Ateş Hırsızı’nın 7. Sayısıyla İlgili Değerlendirme

1. 13 Mart Halk ayaklanması yazısı: Güzel bir değerlendirme yazısı olmuş. Tayfun’un Apolitika’daki katılmadığım yazısının ardından anarşistlerin bu olaylar konusundaki ana yönelimini ortaya koyan bir yazı olduğu kanısındayım. Aşağı yukarı bütünüyle katılıyorum yazıya. Ancak yazının bir yerinde, sanırım benim “cinayet timleri” yazısındaki bazı satırlardan hareketle bir değerlendirme yapmış Halil. Şöyle diyor:”Demokratikleşme gerçekleşirse kendilerinden hesap sorulabilir diye veya işlevsiz kalırlar diye olayı polis ve özel harekat timlerinin giriştiği bir saldırı olarak yorumlamak da oldukça zor. Bence de failler büyük olasılıkla polis kimliklidir. Ancak neden, demokratikleşme değildir.”

Öncelikle belirtmeliyim ki, ben yazımda “demokratikleşme” sözcüğünü kesinlikle ve bilerek kullanmadım. Sadece “batı ile entegrasyondan” söz ettim. Neyse kullanılan terimler o kadar önemli değil. Halil de faillerin polis kimlikli olması ihtimaline katılıyor. Ancak Halil’in yine katılacağı gibi, bu salt bir alt düzeyde MHP’li komiser ya da benzerlerinin yapacağı bir eylem olamaz. Katiller son derece rahat hareket etmişlerdir ve sırra kadem basmışlardır. Bugüne kadar da yakalanmaları konusunda devletin en ufak bir eylemi olmamıştır. Çünkü devlet cinayetin hangi odak tarafından örgütlendiğini, bu odağın kendi vurucu gücü olduğunu çok iyi bilmektedir. Devlet bu vurucu güçlere büyük ihtiyaç duymaktadır ve bu yüzden onların üstüne gitmesi kendi kolunu kesmesi gibi bir şeydir. O zaman ortada büyük bir organizasyon vardır, büyük ve üst düzeyde güçler vardır. Peki bu üst düzeyde güçler bu cinayetleri işlemeye neden girişmiş olabilirler? Ve bununla da yetinmeyip olayı iyice üst düzeylere tırmandırmak için çabalarını neden sürdürmüş olabilirler? Bunun mantıki bir açıklaması olmalıdır. Bu basit bir saldırı değildir, basit bir hırsına kapılma olayı değildir. Olay, gümrük birliği anlaşmasından dolayı ülkede bir an için doğan “Avrupa ile bütünleşiyoruz” havasının bu güçleri telaşa düşürmesinin ürünüdür. Avrupa ile bütünleşildiği zaman kendilerinin bir kenara itileceğini, hatta halkın da yüklenmesiyle hesap sorulacağı korkusuna kapılmışlardır. Çünkü çok sayıda cinayetleri vardır ve böyle bir gelişmeye, küçük bir olasılık da olsa yer vermek istememektedirler. Girişilen saldırının başka hiçbir mantıki açıklaması yoktur. Ancak burada şunu da eklemeliyim ki, devletin vurucu güçleri böylesine büyük tertiplere girişmek için boşuna telaşlanmışlardır. Çünkü Türkiye’nin koşulları, zaten onların korktukları bir durumu yaratamayacaktır. Yani devletle halkın savaşı devam edecek ve dolayısıyla devlet de kendi kolunu hiçbir zaman kesmeyecektir.

Demokratikleşmeci uzlaşmacıların göremediği de zaten budur.

2. Dergide özel desteklerle verilen Courant Alternatif’in Cezayir’le ilgili yazısı, görüşümce, tipik batılı bakışaçısının ürünüdür. Yazı, Cezayir sorununa hiçbir aydınlatma getirmediği gibi, İslam toplumlarına tipik bir batılı gibi korkuyla yaklaşmaktadır. Cezayir’de olan, bizim niyet ve isteklerimiz bir yana, kapitalist-modern Cezayir devletiyle halkın arasındaki savaştır. Bugünün koşullarında bu devlete karşı halkın muhalefetini başka herhangi bir devrimci akım örgütleyemediği için İslamcılar örgütlemişlerdir. Savaş son derece vahşi koşullarda devam etmektedir. Savaşın vahşetini görmek başka şeydir, böyle bir savaşta yanlış tarafı desteklemek başka şeydir. Yazar açıkça belirtmiyor ama aslında Cezayir devleti İslamcıları haklasa rahat bir nefes alacaktır.

Bugün dünyanın her tarafında süren irili ufaklı savaşlar, dünya kapitalizmine sırt dayamış modernizmin temsilcisi devletlerle bu devletlerin baskısını kabul etmeyen halklar arasında cereyan etmektedir. Halkın vahşi direnişi, Peru’da Maocular, Kolombiya’da komünistler, Meksika’da Zapatistalar, Çeçenya’da Çeçen milliyetçileri, Kürdistan’da Kürt milliyetçileri, Türkiye’de kısmen ihtilalci sol gruplar, Cezayir’de ve Mısır’da İslami fundamentalistler tarafından temsil edilmektedir. Bu durumda anarşistler, öncelikle hangi tarafta olduklarına karar vermelidirler. Dünya kapitalizminin desteklediği modernist-baskıcı devlet güçlerinin mi, yoksa, ne yazık ki, bilmeden ya da istemeden de olsa devlete karşı mücadele ederken başka bir zorba gücün (ve potansiyel yeni bir devletin) güdümüne giren halk kitlelerinin mi? Bu konuda kararlarını verdikten sonra (ki bence doğru karar ne pahasına olursa olsun devletle savaşan halkın yanında yer almaktır), objektif olarak aynı safta yer aldıkları (kimi yerde komünistler, kimi yerde Maocular, kimi yerde milliyetçiler, kimi yerde İslamcılardır bunlar) güçlere karşı nasıl mücadele edeceklerini, kendilerini onlardan nasıl ayıracaklarını, halkın onların etkisinden kurtulması için ne gibi çalışmalar yapacaklarını, nasıl alternatif örgütlenmeler geliştireceklerini düşünmelidirler. Ama tarafsız kalır ya da yanlış safta yer aldıkları izlenimini verirlerse, kitlelerin bu akımların etkesinden kurtulup bir toplumsal devrim için seferber olması şansı bütünüyle kapanacaktır.

3. Bu sayıda düzeltim hataları konusunda verdiğiniz olumlu örnek için bütün arkadaşlara tebrikler.

——————————-

Arkadaşlar,
Size kısa bir değerlendirme ve Nisan ayında yazmış olduğum değinmeleri gönderiyorum. Değinmelerin aktüellik açısından zamanının geçtiği düşünülebilir ama elimde başka yazı yoktu, acilen bu yazıyı gönderebildim, bilmem işinize yarayacak mı? Emine de bir yazı hazırlamayı düşünüyor. Sanırım sekizinci sayıya yetişir. 26 Haziran tarihinde 20 Pound daha yolladım. Takip edin. Çifte vatandaşlık yasası dolayısıyla sanırım benim yolum açılıyor. Konsolosluğa başvurdum. Bakalım ne olacak? Hepinize en içten selamlarımızı gönderiyoruz. Telefonda Zelha’ya söylemiştim. Aman kitap için maliyet hesabını yollamayı ihmal etmeyin. Çok acil. Meçhul Sempatizan eğer çok masraflı olmayacaksa arada bir çınlatsın şu telafonu yahu.

Gün Zileli

Hakkında Gün Zileli

Okunası

Halil İbrahim Özkurt / Devrim Ama Nasıl?

Olduk olmadık değişimlere, iktidar değişikliklerine hatta burjuva reformlarına bile “DEVRİM” dendi.  Zorunlu giysi gibi tek adamların dayatmaları …