Bingöl Erdumlu / 20. Yüzyılın Üzerinden ‘Uçan Hollandalı’ Geçti – Joris Ivens

20. Yüzyılın Üzerinden ‘Uçan Hollandalı’ Geçti Adalı Kültür Sanat köşesinde bu ayki konuğumuz bir dünya sanatçısı Joris Ivens. Yaşamı ve sanatı küçük Adalar’ımız kadar kendi küçük ülkesine de sığmamış, tüm dünyayı ve 20. yy.ın hemen tümünü kapsayan bir evrensel sanatçı. Bir süredir Adaevi’nde önemli filmleri gösterilmekte olan Ivens’i Bingöl Erdumlu’nun anlatımıyla tanıtıyoruz.
“Uçan Hollandalı” diye de anılan Joris Ivens, 1898 yılında Hollanda’nın Nijmegen şehrinde doğdu. Varlıklı bir orta sınıf aileden gelen Ivens, babasının fotoğraf malzemeleri satan dükkânlar zincirini devralmak amacıyla Rotterdam’da ekonomi, Berlin’de fotoğrafçılık üzerine tahsil gördü. Berlin’de bulunduğu1920’li yılların başında avangart sanat akımlarının yanı sıra döneminin sokak çatışmalarına dönüşmüş siyasal akımlarından da etkilendi. Ülkesine döndükten sonra, bir süre babasının dükkânında çalışırken, kendisini Amsterdam’ın sanat çevreleri içinde buldu. Giderek baba mesleği değil, o gün için Hollanda’da çok yeni olan film sanatının cazibesi onu yepyeni bir dünyaya çekti. Bu ortamda döneminin yeni sanat akımlarından da etkilenerek ilk önemli filmi ‘Köprü’yü, daha sonra da ‘Yağmur’u çekerek uluslararası bir üne kavuştu. Bu filmlerinin gösterimi sırasında ünlü Sovyet sinemacı Pudovkin ile tanıştı ve Sovyetler Birliği’ne davet edildi. Dönüşünde Hollanda’da ‘Yeni Topraklar’ ve ‘Zuiderzee’ adlı Hollanda insanının denize ve doğaya karşı toprak kazanmak için verdiği mücadeleyi anlatan filmlerini çekti.
1934’te Belçikalı maden işçilerinin yaşam ve mücadelelerini anlattığı ‘Borinage’ adlı film onun Hollanda’nın elit sanat çevrelerinden ve genelde de Hollanda’dan kopuşuna yol açtı. Bundan sonra Ivens’i hayatı boyunca dünyanın beş kıtasında filmler yaparken görüyoruz. Bir yandan görsel şiir diye adlandırılan insanların günlük yaşamlarını lirik bir şekilde anlatan filmler “Sen Nehri Paris’e Rastladı”, “Mistral İçin”, “Valparaiso”, “Rotterdam-Avrupa Limanı” ; diğer yandan ise sosyalizmin inşası, faşizme ve sömürgeciliğe karşı savaşı anlatan “Konsomol”, “400 Milyon”, “Endonezya Çağırıyor”, “İspanyol Toprağı”, “Vietnam’ın Uzağında” ve “17. Paralel” gibi filmler yaptı.
Kendisine esin kaynakları ve etkilendiği sanatçılar sorulduğunda bu kaynakların Hollanda resim geleneği, Bruegel ve Van Gogh gibi ustalar olduğu cevabını verdi. Gerçekten de insanların günlük yaşam uğraşlarını engin bir doğa ve derin bir tarih anlayışı ile bütünleştirerek vermesi ile Bruegel’i; emeği yüceleştirmesi ve sanatçının öncü rolünü vurgulaması ile Van Gogh’u anımsatır.
Uzun yaşam çizgisi boyunca Roosevelt, Allende, Castro, Zhoe Enlai, Ho Tsji Minh gibi devlet adamları; Eisenstein, Pudovkin, Bunuel, Capra, Bertolucci, De Sica, Godard, Taviani Kardeşler gibi film ustaları; Picasso, Brecht, Şostakovich, Eisler, Hemingway, Malraux, Dospassos, Hellman ve Gelhorn gibi sanatçı, edebiyatçı ve gazeteciler; Türkiye’den de Nazım Hikmet ve Yılmaz Güney gibi kişilerle karşılaştı. Kimiyle yakın dost, kimiyle yakın çalışma arkadaşı oldu. Bazılarıyla ise zaman içinde yolları ayrıldı.
20. yy.ın hemen bütün büyük olaylarını, alt-üst oluşlarını kamerasıyla belgeledi. Büyük umutlara, başarılara olduğu kadar hayal kırıklıklarına, güzelliklerin yitip gitmesine de tanıklık etti. Otobiyografisinden kendi deyişiyle; “Eğer Uçan Hollandalı 1917’deki Leningrad’ı bilmiş olsaydı ve şimdi oraya tekrar geri dönseydi kendi kendine ancak şunları söyleyebilirdi: ‘Burası umudun en yüksek noktaya ulaştığı bir yerdi. Sosyalizm burada doğmuştu ve başlangıçta bir çiçek gibi serpilmişti. Şimdi bu çiçeğin yaban otları tarafından boğulduğunu görüyorum.’ Hüzün verici bir saptama, ancak bu yüzden mutlak olanı aramasına son mu vermesi gerekir? İnsanlıktan ve kendisinden umutsuzluğa mı düşmesi gerekir? Hayır, devam edecektir. Bu anlamda kendimi tamamen onun ile özdeşleştiriyorum.”
1982’de yayınlanan öz yaşamını anlattığı kitabında şöyle devam etmektedir: “Rüzgâr benim için insanlığın, imparatorluklar, faşizm, batıp giden uygarlıklar gibi küçük akımlardan bağımsız olarak üzerinde ileri doğru hareket ettiği ana akımdır. Hâlâ daha iyiye yöneldiğine inandığım bir akım. (…) Yeni bir sosyalizm için yeniden başlamalıyız ve yolumuza devam etmeliyiz. Bu inanç, kendi içinde doğu ya da batıdan bize gelen, daha öncekilerin tümünü de içselleştiren ve kendi içinde birleştiren bir inanç olacaktır. Bu daha önceki nesillerden de bize miras kalan, mutluluğu arayan insanlığın bilgeliğidir. Ve hayat felsefesidir.”
Son filmi ‘Rüzgârın Hikâyesi’ ise, Çin’de çektiği bu ülkenin binlerce yıllık tarihini, mitolojisini ve olağanüstü doğasını; çocukluğundan başlayarak kendi öz yaşam hikâyesiyle iç içe geçirerek verdiği, belgesel sinema teknikleri ile hayal gücünün birlikte şekillendirdiği değişik zaman ve mekânları birleştiren çok özgün bir sinema başyapıtıdır. Filmin sonunda Ivens’i engin bir çölün ortasında rüzgârın esmesini beklerken görürüz. O bir türlü esmemekte, modernitenin zavallı bir karikatürü olan iki vantilatör de bir işe yaramamaktadır. Sonunda sanatının büyüsü ve yaratıcılığı çok güçlü bir fırtınanın doğmasına neden olur. Kendisi de rüzgârın ve ortaya çıkan ışık selinin içine gülerek karışır ve sonsuzluğa doğru yol alır. Gerçek yaşamı ise 21 Haziran 1989’da, Çinde’ki Tiananmen Meydanı’ndaki olayları protesto için katıldığı bir gösteri sonucunda rahatsızlanarak kaldırıldığı hastanede bir hafta sonra, 28 Haziran’da ölmesiyle son bulur.
Uçan Hollandalı Efsanesi 16. yy.da mezhep savaşları, iç savaş ve İspanyol işgali altındaki Hollanda’da bir kaptan Tanrı’ya ibadet için kiliseye gitmeyi kabul etmez ve onun ile ancak denizlerde karşı karşıya geleceğini söyler. Kasabalıların kızgın bakışları altında gemisiyle denize açılır. Tanrı, kaptanın kendisine karşı isyankâr ve küstah tavrını cezalandırır. Onu sonsuzluğa kadar denizlerde dolaşmaya mahkûm eder. Kaptan bu cezadan ancak bir şekilde kurtulabilecektir: Her yüzyılda sadece bir defa karaya çıkabilecek ve 24 saat kalabilecektir. Bu süre içinde eğer gerçek sevgiyi bulabilirse cezası affedilecek ve yeniden herkes gibi ölümlü olacaktır. Denizci karaya her çıktığında sevgiyi arar bulur gibi olur ve bulur da. Ne var ki her seferinde kötüler onun bulduğu sevgiyi engeller ve yok ederler. O yeniden denizlere açılmak zorunda kalır. “Uçan Hollandalı” adını alan bu efsane Heinrich Heine tarafından şiirleştirilmiş Richard Wagner ise onu aynı adla anılan bir opera haline getirmiştir. İki Akşam Yemeği Joris Ivens’in iki unutulmaz filmi, ‘İspanyol Toprağı’ ve ‘17. Paralel’ ile ilgili olarak iki ünlü başkan ile yediği unutulmaz akşam yemeği vardır. 1937’de İspanya İç Savaşı’nda Madrid Cephesi’ni Alman ve İtalyan birlik ve uçaklarının saldırılarını ve köylülerin yeni edindikleri toprakları işlemesini anlatan film tamamlandıktan sonra, bu filmi birlikte gerçekleştirdiği Ernest Hemingway ve arkadaşı Martha Gellhorn aracılığıyla Amerikan Başkanı Roosevelt ile bir akşam yemeği randevusu alır. Amacı devam eden iç savaşta ABD’nin Cumhuriyetçilere desteğini sağlamaktır. Yemekten sonra Ivens Başkan, karısı ve danışmanlarına filmi gösterir; umduğu desteği bulamasa da film Amerika’da çok popüler hale gelir.
Otuz sene sonra 1967’de Vietnam’da savaş bütün şiddetiyle sürmektedir. Amerikalılar Kuzey Vietnam’ı deniz, kara ve havadan şiddetle bombalamaktadırlar. Ivens, karısı Marceline-Loridan Ivens ile birlikte bombardımanların en yoğun olduğu Kuzey ile Güney arasındaki sınır bölgesindeki 17. paralele gidip orada savaşın filmini çekmek ister. Kuzey Vietnamlı yetkililer bu öneriyi çok tehlikeli bulup Ivenslerin hayatını riske atmamak için izin vermezler. O ısrar eder ve yakın arkadaşı Çin Başbakanı Zhoe Enlai (Çu Enlay) vasıtasıyla bu sefer de Kuzey Vietnam lideri Ho Tsji Minh’den bir akşam yemeği daveti alır. Ho Amca, başlangıçta ikna olmaz, daha sonra Ivens’in karısının kolundaki dövmeyle yazılmış rakamlara gözü takılır; bir toplama kampında kalıp kalmadığını sorar. “Auschwitz” cevabını alır. Başkan bir süre Marceline’e baktıktan sonra gülümser: “Sen orada bacadan sağlam çıktığına göre, 17. Paralel’den de sağlam dönersin, gidebilirsiniz.” der.

Hakkında Gün Zileli

Okunası

Fikret Başkaya / Büyüme Değil (Küçülme)

“Sınırlı bir dünyada sınırsız büyümenin mümkün olduğuna inanan, deli değilse iktisatçıdır”                                                                                                           Kenneth Boulding Ekonomik …