AYYUK – No.1, Temmuz 2000

AYYUK

(AAYYDÇE)

——————————————————

Anarşizm Adına Yapılan

Yanlışlara Dikkat Çekme Enstitüsü
——————————————————
No.1, Temmuz 2000

(Yanlışların Ayyuka Çıktığını hissettikçe çıkar)

——————————————————

Başlarken

Yayınımızın başlığını okuyanların aklına hemen, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü adlı romanının geleceğini biliyoruz. İsmimizi bu romandan esinlenerek koyduğumuzu itiraf ediyoruz. Üstelik Enstitü’müzün uğraşının, Tanpınar’ın romanındaki Enstitü kadar lüzumsuz olduğunun da bilincindeyiz. Ne var ki, bu dünyada en lüzumsuz şeyler bile bazen lüzumlu olabilmektedir. Ne yazık ki, bu lüzumluluğa (ya da lüzumsuzluğa) yol açan şey, biz değil, dikkat çekme lüzumunu hissettiğimiz yanlışlıklardır.

Bazılarımız haklı olarak, “size mi düştü yanlışlıklara dikkat çekmek, siz misiniz anarşizmin doğrusunu yanlışını belirleyecek olan, bırakın o da yanlış olsun, herkesin aklı fikri yok mu,” diyeceklerdir. Doğru, katılıyoruz. Ne var ki, özellikle yayın yoluyla, üstelik de anarşist hareketin tamamını temsil eder bir iddiayla kelâmda bulunanlar var oldukça, kendimize böyle lüzumsuz bir “doğrucu Davud” rolü biçmekten vazgeçemiyoruz. Aynı yanlışlar, “bana göre böyle”, “biz böyle düşünüyoruz, herkesi bağlamaz” gibi daha alçakgönüllü bir üslupla yapılsaydı, biz de böyle bir işe kalkışmayacak, hatta böyle saçma sapan  bir “Enstitü” kurmak zorunda kalmayacaktık.

Yine de, bildiğimiz kadarıyla yanlışlarına dikkat çektiğimiz arkadaşların cesaretlerinin kırılmasını hiç mi hiç arzu etmediğimizi burada net bir şekilde ve içtenlikle belirtmeliyiz. Çünkü, doğruların ancak yanlışlarla birlikte bulunabileceğinin bilincindeyiz. Eğer işaret etmek zorunda kaldığımız yanlışlar yapılmamış olsaydı, biz de işin doğrusunu düşünmek zorunda kalmayacaktık. Bu yüzden, yanlışları yapanları asla kınamıyor, hatta “devam” diyoruz. Ayrıca, belki de en büyük yanlışlığı, böyle bir Enstitü kurmakla kendimizin yaptığını düşündüğümüzü de ekleyelim.

Bu sayımızda ve muhtemelen bundan sonraki bir kaç sayımızda, İstanbul’da çıkan Anarşi adlı dergi konuğumuz olacak. Kendilerine, anarşizm adına yaptıkları olağanüstü yanlışlardan dolayı teşekkürü borç bildiğimizi belirtmek isteriz.

AYYUK

——————————————————

Üniversiteler ve burjuvalar üzerine

1. Yanlış:

“250 bin öğrenci üniversiteli oldu… ‘Bilimsel Düşünce’nin merkezine çöreklenen bu 250 bin kişi, ülkenin bu seneki kaymak tabakasını oluşturuyor.” (Anarşi, “Üniversiteler Burjuva İşgali Altındadır”, Kasım 1999, sayı: 1, sayfa.4)
“Bu seneki sınavlarda başarı kazananların büyük çoğunluğu, gayet masraflı okullarda okuma olanağı bulan burjuva çocukları.” (Anarşi, agy, Kasım 1999, sayı: 1, sayfa.6)
“Üniversitelerin kapısı yalnızca burjuvalara açılmış oldu.” (Anarşi, agy, Kasım 1999, sayı: 1, sayfa.6)

“Üniversiteler burjuvalar tarafından dolduruldu. Bugün burjuvalar, toplumun hiç bir kesiminde olmadıkları kadar çoğunluğa sahiptir üniversitelerde.” (Anarşi, agy, Kasım 1999, sayı: 1, sayfa.6)
Üniversitelerin burjuvazinin eğitim kurumları olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu bakımdan, burjuvazinin kendi kurumları olan üniversiteleri işgal etmesine gerek yoktur ya da bunu söylemek malumu ilan etmekten başka bir anlam taşımaz. Ne var ki, Anarşi’yi yayınlayan ya da bu yazıyı yazan genç arkadaşların kastı zaten bu “malumu ilan” etmek değildir. Onlar, üniversitelerin, 250 bin “burjuva” ya da “burjuva çocuğu” tarafından fiilen “işgal edildiğini”, yani üniversite sıralarının nerdeyse tamamen “burjuvalar” ya da “burjuva çocukları” tarafından doldurulduğunu söylemek istemektedirler.

Birbiriyle çelişen bazı ifadelere değinelim önce. Bir yerde 250 bin öğrencinin tamamı “burjuva” ilan edilirken, başka bir yerde bunların,”büyük çoğunluğu” oluşturduğu belirtilmektedir. Yazara ya da yazarlara göre hangisi doğrudur, önce onu soralım. Yoksa yazar, böyle küçük ayrıntılar üzerinde durmayı gereksiz mi görüyor? Bireye ve egemen sistemler tarafından geçiştirilen “ayrıntı”lara son derece önem veren anarşizm gibi bir düşünceyi savunanlar açısından oldukça yadırganacak bir tutum bu. Hasbelkader üniversiteye girmiş olan, örneğin bir işçi çocuğu, yukardaki satırları okuyup, kendisinin de “burjuva” kategorisine konduğunu gördüğü zaman ne düşünecektir? Yazarların böyle “küçük ayrıntılarla” kaybedecek zamanlarının olmadığı anlaşılıyor. Bunu geçelim.
Makalenin yazarı, “burjuvalarla” “burjuva çocukları” arasında da bir ayrım yapmaya pek niyetli görünmemektedir. Oysa bu, çok önemli bir ayrımdır. Bir kişinin tesadüfen burjuva bir ailede doğmasıyla, bizzat üretim araçlarının sahibi, sömürücü bir burjuva olması arasında oldukça önemli bir mesafe vardır. Ne kadar “burjuva çocuğu” olursa olsun, o kişi, henüz üretim çarkına girmediği sürece, burjuva kategorisinde ele alınamaz. Onun bulunduğu toplumsal kategori, henüz öğrenciyse, “gençlik” adı verilen kategoridir (bu tür kategorilerin bireyi içinde eritmesi olgusu ayrı bir konu olduğundan, burada üzerinde durmuyoruz). “Gençlik” denen toplumsal kesimi belirleyen, bu gençler hangi sınıftan gelirse gelsin ya da daha sonra hangi sınıfa dahil olacak olursa olsunlar, o anda, henüz üretimin dışında bulunan ve okul sıralarında okuyan genç insanlardan oluşmasıdır. O kişinin gelecekteki yönelimi, sınıfsal durumunu da belirleyecektir. Burjuva sınıfından gelen bir genç, bireysel tercihlerine bağlı olarak (ki anarşizm, bu noktada, “sınıfların demir yasası” gibi şeylere inanmaz ve bireysel seçimin çok önemli olduğunu vurgular) sınıfına sırt çevirerek bir sistem karşıtı olabileceği gibi, işçi sınıfından gelen bir genç de, yine bireysel yönelimiyle burjuva sınıfının hizmetine girebilir, üniversiteyi bitirdikten sonra bizzat bir burjuva haline gelebilir. Yani, insanların sınıfsal kökenleri bir kader değildir. Bunu bir kader gibi koyduğunuz an, tam bir “toplumsal determinist” olursunuz ki, anarşizmin en fazla reddettiği şeylerden biri de budur.
Bu söylediklerimiz işin teorik faslı daha çok. Bir de pratik faslı var ki, bu daha da önemli. Anarşizmi, herkesi ve herşeyi karşıya alan bir küstahlıkla karıştırmak hiç mi hiç doğru olmaz. Bu dünyada kimin ne olacağı hiç belli değildir. Onbeş yirmi yıl içinde kimin nerelere savrulacağını şimdiden kimse bilemez. 1968 kuşağının bugünkü hali bunun en iyi örneğidir. O dönemin en azılı “devrimci”leri daha sonra İstanbul Borsa Başkanı olmuşlardır da, o dönemde “burjuva çocuğu” diye bir kenara iteklenen niceleri, sonradan sistemin karşısına dikilen bireyler olabilmişlerdir. Bir de bakmışsınız, o “burjuva” diye kınanan, küçümsenen gençlerden bir kısmı gelecekte en umulmadık devrimci girişimlerin içinde yer almışlar da, allah göstermesin ama, örneğin yukarda zikredilen bu zehir zemberek yazının yazarı gerçekten bir burjuva oluvermiş. Kim bilebilir gelecekte ne olacağını! Onun için insan, ne oldum dememeli, ne olacağım demelidir.

Öte yandan, tarihi boyunca, bütün büyük isimleriyle, alçakgönüllülüğün timsali olmuş anarşizmi, küstah bir “eski Dev-yol”cu ağzıyla seslendirmek, anarşizme gerçekten büyük haksızlık yapmaktır. Evet, anarşistler, politika uğruna kitle pohpohçuluğu yapmayı reddederler, insanlara dobra dobra, herşeyi açıkça söylerler, çünkü onların, kitleleri kafalayıp iktidarı ele geçirmek diye bir dertleri yoktur. Ne var ki, bunun tam zıddı da doğru değildir. Yani, kitle pohpohçuluğu yapmayacağız diye, 250 bin genç insanı (sınıfsal kökenleri ya da durumları ne olursa olsun) böylesine düşman ilan etmek olacak şey değildir. Bırakın bunu, insan ruhuna büyük önem veren anarşistler, tek tek burjuvalara bile kişisel olarak hakarette bulunmayı, tek tek bireyleri ruhsal olarak rencide etmeyi doğru bulmazlar. Anarşistlerin derdi, Sabancı’nın şahsıyla değil, onun başında bulunduğu sistemle ve çevirdiği çarkladır. Bu yüzden birey olarak Sabancı’yla da göğüs göğüse gelirler elbette. Ama bu bile, Sabancı’nın bireysel rolüne değinmenin ötesine gidip, onun şahsiyetine hakaret noktasına varmaz. Durum böyleyken, daha hayatın başında olan ve farklı alternatiflere açık olma şanslarını henüz yitirmemiş gençlere karşı böylesi hoyratça ve sekter bir yaklaşım, kalem sahiplerini tatmin eder belki ama, anarşizm davasına hiç, ama hiçbir şey kazandırmaz. Hepimize kaybettirir.

Yapılması gereken, 250 bin kişilik kalabalık bir öğrenci kitlesini peşinen “burjuva” ilan etmek değil, üniversitelere yoksul halkın çocuklarının girememesi olgusunu teşhir etmekti.
2. Yanlış:

“BURJUVALAR ÜNİVERSİTELERİ İŞGAL ETTİLER!

“Bu durumda, niye “harçlara Hayır!” diyelim? Zengin burjuvaların doldurduğu üniversitelerde “harçlara hayır” demek, burjuvaların haklarını korumaktır. Tüm bir eğitim sistemi ve sonrası, burjuvaların geleceklerine göre ayarlanmışken, harçlara karşı çıkarak mı sağlayacağız adaleti? Harç miktarları, üniversitede çoğunluğu oluşturanların bir aylık cep telefonu fatura tutarı kadar zaten! Üniversitelerde ufacık bir kesim olan insanların, “Hazır girmişken biz de nasiplenelim, biz de kapitalist sömürü çarkında işletmeci, yönetici olalım!” diye düşüneceklerine inanıyoruz. Bu durumda, adaleti “harçlara hayır” demek değil, “harçlar artsın, senelik 20 milyar olsun!” demek sağlar belki. Kapitalist küstahlığa kul köle olmak istemeyenler, burjuvaların işgaline de karşı koymalıdır. Öyleyse, daha ne bekliyorsunuz?!” (Anarşi, “Üniversiteler Burjuva İşgali Altındadır”, Kasım 1999, sayı: 1, sayfa.6)
Oldukça orijinal bir yaklaşım, ama neresinden bakarsanız bakın tümüyle yanlış. Devamlı doğuya giderseniz, sonunda onun en uzak ucu olan batının kıyısına ulaşırsınız. Anarşi’nin yazarı arkadaşımız da, burjuvaziyle öyle bir “kavgaya tutuşmuş” ki, sonunda gözü kararıp burjuvazinin en reaksiyoner kesimlerinin çukuruna düşüvermiş ve üniversite idarecilerini de yarı yolda bırakıp (onlar bile bu kadarını söylemeye en azından cesaret edemezler çünkü), yarı şaka, yarı ciddi “Harçlar arttırılsın!” sloganını atmış. Neden? Üniversitedeki “burjuva çocuklarına” çok kızıyor da ondan! Gerçekten gülünç! Anarşistlerin, şaka olarak algılanacak gibi olsa bile, egemen düzen kurumlarının vergi ya da harçlarını arttırmalarını talep etmeleri, bugüne kadar anarşizm tarihinde görülmüş şey değildir. Tarihimize bu katkısından dolayı yazarı kutlayalım mı, bilemiyoruz!

Öte yandan, eğer yazarın derdi, şu meşhur “acil talepler” denen şeye karşı çıkmaksa (ki, hiç sanmıyoruz, yazının çıkış noktası bütünüyle farklı) bunu daha makul, daha ikna edici bir tarzda yapabilirdi. Örneğin, “harçlara hayır!” sloganının darlığına dikkat çekebilirdi. Bu slogana odaklanan bir mücadelenin ne kadar yüzeysel kalacağına, nasıl sabun köpüğü gibi söneceğine dikkat çekebilirdi. Hayır, yazar bunları yapmamaktadır, çünkü “harçlara hayır” sloganının darlığını gerçekten eleştirmek değildir niyeti. Dünyaya yazarın mantığı ile bakacak olursak, nasıl cehennemi bir çukura düşebileceğimizi tahmin edebiliyor musunuz? Bu mantıkla, pekâlâ, “burjuva çocuklarına işkence yapılsın”, “burjuva çocukları hapse atılsın”, “burjuva çocukları dövülsün”, “burjuva kadınlarına tecavüz edilmesi doğrudur” sloganları da atılabilir. Yarın öbürsü gün, kendisinden ilham alan bazı gençler bu tür sloganlar atarsa, acaba Anarşi yazarı, “ne halt ettim ben” diye düşünecek bir sorumluluk duygusuna sahip midir?

(Gelecek sayı: Anarşist Gençlik Federasyonu (AGF)’nun Manifestosu üzerine)

——————————————————

AYYUK

PO Box: 2474

London N8 UK

——————————————————

Hakkında Gün Zileli

Okunası

AYYUK – No.10, 22 Aralık 2007

—————— AYYUK —————— No.10, 22 Aralık 2007 (Yanlışların Ayyuka Çıktığını hissettikçe çıkar) Ayyukdan@hotmail.com Bize Dokunmayın! …