Yeni Bir Toplumsal Özgürlük Partisi’ne İhtiyaç Var

(Bir yerel seçim sonrası yazısı)

Seçim sonuçlarına elbette sevindik. Bu yerel seçim, otoriter bir iktidarın bayır aşağı gidişinin başlangıcıdır. Başarı, CHP’ye değil, halka aittir.

Fakat aynı zamanda bu sonuçlar, otoriter bir iktidara “dur!” diyen toplumsal muhalefetin özgürlükçü bir toplumsal devrim partisine olan ihtiyacını da ortaya koydu. TİP’in hızlı gelişimi böyle bir ihtiyacın ve toplumsal eğilimin göstergesiydi aslında. TİP yönetimi, özellikle son zamanlarda güven kırıcı büyük hatalar yapmasaydı – en barizi Hatay’da yaptığı hataydı – belki de toplumsal muhalefetin bu ihtiyacına yanıt veren bir parti olarak parlayabilecekti. Ne var ki, somut pratikteki hataları bir yana, TİP’in sosyalizmin Stalinist geçmişini sorgulamaktan titizlikle kaçınması ve bu tür sorunların üzerini örten bir tutum alması ne yazık ki gelişmesinin önünde büyük ayak bağı oldu. Oysa bugünün sorunlarında olduğu gibi, sosyalizmin geçmişinin değerlendirilmesinde de özgürlükçü ve irdeleyici cesur bir tutum almayan hiçbir parti ya da hareket toplumsal özgürlük mücadelesinin odağı haline gelemeyecektir.

Bu noktada, toplumsal muhalefet saflarında yaygın bir şekilde konuşulduğu halde, dağınıklığıyla ve örgütsel alanda doğru dürüst hiçbir öneri getirmeyişiyle, bugün adeta bir hayaletten farksız olan Türkiye’deki anarşizmin, aynı Marksistler gibi kendisini radikal bir şekilde gözden geçirmesi ve bir Rönesans yaşaması gerekiyor.

Anarşistler, öncelikle siyasi partiler içinde yer almama, siyasi parti kurmama, seçimlere katılmama geleneksel tutumlarını esaslı bir şekilde gözden geçirmeli ve bu tutumlarını değiştirmelidirler. Anarşistler, Marksistleri tutuculukla eleştiriyor ama acaba kendileri ne kadar tutuculuktan uzak? Örneğin, temsili demokrasiye katılma konusunda anarşistlerden daha tutucusu yok. 150 yıllık bir ezberdir bu. Ve bu ezber, doğru bir noktadan hareketle – temsili demokrasinin toplumsal yabancılaşmaya ve yozlaşmaya yol açtığı noktası – yanlış ve tutucu bir yere varmıştır.

Bu konuda en önemli tarihi örnek İspanya Devrimi ve İç Savaşı’dır. Muazzam bir kitlesel güce – 2 milyonluk dinamik bir kitledir bu – sahip olan, CNT-FAI çevresinde örgütlü anarşistler ve CNT’li işçiler, 1934 yılında geleneksel “seçim boykotu” tutumlarıyla Gil Robles’in sağcı CEDA partisinin iktidarı ele geçirmesine ve sonraki süreçte, hapishanelerin anarşistlerle ve devrimcilerle tıka basa doldurulmasına neden olmuşlardır. Neyse ki FAI (Iberya Anarşist Federasyonu) sonunda böylesi bir boykot tutumunun Sağ’ın işine yaradığını görmüş ve 1936 yılında boykot tutumunu terk edip taraftar kitlesini “Halk Cephesi”ne oy verme noktasında “serbest bırakarak” Sağ’ın en azından Cortes’te (İspanya Meclisi) yenilgisini sağlamıştır.

Fakat yine de bir şey eksikti. Eğer anarşistler bu büyük güçlerini, POUM gibi devrimci Marksistlerle el ele vererek büyük ve kitlesel bir siyasal partide toplamış olsaydılar, askerî darbe karşısında daha güçlü ve eşgüdümlü bir toplumsal muhalefet örgütleme olanağına kavuşacaklardı. Çünkü CNT, sonuç olarak bir sendikaydı. İşyerlerinde hâkim olmakla, siyasal alanda etkili olmak tam üst üste oturmuyordu.

Nitekim, iç savaş sırasında anarşistler, koşulların zorlamasıyla, klasik anarşist ilkeleri bir yana koyarak Largo Caballero’nun Cumhuriyetçi hükümetinde yer almak zorunda kalmışlardır. Hatta öyle ki, İç Savaş’ın sonuna doğru, Stalinistlere tamamen teslim olmuş ve devrimci Marksist POUM’un önderi Andreas Nin’in NKVD’nin İspanya’daki muadili olan SIM’in zindanlarında işkenceyle öldürülmesinin (Bkz: Antony Beevor, İspanya İç Savaşı 1936-1939, çev: Onur İşçi, Everest, 2022, s. s. 462-468) sorumlusu sağ sosyal demokrat Negrin hükümetine bile bir bakan vermişlerdir. Gerçi, Caballero Hükümeti’ne değil, Negrin Hükümeti’ne bakan vermelerini hatalı buluyorum ama bu konjönktürel bir tartışmadır. 

Önemli nokta şudur: Toplumsal özgürlük (liberteryan) devrim mücadelesi veren bir güç, toplum çapındaki boy ölçüşmenin çok önemli bir alanı olan meclis seçimlerinin dışında kalamaz, kalmaması gerekir. Her şey bir yana, meclis seçimleri bir anlamda toplumun eğilimlerini gösteren bir ankettir ve bu anketin dışında kaldığınız zaman gücünüzü ölçme ve tartma olanaklarından yoksun kalırsınız.  Anarşistlerin, “seçime girerek günah işledikleri” duygusundan ya da dogmatizminden kurtulmaları gerekiyor. Eğer bütün umutlarınızı parlamentoya ve seçimlere bağlarsanız bu gerçekten reformist bir hata olur. Fakat bu alanda gücünüzü tartmanız, üretim birimlerindeki temel örgütlenmelerinizi ihmal etmediğiniz sürece hiç de reformizm falan değildir. Kısacası, anarşizm, temelde üretim birimlerindeki devrimci örgütlenmesini sürdürürken, seçimlerde de güçlerini seferber etmekten kaçınırsa alanı sağ ve reformist demagojiye terk etmiş olur.

Bunları ileri sürerken pür bir “anarşist parti”yi kastetmiyorum. Reformizmden rahatsız olan ama sekter olmayan çok sayıda Marksist olduğunu da biliyorum. Kısacası, özgürlükçü toplumsal devrim partisi, devrimci Marksistlerden, anarşistlerden ve radikal toplumsal değişimden yana olan tüm grup ve bireylerden oluşan birleşik bir parti olmalıdır.

Sonuç olarak,  bugün Türkiye’deki toplumsal muhalefetin temel ihtiyacının, dağınık ve küçük “ideolojik” gruplaşmalardan kurtulup büyük bir toplumsal devrim partisini örgütlemek olduğunu düşünüyorum. Bu yapılmadığı sürece, halkın muhalefeti, CHP’li kariyerist politikacıların, eninde sonunda hayal kırıklığı ile sonuçlanacak reformist demagojilerinin aleti olur ve bundan en büyük zararı yine toplumsal özgürlük mücadelesi görür.

Gün Zileli

1 Nisan 2024

www.gunzileli.net

gunzileli@hotmail.com

Hakkında Gün Zileli

Okunası

1937 – Moskova Duruşmaları ve Kızıl Ordu Generallerinin Tasfiyesi

Artıgerçek Sovyetler Birliği’ndeki 1930’lu yılların “Büyük Temizlikleri” konusuyla ilgilenenlerin ne zamandır beklediği, Sovyetler Birliği’nin akademisyenlerinden …

18 Yorumlar

  1. Önümüzdeki günler çok karanlık. Bu yerel seçim, Balkan Oligarşisi’nin devleti yeniden ele geçirmesinin başlangıcıdır. Tam da huzur ve istikrara alışmışken yeniden kabusu yaşayacağız.

    Seçimin meşruiyeti de tartışılır. Cemaatin etkisindeki YSK’nın seçimlere hile karıştırmış olması kuvvetle muhtemeldir.

    Toplumsal muhalefet, yeni bir cadı avı başlatacak olan Kemalist oligarşinin oyunlarına hazırlıklı olmalı.

  2. 77 / 78 yaşına gelmişsiniz ama toplumu hiç tanıyamamışsınız Gün bey.

    Eğer “ekonomi” iyi vaziyette olsaydı, 31 Mart seçimlerini yine RTE kazanırdı.

    Siz hâlâ hayal aleminde yaşıyorsunuz Gün bey.

    “Ekonominin gidişatı”, her şeyin belirleyicisidir. Daima…

  3. Necip, “gunzileli.com” aktifken o sitede klavyendeki karakter düzenini İngilizce’ye çevirerek, ve sadece “kapitalizm savunuculuğu” yaparak yazardın. Ve yılmaz bir “Recep Tayyip Erdoğan savunucusu” idin.

    Bugün sadece klavyeni Türkçe karakterlere dönüştürmüşsün, bunun dışında davranışlarında değişen hiçbir şey olmamış!

    Belli ki; otomotiv sektöründe faaliyet gösteren KOBİ-irisi şirketin mali olarak zora girmiş, Erdoğan’ı kurtarmak için mahlasını “Necip Fazıl” olarak güncellemişsin!

    “Balkan oligarşisi” denen saçmalıkları savunmaya ısrarla devam etmen, bir Erdoğan aşığı olduğunu yine, yeniden ispatlıyor!

    Balkanlar çoktan “Viktor Orban”ın hegemonyası altına girdi, haberin yok!

    Yazık…

  4. ● Ekrem İmamoğlu’nun neresi “Balkan Oligarşini”ne mensup?!
    Mansur Yavaş’ın neresi “Balkan Oligarşisi”ne mensup?!
    Cemil Tugay’ın neresi “Balkan Oligarşini”ne mensup?!
    Mustafa Bozbey’in neresi “Balkan Oligarşini”ne mensup?!
    Özgür Özel’in neresi “Balkan Oligarşini”ne mensup?!

    Liste uzatılabilir…

    Uydurmuşsun kafanda “Balkan Oligarşisi” adlı illüminati-vari bir örgüt, bugün bile Türkiyen’nin önündeki en büyük engel olduğu yalanını yaymaya uğraşıyorsun!

    Aşık olduğun Erdoğan’ın neferlerinden biri olan Numan Kurtulmuş bile “1921 Anayasası: Bu bir fantezi değildir, zorunluluktur” diye bağırırken, sen hâlâ “Balkan Oligarşisi” adını verdiğin bir öcüler topluluğundan kendi kendine ürküyorsun!

    https://www.sabah.com.tr/gundem/2024/04/02/tbmm-baskani-kurtulmustan-yeni-anayasa-mesaji-bu-imkan-mecliste-var

    ● Cemaat üyelerinin özellikle YSK gibi kilit bir kurumda hâlâ kripto-örgütlü olduğunu iddia etmek, Erdoğan’ı savunmak için yapılabilecek en zavallı hamlelerden biridir. Sen eskiden daha mantıklı çıkarımlar yapabilmeye namzet biriydin, bugün büsbütün çökmüşsün Necip. (“Erdoğan ile Fethullah Gülen”in yıllar yılı birbirinin sırtını sıvazladığı gerçeğini hasır altı etmen hiç şaşırtıcı değil Necip. “Ne istediler de vermedik!” diye bağıran kimdi! Sen, “misinformation” ustasısın Necip!)

    ● Bugün “Kemalizm” kaldı mı ki, “oligarşi”si olsun?!

    Kendi kendine korkular uydurup durduğun “cadı avları”nı, bizzat Erdoğan başlatacak olmasın sakın?!

    “Hafize Gaye Erkan”ı kim kovdu?! Kemalist hayalperestler mi?!

    “Misinformation” yapmayı bırak artık Necip!

  5. isim olarak böyle bir parti olduğunu biliyorum ama yazıda da görüleceği gibi benim önerdiğim tamamen farklı bir partidir.

  6. Giriş notları:
    – Yazıdaki bazı kısımlardan kısa alıntılar BÜYÜK harflerle yazılı. Önemsiz ama güldürücü cevaplar da ardından gelen yazılar.
    – Bu yazı bana “sorun” ile ilgili iki değişik yorumu hatırlattı:
    1. Sorun varsa çözüm var.
    2. Çözüm yoksa sorun var. Şu an bir yandan İsrail-Gazze insan dışı gaddarlığı, diğer yandan iklim değişkenliği ve değişiklikleri / Ekolojik felaket ve Nükleer savaş olasılılıkları karşısında hala “sorun varsa çözüm vardır” gam yükü tüccarlığı edilmekte. Dolayısıyla elimden geldiği kadar kısa kesmek istedim ve sadece ilk 3-4 paragrafa yanıtlar verdim.
    3. Seçimle idareyi ele geçiren tek ülke Şili. O da sorunsuz değil. Sorunlar için Pablo Neruda ve Nuh’un gemisine almaması anarşistler listesi bir çeşit Schindler Listesinin öbür yüzü. Ünlü yazar Isabel Allende’nin listede olanlar hakkında dedikleri, Neruda’nın Negri hakkında dedikleri falan filana değinmeyeceğim.

    BAŞARI, CHP’YE DEĞİL, HALKA AİTTİR.

    Devrimci-solcu daima devrimci-sol olmayanların boş verdikleri yerleri doldurur. Daha da kötüsü var. Devrimciler devrimin başını çekmeye başlayalı böyle basmakalıp formüller ağızlarından bir türlü düşmez oldu. Atatürk ne dedi? Köylümüz efendimizdir! İkinci Atatürk Marx ne dedi? Emekçiler birleşin!

    FAKAT AYNI ZAMANDA BU SONUÇLAR, OTORİTER BİR İKTİDARA “DUR!” DİYEN TOPLUMSAL MUHALEFETİN ÖZGÜRLÜKÇÜ BİR TOPLUMSAL DEVRİM PARTİSİNE OLAN İHTİYACINI DA ORTAYA KOYDU.

    Bu sonsuz ve sonsuza dek önemli. Evrenin sadece ve sadece maddeden oluştuğunu düşünün! Kıpırdayacak yer yok! Zaman (değişme) yok! Yaşam yok! Ve hepsinden kötüsü ne devrim var ne devrimci! Yani düşünme ve düşünmesini bilen büyük beyin lazım!

    Falan filanlardan sonra, TÜRKİYE ANARŞİZMİNİN BİR RÖNESANS YAŞAMASI GEREKİYOR.

    İşte bu farklı. İlk devletli medeniyetlerden bu yana doğanın en büyük efendisinin beyinli İnsan ve bilhassa, artık o kadar doğal ki farkında bile olmadan bu sitenin baş tacına oturtulduğu büyük beyinli insan olduğu yavaş yavaş büyük beyinlere sızmaktaydı. Kısacası, tarihi (değişmeyi) insanın yaptığı aşikar oldu. Doğada dağ var ama piramit yok, yarım milyon askerle savaş edenler yok, okul yok, yazı yok, tapınak yok, bu site anarşistinin demokratik seçimle ele geçirmek istediği Saray yok, falan filan. Yani yok sonsuz kadar çok. Hatta ünlü bir tarihçi, Toynbee, “son 6-7 bin yıl insan devlete taptı ama Allah’a taptı sandı” dedi. Rönesans çok uzun bir zamandır pişen bir bilincin açıkça ilanıydı: “Anlam gökyüzünde değil, yeryüzünde! ” Batı medeniyeti ile anlam da henüz 19’ncu yüzyılda tamamıyla silindi ama devrimcilik bir çeşit at gözlüğü.

    ÖRNEĞİN, TEMSİLİ DEMOKRASİYE KATILMA KONUSUNDA ANARŞİSTLERDEN DAHA TUTUCUSU YOK.

    Nihayet bakla ağızdan çıkmış. Tüm yollar serbest pazar ve altındaki yeni-eski gizli Allah’a çıkar. Komünizm öleli, ABD, yani tüm Batı, demokrasi/otokrasi ayırımını seçti ve yamakları da aynı uzun havaları çekmekteler. Zaten hem politika dünyası hem de demokrasi serbest pazar modeli üzerine kurulu.

  7. “Anarşistler, öncelikle siyasi partiler içinde yer almama, siyasi parti kurmama, seçimlere katılmama geleneksel tutumlarını esaslı bir şekilde gözden geçirmeli ve bu tutumlarını değiştirmelidirler.”

    Yukarıdaki ne yardan ne serden geçen gerçek solcu devrimci anarşist bana Amerikan toplumunu tımarhaneye benzeten Guguk Kuşu filmini hatırlattı. Yobaz ve alçak mahlûklarla muhatap bile olmak istemeyen yerli sağır ve dilsiz numarası yapar. O dışarıdan bakanlardan ve onun için oyunu oynama beyhude. Bir de içerde doğan ve oyunu oynamayan var. Bir tarih filozofuna (Huizinga) göre oyunu oynar, karşıdaki yobaz ve alçaklara uyar, ama karşıdakiler gibi dolandırıcılık yaparsan, seni hoş görür affederler yok ama oynamazsan kelleyi koltuğa alırsın. Aydın, demokratik, yasalara uyan gaddarlar gaddarı Amerika, içerde doğanı ota çevirdi. Ancak hala insan olan yerli hem onurunu korumak için içeride doğanı öldürdü hem de olağan üstü bir güçle tımarhane penceresini kırıp kaçtı ve kurtuldu. Mesaj: belki hala bir ümit var! Seçime katılmak isteyen politika heveslisi ve eski alışkanlıklarından kurtulamıyor ve hatta Çin ve Rusya’ya benziyor:
    B*k aynı b*k, sinek değişsin diyor veya yine ne yardan ne serden geçmek istiyor.

    Yoksa bir orta sınıflı olarak çaresizlere ümit (plasebo) mi vermek istiyor?

    Hemen göze batan diğer bir sorun daha var. İnsanın en derin özelliklerinden biri ve hatta insanı insan yapan özellik taklit etmesi. Dünya tarihinde hiç parti kurup seçimlerle başa gelen bir anarşist gurup var mı?
    Onu bırak başa zorla geçen Marksist / Marksist-Leninist, örneğin Rusya ve Çin gibi, sadece, Devlet hariç, kapitalistiz kapitalistler de sadece gülünç oldular veya çok çok büyük beyinlilere sonsuz dek iş yarattılar. Elleri nasırlı emekçilerinin adına parti kurup her türlü alçaklıklara katılanlardan söz bile etmek gülünç.

  8. öyle bir anarşist grup yok. Zaten sorun da orada. mesele seçimle başa gelmek değil, seçimle güç toplayıp iktidarı yok edecek özgür komünlere omuz vermek.

  9. Birisi benim adimi kullanarak ironi yapmis, siz de sazan gibi oltaya gelmissiniz.

    Dogrusu sasirdim. Bu kadarini sizden bile beklemezdim.

    Ama sasirmamaliymisim demek ki.

    “Iflah olmaz tipik solcu kafasi. Ne beklenir ki?” diye gulup gecmek lazimmis.

  10. Gün Zileli 05 Mayıs 2024: ” öyle bir anarşist grup yok. Zaten sorun da orada.”

    Bu bakış tıpkı Devlet bakışı: Gruplar resmi araçlarla ANARŞİST olduklarını ilan etmeliler! Kimlik? Ait olduğu parti?

    Bu saçmalık benim başıma geldi bile. Son derece kısa anlatacağım. Madrid’de, bir Amerikalı ve bir Alman arkadaş ile CNT sendikası çatısında yatıp kalkmamız için gerçek anarşist olduğumuzu ispatlamamız gerekti. Elhamdülillah sınavı geçemedik.
    Kendimin reklamını yapacak değilim — zaten artık haritada olmamak kaçınılmaz oldu — ama yine de Herman Melville’den şahane bir alıntıyı aktarmak isterim: “Harita da bulamazsınız; gerçek yerler hiçbir haritada yer almaz.”
    Bunu iki diğer versiyonu da var:
    – Tarih, kazananlar tarihidir.
    – Özgür insanların tarihi olmaz, salt otobiyografileri olur.

    Daha da vahim bir sorun var: Bilgi medyalaştıralı, hala bilgi mi yoksa eğlence mi?
    Şöyle de ifade edilebilir: Medyalaştırılan bilgi edinmek, enformasyon edinmek mi yoksa biçimlendirilme mi? (ya da forma sokulma mı?)
    Dijital bilgi yayını devrinde enformasyon ne demek? Eskiden söz konusu bilgi ya da bilgilerdi. Tarihte bilgi bile henüz yeni sayılır ve güdüm-bilim (sibernetik) ile tıpkı ekolojideki hava kirletilmesi gibi, kirletildiğinden ve mantık yasasına uyup her şeyi ve dolayısıyla hiçbir şeyi ifade etmez oldu. İsrail-ABD-AB yalanları ve uydurmaları buna sonsuz güzel bir örnek.

    Şimdi de bu bağlam içinde kendimle çelişkiye gireceğim.
    Dünyada, eğlence medyasından ve hatta medya dilini kullanmaktan ve onun kadar her yerde hazır ve nazır market ağından kaçınmak zor da olsa, çok sayıda cemaatler (gemeinschaft veya community) var. Beni etkileyenlerden biri:
    “The Colombian veterans fertilising a green revolution:
    https://www.bbc.com/reel/video/p07lvrxj/the-colombian-veterans-fertilising-a-green-revolution

    Not: “https://www.thenewhumanitarian.org/news-feature/2022/12/07/Colombia-FARC-alternatives-peace-guerrilla” sitesindeki yazı çok daha iyi ama video sadece BBC’de var.

    Bir de, özellikle ABD başını çektiği, Türkiye’ye önce Atatürk’ün, sonra Marx’ın getirdiği, her kesi sarışın mavi gözlü etme mutlak otokrasisi var. Mesela, bazı cemaatlerde eşcinselliğin veya çeşitli cinselliğin dünya medyasında olduğu gibi sineması yapılmaz. Hatta bazılarında 3-5 cinsellikler bile var.

    Kolombiya ile ilgili bir örnek daha vereceğim. Sarışın mavi gözlü olmaya balıklama dalan ilk süper uluslarda çoktan yeryüzünden silinen dillerle ilgili. Hatırlatmak da isterim, bu çılgınlıkların başını tatlı dilli devrimciler çektiler. Bunlar Babil Kulesi mitinin müminleri olmalı. Sloganları: “Herkes birbirini anlasa ne iyi olur, değil mi?”

    KOLOMBİYA’DA YAKLAŞIK 87 ETNİK GRUP VAR VE BU GRUPLAR 65 FARKLI DİL KONUŞURLAR.

    Medenilerin hemen hepsi aynı dili (PARA veya büyük beyinlilerin kibar diliyle KAPİTAL) konuşan koyun sürüleri ama bireycilik, özgürlük, seçenek bolluğunda ve özellikle de KAPİTAL’in bol olduğu yerlerde gerçek DEMOKRASİ içinde yaşadıklarına inanma uzun havaları, hu huuular çeker dururlar.

    Salakça gurur duydukları güvenilir metotla (kendileri buna BİLİM ve hatta BİLGİ derler), şu apaçık olan gerçeği görmezler: DAİMA EZİLEN EZENİN DİLİNİ BİLİR!?

  11. Kapitalizmi savunan Necip gerçekten de halt etmiş.

    Hele bazı devletlerin rejimleri arasındaki önemsiz farkları abartarak “kapitalizm diye bir ideolojinin olmadığını” savunması yok mu? İnsanı çileden çıkarıyor!

    Oysa herkes, Fransa’daki Beşinci Cumhuriyet rejimi ile Afganistan’daki Taliban rejimi arasında bir fark olmadığını, her ikisinin de “burjuvazinin diktatörlüğü” olarak aynı egemen ideolojiyle yönetildiğini biliyor.

    Örneğin herkes, Fransa’nın iyi bir üniversitesinden mezun, beyaz yakalı bir Parisli genç kadının da, okul çağında okula gönderilmek yerine ihtiyar bir adamla başlık parası için evlendirilen Afgan kızın da aynı “işçi sınıfının” bir mensubu olarak aynı kapitalist cehennemi yaşadığını biliyor.
    Birinin yaşamı boyunca burkaya hapsedilirken öbürünün yaz tatillerinde Fransız Rivierasında üstsüz güneşlenmesi gibi bazı önemsiz detayların ise üzerinde durmaya değmez.

    Maalesef, Zileli gibi en uyanık anarşistler bile “siyasi partiler içinde yer almama, siyasi parti kurmama, seçimlere katılmama geleneksel tutumlarını esaslı bir şekilde gözden geçirmeyi” önererek Necip gibi burjuva ideologların tuzağına düşüyor.

    Beşinci Cumhuriyet rejiminin seçimleri ile molla rejimlerinin seçimleri arasında hiçbir fark olmadığını hala öğrenemediniz mi sayın Zileli?

  12. Galiba yine ayıp ettim! Galiba orta-sınıf anarşist hassasiyet sinirlerine veya sınırları (anarşist parti kartım, mesela) sansürüne gelmiş tıkanmış.
    Gün Zileli 05 Mayıs 2024: ” öyle bir anarşist grup yok. Zaten sorun da orada.”

    Bu bakış tıpkı Devlet bakışı: Gruplar resmi araçlarla ANARŞİST olduklarını ilan etmeliler! Kimlik? Ait olduğu parti kartı?

    Bu saçmalık benim başıma geldi bile. Son derece kısa anlatacağım. Madrid’de, bir Amerikalı ve bir Alman arkadaş ile CNT sendikası çatısında yatıp kalkmamız için gerçek anarşist olduğumuzu ispatlamamız gerekti. Elhamdülillah sınavı geçemedik.
    Kendimin reklamını yapacak değilim — zaten artık haritada olmamak kaçınılmaz oldu — ama yine de Herman Melville’den şahane bir alıntıyı aktarmak isterim: “Harita da bulamazsınız; gerçek yerler hiçbir haritada yer almaz.”
    Bunu iki diğer versiyonu da var:
    – Tarih, kazananlar tarihidir.
    – Özgür insanların tarihi olmaz, salt otobiyografileri olur.

    Daha da vahim bir sorun var: Bilgi medyalaştıralı, hala bilgi mi yoksa eğlence mi?
    Şöyle de ifade edilebilir: Medyalaştırılan bilgi edinmek, enformasyon edinmek mi yoksa biçimlendirilme mi? (ya da forma sokulma mı?)
    Dijital bilgi yayını devrinde enformasyon ne demek? Eskiden söz konusu bilgi ya da bilgilerdi. Tarihte bilgi bile henüz yeni sayılır ve güdüm-bilim (sibernetik) ile tıpkı ekolojideki hava kirletilmesi gibi, kirletildiğinden ve mantık yasasına uyup her şeyi ve dolayısıyla hiçbir şeyi ifade etmez oldu. İsrail-ABD-AB yalanları ve uydurmaları buna sonsuz güzel bir örnek.

    Şimdi de bu bağlam içinde kendimle çelişkiye gireceğim.
    Dünyada, eğlence medyasından ve hatta medya dilini kullanmaktan ve onun kadar her yerde hazır ve nazır market ağından kaçınmak zor da olsa, çok sayıda cemaatler (gemeinschaft veya community) var. Beni etkileyenlerden biri:
    “The Colombian veterans fertilising a green revolution:
    https://www.bbc.com/reel/video/p07lvrxj/the-colombian-veterans-fertilising-a-green-revolution

    Not: “https://www.thenewhumanitarian.org/news-feature/2022/12/07/Colombia-FARC-alternatives-peace-guerrilla” sitesindeki yazı çok daha iyi ama video sadece BBC’de var.

    Bir de, özellikle ABD başını çektiği, Türkiye’ye önce Atatürk’ün, sonra Marx’ın getirdiği, her kesi sarışın mavi gözlü etme mutlak otokrasisi var. Mesela, bazı cemaatlerde eşcinselliğin veya çeşitli cinselliğin dünya medyasında olduğu gibi sineması yapılmaz. Hatta bazılarında 3-5 cinsellikler bile var.

    Kolombiya ile ilgili bir örnek daha vereceğim. Sarışın mavi gözlü olmaya balıklama dalan ilk süper uluslarda çoktan yeryüzünden silinen dillerle ilgili. Hatırlatmak da isterim, bu çılgınlıkların başını tatlı dilli devrimciler çektiler. Bunlar Babil Kulesi mitinin müminleri olmalı. Sloganları: “Herkes birbirini anlasa ne iyi olur, değil mi?”

    KOLOMBİYA’DA YAKLAŞIK 87 ETNİK GRUP VAR VE BU GRUPLAR 65 FARKLI DİL KONUŞURLAR.

    Medenilerin hemen hepsi aynı dili (PARA veya büyük beyinlilerin kibar diliyle KAPİTAL) konuşan koyun sürüleri ama bireycilik, özgürlük, seçenek bolluğunda ve özellikle de KAPİTAL’in bol olduğu yerlerde gerçek DEMOKRASİ içinde yaşadıklarına inanma uzun havaları, hu huuular çeker dururlar.

    Salakça gurur duydukları güvenilir metotla (kendileri buna BİLİM ve hatta BİLGİ derler), şu apaçık olan gerçeği görmezler: DAİMA EZİLEN EZENİN DİLİNİ BİLİR!?

  13. Annales Okulu, tarihte lider rolünü en iyi bir şekilde eleştiren tarih “felsefesi” okulu

    Not: Türkiye’deki temsilcileri Halil İnalcık, Mustafa Akdağ, Ömer Lütfü Barkan ve Fuad Köprülü.

    Türklerin çoktan beri medeni olduklarını hatırlatıcı ve gururlanmalarını sağlayıcı bir güzel anekdot: Fuad Köprülü bu okulun bir toplatırsında Orta Doğu’ya gelen Türklerin halihazırda medeni (Uygur falan filan) olduklarını ve büyük medeniyet Roma’yı viraneye çeviren Alman barbarlardan farklı olduklarına işaret eder. Ne mutlu Türküm diyene!

    Ama benim çenem durmaz ve orta sınıflılar gibi sinsice saldırmak ve küçük düşürme oyunları oyunlarını da hiç sevmem. Özellikle gittikçe kirli çamaşırları ortaya çıkan diğer inanışlar ve/veya yutturulan uyku hapları gibi, bu derin ve kökten eleştiri yapan okul da aynı zamanda zamanının önyargılarını benimsemiş: BARBARLAR safsatası.
    Benzerini Annales Okulundan etkilenen Henri Pirenne’in ” A History of Europe” kitabında okudum. İstanbul’u barbar Türklere terk ettikleri için Avrupa’yı bir türlü affedememiş! Yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal.

    Neyse, dönelim bu lider uzun havalarına. Kazananlar tarihinde bile eğer silah-ekonomik-askeri- çarçurunu (veya carcurunu) uygulayacak saray hizmetçileri, köleleşmiş halkları, silahları omuzlayacak ve canını verecek gençleri yoksa genellikle liderler bile ya sulhçu ya da dinci olurlar ta tekrar durum elverişli olana kadar. Dünya Saray tarihçilerinin Çin Seddi’ne verdikleri anlam malum. Ama bu bağlamda işin sadece liderle bitmediğine de işaret eder.
    Diğer bir ünlü örnek var. Geronimo savaşta çok ustaydı ama bir süre sonra bağlı olduğu aşirette onu azarladılar. Makhno’nun başına da benzeri geldi.

    Kısacası ” Tarih Felsefesinde Liderlerin Rolü…” yazısı kazananlar tarihini tamamıyla benimsemiş olmakla kalmamış, liderleri toplumdan ve zaman akışı dışında, yani tarih dışında, bir çeşit Hollywood filmine çevirmiş.

    Bu dediklerim teorik fikirler değil ama ne yazık ki bu siteye katılanlar zerre kadar antropoloji bilmiyorlar. Çok sayıda ilkel toplumlarda, bazı önemli sorunlar dışında, kimse şefi pek dinlemez.

    Diğer yandan, doğrusu, ben Annales Okul’undan çok şahane şeyler öğrendim. Bu arada, Fernand Braudel’in “La Méditerranée et le Monde méditerranéen à l’époque de Philippe II”, Marc Bloch’un ” La Societe Feodale” ve daha sonra aynı düşünceyi temel alanlardan Jacques Le Goff ‘ın “Your Money Or Your Life”, ” Marchands et banquiers du Moyen Âge”, “Les intellectuels au Moyen Âge” tavsiye ederim.

    Öğrendiklerim arasında beni çok etkileyenlerden biri: Dağlara kaçıp yerleşenler: Türkiye’de Yaşar Kemal’i hatırlatan Yörükler ve “ferman padişahın, dağlar bizimdir” türküsü. Orman veya bataklıkları kibar medenilere tercih edenler: Türk kökenli Yakutlar ve çok sayıda Afrika’dan toplanan kölelerin kaçıp yerleştikleri bataklıklar.

    Kesin iddia edemeyeceklerim arasında çölde yaşayan bedeviler, tuaregler ve mongollar; kutuplarda yaşayan eskimolar, hatta kölelikten kaçan tüm göçebe halklar yer alır.

    Şimdi de sevdiğim ve sivri kelleler için çelişkiler dolu bir tarihsel olgu.
    Çin nüfusunun neden en eski tarihlerde bile yüksek olmasını Braudel ırkçılıkla izah eder. Et tedarik eden göçebelerle asla ilişki kurmak istemeyen Çin, tahıl yetiştirme ve tüketmeyi tercih eder. Böylece toprağı çok daha verimli/etkili kullanır ve dolayısıyla çok daha büyük sayıda insan besler.

    Medeniyetin ne kadar pis ve gaddar olduğu bilinci yeni değil. Hatta bence dünyayı yerinden sarsıp Marxist, Anarşist, Kapitalist, Faşist, Nazi ve benzeri kurtarıcı arama saplantısı içinde uyuyanları uyandırıcı bir olgu var. Kuzey Amerika’da sarışın mavi gözlü süper zekalı, süper ırklılardan kaçıp Kızılderililere katılanların %90’ından fazlası asla geri dönmediler. Ne var ki, süper ırklara katılan Kızılderililerin %90’ında çoğu aşiretlerine geri döndüler!
    Medeni büyük beyinlilerinin, bir avuç dürüst düşünürler hariç, suratlarına tükürsen yağmur diye ferahlarlar. Ya da şimdi mutlak olan göreciliğe başvururlar. Görecelik bir ayıp donu, bir sahte anarşizm, enayilerin günümüze egemen olan umursamamayı hoşgörü algılaması…

    Özet: Site anarşist şefi bir anarşist parti kurma düşüncesi ileri sürer. Ardından aklına partinin lideri olması gelmiş olmalı, İNSAN TARİHİ’NDEKİ liderlerin becerilerini merak eder. Ne var ki, bu İNSAN TARİHİ sadece ve sadece KAZANANLAR TARİHİ, yani en çok son 10 bin yıl. Kaldı ki, insan en ölçülü değerlendirme ile 300 bin yıllık insan, en cömert görüşle 2-6 milyonluk insan.

    Yukarıda dikkat çektiğim gibi, işte size, bu kibar, medeni, orta sınıflıların sinsice saldırma, küçük düşürme, hakaret etme oyunları. Daha da kötüsü, bunun farkında bile değiller.

    Bu küstahlığı gösterecek bir örnek daha var. Teknolojik Devrime kadar, aşağı yukarı 17’nci yüzyıl, dünyayı tarımcı köylüler sırtında taşıdılar; tüm süsler püsler onların sayesinde gerçekleşti. Çıktı bir Marx, dünyayı artık sırtında taşıyacakları pompaladı ve tüm büyük beyinliler hala aynı türkü söyler aynı göbek atarlar. Küstahlı sadece büyük beyinliler de bile kalmaz. Tamamıyla yozlaşmış ve hatta kültür yaramayı bile uzmanlara bırakmış silik halklar da, 17’nci yüzyıldan beri, köylileri hor görürler. Seçilmek için halka bedava su, barınma, gıda: Modi’nin Hindistan seçimlerini kazanmak için 400 milyar dolarlık refahat dağıtımı. Bu adam, Marx-Lenin-Mao gibi fakir fukaranın ne istediğini iyi bilir. İnşallah liderliğe göz koymuş anarşistin biraz parası vardır!
    Neyse, galiba kibarlığın ucunu kaybettim.

    Son ucunu kaybedenlere karşı “hate speech”, “cancel culture” , “woke” ve düzineler benzeri susturucular yanı sıra şimdi bir “anti-semitizm” yumurtladılar. Her taşın altında bir TERÖRİST bulmalar çoktan beri canlı.

    Teröristlikle ilgili inanılmaz, ya da hem gülecek hem ağlayacak bir rezillik:
    “Neom_Suudi güçlerine eko-kent için arazi açmak için ‘öldürme emri verildi’
    Suudi Arabistan’ın 500 milyar dolarlık eko-bölgesi Neom, krallığın ekonomisini petrolden uzaklaştırmayı amaçlayan Suudi Vizyon 2030 stratejisinin bir parçası.
    BM ve ALQST’ye (Birleşik Krallık’da Suudi Arabistan Sivil toplum kuruluşu) göre, çoğu TERÖR bağlantılı suçlamalarla yargılanan en az 47 köylü, tahliyelere direndikten sonra gözaltına alındı. ALQST, bunlardan 40’ının hâlâ tutuklu olduğunu, bunların beşinin idam cezasına çarptırıldığını söylüyor.”
    Kaynak: https://www.bbc.com/news/world-middle-east-68945445

  14. ” Kapitalizmi savunan Necip gerçekten de halt etmiş.” yorumcusu “Anonim 08 Mayıs 2024” ayrıntıların okul-medya sürümünü ve kendi inançlarını sergilemiş.

    Ben şu an bir tatilden faydalanarak yazabiliyorum. İnşallah bilirsiniz, Allah oğlunu dünyaya yolladı ama oğlu “ulan bunların Allah belasını versin, Tapınak’ı bile bankaya çevirmişler” diyerek bu alçakları kurtarmaktan vazgeçip tekrar babasına döndü. Yine inşallah bilirsiniz, Dostoyevski’nin Ivan’ı da aynı sonuca vardı. Bulunduğum ülke kapitalistiler kapitalisti. Çoğunluk Hıristiyan ve tüm dünya Hıristiyanları gibi “iyi ki geri yukarı çıktı” şenliği içinde. Ama bu olay bile çok yakın tarih. Tabii yeni Allah Kapital’e tapan yobaz ve fanatiklere göre Kapitalizm epigenetikle bile geçişmemiş, genlere (yine o meşhur alın yazısı çıktı karşımıza!) yazılıymış. Yani belki Necip halt etmemiş, maşallah zeka fışkırmış!

    Ama tabii, belki de Kapitalizm Necip’in bir ayıbını (cahilliğini) örtme donu.

    Salt bir örnekle yetineceğim. Ateş kadar insan hayal gücünü dürten, efsaneler, mitler yaratmasına neden olan bir bulgu düşünmek zor. Ateşsiz bu yazışmayı sağlayan bilgisayar bile imkansız olurdu. Ve benzeri sayısız örnekler verilebilir. Benim hoşuma giden bir tanesi mağarada oturup lak lak etme fırsatı sağlayarak sosyalleşmesi.
    Ama bu site büyük beyinli sitesi. Böyle basit lak lak etmeler siteye yakışmaz, vallahi. İşte bir büyük beyinlilikle ateş arasındaki ilişki kuran bir ipotez. Çiğ yemektense pişirip yemekle az zaman içinde çok gıda sağlayan ateşle ARTAN (yine karşımıza o ünlü ARTMA çıktı) zaman, insanın, aynı bu sitedeki büyük beyinliler gibi, zamanını daha önemli işlere ayırt etmeye ve dolayısıyla beyin büyütmesine neden olmuş.

    Çok kısaca ateş kullanma etrafa Kapital-Allah ile yayılmadı. Yani Kapital tarih ürünü, cahil ve yobaz fanatiklerin beyinlerinde doğan bir varlık değil!

    Bunda da bir ayıp donu var. Müslümanlar bile pazarı karşılıklı yardımlaşma yeri olarak tasavvur ettiler (Kropotkin?). Eğer yanılmıyorsam Necip pazar yerini Kapitalizm ile karıştırmakta.

    Her neyse. Gelelim “Anonim 08 Mayıs 2024″e.
    Taliban’ı Afganistan’ın Marxist/komünist/sosyalist (üçte bir, birde üç) olmasını engellemek isteyen ABD yarattı — Hamas’ı da Batı Şeria’ya rakip olması için İsrail yarattı. Tabii, tarih bilgileri medya bilgileri olan ve sadece inançlarını açıklayanlara bunları hatırlatmak çok, ama çok beyhude. Zaten pez*venk ABD’nin önce beslediği sonra kendine karşı dönenler sayısı sayısız.

    Biraz tarih: 1001 Gece masalları Fransız devriminden sonra mı yazıldı? Şimdi dünyaya Kapital kadar egemen olan seksin sadece çocuk yapmak için olmadığını Batı’ya kim öğretti? Evde şahsa özel odalar olmasını Batı’ya kim öğretti? Hatta ve hatta insanın da toprağın da alış-verişi yapılabilir meta olduğunu Batı’ya kim öğretti? Daha sonra da köle ticaretinde Batı’nın komisyonculuğunu kim yaptı?

    Yerel ayrıntıya dönersek. Genetik hata farkından dolayı ayrıntılarda farklı olan Taliban’ın Türkiye’deki klonu İsrail’e karşı tehdit dırdırları eder durur ama hem petrol hem de diğer ham maddelerin ticaretini yapmaya devam etti.

    Uyuşturucu maddeler yanı sıra, bazı çok önemli maden kaynakları olan Afganistan’ı Müslüman oldukları için Uygurları soykırımına tabi tutan Çin’e satan Talibanlar ne kadar Müslüman acaba?

    Ama ben de kusursuz değilim. Anarşistlerin diğer kurtarıcı Marksistlerden farkı çok daha cahil olduklarına inanırdım ama kapitalist Necip ve karşı gelen Anonim “08 Mayıs 2024” yanlış olduğumu gösterdiler. Zamanımızın tarih bilmeme devri olduğunu düşünmemişim.

    Her neyse Kapital kadar güçlü olan ve her zavallıya göz zenginliği imkanı sağlayan sekse döneyim:
    Batılı ne der?
    “Aç kızım, vallahi kafamda bin bir tilki cirit atmaya başladı!”
    Talibanlar ne der?
    “Kapat kızım, vallahi kafamda bin bir tilki cirit atmaya başladı!”
    B*k aynı b*k, sinekler (ayrıntılar) farklı.

    Bu yerli dedikoduda diğer saçmalamalar da var:
    – Akıl almaz bir gerçeği görmemezlikten gelmek, çoktan Fransız Devrim’ini kendine yeni Kur’an-ı Kerim eden Türkiye’de Fransız Devrim’inin vaat ettiği “eşitlik, özgürlük, kardeşlik” Fransa dahil hiç bir yerde yok! Hatta Marx ve Freud’un uyanıp bu masalın “altında yatan” madeni aramalarına rağmen. Ama itiraf edeyim ki, saçmalama özgürlüğü sonsuz bol maşallah!

    Bence,
    – Kapitalizmi savunan Necip ile karşı çıkan “Anonim 08 Mayıs 2024” hala 17’nci yüzyıl Kapital’in geyik muhabbeti içindeler.

    Kapital kaçtı! Ama bunlar 2-3 yıllık bir uykudan hala uyanmamışlar. Bakalım salt bir emaresine: “Ücret ilişkisi zorlama ilişkisine, devletçi ilişkiye dönüştüğünde devlet toplumun kendisi olur. Ve Devlet de, farklı sermaye çeteleri arasında aracılık eden bir haraç koparma işletmesi, endüstrisi olur.”

    Biraz daha derine inersem, hatta Kapital insanı daha da insancıl, daha da yaratıcı, daha da üretken olmaya bile dürter.
    Ne mutlu cahilim diyene, vesselam!

    “Anonim 08 Mayıs 2024” haklı olabilir. Anladığım kadar Necip çok zeki olmalı ki, ha Allah ha Para ne farkı var düşüncesiyle, Allah’ın en son yeryüzü temsilcisi, reenkarnasyonu Para’ya tapmaya karar vermiş. Türkiye demokratik değil mi? Ancak “herkes herkese karşı, Allah da herkese karşı” olan pazar bireyciliğinin gece gündüz pompaladığı günümüzde böyle bir tutuma katılmak için pek de zeki olmak gerekmez. Sadece diğer tamahlardan daha hızlı koşacaksın, hepsi o o kadar!. Bence, arayan Necip hem mevlasını hem de belasını bulmuş. İşte sana hırslılığın diğer bir tecessümü!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir