. Türkiye’de “savaş istemiyoruz” diyebilen bir avuç insan meydanlarda linç edilmiş, tepkisini sosyal medyada paylaşanlar tutuklanmış, barış yanlıları ekran amigoları tarafından “öldürülmekle” tehdit edilmiştir.

    Peki ama neden?

    En basit bir yanıtla siyasi ikbali için Erdoğan’a kolay bir Afrin zaferi gerekmektedir de ondan! Bu nedenle YPG’ye “teslim olma, Afrin’i boşaltma vs” gibi çağrılar bile yapmamış, Kürdlere savaş dışında hiçbir seçenek bırakmamıştır. Aracı kıldığı Rusya dahi, YPG’ye kabul etmeyeceği koşullar dayatmış, ‘Afrin’de Suriye toprağını savunacağını’ ifade eden Esad rejimi Türk askeri harekatı karşısında utanç verici suskunluğa gömülmüştür.

    Kısaca bu savaşın olması için Erdoğan tüm tedbirleri almıştır. Başta ABD olmak üzere tüm Batı’ya karşı net bir tavır ile “bu operasyonu yapacağını, buna karşı çıkanın düşman olarak tanımlanacağını” ifade ederek, dünyanın sesiz kalarak onaylamasını sağlamıştır. Bu sessiz onay için herkese, tüm taraflara haddinden fazlasını da vermiştir.

    Ancak Erdoğan, gelecek kurgusu için, yani 2019’daki Başkanlık seçimlerini kazanmak için inceden planladığı Afrin savaşına geleceğini de ipoteklemiştir.

    Afrin’de ikinci bir Kerkük vakası, yani kolay zafer hatta teslimat olacağını öngören danışmanları veya yanlış istihbaratı Erdoğan’ı bu yola sevketmiş olabilir. Birileri onu kandırmış, ona uzattıkları silahta kurşun olmadığını söylemiş olabilir. Ancak bu, onun YPG’nin Afrin’de ne yapacağını Kobani direnişinden tahmin etmemesini izah edemez.

    Türklerin askeri ve iktidar tarihi savaş kazanan komutanların ihya edildiği kadar, kaybeden komutanların geleceklerini kaybettiklerini de yazmaktadır.

    Afrin’de beklediği kolay bir zafer yerine ağır bir yenilgi alması halinde şu anda onu kutsayarak arkasında dizilen kalabalıkların, ona ne yapacağını kestirmiş midir bilinmez! Ancak siyasi tarih son yıllarda bir zamanlar kendilerini kutsayanlarca tasfiye edilen liderlerin hikâyeleri ile doludur.

    Erdoğan’ın Ruslar’ın yardımı ve teşviki ile oynadığı Afrin’deki rulet onun ve Türkiye’nin geleceğini de belirleyecektir.

    Afrin’deki sonuç ne olursa olsun Türk Ordusu’nun Batı Kürdistan’ı da kapsayan Kürd karşıtı harekatının genişleyeceği, önümüzdeki süreçte tüm Rojava’yı kapsayan bir hal alacağı bu bağlamda Afrin’in sadece bir test olduğu anlaşılmaktadır.

    Erdoğan’ın ihtirasından ürken kimi iç ve dış odaklar ile devletler de ancak bu şekilde ondan kurtulabileceklerini varsayarak Rojava batağına saplanmasını teşvik için sessiz kalmış veya onaylar görünmüş de olabilir!

    Muhtasar; Bir zamanların bir diğer muhiterisi İslam Devleti Halifesi Ebubekir Bağdadi’nin akıbetini ve onun tüm zamanların en zalim ordusunu bozguna uğratıp kendisini çöllere cesedi bile bulunamayacak şekilde kovalayan Rojavalı Kürd kadınların gazabını unutanlar için tarih ‘tekerrürden ibaret’ olacaktır!

  43. Fehim Taştekin

    Şam’ın Afrin hesabı: Suriye askeri Kürtler için ölür mü?

    Kuşkusuz önce kanton sistemi, ardından ‘Kuzey Suriye Demokratik Federasyonu’ Kürtlerin farklı etnik yapılarla birlikte kendi gündem ve öz savunma güçleriyle inşa ettikleri bir model. Kürtler kendi öz güçlerine dayanan bu mücadeleyle dünya çapında ilgi ve takdir topladılar. Ne var ki Kürtleri hem Suriye hem İran’a karşı kullanmayı düşünen Amerika ile ortaklık bu hikâyeyi önemli ölçüde değiştirdi. Her şeye rağmen Kürt yetkililer hem Rusya hem ABD ile birlikte çalıştıkları ve bu çizginin değişmeyeceği konusunda ısrarlılar. Ne var ki Afrin bu dengeci yaklaşımı alt üst etmeye kadir.

    Suriye’nin Kürtlerle ilgili politikası, özelde Türkiye’nin Afrin’e müdahalesine karşı tutumu sanırım tarafların verdiği tepkiler arasında anlaşılması en zor ve karmaşık olanı.

    Zeytin Dalı Harekâtı için geri sayım başladığında Şam’ın tutumu gayet netti: “Hava savunma sistemlerimiz Türk uçaklarını vurmaya hazır.”

    Sonra harekât başladığında kalkanın Türk uçaklarına karşı köreltildiği anlaşıldı. Suriye’de asıl oyun kurucu aktör olan Rusya, Şam’ı tepkisiz kalmaya ikna etti ya da mecbur bıraktı. İvedilikle Afrin’e karşı İdlib pazarlığının döndüğü ve taraflar arasında bir anlaşma olduğu kanaati hasıl oldu.

    Sonra YPG Komutanı Sipan Hemo, Şark’ul Evsat gazetesine demecinde Şam’la diyalog kanalının açık olduğunu, Suriye’nin Kürtlere yardım etmek ve Türkiye’ye yanıt vermek istediğini ama Rusya’nın buna engel olduğunu söyledi. Ardından Kürt tarafından Rusya’yı ihanetle suçlayan açıklamalar sökün etti. Bu ilişkide aynı anda güvensizlik, husumet, düşmanlık, birbirine mahkumiyet, örtülü işbirliği ve (dolaylı) yardımlaşma bulmak mümkün.

    Suriye devleti ülkenin her karış toprağı için savaşır da, “Kendi vatandaşı olan Kürtler için savaşır mı” sorusu birçoğumuza tuhaf gelebilir ancak bu, Kürtlerin bir kısmında karşılığı olan bir sorudur. Suriye Arap Cumhuriyeti denildiğinde birçoğunun zihninde canlanan 1962’den itibaren uygulanan Arap Kemeri’dir, 1960’da 200 kadar can alan Amude sinemasındaki yangındır, 1962’de 120 bin kişinin vatansız bırakılmasıdır, inkâr edilmişliktir vs. Bunlar birer realite olsa da Kürtlerin devlete dair algısı yekpare değildir. Devletin Kürtleri vardır; orduda, bürokraside, dini yaşamda, Baas içinde. Mesela AKP liderliğindeki Türkiye’nin sadık müttefiki Müslüman Kardeşler’in Kürtlere karşı rejimden geri kalmayan yaklaşımının ardında 1982’de Hama katliamı sırasında orduda görev alan Kürt askerleri vardır. Bu sohbetlere konu olur ama alenen dillendirilmez.

    Halep’te Baas Partisi’nin bir bürosunda Kürtlerle ilgili sorduğum bir soruya, “Burada ırk ve mezhep yok; hepimiz Suriyeliyiz” diye öfkeyle bana çıkışan bir Kürt’tü. Kendileri Baas bürosunun başkan yardımcısıydı. Silahlı isyanı destekleyen Türkiye’ye “Bize bu kötülüğü yapmayın” diyen ve 2013’te cihatçılar tarafından camide vaaz verirken öldürülen Said Ramazan el Buti de Kürt’tü. Suriye yönetimi Buti’yi Şam’da Emeviye Camii’nin külliyesinde Selahaddin Eyyübi’nin yanına, aynı saldırıda ölen oğlunu da türbenin önünde medfun ilk Türk hava şehitlerinin yanına gömmüştü. Buti’yi bu şekilde uğurlayan siyasi akıl ile kuzeyi Kürtlere bırakan siyasi irade aynı. 2012’de Suriye ordusunun kuzeyi PYD’ye bırakıp Halep, Humus, Lazkiye gibi kritik yerlere ağırlık vermesi zorunlu-stratejik bir tercihti ama rejim bunu yaparken günün sonunda Kürtlerle anlaşmanın yolunu bulacağı inancına yaslanıyordu. Halbuki 2004’teki Kamışlı isyanından itibaren PYD en fazla baskı altında tutulan Kürt partisiydi. Aynı zamanda PYD diğer bağımsızlıkçı ya da federasyonu savunan partilerden farklı olarak Suriye içinde bir çözümden yanaydı ve Arap muhalefetiyle ortak hareket ediyordu. Türkiye kuzeyde Demokles’in kılıcıyken Kürtlerin Şam’a mahkûm olmaya devam edeceği düşünülüyordu. Ve Kürtler Osmanlının dağılış sürecinde olduğu gibi 1990’lardan itibaren Şam’dan ziyade Türkiye’de olup bitenlerle ilgiliydiler. Kürtlerin geçişte rejimle ilişkileri yüzünden Müslüman Kardeşler’in çağdaş versiyonları, 2012’den itibaren Şeyh Maksud (Halep), Afrin ve Serekaniye gibi yerlere düzenledikleri saldırıları meşrulaştırmak için “PYD rejimin maşası” argümanını kullanıyordu.

    Tarihsel olarak Şam’ın Kürtlerle ilişkileri karmaşıktır ve bir dizi çelişki barındırır. Mevcut dengeler de geçmişin bu çelişkilerinden uzak değil. Ancak bugün çok daha belirleyici olan faktör, Kürtlerin oyunu büyütüp ABD ile kurduğu ortaklıkta yatıyor. Şam’ın onlarca yıldır husumet içinde olduğu ABD, Suriye’de çizmelerine ancak Kürtler üzerinden yer açabildi. Ki ABD 2003 işgalinde Irak’tan sonra sıranın Suriye’de olduğu tehdidini savurduğu halde bunu başaramamıştı. CIA’in Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye eliyle eğitip donattığı muhalif güçler önemli ölçüde yenilgiye uğratılırken Pentagon’un Ekim 2014’den itibaren IŞİD’e karşı mücadele sayesinde Fırat’ın doğusunda yakaladığı nüfuz bölgesi ABD için Suriye’nin geleceğini şekillendirecek yeni bir oyun alanına dönüştü. Bu, Kürtlere bakışta esaslı bir kırılma yarattı. Kuşkusuz önce kanton sistemi, ardından ‘Kuzey Suriye Demokratik Federasyonu’ Kürtlerin farklı etnik yapılarla birlikte kendi gündem ve öz savunma güçleriyle inşa ettikleri bir model. Kürtler kendi öz güçlerine dayanan bu mücadeleyle dünya çapında ilgi ve takdir topladılar. Ne var ki Kürtleri hem Suriye hem İran’a karşı kullanmayı düşünen Amerika ile ortaklık bu hikâyeyi önemli ölçüde değiştirdi. Her şeye rağmen benim de konuştuğum Kürt yetkililer ABD’nin değil kendi öz gündemleriyle hareket ettikleri, güçler arasındaki dengeleri gözettikleri, hem Rusya hem ABD ile birlikte çalıştıkları ve bu çizginin değişmeyeceği konusunda ısrarlılar. Ne var ki Afrin bu dengeci yaklaşımı alt üst etmeye kadir.

    Şam’dan bakınca da Fırat’ın doğusunda olup bitenler, ABD’nin IŞİD sonrası dönemde gündemleştireceği bir ‘vekil devlet’ projesine doğru gidiyor.

    Suriye yönetimiyle iletişim kanallarını açık bırakan, birçok yerde koordinasyon içinde olan Kürtlerin Şam’la ilişkilerinde yaşanan kırılmanın birkaç aşaması var:

    Rusya ve Suriye yönetimi Kürtlerin Rakka’ya ABD ile birlikte gitmesini mecburen kabullenmişti. Çünkü önleyebilecekleri bir süreç değildi. Ancak geçen yıl Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) Fırat’ın altına geçip Tabka Üssü’nü ele geçirmesi ve Amerikan güçlerinin buraya yerleşmesi kırmızı çizginin aşıldığı yerdi. Sonra alenen ABD, Deyr el Zor’a doğru ilerleyen Suriye ordusunun önünü kesmeye kalkıştı. Sıra Deyr el Zor’u IŞİD’in elinden almaya geldiğinde Kürtlerin oraya gitmemesi ya da Suriye ordusuyla birlikte hareket etmesi istendi. Tersi oldu. Şam açısından kırmızı çizgi tekrar aşılmıştı. Yine de köprüler atılmadı. Hem Rusafe hem de Deyr el Zor’da Rusya’nın YPG ile kurduğu ortak koordinasyon odaları gerilimi emen adımlardı. Rusya Türkiye’ye rağmen Kürtleri yakın planda tutmaya devam etti.

    Geçen kasımdan itibaren ABD’nin Sınır Koruma Gücü oluşturup Türkiye ve Irak sınırlarının yanı sıra Menbic ve Fırat Nehri boyunca 30 bin asker konuşlandırma planı ‘vekil devlet’ projesinde ileri bir adım olarak görüldü. Yarısı SDG’den diğer yarısı da yerel güçlerden oluşturulacak yeni gücün Kürtleri de aşan bir boyutu var(dı). Rus ve Suriyeli kaynakların yanı sıra bazı Batılı haber kuruluşlarının üzerinde durduğu iddiaya göre ABD yeni ordunun Arap ayağını Rakka ve diğer bölgelerden kaçan eski IŞİD savaşçıları ve IŞİD’le işbirliği yapmış Arap aşiretlerine bağlı güçlerle kuruyor. Benim de konuştuğum birçok Kürt yetkili bu iddiayı kesin bir dille reddediyor.

    Geçen hafta ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson yeni bölge stratejisini açıklarken Suriye’de 2 bin askerinin bulunduğunu ve bölgeden çıkmayı planlamadıklarını deklare etti.

    Ayrıca ABD’li diplomatların da sahada olacağını duyurarak, ‘Kuzey Suriye Demokratik Federasyonu’nu siyaseten tanıyabileceğinin ve bunu çözüm planı olarak pazarlık masasına koyabileceğinin’ sinyalini verdi. Sivil kanattan temsilcilerin bölge ziyaretleri bunun ilk adımıydı.

    ABD’nin SDG üzerinden kurduğu hesaplar, Şam’ın Afrin operasyonuna yönelik tepkisinin ‘sözde’ kalmasında etkili oldu. “İdlib’e karşılık Afrin” diye formüle edilen bir anlaşmanın asılsız olduğu söylense de perde arkasında daha farklı bir pazarlığın döndüğü anlaşılıyor. Bunlar Türkiye’nin Afrin’e girmesini önleme amaçlı pazarlıklar. İddialara göre Rusya’nın arabuluculuğunda Hmeymim üssünde gerçekleşen görüşmelerde Şam yönetimi, Afrin’deki kontrolün tamamen Suriye ordusuna devredilmesini istedi. Kürtler bunu reddetti. Sınırlara Suriye askerlerini konuşlandırıp Afrin merkezinin YPG’ye bırakılması yönünde bir ara formül getirildi. Kürtler bunu da kabul edilir bulmadı. Kürtlerin önerisi ise şuydu: Afrin’de sınırlı sayıda Suriye askerinin konuşlandırılması ve bazı kamu binalarına Suriye bayrağının asılması. Şam ise bayrak asmanın fiili özerkliği meşrulaştıracağı, sembolik askeri varlığın da Türkiye’yi caydırmayacağını düşünerek öneriyi reddetti. Kürt tarafının, “Afrin’in Türkiye ya da Suriye rejimine bırakılması Kürt halkını korumayacaktır” yanıtı üzerine görüşmeler çöktü. 3 Aralık’ta Salihiyye’de Kürtlerle buluşan Rus General Yevgeni Poplavski’nin de kuzey sınırları ve Deyr el Zor’daki enerji tesislerinin Suriye yönetimine devrini istediği ama, “ABD buna izin vermez” yanıtını aldığı öne sürülmüştü. Hmeymim’deki başarısız görüşmeleri Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ile MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın kritik Moskova ziyareti izledi. Rusya müdahaleye karşı olduğu halde Astana sürecinin selameti için Türkiye’nin önündeki engeli kaldırdı. Şam da buna direnemedi. Ankara ve Şam’ın karşı cephelerde yer almasına rağmen Türkiye’nin Astana’da Ruslarla yaptığı işbirliği Suriye ordusunun işini kolaylaştırdı.

    Astana’ya atfedilen değer dışında Şam’ın ne tür bir mülahaza ile hareket ettiği de önemli. İlk mülahaza her ikisi de Suriye rejimini hedef alan ABD ve Türkiye’ye bakışla ilgili. O da şu: ‘Amerikan işgaline son vermek yılları alabilir, hatta bu süreç ülkeyi bölünmeye götürebilir ama Türkiye’yi Afrin’den çıkarmak zor olmakla birlikte imkan dahilindedir. Bu bakımdan Kürtlere kuzeyde Türkiye olduğu sürece Şam’la işbirliğine gitmekten başka çaresinin olmadığını hatırlatacak, belki Suriye ordusunun kuzey sınırlarıyla buluşmasını kolaylaştıracak ve Amerikan-Kürt ortaklığını sarsacak bir Türk müdahalesi ehven-i şer sayılabilir.’

    Bir başka mülahaza da şu: ‘Türkiye’nin başını belaya sokacak, Kürtleri de zora düşürecek bir seçenek sahadaki ve masadaki koşulları Şam’ın lehine değiştirebilir.’ Nitekim Şam müdahaleye engel olamasa da Afrin’deki savunma hatlarını güçlendirecek ikmal kanalını açık bıraktı. Halep üzerinden gelen YPG’lilerin Afrin’e intikaline izin verildi. Kuşatılmış olan Afrin’in tek çıkış yolu hâlâ Suriye ordusunun kontrolünde.

    İdlib konusundaki beklenti de hesap dışı bir durum olamaz. Türkiye Afrin’e saldırırken İdlib’i ikinci plana itti. Bu arada Suriye ordusu stratejik önemdeki Ebu Duhur üssünü ele geçirip kontrol alanını genişletti.

    Bu mütalaalardan Şam’ın operasyona rıza gösterdiği ya da anlaştığı anlamı çıkar mı? Yanıt için Şam’ın Türkiye’nin rolünü nasıl gördüğüne bakmalı. Devlet Başkanı Beşşar el Esad bu konuda şunu söyledi: “Türkiye’nin Afrin’e düzenlediği sert saldırı, Türk yönetiminin Suriye krizinin ilk gününden bu yana izlediği ve temelde terörü ve terör örgütlerini desteklemek üzerine inşa edilen politikasından ayrı tutulamaz. Suriye hükümeti ve Kürtlerin, kuzey bölgesini Amerikan nüfuzundan ve terörist destekçilerinden kurtarmak üzere uzlaşıya varmasını umut ediyorum.”

    Şam, Türkiye’yi işgalci güç olarak görüyor. Şam’a göre Türkiye ele geçirdiği yerleri kolayca terk etmeyecek ve silahlı gruplara desteği kesmeyecek. Geçen ay Esad’a bir kez daha ‘terörist’ diyen Erdoğan’ın 20 Ocak’taki şu açıklamasından sonra Ankara’nın politikasının değiştiğine kim inanır:

    “Suriye’de kimler işgalcidir? Suriye halkını çoluk çocuk demeden katleden herkes işgalcidir. Bir milyona yakın Suriyeliyi katledenlerden daha büyük işgalci olur mu?” Yani Erdoğan’a göre asıl işgalci güç Esad yönetimi.

    Ki, “Bu operasyonu Allah’ın izniyle ÖSO’yla birlikte zafere ulaştıracağız” sözü de Erdoğan’ın niyetini ele veriyor.

    Erdoğan’ın Fırat Kalkanı Harekâtı sonrası El Bab-Cerablus hattında kurduğu düzeni Afrin’e de taşıma planı son derece aleni. Bizim gördüğümüzü Suriyeliler de görüyor. TSK’nin Afrin’e taşıdığı ÖSO, Suriye devletiyle savaş halinde olan ve Şam’ın terörist olarak gördüğü gruplardan oluşuyor. Suriyeli yetkililer Erdoğan’ın İdlib’deki gruplara olan desteğini kesmediğini de vurguluyor.

    Haliyle bu tablodan Şam ile gizli bir anlaşma olduğu sonucunu çıkarmak zor.
    Türk müdahalesinin Kürtlerin ABD ile ortaklığını bitirecek ya da sarsacak bir sonuç üretmesi Şam için çok daha önemli. Rusya da bunu hedefliyor. Rus Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un, “Kürtlerin Şam’la diyaloğunu ABD engelliyor” çıkışı boşa söylenmiş bir söz değil. Afrin’in Türk-Amerikan, Amerikan-Kürt, Türk-Rus ilişkilerini nasıl etkileyeceği veya Türkiye’yi nereye götüreceği henüz belli değil.

  44. Türk devletinin Afrin’de kazanacağı bir zafer yok

    Hasan Bildirici

    afrin dumanlarTürk ordusu ve ona bağlı Suriye’deki terör şebekelerinin Rusya’nın izniyle Afrin’e başlattıkları işgal savaşı, başlatılma niyetiyle sonuçları arasındaki derin uçurum olarak tarihe geçecek. Uluslar arası poltik numaraların ortasında gerçekleşen bir savaş bu kadar mı uyduruk bu kadar mı asıl işlevinden uzak olabilir. Suriye’nin içini yeniden dizyan etmek; İdlip’teki çeteleri ve Türk varlığını süpürüp atmak, Rusya olarak Amerika karşısında Suriye’de bir adım önde olmak için Afrin’i oltalı bir yem olarak Kürt düşmanı Türkiye’nin ağzına atmak mı gerekiyordu? Aynen böyle yaptılar.

    Yüzyıllardır Kürtler Uluslar arası ilişkilerde; paylaşımlarda ve savaşlarda hep küçük oyuncu olarak elde tutuldu. Oyun dışı bırakılmadılar, ama dört parçalı yapısı ve dar politik öngörüleriyle hep küçük oyuncu olarak kalmasını sağladılar. Kürtlerin Irak, Suriye, İran ve Türkiye’yi demokratikleştirme boş çabaları, en son bütün İslam camilerinde Kürtlerin katlinin vacip olduğu hutbelerine kadar getirilip dayatıldı. Türk devletinin Afrin işgal hareketini başlatmasıyla birlikte Türkiye’nin bütün camilerinde Kürtlerin öldürülmesinin helal olduğu vaazları verildi.

    Ben Kürtlerin demokrasi anlayışından bir şey anlamam ve aslında demokrasi Kürtlere ait bir kavram değildir. Yunanlılardan çalınmış bu kavramla Avrupalılar kendi iç düzenlerini kurdular, ama uluslar arası ilişkilerde ve ulusun gücünü kabul ettirmede demokrasi kavramı hiç kullanılmadı. Demokrasi zaten bir ulusu oluşturan katmanlar arası ilişkileri düzenler, yoksa ayrı iki ulus olan Kürtlerle Türkler arasındaki ilişkiyi düzenlemez. İki ulus arasındaki ilişkinin hukukunu güç belirler.

    Ama işte her şeyde olduğu gibi, demokrasi konusunda da Kürtler başkalarından aldığı bu kavramı yersiz ve asılsız kullanmayı sürüdürüyor. Ve bundan dolayı da küçük oyuncu olmaktan kurtulamıyorlar.

    Bu yazıyı yadığım sırada ajanslara şöyle bir haber düşmüştü: Rusya Savunma Bakanlığı, Esad’a bağlı güçlerin İdlib’de konuşlu bulunan Türkiye ile çalışan büyük bir Fetih el Şam (eski adıyla El Nusra Cephesi) grubunu kuşattığını açıkladı.

    İdilb’i, bir süre sonra Fırat Kalkan’ı hareketinin yapıldığı alanlardan sökülüp atılacağını bilen Türk devletinin Suriye’de kalabilmek için son çare olarak Afrin’e ihtiyacı vardı.

    “Afrin varlık yokluk meselemizdir,” demeleri bundandı.

    Ancak Türk devletinin ağzına verdikleri olta, boğazlarını parçalayacak büyüklükte bir olta idi. Şam’da öğlen namazı kılmaya hazılarlanan Türk devletine Suriye’de kala kala Kürt tetikçiliği kaldı. Şu vizyonsuzluğa bakın. Suriye’de bütün hedeflerini ve amaçlarını yitirmekle kalma, bir de bin kolometrelik Suriye sınırında 20 milyon Kürt vatandaşının soydaşı bütün Suriyeli Kürtlerin düşmanlığını kazan…

    Bir binanın temeli yanlış atılmışsa çatısı da yanlış çıkar. Ayrıca temeli yanlış bir binayı çatıdan düzeltemezsiniz, ilk rüzgarda temeli yanlış binanın yeni çatısı uçar gider. Türk devletinin yanlış Suriye poltikası Kürt tetikçiliğine geldi dayandı, ancak Türk devletinin yerleşmek istediği Afrin civarındaki 30 kilometrelik “güvenli alan” dan ilk rüzgarda söküp atılacaklar. Bunu Kürtler yapmaya güç yeteremese bile, bu işi Ruslar ve Amerikalılar yapacak. Suriye’nin içini yeniden dizyan ederken dışarı atılacak ilk ve tek yabancı güç, Türk varlığı olacak.

    Türk devleti bunu görmüyor mu? Birkaç ay sonrası Erdoğan ve çetesinin umrunda değil. Bu faşist kliğin günlük zaferlere ihtiyacı var.

    Türk basınına bakılacak olursa Afrin yerle bir, bütün YPG’liler öldü, mevziler darmadağın. Öyle bir şey yok. 5 yıldır bütün dünya Suriye’de IŞİD’e havadan vuruyor. Kara ordusu Kürtler olmasaydı IŞİD’in elindeki köyleri bile alamazlardı. Hava saldırısı her şey değildir. İş karada bitiyor ve Türk ordusuna bağlı çetelerin Afrin’e yönelik saldırıları her defasında püskürtüldü.

    Kürtler Suriye iç savaşının en karlı çıkan kesimi oldu. Fırat’ın doğusu denen alandan Rakka’ya kadar sarktılar. YPG’nin elindeki coğrafya Suriye’nin üçte birine denk düşüyor. Türk devletinin Amerika ile pazarlığında Fırat’ın doğusu ve batısı vardı. Türk devleti YPG güçlerinin Fırat’ın batısına geçmesini istemiyordu. ABD ve YPG bunu dinlemedi. Türk devleti Fırat kalkanı’nı Kobane ile Afrin arasındaki hattı kesmek için yaptı. Erdoğan dedi ya, “bir hançer gibi girdik Kürtlerin arasına.”

    Afrin, Türk kuşatması altında, Bab ve İdlib arasında bir ada gibi duruyor zaten. Türk devletinin amacı bu adayı ele geçirmek; dolayısıyla Kürt yükselişinin önünü keserek Suriye’nin yeniden dizyan edilmesinde söz sahibi olmak. Suriye’de oyun kuruculuktan, oyun bozanlığa gelip dayanmasıdır. Türk hikayesidir bu. Buna Kürt tetikçiliğini ekledi.

    Kürtlere saldıran ÖSO mensubu hainlere Suriye’de kimse bir gelecek öngörmüyor. Türkiye’nin Suriye’deki yenik ordusuna mensup terörist unsurlara güvenen de yok. İyi savaşçı falan da değiller. Hiçbir değerin sahibi değiller. YPG karşısında Türk devleti için başarılı bir savaş çıkaracaklarını sanmıyorum.

    PYD yetkilileri, Türk saldırısından önce Rusya’nın Afrin’i istediğini, ancak bu isteği kabul etmediklerini açıkladılar. Zaten Ruslar da bu nedenle Türk devletiyle anlaştı. Afrin’e Rus kontrolünde Suriye bayrağı çekilseydi Türk devletinin bu saldırısı yapılamayacaktı. Üzerinde tartışılacak bir konu değil. Bir halk toprağına sahip çıkıyorsa ve ben özgür olacağım diyorsa ona sen neden şehrine Suriye bayrağı çekmedin diyemezsin.

    Bunu burada konunun ve sorunun anlaşılması için ele aldım. Türk devleti ABD’nin bayrak gösterdiği Kobane’den Kamışlo’ya kadar olan alanlara saldıramıyor. Arada bir ada gibi kalan Afrin’i bu nedenle seçti. Afrin, Kürtlerin Akdeniz’e açılmasının koridoru. Rejim askerleri yok. YPG ve Rus askerleri vardı. Rus askerleri çekilince Türk ordusu ile YPG karşı karşıya kaldı.

    Paldır küldür, acele savunma savaşlarından hoşlanan biri değilim. Sabırlı davranan ve sabırlı savşan ulusların mücadelesi daha çok ilgimi çekmiştir. Rojava Kürtleri, Afrinliler IŞİD’le savaşta çok tecrübe kanazdılar. Savaşın en dehşet anı, vurma ve vurulma anıdır. Kürtler bunu yeterince yaşadı. Türk ordusunun tankı, topu uçağı olabilir, ancak karşısında son beş yıldır her anı vurma ve vurulmayla geçen tecrübeli bir savaşçı ordusu var, bu güce diz çöktürmenin, teslim almanın imkanı yok. Afrin’in içlerine çekildikçe ÖSO ve Türk ordusu mensuplarının YPG karşısında çuvallayacaklarını, hatta kaçacaklarını düşünüyorum.

    Türk devletinin Suriye ve kendi Kürtleriyle anlaşmaktan başka bir seçeneği yok. Afrin’de kendisine yeşil ışık değil, geçici bir süreliğine Rusya ve rejim tarafından sarı ışık yakıldı. YPG’nin direniş gücüne göre yakılan bu sarı ışık Türkiye için her an kırmızı ışığa dönüşebilir. Türk devleti eninde sonunda Suriyeli Kürtlerin haklarına dokunamayacak bir noktaya getirilecek.

    Duyarlı Kürt okuyculardan ve Türkiyeli dostlardan isteğimiz şu: Türk basın üç kağıtçılığının Afrin ile ilgili verdikleri abartılı haberlere kendilerini çok kaptırmasınlar. Saldırı gerçekleştirenlerin ilk vuruşları genellikle sert olur. Sonrasına bakmak lazım. Afrinli Kürtler Türklerin ilk şiddetli saldırılarını savdı.

    Hiçbir şey Türk savaş ağalarının sandığı ve düşündüğü gibi olmayacak

  45. Yazdığım bildirinin sahibi Paris’te,warsovada,Stalingrad,vs.kadinlarin Nazi askerlerinin yüzüne tükürerek söyledikleri..
    Bu tükürük bu sefer daha büyük olacak .
    Ve sen oğlunu, eşini, .. kaybettiğinde sakın üzülme! Sevin! Bayram et! Dans et, şarkı söyle…
    Biz üzülelim zavallı çocuk için….
    Siz kahramanlık taslayin törenlerle!!

    Atomunuz kalmayacak!

  46. Ayaksız Arif,
    Türkiye’yi ırak tehtid etmiyor rojavami tehtid ediyor?
    Rusya tehdit etmiyor rojavami tehtid ediyor?
    Ediyor dersen, Amerika birleşik devletlerine kosarsin!
    O yüzden ya NATO üyesi oldun.
    Utanma! NATO ya ABD ye koşup rojavanin bizi tehdit ettiğini,bizi onlardan koru dersin!
    Sıkılmadan de.bu NATO Luk hakkın.bosuna üye değilsin..
    Şimdiye kadar ki anlayışınız yanlıştı. Biz NATO yu koruyacagiz..
    Hayır NATO sizi Korur..
    Allah’ı korumaya aldığınız gibi..ters oluyor..
    Ayaksız olduğunuz gibi kafasizsiniz…

    Ama açık, dürüst konuşalım..kafanizdan esen şu;
    Rojava bütün ülkelerdeki Kürtlerin meşalesi olacak. Buda Ergec Türkiye’ye yansıyacak.ornek olacak..
    Hadi yavsakligi bırakalım bunu itiraf edelim..
    Esas sebebin bu olduğunu belirtelim.. Türkler’in siyasi tarihi, politika anlayışı,karekteri yalan dolan üzerine kurulmuştur..

  47. Umutsuz İhtiyar

    Alay etmemiştim. Beğenmiştim.

  48. İhtiyar çoban

    Yeryüzünde insanların başına gelebilecek en büyük felaket, savaş. Böylesi günlerde bütün korkaklar birer kahraman görünmeyi daha çok tercih eder. Barışı öneren büyük adamları bu karmaşada kimse önemsemez. Savaş, politikacıya oy, tacire yüksek kazanç; halka zulüm ve geçim sıkıntısı, emekçiye sömürü düzeneği getirir. Eceli gelmeli bu düzeneğin. Ancak halk cahil. Kuşatılmışlık her türlü savaşımı başarısız kılıyor. Kuşatan güç, dini, kandırmacıyı, hamaseti, egemenliğin her yolunu deniyor. Kurtarıcı güç, bir Atatürk’tür, bir Bedrettin’dir… Ee bu da fantezi! O zaman başa gelen çekilsin bre!

  49. Bütün anarşistlerin öncelikle dört parçada (Türkiye, Suriye, Irak, İran) birleşik bağımsız Kürdistan devletini savunmaları gerekir.

    Çünkü anarşistler devletin ve ulusların ortadan kalktığı bir dünyadan yanadırlar. Bölgemizde bunun en kolay yolu da birleşik bağımsız Kürdistan devletinin kurulmasından geçer.

    Birleşik bağımsız Kürdistan devletinin kurulması demek, Türkiye, Suriye, Irak, İran devletlerinin büyük bir bölünme ve yıkımla parçalanması, ve bu dört devletin yerine bir devletin kurulması demektir.

    Bunun ardından bir devleti ortadan kaldırmak ise, elbette dört devleti ayrı ayrı ortadan kaldırmaktan çok daha kolaydır.

    Dolayısıyla izlenmesi gereken strateji apaçıktır: Önce birleşik bağımsız Kürdistan devletinin kurularak Türkiye, Suriye, Irak, İran devletlerinin yıkılması, ardından da birleşik bağımsız Kürdistan devletinin yıkılması.

    Böylece “Devletsiz Anadolu-Mezopotamya-Suriye-İran Demokratik Özerklikler Birliği” gibi bir isim altında ulussuz ve devletsiz toplumun kuruluşu.

  50. Bütün devletler katilse (yani hepsi de savaşla ve “terör”le mücadeleyle ilgisiz sivil, kadın ve çocukları öldürüyorsa) devletsiz toplum yanlısı olmayan = devletli toplum yanlısı olan herkes (yani insanların büyük bir çoğunluğu) prensipte katilliği meşru görmüş olmuyor mu? (Sadece karşı oldukları katiller hariç.)

  51. Nasıl Bir Devletsiz Toplum?

    Ulusal kimlikleri aşarak insanlık kimliğine varan modern insanların kurabileceği kapitalizm sonrası bir devletsiz toplum mu?

    Değil ulusal kimlikleri, kabile kimliklerini bile aşamamış veya o döneme (zaman yasalarını çiğneyerek) geri dönüşü savunan kişilerin (“Bizim Vahşi” gibilerinin) hayal ettikleri (ve sadece hayal edebilecekleri) ütopik bir neo-kabileci devletsiz toplum mu?

  52. “Dolayısıyla izlenmesi gereken strateji apaçıktır: Önce birleşik bağımsız Kürdistan devletinin kurularak Türkiye, Suriye, Irak, İran devletlerinin yıkılması, ardından da birleşik bağımsız Kürdistan devletinin yıkılması.”

    Bunun askeri terminolojideki karsiligi ‘Nasreddin Hoca stratejisi’dir: ‘Olme esegim olme; yonca biterse, yersin’..

    Kendisi devlet olmak icin en dusuk sartlari dahi tasimayan birilerine, baska herkesin karsi cikmasina ragmen, destek olmak; boylece dunyaya bir devlet daha eklemek.. ardindan da, o yeni kurulmus devleti de yikmak icin dort devleti yikmaga heveslenmek..

    Baskalarini bilmem, tabii ki; ama, ben sizi ‘yatirim danismani’m secmezdim.

  53. “Birleşik bağımsız Kürdistan devletinin kurulması demek, Türkiye, Suriye, Irak, İran devletlerinin büyük bir bölünme ve yıkımla parçalanması, ve bu dört devletin yerine bir devletin kurulması demektir.”

    Dört parça az olur. Hem daha önce beş parçaydı. Artık Sovyetler olmadığına göre, Putin de amarikaya kafa tuttuğuna göre, bu durumu başkana bildirelim ve tekrar beş parça olsun (Ermenistan, Azarbeycan, Kafkaslar bölgesini de katalım. Ermenistan o kadar önemli değil ama Bakü petrollerinin olduğu yer kesinlikle beşinci parçanın merkezi olmalıdır.)

    Yani, önce parçaları çoğaltalım, sonra birleşik baamsız kürdüsdanı kuralım, derim.

    Bu düşünceyle yola çıkaraktan, en az beş parça daha eklemeliyiz listeye.
    Neden? Çünkü ortam müsait, tarihi fırsat var.
    Mesela, derim ki, altıncı parça suudi arabistan (petrol çıkan yerleri sadece), yedinci parça Katar, sekizinci parça kuveyt, dokuzuncu parça birleşik arap emirlikleri olsun. Amerika buralarda bir işid, taliban her neyse artık başlatsın, sağı solu bombalasın, biz de sahada anarşist/sosyalist/liberal/neocon vs her düşüncenin sempatisini alacak artistik hamlelerle yerimizi alalılm, insanların boşalttığı yerleri işgal edelim. (Anlatırken bile heycandan yazamıyrm, karışiy la)

    Onuncu parça neresi olacak?
    Ona şimdilik bir coğrafi bölge tesbit etmiyoruz.
    Seçimi daha sonra yapılacak. Ama “onuncu parça” olarak hakkımız saklı kalmak üzere. Artık gelişen durumlara göre, nerede bir işid mişid yaratılır da bize görev verilir. Vaşinkton başkan karar verecek ona.

  54. Suan rojava icin birlik zamani.abd le avrupayla,rusyayla,arablarla birolma zamanidir.
    Gelecekteki sorunlari gelecekte cozulur,tartisilir.
    Bukadar yabancilarla birnoktada anlasilabiliniyorda kurtlerin birbirini anlamamamisni anlamak mumkun degil..
    Suan rojava dir sorun.orda olum kalim savasi var.dunyanin saflasmasi var.
    Mhp kendi ic fasist,irkci,turanci yuzunu simdi acikca ortaya koydu.
    Yok artik mhp eski mhp degilmis,demokratlasmismis..
    Churchill in dedigini unutmayalim.fasist,irkci,saldirganla gorusulmez

    Savasilir..

  55. fasist,irkci,saldirganla gorusulmez, Savasilir..

    Yani bugün Türkiye… CHP aşağılanacak bir parti olsa da yapacağı kongrede bu eğilim Böke-Cihaner önerileri baskın olmazsa ödenecek toplumsal maliyet büyüyecek..

  56. “Toplumların gelişimi de bireylerin gelişimi gibi zorunlu bazı evreler barındırıyor. Bu zorunluluk toplumsal yasalardan kaynaklanıyor… Kürdlere, “devletleşme evresini yaşamayın, kötüdür! Devlet özgürleştirmez ve sürekli yeni sorunlar yaratır. Biz yaşadık da ne oldu” demek ile bir bireye, “Ergenlik evresini yaşama kötüdür; biz yaşadık biliyoruz. İnsanın dengesini bozan sorunlu bir dönemdir” demek arasında hiçbir fark yoktur… Nesnel yasaları ortadan kaldıramayız ama onların bilincine vararak olumsuz etkilerinden korunabiliriz ancak! Bir bireye, “ergenlik evresini yaşama” demek yerine, ergenlik evresinin özellikleri, artı ve eksileri anlatılarak/öğretilerek en az zararla bu evreyi geçirmesi sağlanabilir. Aynı şekilde sömürge bir halka, “ulus-devlet evresini yaşama” demek yerine, kurulacak devletin en az sorun barındıracak şekilde olması için gerekli bilgi, deneyim aktarılabilir…

    Sorunsuz hiçbir ergenlik evresi olmadığı gibi sorunsuz hiçbir devlet de yoktur!

    Ergenlik nasıl ki bireyin gelişiminde yaşanması gereken zorunlu bir evre ise, devlet de toplumların gelişiminde yaşanması gereken zorunlu bir evredir. Her türlü otoriteye karşı bir duruş gibi gösterilmeye çalışılan ve entelektüel bir görüntüyle süslenen “Ulus-devlet” karşıtlığı, doğanın, toplumun ve düşüncenin gelişim yasalarını yok sayan tutucu, gerici bir anlayıştır. Dahası, mevcut egemen/sömürgeci devletlerin politikalarına açıkça hizmet etmek demektir ulus-devlet karşıtlığı… Bir şeyin aşılması için önce var olması gerekiyor… Sınırların ortadan kalkması için de önce sınırların varlık kazanması gerekiyor… Olmayan bir şey aşılamayacağı gibi olmayan sınırlar da kaldırılamaz… Kürdler ve tüm devletsiz halklar için devletin gerekliliğini savunmak, devlet tapımcılığı değildir. Devletin gerekliliğini savunanlar, en az devlet karşıtları kadar devletin ne olduğunu/olmadığını biliyorlar. Şayet Jean-Jacques Rousseau’ya özeniyorsanız; uygarlığı mahkûm edip doğa/ilkel yaşamı kurtuluş olarak görüyorsanız önce var olan (iki yüzden fazla) devletleri yıkmaya çalışırsınız. Var olan devletlere dokunmayıp, olmayan Kürd devletinin doğal gelişimi gereği varlık kazanmasını “felaket” olarak sunuyorsanız sizin derdiniz özgürlük veya başka toplumsal bir kaygı olamaz.”

    Ulus-Devlet Karşıtlığı Egemen Devlet(ler)e Hizmettir! – Nasname
    http://www.nasname.com/a/ulus-devlet-karsitligi-egemen-devlet-ler-e-hizmettir

  57. “Marksizm devleti, sınıfların ortaya çıkışı ile hayat bulmuş bir siyasal aygıt olarak tanımlar. Bir sınıfın diğer sınıflar üzerindeki egemenliğini sürdürme aracı olan devlet, sınıfların ortadan kalkışına paralel olarak sönümlenecek ve tarihin çöplüğüne atılacaktır. İnsanoğlunun devlet denilen illetten kurtulabilmesi için, işçi sınıfının iktidarı ele geçirmesi, burjuva devlet aygıtını parçalaması ve kendi iktidarı altında sınıfların ortadan kalkacağı bir geçiş dönemini başlatması öngörülür.”

    “Marksizm, işçi devletini de kutsamaz. Her devletin nihayetinde “sınıf diktatörlüğünün aracı” olduğunu tasdik eder. Devrimin ertesi günü sınıflar ortadan kalkmayacaktır. İktidarını yitiren sömürücü azınlık, sömürü düzenini geri getirmek için karşı-devrim örgütlemeye girişecektir. İşçi sınıfı, burjuvazinin içeriden ve dışarıdan gelecek saldırılarına karşı, devrimci iktidarını korumak, sömürücü sınıfa boyun eğdirmek zorundadır. İşçi devletine bunun için ihtiyaç vardır.
    İşçi devleti, toplumun emekçi çoğunluğunun sömürücü azınlığı baskı altında tutabilmesi ve karşı-devrimin başını ezebilmesi için ihtiyaç duyduğu geçici bir aygıttır. Lenin’in de vurguladığı gibi işçi devleti bir yarı-devlet, daha baştan sönümlenmeye yüz tutmuş bir devlettir. İşçi devleti işçi sınıfının sovyetler biçimindeki kendi örgütlülüğünden başka bir şey değildir ve böyle olduğu için de o bürokratik bir devlet olamaz.”

    “Marksizmin insanlığın tarihsel evrimini irdeleyerek vardığı sonuçlar özetle bunlardır. Marksizm devlet aşığı bir ideoloji değildir, bilakis insanoğlunun devlet denilen illetten nasıl kurtulabileceğini ve özgür üreticiler topluluğu haline gelebileceğini bilimsel olarak öngörebilen yegâne düşünsel akımdır. Marksizm işçi sınıfının devrimci rehberidir, insanlığın kurtuluşu için yol haritasıdır.
    Burjuvazinin Marx’ı “kriz profesörü” veya “devletçiliğin papası” gibi tanıtma ve çarpıtarak kendi çıkarları için kullanma çabaları dalavereden ibarettir. Küçük-burjuva sosyalizminin her türden devlet mülkiyetini kutsayan söylemleri ile işçi sınıfının devrimci mücadelesi arasındaki uzlaşmaz karşıtlık da gayet açıktır.
    Marksizmin bilimsel çözümlemelerinin, burjuvazinin devletçi ekonomiye meşruiyet kazandırma çabaları ile ilgisi yoktur. Marx’ın kapitalist ekonomiye ilişkin öngörüleri son krizle birlikte elbette bir kez daha doğrulandı. Ancak sadece kriz dönemlerinde değil, kapitalizmin olağan işleyişi içerisinde de Marx’ın kapitalizme ilişkin çözümlemeleri doğrulanmaktadır; üstelik 150 yıldır…
    Marx, sınıf savaşımlarının zorunlu olarak proletaryanın devrimci diktatörlüğüne yol açacağını da öngörmüştü. 20. yüzyıl bu öngörünün ulaşılmaz bir hayal olmadığını ispat etti. 21. yüzyılda proletarya, bu öngörüyü nihai, tam ve geri dönüşsüz bir biçimde doğrulayacaktır.”

    Devletçilik Marksizm Değildir (Kaynak: Marksist Tutum dergisi, no.47, Şubat 2009)
    http://marksist.net/serhat_koldas/devletcilik_marksizm_degildir.htm

  58. Ben, Turk Tabipler Odasinin (diger mesleki ‘oda’larla birlikte, Mimarlar Muhendisler Odalari [TMMOB]) kapatilmasi gerektigini dusunuyorum.

    Bunun sebepleri de yeni degil.

    Cok sebebi var; ama, bence en bariz gerekcesini ‘Cernobil Vakasi’nda yasadik.

    Ne olmustu Cernobil’de?

    1986 yilindan bahsediyoruz. SSCB hala hayatta.

    Cernobil’deki Nukleer santralda, manyak bir muhendis, santralin tasarim parametrelerinin disina cikan bir deney yapar.

    Nukleer santral sizdirmaga baslar. Ortbas etmege calisirlar; tutmaz.

    Buyuk bir sansasyon olur. Ardindan da, cevrede yasayanlar icin, bir facia.

    SSCB’nin halki yok sayan, ‘kol kirilir, yen icinde’ yaklasiminin ne kadar sorunlu oldugtu ortaya cikar. SSCB’nin cokusune bir civi daha cakilir.

    Tamam, ABD’nin isine gelen bir ‘SSCB’yi donu inik yakalamis’lik, ‘sucustu’ durumu filan gibi birsey vardi.

    Vardi da, buyutludugu kadar miydi?

    Tabii ki, hayir.

    Ama, onemli olan o degil.

    O yillarda, Turkiye’deki butun ‘meslek odalari’ ABD’nin (ve AB’nin) propogandalarina borazan oldular.

    Avazlari ciktigi kadar, Karadeniz bolgemizde kanser vakalarinin arttigini ve bunun da Cernobil kaynakli radyasyon yuzunden oldugunu soyleyip durdular.

    Karadeniz bolgemizde kanser vakalarinin arttigi dogru olabilirdi de, sebebi Cernobil filan degildi.

    Bunu gormek o kadar da zor degildi aslinda. Cernobil ile Rize arasinda 1,390 km mesafe var.

    Arada, ustelik, hem Ukrayna ve hem de koskoca Karadeniz ‘deniz’i de var. {Cernobil Ukrayna’nin Kuzayindedir; Guneyde Karadeniz sahilinde degil.}

    Simdi, kiyaslama icin, belli basli Avrupa sehirlerine olan mesafeleri yazalim. Cernobil’e en yakin olan en ustte olsun.

    Varsova: 630 km
    Moskova: 700 km
    Bukres: 840 km
    Belgrat: 1,020 km
    Viyana: 1,040 km
    Helsinki: 1,040 km
    Prag: 1,110 km
    Berlin: 1,150 km
    Istanbul: 1,220 km
    Kopenhag: 1,270 km
    Rize: 1,390 km
    Frankfut: 1,540 km

    Goruldugu uzere, Rize, en uzak olanlarin ikincisidir — Istanbul bile Cerenobil’e daha yakindir.

    Yukaridaki 11 tane sehirde ve etrafinda gerceklesmemis bir seyi (kanser vakalarinda ciddi artisi), Karadeniz Bolgesinde gerceklesmemis gibi soylemenin hic bir mantigi yoktur.

    Ama, hep soylediler. Hala daha da ayni nakarart devam ediyor.

    Isin ilginc tarafi, o lakirdilarin dogru olmadigini, Karadeniz Bolgesinde kanser vakalarinin artis sebebinin baska bir sey oldugunu (benim hatirladigim kadariyla) sadece bir kisi soyledi. Turkiye Atom Kurumunda gorevli doktor unvanli (doktora sahibi) bir hanimefendi…

    Karadeniz Bolgesinde kanser vakalarinin artis sebebinin
    bolgedeki yerlesim yerlerinde aritma tesislerinin olmayisindan kaynaklandigini soyledi.

    Soyledi, fakat kimse duymak bile istemedi. ‘Sessuzluk’ ile gecistirildi.

    ‘Devlet’ ve Belediylerin gecistirmesini kabul edemiyorum; ama, islerine geldigi de kesin: Aritma tesisi yapmamis olmak buyuk bir sorumluluk ve hayli de yatirim yapmak gerekecekti.

    Hem pahali hem de siayseten yuksek maliyetli bir seyden bahsediyoruz. Halk, mevcut ve eski yonetimleri suclayabilirdi; hakli da olurdu.

    O yuzden, ‘Devlet’ ve belediyler duymazdan geldiler.

    Ama, bu konuda tarafsiz olmak luksu olan, bizi de uyarmak gorevi olan Odalarin (Tabipler Odasinin, Muhendisler Odalarinin) konuya hic egilmemis olmalari bence affedilir degil.

    Halbuki, Tabipler Odasi, bolgedeki saglik verilerini inceleyebilir; uzman tabiplerin gorusune basvurabilirdi. Yapmadilar.

    Muhendisler Odalari da, su/toprak ve gida analizleri yaptirip, cikan sonucu kamu ile paylasabilirdi. Yapmadilar.

    Oturduklari yerden, anti-SSCB propogandasina borozan olmaktan baska bir sey yapmadilar.

    Bu kadarla kalmiyor: Karadeniz Bolgesindeki yerlesimlerde aritma tesislerinin bir an once kurulmasi gerekirken, bunu hic gundeme getirmediklerinden dolayi, hersey eski tas eski hamam devam etti. Ediyor.

    Cernobil olup biteli yillar oldugu halde, Karadeniz Bolgesinde kanser vakalari artmaga devam ediyor.

    Artiyor; cunku, aritma tesisi hala daha yok ya da cok az.

    Onun yerine, bilmemnereye yeni ve satafatli bir stadyum, yeni ve fiyakali bir cami, yeni ve gipgicir bir bilmemne gibi populist yatirimlar yapiliyor.

    Tamam, bu yatirimlari bu Odalar yapmiyor.

    Fakat, bir dagin basindaki bir tesis icin kiyameti koparabilirken, bu denli hayati bir konuda suskunluga burunmus olmalarini –yukarida dedigim uzere– affedilir bulmuyorum.

    Asil lazim olduklari yerde ve zamanda ortalikta gorunmeyenlerin yok olmasinin; yani, bu Odalarin kapatilmasinin cok daha evla oldugunu dusunuyorum.

  59. Bizim temel Reis temellli kafayi yedi.
    Bir gece ansizin tepesine inmeyi gerceklestirir.

    Bu kendi karargahidir!
    Neden mi?
    Bir haftadir tum yaygarayla tum dunyaya anirip durdugu,su birgece ansizin sarkisini hala sinirda kalmislar..dunyaya rezil olacak.boylemi kizil Elma yiyecegiz..millete yuturacagiz?
    Ve ansizin kafasina takilir temel Reis e.. Hitler in elinde olmayan f-16lar,alman leopard tanklari.. Milli seferberlik..
    Ama 30 km.lik afrine gidemiyor?
    Feto bunun arkasinda olmasin?
    Sesizden karargahin tepesine iner…gozunu saga sola,soldan saga ve sagdan sola dogru donderir..kisakisa burunla havayi koklar..feto varmi diye..
    Tabii kurnazca su soruyu sorar; bir problem mi var?varsa geliriz aninda cozeriz..boyle acikliyor temel Reis temelcikler karsisinda!

    Bugunde nasin kudurdugunu acikliyor.simdi komutana sordum,kac,kac oldu sayi kac oldu ?!
    Oldurme meraki,histerisi sarmis..

    Corumlu,konyali genc asker ne hisseder?ne dusunur?
    Ben turkiyede sehirlerin isimlerini bilmem,bize suriyedeki koylerin isimlerini belletiyorlar..banane suriyedeki kurtlerden.. turkiyede kini bitirdikte simdide burayami basladik..
    Yilan bile bana dokunmuyorsa yasasin.eniyisi sinirda duralim onlar bize ates etmezse bizde onlara etmeyiz..
    Kibrista turkler vardi..ama burda kurtler,araplar var..hepsi bize dusman bakiyorlar..hayvanlar,yabani hayvanlar,hata taslar,kayalar,daglar bize dusmanca bakiyorlar..
    Savas oynayacaksak kendi askerlerimizle oynayalim..
    Hayatimi niye hediye edeyim bizimkinler bayram etsin diye..
    Bakan 130 arkadasimiz hastanede,moralleri cok iyiymis diyor.cocuklar can derdine dusmus..o zevk…gelsinler kendileri savassin..artistlik laflar,resimler benim hayatimi kurtarmiyor…

  60. Gün Abi,

    “hardcorn ulusalcı” değil “hardcore ulusalcı” olacak sanırım.

    Sevgiler, selamlar…

  61. hemen düzeltiyorum.

  62. mehmet çelebi

    Merhaba,

    En son paragraftaki AKP karşıtı ulusalcıdan kimi kastediyorsunuz?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir