Angus Kovalayan Bir Halk

Angus Kovalayan Bir Halk… Macaristan’dan getirilip Boğaz köprüsünden Anadolu’ya geçirilen Angus adı verilen büyükbaş hayvanların canlarını kurtarmak için verdikleri mücadelenin hazin görüntüleri televizyon ekranlarına yansıdı. “Halkımız”dan birinin, kendi vahşetini görmeyerek, “vahşi bunlar yahu” demesi ise artık mizahın boyutlarını bile aşacak nitelikteydi. Esas üzücü olan vahşet değil. Buna alıştık çoktan. Esas üzücü olan, bu vahşetin en önünde çocukların ve delikanlıların yer alması. Hayvanı kovalıyorlar, yakalamaya çalışıyorlar, yakaladıklarında yere yıkıyorlar, bağlıyorlar. Yakalayamadıklarında hayvanın ayaklarına ateş ediyorlar. Kesiyorlar, kesiyorlar, kesiyorlar… Sonra da siz gelin bu gençlerden vicdan bekleyin. Haksızlığa karşı çıkmalarını bekleyin. Arkadaşlarını ihbar etmemelerini bekleyin. Gerçeğin savunucusu olmalarını bekleyin. Merhametli olmalarını bekleyin. Zayıfın, kovalananın yanında yer almalarını bekleyin. Adaletli olmalarını bekleyin. Şiddete karşı olmalarını bekleyin. Üstlerinin yanlış uygulamalarına karşı çıkmalarını bekleyin. Eleştiri yapma cesareti bekleyin. Canilerin karşısına dikilmelerini bekleyin. Bu kurban bayramlarında kurban edilen yalnızca, canlarını kurtarmak için umarsızca kaçışan hayvan kardeşlerimiz değil. Esas kurban edilen, insanlığa ait olan her türlü güzel haslet… Koca bir gelecek… Umut… Gün Zileli 16 Kasım 2010

Hakkında Gün Zileli

Okunası

Fikret Başkaya / “Muasır Medeniyeti yakalayıp üstüne çıkmaktan” “Türkiye Yüzyılı’na”… Bir iflasın kısa öyküsü…

“Bir toplumsal formasyonun başarısı düne göre bugün neye sahip olduğuyla değil, fakat karşı kaşıya olduğu …

34 Yorumlar

  1. bence yazılanlar saçma. çünkü bunlar bizim geleneklerimizdir.asıl bunlardan vazgeçtiğimiz zaman umudumuzu ve geleceğimizi yok ederiz.şimdi düşüneceksiniz ki sadece böyle öğrendiğin için böyle söylüyorsun.ama iş sadece gelenekler değil. kurban kesmek bir politika malzemesi olmamalı….

  2. Marksist gelenek, Troçkist gelenek, Stalinist gelenek derken geldik bir başka tür gelenekçiliğe. Kurban kesme geleneği. Bu kardeşimize soracağım şu: Böyle bir katliamdan, böyle bir acımasız gelenekten nasıl bir gelecek ve umut bekliyor acaba. Beni ikna ederse, belki ben de bir kurban keserim 🙂

  3. Kurban kesmeye ucuz diye araba tepesinde 3 gün 3 gece Bulgaristan’a gidenler varsa saçma olan o gelenektir. Geleneği sorgulayan, kan revan içindeki sokaklara isyan eden bir yazı/fikir değil…

  4. Umudu ve geleceği din, inanç, gelenek adı altında canlı katlederek meşrulaştırmaktır asıl politika malzemesi. Bireyin kendi açgözlü hedonist zevklerini (kandaki kırmızı et kaynaklı demir, kolesterol ve daha bir sürü ıvır-zıvır düzeyini yükseltecek) meşrulaştıracak söylemdir politiklik.

    Gelenek neden sorgulanmazmış hem? Allaha peygambere tapıyorsan tap, geleneğe neden tapıyorsun? Avcılık ve toplayıcılık devrinde misin? Onlar bile evrimleşip dönüştü, tekerleği bulup sana yol açtı, uzaya bile gittin. Hala hiç değişmedin….

  5. Söylenenler doğru fakat başka zaman hergün et yiyenlerin de çok farkı yok sanki. Misal benim. Et yemeyi seviyorum 🙂

  6. Arkadaşım helal olsun bu görseli yapana! Kimsiniz allasen? Mc Donalds meleği… süper süper.. Caravaggio da desteklerdi eminim o da hep meleği ve şeytanı ters köşe yapmış..

  7. benim üzüldüğüm nokta hayvanlara çektirilen eziyettir türkiyede hiçbir şeyde sistem olmadığı için kurban bayramı da çok çirikin görüntülere sahip olmuştur:S

  8. Hayvana eziyet çektirmeden yapılan “kesim” de vahşet bana göre… “Kurban” geleneğinin kendisi vahşi….

    Anti-pop’un ve Zileli’nin eline-ağzına sağlık. Tüm duygularımı dile getirdiniz. Kurban fantezisi tutsağı cangıllara kapak olsun.

  9. Demek ki İbrahim oğlunu kesseydi bu gün de evin erkek çocuğu kurban edilecekti..

    Erkek çocukla koyun/inek/angusun farkı yok ki…

  10. Halk kovalayan bir angut

    “Neden bizi desteklemezler” diyerek yaptiklari anlamsiz tartismalardan sikilarak halka küfretmeye baslayan angutlardan biri, hayati boyunca örnek aldigi totaliter liderlerinin ve dahi burjuva nihilisti kriminel asalaklarin vahsetini görmeden kendi halkina vahsi diyerek, Stalin, Lenin , Troçki ve Atatürk’ün yaninda yerini aliyor, beyefendi bu halktan memnun degilseniz Isviçre’nin fasist ruhlu angutlarindan, söyle mavi gözlü, sari saçli damizliklar getirelim, malum Abdullah Cevdet biraderiniz de bu yollardan geçmisti.

  11. Yukardaki arkadaş beni hedef almış sanırım. Birkaç küçük açıklama yapayım: birincisi, ben halka vahşi demedim. Hayvanları kovalayanlardan birinin kendi vahşetini görmeyip “vahşi bunlar” demesinin gülünçlüğüne dikkat çektim. Öte yandan bu “vahşi” sözcüğü de sorunludur aslında. Genelde uygarlık dışı halklara uygarların taktığı addır bu ki, ben bu halkları tenzih ederim. Esas “vahşi” olanlar uygar olduklarını söyleyenlerdir. Yani anlayacağınız gibi ben bir modernist değilim, hatta modernizmin karşısındayım. En büyük hayvan katliamını gerçekleştiren de uygar denen dünyadır. Görselimizde görüleceği gibi esasen Mc Donald’ın temsil ettiği batı hedef alınmıştır. Halktan memnun olmak ya da olmamak söz konusu değildir. Ama şu da bir gerçektir ki, halkın kendini kültürel bakımdan değiştirmesi zorunludur. Halk dalkavukluğu ile bir yere varılamaz. Abdullah Cevdet gibileriyle hiçbir benzerliğim ya da ortaklığım yoktur. Nasıl İslami tutuculukla bir bağlantım yoksa. Bir taraftan bir tarafı tutmak zorunluğumuz yok. “Bizden değilsin, öyleyse karşı taraftansın” mantığı basit bir faşist mantıktır. Ben neysem oyum. İlerlemeci zorbalığa da gelenekçi gaddarlığa da aynı şekilde karşıyım.

  12. Hah hah hah… öbürsünüz vallahi… Nereden çıktı şimdi bu isviçrae bahti. Nedir bu mavi göz sarı saç edebiyatı. Ne yani mavi gözlü sarı saçlı olanları yok mu edeceksiniz, Hityer’in Yahudilere yaptığı gibi mavi gözlü sarı saçlı olanları bir toplama kampına mı toplayacaksınız yoksa. İnsanların göz dengiyle, saç rengiyle neden uğraşılır bilmem ki… Ben burada herhangi bir “halka küfür” de görmedim. Peki halk eleştirilemez mi? Neden hemen “küfür ediliyor” damgası. Bakın ben, zavallı Hurşit kulunuz Allahı bile eleştirmeye cüret ediyorum. Allah kendi yarattığı canlıların başka canlılar tarafından kesilmesini emrederek önemli bir hata yapmıştır. Bence bu kararını geri alan bir ayet yollayıp hatasını düzeltse çok iyi eder.

  13. Düzeltilmiş hali. Sürcü lisandan kurtulamıyoruz bir türlü:

    Hah hah hah… ömürsünüz vallahi… Nereden çıktı şimdi bu isviçre bahsi. Nedir bu mavi göz sarı saç edebiyatı. Ne yani mavi gözlü sarı saçlı olanları yok mu edeceksiniz, Hitler’in Yahudilere yaptığı gibi mavi gözlü sarı saçlı olanları bir toplama kampına mı toplayacaksınız yoksa. İnsanların göz dengiyle, saç rengiyle neden uğraşılır bilmem ki… Ben burada herhangi bir “halka küfür” de görmedim. Peki halk eleştirilemez mi? Neden hemen “küfür ediliyor” damgası. Bakın ben, zavallı Hurşit kulunuz Allahı bile eleştirmeye cüret ediyorum. Allah kendi yarattığı canlıların başka canlılar tarafından kesilmesini emrederek önemli bir hata yapmıştır. Bence bu kararını geri alan bir ayet yollayıp hatasını düzeltse çok iyi eder.

  14. Bu arkadaş neden sinirlenmiş ki? Üstelik iyi bir avukat da değil. Müslümanların iyi taraflarını da belirtelim ama hata ve kusurlarını da ortaya koyalım. Bu hayvan kovalama işi gerçekten bir rezalettir. Bu konuda bir kelamı var mı?

  15. Halk Kovalayan Bir Angut’a;

    Öncelikle, kendini halkın savunucusu/sözcüsü ilan etmen neden ileri geliyor? Aynı angusları parıldayan gözlerle katletmekten mi?
    Bu kurban kesme olayını da kutsayıp rafa kaldıran çoğunluktan biri olmandan mı?
    Yıllardır yapılan bu. Oruç tutmaya laf yok, kurban kesene laf yok. Olur. Başka?
    Yine küfüre geçeceksin sen, kızdığında (neden kızdığını da anlamıyorum, bi laf edip beni de düşündürtebilirsin oysa) atladığın level bu oluyor… Halkı, kutsalı arkana alıp karakter zaaflarını kapatıyorsun… Genelde yapılan hep bu.

  16. “Kurban kesimi iptal edilmiştir. Ey inananlar, bırakın artık bu hayvanları öldürmeyi. Benim ihtiyacım yok buna. Zavallıların ne suçu var bre…”

  17. Dervisin fikri ve zikri ve karakter zaafi

    “Sözcü”lük ve “Gözcü”lük halk adinacilarin, halka ragmencilerin, durumdan vazife çikaricilarin, kendinden menkul kerameti (marksizmi, leninizmi, kemalizmi de diyebilirsiniz buna) olmakla birlikte benimle uzaktan yakindan ilgisi yoktur. Oruç tutmayana hakaret etmek ne kadar angutluksa, oruç tutana hakaret etmek de o kadar angutluktur. Kendisi et yiyen herhangi birinin kurban kesimine “vahset” adi altinda tepki vermesi de budur. Burada aslinda metoda degil, gelenege saldiri var ve tabii ki bu da olabilir ama hakaret etmemek kaydiyla, çünkü isteyen gelenege uyar, istemeyen uymaz ve de kaz cigeri nasil elde edilir, ABD ve AB’de mezbahalardaki uygulamalara karsi GAYA adli kurulus nasil mücadele veriyor tüm bunlari bilmeyenler, Brigitte Bardot adli irkçi fasistin agziyle Islamofobya kampanyalarina katiliyorsa; kusura bakmayin ama sol adina, tanritanimazlik adina antisemit kampanyalara katilan 1905 modeli Fransiz anarsistlerinden hiçbir farkiniz yok, bu hatalara düsmeyin, kendinizi açiklamak zorunda da kalmayin. Bu arada karakter zaafi derken ?????

  18. Yukarıdaki mesaj üzerine bir açıklama zorunlu oldu: İslamofobik değilim. Başörtülü kızların okullara alınmamasına başından itibaren karşı çıktım. İsviçre’de yapılan minare yasağı referandumunda minare yasağına karşı çıktım. Daha birçok örnek verebilirim. Gelenekle savaşmak noktasına gelince. Geleneğin bütünüyle değil ama saçma sapan ritüelleriyle (kurban gibi) mücadele etmek gereğini düşünüyorum. Küfür değil. Öte yandan gerçeği teslim etmek zorundayım. Gerçekten de, hem kurbana karşı çıkıp hem de et yemek tutarsızlıktır. Bu konuda ben de Ertan gibi özeleştirimi vereyim. Gerçi ben kendisinin ifadesiyle “etsever” değilim ama bir yere gittiğimde, sosyal ortamlarda et yerim. Bireysel günlük hayatımda ise et yemem. Aslında, kendim için söylüyorum, en doğrusu vejateryen olmamtır biraz daha radikal bir tutum alıp. Fakat pratiğe geçiremedim bugüne kadar bir türlü. Yine de tutarsızlığıma dikkat çektiğiniz için size ve Ertan’a teşekkür ederim.

  19. bir dinin gerekleri, gelenek değildir.

  20. Yahu neden kavga ediyorsunuz ki. Kurban kesmek anti modernist bir ritüüeldir ve işçi sınıfının (halkın!!) tercihidir o halde biz de jakoben olmadığımıza göre haydi kurban keselim ki halkımızla bir olalım.

    İroni bir yana da bu zihniyetle tartışmak mümkün değil. Hemen bir taraflarından bir sarı saçlı mavi gözlü islamofobik BB çıkarıyorlar. Aman yarabbim…

  21. Kurban bir ilkel çağ geleneğidir. İlahlardan korkan ilkel halk başka canlıları kurban ederek onların gazabından korunmak istemiştir. Oysa ilahların veya Allah’ın böyle bir şeye ihtiycacı yoktur; kurban tamamen insanların kendini rahatlatma çabasıdır. Günümüzde olay bu rahatlatmadan da çıkmış, “yılın şu döneminde biraz et yiyelim” düşüncesine dönmüştür. Olay bundan ibarettir, gerisi boştur.

  22. Kendi et yerken Kurban Bayramı’nı eliştirmenin tutarsızlık olduğu fikrine karşıyım. Beslenme üzerine eğitim almış bir sporcu olarak et tüketiminin gerekliliğini savunuyorum. Sadece protein değil, vitamin/mineral ihtiyacımın tamamını bitkisel gıda tüketimine dayadığımda sindirim problemleri ve sancılar yaşıyorum. Bir sporcunun makro ve mikro besin ihtiyaçlarının bitkisel ürünlerden sağlamasının zorluğunu geçtim, fazla lifi tolare edemeyen bir vücudum var. Et tüketimi ve insan vücudu hakkında saatlerce yazabilirim lakin konu bu değil.

    Sağlık açısından değil etik olarak bakıldığında, tarım uğruna milyonlarca böceğin, çekirgenin, farenin öldürüldüğünü gözardı etmemek gerekir. Ayrıca azot, fosfor gibi tarımda olmazsa olmaz elementler de hayvani ürünlerden alınıyor, özellikle kandan. Bu açıdan hayvansal ürünler olmadan bitki de yetişmez. Michael Phillips, The Apple Grower isimli kitabında bir mezarlıktaki elma ağaçlarının köklerinin nasıl mezarların içlerine doğru ilerlediğini ve ölülerden beslendiğini anlatır. Yani ölüm ve yaşam birbirinin zıttı değil, birbirini tamamlayan iki olgudur. Örneğin ağaçların bebeği de tohumudur, yani meyvelerdeki çekirdektir. Ağaç, tüm gücünü, bebeğini yani o çekirdeği korumaya adar, o yüzden çekirdeği çevreleyen meyveyi kaloriyle doldurur, bizim için yapmaz bunu. Ama biz koparır yeriz. Pirinç dediğimiz şey de canlı, milyonlarca bebek aslında. Biz canlı canlı kaynatıyor, yiyoruz. Bir hayvan öldürmekle bunu bir tutmak komik gelebilir, ama hiçbir canlıyı öldürmeden yaşayamayacağımızı göstermek açısından söyledim.

    Peki hayvani ürünleri tüketen birisi, Kurban Bayramı’na karşı olabilir mi? Bence gayet olabilir. Çünkü, et tüketen biri olarak, bunu zevk alarak yapmıyorum. Bir katliamın da festivale dönüştürmesini desteklemiyorum. Çocukların alnına kan sürülmesini desteklemiyorum. Hayvanları sıra sıra dizip kendi türleri kesilirken onlara da psikolojik işkence çektirmeyi desteklemiyorum. Kaçan hayvanların bacaklarının canlı canlı kesilmesini desteklemiyorum. Çocukların televizyon başında olduğu saatte haberlerde bu vahşetin yayınlanmasını doğru bulmuyorum. Kurban Bayramı’nın “fakirler et yesin”le falan ilgisinin olduğunu düşünmüyorum. Zaten 3’te biri evde kalıyor, dağıtılanın yarısı da başka kesenlerle takas şeklinde geçiyor. Ayrıca kurban, içerisinde insan kesme ritüellerinin olduğu dinlerden gelen bir gelenektir. Bunun yansıması üç büyük dinde de vardır. Hz. İbrahim, bir peygamber olarak Tanrısının, oğlunu kesmesinden hoşnut olacağını düşünmüştür. İnsan kurban etme ritüellerinin bunun gibi pekçok yansıması Eski Ahit’te görülüyor. Tekrar söylüyorum, Kurban Bayramı’nın amacı, Allah’a kurban vermektir. Fakirleri doyurmak değil. Bunun farkında olan Diyanet İşleri Başkanlığı, bağış fikrine sıcak bakmaz. Hatta kasaptan et alıp dağıtmaya sıcak bakmaz. Eylemin kabul olması için, belirlenen müddet içerisinde, Allah’a kurban niyetiyle, belli şartlar altında, o kanın dökülmesi gerekir.

    Kurban geleneğinin Kuran’daki açıklamasına göre de Hz. İbrahim, rüyasında oğlunu Allah’a kurban ettiğini görüyor, bunu da gerçekte yapacakken ona bir kurban veriliyor. Şimdi sormak lazım, “peygamberleri örnek alması gereken” herhangi bir müslüman, bu ayetten hareketle, aynı rüyayı görüp, Allah tarafından Hz. İbrahim gibi test edildiğini sanıp çocuğunu kesmeye kalksa ne olacak? Geçenlerde bir haber okumuştum, İngiltere’de polise bir ihbar geliyor, polisler mekana gittiklerinde bir kadını, 4 yaşındaki kızının kalbini çıkarmış halde, yüksek sesle Kuran-ı Kerim mp3’ü dinlerken buluyorlar. Çıksa kadın bu ayeti işaret etse ne olacak şimdi? Buna münferit bir olay deyip geçecek miyiz? Ki belirteyim; Ben de kesinlikle islamofobik değilim. Herhangi bir dine mensup insanların, dinlerinin dünyevi yansımalarına (Bu yansımalar, başkalarının hayatlarına müdahale etmediği sürece), kısıtlama getirilmesine karşıyım. Fakat Kurban Bayramı’nı eleştirmek, din, vicdan ve bir adım ötesi, dini yaşama özgürlüğünü savunmayla çelişmediği gibi, kanımca et tüketimi ile de çelişmiyor. Başka bir deyişle, bu ritüelin ve bunun bir bayram havasına çevrilmesinin eleştirisi, din faşizanlığını veya vejateryanlığı, hatta veganlığı beraberinde getirmek zorunda değil.

    Kurban Bayramı’na karşı olduğum gibi, et endüstrisine, McDonalds’a, vs. de karşıyım. Lakin otobur da olmadığımızı, hatta paleolitik dönemde diğer primatlardan ayrılıp, tahıl ve bakliyatın olmadığı bir ortamda fazla et tüketimine adapte olduğumuzu ve bunun, türümüzün evriminin önemli bir parçası olduğunu düşünüyorum. Fakat hayvanların doğal ortamlarından kopartılmamasını, bunun bir ticarete dönüşmemesini, hayvanlara kötü muamele edilmemesini, sadece ihtiyaç kadar tüketilmesini savunuyorum (Hiçbir tür, ihtiyacından fazlasını öldürmez, öldüreceği hayvana da işkence yapmaz, insan dışında). Bu ikisi arasında da bir çelişki görmüyorum. Ayrıca hayvani gıdaların insanlara zarar vermesinin ana nedeni, et endüstrisinin, hayvanları doğal diyetlerinde bulunmayan ürünlerle beslemesindendir. Bu hayvanların özellikle yağ kalitesi düşmektedir. Yoksa, sağlıklı kişilerde, gıda ile alınan kolesterol, kandaki kolesterolü (Özellikle kötü kolesterol denen LDL’yi) artırmaz. Yukarıda kolesterol vs. denmiş, belirteyim dedim.

    Anlamıyorum, et yiyorum diye Kurban Bayramı’ndaki zulmü, otoyoldaki hayvan kıyımlarını, kedi cinayetlerini, hayvanlara yönelik tecavüzleri, kürk için hayvan katletmeyi ve dahasını görmemeli miyim? 3 tane en yakın dostum olarak gördüğüm, geçenlerde birinin ortadan kaybolmasından dolayı uyuyamadığım kedim var. O zaman bunları da vejeteryan bir diyete mi tabi tutmalıyım? (Sonuçta onlar da vejeteryan diyet sonucunda ölmüyorlar – Ki kediler, bitkisel gıdaları köpekler kadar bile tolare edemezler, buna rağmen yaşayabiliyorlar.)

  23. DEVELER, MÜSLÜMANLAR VE İNSANLAR
    Mehmet Yıldız
    Her “kurban bayramı” ile birlikte Müslüman ülkeler tarafından her yıl aynı anda tekrarlanan son derece mide bulandırıcı, insana “Müslümanların kestiği asla yenilmez” dedirten bir vahşete tanık oluyoruz.
    İnsanlık Müslüman barbarlığı karşısında çaresizdir. Katillerin dini olan İslam kan dökmeyi ve toplu katliam yapmayı kutsuyor. Sevaba girmek isteyen Müslümanlar hayvan boğazlıyorlar. Her yıl tekrarlanan bu vahşet öldürmek ile sevaba girmek arasındaki nedensellik bağını doğal bir fenomen düzeyine çıkarıyor. Katiller katilleri yetiştiriyorlar. Canilik ibadettir. Canilik Muhammet’e yakın olmak ve cennetin kapısına yönelmektir. Müslümanların tanrısı yahut Allah katilleri sever. Katillik ve acımazsızlık iyi Müslüman olmak demektir.
    Dersim dininde reddedilmesi gereken bir unsur var ise o da Müslümanlar gibi kurban kesmektir. Dersim dini İslam’ın tüm etkisinden kurtulmak ve arınmak zorundadır. Dersimlilerin Müslümanlar gibi hayvan boğazlamaktan vaz geçmeleri bir elzemdir. Dersim spiritualizmi Müslümanlar gibi hayvan boğazlamak suretiyle bir ölçüde kirletilmiştir.
    İslam insanoğlunun en büyük belalarından biridir. İslam karşısında insanoğlu Karaçi’de ayağı bağlandığı halde kaçarken göğsünden bıçaklanan bir devedir. Devenin ağlaması ve gözyaşları Müslümanlar için müzik ve sevinç gösterisidir.
    Sahi Müslümanlar müziğe ve gözyaşlarına duyarlı mıdırlar?
    Develerin müziği hissettiklerini ve müzik nedeniyle develerin gözlerinden yaş geldiğini, yani develerin müzik terapisine çok duyarlı olduklarını biliyorum. Peki Müslümanları da aynı biçimde tedavi etmek mümkün mü? Hiç sanmıyorum… Müslümanlar develer kadar hassas bir ruh haline sahip değildirler. Müslümanlar sevaba girmek için çok acımasız bir biçimde müziğe duyarlı ve ağlayan develeri sokak ortasında ayakları bağlı olduğu halde kaçmaya çalışırlarken göğüslerinden bıçaklıyorlar.
    Müslümanlarla aynı ülkede yaşıyor olmak büyük bir talihsizliktir. İslam insanların ve hayvanların başına gelmiş en büyük felaketlerden biridir. Müslümanın kestiği kurban etini yemek günahtır. Müslümanlar arasında yaşamaktansa develer arasında yaşamak ve develere keman çalınırken mutlaka orada olmak isterim.
    Birkaç gün önce bir televizyon kanalında hayvancılık yapan bir Moğol ailenin günlük yaşamını belgeleyen bir film izledim. Moğol ailenin koyunlarına ve develerine tıpkı çocukları gibi sevgi ve şefkat ile baktıklarını gördüm. Üç çocuk sahibi olan evin gelini çocuklarına gösterdiği müthiş sevgisini develerinden ve koyunlarından da esirgemiyordu. Deve yavruları ve kuzular ise tüm ailenin sevgi odağı idiler. Moğol bir çocuk olarak annesinin emzirmediği deve yavrusunu biberonla beslemek mutluluktur. Müslüman bir çocuk olarak göğsünden bıçaklanarak öldürülen devenin etini yemek ise ruhen sakatlanmaktır.
    Doğum yapan develerinden biri yavrusunu emzirmeyi reddedince, Moğol aile tanıdıkları bir müzisyenden yardım istedi. Evin gelini yavrusunu emzirmeyi reddeden deveye bir enstrüman (çello ile keman arası bir müzik aleti) eşliğinde şarkı söyledi. Kadın hem şarkı söylüyor hem de deveyi okşuyordu. Bu esnada devenin gözlerinden yaşlar geldi. Terapinin sonunda deve yavrusunu büyük bir tutkuyla emzirmeye başladı. Sonuçta anne deve mutluydu. Yavru deve mutluydu. Müzisyen mutluydu. Moğol gelin mutluydu. Moğol çocuklar mutluydu. Ben de mutluydum.

    http://mamikiye.blogspot.com/2007_01_01_archive.html

  24. Bu kisinin yazdiklari beni sasirtmadi, bazi Alevilerde Müslüman düsmanligi o kadar ileri gitmis ki 1938’de kendilerini yakan Kemalistlere yardakçilik yapiyorlar. Agzinizdan köpük saçarak müslümanlara küfredin bakalim, Kemalistler size ne madalya takacak, gerçi onlarin gücü yetmezse siyonistlerden de aferin alabilirsiniz.

  25. islamiyet elestirilir , alevilik de elestirilir

    Anarsist veya marksist tanritanimaz veya bilinmezci olabilir, her dini elestirebilir. Ama nedense hep Islam elestirilir Türkiye’de, Kemalistlerin istegi dogrultusunda. Elestirilebilir ama Alevilik de elestirilsin.
    1. Babadan geçen bir mensubiyet, yani bir kabile dini.
    2. Din adamligi da babadan geçiyor, dedelik kurumu hanedan baskisi yaratmakta.
    3. Mahalle baskisinin zirvesi olan din mahkemesi ve afaroz sistemi var.
    4.Ritueller çok ayrintili, sosyal isbölümünü yansitiyor.

    Sonuç: Nereden baksan ilkellik. Türk solunun ilkelligiyle iyi örtüsmekte.

  26. Anonim arkadaş iki şeyi birbirine karıştırmış. İslam kültürünün geri yanlarıyla mücadele etmek başka şeydir, islam halklarını aşağılamak ise çok başka bir şey.

  27. Anonim arkadaş bence çok şeyi-her şeyi karıştırmış. Yazılımının yenilenmesi veya tümden devrilmesi gerekli..

  28. Bu mamikiye adli irkçi siteyi okudum da...

    Bir insan nasil bu kadar kin ve nefretle dolu olabilir diye düsündüm. Bu Dersimli Mehmet Yildiz’i okurken “kendilerine yapilanin aynisini Filistinlilere yapmakla elesirilen” Israilliler aklima geldi. Bu arkadas aynen Alevi düsmani Kemalistlerin ve yobazlarin zihniyetine sahip. Belli ki eline güç geçirse Kemalistlerin ve Sünni yobazlarin yaptiklarindan çok daha korkunç olaylari gerçeklestirebilecek tiynette. Bu konuda ne düsünürsünüz.? Bu gibi tavirlar oldukça ürkütücü degil mi?

  29. Et yemenin insanlığa bedeli

    Şahin ALPAY

    Zaman GAZETESİ

    Ömer Madra yakın dostlarımdan en eski olanıdır. Ömer bir süredir ilgisini tüm insanlığı ilgilendiren “büyük” sorunlar, bunların da belki en büyüğü olan iklim değişikliği üzerine odaklamış bulunuyor.

    Sohbetlerimizde bazen onun esas ilgilendiği konuların benimkilere nazaran ne kadar daha önemli olduğunu teslim ediyorum. Benim son yıllarda odaklandığım Türkiye’de iktidarın giderek keyfi, otoriter ve kokuşmuş bir hal almasının tüm insanlığı fazla ilgilendirmeyen, geçici ve “küçük” bir sorun olduğunu kabul ediyorum.

    Et yemenin, daha doğrusu hayvansal protein tüketmenin insan sağlığı açısından arz ettiği tehlikeler konusunda beni ilk uyaran da Ömer olmuştu. Yaklaşık 5 yıl kadar önce, eşi Meral ile birlikte vegan olmaya (yani et, tavuk, balık, yumurta, süt ve süt ürünleri tüketimine son vermeye) karar verdiklerini açıklamış ve önüme ABD’nin Cornell Üniversitesi emekli gıda biyokimyası profesörü T. Colin Campbell ile oğlu Dr. Thomas M. Campbell’in “China Study / Çin Araştırması” adlı kitabını koyarak beni de vegan olmaya davet etmişti.

    Kitap, Cornell ve Oxford üniversiteleriyle Çin Önleyici Tıp Akademisi’nin ortaklaşa yürüttükleri, 1973 – 75 yılları arasında Çin’in 65 ilçesinde kanser ve öteki kronik hastalıklardan ölüm oranlarıyla, 1984 – 85 arasında aynı ilçelerde beslenme alışkanlıklarını karşılaştıran araştırma projesinin bulgularını açıklıyordu. Sonuçlar netti: Hayvansal protein ağırlıklı beslenen ilçelerde göğüs, prostat ve kalın bağırsak kanseri, şeker ve kalp hastalıklarından ölenlerin oranı sebze – meyve ağırlıklı beslenen ilçelere göre çok daha yüksekti. ABD’de yapılan benzer araştırmalar da sonuçları teyid ediyordu. Baba – oğul Campbell buradan hareketle okurlarını vegan olmaya çağırıyordu. (Bu çağrıya kısa süren bir denemeden sonra uyamadım, maalesef.)

    ABD’de 2005’te yayımlanan ve 2013 yılına kadar bir milyondan fazla satan “Çin Araştırması,” hayvansal protein tüketmenin insan sağlığı açısından büyük sakıncalarını ortaya koyuyordu. Ömer Madra’nın geçen gün dikkatime getirdiği, tanınmış gazeteci, aktivist ve rahip Chris Hedges imzalı, “Saving the planet, one meal at a time / Öğün öğün gezegeni kurtarmak” başlıklı makale ise (Truthdig, 9.11.2014) hayvansal protein tüketiminin küresel ısınmaya ve iklim değişikliğine yaptığı devasa katkıyı gösteren araştırmaların sonuçlarını özetliyor. Başlıca bulgular şöyle: Hayvancılık atmosfere, dünyadaki ulaşım araçlarının tümünün saldığı sera gazlarından daha fazlasını yayıyor; toplam karbondioksit salınımının yarısından fazlasını üretiyor. Kesimlik hayvanlar karbondioksitten 296 kat daha yıkıcı bir sera gazı olan azotoksidin yüzde 65’ini üretiyor. ABD’de tüketilen toplam suyun % 56’sı hayvan yemi üretimine gidiyor. Dünyada üretilen soya fasulyesinin % 80’iyle kesimlik hayvanlar besleniyor; soya üretiminin büyük bölümü ise ormanların yok edilmesiyle sağlanan tarlalarda yapılıyor. ABD’de üretilen tahılların % 70’ini kesimlik hayvanlar tüketirken, bir litre süt üretmek için bin litre su harcanıyor. Bütün bunlar, her yıl yaklaşık 6 milyon çocuğun yetersiz beslenme nedeniyle öldüğü, bir milyar insanın açlık çektiği bir dünyada yaşanıyor.

    Ömer Madra’nın dikkatime getirdiği araştırmaların verdiği mesaj çok açık. Et yemenin insanlığa ve gezegendeki tüm canlılara bedeli ağır. Hayvansal protein tüketimi sadece kanser, şeker ve kalp hastalıklarından erken ölüme yol açmakla kalmıyor; kesimlik hayvanlar sera gazı salımının en önemli kaynaklarından biri olduğu gibi ormanların yok edilmesinin başlıca sorumlularından. Bu bulgular, sağlıklı ve uzun yaşamak yanısıra yeryüzünde yaşamı tehdit eden iklim değişikliğiyle mücadele için de vegan olmaktan başka çaremiz olmadığını gösteriyor. En azından bilinmesinde büyük yarar var.

    http://duzceyerelhaber.com/sahin-alpay/30186-et-yemenin-insanliga-bedeli

  30. İsmet Zeki Eyüboğlu Tarihin İlkeleri adlı kitabında şunları yazmış;

    Dinlerde çok tutarsız bir inanç vardır: Tanrı, kimi hayvanları insana geçimlik olsun diye yaratmıştır, insanı yeryüzüne egemen kılmıştır. Çok kandırıcı, aldatıcı bir inanç. Peki, insanlara geçimlik olarak yarattığı hayvanların çoğunu neden insandan daha güçlü yaratmıştır bu yüce tanrı? Kurdun parçaladığı bir çocuk, arslanın parçaladığı bir kişi, timsahın yuttuğu bir kadın kimin geçimliği, besini diye yaratılmıştır? Kaynağı ne olursa olsun, bu tür düşünceler insanı bir tarih varlığı diye nitelemeye yetmez. Doğada kimse bir başkası uğruna yaratılmamıştır. Doğada sürekli bir gelişme vardır, bu gelişme süreci çelişiktir. Bir diri nesnenin varlığı başka bir diri için yarar-yıkım bağlantısı içindedir. Yoksa balık insan için, tarlasıçanı yılan için, serçe atmaca için, bıldırcın doğan için, toy avcı için yaratılmıştır denemez. Doğa olanaklarını ortaya koymuş, alan açık, diriler kendi elverişli ortamında yetişiyor, çoğalıyor, birbirinin geçimliği oluyor. Burada bir doğal denge sözkonusudur. Doğadan aldığını doğaya veremeyen yalnız insandır. İnsan kekliği avlıyor ancak yerine bir başkasını koyamıyor. Avcı kuşlar ise, avlarını elverişli ortamda yakalayabilir, insan gibi yapay tuzaklar kurarak avlanmıyor. İnsan avladığının kökünü kazıyor, atmaca onu yapamıyor, ancak yakaladığıyla yetiniyor. Balıkçıl gölden yakaladığı balığı yiyor, insan göle ağ atarak, dinamit patlatarak giriyor, yavru balıkları, yumurtaları bile öldürüyor.

  31. Kurban sözcüğünün etimolojisine dair

    Kalın k (qof) ile korbân קֹרְבָּן veya kurbân קֻרְבָּן, İbranice. Az bilenlerin “Tevrat” adını verdiği Yahudi Kutsal Kitabında toplam 81 defa geçiyor. Bunların 77’si Musa’ya atfedilen Levi’ler ve Sayılar kitaplarında. İkisi Nehemya, ikisi Ezekiel peygamberde.

    Yaklaşık aynı anlama gelen diğer kelimeler zebaḥ זֶבַח , ˁola עֹלָה ve minḥa מִנְחָה. Bu üçü, kurban’dan çok daha sık kullanılmış. İlk ikisi arasında teknik bir ayrım olduğu anlaşılıyor, ancak ayrımın niteliği konusunda farklı kaynaklar arasında görüş birliği yok. Sonuçta hepsi, “kusursuz” bir koç veya boğayı ibadet amacıyla ve belli duaları söyleyerek öldürme ve daha sonra açık ateşte kebap ederek dumanını tanrıya adama fiilini (veya bu fiilin çeşitli vechelerini) ifade ediyor. [Strong’un konkordansı elimin altında değil; ama http://lexiconcordance.com/ adresinde harikulade bir arama makinası var.]

    Korban sözcüğünün hafifçe farklı bir nüansı olabileceği, Leviler 1.3’te hissediliyor. Sanki zebah ve ola spesifik birer işlem, korban ise tanrıyı memnun etmek amacıyla armağan edilen her şey, alelumum “adak” veya “sunu”. Latinceye çoğu yerde oblatio diye çevirilmiş; İngilizcesi oblation, sözcük anlamı “yakına-getirme (bring by)” demek. Genellikle, “sunak masasına (altar) getirilen şey” olarak yorumlanıyor. Latince offerre ve İngilizce offer aynı kelimedir. [Latince ferre “getirmek, taşımak” fiilinin perfekt kökü latus, latio gelir. Düzensiz fiillerdendir. Ob-ferre = ob-latio. Ob edatı “yakın, beri, yüzyüze” demek.]

    “Allaha yakın olmak” düşüncesiyle görünür bir alakası yok. Pek mecazi bir anlamda, belki. Ama daha ziyade kına gecesi gibi bir ortamda “hediyesi olan çıksın beri gelsin” gibi bir şey çağrıştırıyor.

    *

    Aramice ve Süryanice kaynaklarda kurbanâ veyahut vav ile kûrbanâ M 1. yüzyıldan itibaren son derece yaygın. Anlamı 1. Tanrıya sunulan adak, özellikle hayvan kesmek suretiyle yapılan ibadet, 2. genel olarak hediye, armağan. Bir ufak detay dikkatimizi çekiyor. Tekvin 4.1’de Habil ile Kabil’in Allah’a sundukları adak/kurban İbranice metinde minha iken, bu sözcük Onkelos Targum’unda kurbanâ קֻרְבָנָא sözcüğüyle tevil edilmiş. Bkz. http://www.mechon-mamre.org/i/t/u/u0104.htm . Onkelos’un tarihi yaklaşık M 115. Targum bildiğimiz tercüme’nin Aramcası.

    Merak ediyoruz, İlyas/Elijah peygamberin Baal rahibiyle yaptığı kurban yarışmasında hangi sözcük kullanılmış? İbranice Krallar I 18.36’da minha, 18.38’de ˁola geçiyor. Aramice targum internette mevcut değil maalesef, ya da ben bulamadım.

    Merakımızın sebebi şu. Kuran’da kurban قربان sözcüğü iki kere geçiyor. Ali İmran 183: الَّذِينَ قَالُواْ إِنَّ اللّهَ عَهِدَ إِلَيْنَا أَلاَّ نُؤْمِنَ لِرَسُولٍ حَتَّىَ يَأْتِيَنَا بِقُرْبَانٍ تَأْكُلُهُ النَّارُ “Allah bize ‘ateşin yakıp tükettiği bir kurban getirmedikçe hiçbir peygambere inanmayınız’ diye ahd etti.” Bu ifadenin Krallar I 18.37-38’e atıfta bulunduğu apaçık. Diğeri Maide 27: وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَأَ ابْنَيْ آدَمَ بِالْحَقِّ إِذْ قَرَّبَا قُرْبَانًا فَتُقُبِّلَ مِن أَحَدِهِمَا وَلَمْ يُتَقَبَّلْ مِنَ الآخَرِ “Onlara Adem’in iki oğlunun kıssasını anlat. İkisinden birinin kurbanı kabul edilmiş, diğerininki edilmemişti.” Buradaki hikâyenin de Tekvin 4.3 ve devamına gönderme olduğu şüphesiz.

    Soru: Acaba hikâyeler Tevrat’tan alıntı olduğu gibi kurban sözcüğü de Tevrat’tan, daha doğrusu Tevrat’ın Aramice popüler versiyonundan aktarılmış olabilir mi?

    Muhammed’in kurban ritüelini Medine’ye geldikten sonra, belki orada egemen olan Yahudilerle bir tür ittifak politikasının gereği olarak benimsediği anlaşılıyor. Acaba “kurban” sözcüğünü de onlardan mı öğrendi, yoksa bu sözcük Arapçada zaten kullanılıyor muydu?

    Jeffery sf. 224-225, fazla ayrıntıya girmeden birinci görüşü savunuyor. Ancak bence sözcüğün Arapçaya daha önceki bir tarihte yerleşmiş olmadığını düşünmek için yeterli sebep yok. Habeşçe kurbân ቁርባን tastamam aynı anlamda mevcutmuş. İbranice, Aramice ve Habeşçede ortak olan bir kelime Arapçada da olabilir mantıken.

    https://www.facebook.com/notes/sevan-ni%C5%9Fanyan/kurban-s%C3%B6zc%C3%BC%C4%9F%C3%BCn%C3%BCn-etimolojisine-dair/10151157026298859