ŞAKA – Jaromil Jires

(Yön. Jaromil Jires, Yapım yılı: 1970)

20. yüzyılın en önemli romancılarından biri olan Milan Kundera’nın ilk romanıdır Şaka. 1967’de Çekoslovakya’da yayınlanan ve büyük ilgi gören roman, 1970’te Çek yönetmen Jaromil Jires tarafından sinemaya uyarlanmış.

Film Ludvik Jahn’ın “kin dolu bir niyet”le, yirmi yıl önce terk etmek zorunda kaldığı Bratislava’ya,  kendi deyişiyle “küçük bir görev” için dönüşünün iki gününü kapsıyor. Bu dış çerçeve içinde Ludvik’in doğup büyüdüğü kentten 1949’da sürgün edilişinin hikayesi de geçmişe dönüşlerle aktarılıyor.  Ludvik’in kente gelişi, bir otele yerleşmesi, eski arkadaşlarından birinin adresini bulup ona uğraması, kentten sürgün edilişinin müsebbiplerinden biri olan Paul Zamanek’in karısı Helena ile tanışması ve onunla ilişkisi, Ludvik’in “kin dolu niyet”inden arınması kurgunun şimdiki zamandaki dizinsel ilerleyişi. Şimdiki zaman sürekli olarak geçmişe dönüşlerle kesintiye uğrayarak ilerler. Geçmişe dönüşler de belli bir tarihsel dizilim içindedir.

1948’de Çekoslovakya’da Komünist bir devrim gerçekleşmiş ve devrimi halk coşkuyla karşılamıştır. Ludvik bu dönemi; “Sanki tarihi biz yönetiyorduk” şeklinde, sevgilisini de “Margaret sanki zamanın ruhuydu” biçiminde niteliyor. Ancak 1 Mayıs kutlamalarından söz ederken “Eğlenmek bir görevdi; ciddi bir işti.” yorumlu tespiti ve kutlama sırasında halkın Çekoslovya yerine “Yaşasın Sovyetler Birliği. Barış tabyamız” sloganları, bir yapaylık sorunu olduğuna dikkat çekiyor.

Ludvik’in sevgilisi Margaret, parti içi eğitim için Prag’a gidiyor, yazdığı mektupta da Ludvik’e “Sağlıklı bir ruhum var. Çok şey öğrendim. İyimserliğin gücünü biliyorum. Yeni şarkılar öğrendim. Paul bize yeni şarkılar öğretiyor.” diyor. Film boyunca halk türkülerinin unutturulması, folklorik geleneğin kayboluşu sıkça vurgulanıyor. Başka bir sahnede Helena, Ludvik’e “O güzel günleri hatırlıyor musun? Bütün o müzikleri. Gençler o halk türkülerini unuttular.” diyordu. Müzisyen olan Ludvik’in en sevdiği ezgi bir halk türküsü olması da bu konuyla bağlantılı bir durum. Filmin sonunda meyhanedeki kalabalık, orkestranın çaldığı müziklere hiç ilgi göstermezken orkestranın, “onları gerçekten mutlu etmek” için halk türküsü çalmaya başlaması ve kalabalığın eğlenceye katılması bu konunun önemle üzerinde durulduğunu gösteriyor.

Ludvik’in Margaret’e yanıtı ise “pek düşünülmeden” yazılmış olsa da rejimin abartılı yapaylığına dikkat çekmek içindir. Romanın yazarı Milan Kundera’nın varoluşçu felsefenin etkisinde olduğunu düşünürsek Ludvik, baştan sona varoluşçu bir tiptir, kendisini hiçbir şekilde etkin olarak ortaya koymaz. Filmde ise her ne kadar politik manzara öne çıkarılmaya çalışılsa da karakterlerin kendi hayatları üzerinde etkin olmayışları, bir bütünün parçaları olarak sürüklenmeleri, filmin de varoluşçu karakterini ortaya koyuyor.

Ludvik; “İyimserlik afyondur. Sağlıklı ruh kokuşmuş bir aptallık. Yaşasın Troçki. Ludvik’in.” diye yanıtlar aldığı mektubu. Margaret olumsuzladığı bu mektuptan partiyi de haberdar eder, “Partinin bunları bilmeye hakkı var.” der.  Parti hemen soruşturma başlatır ve soruşturmayı Ludvik’in en yakın iş arkadaşları yürütür. Ludvik nihilizmle ve Troçki’nin hangi kitabını okuduğu, kitabı nerden bulduğu sorulur ona. Ludvik mektubu “düşünmeden” yazdığını söylese de yazdıkları “bilinçaltının dışavurumu” olarak değerlendirilir ve görevli olduğu öğrenci konseyinden atılır. Ludvik ise kendini savunmaz bile. Parti, Margaret’ten Ludvik’i terk etmesini ister; ancak o bunu kabul etmez; o, Ludvik yaptığından “suçluluk” duyarsa ona bağlı kalmayı sürdürecektir. Ludvik ise yaptıklarından “suçluluk” duymaz ve Margaret’i kaybeder.

Parti Ludvik’i yargılayacak ve “ıslah edilmesi” için sürgüne gönderecektir. Yargılama sürecinin başkanlığını Ludvik’in arkadaşı, partinin propaganda şarkıcısı Paul Zamanek yapar. Paul, oy kullanacak partilileri etkilemek için Gestapo’ya esir düşmüş komünist Fuçik’in mektubuyla, Ludvik’in mektubunu karşılaştırır. Başka bir ülkede, başka bir tarihsel koşullarda yaşamış birinin kıstas alınması ise ilginç bir durumdur. Ludvik, sevgilisi Margaret’in oyu da dahil tüm üyelerin oyuyla partiden ve öğrenci meclisinden atılır, sürgüne gönderilir. Sürgüne gönderilenler “ıslah edilmesi gereken” ve “cumhuriyet düşmanları” olarak görülen memurlar, sanatçılar vb. kişilerdir. Ludvik sürgünde; bir buçuk yıl askerlik yapar, bir yıl askeri cezaevinde kalır ve üç yıl madende çalışır. Yaptığı “şaka”, altı yılına mal olmuştur. Sürgün bitiminde de 14 yıl boyunca Bratislava’ya dönmez.

20 yıl aradan sonra döndüğünde onunla ilk temasa geçen, radyocu Helena olur. Ludvik, Helena’nın, kendisini sürgüne gönderenlerden biri olan Paul Zamanek’in karısı olduğunu öğrenir. Helena’da yalnızlık duygusu içinde olduğunu fark eder ve onunla yakınlık kurar. Bratislava meydanındaki Aziz heykellerinin önünde Helena, Ludvik’e heykelleri göstererek “Neden mistisizmi bırakıp hayatı kutlamıyoruz?” der.  O da geçmişi unutup “şimdi”yi yaşamak isteyen biridir. Ludvik’le birlikte olur ve ona aşık olur. Ancak Ludvik, kendisini bu ilişkiye neyin ittiğini bilemez ve “nefret dolayısıyla” birlikte olduğunu ifade eder. Ludvik öznesi olmayan bir nefret duygusu içindedir. “İntikam” duygusu vardır ama intikam alacağı kimse yoktur; insanlar sadece sistemin yönlendirmesi içindedir.  Filmin sonunda Helena’yı üzdüğü için Helana’nın asistanı Ludvik’e saldırır; ancak Ludvik asistanı döver ve “Asıl dövmek istediğim sen değilsin” der. Ancak kim olduğunu kendisi de bilmez.

Filmde önemli motiflerden biri Kral Koşusu’dur. Kral Koşusu geleneksel bir at yarışıdır; bu koşu bir şenlik havasında halkın coşkulu katılımıyla gerçekleşir. 1 Mayıs kutlamaları yerine Kral Koşusu öne çıkar. Jaromil Jires filmlerinde düğünler, geleneksel giysiler ve törenler, mitler ve çeşitli folklorik motiflere sıkça yer veren bir yönetmendir. Ludvik, Bratislava’da sokağa ilk çıktığında at üstünde 9-10 yaşlarında bir erkek çocuk görür; çocukla bakışırlar. Bu sahne adeta bir simge gibidir. Çocuk geleceği, atsa geleneği temsil etmektedir. “Tarihi yönlendirmek” gibi derdi olan kendi kuşağı hayattan çekilmiş, Paul’ün sevgilisi Vera ve Helena’nın asistanı “yalnız kendilerini düşünen” bir kuşaktır ve geleneği çoktan unutmuşlardır.

Varoluşçu bir romandan uyarlanan Şaka, politik Stalinist bürokrasinin Doğu Avrupa ülkelerindeki siyasal ve kültürel olumsuzluklarını, kaybolmuş kuşakların hikayesini ortaya koymaya çalışan, sanatsal niteliği güçlü bir film.

Arif ARSLAN

Hakkında Gün Zileli

Okunası

Fikret Başkaya / Mezarlıkları ne zaman imara açacaksınız?

“Modernlik, insanların geçim araçlarına sistematik olarak yabancılaşmasından ve hayatın bekasını sağlayan doğal ortamlar ile ekosistemlerin …