TROÇKİ SUİKASTİ (1972) – Joseph Losey (Arif Arslan)

Brecht’in çırağı, Harold Pinter’in yakın arkadaşı, McCarty döneminde komünist avı sürecinde ABD’den ayrılıp Avrupa’ya gelen Joseph Losey, sinema tarihinde sınıf ilişkilerini öne çıkaran bir yönetmen olarak tanınır. Bir röportajında suikastten 32 yıl sonra yaptığı Troçki Suikasti filmi ile ilgili olarak: “Bu filmi yapmak benim için bir ‘temizlenme’ (katarsis) sorunuydu; çünkü Troçki ve Stalin gençliğimin saplantısıydılar.” diyor.  Aynı röportajda “Troçkist olmadığını Marksist olduğunu” da vurguluyor. Gerçekliği aktarma amaçlı olduğu daha filmin başında: “Kanıtlanmış olan gerçekleri doğru bir şekilde aktarmaya çalıştık.” biçiminde de belirtiliyor.

20. yüzyılın önemli siyasal figürlerinden biri olan Troçki, hayatının önemli bir kesimini sürgünlerde geçirmiştir: Çarlık döneminde, 1900 yılındaki Sibirya sürgünü; 1905-1917 arasındaki sürgün ve 1929’da Stalin tarafından Türkiye’ye sürgün. Bu bilgiler belgesel doküman olarak filmin başında veriliyor. 1940, II. Dünya Savaşı’nın başlangıç yıllarıdır; Nazi-Sovyet Paktı dünyadaki sosyalistleri huzursuz etmiş, sosyalistlerin İspanya’daki yenilgisinin sorumlusu Troçkistler olarak görülse de Stalin’e muhalif olan Troçki’ye olan ilgiyi arttırmıştır. Troçki “Sovyetler Birliği’nin emperyalistlerle, faşistlerle ve Wall Street bürokratlarıyla işbirliği yaptığını” söyleyerek suçlamalarını sürdürmektedir. Stalin’in ajanlarınca Troçki’nin dört çocuğu da öldürülmüş; hayatta kalan tek yakını olan torunu Sieva ise Meksika’ya gelerek Troçki’nin “denizaltı” dediği korunaklı bir evde Troçki ile birlikte yaşamaya başlamıştır. Troçki “denizaltı”sındaki “vefalı periskop”u karısı Nataşa’ya ve etrafındakilere, kendisinin de Stalin’in ajanlarınca bir an önce ortadan kaldırılmak istendiğini söylüyor.

O yıllarda dünyadaki genel siyasal atmosfer Meksika’da da aynıdır; 1 Mayıs kutlamalarının ardından Komünist Parti yandaşları, Troçkist parti POUM’un üyelerine, “Troçki’nin işçi devletine ihanet ettiği” gerekçesiyle saldırıyor ve insanları kandırdığı için Troçki’nin ortadan kaldırılması gerektiği düşüncesinin sonucu olarak ajanların da yönlendirmesiyle bazı polislerle ve içerdeki korumalardan Sheldon’la işbirliği yaparak Troçki’nin odasını makineli silahlarla tararlar, işbirliği yapan Sheldon’u da kaçırıp öldürürler. Troçki, bu saldırıdan yara almadan kurtulur. Polisin yaptığı inceleme sonucunda içeriden birinin yardımı söz konusudur. Yardımı yapan Sheldon’dur. Troçki,  “Sheldon’un saldırganlara yardım ettiği” düşüncesini kabullenmiyor ve evinin duvarına “Stalin’in katlettiği Sheldon Harte anısına” diye yazıt yaptırıyor.

İlk denemenin başarısız olması üzerine, kendini Frank Jakson olarak tanıtan, Troçkist parti POUM’un sekreteri ve zaman zaman Troçki’yi görmeye de giden Guita’nın erkek arkadaşı, yeni bir suikast için devreye sokuluyor. Jakson’a yapılan ajitasyonda “Sovyetler Birliği’nin dağılması durumunda her şeyin biteceği, Stalin’in gerçekçi hareket ettiği (Nazilerle anlaşması gibi durumlar kastedilerek), Troçki’nin ise idealistin teki olduğu ve imkansız bir Enternasyonel İşçi Devleti düşlediği, Troçkistlerin İspanya’daki savaşta da komünistlere karşı faşistlerle işbirliği yaptığı ve  Marksist ilkeler adına Stalin’i devirmek istediği; bununsa Sovyetler Birliği’ni çökerteceği, elinde hâlâ önemli bir güç olduğu ve insanları kandırdığı” söyleniyor. “Bunu (suikasti) yapmak zorunda değilsin; ama kahraman olacaksın.” deniyor. Jakson’un bunlara ikna olmayabileceği durumuna karşı da ajanların sıkça annesinden bahsetmeleri, annesinin de hayati tehlike içinde bulunduğu düşüncesini çağrıştırmaktadır.

Jakson, Troçki’nin evine sevgilisi Guita’nın yakınlığını kullanarak girmeye çalışır. Guita’yı, tam da o sırada Troçki’nin misafirleri olan bir başka sürgün Rosmerler’i (Margaret ve Alfred) ziyaret etmesi için ikna eder; Guita’ya birlikte Troçki’nin evine gider ve kendini, politikayla ilgilenmeyen bir işadamı olarak tanıtır. Rosmerler’in Vera Cruz kentine gideceklerini öğrenince, kendisinin de oraya gideceğini söyleyerek onlara yardımcı olur. Bu yakınlaşmalar Troçki’nin güvenini kazanmak içindir. Daha da yakınlaşmak için Fransa’nın durumuyla ilgili bir makale yazar ve Troçki’nin görüşlerini alma bahanesiyle Troçki’nin evine girer çıkar. Bu sırada cinayetin planını da kurmuştur. Troçki’nin karısı Nataşa, işkillenir ve Belçikalı olduğunu söyleyen ama İspanyol’u andıran bu adama güvenmemesi konusunda Troçki’yi uyarır.  Ancak Troçki, Sheldon konusunda olduğu gibi yine yanılır.

Jakson yazdığı makaleyi düzelttirmek için tekrar gider ve makaleyi düzeltmekte olan Troçki’nin kafasına kazmayla vurur; Troçki’nin bağrışlarıyla korumalar hemen gelir ve Jakson’u yakalar. Troçki: “Öldürmeyin onu, bu adamın anlatacak hikayesi var.” diyerek seslenir. Troçki ameliyata alınır; ancak kurtarılamaz. Tutuklandığı zaman “Anne, anne!” çığlıkları atan, sorgulamalar sırasında hiç konuşmayan ve tir tir titreyen Jakson’un, Troçki’nin öldüğü haberini duyunca: “Troçki’yi öldürdüm.” diyerek yüzünde bir rahatlama duygusu belirir.

Filmde Jakson olarak kendini tanıtan ve asıl adından hiç bahsedilmeyen katil Ramon Merceder’in, gerçek yaşamda, 20 yıl hapis yattıktan sonra Moskova’da bir Sovyet kahramanı olarak karşılandığı biliniyor. Filmin başında belirtildiği gibi, Losey belgesel araştırmalarda elde ettiklerine sadık kalmaya çalıştığını, kaynak olarak Donlevine’nin “Bir Katilin Zihni” ve Isaac Deutscher’in “Peygamber” adlı kitaplarından yararlandığını da bir röportajında belirtmiş.

Gerçek bir olayı yansıtmayı amaçlayan filmde sanatsal denemelerin yapılması elbette zordur. Brecht’in etkisinde sanata tiyatro yönetmenliğiyle başlayan Losey, diyalogların kuruluşunda tiyatronun etkisi ağırlıklı olarak hissediliyor. Ajan Felipe ile Jakson’un konuşmaları, Jakson ile Guita’nın ev için diyalogları, tiyatro sahnesinden farksız. Duvar ressamının kamerayı kırmızıya boyaması, Jakson’un heyecanla kilise çanına sarıldığı sahnenin dondurulması Brechtyen sahneler olarak dikkati çekebilir. Belgesel doğruluğun öne çıktığı filme yönetmenin en önemli sanatsal katkısı boğa simgesinin kullanılışıdır. Çekim olarak da belgesel tekniğin kullanıldığı arenada boğanın öldürülmesi ve derisinin yüzülmesi, sakatatların ayrılmasının naturalist bir bakışla yansıtılması kanın, şiddetin kitlesel seyir unsuru olarak gösterilmesine bir eleştiridir; binlerce kişi boğanın öldürülmesini heyecanla izlemektedir. Boğanın ölüsü sürüklenirken duvardaki Coca Cola tabelası da kapitalizmin bu şiddet seyrine sponsorluk yaptığına bir işarettir.

Boğa, Troçki’yi simgelemektedir; kapatılmış bir alanda öfkeyle oraya buraya dolaşmaktadır; sürekli saldırıya maruz kalmaktadır ve en sonunda öldürülür. Troçki de hastalık nöbetlerinin birinde: “Beni öldürecekler. Beni şişmanlatıyorlar, öldürecekler.” derken gözünün önüne yaralı bir boğa gelmekte ve ölmekte olan boğa gibi derin derin solumaktadır.

Filmde Troçki’nin düşüncelerini teyp kayıtlarından öğreniyoruz genellikle. Losey, Troçki’nin Stalin üzerine düşüncelerinin filmdeki diyaloglara yeterince yansımadığını düşünerek eklemiş teyp kayıtlarını. Bu buluş gerçekten de tarihsel gerilimi ve Troçki’nin düşüncelerini yansıtma konusunda başarıdır ve filmi sıradan bir polisiye olmaktan öteye taşımıştır.

Arif ARSLAN

Hakkında Gün Zileli

Okunası

Sinema ve Anarşizm kitabı Üzerine Bir Bibliyografya Çalışması  

  Richard Porton’un Sinema ve Anarşizm kitabı (çev: Osman Akınhay, Agora, 2015) toplumsal tarih, anarşist …