AYYUK – No.11, Mayıs 2011

(AAYYDÇE)

Anarşizm Adına Yapılan

Yanlışlara Dikkat Çekme Enstitüsü

————————

No.11, Mayıs, 2011

(Yanlışların Ayyuka Çıktığını hissettikçe çıkar)

Son ve 10. sayımızı 22 Aralık 2007 tarihinde çıkartmış ve huzura ermiştik. Artık bundan sonra yeni bir sayı çıkartmayacağımızı umut ediyorduk. Heyhat! Kader bize izin vermedi. Şöyle iç huzuruyla yayınımıza son vermemiz nasip olmadı, çünkü “anarşizm adına yapılan yanlışlar” Enstitümüzü yine taciz etmeye başladı. Oysa ne kadar mutluyduk, ne kadar rahattık. Oh ne güzel, yanlışlıklar var olmaya devam etse de ayyuka çıkmıyor, biz de Enstitümüzün dört duvarı arasında sinek avlayıp duruyoruz diye düşünüyorduk. İşsiz kalmak bizim işimiz olmalı diyerek yan gelip yatıyorduk. Üstelik bir hayli hantallaşmıştık, hatta boş kalmaktan zekâmızın gerilediğini bile hissediyor, yine de bu halin devam etmesi için dualar ediyorduk. Sonunda korktuğumuz başımıza geldi işte. Eh ne yapalım, başa gelen çekilir. 11. Sayımızı çıkarıp yeniden o mutlu uyuşukluğumuza gömülmeyi umuyoruz, arkadaşlarımız da bize yardımcı olurlarsa çok sevineceğiz. En azından, yanlışları ayyuka çıkartmasalar bize ne büyük iyilik etmiş olacaklar, anlatamayız vallahi.

BİR-A

Anarşistler, bu yılki 1 Mayıs’a iyi hazırlanmışlardı. Her ne kadar 1 Mayıs’tan 1 Mayıs’a devrimciliği bir başka eleştiri konusuysa da bu hazırlığı olumlu bulmak gerekir. Afişler çok iyi, çok kaliteliydi. Tarihteki ünlü anarşistlerin fotoğrafları (Bakunin, Kropotkin, Malatesta –gerçi epey genç bir fotoğrafıydı, biz bile tanıyamadık ilk bakışta-,Emma Goldman, Durruti, Ascaso –papyonlu olmayan bir fotoğrafı olsa daha iyi olurdu-) çok iyiydi. Gerçi halktan insanlar, bu sakallı ya da gözlüklü şahısları tanıma olanağına sahip olmadıklarından altlarına isimleri yazılsa ve birkaç cümleleri konsaydı daha iyi olurdu. Seçilen “ödünç vermek”le ilgili sloganı tam anlayamasak da bu, afişlerin dikkat çekiciliğini azaltmıyor.

İşte böyle iyi bir ruh haliyle, Mecidiyeköy’deki Cevahir Merkezinin önüne gittik. Orada bazı “sıfatsız” anarşist arkadaşlarla buluştuk. Bizim de kızıl-kara bayraklarımız vardı. Orada kızıl-kara, mor-kara, yeşil-kara ve kara bayrakları görünce içimiz daha bir sevinç doldu. Hepimiz oradaydık ve biraz sonra anarşistler olarak, hep birlikte 1 Mayıs kortejinde omuz omuza yürüyecektik.

İşte o anda bu iyimser ruh halimizi bozan ve bizi şaşkına çeviren bir olay oldu. Anarşist grup içindeki bir itişme kakışmaydı bizi şaşırtan. Kara bayraklı bir arkadaş birisi tarafından itilmiş ve yere düşmüştü. Devrimci anarşist Faaliyet (DAF) grubundan anarşist arkadaşlarımız (ki afişleri yapan, İstanbul’un her yanına yapıştıran ve o anda da anarşist korteji oluşturan, ağırlıklı olarak bu arkadaşlardı) kara bayraklı küçük bir grup arkadaşı ötelemekteydi. Doğrusunu söyleyelim, bu küçük gruptaki arkadaşları kollamaktan çok, eyvah anarşistler elaleme rezil olacaklar güdüsüyle araya girdik, olayı yatıştırmaya çalıştık. Küçük grup da zaten kavga etmek gibi bir tutum içinde olmadığından oradan uzaklaştı.

Olayın aslını astarını öğrenmeye çalıştık. Kendilerine “sokak anarşistleri” diyen bu küçük gruptaki arkadaşlar korteje ellerindeki teneke biralarla katılmak istemişler. DAF grubu, onlara bira kutularıyla katılamayacaklarını söylemiş, onlar ise istediğimiz gibi katılırız demiş ve bunun üzerine itiş kakış olmuş. “Sokak anarşistleri”ni savunan kara bayraklı, orta yaşlı bir arkadaş, DAF grubundan biri tarafından itilip yere düşürülmüş. Biz, “bira içmek suç mu” diye sorduk, pek bir cevap alamadık. DAF grubundan bazıları “içemezler” diye bağırıyorlardı; birkaçı, “daha önce bizim arkadaşlarımıza saldırdılar” gibi bir şeyler  söylediler. DAF grubunun örgütleyicilerinden bir arkadaş, oldukça tehditkâr bir havada, “sizi kaç kere uyardık, buradan çekin gidin” diye bağırırken, daha gençten biri, “beğenmeyen çeker gider” diyerek ona katıldı.

Fiili şiddeti tam olarak görmedik ama yere düşen arkadaş herhalde kendi kendine yere düşmemiş ya da kendini yere atmamıştı. Biz onu yerde gördük. Demek ki biri onu yere düşecek ölçüde şiddetle itmişti. Zaten fiili şiddete gerek yok. Bağırtılar, tehditler ve insanların kovalanması hem tavır, hem de söz olarak şiddet içermekteydi.

Tabii ki, oradan hemen ayrıldık. Bu sekter insanlarla birlikte yürüyemezdik. Aslında o an aklımıza gelmedi. Yapmamız gereken en iyi şey, bir yerlerden teneke bira bulup, ellerimizde biralarımızla orada durmakta ısrar etmekti. Bakalım bize de aynı muameleyi yapacaklar mıydı? Onların tutumunu eleştirmenin en iyi yolu bu “sivil itaatsizlik” eylemi olurdu.

Bu olay, hafızamızı yeniledi ve bizi on yıl öncesine götürdü. AGF’nin heyheyli günlerine. Aynı kapalı grup psikolojisi, aynı “benim grubum”, “benim örgütüm” bencilliği, aynı kabadayıca davranışlar, aynı şiddet gösterileri, aynı yasakçı zihniyet, aynı “Yeşilaycı” muhafazakârlık.

Bu sayımızda, AGF’nin “uyuşturucu” üzerine tutumunu eleştiren, on bir yıl önce yayımlanmış bir yazıyı yeniden yayımlıyoruz. Çok düşündürücü bir yazıdır. Anarşist kılıf altında savunulmaya çalışılan alkol ya da uyuşturucu yasakçılığının insanı nasıl düzen taraftarı bir taassuba sürüklediğini çok iyi ortaya koyar.

Bu yazıda şiddet içeren tutumlar üzerinde durmayalım diyoruz. Olayı anlattık. Şiddetin küçüğü büyüğü olur mu, kararı arkadaşlar versin. Biz bu yazıda kısaca iki nokta üzerinde duracağız: Bira yasağı ve grupçuluk mantığı.

Anarşist bir kortejde bira içme yasağı diye bir şey olabilir mi? Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir anarşist kortejde böyle bir yasak olmamıştır. Bu yasağın mantığı nedir acaba? Biraz kafa yoralım.

Akıl yürütme şu olabilir: “Halkın anarşistler konusunda yanlış bir kanaati var. Anarşistleri sokak serserisi olarak gören yaygın bir kanı var. Elde teneke bira ile yürümek bu imaja hizmet eder.”

Bu mantık yanlıştır. Birahanede bira içmekle sokakta ya da yürüyüşte bira içmek arasında bir fark yoktur. Kaldı ki, bu mantık, bir adım sonra birahanede bira içmeyi de yasaklayabilir. Mesela anarşistler hakkındaki “ayyaş” imajını silmenin en iyi yolunun alkolü toptan yasaklamak olduğunu ileri sürebilir birileri. Üstelik, anarşistlerin “serseri” misyonunu silmek diye bir görevi yoktur. Tersine, anarşistler serseriliğe sahip çıkarlar.

Bu mantığın yanlışlığı bir yana, anarşistlerin sokakta bira içmesi, Türkiye’deki, gösteriyi resmigeçitle karıştıran mantığı kırdığı için yararlıdır da. 1 Mayıs’taki DHKP-C kortejini gördünüz mü? Önlerinde bir oymakbaşları eksikti (eksik miydi?) Ne yani, anarşistleri de yemez içmez robotlar haline mi getirmek istiyorsunuz? Gösteri, bizler için başkalarına yapılan bir gösteriş değil, topluca yaşanan bir sevinç, bir şenliktir. Bu yüzden de bira bu şenliğe çok çok yakışır. Halkın önyargılarını ya da taassubunu kırmanın yolu da bu şenlik havasını yaygınlaştırmaktır.

Ayrıca, bizce işin esası “imaj” değildir. Bu, tipik örgüt tavrıdır. Her örgüt kendini bir takım kurallarla ve ritüellerle belirler, tanımlar. Örgütün kendini var etme koşulu, çok saçma da olsa bir takım yasaklarla kendini dayatması ve üyeleri üzerinde bu yolla kendi denetimini sınamasıdır. Bakalım konan yasağa kim uyuyor, kim uymuyor. Uyanlar artık (bir süre için de olsa) o örgütün kazanımıdır, onları istediği gibi sevkedebilir. Yasağı delen birileri ise örgütle rekabete girmiş demektir ve bir şekilde (gerekirse şiddet yoluyla) uzaklaştırılmalı ve örgütle boy ölçüşme eğilimleri üyelerden uzak tutulmalıdır. Anarşist adlı bir grup ya da örgüt de olsa mantık hiç değişmez. Örgütlerin mantığı ideolojilerin mantığından daima güçlüdür.

Buradan örgüt meselesine geçip kısaca birkaç şey daha söyleyebiliriz. Anarşistlerin propaganda amacıyla gruplar oluşturmaları doğaldır, ancak bunu daha ileri bir noktaya götürüp kendini özel işaretlerle, özel ritüellerle ve kurallarla tanımlayan bir örgüt oluşturmaları anarşizmin ruhuna aykırıdır. Çünkü bu tür örgütler, her türlü özgürlüğü baskı altına alan otoriter merkezleri ve gizli yönetici klikleri zorunlu kılar. AGF böyle ortaya çıkmış ve yönetici kliği ile birlikte kuruyup gitmiştir. Umarız DAF da aynı yolu izlemez.

NOT: Ankara’da İP’lilerle çatışma sonrasında Ankara Ahali’den arkadaşların yazdığı kısa duyurunun gerçekten de şiddet içeren dili İsyan’a yazan arkadaşlar tarafından, tehlikeli bir eğilim olarak yeterince eleştirildi. Bu eleştirilere katılıyoruz. Umarız eleştiriler yerini bulmuş ve yeterince uyarıcı olmuştur da, yeni bir sayı çıkartmak zorunda kalmayız .

* * * * * *

Ayyuk’un 5. Sayısında yayımlanan, Efendisizler dergisinin “uyuşturucu”ya ilişkin makalesini eleştiren aşağıdaki yazıyı, sorun güncelleştiği için yeniden yayımlıyoruz.

No.5, 1 Eylül 2000

Yanlışların Ayyuka Çıktığını Hissettikçe Çıkar

——————————————————

Uyuşturucu Sorununa Bakış – I

Efendisizler dergisi, 8. sayısının (1 Haziran 1999) kapağına, “Uyuşturucuya Hayır, İsyana Evet” sloganını atmış. Bu sloganı “beylik” bulduğunu, Efendisiz, kendisi de kabul ettiğinden biz üzerinde durmuyoruz. Bizim üzerinde duracağımız, öncelikle, “Madde Bağımlılığına Karşı İnisiyatif” başlıklı makaledir. Bu makale, “uyuşturucuya karşı mücadele” amacıyla oluşturulması önerilen bir “insiyatif”in hedef, ilke ve perspektiflerini ortaya koymaktadır. Şimdi 23 maddelik bu “bildirge”den bazı cümlelerin üzerinde duralım:

“Bütün sigara ve sigara kağıdı fabrikaları kapatılmalıdır.” (“Madde Bağımlılığına

Karşı İnisiyatif “, Efendisizler, sayı:8, 1 Haziran 1999, s.2)

“Tekelinkiler dahil alkollü içeceklerin kitlesel üretimini yapan bütün fabrikalar kapatılmalıdır. Alkollü içecekler evlerde ve küçük atolyelerde yapılmalı, metil alkol denetiminden geçtikten sonra tüketilmelidir.” (Agy., s.2)

“Bayer, Roche vb. ilaç tekellerine başta barbitüratlar ve diazepamlar olmak üzere gerçek ihtiyaçlarla üretim arasındasındaki farkın hesabı… sorulmalı ve İhtiyaç fazlası üretim kesinlikle engellenmelidir”  (Agy., s.2)

“Tedavi istemeyen alkoliklere ücretsiz alkol..”  (Agy., s.2)

Konuya girmeden önce bazı mantık hataları üzerinde duralım. Birincisi, bütün sigara ve içki fabrikalarının, herhangi bir hükümet emriyle “kapatılması” değil, ama meta ilişkilerinin ilga edildiği bir toplumda, kâr güdüsü ortadan kalkacağı için kapanması doğaldır. Evet ama, bu durumda “tedavi istemeyen alkoliklere ücretsiz alkol” demek mantıksızlık olmuyor mu? Meta ilişkileri ve para olmayacağına ve dolayısıyla “ücretli alkol” diye bir şey de ortadan kalkacağına göre “ücretsiz alkol” diye bir “talep” ileri sürmek saçma olmaktadır. Öte yandan, bazı alkol müptelâlarına “ücretsiz alkol” verileceğine göre, içki üretimi yapan fabrikaların kapandığı (Efendisizler’in vurguladığı gibi “kapatıldığı” değil) koşullarda bu “alkol” nereden bulunacaktır? Efendisizler, göreve yeni başlamış Tekel Bakanı edasıyla, alkollü içki üretiminin “evlerde ve küçük atölyelerde yapılması” gibi bir “düzenlemeye” gitmek istediğini belirtiyor. Evet ama, kâr güdüsünün kalktığı koşullarda bu tür bir küçük üretimi, insanlar, sadece kendi ihtiyaçları için yapacaklardır? Yani ortaya, piyasaya sürülecek bir üretim fazlası çıkmayacaktır ister istemez. O zaman, “ücretsiz alkol” nasıl bulunacaktır? Alkol müptelâlarının kendi aralarında örgütlenip bir küçük atölye de kendileri için açabilecekleri düşünülebilir. Ama o zaman da, bu “küçük” atölye, onların istekleri doğrultusunda esaslı bir üretime geçecek ve alkol müptelâları, bugünkünden de daha fazla alkol içinde yüzme olanağı bulacaklardır.

Neyse, aslında biz burada boşuna tartışıyoruz. Çünkü, Efendisizler’in getirdiği öneriler (yoksa talimatlar mı demek daha doğru!), o çok keskin görünümüne rağmen, aslında gelecekteki özgürlükçü bir toplumun önlemleri değil, bugünkü düzene göre yapılmış önerilerdir. Bunu, ilerde bol bol göreceğiz, ama, şu yukardaki, büyük kapitalist tekellere ait ilaç fabrikalarının “ihtiyaç fazlası” üretimlerinin “kesinlikle engellenmesi” önerisi bile, bu derginin, çareyi bu düzen içinde düşündüğünün kanıtıdır.

Şimdi bu önerilerin yanlışlığına geçelim. “Kapatılmalıdır” talebi, her bakımdan saçmadır. Eğer bu, devlete yönelik bir “acil talepse”, bunun anarşistlerin işi olmadığını belirtmek zorundayız. Yok eğer, devrim sonrası bir durumdan söz ediliyorsa (ki, hiç de öyle görünmüyor), devrim meta ilişkilerini ve parayı ortadan kaldıracağına göre, insanlara zararlı bir üretimin durması zaten doğaldır, bunun için kapatmaya ya da yasaklamaya gerek yoktur. Para ortadan kalktığında, üretim kâra değil, insanların gerçek ihtiyaçlarına göre olacağından, her türlü zararlı üretim zaten duracak ve kimse, böyle bir üretimi yapma güdüsüne sahip olmayacaktır. Öte yandan, alkollü üretimin evlerde ve küçük atölyelerde yapılması, bir alternatif öneri olamaz. Geleceğin toplumunda, isteyenler bunu zaten kendi ihtiyaçları için yapacaklardır. Öte yandan, geleceğin toplumunda alkol üretiminin yalnızca ilkel ev üretimiyle kısıtla kalacağını düşünmek, ancak püriten bir kafanın ürünü olabilir. Çünkü içki ve diğer teskin ediciler, keyif vericiler, insanların doğal ihtiyaçlarıdır. Bu bakımdan, bugünkü üretim tekniklerinden yararlanmayı reddetmek gibi bir akılsızlık yapmayacak olan geleceğin komünleri, neden içki üretimini, ev üretiminin ilkel koşullarıyla kısıtlasınlar? Daha gelişmiş üretim yöntemleriyle, insanların ihtiyaç duydukları kadar bir içki üretiminin gelecekte de yapılması doğaldır. Önemli olan nokta, geleceğin toplumunda, içkinin, kâr güdüsüyle, insanların ihtiyaçlarının ötesinde körüklenmemesidir. Kaldı ki, kapitalizmin insanlar üzerinde yarattığı yıkıcı ruhsal etkinin ortadan kalktığını farzedersek, hiç kimse içkiye, kendini yıkacak ölçüde bir düşkünlük göstermeyecektir.

Ne var ki, Efendisizler’in bütün bakış açısı, soruna bugünün kapitalist toplumu içinde bir çözüm bulma telaşıyla kararmıştır. Bu yüzden de, pek kabadayıca görünen diline ve atıp tutmalarına rağmen Efendisizler bu konuda getirdiği önerilerle felaket reformcu bir hatta kaymıştır:

“Bu insiyatif, eski veya süregiden madde bağımlıları, onların aileleri ve yakınları, konuyla ilgili hekimler, psikiyatrlar ve psikologlar ve diğer duyarlı kişiler tarafından yürütüldüğünde kanımızca önemli bir toplumsal dinamiği devrim için harekete geçirmiş oluruz.” (Agy., s.2) (Bir başka makalede de “çocukları için samimi olarak kaygı duyan sıradan insanlarla birlikte” (“Uyuşturucuya Hayır! İsyana Evet”, Efendisizler, sayı:8, s.3) deniyor)

“Tütün bağımlılarının… kâr esasına dayanmayan özel sigarayı bırakma merkezleri açmaları teşvik edilmelidir.” (Agy., s.2)

“Bu klinikler, özgürlükçü profesyoneller tarafından yürütülmeli.” (Agy., s.2)

“Eroin vb. hard uyuşturucuları ilk kez denemek isteyenler… bir düşünme süresinin sonunda (örneğin bir hafta) hekim gözetiminde denemeliler.” (Agy., s.2)

Görüldüğü gibi bu önerilerin hepsi düzen içi, reformist önerilerdir. İlk alıntıya bakınız. “Gerontokrasi”ye (yaşlılar egemenliği) karşı onca gürültü koparan Efendisizler’in birdenbire uyuşturucu müptelâsı gençlerin ana babalarından medet ummasındaki, hatta esas insiyatifi onlara tanımasındaki tuhaflığı bir yana bıraksak bile, “hekimler, psikiyatrlar ve psikologlar” kalabalığından oluşan uzmanlara bu kadar büyük insiyatif tanıması, bu derginin keskinliğinin, toplumun “saygın” kurumları ve uzmanları karşısında bir anda eriyip gittiğini göstermektedir. Bu uzmanlar kalabalığının bugünkü kapitalist düzenin insanlarda yarattığı büyük bunalımın sonucunda ortaya çıktığını bilmemesi imkansızdır Efendisizler’in. Ama mantık bir kere düzenin sınırları içinde çözüm aramaya hapsoldu mu, bu tür şeylere sarılmak da kaçınılmaz olmaktadır. Hele şu “özgürlükçü profesyonaller” deyişi karşısında, insan gülmekten kendini alamıyor.

“Tütün bağımlıları” nasıl olup da bu düzende “kâr esasına dayanmayan” “özel sigarayı bırakma merkezleri” açacaklar? Bu, kapitalist piyasa ilişkilerinin egemenliği koşullarında mümkün müdür? “Hiçbir şey satılmayacak ve satın alınmayacaktır” diyen Efendisiz’in bunu söylediği nüshalarının en tepesine “300.000 TL (KDV dahil)” diye yazmak zorunda kaldığı şu kapitalist düzende, üstelik Efendisizler’den de ciddi örgütlenmeleri, “özgürlükçü profesyonelleri” vb. gerektiren bu kurum nasıl olacak da kâr esasına dayanmayacak, anlaşılır gibi değildir.

Efendisizler’in, hekim nezaretinde eroini deneme önerisi ise, reformizm sınırlarını da aşıp komedi sınırlarını zorlamaktadır. Bu işi pek bilir havalarda bir sürü ahkâm kesen Efendisizler yazarlarının da bilmesi gerekir ki, eroin gibi tehlikeli bir uyuşturucuyu denemek tamamen sosyal bir olay, arkadaş çevresinde birey olarak kendini kanıtlama olayıdır. Hiç kimse, “ben şu eroini bir deneyeyim” diye hekime başvurmaz. Eroin, arkadaş çevrelerinde hoşça vakit geçirilirken, diğerlerinden geri kalmama güdüsüyle kullanılan bir maddedir, tamamen ortam meselesidir. Yoksa, Efendisizler, her arkadaş topluluğuna bir “özgürlükçü profesyonel” ya da “özgürlükçü hekim” tayin etmeyi mi düşünüyor?

Efendisizler’in uyuşturucu konusundaki reformizmi, kaçınılmaz olarak yasakçılıkla elele gidiyor. İşte örnekleri:

“Ortak mekânlarda sigara içilmemesi makuldür.” (Agy., s.2)

“Sigara reklamlarının yasaklanma gerekçesi haklıdır…” (Agy., s.2)

Ve, Efendisizler’i doğrudan bağlamamakla birlikte, “ses duvarını” aşan bir başka öneri:

“Uyuşturucu konusunda alınabilecek tek sağlıklı devrimci tavır, uyuşturucu

sattığı belirlenen kişilerin cezalandırılmasıdır.” (“Uyuşturucu ve Anarşizm”, Bir

Grup AGF’li, Efendisizler, sayı: 9, s.2)

“Yasak olan tek şey yasaktır” ilkesini benimseyen anarşistlerin adına konuşma iddiasıyla ortaya çıkanların, düzenin getirdiği yasakları bu kadar iştiyakla savunmaları gerçekten şaşırtıcıdır. Bundan sonra söyleyeceklerimiz, artık doğrudan Efendisizler yazarlarını değil, yasakçı düzen taraftarlarını hedef almaktadır.

Bir yandan sigara üretimini ve tüketimini kâr uğruna bu ölçüde körükleyip, bir yandan da bu kitlesel alışkanlığı baskı altına almanız ikiyüzlülükten başka bir şey değildir. Üstelik, motorlu araçlar, fabrikalar, yakıt vb. dolayısıyla insanların toplu bir zehirlenmeye uğradığı koşullarda ortak mekânlarda sigara yasağı koymak ya da bunu onaylamak, insanlarda sağlıklarının korunduğu ilüzyonunu yarattığı için daha da berbattır. Ortak mekânlara ilişkin alınacak önlem, sigara içmenin yasaklanması ya da sigara içenlere özel yerler ayırmak değil, tersine sigaradan rahatsız olanlar için özel yerler ayırmaktır. Bir toplulukta, herhangi bir bireysel etkinlikten kim rahatsız oluyorsa, o değiştirmelidir yerini, etkinlikte bulunan değil.

AGF’li gençlere gelince. Onlara söyleyeceğimiz sadece bir çift söz var: Siz bu kafayla giderseniz, anarşist değil, 1. şubede esaslı birer falakacı polis görevlisi olursunuz.

Devam ediyoruz:

“Tütünün etkilerine ilişkin abartısız ve sağlıklı bilgi tüm 7-12 yaş gurubu

çocuklara didaktik olmayan metotlarla aktarılmalıdır.”  (Agy., s.2)

“Gençler alkolizm konusunda sağlıklı bir şekilde bilgilendirilmeli”  (Agy., s.2)

Hani “ister okullu, ister okulsuz olsun” her türlü eğitime karşıydık. Efendisiz, bırakın eğitime karşı olmayı, eğitimin metodunu bile belirlemiş: didaktik olmayan bir metod. Herhalde bunu yapacak olanlar da, yine şu “özgürlükçü profesyoneller”.

Efendisizler, adı geçen yazının sonlarında şöyle diyor:

“Biz erdemle sarhoş olma yolunu seçenlerdeniz. Bu yol anarşizmdir.” (Agy, s.2)

Sanırız, yüksek dozda alındığı için ters tepki yapmış. Ayılmaları için biraz beklememiz gerekecek.

Gelecek sayı: Uyuşturucu sorununa bakış-II

———————————–

AYYUK

——————————————————

PO Box 2474

London N8

——————————————————

1. Sayı: Üniversiteler ve burjuvalar üzerine…
2. Sayı: Demokrasi ve Başka Bazı Şeyler Üzerine…
3. Sayı: “Özgürlük Alanları” Yaratmak!
4. Sayı: “Efendisiz Öncü Partisi” Üzerine…

——————————————————

AYYUK’un sayfaları, kendini ifade etmek , başta AYYUK’a yönelik olmak  üzere her türlü eleştiriyi dile getirmek isteyen herkese açıktır.

Hakkında Gün Zileli

Okunası

AYYUK – No.9, 5 Aralık 2007

—————— AYYUK —————— No.9, 5 Aralık 2007 (Yanlışların Ayyuka Çıktığını hissettikçe çıkar) Anarşizmin Sorunları Tartışması: …

55 Yorumlar

  1. tartışılan konuların çoğunluğunda eleştirilenler de eleştirenler de haklı değil…

  2. “Anarşizm Adına Yapılan

    Yanlışlara Dikkat Çekme Enstitüsü”

    gibi başlıkla bir yazı yayımlanması ne kadar ironik değil mi? bireylerin veyahut toplulukların bu şekilde kendilerini bilirkişi tayin etmelerindeki ironiyle başlayan yazının devamının da aynı içerikle devam ediyor oluşu da keza öyle. gün zileli’nin bu yazıyı kendi sitesine eklemiş olmasına şaşırmamak var bir de öte yanda tabi.

  3. “AAYYDÇE”, DAF’lı arkadaşların canını sıkmış; belki de haklıdırlar bilmiyorum. Ama bana çok da bilirkişilik havası ve müessesesi gibi gelmiyor. Esprili bir yanı ve aynı zamanda da çok özenle belirlendiği anlaşılan adındaki gibi “yanlışlara dikkat çekme” işlevi var. “Ahkâm kesme”, “tescil-onay” değil. Neyse… Ama kesin olan bir şey var ki; kortejden ite kaka kovdukları kişiler…

    DAF’ın kısa sürede bende de bıraktığı izlenim, sekter bir tutuma sahip oldukları. Neden hemen hatırlara AGF’yi getirdikleri üzerine düşünmelerini öneririm. Bazı yerlerde karşılaştığım metinlerinde kendilerini AGF’den ayrı tutma çabası içinde olduklarını gördüm ama bu lafla değil, pratikleriyle olacak bir şey diye kendilerine hatırlatayım.

    Örgütlenmeye karşı değilim, örgütlenmeyi savunurum ama örgütlenme-örgüt (hiyerarşik, bürokratik, iradesi tekleşmiş vb. bir yapı olarak) arasında her zaman zorunlu bir ilişki yoktur. Bir de anarşist bir örgütten de kara bayraklarla donatılmış sosyalist bir örgütü anlamıyorum. 1 Mayıs kortejindeki tutumları çok ciddi sorunlu. DAF’ta bulunanların, ileride hayalkırıklığı yaşamamak için bu sorunlar üzerine düşünmelerini öneririm.

  4. çok kararlı gençler

    1 Mayıs etkinliklerinde “eylem alanlarına” “işbirlikçi düzen partilerinin alınmaması” yolunda kararlı bir tutum sahibiymiş anarşistler.

    Faşist İP-TGB Çetesine Geçit Vermeyeceğiz
    ….

    Bundan sonraki süreçte de işbirlikçi düzen partilerinin eylem alanlarına alınmaması yönündeki kararlı tutumumuz devam edecektir. AKA-DER – ANKARA ANARŞİ İNİSİYATİFİ-ANKARA GENÇLİK DERNEĞİ-DEVRİMCİ ANARŞİST FAALİYET –

  5. http://karakok.wordpress.com/2011/05/11/fasist-ip-tgb-cetesine-gecit-vermeyecegiz/

    Şöyle bir bildiri yayınlamış bu aklı evveller…Ve size tüm samimiyetimle söylüyorum Ankara’daki 1 Mayıs’ta yaşananlara ilişkin söylediklerinin çoğu yalan. Kasıtlı biçimde yalan söylemişler. Yorumdan değil, bariz yalanlardan bahsediyorum.

  6. Orada ne yaşandı bilmiyorum, görmedim. Ama böyle berbat, faşizan bir dille yazılan bildiriler, sadece, kendilerinin uğradığını söyledikleri haksızlığı, saldırıyı tekrarlamaya yarar.

    ‘Bildiri’ değil ‘nefret söylemiyle suçlama’, olmuş bu yazılanlar.

    Valla AYYUK’a malzeme bol. Anarşistler de nihayetinde bu toplumun insanı olma özelliğinden kaynaklı defolara, zaaflara sahipler. Ayyuk’un yeni sayılarını merakla bekleyeceğim.

  7. Orada ne yaşandı bilmiyorum, görmedim. Ama böyle berbat, faşizan bir dille yazılan bildiriler, sadece, kendilerinin uğradığını söyledikleri haksızlığı, saldırıyı tekrarlamaya yarar.

    ‘Bildiri’ değil ‘nefret söylemiyle suçlama’, olmuş bu yazılanlar.

    Valla AYYUK’a malzeme bol. Anarşistler de nihayetinde bu toplumun insanı olma özelliğinden kaynaklı defolara, zaaflara sahipler. Ayyuk’un yeni sayılarını merakla bekleyeceğim.

  8. Maddi hatalar ve yalanlar var. Bir defa İP yok, Cumhuriyet Güçbirliği diye yürüdüler, onlar normal girdiler normal çıktılar. TGB de normal girdi, çıkarken TGB’ye anarşistler taşlarla saldırdı, bildiğin adamlar Kızılay’daki yerlerine yürüyüşe çıkmışlarken arkadan taşlandılar park içinde. TGB önce bunları bir dağıttı, sonra ara sokaklarda diğer bazı gruplarla beraber bunlar TGB’ye saldırıya geçti, o arada polis araya girdi vs. olay bitti.

    Alana girerken de BDP, CHP ve İp’lilerin yoğunlukta olduğu Eğitim-İş’in önüne geçerek alana girmelerini açık biçimde engelledi. Burdaki arbadeden sonra Eğitim-İş’e ses aracından yapılan “sizin burda yeriniz yok” çağrısından sonra polis Eğitim-İş’i alana almadı. İşin içinde Eğitim-Sen hiç yok bir defa. Bu anarşistler büyük ihtimalle bunu kulaktan dolma duydular ve bildirilerine Eğitim-Sen diye yanlış yazdılar. Böyle böyle bildiri yazıyorlar yani.

  9. Daha sonra hastanede her iki kesim karşılaşmış ve bu sefer de TGB’liler anarşistlere saldırmış. Ama buna ben şahit olmadım.

  10. Daha sonra hastanede her iki kesim karşılaşmış

    Ne ilginç yahu, masal gibi

  11. -mış çünkü olayın ben şahidi değilim. Anlatılanlara göre her iki tarafın yaralıları hastaneye kaldırılmış, orda karşılaşınca kavga çıkmış.

  12. TKP'DE NELER OLUYOR

    TKP’DE NELER OLUYOR

    TKP’de çok önemli olaylar oluyor.

    1 Mayıs’ta olduğu gibi yalnızca alanlarda değil, yayın organlarında, parti çalışmalarında, herkesin, “Evet haklısınız, çok doğru yoldalar, çok iyi çalışıyorlar…” demeden kendini alamadığı bir disiplinle ve “temiz”likle çalışıyorlar.

    Nazım Hikmet Kültür Derneği, Yazılama Yayınevi gibi önemli kurumları “parasızlık” edebiyatı yapmadan, böyle bir görünümü vermeden karınca gibi çalışarak var ettiler.

    Lenin’in ünlü “Rotatiflerin yüzde 70’i bizim için dönmedikçe devrim hayaldir!” öğüdü doğrultusunda önemli yayın organları çıkarıyorlar. Basılı yayın organları yanında, “ortodoks” görünümlü klasik sol tutuculuğu aşarak teknolojiden de ustaca yararlanıyorlar.

    http://www.sol.org.tr gibi “tıklanma”dan geçilemeyen çok önemli ve canlı bir siteyi internet yayıncılığına kabul ettirmeyi başardılar.

    Bu siteden yayınlanan, “Solpostal”, “Solkültür” gibi önemli bölümlerin yanında en son, “Solradyo” yayın hayatına başladı.

    Bütün bunlar nasıl gerçekleşti?

    *

    TKP önce bir “iç” teorik çalışmaya gitti. Örneğin, “Geçmiş burjuva cumhuriyetin kendisini reddederek islamcı-faşist bir rejime dönüşmesinin karşısında, sosyalizmin biricik alternatif haline geldiği” saptamasını tazeledi.

    İçinden geçtiğimiz tarihsel koşullarda, “İnsanlık emperyalist barbarlığa teslim olmayacak, bütün değerlerinin imha edilmesine göz yummayacaktır.” şiarını benimsedi.

    Daha da önemlisi “Emperyalizm” ve “Ulusal Sorun” üzerine yaptığı çalışmalardı. Türkiye’de sol gövdeye nüfuz etmiş ve onun tarihsel ve kitlesel gücünü yeyip bitiren en büyük hastalık “Kürtçülük” virüsünden kurtulmayı, olaya, Lenin’in ulusal sorun hakkında yazdığı kitabının yalnızca ismini okuyarak içindekiler hakkında “tevatür” efsanelerle yaklaşanların yanında “ezen ulus-ezilen ulus” at gözlüğünden değil, “Bilimsel sosyalizm”in araçlarıyla “Somut durumun somut tahlili”nden yola çıkarak diyalektik olarak bakmayı başardı.

    Gelenek Dergisi’nin Şubat 2008 tarihli sayısında bu konuyu teorik bir çerçeveye oturttular:

    “Bugünkü durumda yeni devletlerin ortaya çıkışı, eskisi gibi, geç kalmış ulusların bağımsızlaşması değil, tersine sömürgeleşmesi anlamına gelir. (…) Marksistlerin değişen dünya koşulları karşısında sabit tutması gereken temel ilkesi işçi sınıfı çıkarlarıdır… ‘Ulusların kendi kaderini tayin hakkı’ gibi, bir dönem sola kazandıran ancak Sovyetler’in dağılması sonrası anti-emperyalist zeminin kaybedilmesi ile bu karakterini yitiren bir ilkeye körü körüne bağlı kalınamaz!”

    “Çağımızda ‘yeni’ devletler, emperyalizmin projelerine yerleşiyorlar, bunun neredeyse istisnası yok!” diye yazdılar.

    “UKKTH’nın bir gönüllü birlikte yaşama/zoraki birlikte yaşama denklemine indirgenmesi oldukça yanlıştır. Böyle bir kararın halklar tarafından bağımsız bir şekilde verileceğini düşünmek kadar safça bir düşünce olamaz. Bugün, ezilen ulus milliyetçiliği, emperyalizmin kanatları altındadır…” sosyalistlerce “hiçbir şekilde hoşgörülemeyecek bir yapı sergilemektedir.” diye önemli kararlar aldılar.

    Teori yol açar. TKP’nin en büyük başarısı teorik çalışmayı bırakmamış olmasıdır. Teorisi olmayan bir sol örgüt kör gibidir. Her yere toslar!

    TKP bu anlayışla Gelenek dergisini artık internetten de yayınlıyor.

    Son sayısında Arap ülkelerindeki “Devrim!”ler enine boyuna inceleniyor. (http://mlam.tkp.org.tr/makaleler/arap-dunyasinda-sozde-devrim-komunist-hareket-ve-yeni-osmanli-yuvarlak-masa )

    *

    Emperyalizm artık, romantik devrimcilik dönemlerimizde olduğu gibi “Vietnam”da, “Latin Amerika”da değil (Uzaktan atmak kolay oluyor!), ensemizdedir, deyim yerindeyse kıçımızın dibindedir!

    Türkiye bugün, çökertilen Cumhuriyet’in yeni biçiminde, gittikçe bize doğru yaklaşan açık bir emperyalist işgalde -ya da emperyalist iç savaşta- solun mücadelesine, işçi sınıfının mücadele geleneğine ve deneyimlerine acil gereksinim duymaktadır.

    Ahmet Yıldız

    Odatv.com

  13. primcilerin en titizi

    arı gibi çalışmayı övmek. son derece demode bir yaklaşım… Teori olunca sırtı yere gelinmezmiş, peh! Disiplin ve temizlik kelimelerini görünce ilkokul öğretmenimi hatırladım ve ürperdim elbette….

    O ayılıp bayıldığınız tkp teoriye fazla bulanmaktan, kafayı disipline temizliğe takmaktan, insani duyarlılıkları atlıyor, her kurum ve parti gibi…. İnternete girmek üzere bilgisayarınızla gitmeye kalkışmayın, zira karamehmetle ahbap mıdırlar nedir, vınn gibi bi aparatınız yoksa wirelas şifrelerini vermiyolar kimseye. Bir de sakın evcil ve tasmalı köpeğinizle gitmeyin, almıyolar. Hem de gayet kaba bir dille kapıdan dışarı ‘gitmenizi’ orada kalmamaınızı istiyolar.

    Nazım’a benden selam söyleyin, bu denyo solcumsu parti ve çevrelerde adıyla prim/ticaret yapılıyor…

  14. Açıkçası bu bildirinin üslubu sebebinden ben de Ankaralı anarşistlerin abartı-kurgu yoluna gittiğini düşünüyorum. Sadece üslup bana bunları hissettirdi. Bazı şeyler için de illa orada olmak, bizzat görmek gerekmiyor. İstanbul anarşistlerini gördük sonuçta. Zihniyet hep aynı…

  15. Hakikaten tkp’de ne olabilir ki? Bu kör disiplin, ‘genç inanmış’lardan beslenen, işçi partisinin ikiz kardeşi olma halleri, o milliyetçi bildiriler… off devamını getiremiycem. 1 mayıs şovu mu yapmışlar yine? Aman aman… Almıyım..

  16. Anarşistlerin hali de çok vahim.

  17. Hayaldi , gerçek oldu: Ak Parti

    Tüsiad zenginlerinin, generallerin, holdingçi kasar gazetecilerin, vurguncu bezirganlarin komünistleri övmesi, N.Hikmet, Deniz -Mahir edebiyati , ciao bella muhabbeti yapmasi bu döneme özgü. Neden acaba? Bir bakima bu da AK Parti’nin bir basarisi. Hayaldi, gerçek oldu. Ak Parti.

  18. ertan,
    Hem bu sitedeki tartışmalarda İP(e sapa gelmez), tkp ve benzeri bilimum ulusalcıları savunmak sana düşüyor, (ki ortada haksız durum varsa hepimiz savunuruz ama)hem de ben ulusalcı değilim diyorsun peki bu savunuyu laiklik ya da modernizm adına mı yapıyorsun. mesela benzeri refleksi liberaller için göstermiyorsun ki ben bu adam bütün haksızlıklara ya da mağdurlara sahip çıkıyor diyeyim…

  19. hayloo,
    Gözümle gördüğüm şeyi de mi anlatmayayım? Adamlar haksızlığa uğramışsa ve ben bunu dile getirmişsem bu benim nesnelliğimden kaynaklanır, savunma dürtümden değil. Bu adamlar sorunlu tipler, onaylamayız ama sırf ulusalcı diye de insanların kafasını yarmayı çalışmayı, sonra da üzerine yalan bildiri basmayı bırakınız da eleştireyim. Hangi liberal haksızlığa uğramış ki onun hakkında ileri geri konuşmuşum? Bence sen ezbere konuşuyorsun yine ve kafandaki yere beni yerleştirmek için sebepler yaratıyorsun.

  20. olabilir…
    şu zaman bu zaman diyemem ama bu intibayı edinmişinm hakkında değilse özür dilemiştim. ne diyeyim. bak sen bana liberal taraf flan diyorsun , defalarca aksi yorumlar yaptığım halde denk geldiğin yorumlardan bu izlenimi edinmişsin ve beni suçladın sana değilim dedim, ama sen bir özür bile dilemedin…peki öyle olsun:))

  21. türkiyede anarşist oluşumlar

    var mı?

    bunlar mı?

  22. Akpak partili, parazit yapma sende fırsat bu fırsat.. çekil aradan… Türkiye’de anarşist oluşumun göbeğindesin şu an. Ve o oluşum sayesinde özgürce at koşturup yorum yazabiliyorsun.

    ertanın bir kaç yıldır bu sitede yazdığı yorumlardan ulusalcılıkla ilgili bir değişim yolunda olduğunu biliyorum hayloooo, reflekslerinin değişmesi zaman alabilir, hepimizde olduğu gibi.

    Ama özür konusunda haylooo,ya katılıyorum ertan. Sana ulusalcı dendiğinde büyük bir öfkeye kapılıyorsun, buna gerek yok ki… en fazla değilim veya öyleyim der geçer gidersin. Ama haylooo, senin duyarlılığından ötürü özür dilemişti.

  23. Bende burada hakemlik tasladıysam affedin, siteyi takip ettiğim için ve kısmen sizleri yorumlardan da olsa tanıdığım için yazma gereği hissettim.

  24. Bu TKP yazısı, “Teorisi olmayan bir sol örgüt kör gibidir. Her yere toslar!” diye bitiyor ya. Asıl böyle milliyetçi, Türkiye devleti çizgisinde sosyalizm ile bile ilgisi kalmamış bir teorisi olan örgüt kaçınılmaz olarak duvara toslar.

    Bu nasıl bir oportünizm!. Her ayağa göre teori üretilir abiler. TKP’liler yakında sosyalizm adına, “İddia ediyoruz ki, Kürt yoktur; Kürtler dağ Türkleridir ve karda yürürken çıkan kart kurt sesinden dolayı onlara Kürt denmiştir ve dahi emperyalizmin işbirlikçisidirler” diyecekler.

    Kürde bir araba laf ediyorsun da, üstü örtük bir ifade ediş şekliyle onları kapısına bağlamaya çalıştığın Türkiye devletine gık bile demiyorsun.

  25. Lütfen beni affet site patronu

    Parazit yaptim. Türkiye’de anarşist oluşumun göbeğinde oldugumu bilemedim. özgürlügümü size borçluyum. Ben kendini bilmez bir adamim. Büyüklerimin ellerinden öperim. Onlari rahatsiz etmek istemezdim. Ne olur beni affedin. çekiliyorum aradan…

  26. Çekilebilirsin çocuum…

  27. Tkpliler bir de sosyalist neferler olarak, çok matah fikirleri varmış gibi, devrimden sonra diye bi de film çekmişler… Aman o ne ajitatif yönetmenlik.. o ne çeşit bir ütopya.. Off off… teaserından bile ajit-propçu sosyalist gerçekçilik fışkırıyo. Gencecik zihinlerin zehiri daha da koyu oluyo sanki. Bir ‘kararlılık’ bir ‘sekterlik’…. Onları görünce Türkiye’de sosyalizm iyi ki ‘iktidar’ olmamış diyorum. İktidardan medet umanın vay haline, ha sosyalist ha cumhur… diş ağrısı valla…

  28. türkiyede anarşist oluşumlar

    sen niye çekiliyorsun akpli?

    ertanı da al da git

  29. zikrimce,
    selam ben hakemliğinden memnunum:)))

  30. HINCAL kime oy verecek? Hayaldi gerçek oldu.

    Ülke seçimlerinde oyum var. Sandığa gidip atacağım..
    Partiye değil, adama.. Sırrı Süreyya Önder’e atacağım.. Bağımsız aday. Kazanırsa, Türkiye çok iyi bir sinemacı, geleceğinin çok parlak olduğunu gösteren iyi bir yazar, çok iyi bir televizyon konuşmacısı kaybedecek. Milletvekili olarak “İyi” olacak mı peki?. “İyi” olması işe yarayacak mı?.. Bilmem..
    Bildiğim..
    Ben, sabahtan akşama, karşılarında beş kişi, iki kamera görür görmez birbirlerine en ağır kelimelerle saldıran, bir seçim kampanyasını, mahalle kavgasına çeviren partilerin hiç birine oy vermeyeceğim..
    Barajı aşamayacaklar içinde iyi partiler var, ama onlara da oy, sistem yüzünden çöpe gider..
    Sırrı Süreyya Önder, öfkeden kasılmış yüzler kampanyasında, gülen tek adam.. Bağırmadan, çağırmadan, azarlamadan, sövmeden konuşuyor.. Başta kendisi herkesle barışık..
    Bu ülkede, uygar vatandaşlar olarak, gerçekten “İnsan” gibi yaşayacaksak, bu siyasette Sırrı Süreyya Önderler’in artmasıyla mümkün..
    Benim geri kalan yaşam sürecimde artar mı?.
    Mümkün mü?. O kadar saf değilim..
    Ama yarın vicdan azabı çekmem hiç değilse..
    “Ben oyumu Sırrı’ya verdim.. Ben gülen insana, dost insana, herkesi seven, herkesi kucaklayana verdim” diyebileceğim hiç değilse..
    Bu ülkenin doğusu ile batısı, bu ülkenin tüm insanları bir araya gelecekse, iç savaşlar, terör, kavga bitecekse, bunu başaracaklar, iktidara sevgiyle, barışla, en karşı olduğu fikirleri dahi kucaklayan olgunlukla gelecek insanlardır..
    Sırrılardır.. Bugün bir olurlar.. Yarın bakarsınız bin!..
    Ben sövenlerin arabasına binmem.. Öfke kusanların topuna girmem..
    Bu da seçimlerle ilgili ilk ve son yazım!.

  31. HINCAL kime oy verecek? Hayaldi gerçek oldu.

    Sabah gazetesi, 13.05.2011

  32. oluşum, ertan’ı vermiyoruz… Sen ve tüm karakterlerin, akpliliğin polisliğin binbir surat corciliğin yani kısaca sen ve tebaa’n, gitmekte özgürsünüz, çekilmekte de….

    haylooo, selam: )

  33. Hıncal, sexist ve sapkın karakteriyle oy vermiş mi, niye, kime vermiş umurumda değil. Gördüğüm yerde çelme takarım, ‘yanlışlıkla’…

  34. Sen kime oy vereceksin?

    Gerçi bu çok saçma bir soru ama.

  35. Saçma olmuş hakikaten… SEN bununla neden bu kadar ilgilisin?

  36. Kahrolsun tütün addict, kahrolsun alkol addict

    Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) açıkladığı verilere göre, Türkiye’de 2000 yılında 70 olan ortalama ömür süresi 2009 yılına kadar 5 yıl artarak 75’e çıktı.DSÖ, dünya genelinde ortalama ömrün 2000’den 2009’a kadar 2 yıl arttığını bildirdi. DSÖ’nün rakamlarına göre, 2000’de 66 olan ortalama ömür 2009’da 68’e yükseldi.

    DSÖ, Türkiye’de de 2000 yılında 70 olan ortalama ömrün 2009 yılına kadar 5 yıl artarak 75’e çıktığını kaydetti. Örgüte göre, 2000’de Türkiye’de 67 olan ortalama erkek ömrü 72’ye, kadınlarda ise 2000’de 73 olan ortalama ömür 77’ye çıktı.

    Irak’taki erkeklerin ömrü 9 yıl içinde 3 yıl azalarak 65’ten 62’ye düşerken, ortalama ömür ise 68’den 66’ya indi.
    DSÖ’nün verilerine göre Afrika’daki birçok ülkede ortalama ömür 50 yılın altında.

    Ortalama ömrün 80 yılı aştığı ülkeler ise çoğu Avrupa’da olmak üzere ABD, Japonya, Fransa, Almanya ve Finlandiya gibi gelişmiş ülkeler.

  37. Sor bakalım, Ayşe Paşalı gibi kocasından ayrılmak isteyen ya da ayrı olan kadınların yaşlarını da hesaba katmış mı DSÖ’n? Kot taşlama gibi aptalca bir nedenden yaşamını yitiren işçileri? Cezaevinde kötü yaşam koşulları yüzünden ölenleri?!!!

    Gelip burda sigara-alkol yasağınızla kendi kurumunuzun istatistikleriyle caka satmaya çalışma. Alan yok!

  38. Selam,
    Hayloo için yaptığım “liberallerden etkilenmiş” değerlendirmem için özür dilemeyeceğim. Üzgünüm hayloo. Çünkü öyle düşünüyorum. Ayrıca bana ulusalcı dediğiniz için de özür beklememiştim. Bu kadar büyütmeye lüzum yok…

    AKP’li şahısın beni göndermek istemesi ise şu gece vakti yüzümde bir gülümsemeye neden oldu.

    Benim ulusalcı olduğumu ya da o cenahtan etkilendiğimi düşünen insanlar ikiye bence ikiye ayrılır. Solun sorgusuz sualsiz ezberine kazınmış, gözü kör Aydınlık düşmanlığı yapmamamdan rahatsız olanlar ve genel olarak mevzulara hakim olamayan ve açıkçası ne dediğimi anlamayan insanlar…Bunların çok farklı nedenleri olabilir, tartışırım.

    Neyse bunlar önemli mevzular değil. Dürüst olmak hemen her şeyi çözer. Meselelere bakalım.

  39. Geçmis olsun, hortumunuz kesildi

    Vurguncu ulusalci Karamehmet’in hortumu kesildi. Aydinlik, Oda Tv, Sözcü, Add, çesitli sol görünümlü kurum ve kuruluslar, vatansever , milletsever, sakaryasever cepheler, Atatürk teferruatlari hepinize geçmis olsun, artik kim sizi finanse eder bilemeyiz.

  40. İdeolojik nitelendirmelerde belki de özür dilemeye gerek yoktur. Ne var ki, bir nitelendirmede bulunurken dikkatli olmak gerekir. en azından kavramın bulanmaması açısından gereklidir bu. Bir de tabii, yaftalamamak açısından. Hayloo ile Ertan arasındaki bu konuda sürmekte olan muhabbeti bir süredir izliyorum. Yazma olanağını bulamadım. Fikrimi söyleyeyim. Bence ne Ertan ulusalcı ne de Hayloo liberaldir. Bu iki didişen ucun arasında sıkışıp kalmaya gerek yoktur. Etkilenmeler kaçınılmazdır ama liberal ya da ulusalcı olmak bambaşka bir şeydir. Bu nitelendirmeler o kadar saçma olmaktadır ki bazen, kendimle ilgili örnek verecek olursam, Kaos yayınlarından Gazi arkadaşım, bu sitede de yayınlanan kısa yazısında, beni, Halil Berktay”ı şiddetle eleştirdiğim için ulusalcı olarak niteledi. Öte yandan Baranas mahlasıyla yazan ulusalcı arkadaş, beni Halil Berktay’ın mahçup versiyonu bir liberal olarak. Hangisi doğru acaba? Bence ikisi de doğru değil.

  41. Tabii ki ikisi de haksiz

    Sen sadece “ergenekon yoktur” demekle görevli birisin ve bunu tüm dünyaya tekrar etmek de bizim görevimiz.

  42. ne yazık ki anarşist hareketin ayağına en ağır gelen pranga,kendi içinden gelen”şöyle-böyle yaparsanız sola benzersiniz” prangasıdır. hata yapmayanın iş yapmayan olduğundan hareketle, DAF ın ve İP-TGB saldırısı altında ki ankaralı anarşistlerin hata yapma haklarının olduğunu ama iş yapmama! haklarının olmadığını düşünüyorum. ayrıca ayyukcu dostlar için de bi ayyuk noktası öneriroyurm: “….kendini özel işaretlerle, özel ritüellerle ve kurallarla tanımlayan bir örgüt oluşturmaları ANARŞİZMİN RUHUNA AYKIRIDIR”….gibi totaliter genellemeler yapan bir oluşum biliyorum.. umarım onlarıda ayyuka çıkarırsınız..

  43. Gün hocam,
    Haklısınız ideolojik nitelemeler içinözür dilememek gerekir…
    benim özür dilemem bir an acaba ertan ın yorumlarını okumadan ön yargılı davranmış olabilirim diyeydi. yoksa kesinlikle ulusalcı olduğunu düşünsem özür dilemem. ve bir yorumunda ki kelimeyi evet önyargılı okumuştum, bu nedenlede özür diledim. ön yargılı davrandığım için…
    Ertan senin özür dilemeni de beklemiyorum. zaten espriyle söylemiştim. gülme işaretide koymuştum.

  44. bu arada mevzu bahis bildiri anarşistlerin bildirisi değil.. altında 24 kurumun olduğu ortak bir bildiri. anarşist imzalı bir bildiri ile anti-faşist güçlerin ortak bildirisi arasında haliyle bir fark vardır..

  45. Gün Zileli çok doğru demiş, mesela hemen altındaki yorumla Perinçek’in mevzulara yaklaşımı arasındaki benzerliği farkettiniz mi? Neredeyse aynı cümleler. Sadece söyleyen ağız farklı.

    O bildirinin altına imza atan tüm “kurumlar” ciddiyetsiz, bir iki aklı evvelin çevresinde topladığı garip oluşumlardır. Kendilerini anarşist ya da başka bir şey olarak ifade etmelerinin bir önemi yok. 1 Mayıs’ta ayaklarını yere vura vura tek tip kortejlerinin arasından geçmek isteyen insanları itekleyen, hakaret eden, çevresindeki diğer yapılara disiplin ve militerlikleriyle hava bastığını sanan çoluk çocuklar. Bunların TGB ve İP’e karşı “kurtuluş savaşına” girişmelerine de şaşılacak bir şey yok. Çünkü politikalarında bir akıl kırıntısı yok. Mahir’in zamanında taşlaşıp kalmış, tarikat vari dogmatik gruplar. Farklı bir şey ortaya koymalarına olanak yok. Düpedüz faşizmin bebeklik hali, biri biraz serpilsin en yakınındakinin gözünü oymaya başlar.

  46. TGB ve İP e karşı bişeyler yapıyorduk ama bunun adını bi türlü koyamamıştık.. sağolsun arkadaşımız “kurtuluş savaşı” diyerek ufkumuzu açtı..
    ya istiklal ya perinçek…

  47. Ergenekon yok diyenlerin TGB ve İP’ten bir farki yok. Dogru slogan, “Ne Perinçek , ne Zileli” ya da “Ha Peinçek, ha Zileli”.

  48. 60'lar ve 2010'lar

    Sosyalist gençler 60’larda Mihri Belli gibi bir oportünistin pesinden gittiler, Mihri onlari kullandi, kullandi 9 ve 12 Mart cuntasina satti. Binlerce genç pisi pisine gitti. Yine ayni hatalara düsmeyin siyasi mevtalarin, oportünistlerin, siyaseti çikar amaci olarak kullananlarin pesinden gitmeyin.

  49. BaranaS ulusalcı değil,Markscı-Leninci.
    G.Zileli konusundaki eleştirilerimi G Zileli doğru anlamış.
    G.Zileli’nin anarşizm vb söylemleri kimseyi yanıltmasın özünde ve son çözümlemede her dönemde H.Berktay’la hep aynı konumda yer aldı.Alıyor.
    Eğer devrimden vaz geçerseniz ve devrimci duyarlığınızı yitirirseniz elinizden tutan karşı-devrimci liberalizm olur.

  50. ulusalcı kavramını biraz açmak gerekir sanırım. ulusalcı denince nedense direk kemalistler ve perinçekçiler anlaşılıyor ama ben öyle düşünmüyorum. ulus-devlet sosyalizmi hedefleyenlerde işin sonunda ulusalcılarıdr. kendilerine marksist-leninist demeleri bir şey değiştirmez. ulus devlet sosyalizmine yönelen sovyetlerin gittiği yerde kemalizmden çok frklı değildir. ulus-devlet sosyalizmi düşünen ve bunun mümkün olduğunu düşünenlerin varacağı yer perinçketen farklı değildir, perinçekin öbürlerinden farkı “müttefikleriyle” çok çabuk işbirliğine girmeye çalışmasıdır.

  51. Efendisizler grubunun alkol, sigara, uyuşturucu sorunlarına getirdiği çözüm önerilerinin sistem içi reformist mantık duvarlarını aşamayan nitelikte olduğunu dozunda bir ironiyle vurgulayan ‘ayyuk’lar; sıra kendi çözüm önerilerine geldiğinde ‘ideal toplum’ düzenine güdümlü füze gibi kilitlenip –şu anda, burada- olduğumuzu ıskalayan bir perspektife yerleşiyorlar..
    O zaman orada kapitalizmin dejenere ettiği insan özüne kavuştuğunda ‘zaten’ şöyle olacak böyle olacak.. da şimdi ne yapılacak ?
    İdeal tasavvuru gözden kaçırmadan eylemek gerek de, ‘ne’ eylemek gerek gibisinden..
    Bireyin tüm özgürlüklerini olduğu gibi özyıkım özgürlüklerini de gözetelim mi deniyor?

    yazıdan alıntı:
    “Bir toplulukta, herhangi bir bireysel etkinlikten kim rahatsız oluyorsa, o değiştirmelidir yerini, etkinlikte bulunan değil.”

    Bireysel etkinliğin sınırları nedir?
    Bir barda adamın biri gelip yanınızda durarak mastürbasyon yapmaya başladı diyelim –son derece bireysel bi etkinlik olduğunda hemfikir olmayanımız yoktur sanırım bunun-. Üstümüz başımız sperm olmasın diye iyi günler deyip mekanı terk etmekle mi yükümlüyüz?
    Yoksa ideal düzende insanlar cinselliklerini özgürce yaşayabilecekleri için böyle ‘bireysel etkinlikler’ de bulunmayacaklar deyip, omzumuza düşecek birkaç damladan rahatsız olmamaya mı bakıcaz..

    Asıl bu bakış, ideal düzendeki insanı, tıpkı mevcut sistemin yapılandırmaya çalıştığı ‘steril’ kimliğe oturtmak değil midir?

    Ya öyle olmazsa yani?

    Yalnızca ütopyalar üzerinden kurgular yapan zihinler, mevcut sistemin ana yakıt kaynaklarından değil mi ki?

    “yarın her şey güzel olacak, bugüne katlanmaya bakalım”

    distopyalara da bir göz atmak gerekir..

    kötü iyimserlikten, iyi kötümserlik yeğdir..

  52. akpli mesela aylardır kendini tatmin ediyor burada. 🙂

  53. Uzaktan ancak o kadar.

  54. google görsellerde gün zileli yi arattım perinçek çıktı.. hayırdır inşallah..

  55. 19 Mayis bitik bir bayram

    1.19 Mayis’ta TV’ler ülkenin her yöresinden stadyum kutlamalarini gösterdi. Izmir dahil her yerde tribünler bombostu. Artik kimse bu fasist, ilkelliklere yüz vermiyor.
    -Hayaldi gerçek oldu, Ak Parti (!)-
    2.BDP’liler 19 Mayis törenlerini ulkenin her yerinde protesto ve boykot ettiler. Bir il hariç: Tunceli (yani Dersim). Stockholm sendromu BDP’yi de etkilemis.