Toplumsal Mücadelede Yeni Bir Dönem mi?

Marx’ın artık klişeleşmiş bir sözüyle başlayalım: “İşçi sınıfının zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi yoktur.” Bu söz, yüz elli yıldır, bir devrimci umudun sloganı olarak tekrarlanır durur. Devrimci militanlar, işçi sınıfının ya da ezilen diğer kesimlerin “kaybedecek bir şeyleri” olduğunu (örneğin bir kenara ihtiyat akçesi olarak konmuş birkaç kuruş, küçük bir ev vb.) gördükleri zaman neredeyse üzülürler, eyvah işçi sınıfı devrimden uzaklaşacak diye. Oysa, bana soracak olursanız, insanlar kaybedecek bir şeyleri olmadığı zaman değil, kaybedecek bir şeyleri olduğu zaman, dahası kaybedecekleri şeylerin gerçekten tehlike altında olduğunu hissettiklerinde devrime yaklaşırlar.

Rus işçi ve köylüleri belki mülkiyet anlamında kaybedecek şeylerden de yoksundular ama hayatlarını kaybetmemek için ayağa kalkmışlardı. Artık savaşta daha çok kanlarını akıtmak istemiyorlardı. Sovyet devriminin en baş ve kışkırtıcı sloganıydı “barış”.

Bu girişin ardından 1968’e gelecek olursak, bu tez iyice doğrulanır. 1968, II. Dünya Savaşı sonrası doğan kuşağın ayağa kalkışının ürünüydü esasen. Bu kuşak neden ayağa kalkmıştı özellikle Avrupa’da? Oysa savaştan sonra Avrupa, Amerika’nın da yardımıyla kendini yeniden inşa etmekle kalmamış, bütün kapitalist batı, “refah devleti” ya da “sosyal devlet” denen uygulamaya girişmişti. 1960’larda, özellikle Avrupa’da, refahın ve sosyal hakların o zamana kadar görülmemiş boyutlara ulaştığı bir dönem yaşanıyordu.

Tam da böyle bir dönemde öğrencilerin ve ardından da işçilerin ayaklanması hangi saiklerle açıklanabilir? Öğrencilere “rahat mı batmış”tı? Evet, rahat batmıştı. Özellikle gençler, kapitalizmin kendilerine sunduğu refah olanaklarından son derece rahatsızdılar. Tüketim toplumunun kendilerine dayattığı refah ve sunduğu tüketim olanakları gençleri ruhen rahatsız ediyor ve konformizme karşı yeni tür bir kültürel arayış gençleri cezbediyordu. İşte gençlerin, batının refahına karşı ayaklanıp, Bertolucci’nin Dreamers filminde görüldüğü gibi, yoksul mu yoksul bir ülkenin lideri Mao’yu kendilerine idol edinmelerinin temelinde bu anti-konformist yöneliş yatıyordu.

Özellikle Paris’te ve bugünlerde Londra’da görülen öğrenci hareketleri ise, tam tersi bir durumdan kaynaklanmaktadır. Batı kapitalizmi 1980’lerde “refah devleti” ve “sosyal devlet” denen uygulamanın sonuna geldi dayandı. Artık kapalı ekonomiler dönemi de sona erdiğinden ve ulusal sınırlar iyice aşındığından batı kapitalizmi tüm dünyanın yükünü omuzlamak durumundaydı. O zaman da, bir kapitalist ulus-devletin iç kaynaklarını kendi sosyal sınıflarına dağıtıp refahı arttırtması ya da sosyal hakları genişletmesi denen uygulama giderek ortadan kalkacaktı. Dünya yeniden 20. yüzyılın ilk yarısındaki, kaynak kıtlığının yükünün bütünüyle çalışan sınıfların sırtına bindirilmesi dönemine geri dönmeye başladı. Yaklaşık yirmi beş yıldır sürmekte olan, “sosyal devletin” ya da “refah devletinin” kırpılması sürecinin anlamı budur.

Bu kırpma işlemi, işçilerden önce orta sınıfları tedirgin etti elbette. Çünkü “sosyal devlet”ten ve “refah toplumu”ndan en büyük payı onlar alıyorlardı. Teknolojinin gelişmesiyle iyice kalabalıklaşan orta sınıflar, giderek teknolojinin daha da büyük bir hızla gelişmesinden zarar görmeye başladılar bu sefer. Çünkü artık, örneğin beş kişinin yaptığı işi bir kişi yapabiliyordu. Dolayısıyla, sistemin yetişmiş, eğitimli kadrolara ihtiyacı da azalmaya başlamıştı. Daha doğrusu, en üstün nitelikli süper kadroların dışındaki öğrencilerin varlığı, toplumun sırtından boşu boşuna geleceğin işsizlerini yetiştirmek olarak göze batmaya başladı ve bu süreç kaçınılmaz olarak öğrenci harçlarının yükselmesini, bursların kesilmesini getirdi. “Sosyal devlet”in uygulamalarının tam tersine bir süreç.

İşte bugün Paris, Londra vb. yerlerde öğrencilerin ayaklanmasının nedeni, 1968’den farklı olarak budur. 68’de öğrenciler, refahın uyuşturuculuğuna karşı ayaklanmıştı. Bugünkü öğrenciler ise refahın ellerinden alınmasına ve geleceksiz bırakılmalarına karşı ayaklanıyorlar. Motivasyonlar tamamen farklı, hatta zıt. Ama hedefler aynı: Her iki durumda da hedef, kapitalist sistem, onun köhnemiş kurumları ve “establishment” denen yönetici yapı ve zümredir.

Şimdi Türkiye’ye geçelim. Türkiye’de de öğrenci kesimlerinin yavaş yavaş hareketlendiği, bundan da daha önemli olarak, bugüne kadar adı duyulmamış yeni bir örgütlenmeyle ortaya çıktığı görülüyor: Öğrenci Kolektifi.

Hemen ilk bakışta ve yarattığı çağrışımla bunun, bugüne kadar bilinenlerden farklı bir özinisiyatif örgütlenmesi olduğu izlenimi doğuyor. Eğer öyleyse, bu çok güzel, hayırlı bir gelişme ve bir anlamda, yaklaşık 40 yıllık bir aradan sonra yeniden ve gerçekten bir taban inisiyatifi ortaya çıkacak demektir. Bunun böyle olup olmadığını önümüzdeki dönemde göreceğiz.

Yukarıdaki paragrafta tam olarak ne anlatmak istediğimi açabilmek için 1960’ların FKF ve Dev-Genç dönemini biraz açmam gerekir. FKF ve Dev-Genç örgütlenmesi (en azından 1970 yılı ortasına kadar), sanıldığının tersine, yukardan bir ideolojik örgütlenme değil, aşağıdan bir özinisyatif hareketiydi. Fikir Kulüpleri Federasyonu, sol ya da sosyalist eğilimli öğrenci gruplarının fakülteler ve üniversiteler bazındaki oluşumu ve aşağıdan inisiyatifi üzerinde kurulmuş ve yükselmiştir. Keza Dev-Genç, doğrudan aşağıdan aktif öğrenci gruplarının örgütlenmesi ve mücadelesi ile var olmuştur. Dev-Genç merkezi, fakülteler bazındaki bu inisiyatif gruplarının eşgüdümü işlevini görürdü sadece. Tabii 1970’ten itibaren tepedeki ideolojik kavgalar bu inisiyatifi öldürdü ve sonuçta örgütün hayatına da son verdi.

1974 affından sonra gençlik örgütlenmeleri tamamen ayrı ve merkezi örgütlenmeler haline gelmiş Marksist-Leninist fraksiyonların denetimine girdi ve onların “yan örgütü” olarak görüldü. Elbette böyle bir yönelim, aşağıdan gelişen gençlik hareketi inisiyatifini bölen ve boğan bir rol oynadı.

Yaklaşık 40 yıla varan bu tepeden inmecilik dönemi sonuna yaklaşmış gibi görünüyor. Sanki bana, “Öğrenci kolektifi” örgütlenmesi yeni bir sürecin başladığını müjdelermiş gibi geliyor. Bu örgütlenmenin içinde elbette çeşitli fraksiyonların mensupları olacaktır, olması doğaldır ama artık “aparatçıkların” uzaktan kumanda ettiği öğrenci hareketinin yerini, gerçekten tabandan bir özinisiyatifin ve özerkliğin geçerli olduğu yeni bir öğrenci hareketi dalgası almaktaymış gibi görünüyor.

Bütün belirtiler, Yunanistan ve İrlanda da dahil, Avrupa’da yeni ve devrimci bir öğrenci ve orta kesim hareketinin başlamakta olduğunu gösteriyor. Türkiye’deki belirtiler de bu yönde. Bu yeni gelişme karşısında, sosyal hareketlilikler konusunda kendini görece güven içinde hisseden “establishment”in endişe belirtileri gösterdiği gözleniyor. Duruma yeni hal çareleri aramak üzere seferber olmaya başlamaları bunun belirtisi.

İşin ilginç yanı, otuz yıla yakın bir zamandır bir iç ulusal savaş yaşayan ve “terör” eylemleriyle uzun süredir haşır neşir olan Türkiye toplumunda, bu tür şeylere karşı epey kaşarlanmış olan egemen kesimin, yeni bir öğrenci ve ardından da muhtemel bir emekçi hareketi karşısında epeyce telaşlı ve tedirgin görünmesidir. Öyle anlaşılıyor ki, onların esas korktukları, “terör” değil, aşağıdan gelişecek yeni bir kitlesel devrimci dalgadır.

Eğer tedirginlikleri gerçek nedenlere dayanıyorsa bundan sevinmek gerekir. Özinisiyatife dayanan böylesi bir hareket gelişip kendi mecrasında ilerlerse toplumsal bir dönüşüm için yeni umutlar da canlanır yeniden. Elbette böyle bir hareketin kendi içinde dalgalanmalar yaşaması, sınama-yanılma yöntemince hatalarla boğuşarak ilerlemesi de gayet doğaldır. Kolektif bir akıl varsa, umalım ki yanlış mecralara girmeden ve yanıltılmadan görece olumlu bir yolda ilerlesin.

Daha ilk adımda, toplumsal ilginin odağı olmanın getirdiği bir şımarıklığa kapılmasın, sahte dostların okşamalarına karşı uyanık olsun, yumurta fırlatmak türü kolay eylemciliklerin cazibesine kapılmasın. En önemlisi de mantığını öfkesine egemen kılsın.

Tabii benimki dışarıdan gazel okumaktır.

Yine de en iyisini onların yapacağına güvenmek gerekir.

Gün Zileli

11 Aralık 2010

Hakkında Gün Zileli

Okunası

Komşu Kafe Kollektifi: Patronsuz, çalışansız, ‘fiyat’sız bir kafe

T24'ten alınmıştır. Yorumlar5 Tarih06.12.2013 19:24 Tarlabaşı Göçmen Dayanışma Mutfağı’nda tanıştılar; ‘patronsuz, işçisiz, hiyerarşisiz hayat mümkün’ …

131 Yorumlar

  1. biraz temenniler yazısı olmuş. bugünlerde öğrenci kolektiflerinin sesini duyurması biraz özel bir gündemin ürünü. misal onlar dahil tüm diğer öğrenci grupları 10-15 yıl önce şu bulundukları durumdan 3-4 kat daha iyi durumdalardı. misal 96’da 4-5 bin kişilik, hiçbir fraksiyon/örgüt/yapının önderlik etmediği eylemler, çatışmalar yaşanırdı.

    keşke öyle olsa, kolektifler dahil üniversiteler coşsa fakat gerçekler ona işaret etmiyor ne yazıkki.

  2. Konformizm teriminin konforla veya refahla ilgisi yoktur. Konfor fransizca “confort” sözcügünden gelmektedir. Konformizm ise kaynagini yine fransizca “se conformer: uyma, uyum gösterme” fiilinden almaktadir. Yoksul bir ülkede, kötü sartlar altinda da de konformist olunabilir.

  3. Uyarınız ve terimi netleştirdiğiniz için teşekkürler ama zaten yazıda da bu anlamda kiullanılmıştır. Sanırım, refah toplumundan söz edildiği “refahına karşı ayaklanıp” dedikten sonra konformizmden söz etmem sizde böyle bir izlenim uyandırdı. Oysa Dreamers filmindeki gençlerin anti-konformizmi de içinde bulundukları toplumun kültürüne karşı bir uyumsuzluğun ürünüydü, bunu anlatmak istemiştim.

  4. Daha iyi ifade edersem: Uyarınız ve terimi netleştirdiğiniz için teşekkürler ama zaten yazıda da bu anlamda kiullanılmıştır. Sanırım, refah toplumu bahsinde, bu toplumun “refahına karşı ayaklanıp” dedikten sonra konformizmden söz etmem sizde böyle bir izlenim uyandırdı. Oysa Dreamers filmindeki gençlerin anti-konformizmi de içinde bulundukları toplumun kültürüne karşı bir uyumsuzluğun ürünüydü, bunu anlatmak istemiştim.

  5. BASINDAN
    TBMM Silah Alt Komisyonu, silah lobilerinin isteği doğrultusunda silah bulundurma yaşını 18’e indirdi.
    BASINDAN

  6. MAZERETİM VAR ASABİYİM ABİ

    Sayın Zileli, her zaman yaptığı gibi düşündürmenin ötesinde, dip bir dalgayla oluşacak baş kaldırışın devrime dönüşebileceği sonucuna adım adım gitmiş. Bu faydalı yazının içeriğine, toplumun ezici çoğunluğunun ekonomik, psikolojik, sosyoljik vb sıkıntılar içinde olduğunu özellikle belirtmekte yarar var. Kaybedek bir şeyi olmayan adam her zaman en tehlikelidir, yeter ki bunu örgütlü güç haline getirebilmek. Şimdi işte tam da zamanı. Şunu herkesin bilmesi gerekir ki, kaybedecek bir şeyi olmayanlar, kaybedecek bir şeyleri olanlara -egemen kesimlere- her zaman en büyük rakiptir ve tehlikedir. Kitlesel devrimci dalganın fırtınalar yaratarak, toplumun bütün katmanlarına yayılması dileğimdir.

  7. Sanırım öğrenci kolektifleriyle ilgili bir fikriniz olmadığından böyle yazmışsınız. Ankara Üniversitesinde yapılan eylemde siyasetler kendi grubunun pankartını açmama kararı alınmasına rağmen pankart açan bir gruptur bunlar. her eylemde aynısını yaparlar, çünkü popülistlerdir. CHPyi desteklerler, kemalist-ulusalcı bir yapıları vardır. Sanırım ismi sizi yanıltmış, aslında solun tkp benzeri fraksiyonlarından biridir yalnızca, ancak isimlerini Ankara üniversitesindeki eylemde yaptıkları gibi dayattıklarından, insanlar onların bir atı örgütü olduğunu sanırlar. bununla beraber cinsiyet körü ve homofobik tavırlarına birebir maruz kaldığımı, bu konuda hiçbir politikaları olmadığını da belirtmeliyim.

  8. Çok iyi tanımadığımı kabul ediyorum. Bir fraksiyonun yönlendiriciliği var mı bilmiyorum. Gözleyelim bakalım. Yine de fraksiyon adı taşımayan bir örgütlenme bir de bakmışsınız başlatanların inisiyitifinden de çıkmış. Geçmişte olmuştur böyle şeyler.

  9. Sevgili Gün Zileleinin bu makaledeki görüslerine tamamiyle katiliyorum. Bu Avrupadan da öyle gözüküyor. Almanya disinda ögrenci hareketi gelisiyor. önümüzedeki yil sicak gececek gözüküyor. sadece ögrenci cephesi degil. Ortadogu ve Afrika da sicak gelismler var.

    B O B projesi tüm hiziyla devam ediyor. Israilin büyük cabasiyla mossad in insiyatifi ve akeri destegiyle güney Sudan in (Darfur) refarandumdan sonra bölünmesi kesin gözüyle bakilmasi lazim. 400 yakin etnik ve mezhep in bulundugu Sudan (en büyük afrika ülkesi ve güclü yer alti zenginlikleri , Nil ve stratejik konumun) dan dolayi ABD ve Israil bölgede on yillari kapsayan calismalar yürütüler.Bu calismalarin kesin sonuclari önümüzdeki yil kendini gösterecek . Bölünme ayni zamanda ic savasi gündeme getirebilir.

    Filistin ile ilgili görüsmeler Ramallah yönetimi(uluslar arasi güclerin mesru gördügü ve direnis gruplarinin gayri mesru gördügü) filistin yönetimi acisindan prestij kaybetmekten baska bir ise yaramiyor. Direnis görgütleri icin mesru bir zemenin gelisyor.
    UN ve Israilin provakasyonlari (Uluslararasi mahkeme ve Isaf askeri gücü) Lübnani ic savas esigine getirdi. heran sicak gelismeler yasanbilir.

    Sanirim tüm gelismeler bize yeni yilda bir genis siddet ortaminin kacinilmaz oldugunu gösteriyor.

  10. ‘KORKUNÇ BİR GÜZELLİK’ DOĞUYOR

    “Perşembe akşamı Londra’da öğrencilerin eylemlerini, parlamento meydanındaki işgali ve çatışmaları izlerken aklıma, W.B. Yates’in “Paskalya, 1919” başlıklı şiirinin ünlü dizeleri geldi “Her şey değişti, değişti tümüyle /Korkunç bir güzellik doğdu”. Yates bu şiiri, İngiltere’nin orantısız bir güçle, mutlak bir önyargıyla bastırdığı, ama daha sonra IRA’nın doğum günü olarak tarihe geçen Dublin ayaklanmasına katılanlar için yazmıştı.

    ‘V’ for Vandetta

    Mali kriz başlar başlamaz mali sermaye başta ABD olmak üzere devletlerin zirvelerini doğrudan eline aldı; önce, devletlerin tüm hazır kaynaklarını ve kaynak yaratma kapasitesini bankaları kurtarmaya yönlendirdi; arkasından, böylece oluşan kamu açıklarını, borç yükünü halkın üzerine yıkmaya yönelik acımasız “kemer sıkma önlemlerini” gündeme getirdi. Bir süredir, İrlanda, Yunanistan, İtalya, Portekiz, İspanya’da işçiler (çalışanlar) öğrenciler, bu saldırıya, çeşitli kitlesel protesto eylemleriyle direniyorlar.

    Bu sırada WikiLeaks’in ortaya çıkarttığı (kaynağı ne olursa olsun!!) bilgiler, kafaları karıştırıyor, “imparatorun” çıplaklığını sergiliyor, hatta panik yaratıyordu. Dünyanın ünlü çokuluslu şirketleri verdikleri hizmetleri, ABD’nin baskısıyla, çekerek WikiLeaks’i sabote etmeye çalışıyorlar; bu sabotaja, “anonim” adlı, bir internet “hackers” kolektifi, VISA, Mastercard, PayPal gibi “Wiki düşmanı” şirketlerin Web sitelerini işlemez hale getiren (ama finansal kaynaklara ve işlemlere bir zarar vermeden) siber saldırılarla cevap veriyor.

    “Anonim”in imza olarak “V” (V for Vandetta, filmindeki anarşist kahraman) maskesi imajını taşıyan mesajlar bırakması da özellikle dikkat çekiyor.

    Perşembe gecesi Londra Parlamento Meydanı da adeta “V for Vandetta” filminin sonundaki ayaklanma sahnelerini anımsatıyordu. On binlerce öğrenci meydanı işgal ediyor, önde gelen saygın bir TV sunucusu, “öğrenciler yıllar sonra ilk kez Parlamento Meydanı’nı halk adına protesto eylemlerine açtılar” demekten kendini alamıyordu. Bu sırada polis, öğrencilere atlı birlikleriyle saldırıyor, acımasızca copluyor, çocuklar mevzilerini korumak için inanılmaz bir direnç gösteriyorlardı. Küçük çaplı bir anarşist kolektifi, liseli öğrencileri de peşine takıp Maliye Bakanlığı’nın camlarını kırarak, içeri girmeye çalışıyor, bir başka grup içinde her biri milyonlarca sterlin kıymetinde tabloların sergilendiği Ulusal Portre Galerisi’ni işgal etmeye çalışıyordu.

    Meydanda ateşler yanıyor, Curchill’in heykeline “Biz senin kölelerin değiliz” flaması asılıyor, biri heykelin kaidesine işiyordu. Bir kız öğrenci İngiltere bayrağına asılarak sallanıyordu. Tüm otorite simgeleri ayaklar altındaydı. Hükümet ve polis şaşkınlık ve panik içindeydi. O kadar ki, olayların tüm şiddetiyle sürdüğü meydana birkaç yüz metre ötede Regents Street’teki bir tiyatroda sahnelenecek Royal Variety Show’u (aristokrasi onuruna eğlence programı) ertelemek kimsenin aklına gelmiyor, gösteriye gelen Prens Charles ve karısı Camilla’nın limuzini birden kendini bir grup protestocu tarafından çevrilmiş olarak buluyordu. Birileri, Fransız devrimini anımsayarak “Off with their heads” (Uçurun kafalarını) diye bağırıyordu. Televizyonlar haberlerinde, Charles ve Camilla’nın, sonuna kadar açılmış ağızlarını, korkudan beyazlaşmış yüzlerini, bu sloganla birlikte izleyicilerine ulaştırıyordu: “Off with their heads”!

    Bu sırada parlamentonun içinde, harçları 9 bin sterline kadar yükseltecek, en yoksul öğrencilerin yararlandığı eğitim ödeneklerini kesecek, üniversitelere devlet yardımını yüzde 85 oranında düşürecek yasa tasarısı oylanıyordu. Muhafazakâr Parti’yle koalisyon kurabilmek için ruhunu satan Liberal Parti (liberaller her yerde aynıdır), öğrencilerin basıncına dayanamayarak tam ortasından ikiye bölündü. Üyelerinin yarısından çoğu tasarıya hayır oyu verme cesaretini son anda kendilerinde bulabildiler. Oylamadan sonra, BBC yorumcusu, “Şimdi eve gitmek için parlamento binasından çıkmaya korkuyorlar” diyecekti. BBC’nin politika editörü, parlamentodan yaptığı yorumunda, yasanın küçük bir farkla, ama koalisyon hükümeti için büyük bir siyasi yenilgiyle geçtiğini vurguluyordu.

    Polisin binlerce öğrenciyi, bu arada oradan geçmekte olan kimi turistler ve ilgisiz insanlarla bitlikte muhasara altına alarak saat 15.00’ten gece 23.30’a kadar önce meydanda, sonra köprünün (suyun) üzerinde soğukta, aç susuz, tuvalet olanağından yoksun bırakarak esir alması, medyada dahi büyük tepki çekti. Londra Emniyet Müdürü’yle konuşan hemen tüm medya temsilcileri hep aynı soruyu sordular: “Şiddet olaylarına sizin bu tecrit taktiğiniz yol açtı diyorlar, ne dersiniz?”

    Tarih sahnesinde yeni bir kuşak geldi…

    Bir taraftan Londra’dan Roma’ya (ve Türkiye’ye) öğrenci olayları, diğer taraftan “Anonim” kolektifi, özgürlüklerini, sosyal ekonomik haklarını savunmaya kararlı yeni bir kuşağın tarih sahnesine çıktığını gösteriyor.

    İngiltere’de sokakları dolduran öğrenci hareketi, yalnızca üniversitelilerden oluşmuyor, liseli gençleri de kapsıyor. Bu hareket, salt kendi çıkarları için mücadele etmiyor, işçi hareketiyle ilişki kuruyor, yürüyüş ve okul işgallerinin yanı sıra önde gelen şirketlerin ve mağazaların binaları önünde “vergini öde” temalı korsan gösteriler düzenleyerek bunları teşhir ediyor, kendilerini savunmaya zorluyor. Bu korsan gösteriler (flash-mob) eğitimin toplumun tümünün refahı ve geleceği açısından önemini vurgularken “Bunlar vergi vermediği için bu kesintiler yaşanıyor” diyerek hem sorunu genelleştiriyor hem de halkın sempatisini topluyor.

    Öğrencilerin bir kesimi sokaklarda, işgallerde, korsan gösterilerde mücadele ederken, bir diğer kesimi, dünya çapında çeşitli uluslara, kültürlere ait “hacktivist” lerden (hacker– activist) oluşan “Anonim” kolektifi, “Low Orbit Ion Canon” (alçak yörünge iyon topu) gibi kurgu bilim dizilerini anımsatan bilgisayar yazılımlarının yardımıyla, özgürlükleri sınırlamaya çalışan güçlere (şirketlere ve devletlere) karşı, internet ortamında, yepyeni mücadele yöntemleri, örgütlenme biçimleri yaratarak kafa tutuyorlar. Financial Times da şaşkınlığını gizlemeye gerek duymadan, “Bu yıl uzmanlar siber savaştan çok söz ettiler, ama hiçbiri, büyük şirketlere yönelik en büyük saldırının, dünyanın her tarafına yayılmış, belli bir liderliği, ulusal kimliği olmayan anarşist ve idealistlerden gelmesini beklemiyordu” diye yazıyordu.

    Sakın kimse bu çocukları, öğrenci, küçük burjuva gibi sıfatlarla küçümsemeye çalışmasın. Bunlar, bilgi ve teknolojinin, sermaye birikimine eklemlenmesinin günümüzdeki biçimlerinin, ağlar ve gayri madde emek süreçleri ortamında artık proletaryanın yeni ve organik bir parçasını oluşturuyorlar. Siyasette de bu betimlemeye uygun bir refleks sergileyerek tüm insanlığın özgürlükleri, sosyal hakları ve geleceği için devletlere ve sermayeye karşı, her fırsatta geleneksel işçi sınıfıyla birleşmeye çalışarak, kimi zaman özverili bireyler, çoğu zaman bunların kolektifleri olarak, uzun süredir görülmeyen yaratıcılık örneklerini sergileyerek baş kaldırıyorlar.

    Bu yeni kuşağı sevinçle, saygıyla, ama en önemlisi umutla karşılıyorum. Çünkü “korkunç bir güzellik doğuyor” kavgalarının içinde…”

    Ergin Yıldızoğlu

  11. Atatürk veletlerinden bunlari hiç görmedik

    “Meydanda ateşler yanıyor, Curchill’in heykeline “Biz senin kölelerin değiliz” flaması asılıyor, biri heykelin kaidesine işiyordu. Bir kız öğrenci İngiltere bayrağına asılarak sallanıyordu. Tüm otorite simgeleri ayaklar altındaydı. “

  12. fikirlerinize katılıyorum. sadece öğrenci kollektiflerine fazla umut yüklemeyin, onlara 1 mayısın birinde(hataydakiler)isyan devrim anarşi falan dedik(siyah giyinmişlerdi) hep beraber anarşist değiliz yurtseveriz ditye slogan attılar…
    roni margiülese yumurta atan larda onlar, ve chp ile doğan medyanın sahiplenmesinede dikkat etmek gerekir…

  13. Bir de bence öğrenci kolektifleri adı sizi yanlış yönlendiriyor. zaten öğrenci kolektifleri halk evlerinin gençlik-üniversite örgütlenmesi. yalnızca kendilerine alan yaratmak için bu ismi kullanıyorlar. bahsettiğim gibi o eylemde de birçok grup anlaşılanın aksine pankart açtıkları için öğrenci kolektiflerine tepkililer.

  14. Bakın, bir yanlışlık var. Bir fakültede diyelim farklı görüşlerde on öğraenci bir araya geldi ve kendine Öğrenci kolektifi dedi. Merkezi bir yapı mı var, yani hayır sizi tanımıyorruz, siz öğrenci kolektifi olamazsınız, çünkü bizim ideolojik tutumumuza uymuyorsunuz mu diyecek. Böyle bir şeyin olabileceğini düşünemiyorum. en azından bunun böyle olduğuna dair bir örnek yok elimizde. Bana kalırca öğrenci kolektifleri öğrencilerin ortalama bilincini temsil ediyor. Bu örgüte katılmak demeyeceğim, bu oluşumu geliştirmek gerekir diyeceğim. Herkes oraya aksın, bakın halk evlerinin falan borusu ötüyor mu? İlk Sovyetler de ağırlıklı olarak sendikalistlerin ve menşeviklerin yönlendirmesi altındaydı ama değişen koşullar ve devrimci kitleselleşme ortamında onların da çehresi değişti. Eski alışkanlıkları bir yana atmak gerekir. Ayrıca anarşist arkadaşa söyleyeceğim şudur: Anarşistlerin kendilerini ayırıp “anarşi”, “isyan” diye sekterlik yapmalarını doğru bulmuyorum. Anarşi, “anarşi” diye bağırmakla olmaz. Öğrencilerle birleşmekle olur. Girin onların arasına, kolektifleri örgütleyin, ortamı değiştirin. Gerçek anarşist tutum budur.

  15. kolektifi eklentisi, beraberliği ve eski uygulamalara göre yeniliği çağrıştırdığı için sizi yanıltmış. değişen bir şey yok. kendine süslü püslü “öğrenci kolektifi” etiketini takan grup, esas olarak halkevlerine gidip gelen bir grup. içlerinde biraz da ödp kökenliler de var. eski hamam ve eski tas. bence bu oluşumu yukarı kaldırmadan önce yeterince araştırmalıydınız.

  16. Yine de anlatamadım herhalde. Öğrenci olsaydım, bulunduğum fakültede bir Öğrenci Kolektif

  17. Yine de anlatamadım herhalde. Öğrenci olsaydım, bulunduğum fakültede bir Öğrenci Kolektifi de ben örgütlerdim. 1967 yılında DTCF Fİkir Kulübünü kendim buldum. Oradaki öğrenci arkadaşların hiçbirini tanımıyordum. Fikirlerini de bilmiyordum. Sadece bildiğim bu fikir kulüplerinin solcu olduğuydu. Bu işler öyle beğenmezlikle olmaz. İçine girmek gerekir.

  18. Yok aslinda birbirimizden farkimiz ama biz Kemalist-fasist kampiz

    Uklusal Kanal yemegine katilan kemalist-fasist rejimin bekçileri:
    Yemeğe katılan diğer isimler şöyle:

    CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu
    DP Genel Başkanı Hüsamettin Cindoruk
    İşçi Partisi Genel Başkan Vekili Mehmet Bedri Gültekin
    CHP Genel Başkan Yardımcıları Gürsel Tekin ve Umut Oran
    DP Genel Başkan Yardımcısı Hulusi Turgut
    İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcıları Ceyhan Mumcu
    Erkan Önsel
    Emekli Tümgeneral Yaşar Müjdeci ve emekli Tuğgeneral Servet Cömert
    Yeni Parti Genel Başkan Yardımcıları Bihin Edirge ve Mehmet Kavasoğlu
    CHP İstanbul Milletvekili Çetin Soysal
    CHP 15. dönem İstanbul Milletvekili Engin Ünsal
    DSP 21. Dönem İstanbul Milletvekili Bahri Sipahi
    Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal
    Kartal Belediye Başkanı Altınok Öz
    Kadıköy Belediye Başkan yardımcısı Hulusi Özocak
    Çatalca Eski Belediye Başkanı Fırat Aykut
    CHP İstanbul İl Başkanı Berhan Şimşek
    MHP İstanbul İl Başkanı İhsan Barutçu
    CHP Parti Meclisi Üyeleri İhsan Özkes
    KKTC İstanbul Başkonsolosluğu Ateşesi Cahit Kayaaslan
    Balyoz Davası sanığı Emekli Orgeneral Çetin Doğan
    YÖK Eski Başkanvekili Prof. Dr. İsa Eşme
    Ergenekon davası sanığı İstanbul Üniversitesi eski Rektörü Prof.Dr. Kemal Alemdaroğlu
    Prof. Dr. Doğan Perinçek
    Prof. Dr. Yakut Irmak Özden
    Prof. Dr. Tolga Yarman
    Prof. Dr. Turan İtil
    Prof. Dr. Kenan Demirkol
    Prof. Dr. Birsen Ersel
    Prof. Dr. Ayşe Uygur
    Prof. Dr. Nilgün Cerikoğlu
    Prof. Dr. Cemalettin Göbelez
    Başörtülülere hakaret eden Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ
    Tek Gıda-İş Sendikası Genel Başkanı Mustafa Türkel
    Eğitim-İş Genel Başkanı Yüksel Adıbelli
    İstanbul Barosu Genel Sekreteri Av. Hüseyin Özbek
    İstanbul Barosu Yönetim Kurulu Üyesi AV. Başar Yatılı
    İstanbul Barosu Disiplin Kurulu Üyesi Av. Fahri Kumruoğlu
    Ergenekon Davası Avukatlarından Celal Ülgen
    ATABE Genel Yayın Yönetmeni Şule Perinçek
    USMER İstanbul İl Başkanı Haluk Dural
    USİAD Başkanı Fevzi Durgun
    Şair Cumhuriyet Gazetesi yazarı Ataol Behramoğlu
    Akşam Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Mustafa Dolu
    Gazeteci yazar Orhal Karaveli
    68’liler Birliği Vakfı Başkanı Sönmez Targan
    68’liler Birliği Genel Sekreteri ( Deniz Gezmiş’in Ağabeyi) Bora Gezmiş
    ADD Marmara Bölge Sorumlusu Ümit Ülgen
    İstanbul Tabipler Odası Genel Sekreteri Dr. Ali Çerkezoğlu
    Karacaahmet Derneği Başkanı Muharrem Ercan
    KTKD İstanbul Şube Başkanı Zehra Bilge Eray
    Çınar Yayınları Sahibi Aydın Ilgaz
    Barış Radyo Sahibi Ali Rıza Erkan
    Oyun Yazarı Öner Yağcı
    Ressam Bedri Baykam
    Ressam Muzaffer Akyol
    Ulusal Kanal Program Yapımcıları Merdan Aslan
    Halil Nebiler ve Hüseyin Haydar.

  19. Birbirine cesaret vermeye çalışan kuru kalabalık desek daha iyi olur, bu kadar uzun uzun isim sayacağımıza.

  20. STV yemeği olsa katılanları böyle hedef göstererek ifşa etseler ne derlerdi acaba çakma demokratlarımız…helal olsun bu kişilere, akp vandalizmine karşı duruşu temsil ediyorlar.

  21. içlerinde çok değerli kişilerin de olduğu bu insanlar ulusalcı da olsa hiç olmazsa kuyruklarını kıstırıp ergenekon kazanına atılmaktan korkmuyorlar, siz onların tırnağı olamazsınız.

  22. 28 şubat olduğunda sizin ağababalarınız bizim irticayla alakamız yok, biz temiziz açıklamaları yapıyordu. orduyu destekliyordu.

  23. generallerin gecesi

    “….içlerinde çok değerli kişilerin de olduğu bu insanlar….” Ertan Bey, ne kadar da severmissin bu asker ve sivil pasalari? Niçin degerli oluyormus bu insanlar, ne degerleri varmis,diger insanlardan üstün olan bir taraflari var mi? Isminin basinda Prof veya Org olunca o insanlar degerli mi oluyor? Beni için Kemalist sistmenin Prof ve Org lari insanligin yüz karasi, utanç verici yaratiklardir ve ben onlarin yanina bile yaklasmak istemem, ama sen müthis bir solcu, ilerici bir demokrat olduguna için “org ” ve “prof” ünvani görünce dizlerinin bagi çözülmekte galiba.

  24. halil berktayın akademik ünvanı hakkında da aynı düşünseydin ciddiye alınabilirdin ama.. neyse seni gidi şakaşukacı islamcı velet seni…

  25. Mehmet Bedri Gültekin, Ataol Behramoğlu gibi isimler tüm hatalarına rağmen sizin topunuzun yedi ceddiden daha değerli, daha karakterli, daha cesur insanlardır. Bu isimleri geçelim AKP’nin çocuğu, sokaktaki köpek dahi sizden daha değerlidir. Köpekten dahi öğrenecek pek çok şeyiniz var. Senin tillahın gelse geri adım atmazlar, siz 12 Eylül’de finoluk peşindeyken onlar günlerce işkencede kalmışlardır.

  26. Sen hayatında bir gücün bir polisin karşısında durdun mu lan hiç…ona buna yanaşmaktan, iktidarın polisliğini yapmaktan başka neye yararsın, gelmiş burada liste ifşa ediyor, sizin gibilere yakışan sünepelik, teşhircilik, o listeye gömerler adamı…

  27. tabi o insanların karşısına çıkmaya bir tarafın yerse, finoluk yapıyosun onu da internet başında yaparsın…

  28. Ertan beyin tepkisi epey bir haklılık ihtiva etmekle beraber sokak köpeklerini bu işin içine katmasını doğru bulmadım efendim. O hayvancıkların kimseye bir zararı yoktur. Kendi kendilerine edindikleri bölgelerinde sessiz sedasız yaşarlar. Ayrıca çok onurludurlar. En önemlisi de politikaya asla tenezzül etmezler. Şu gençlerin kullandıkları gülme işaretini kullanacaktım ama yapamadım işte…

  29. Hurşit amcacım haklısın, aslında bunları sokak köpekleri gibi tamahkar, dert küpü, suçsuz hayvanlarla karşılaştırmak istemezdim, ama alışkanlık bu ya, insandan hayvandan beklediğimizin daha fazlasını bekleriz. bu sebepten o “bile”…

  30. Evet ama sinirlenmeyin Ertan beyciğim. Adam bir şey yapmamış ki, buraya bir bilgi olarak listeyi atmış, yorum bile yapmamış. Ayrıca haberim yoktu, öğrenmiş olduk, ne var ki.

  31. Bu bilgilendirme değil, bu polislik bu fiştiklemek…Behramoğlu’na faşist diyecek adam onun tırnağı olamıyorsa sinirlenirsin.

  32. Yine de sükunet, soğukkanlılık tavsiye ediyorum. Aydınlık mucmuası da kendi açısından teşhirler yapar, isimler yayınlar, bunlar gayet tabii hadiselerdir. O da kendi açısından bu vaziyeti teşhirlik görmüş demek ki. Alacağımızı alırız, almayacağımızı almayız. Serbest piyasa ekonomisinde yaşadığımıza göre. 🙂 Hah bu sefer yapabildim. Demek ki iki noktayla kapa parantezi yan yana koyuyor bu gençler. Fıtri bir zeka ürünü böyle şeyler.

  33. :):):)

  34. Her kim puştluk yapmışsa cezasını çeksin…bugün bunlar var, sinirlernmek en insani tepkidir hurşit bey amca,

  35. Sen bilircin Ertan bey oğlum. Ben bir söyleyeyim dedim.

  36. bu yavşak takımı Yunan anarşistleri bile ulusalcı yapmış http://www.taraf.com.tr/haber/antik-yunan-ulusalciligi.htm bunlara küfür etmezsikn de ne edersin, görüldüğü yerde ezmek lazım bu takımı ama reelde görünmüyolar, işleri güçleri internette sünepelik…

    ayrıca bu sitedeki anarşist, devrimci şu bu artık akpli olmayan kim varsa, şu adamın yorumlarına şiddetler karşı çıkmadığı için, meydanı boş bıraktıkları için eleştiriyorum.

  37. Ertan, daha önce bu faşiste karşı çıkıldığında olanları görmüşsündür herhalde. Kendisiyle laf yarıştırmak gereksiz değil midir? Demogoji dışında pek birşey yaptığını görmedik. Ama elbette bu anonim şahsın söylemlerini destekleyebilecek tıynette insanlar da var bu da bir gerçek tabii…

  38. Ayrıca bu durum daha genel bir ruh halinin yansıması da olabilir diye düşünüyorum. Yani ‘yarılma’ diyebiliriz bir nevi. İslamcı hareketle işbirliği anlayışı solun bir kısmını söylemsel olarak akıl almaz bir şekilde yıprattı (DSİP vs.) ancak karşı tarafta da ilginç eğilimlerin gelişmesini sağladı (Roni Margulies’e yumurtalı saldırı gibi bence yanlış bir hamle ve öğrencilerin ulusalcıların özgürlükçülük nesnesi olmaya itirazının cılız kalması gibi). İzlemeye ve müdahaleye devam etmek gerek tabii.

  39. Anton bey kardeşime katılıyorum. Roni beye karşı olsak da hırpalanmasını doğru bulmayız. Bu sitede ütün işaretler 3. cepheyi işaret ediyor ama 3. cephede bir kıpırtı yok henüz. Ben ertan kardeşimiz kadar sert olmamakla birlikte AKP’li bey kardeşimizin diline karşı çıkıyorum doğrusu.

  40. Yunanlılar yine demokrasi dersi verdi!

    Yunanlılar yine demokrasi dersi verdi!

    Geçtiğimiz hafta AÜ SBF’de kendilerine “öğrenci” diyen bir grubun yumurtalı saldırısına uğrayarak söz hakkına el konulan, fikir hürriyeti ihlal edilen Burhan Kuzu vakası, kırılgan demokrasimize bir darbe daha vurmuş, tarihimize bir başka kara leke olarak yazılmıştı. Yunanistan’ın başkenti Atina’da bugün vuku bulan benzer bir hadise ise, bu tip olaylarda demokrasinin değil yara almak, nasıl güçlenip pekişebileceği konusunda örnek teşkil etti.

    15 Aralık günü Yunanistan’da genel grev vardı. Ülkenin hemen bütün şehirlerinde büyük gösteriler gerçekleşti. Atina’daki gösteri sırasında eski bakan ve muhafazakâr Yeni Demokrasi milletvekili Kostas Hacidakis, yüksek bir siyasal sorumluluk ve şuur örneği göstererek sıkıntılarını dinlemek, dertlerine derman olabilmek için göstericilerin arasına karıştı. Peki eski bakanı gören göstericiler ne yaptı dersiniz? Yumurta mı attı, yuhaladı mı, alkışla protesto mu etti? Hayır, böylesi “faşizan” eylemlerin hiçbirisine başvurmayıp büyük bir demokratik sorumluluk içerisinde, aşağıdaki fotoğrafta da göreceğiniz üzere, eski bakanla gayet olgun bir biçimde verimli bir fikir alış verişine girdi.

    Göstericiler bakana sıkıntılarını büyük bir açıklıkla aktardılar. Yumurta ya da boyaya değil, sadece öneri ve eleştirilerinin bakanın kafasında yarattığı etkiye güvendiler. Ona uzaktan bağırıp çağırmaktansa yanına kadar gelip temas ettiler, dertlerini, fikirlerini, önerilerini büyük bir samimiyetle paylaştılar. Sonunda ne oldu? Bakanın bu karşılıklı fikir teatisinden derinden etkilendiği belliydi. Göstericiler de bakana sıkıntılarını ilk elden aktarmış olmanın memnuniyet ve huzurunu yaşıyorlardı. Hatta kimi göstericiler, böylesi diyalog süreçlerine şimdiki kabine üyelerinin ve keza işverenlerin de katılması gerektiğini, teker teker bütün bakanlarla böylesi görüş alışverişinde bulunabilseler belki grev ya da gösterilere dahi gerek olmayabileceğini bildirdiler. Marjinal aşırı sol grupların fikir alışverişine, demokratik diyaloğa vurgu yapan bu tip görüşleri, “sosyal diyalogculuk” olarak değerlendirip eleştirdiğini de burada not etmek gerekiyor. Ancak böylesi marjinal grupları önemsemek de yersiz açıkçası.

    Evet, Yunanlılar bir kez daha demokrasi dersi verdi. Darısı başımıza. Umarım biz de bir gün siyaset ve iş dünyasının mümtaz şahsiyetlerini yumurta gibi iptidai araçlarla karşılayıp ya da yuhalayarak konuşturmamaktansa Yunanlılar gibi doğrudan diyaloğu, fikir alışverişini tercih ederiz… Göreceksiniz o zaman demokrasimiz daha da güçlenmiş olacak.

    Söz Konusu örnek Demokratik Sıcak Ve Kalpten Diyaloğun Fotoğrafı:

    http://sphotos.ak.fbcdn.net/hphotos-ak-ash1/hs733.ash1/162713_474253829219_748034219_6042141_5111788_n.jpg

  41. Adam dövmeye güzelleme

    Adam dövmeye güzelleme yaparsin, silahli mücadeleyi översin, darbeleri savunursun, 27 Mayis’i methedersin , kendin dövülünce, yasal zorunluluk geregi copu kafana yiyince, darbecilik suçundan içeri tikilinca ziril ziril aglarsin. Saga sola küfredersin , köpek vs. dersin, sana insan gibi cevap verilince ziril ziril ,aglarsin. Sizin cibilliyetiniz bu. Tek derdiniz Türkiye halkina, onun inançlarina, degerlerine düsman olmak, ordunun, batililarin, güçlü olanin, Tüsiad’nin saksakçiligini yapmak ve bunu solculuk olarak satmak. Veli Küçüklerle, fasist generallerle beraber olanlarin kendilerini solcu, devrimci olarak satmasi gibi abukluklar da ancak Türkiye’de görülür.

  42. 12 Eylül saat 07:00 ve internet palavracilari

    11 Eylül günü solcu devrimci geçinen örgütler devrimi bir an meselesi saymakta, en keskin sloganlarla bibirleriyle yarismakta ve hepsi kitle mücadelesinin gelistiginden, daha da geliseceginden söz etmekte ve mangalda kül birakmamaktaydi. 12 Eylül 1980 sabahi bu palavraci provokatörlerin ne oldugu ortaya çikti, hiçbir direnis olmadi, tissss. Bayraklariyla, flamalriyla, sloganlariyla ortadan kayboldular. Neden? Cünkü hepsinin ipi cuntanin elindeydi. Hatta DISK yönetiicileri gibi bazilari Selimiye kislasinda teslim olmak için uzun kuyruklar olusturdular, o zamanki Aydinlikçilar da hepsi kosa kosa teslim oldu, Zileli’yi de teslim etmek için epey ugrastilar, hatta yurtdisinda bulunan Camkiran adli aydinlikçi sahis kravatini rüzgarda savura savura ilk uçakla Almanya’dan gelip Sovyet Sosyal Emperyalizmi tehlikesine karsi Türkiye’yi kurtaran cuntaya (o zaman da askere böyle postal yalayiciligi yamaktaydilar bu somun pehlivani palavracilar) teslim oldular. Ancak yagcilik onlari kurtarmadi, içeri tikildilar ama Aydinlikçi palavracilar 12 Eylul’de iskence falan görmedi, siyasiler kogusunda agirlandilar, diger solcu ve devrimcileri ispiyon ettiler, teslim olanlarin hepsi yanlis, cogu ise haince tavir aldi, simdi tarihi çarpitmayin, isterseniz Gün abinize sorun.

  43. ak partili yanlış duvara tosladın ben solcu değilim.

  44. insanların politik ittifaklarla otoritelerle ilişkisini eleştiriyorsunda, yahu kendini burada ifade ederken, yasal olarak uygun düştüğünden yapılmıştır gibi, en ince ifadeyle söylüyorum zorbalığı savunmayı nasıl açıklıyorsun kendine? islami modernizm ile mi? Yahu sen müslüman olsaydın bence en azından kur’an-ı kerim kitabındaki emirleri hakikaten düşünürdün, orada insanların cezaevlerine, hayvanların da işkencehanelere kapatılacağına dair bir ifade göstersene bana? “la ilahe illallah” sözünü hakikaten kavradığını ve yaşamına geçirmek için en azından çaba verdiğini düşüneyim kendi yolunda ve yapabildiklerinle. Palavrayı bırak, AKP’nin korumasına sığınma, cesaretin varsa!

  45. İşkillendirici bir yazı.

    Gün Zileli’nin Öğrenci Kolektifleri’nin kimin nesi olduğunu bilmiyor olması, onu bir “özinisiyatif örgütlenmesi” olarak görmesi, (yorumcuların uyarılarına rağmen) gençleri bu örgüte katılıp onu içeriden değiştirmeye çağırması epey garip durmuş.

    Hesabınız nedir Gün Zileli?

    Durduk yerde Oğuzhan’ın tosuncuklarına mersiye yazmak da nereden çıktı?

  46. Ha, Ebu-zer’e küfretmeyi de unutma, tabi açıktan yapmazsın değil mi? Somut koşulların somut tahlilini yaparsın ancak sonuç olarakta, yazık oldu, çok değerli birisiydi falan filan… Fetho’nun yalakasını olmadığını söz ile ispatla hadi? Sözünü dinleyeceğime söz veriyorum, ne dersin?

  47. haydi akp’li tosuncuk bekliyorum yanıtını, hadi bak isminde gizli, korkma burayı izleyen polisler varsa canın yanmaz hadi, kendinle hesaplaşman gerekiyor sadece, yapabilirsen!

  48. Mehmet Bedri Gültekin dahil pek çok Aydınlıkçı hem 12 Eylül’de hem 12 Mart’ta işkence gördüler günlerce, detaylarını bilmiyorum ama senin ağababalarının hayatında göremeyeceğin bir basiretle direndiler en azından M.Bedri.

    Polis çocuğu, yalakası, aynı zırvaları tekrarlamaktan başka bir bok yiyeceğin yok, küçük kafan ancak ezberlediğin şeyleri kusmaya yarıyor.

    Senin polisinin, iktidarının, yalanların karşısında her zaman direnen devrimciler olacaktır, tükürdüğünüz pislikleri yalayacaksınız.

  49. AKP’li arkadaş doğru söylemiyor ya da bilmiyor. 12 Eylül’den sonra Dal ekibi Ankara’da, Kasım ayında Aydınlıkçılara karşı bir operasyon yaptı. Mehmet Bedri Gültekin başta olmak üzere birçok aydınlıkçıyı gözaltına aldı ve ağır işkence yaptı. Bunu belirteyim, ayrıca “yasal cop kullanmaya” da çok güldüğümü ekleyeyim.

  50. Kimseye mersiye yazdığım yok arkadaşım. Hiçbir hesabım da yok. Bu tür art niyetleri bırakın bir kenara. Kendimce, gördüğüm kadarıyla olayı yorumlamaya çalıştım. Hatalı olabilir. Tartışmak gerekir. Ama suçlama dili hiç hoş değil. Artık bırakalım bu tür alışkanlıkları.

  51. İsyan sitesine Yunanistan’daki olaylarla ilgili yollanan yorum buraya da gönderilmiş. İsyan’a gönderdiğim cevabımı buraya da alıyorum:

    Emre ironi yapmış ama biraz durup düşünmek gerekir. Bütün anarşistlere kefil olacak değilim ama anarşizmin en azından o anda savunmasız bir insana (görevi ne olursa olsun, kim olursa olsun) saldırmayı ve ağzını yüzünü kanatmayı vazetmediğine eminim. Kitle hareketlerinde bazı aşırılıklar olur, tamam ama buna anarşizm adına onay vermek de nereden çıktı şimdi.

  52. Kabul, ben art niyetliyim; peki Ulusalcı, Kemalist, Stalinist bir örgütlenmeye katılıp onu içeriden değiştirmek çağrısı garip değil mi?

  53. ava giden avlanir, sonunda solcular birbirini dövecek

    ‘Halk Cephesi’ üyesi 4 kişi, çarşaf-blok listeyi sorma bahanesiyle Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Beyoğlu ilçe binasını işgal etti. Kendilerini ilçe başkanının odasına kilitleyen eylemciler, parti binasının cephesine büyük bir pankart açtı.

    İstiklal Caddesi’nde bulunanCHPBeyoğlu ilçe binasına gelen Halk Cephesi üyesi 2’si kadın 4 kişi, ilçe başkan yardımcısı Eraslan Alkılıç ile görüşmek istediklerini söyledi.

    Eylemciler, Alkılıç’a çarşaf ve blok liste hakkında bilgi almak istediklerini belirtti. Alkılıç’ın konuştuğu sırada eylemciler kendilerini il başkanını odasına kilitledi. Protestocular camdan aşağıya “18 – 22 Aralık’ta Bayrampaşa’da 6 kadını diri diri yakanlar cezalandırılsın” yazılı ve üzerinde olayda yaralanan kadınların resimlerinin bulunduğu büyük bir pankart açtılar. Sloganlar atan şahısların eylemi sürüyor.

    Bu arada, olayı haber alan polisler ilçe binasına geldi. Polisler, bina dışında beklemeye başladı.

    Olay hakkında açıklama yapan CHP Beyoğlu İlçe Başkan Yardımcısı Eraslan Alkılıç,””Eylemciler çarşaf-blok liste konusunda bilgi almak için benimle görüşmek istediklerini söylemiş. Konu hakkında bilgi verirken bir anda kendilerinin başkanın odasına kilitlediler. Tüm ısrarlarımıza rağmen kapıyı açmadılar. Polisi de içeri almadık. Eylemin sona ermesini bekliyoruz.” diye konuştu.

  54. Ben böyle bir yapı tanımıyorum. Herhangi bir örgütü ele geçirmeyi fgalan da önermiylorum, böyle bir şey imkansızdır zaten. Hala eski alışkanlıklarla düşünüyorsunuz. Benim dediğim şu: Öğrenci kolektifleri bütün öğrencilerin özörgütlenmesi olmalıdır. Bunları tabandan öğrenciler oluşturmalıdır. Daha vönce de söyledim. Şimdi DTCF’de bir gurup öğrenci bir araya gelip biz de buranın öğrenci kolektifiyiz dese buna kim engel olacak. Hayır bizim tüzüğümüz var, tüzüğe göre siz öğrenci kolektifi olamazsınız mı diyecekler.

  55. Anarsizm Stalinizmin yumusak versiyonu mu?

    Dünyanin her yerinde anarsizm diger sol akimlardan kesin çizgilerle ayrilmistir, hatta neredeyse sol ve sag denilen cephelerin disindadir. ancak Türkiye’ de her sey islam düsmanligi , kati, tepeden inmeci laiklik çerçevesinde (yandas-candas) sekillendirildigi için kendine anarsist vb diyenler bile bir nevi kemalist yol arkadasi sayilir, Kemalistler, Stalinistler, sosyal demokrat geçinenler, ulusalci sosyalistler, anarsistler ve tümünün binbir çesit fraksiyonu hem birbirlerini yerler, hem de birbirlerinden asla kopamazlar. Evet, Türkiye’de anarsizm baslibasina bir akim degil diger sol fraksiyonlar gibi Stalinizm’in bir versiyonu kalmaktadir, anarsizmi benimsediklerini söyleyenlerin kafa karisikligi, daha çok da çekingenligi yüzünden.

  56. AKP’li arkadaş doğru söylemiyor ya da bilmiyor

    Gültekin’in iskence gördügünü bilmiyordum, kendisine geçmis olsun demek gerek ve bunun bir istisna oldugunu da vurgulamali, Aydinlikçilar hakkindaki diger bilgilerin dogruluguna da halel getirmez, Zileli’nin de vurguladigi gibi bu polisin bir biriminin marifeti imis , polis içindeki ermeni düsmani MHP’li unsurlarin bir marifeti olabilir.

  57. Marksizmin her şeyi yalan (!)

    Beni tanıyanlar iyi bilirler, kişileri tenkit etmekte asla çekinmem. Bu en kolay yaptığım şeydir. Ancak birini övmeye gelince, hemen hemen hiç yapmadığım ve sanırım yapamacağım şeydir.

    Gün Zileli çok iyi tanıdığım biri olmamakla birlikte, derin bilgiye ve deneye sahip bir devirimci olduğunu çok uzun zamanlardan beri bilirim. 1968 hareketleri başladığında Çapa orta okulu öğrencisi olarak, karşımızdaki Yüksek Öğretmen Okulu olayları nedeniyle politikleşmeye başlamış 1971 darbesi gerçekleştiğinde Zileli de aralarında olmak üzere öğrenci liderlerinden haberdar olmaya başlamıştım. Bu arada, birkaç lise değiştirmiş, lisenin birinde üniversiteli ağabeylerimize destek olmak üzere öğrenci boykotu örgütlemiş ve üç gün okuldan uzaklaştırılma cezasına çarptırılmıştım.

    Dolayısıyla takip eden yıllarda daha politikleştiğim için sol nitelikli basın ve yayını takip edip Zileli’nin düşüncelerinden, katıldığı gurup TİİKP’ten ve hayranı olduğum Kaypakkaya’nın revizyonistlikle suçlayıp ayrıldığından da haberdardım.

    Değerli Zileli ile doğrudan temasım, Perinçek’in ‘Saçak’, İkibine Doğru Dergisi’ ve SP döneminde gerçekleşti. Bu çizgide en değerli bulduğum kişi yine Gün
    Zileli olmuştur. Nokta.

    Ama Zileli, Anarşist olduğundan beri, Marksizme eleştiri yöneltme yarışına girmiş gibi görünüyor.
    Mesela bu yazıya ‘“İşçi sınıfının zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi yoktur.” deyimini eleştirmekle başlamasının, bu çaba dışında hiç de gereği olmadığı düşüncesine varıyorum.

    Tabi ki gençlik, harçlığının bir kısmını, öğrenim bedeli olarak kaybetmemek için ayaklanmaktadır. Ama bu eylemin koca bir sistemi değiştirmeyi hedef alacağı iddia edilebilir mi?
    Sistem sahiplerinin, değiştirmek için harekete geçmiş kitleyi acımasızca katletmeye giriştikleri gerçeğini nasıl unutabiliriz. Paris devrimini ele alırken Zileli, bizzat bu katliamlara temas etmişti.
    Peki böyle bir ölümü kimler göze alabilir?
    Kusura bakmasın ama, ben hayatım boyunca giriştiğim sınıf mücadelesi kavgasında, kaybedecek şeyleri bulanların eylemden kaçmak için ne bahaneler yarattığının tanığıyım! Hata bu bahaneleri dalgaya alıp, onların ağzından ”şey annemin gölgesi ağrıyor da…” deyimini üretmiştim.

    Gençlik ile işçi sınıfını karıştırmadığını bilerek soralım, kölenin canının kendinin olmadığı mecazi sözünün reel bir karşılığı da yok muydu?
    Fabrika işçisi kendi hayatını yaşıyor mu sahiden?
    Sahi bu devasa şirketlerle kimler mücadeleye kalkışabilir?
    Şirketin ustaları bile ustalığını kaybetmemek için, işçi-patron uyuşmazlığı anında işverenin safına geçerken, kaybedeceği bir şeyleri olanlar propagandası da neyin nesi?

    Ben anarşizmi, düzeni yaşatmaya açar üreten tezler geliştirdiği için değil, bir devlet düzeni olarak reddettiği için severdim.
    Zileli’deki Marksizm düşmanlığı, dimağ karışıklığı yaratıyor galiba…
    Kaybedilecek şeyler, düzene bağları zincirlere dönüştüreceği ve yıkmak yerine sahiplenmeye götüreceği gerçeğini Zileli nasıl göz ardı edebilmiş diye hayıflanmadan edemiyorum!

    Bu nedenle benim umudum proleterde de değil, proleter bile olamamış talihsiz açarsızlardadır!
    Örnek mi?
    İşte Proleter deryası TC, ne yapıyor proletaryası, devletine sahip çıkmak dışında!
    Ya proleter bile olamamış Kürdistan!
    Anlaşılıyor mu acaba, ‘devrimin sömürgelere kaydığı’ realitesinin nedeni?

  58. sayın zileli,
    demek istediğinizi anladım. zaten bende sloganist biri değilim sadece siyah giyinmişlerdi anarşist sanıp bir selam gönderelim demiştik.
    ikincisine gelince bu ülkede bütün herkese açık gözüken yapılar aslında herkesi kendi örgütlenmesine katmak için uydurulmuş, platform, kollektif, birlik, cephe, forum v.b. adlarla dışarıda kalanları içlerine çekip örgütlenme gereği yapılır. ha örgütlenme niyetine bir dediğim yok, problem insaları kandırmaya çalışarak yapmaları. doğrudan demokrasinin işlemediği bir kurumsal ilişkide bir değişikliğe gidemiyorsunuz, sadece sizde belki birilerini örgütleyip oradan çıkarabiliyorsunuz. ama yinede bulunduğumuz alandaki örgütlenmelere elbette girebilmeliyiz. örgütlere değil..!

  59. Gün Ağabey selamlar, görüşmeyeli iyisindir umarım.

    Özörgütlenmelerin gerekliliği ve merkezi bürokratik ekiplerin manipülatif etkilerinden uzak örgütlenmelerin ortaya çıkışı noktasında umut vaadeden yapılara olumlu yaklaşmanı anlayabiliyorum.

    Üzülerek belirtmeli ve benzer görüşler sunan arkadaşlara katılmalıyım ki: öğrenci kolektifleri, adındaki kolektifliği yansıtmaktan uzak, halkevleri-ödp-devyol hattının doğrudan kontrolünde bir yapılanmadır. 2006’da 30 ağustos töreninde lübnan’a asker göndermeyi protesto ile başlayan eylemleri, bir süredir dsip, edp gibi partilerin karşı cephesinde, chp’nin solunda yer alan unsurların salt akp karşıtlığı üzerinden yürüyen muhalefetlerine hizmet eder biçimde gelişmektedir.

    Umut ettiğiniz türden, 60lardakine benzer bir örgütlenme hepimizim malumu büyüklüğün yanında, özerklik-kendi kararlarını alabilme bakımından da şu an ki öğrenci muhalefetine fersah fersah uzaklıktadır maalesef. O dönemin ideolojik zayıflıklarını (stalinizm, kemalizm vs.) sizler yeterince vurguladınız. Şu ankiler bunlara çok daha yoğun biçimde sahip olmaya ek olarak, chp’ye göz kırpan bir popülizme ve muhalefette seçiciliğe de sahipler. Statüko değirmenine su taşımakla meşguller.

    Bahsettiğin ve benim de umut ettiğim tarzda, üniversitelerin kendi içinden gelişecek bir muhalefet (peki bu üniversite içinden gelişmiyor mu diyenler, karar mekanizmalarının dışarıda olduğunu bilmeliler), en son 90’larda ortaya çıkmıştı. Umarım tekrar ortaya çıkar. Oğuzhan abilerinin 30 senedir bitmek bilmeyen ufak hesaplarına hizmet eden bu köhnemiş örgütlenmeleri ezer geçer.

    çok alakalı bonus: http://www.birgun.net/report_index.php?news_code=1291645030&year=2010&month=12&day=06

  60. 42. ve 43. yorumu yapan Akp’li üçkağıtçı, zorba, noldu, neden cevap yazmadın? Bir gün geçti aradan, Neden gıkın çıkmıyor? Dilini mi yuttun ha, konuşsana. Palavracı, efendilerin izin vermedi mi konuşmana?

  61. Yorum yazan arkadaşlar, Öğrenci Kolektifleri’nin bir örgüt olduğu, hatta “kimin nesi” olduğu hakkında sizi uyardıkları halde, ısrarla, ona katılıp dönüştürülmesi gerektiğini söylüyorsunuz: “Öğrenci olsaydım, bulunduğum fakültede bir Öğrenci Kolektifi de ben örgütlerdim… Bu işler öyle beğenmezlikle olmaz. İçine girmek gerekir.”

    Adı “kolektif” diye mi “Öğrenci kolektifleri bütün öğrencilerin özörgütlenmesi olmalıdır” diyorsunuz? Niye bu adla örgütlensin öğrenci gençlik; kıran mı girdi adlara?

    Adında “cephe” geçiyor diye, “DHKP-C’de örgütlenelim, onu gerçek bir cepheye dönüştürelim” demek kadar safça bir öneri bu?

    Ben de işte tam bunu soruyorum: Bu kadar saf mısınız? Yoksa başka bir niyetiniz mi var?

  62. Degerli bir insandan degerli bir yazi

    Sule Perinçek -Aydinlik Dergisi:
    Kara tahta kullansınlar

    Son yıllarda bir dövme modası aldı yürüdü.
    Yurtdışında siyaset alanında da var da, bizde bazı manken, şarkıcı, sanatçı(!) takımı bir de sevgililerinin adlarını bedenlerine kazıttırıyorlar.
    Bu dövmelerle fotoğraflar çektirip aşklarını ilan ediyorlar, bu arada basında da yer alıp biraz fiyat artırmak da bonusu…
    Ama bir sorun var.
    Sık sık sevgili değiştirdiklerinden, üstelik o ötekinin eskisini alıp kendinin yenisi yaptığından, birkaç hafta sonra bu biri diğerine aynı yöntemi uyguladığından, eğer yazılı ve görsel basından olsun izlemeye kararlıysanız bizler bile şaşı olurken dövmeci ne yapsın…
    Tahta değil ki öyle üç günde bir yaz sil, yeniden yaz…
    Zor iş. Hırpalanıp duruyorlar.
    Ha bakın, kara tahta fena fikir değil.
    Bir tebeşirle çözülür.
    Hatta elektronikleri çıkmış. Bas düğmeye, işlem tamam.
    Montaj da estetik cerrahların işi.

  63. Tek tek , madde madde söyle de neye cevap verecegimizi bilelim. Bedri Gültekin istisnasina verdigim cevabi okudun herhalde. Sen ne kadar seviyesizlessen de senin seviyene düsmeyecegim
    ağababalarının Polis çocuğu, yalakası, … zırva…. bok yiyeceğin yok….. küçük kafan….. ezberlediğin şeyler….. kusmaya yarıyor……yalanların … tükürdüğünüz pislikleri yalayacaksınız.

    Bu laflar 27 Mayis, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Subat, 27 Nisan asker üslubu, kislada konusulur, orada ögrenilir, orduevi sohbetlerinde geçer, bu üslupla konusan biri kendini ele verir, has Atatürkçü oldugu ortaya çikar, desifre olur, istemeden kendini diyabolize eder, halkimiz bu laflari duyunca hemen nereden geldigini anlar, tavrini ona göre alir …iste bu nedenle en büyük partiniz CHP birkaç sene sonra yok olacak, siz marjinal ulusalcilar (tabii tabii ulusalci degilsiniz, sosyalistsiniz, devrimcisinz canim, biz de bunu yuttuk…) ise zaten yoksunuz, hiçbir zaman da var olmayacaksiniz, bu memlekette size (siyasal olarak tabii) bir yudum su, bir lokma ekmek yok, anlayin bunu artik….Artik generalleriniz de darbe yapamayacagina göre yolun sonu geldi, bittiniz….

  64. AKP’li, sana o saydığın tüm sıfatları ben kullanmadım. Sanırım buradaki ulusalcı bir sosyalistle beni karıştırıyorsun…

    Anarşizmin Stalinizmin yumuşak versiyonu mu diye sormuşsun. Bu sorunu cevabı “yoktur”. Takdir edersin ki, anarşinin de türlü türlü yorumları vardır. Yani nasıl ki islam’ın tek bir yorumu mevcut değilse, anarşi de çok çeşitlidir.

    Bu bağlam üzerinden sana yukarıda soruları sormuştum. Ama beni bir ulusalcıyla karıştırdığın için; (ulusalcılığın içinde 70 milyon adım vs diyerek işbirliği yaptınız Leninist Diktatörlük savunucuları Troçkist Liberal Sosyalistlerde vardır. )

    O söylediklerini, generalleri olanlara söylersin bunları hiçte üzerime alınmıyorum, o yüzden beni ilgilendirmiyor, yani şu DSİP taktiğine, kendisinden olmayan herkes Ergenekoncudur taktiğini bir kenara bırakmalısın.

    Yani sana şuradan hatırlatayım, bu politik ikilik (düalizm) bir hastalıktır, diyalektik bir hastalıktır, bana da hiç bulaştırabileceğini sanma, o virüs bana bulaşmıyor. İslam’da “bile” (bile çünkü, AKP’nin ilerlemeciliği, demokratlık lafazanlığını sahiplenerek, ilerlemeci düşünceye eklemlenmiş bulunduğundan ötürü öyle yazdım. Yoksa geçmişteki, herşey şimdiden daha tercih edilemez, “daha kötü” olduğu için değil, ya da İslam’ı aşağılamak için yazmadım), bu ikilik üzerinden kurulmaz “karşı çıkışlar”. Farklı dinlerin(Hristiyanlık ve Yahudilik) ve onlara inanların varlığı ve farklılıkları görünmezleştirilmez, bunu bir tavsiye olarak yazıyorum ve bir hatırlatma olarak.

    1- Anarşizm, Stalinizmin yumuşak versiyonumudur? Batı’da neden böyle değil vs vs, soldan kopukmuş falanda filanda. Böyle bir soru hatalı, hangi anarşizm? Bir tek anarşizm yok, bunu biliyorsun sanıyorum. Batı’da solcularla oldukça yakın olan bir sürü anarşist birey ve grupta mevcuttur. Üstelik buna dair detaylı araştırsan, Siyonistlere yapılan saldırılarda İsrail devleti’ni savunan alçak “anarşistler” bile görebilirsin. Ama sana cevap olarak vereyim kısaca;

    Kendine anarşist diyen liberallerden, modernistlerden, “kendi sömürgeci fantazilerine” uyumlu, sadece kendilerine ve kendi ideallerine benzer varoluştaki insanların acılarıyla özdeşlik kurma, onların (kendi ideallerine yakın olanların) yaşamlarına yönelik sistemli saldırılara (otoriter pratiklere) karşı çıkma ama, bu, türbanlı kadınların yaşam alanlarına(“üniversitelere”) girişinin yasaklanması olduğunda görmezden gelme, üstüne üstlük sembolik bir karşı çıkış bile ifade etmeme vardır, zaten ben bu pratiğe saldırıyorum vs. Bu, “beni ilgilendirmeyen bir anarşi” yorumudur ve ben bununla da mücadele ederim. Bu gibi anarşi yorumlarıyla mücadele etmeyi doğru bulmayan bir anarşist, kendilerine “cehennemin dibine gitmelerini” söyleyebilirdi de.

    Her ne kadar, benim için, islam’ın özü (kuran-ı kerim) kendi varoluşunun ahlaki ve şiirsel anlatımlarını barındıran, bireylere sunduğu ahlak ile kendi kuruculuğu içerisinde, bir varoluşsal güç verse de, bir çok açıdan kadının varoluşuna yönelik standart ahlaki dogmalarla, kadınları kurumsallaşmanın içinde önceden kodlar, onların kendileri olmaları sınırlar; çünkü bireylerin varoluşu islamın varoluşu için araçsallaşır, esas olan İslam’ın sürekliliğidir, kurumsallaşmasıdır. Tabi bu islamın genel görünüşü, “Ebu-Zer el-Gaffari” gibi isyankarlar, pratikte etki sahibi olabilseydi bu nasıl bir biçime evrilirdi, bilinmez.

    Bu bağlamda da, cahilliğinden olduğunu düşündüğüm büyük genellemeler yaparak, “ormana bakmaktan ağaçları görememe hastalığını” aşabilmen için, biraz daha araştırma yapmanı tavsiye ederim. Örneğin, kendi yaşamlarında islami kuralların kullanımıyla, tahakkümüne, üzerlerinde baskı kurulmasına karşı olan, ama aptal bir şekilde, bu baskıyı yapanlarla tüm müslümanları aynılaştırma hatasına düşmeyenler de mevcuttur. Yani özcesi şöyle oluyor, yasalar, ahlak, toplum vb semboller ve karşılıklarının zorunluluk propagandasını yıkmak isteyen, ama bu amacın “ideolojik köleliğine” kapılarak, kendisini müslüman olarak tanımlayan insanların yok edilmesine, tepeden baskılanmasına göz yummayanlar vardır. Türkiye dışında da senin söylediğin Batı güzellemesi öyle güllük gülistanlık hiç te değildir, İtalya, İspanya, Almanya gibi pek çok yerde ciddi sorunlu pratiklerde mevcutttur. “Batı”daki örneğin kendisini müslüman olarak ta tanımlayan insanların, kendisinin zalimler haline dönüşmesine değil, kendi yaşamlarını kendileri belirlemesine (zalimlere dönüşenlerine karşı çıkarak ta) destek veren anarşistler vardır. Ama bir elin parmaklarını geçer mi dersen pek te geçtiğini söyleyemem. Örneğin, İsyankar anarşistlerin bazıları bu bağlamdadır, çünkü modernist paradigmalarla beraber gelen, kurumsallaşma arzusunu reddettiklerinden ve bütün uygarlığa ve onun geldiği noktaya karşı çıkan kendi oluşlarını yaşama geçirme yolunda çaba verdiklerinden ötürü bu pratikler -sınırlı, kendi gücü ölçüsünde- varolmakta. Türkiye’de ise, örneğin Anarşist Gençlik Federasyonu “Hepimiz Türbanlıyız” eylemi, sokak gösterisi, (türban takarak ta) yapmıştır. Beyazıt’ta, ama yasallaştırılsın bu kurumsal güvenceye alınsın gibi bir perspektif yok benim bildiğim kadarıyla, ki böyle bir beklenti varsa, müslümanları neden hristiyan değilsiniz diye suçlamak gibi saçmadır. Şimdilk bu kadar cevap vermiş olayım sorularım aşağıda;

    Sorular;

    1- İnsanların ve hayvanların işkencemerkezlerinde kapatılmalarını, kendi yaşamlarını dört duvar arasında geçirmelerini, incelikli bir şekilde işkence edilerek yok edilmelerini nasıl açıklıyorsun? Kur’an-ı Kerim böyle birşey emrediyor mu? Yoksa kaderin bir parçası mıdır bu?

    2- Afganistan işgalini destekleyen bir Hükümet’e nasıl destek verebiliyorsun?

    3- Irak işgali’ne karşı maalesef, sembolik gösterilerin sınırlılığı ile sadece parlamento’dan ret kararı çıkartılmasında etki eden, ama sonrasında pratik olarak kullanılan İncirlik Üssü’nün kullanımını senin savunduğun hükümet desteklerken bunu nasıl açıklıyorsun, kendine, vicdanına? Örneğin, islam’da kul hakkına Allah bile karışmıyorken, öldürülen insanların, yok edilen yaşamlarındaki kendi sorumluluğunu nasıl inkar edebiliyorsun? İnkar etmiyorsan nasıl açıklıyorsun?

    4- Solcu’ları güçlülerle ittifak yapıyorlar diye eleştiriyorken, kendin AKP’yi destekleyerek “la ilahe illallah – Allah’tan başka ilahları red ederim” sözünle çelişkiye düşmüyormusun, nerede kaldı pratik adaletsizlik olarak sembolleştirilebilecek yani yazıya dökülerek kısmen aktarılabilecek yaşananlara, İslami yorum üzerinden bir karşı çıkış?

    5- “Her türlü kötü yönetim, yönetimsizlikten iyidir” dogmasını destekleyerek mi, küçücük minicik içi dolu turşucuk bilmecesini andıran söylemiyle, “10 larca metre büyüklüğündeki Gemiciklerini” ballandıran Tayyib’i destekleme nedenin bu mudur?

    6- Ebu-Zer el-Gaffari, kendi dünya yorumu üzerinden “mülk yalnızca Allah’a aittir” derken ve kölelerle saray basarken sence bu nedendir? Ebu-Zer’i nasıl görüyorsun, anarşik, başıbozuk, deli gibi mi örneğin?

    7- Fethullah’ın “Gazze’ye Özgürlük Gemisi” nin İsrail tarafından katledilmesine yönelik, “ne kötü bir olay, ama öyle de olmaz ki, Otoriteye karşı gelinmez ki ” gibi açıklamasına ne diyorsun?

    8- DSİP ile işbirliğini nasıl açıklıyorsun? 70 milyon adım vs vs… Leninist bir diktatörlük kurmak istediklerini bilmiyormusun?

    9- Otoriter yönelimleri olan ulusalcı çocukların yumurta atmalarını “ırkçılık, faşistlik” olarak yapılan yorumlara ne diyorsun? Amaç her türlü aracı mübah kılar mı?

    10- AKP’li olmakla, müslüman olmayı nasıl bağdaştırıyorsun, bunu hakikaten merak ediyorum. Belki tekrar bir soru oldu…

    Şimdilik bu kadar soruyorum… Ortaya bol keseden yazıp, yok efendim buradaki tüm anarşistler şöyledir böyledir, ardına da hiç cevap vermeyince haliyle sinirleniyorum, tabi ki senin demokrasi diye yücelttiğin “bir diktatörlüğü savunmanda” saldırılarımın derecesini belirleyen, etki eden önemli bir neden. Örneğin ben neden bütün müslamanlar faşisttir demiyorum sence, politik hesaplarım mı var, iktidarı ele geçirme teorileri mi fırıl fırıl dönüyor kafamda?

  65. AKP’li zavallı,
    Burda sabahtan akşama kadar ona buna attığın iftiralara yaraşır bir tepki gördüğünde canın sıkıldı galiba. Yahu öyle bir adam düşünün ki tüm politik arenayı orducu olmak ve olmamak, tüm jargonu orduda öğrenmiş olmak ve olmamak üzerine açıklıyor. Peki kabul be, öyle olsun, git Fethullah Gülen efendinin 12 Eylül ve 28 Şubat zırvalarını oku, bir tarafın yiyorsa buraya taşı (ben taşımadan) ve söyle bakalım kim orducu kim bilmem neci.

    Sana yakışanı yaptım, burdaki tüm yorumcular ulusalcı olmadığımı bilir, fakat iftiralarını İP’le yanyana düşüyormuşum gibi görünse bile yediririm sana, sen zileli’yi 50 yıl önce ölen asker babası nedeniyle bile orducu ilan etmeye kalktın daha ben sana ne diyeyim yüzüne nasıl tüküreyim bilmem ki…

    Bu arada şaşıracaksın ama M.Bedri’nin durumu istisna değil, ayrıca Dersim’li diye Ermeni sandın galiba, o Ermeni de değil, polis içindeki Ermeni karşıtı grup diyor 🙂 adam tam bir süzme…M.bedri 12 eylül’de senin ağababaların askerlerin bir tarafını yalarken gördüğü işkenceler sonrası sıkıyönetim mahkemesinde “Ben Kürt sosyalistiyim” şeklinde bağırmış bir devrimcidir. Bugün durduğu yer itibariyle (ki hükümetin yanında olmaktan daha büyük bir vebal yoktur bugün) eleştirsem de, tekrar ediyorum, senin ve senin gibilerin yedi ceddinden daha değerli, daha karakterli, hayatının her döneminde otorite tarafından baskı görmüş devrimci bir insandır. Senin alçak teşhirciliğini yüzüne vuracak basiret var bende. Tarih sizin güçlü karşısında kuyruğunuzu kıstırıp iş kotardığını yazacak onların ise direngenliğini. Aynı şekilde Ataol Behramoğlu için de geçerli. Bir daha tekrar etmeyeceğim zira bozuk plak gibi burada onlarca kere tekrarladığın pislikleri kusacaksın, insan olsa bir kere de farklı bir şey söyleyeyim, farklı bir yolla derdimi anlatayım der. Ezberine yandığım askerci olmaktan başka bir şey üretemiyor o Zaman’dan Aksiyon’dan beslenmiş beyincik.

  66. Anarşist Değerlendirme: "Gelenek sürüyor, ODTÜ yürüyor"

    15 Aralık sabahı Tayyip ve bakanları ODTÜ Teknokent TÜBİTAK toplantısına geldiler. Durumu öğrenen iki ayrı grup öğrenci protesto için Tübitak binasına geldiklerinde polis barikatıyla karşılaştılar ve apar topar gözaltına alındılar.

    Haberi alan diğer Odtülü öğrenciler kısa bir süre içerisinde birbirleriyle haberleşti ve okulu dolaşarak diğer arkadaşlarına da durumu ilettiler. Yaklaşık 350-400 kişilik bir grup TÜBİTAK binasına henüz yaklaşmadan polis barikatıyla karşılaştı.

    “Gözaltılar serbest bırakılsın” “Katil polis ODTÜ’den defol” “Katil AKP ODTÜ’den defol” sloganlarıyla barikatın önünde bekleyen öğrencilere, polis, joplarıyla, biber gazlarıyla saldırdı. Bu sırada bir grup, üzerlerine saldıran polislere taş attığı gerekçesiyle Kürt öğrencileri “sivil polis”, “provakatör” olmakla suçluyor idi. “İsyan, Devrim, Anarşi” diye slogan atanlar, polise karşı meşru müdafada bulunanlar, “devrimci önderler” tarafından marjinalleştirildi, hedef gösterildi. Polis defalarca üzerimize saldırdığı halde, kitlenin öfkesini polise değil birbirine yöneltmesi birçok insanı umutsuzluğa düşürdü. Eylemin en başından beri orada olanları şaşırtacak bir şekilde oluşan “eylem komisyonu”, “ortak irade”nin kararını açıkladı: çatışma çıkmayacaktı. Okulumuza girip, polisler bizi dövüyordu, ortak irade şöyle diyordu: “bırakınız dövsünler, meşruiyetimizden önemli mi?” Kendi yaşam alanında joplanırken kim meşruiyetten bahsedebilirdi ki?

    Tayyip’in okuldan ayrılmasıyla Bilkent çıkışına doğru polis gerilemeye başladı. Bu sırada ne olduysa oldu, “ortak iradenin” çatışmama kararı hiç de o kadar ortak değilmiş ki, sayıları 1000e yaklaşan öğrencilerden yüzlercesi polisi taşlamaya başladı. Polis ise boş durmuyor, öğrencilerin bedenlerini hedef alarak gaz bombası fırlatıyordu. Birçok öğrenci ve basın görevlisi yoğun gaz nedeniyle fenalaştı. Teknokent civarındaki pek çok aracın camları polisin attığı gaz bombaları ile kırıldı. Polisin Bilkent kapısından çıkmasıyla öğrenciler “İsyan, Devrim, Özgürlük”, “Odtü yürüyor, gelenek sürüyor”, “İşgal” sloganlarıyla rektörlüğe yürümeye başladılar. Rektörlüğe geldiklerinde, kendileri aşağıda polisle çatışırken, yukarıda büyük bir öğrenci kitlesini yanlış yönlendirip saatlerce rektörlük önünde, bölümlerde oyalamış TKPlilerle karşılaştılar. Öfkeli grup “ODTÜ burada, TKP nerede” diye slogan atmaya başladı. Daha önce ODTÜ’lü yurtseverlere feci şekilde saldıran TKP, arkadaşlarımızı gözaltına alan, joplayan polisin karşısına çıkmadığı gibi hem diğer öğrencileri yanlış yönlendirmiş hem de sonrasında kendilerini ve yoldaşları öğrenci kollektifi ve yarınlar dergisi üyelerini odtünün tek kahramanları ilan etmiştir. (bknz. http://www.sol.org.tr)

    ODTÜ’de OHAL!

    1000’i aşkın öğrenci grubu Rektörlük binasının önünde “işgal” diye bağırıyordu. “Ortak irade” içeri girmek isteyen grubu, rektörlük önünde durdurdu ve rektörden 3 tane talepte bulunmaya karar verdi. Bu talepler şöyle idi “1-Gözaltındaki arkadaşlarımız serbest bırakılacak, 2-Rektör polisi kınayacak, 3-Eyleme katılan öğrencilere soruşturma açılmayacak” Pek çok kişi bu talepler karşısında şaşkınlığa düşmüştü, “İsyan” diye haykırmaya devam ettiler. Rektörle görüşmek için kendi kendisini seçen temsilciler rektörün orada olmadığını, yarım saat sonra geleceğini açıkladılar. Bekleme esnasında bir “devrimci”, “isyan, devrim, anarşi” diye slogan attıran ve sesine yüzlerce sesin katıldığı bir kadın arkadaşın üzerine yürüdü ve bu sloganı bir daha attırırsa kendisi döveceğini söyleyerek tehdit etti. “Ortak irade” bu duruma “ortak sloganlar haricinde slogan atmıyoruz” diye karşılık verdi. Ortak sloganlar da yine başta ulusalcı cephenin bulunduğu kendini zorla kabul ettiren “eylem komitesi” tarafından belirlenmişti. Aynı eylem komitesi bir başka anarşist arkadaşa daha müdahale ederek bu kararını uygulamaya koydu. TKP’li şef, polisle en önde mücadele eden anarşistlere “heyecanlı gençlik, öğreneceksiniz siz de zamanla” demeyi marifet sanıyordu. Sık sık öğrenciler tarafından kendini “ortak irade” atayan insanlar sorgulanıyordu, onların cevapları ise “Olağanüstü durumlarda bu tür antidemokratik olarak algılanabilecek durumların normal karşılanması gerektiği” idi. ODTÜ’de bir kez daha bazı “devrimciler” OHAL yasalarını uygulamaya koymuşlardı.

    Sözde “ortak irade” 1 saat sonra okula gelen rektörle uzun bir süre yukarıda görüşme gerçekleşti. Öğrenciler aşağıda “İşgale 5 dakika”, “İşgale 4 dakika” diye bağırmaya başlayınca, rektör aşağı inmek zorunda kaldı. Rektör, muğlak sözlerle durumu geçiştirmeye çalıştıkça kitle öfkeleniyor ve net bir tavır sergilenmesini bekliyordu. Sonuç olarak rektör “şiddete karışmayan öğrencilere soruşturma açılmayacağına, gözaltındakilerin durumunun takip edileceğine” söz verdi ve basın mensuplarının karşısında polisi kınamayı kabul etti. Öğrencilerin artan özel güvenlik birimi ve tacizleri ile, turnikeler, soruşturmalar ile ilgili sorularına cevap vermeden oradan ayrıldı. Öğrencileri bu açıklama tatmin etmemişti, hala “İşgal” diye bağırıyorlardı. Bunun üzerine “devrimci önderler”, rektörü odasından indirmenin büyük bir kazanım olduğunu; şimdi üniversiteyi işgal edersek akpye büyük koz vereceğimizi, demokrat bir kalenin düşeceğini iddia ederek öğrencilerin işgal taleplerini bastırmaya çalıştılar. “Arkadaşlar, Londrada, Romada, Atinada üniversiteler işgal altında, biz hala bu saçmalıkları kazanım olarak mı görüyoruz” diye haykıranlara mevcut tarihsel nesnel koşulların işgale izin vermediği anlatıldı.

    Odtü’de yaşananlar bir anarşistin gözünden böyle idi. Muhtemelen sosyalist önderler büyük kahramanlıklar hatırlayacaklardır 15 Aralık 2010’dan, bizler ise büyük bir yenilgi ve tehditkar-baskıcı bir grubun iradesinin bundaki payını hatırlayacağız.

    Biz anti-otoriterler buna bir dur demedikçe ODTÜ’de daha çok OHAL’ler yaşanır; gelenek devam eder, daha çok yollar yürünür…

    http://internationala.org/index.php/isyan/anarsist-hareket/1706-qgelenek-suerueyor-odtue-yuerueyorq.html

  67. Belki biraz saf olabilirim. O halde şöyle bir öneri yapayım: Öğrenci kolektifi adı madem kirli, başka bir ad bulun. örneğin öğrenci inisiyatifi olsun. Ne bileyim, öğrenci mücadelesi ya da öğrenci hareketi, işte öyle bir şey. Bu adla örgütlensin o zaman öğrencilerin özörgütlenmesi. Ama bu mutlaka yapılsın. Herhangi bir ideolojik isim altında değil. Mücadele etmek isteyen her öğrencei katılabilsin oraya. Öğrenci kollektifi bu bakımdan iyiydi ama dediğiniz gibi olsun. O zaman ne bekleniyor.

  68. genelkurmay gerçekleri gerizekalilara hatirlatiyor

    Problemin özü “askerci misin, degil misin” sorusudur. Bunu anlamamak için kötü niyetli yahut iyice saf olmak gerekir. Nitekim KK bunu yine hatirlatti: Genelkurmay Sitesi’nde “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmz bir bütündür. Dili Türkçedir” hükmü hatırlatılarak, “Türk Silahlı Kuvvetleri; Devletin, Anayasamızda yer alan, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi koruma görevi kapsamında; Ulus devlet, üniter devlet ve laik devletin korunmasında her zaman taraf olmuş ve olmaya devam edecektir” denildi.

    Genelkurmay’ın resmi internet sitesinden yapılan yazılı açıklamada şöyle denildi:

    “Büyük Önder Atatürk’ün Türk ulusuna armağan ettiği en büyük eseri olan Türkiye Cumhuriyeti; halk egemenliğine dayalı, kuruluş felsefesinin temelinde, “Üniter devlet” ve “Ulus devlet” olgusunun yer aldığı, demokratik bir yapı ve sağlam hukuki temeller üzerinde yükselerek bugünlere ulaşmıştır.

    Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın değiştirilmeyecek hükümleri arasında yer alan 3’üncü maddesi; “Türkiye devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.” hükmünü amirdir.

    Dil, kültür ve ülkü birliği, bir millet olmanın başta gelen vazgeçilmezleridir. Dil birliğinin olmaması durumunda bunun sonuçlarının neler olacağı, tarihteki birçok acı örnekleriyle gözler önündedir.

    Son günlerde “Dilimiz” üzerinde kamuoyunun gündeminde yer alan birtakım tartışmaların, cumhuriyetimizin temel kuruluş felsefesini kökten değiştirecek bir noktaya doğru hızla götürülmeye çalışıldığı endişeyle izlenmektedir.

    Türk Silahlı Kuvvetleri; Devletin, Anayasamızda yer alan, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi koruma görevi kapsamında; Ulus devlet, üniter devlet ve laik devletin korunmasında her zaman taraf olmuş ve olmaya devam edecektir.”

  69. yine frekans değiştirdin akpci kolpa beyin…

  70. ?,
    değerlendirmelerinize olduğu gibi katılıyorum. en çok ta ki nihayet ikiciliğe kendini (gerçekten) kaptırmayan bir yorum gördüm.
    ikiciliğe teslim olanlar iktidar heveslisidir, kendilerine iktidara giden yolda illaki bir müttefik seçerler, sonrada bu yolda ilerlerler…
    şimdi ya aqkp ya chp ikiliğinde seçimlerde göreceksiniz kendine sol diyen(ulus-devletçiler) chpyi, kendilerine özgrülükçü diyen(dsip )gibilerde akp yi terche mazeret uyduracaklar…
    selamlar

  71. Nietzsche yoldaşın, özyıkımla özgürleşme tutkusu, ışık saçıyor, putları yıkıyor, gözlerimize perde çekebileceğini sanan üçkağıtçı anarşistler de dahil, avuçlarını yalasınlar!

  72. Balyoz davasi var diye generaller çok sinirli

    Ulusalcilar da çok sinirli, sosyalistler de çok sinirli, CHP’liler de çok sinirli, Ertan da çok sinirli…Acele etmeyin…. demokratik bir ülkede fasist CHP’ye de, Stalinistlere de , fasitlere de yer yok, siranizi bilin…

  73. Cennetteki Kan – Kataklysm

    Hiçliğe düşmüş,
    Zayıf, çelimsiz ve çökmüş.
    Eriyip gidiyor,
    Gözlerimin önünde.
    İçinde sakladıklarını
    söylemeni
    hiç istemedim.
    Kardeşlerimiz onurlular
    Sonsuza kadar

    (İhaneti sana adıyorum)
    Savaşın askerleriyiz
    Kralların ve tiranların
    (Kendimi sana adıyorum)
    ihanetinde kaybetmiş.

    Zafer diye bir şey yok,
    Güvenilir eller yok.
    Sonuna kadar savunacağım seni
    Ellerim saçsa bile,
    Cennette kan.
    (Cennet)

    Ölümün lanetli kokusu, ayrılık
    Göklere,
    Bir gözümü kaybettim
    Günahkarın ölümü için.
    Hiç geri gelmez,
    Çaresiz ruhlar.

    Herşey anlamsız
    Değerli şeyleri kaybettiğinde.
    Yok oluyor yavaş yavaş, yarının düşleri
    Ayakta kalma sözlerini çağırıyor
    İntikam yolunu çağırıyor
    Anneler ve babalar
    Çocuklar ve kardeşler.

    (İhaneti sana adıyorum)
    Savaşın askerleriyiz
    Kralların ve tiranların
    (Kendimi sana adıyorum)
    ihanetinde kaybetmiş.

    Zafer diye bir şey yok,
    Güvenilir eller yok.
    Sonuna kadar savunacağım seni
    Ellerim saçsa bile,
    Cennette kan.
    Cennette kan.
    Kanımı cennete saç.
    (Cennet)

    Müzik ve klip:
    http://www.youtube.com/watch?v=Zl1Otx3ROWw&feature=player_embedded

  74. Ertan ve Ermeniler

    Adamin 5 tane akrabasi biz zorla Ermeniligini reddetmis, kendini Kürt ve Alevi olarak göstermek zorunda kalmis insanlariz diyor, Ermeniligine hakli olarak tekrar sahip çikiyor sen hâlâ bize Kemalist masallar anlatiyorsun, Dersimli insanlar referandumda dedeleri Kiliçdaroglu “Hayir” dedigi için hayir dediklerini söylüyor sen hâlâ tarikatçiliktan söz ediyorsun, dogustan olma mezhep mensubiyeti, tarikatçi alevicilik ilericilik mi, dedecilik ilericilik mi, bir dedenin baskani oldugu parti nasil bir parti, köktendinciligin aslini siz yapmaktasiniz, ayrica Fethullah falan beni ilgilendirmez , bunu anla artik, ben AK Partiliyim, cemaatleri de, tarikatleri de sevmem, ama özgür olmalarini savunurum o ayri, Alevilerin özgürlügünü de savunurum, Fethullahçilarin da, sen ise Alevi deyince yelkenleri suya indirirsin, Fethullah ismini duyunca tüylerin kabarir, tutarlilik sifir.

  75. o kadar soru sordum madem cevap vermiycektin, neden cevap vereceğini söyledin?

  76. AKP’li neden susuyorsun, “tutarlı cevaplar” için danışman yardımımı alıyorsun?

  77. Ayrıca AKP’li faşist; yani Mussolini’nin “çocuğu”, Neden dedim? Çünkü Mussolini, harika ve güçlü bir liderlik ile birlikte, Devlet gücü ve Şirket gücünü birleştirme ideolojisinin, yani “Faşizmin” teorisyenidir. Bu memleketin otoritelerine yönelik, niçün yeniçeriler gibi, mehter takımı edasıyla büyük, “gösteri yürüyüşleri” olmadığını andıran şeyler sormusşun da. Bir sürü yaşadığım doğrudan ve dolaylı deneyimle şimdiki otoriter tasarımın uyguluyacısı ve geliştiricisi AKP Devleti gibi, kendisi iktidardayken de Ulusalcıların iktidarda olmayan riteüllerine katılmadığından, saldırdığından çeşitli sence “anti-demokratik” olan saldırılara maruz kalan yaşamlar, yaşanmış pratikler var. Şimdi haber değeri taşıması mı gerekiyor sana göre, yani TV’de mi görmen gerekiyor herşeyi? Ya da demokrasinin tiyatral mahkemelerinde mi olmalılar? Bunların, adalet ritüeline katılması mı gerekli? Gördüğüne de, görmediğine de inanma, bence AKP’li, kendine inan, acı çek, kork, hisset, cesaret et, ve kendine inan 😉

  78. Ertan ve Ermeniler….Kimin 5 akrabası Ermeniymiş söyler misin? M.Bedri’nin mi? İddianı kanıtla…

  79. Ertan bey kardeşim, ne olur ki insanın akrabaları Ermeni olursa? Ne güzel bir şey. Keşke benim de akrabalarım Rum, Ermeni, Kürt, Zaza, Süryani, Türkmen, Japon vb. olsaydı. İnsanlar ne kadar farklı yerlerden geliyorlarsa o kadar zenginleşirler bence. Bu yüzden bu bir “iddia” bile değil. Hatta iltifat desek daha doğrudur.

  80. 1. Din veya ideoloji temelli siyaset yapmamaktayim, seninle din tartismam.Humeynici veya Stalinci degilim ikisi de ayni kapiya çikar.
    2. Bütün dinler tarihte su veya bu sekilde devletler tarafindan kullanilmistir.Ben senin inancina veya düsüncene karismam, sen de benimkine karisma. Stalinci ideolojiyle Müslümanlik tuhaf kaçmakta.
    3. Kapitalist dünyada gerçekçi siyaset yapilmakta, serdengeçtilik degil, ben reformistim, revizyonistim, çözümden yana siyaseti savunmaktayim.
    4. Saf, en saf, en temiz, lekesiz, pûr i pak olmak isteyen arkadasa magarada inzivaya çekilmesini önermekteyim. Orada Abuzer’in ruhu mu, Platon’un ruhu mu her kimse kendisine görünür. Magaraya çekilmeden bol keseden atmayi ise kolaycilik olarak degerlendirmekteyim.
    5. AK parti’ye çakmak için firil firil dönenleri gördükçe, insanin onlara bakmaktan basi dönmekte, bir bakarsin Stalinist, Stalinizmden vurmakta, bir bakarsin ulusalci , vatan, millet, bayrak mitingleriyle vurmakta, bir bakarsin Islamci Humeyni agziyle, El Kaida agziyla vurmakta, Tayyip’e Yahudi demek de serbest, Hitler demek de, ekseni kaydi demek de, ABD usagi demek de….EY Ergenekon, adamlarini firil firil nasil da döndürmektesin, hepsi firildak oldu…

  81. bu sayfalardaki “tartışmalar”ın bi türlü kişiler üzerinden yürütülmesinden vaz geçilememesi, geçmişin bi laneti mi acaba?
    sözü, günümüz dünyasında devletin gerekip gerekmediği konusuna ne zaman getireceğiz?
    anarşizmden her türden tahakkümün reddini anlayan biri olarak meselenin bu noktadan tartışılmasını daha anlamlı bulurum.

  82. Hurşit bey amca ben olmamasını dileyerek söylemedim. M. Bedri’yi ve ailesini çok iyi tanırım, bu eleman ya yalancı ya da tüm söyledikleri bu derece doğru. Kanıt istememin nedeni bu. söylesin bakalım nereden varmış bu kanıta, Ermeni olup olmaması beni ilgilendirmez hatta böyle bir şey varsa bilinmesi daha iyi olur. Ama kalıbımı basarım ki bu adam bir yalancı.

    Aslında AKP şurekası için Ermeni olmak bir dezavantaj o tepkini ona göstermen gerek.

  83. aynı zamanda faşistin teki bu, yaftaladığını sanıyor akpli beyincik.

  84. Alevilik ve Fethullahçılığı aynı kefeye koyan beynine senin…Koyacaksan sunnilikle aleviliği koy, hakları ona göre tartış, yaklaşımları da her söylediği bir saçma, bir tane doğru mantıklı cümle çıkmayacak mı ağzından..

  85. AGOS Gazetesi agustos 2010

    Dersim’de 29 Temmuz – 1 Ağustos tarihleri arasında düzenlenen 10. Munzur Kültür ve Doğa Festivali’nde, Dersim Ermenileri Derneğini adı altında stand açan Mirhan Prgiç Gültekin, “Ben 1960 Dersim doğumluyum, anne babadan Ermeni’yim. Eski ismim Selahattin. Biz, 1915’ten önce dünyaya gelmiş, Serkiz, Arut ve Boğos isimli üç kardeşin torunlarıyız. Dersim Ermenileri Tunceli merkezde, eski ismi ‘Gazik’, şimdiki adı Cumhuriyet Mahallesi olan yerde, toplu halde yaşıyorduk. Kendi mahallemizde özgünlüğümüzü korumuşuz” diyor.

    Ermeni Derneğinin kurulma aşamasında olduğunu anlatan Gültekin, “Sosyal, siyasal, inanç ve kültürel konularda faaliyetlerimiz olacak. Buradaki Ermeni yapılarını, kiliseleri ve mezarlıkları korumaya almak, eski Ermenice köy isimlerinin iadesini sağlamayı amaçlıyoruz. Eski Ermeni köylerini gezerek mezarlıklarını, kiliseleri, tarihsel ve kültürel yerlerini tespit etmek, onarmak, benim boynumun borcu. Ama Dersimli Ermeniler korkarak geri dururlarsa bir yere varamayız. Yaşam biçimlerinden dolayı korkuyorlar. Yıllarca, Ermenilik küfür olarak kullanılmış. Oysa ben Dersim’e geldim, standımı açtım, Dersim Ermeni türkülerini çaldım, Ermenilerle ilgili kitaplar sattım. Hiçbir tepki almadım. Standıma gelen herkes beni duygulandırdı. İnsanlar Ermenileri seviyor. Alevi Kızılbaş toplumu, Ermenilerin bu topraklarda akan gözyaşlarını silmek istiyor” ifadelerini kullanıyor.

    TÜRK VE KÜRT İSMİ ALTINDA YAŞAMAMALIYIZ
    Dersimli Ermeniler artık kendilerini gizlemeden yaşamalı diyen Gültekin şunları söylüyor: “Ben artık Dersimli Ermenilerin Kürt ve Türk ismi taşımasını istemiyorum. Dükkanına yine Ermenice tabelasını assın istiyorum. Dersim Ermenileri onurlu olsun ve kimliklerine kültürlerine sahip çıksınlar. Özlerine dönsünler, çocuklarını kiliseye göndersinler. Bunun için kurumlaşmamız lazım. Başta Dersimliler olmak üzere, tüm Ermenileri derneğe destek vermeye çağırıyorum”

  86. Alevilik bir tarikat degilse ne?

    Alevilikle Fethullahçilik karsilastirilamaz tabii. Fethullahçilik bir cemaattir, Alevilik bir tarikattir. Alevilik, Kadirilik, Naksibendilik gibi tarikatlerle karsilastirilir. Alevilik Sunnilikle karsilastirilamaz, Siilik Sünnilikle karsilastirir. Alevi olmak için alevi ana babadan dogmak, bir musahiple yola girmek ve bir Pire, Dedeye bagli olmak gerekir. Iste tarikat, yani yol teskilati budur. Dedelik de egitimle olmaz, babadan ogula geçer. Mesela bu dedelerden biri Kiliçdaroglu’dur. Bir sürü Alevi, Ajan Kemal’e fikirlerinden dolayi degil sirf dede oldugu için oy veriyor, Türkiye’de iste böyle ilkel, yobaz, örümcek kafali solcular var, bir de aydinlanmadan falan söz ederler.

  87. Eveeeeetttt…. Haklısın Ertan bey kardeşim. Ben de şimdi Şimdi bu kardeşimiz Agos gazetesinden bir alıntı getirmiş, Gültekin soyadlı bir ermeni vatandaşın sözlerini almış. Bununla neyi ispatlamak istemiş anlamadım. Yani işte bakın soyadı Gültekin ve dolayısıyla M.Bedri de ermeni mi demek istiyor. Diyelim ki, öyle olsun, ne çıkar bundan. Bu sayfaları artık ırk tartışmaları mı dolduracak yahu efendim. İnsanı delirtmeyin allahaşkına. Yalçın Küçük’ün isimlerden aidiyet üretme çılgınlıklarından ne farkı vardır bunun. Yapmayın, insanları boş şeylerle oyalamayın. Vallahi sonsuz sabır göstereyim diyorum, beni de çileden çıkaracaksınız bu gidişle yahu.

  88. Ben de şimdi tepkimi ifade edecektim. AKB’li bey kardeşimiz Agos gazetesinden…. olacaktı, satır düşmüş efendim. Düzeltir, özür dilerim.

  89. Talat Pasa Komitesi'ni elestirdiniz mi?

    Hursit Bey,
    Soykirim inkarciligini elestirdiniz mi? Sayilari milyonu geçen Ermenilerin Ittihatçi erken kemalist hainler tarafindan kitir kitir kesilmesini elestirdiniz mi? Talat Pasa Komitesi’ni elestirdiniz mi? M.B. Gültekin’in Talat Pasa Komitesi ile iliskisini elesirdiniz mi? Burada oyun oynamayin, dürüst olun, Kemalist Türk milliyetçis önyargilarinizi itiraf edin, unutmayin ki Y.Küçük ama mide bulandirir AK Partili veya Fethullahçi degil, basbayagi marksist leninist yani sizden.

  90. Ermeni soykirimini destekleyen bir Ermeni

    Bu memlekette Ermenilerin soykirima ugratilmasini olumlu gören Ermeniler var. Kürtlerin katliama tabi tutulmasini devrimin geregi olarak gören Kürtler var. Alevilerin bombalanmasini Cumhuriyetin geregi olarak gören Aleviler var. Sorun onlarin Ermeni, Kürt, Alevi olmasi degil tabii, ama hem bu kimlige sahip olup hem de kendini inkar edenlere KAPO denir, zonder kommando denir, bunlarin da ne manaya geldigini siz iyi bilirsiniz.

  91. Herdaim efendim herdaim. Dediklerinizin hepsini yaptım ve yapmaktayım. Bir islamcının ya da AKP’linin bu konuda benden hesap sorması da hoşuma gitmedi değil doğrusu. Nereden nereye geldik dedim kendi kendime. Eskiden bir islamcıya ermeni soykırımından söz etseniz sizi kıtır kıtır kesmeye kalkardı alimallah. Ne güzel, demek ilerlemeler var bu konuda. Ama bu sefer de sanki Kemalistleri kıtır kıtır kesecekmiş şiddetli bir haliniz var. Ben de Kemalistlere ziyadesiyle karşı olmama rağmen onların içinde de iyi insanlar olduğunu düşünürüm. Velhasıl efendim, insan hiçbir durumda soğukkanlılığını kaybetmemeli. Gençsiniz, ataklığınızı anlıyorum ama biraz daha anlayışlı olsanız. Sonra efendim, bütün suçu kemalistlere yıkmak yerine, islamcıların da devletin cinayetlerine ortak olduğunu hatırlayıverseniz. Sivas’ı falan vazgeçin, kanlı pazarı hatırlarım da. Merak saiki ile gitmiştim. O zaman devrimci falan da değildim. Sabun satmaya İstanbul’a gelmişken bir bakayım ne oluyor dedim. Efendim, sizin islamcılar bir saldırıverdiler, kendimi zor attım bir yokuştan aşağı. Bunlar da unutulmamalı.

  92. Kemalistleri kesmek

    Hursit Agabey bizi kemalistleri kitir kitir kesmeye heveslenmekle suçlamakta ama bu garip iddia “sivil darbe” gibi anlasilmasi oldukça güç ve müphem bir kavram. Kemalistlik bir aidiyet hâli degil ki, gerekli demokratik reformlar yapilirken bunlara siddet kullanarak karsi çikanlar gerekli cezalara çarptirilir (ergenekon, balyoz vs), Kemalist denilirken merkezinde TSK bulunan devasa bir çetelesmeyi anliyoruz, Kemale su veya bu nedenle tesne olan insanlari degil. Kemalizmle mücadele TSK’nin reforme edilmesi, zapt ü rapt altina alinmasi, ve nihayetinde oligarsinin yikilmasi ile zafere ulasacaktir.

  93. AKP’li adamın aklının doğru çalıştığından şüphe ediyorum gerçekten., yani bazı bağlantılar hatalı, olmamış bu 🙂 Tuncelili Gültekin soyadlı birinden M.B. Gültekin’i aynı demeye getirmiş. Ben sana istersen Arap Gültekin de bulurum… sonra da onun Talat Paşa Komitesi üyesi olmasıyla Ermeniliği arasında bir şeyler kurmuş yahu ne diyeyim. en iyisi sen politikayla uğraşma, bir şey de önermiyorum et ye sadece diyorum 🙂
    alevilik de tarikatmış, Alevilik bir heterodoksidir. Git anlamına bak ben anlatmayacağım sonra da bu konuda iyi bir birikim var, hoca efendinin “dinsizler” argümanı dışında bir şeylere bak, yani biraz oku, et ye, adam ol öyle gel.

  94. Hetero praxist Ertan

    Ertan,
    Sen heterodoksi , ortodoksi gibi terimleri anlayamazsin. Kulaktan dolma sosyalizmin alfabesi ve Atatürk Ilkokulu bilgileriyle bir yere varamazsin. Alevilige heterodoksi diyerek sünni tezlerini destekledigini farkinda misin? Nerede buldun bunu, google’dan mi? Alevi açisindan bakildiginda Alevilik heterodoksi degil, ortodoksi ve ortopraxi’dir. Sen eger en azindan tarafsizsan Alevilere sapkin diyemezsin, sen sünni yobaz misin? Hoca Efendi’ye internetten atilan general tayfasinin iftiralarina inanmana da sasirmadim çünkü Silivri’yle epeyce muhabbetin var. Bir de bütün Kemalistler gibi iki kelime jargon papaganligiyla kendini çok bilgili sanmaktasin, sen ve diger bütün Kemalistler Türkiye’nin en cahil, en geri, en tintin, en bilgisiz insanlarisiniz, ortalama bir müslüman sizlerden kat kat daha bilgilidir. Bu da bütün haksiz imtiyazlara, müslümanlara getirilen yasaklamalara, maddi imkansizliklara, halkin vergilerini gasp eden Kemalist diktatörlerin devletin egitim imkanlarini sistematik biçimde kendi adamlarina kullandirtmalarina ragmen.

  95. işte beklenen cevap 🙂 şimdi de alevici oldu benim karşımda, sana söylenen her lafa yazık. Hem Fethullahçı hem de sunni tezlerin karşısında heterodoksi sapkın demekmiş 🙂 yahu sen beynini nerede kaybettin, ben bulup getireyim sana.
    ne diyeyimki sana bilemedim.

  96. AKP’li ertan’la tartışmanıza girmiyorum. Ertan’ın daha önceden de bildiğim düşünceleriyle hiç yanyana gelemeyeceğimiz olduğunu ve kendisinin de bunu bilinçli bir şekilde tercih ettiğinden ötürü de yazmıyorum…

    Seninle de tartışmak gibi bir hata yaptım, ki bunu kendim de biliyordum böyle tepkiler vereceğini, sorduğum soruları kendini haklı çıkartmak için araç olarak kullanacağını..

    Yaptığın uyduruk suçlamaları umursamadığımı da not ederek, iktidar oyunlarında sana hiç te kolay gelmemesini diliyorum, ki zaten yakın zamanda bu oyunlarında “içerden” veya “dışardan” çok bela açılacak başına muhtemelen. Bunu da ulusalcı bir tehdit olarak nitelemeni bekliyorum, malum sorulara cevap vermek sıkıntılı olunca, can sıkıntılarını buraya yazmışsın. Ben ne terapistim, ne de terapiye inanıyorum, yani böyle bir yardımda bulunamayacağım sana, boşuna dert yanma yani, o yolu kendin seçmişsin artık sonuçlarına katlanıver bi zahmet.

  97. Soru isareti açik konus

    Ne belasi? Içerden ve disardan?

  98. yedek lastik devrede

    Kemalizm ne zaman tehlikeye girse sahte bir devrimci/komünist hareket devreye girer. Türk Yunan Savasi dingiltida iken kurulan sahte TKP. 1930 Ekonomik bunalimi sonrasi Kadro Hareketi. Ikinci Dünya Savasi Bati baskisi sonucu yesil isik yakilan solcu aydinlar hareketi. 27 Mayis basarisiz olunca devreye sokulan millici devrimciler. Gürler cumhurbaskani seçilemeyince ortaliga sanilan sol fraksiyon provokatörleri. Ergenekon davalari sonrasi sokaga salinan Halk Evleri tosuncuklari. CHP Kurultayi’nda Che bereli resmiyle ajan Kemal’in posteri ve 68 muhabbetleri, vah, vah, vah… artik bu saçmaliklar da iyice komik oldu.

  99. benim bu adamla tartışmamın nedeni son bir kere daha durumunu tescillemek. gerçi buna sünepe desek künefeden bahsetmeye başlıyor ama yine de günde 5 dk. ayırarak rezilliği görmenize yardımcı oluyorum, bana teşekkür etmeniz gerekirken ? uyuşmuyorum falan demişsin,
    mb gültekinden bahsetmeye başladık, gitmiş googledan başka bir gültekin bulup karşımıza çıktı sonra da beni googlela iş çevirmekle suçladı vs. yani nedir? bu adamda da tıpkı her kendini zeki sanan ama ne mal olduğu aşikar olan insanlardaki davranış biçimlerinin hepsini görmekteyiz. mb gültekin’le ilgili gerçekleri suratına çarpınca silivrici olduk tabi, hayır başka bir argüman çıkablirmiydi, çıkamazdı, o zaman pılını pırtını topla, listelerini sil, git buradan akpli…

  100. Sana “sorgulayici ol, papaganligi birak” diyorum, sen demagoji yapmaktasin, sana Google’dan bilgi veren yok, bu konu Agos’ta çikti, kaldi ki “heterdoxi” gibi bir kavrami Google’dan araklamakla, tekil ve basit bir bilgi hakkinda herhangi bir gazeteden alinti yapmak baska, insanlari bunu dahi anlayamayacak kadar aptal mi saniyorsun? Kemalistler böyledir, bir araba demagoji yapar, sonra da “halk bilinçsiz” derler, sangi halk o kadar salak, kisi herkesi kendi gibi sanirmis.

  101. yemin ederim gerizekalı bu çocuk 🙂

  102. aptal herif hala iddia ediyor, o gültekin’le o gültekin farklı kişiler 🙂

  103. ayrıca size mi kaldı adamın etnik kökeni, diyelim ki eleman yüz yıl öncesine kadar ermeni, sonra türk oluyor, bunun farkında ve ulusalcı olup talat paşa komitesine katılıyor, bundan sana ne, burdan nereye varacaksın, ermeni soykırımını mı savunacaksın, git gülen’e söyle fetva çıkarsın, tayyip kabul etsin soykırımı ne duruyorsun tosuncuk.

  104. ermeni soykırımını kabul edecek olsak, doğu anadolu’nun bir kısmını ermenilere vermeye kalksak ilk sizin türk-islamcı histeriniz buna engel olur, afrikaya gidip siyahlara türkçe şarkı söyletip gururlanan bir neslin üyesisin, sen kime neyi kanıtlamaya çalışıyosun?

  105. En azindan bedelini ödeyin

    Ermenilerin el konulan ev ve arazilerinin parasini ödeyin, bakalim hangi Kemalist aileler iflas edecek. Bu arada Beyoglu’ndaki bina kime ait onu da bir zahmet arastir, yagmaci Kemalist. Afrika’daki çocuk Türkçe ögrenince neden gocundun? Dünya dillerinden biri..Senin baskanin Almanca ögrenince iyi oluyor degil mi? Üstelik biz o Gültekin o Gültekin mi dedik? Sana ipucu.

  106. önce o gözünde kemalist gözlüğü çıkar, insanlar ne diyor onu oku, anla, dilimizde tüy bitti be sen ne tuynetsiz bir adammışsın, herkes kemalist herkes darbeci sana göre, buna ikna olmuşsan senin kafa tasının içinde ne olmadığı açık.

  107. ermeni soykırımını kabul edecek olsak, doğu anadolu’nun bir kısmını ermenilere vermeye kalksak

    Soykirirmi kabul etme ile Ermenistan’a toprak vermeyi birbirinin esi gören zihniyet o kadar zeki ki istemeden kendini ele veriyor, Ermeni düsmani, Kürt düsmani, insanlik düsmani oldugunu açik ediyor. Efendi, senin Kemalist oldugun besbelli her ne kadar kendini sosyalist, devrimci vb. gibi cilalarla saklasan da iste bak kendini ele vermektesin, senin cibilliyetin bu, siz Kemali birakmadan sosyalist olamazsiniz, demokrat olamazsiniz onu da birakin adam olamazsiniz, Kemal ya da insanlik,, nokta.

  108. denizcan karapınar

    siz direk kafayı yemişsiniz bence, hepiniz. tüketim ideolojisi denilen şeyin normlarını okumadan etmeden, gerçekte elde edemediğiniz toplumsal statülerin telafisin arıoyrsunuz. Gün Zileli’ye dyecek birşey yok, Baudrillard’dan vs. sözetmek yerine hala Lenin, Troçki falan yazmış. Birkaçını okudurm, diğerlerini okumaya değer bulmadım. Allah vazelininizi arttırsın vesselam.

  109. Denizcan kardeşimizi hoşgörüyle karşılıyorum, gençlerde böyle kendinizi bilmezlikler, feveranlar oluyor. Biz de gençken ne ukalalıklar yaptık.

  110. Vay vay vay Baudrillard gibi gereksiz bir adamı getirip çok müthiş bir şahısmış gibi sunmak…

  111. şahsen soykırımın kabul edilmesini ve ağrı, erzurum, kars gibi illerde ermenilerin de yaşaması gerektiğini düşünüyorum, sınırı nasıl çekerse çeksinler, ister ermenistan olsun ister türkiye, ister patagonya, bunun yanında ermeni soykırımının da nedeni olan islam gibi dinlerden özgürleşmeyi ve türk milliyetçiliği gibi tüm milliyetçiliklerin tarihe karışmasını savunuyorum, var mısın???

    hangimiz daha kemalistiz görelim, ne düşünüyorsun, dinlerden, sınırlardan, milliyetlerden özgürleşmeyi savunuyor musun?

    sen ki türkçü-islamcı cenahın en cevval tarikatının üyesisin, hangi yüzle beni kemalistlikle suçlayabilirsin. laflar altını doldurmak içindir tıynet yoksunu, mantık izan yoksunu…

  112. Tarikatimi nereden bildin?

    Cok komik vallahi. Lafa bakin: “sen ki türkçü-islamcı cenahın en cevval tarikatının üyesisin”, bu cenah nedir, bu tarikat ne, sen ki Türkçülük nedir, Islamcilik nedir, hele tarikat nedir onu bilmezsin, tarikatimi nereden bildin, söyle Allahini seversen ne tarikatiymis bu?

  113. Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz… Gülenci, AKP’ci, İslamcı bir vatandaşsın, Gülen’in müridi, RTE’nin neferisin, ayrıca büyük bir demagogsun. Ama her demagog gibi acizliğin o kadar belli ki, söyle bakalım mevzuyu bulandırma, Erzurum’u hıristiyan Ermenilere vermeye, yıktığınız camiye çevirdiğiniz yüzlerce kiliseyi yeniden o topraklara dikmeye hazır mısın? Afrikalı siyahlara Türkçe öğretmekten ve gururlanmaktan vazgeçecek misin? Tek dil tek millet tek din dememeye var mısın? Milliyetlerden ve dinden özgürleşmeye ne dersin? Büyük demogog bunlara cevap ver.

  114. Suradan biliyor, hatirladim.

    Beraber zikir yapmistik, sonra Markus Markus, Leninus Leninus diyerek semah yapiyorduk, “uzundur gürdür Markus dedenin sakali” seklinde alevi dini ilahisi söylüyorduk, civarda hepsi dede olan degisik sol fraksyonlardan merkez komitesi üyeleri vardi, en baslarinda da che gandi dede Kemal K. vardi, Ertan’la beraber kusak bagladik, musahip olduk, lokma yedik, dolu içtik ve bu ritüeller tabii ki tarikat ritüeli degil, marksist, leninist, ateist toplantisidir diye düsündük. Hem kemalist, hem komünist, hem alevici , hem de kürtçü olduk, kekomalistiz keko, bilmisen mi? Tunceli’de birahane taslayan cagdas, ilerici, hosgörülü, isyanci, gururlu, tutarli Dersimli olduk, ikide bir ideoloji, taktik , stareteji, bas düsman, temel güç, öncü güç, örgüt, parti, grup, cephe, olusum, kollektif, dernek, dürnek degistirdik döne döne basimiz döndü, mevlevi dervisleri gibi döndük, alevi dedeleri gibi semah yaptik, Caferi usulüne göre kendimizi dövme adetini modernlestirip bize iskence yapanlarla ittifak kurarak mazosizmi bir üst düzeye çikardik, sonuçta cumhuriyet dininin, kemalist mezhebinden, leninist tarikatindayiz, hu dey, hu dey, dostlar hu dey.

  115. Inanç ve kimliklere ipotek koyulamaz

    Devletler,ordular, gerillalar,örgütler, partiler, sihlar, merkez komitesi üyeleri, dedeler, mollalar, hele hele fraksiyonlar kalksin, kim neye inanirsa inansin, kim kendini nasil tanimliyorsa tanimlasin, biz ipotek koyamayiz, zaten insanin insana hükmetmesi kalkarsa ayrismalar da yavas yavas yumusar.

  116. işte gördünüz içindeki alevi-kürt düşmanlığı nasıl da döküldü zavallının…demokrat makyajı bir anda aktı rte gibi, alevi düşmanlığı sizin dnalarınıza sinmiş, kürt devletin kürdüyse seversiniz. gerisi şerefsizlik, omurgasızlık, riyakarlık, yalan dolan! şereften yoksun tüm alevi düşmanları, alevi kültürüyle yukardaki gibi dalga geçen hepiniz bizim düşmanımızsınız merak etme dersim’de dün kadınları fahişe olarak çalıştıran iş yerleri ve elazığ’dan gelip de mhp tabelası asanların bürosu taşlandı, yakında truva atı misali girdiğiniz gibi siz de defolup gideceksiniz dersim’den, memleketten, tüm yeryüzünden.

  117. Nerede Kürt ve Alevi dusmanligi?

    Ben Kürt ve alevi dusmanligi göremedim, Kürt ve Alevilerin konu oldugu bir saka yapilamaz mi? Kaldi ki bu sakada Kürt ve Alevilerle degil senin gibilerle dalga geçiliyor. Iyi yani, sen islam de, tarikat de, fethullah de onlara agzindan köpükler saçarak içindeki nefreti kus, baskasi birazcik sana takilinca isterik çigliklar at, Allah Allah. Arkadas ben ne Kürt, ne de Alevi, ne Türk ne de müslüman düsmani degilim, bunlardan hiçbirinin dostu da degilim, ben gerçeklerin dostu, oportünizmin düsmaniyim.

  118. Tunceli'ye (Dersim'e) ben de gittim

    Birahanede garson olarak çalisan kizlara fahise demek terbiyesizliktir, siz Kemalistlerin akli hep orada galiba, evet ben kadin olsam birahanede çalismazdim ama orada çalisanlar fahise falan degil, dünyanin her yerinde kahvelerde, birahanede çalisan milyonlarca kadin adina bu kemalist yobazi kiniyorum. Iyi ki olay Erzurum’da olmadi, hemen kudurur, seriat geliyor diyerek ordu’yu göreve çagirirdiniz sayin oportünist, çifte standartçilar.

  119. Bir konu hakkında bilmeden yorum yapmak senin karakterin, cahilsin, kafa gitmiş, mevzu kadınların birahanede çalışması değil bilmediğin konularda konuşma, senin gazeten öyle yazıyor diye olayların aslı öyle olmuyor, dersim bu ülkede kadınların en özgür olduğu, özgürce toplumun her alanında boy gösterdiği bir ildir, bu senin alevi düşmanı beyinciğinin anlayacağı bir durum değil. senin bu sitede yaptığın şu izm bu izm değil düpedüz aptallık.

  120. bu da sana son yorumumdur. ne çamur adammışsın iki dakka durmadı.

  121. Tipki Sah Ismail gibi, tipki Muaviye gibi

    Türkmen alevisi Sah Ismail de bir devleti yok iken, yani azinlik ve muhalefet iken son derece bilgece söylemlerde bulunmaktaydi, ama iktidari ele geçirince Safevi Hanedanini da o kurdu, Iran’daki din devletini de o yaratti, Maasaallah , Dersim’de yeni dönemde eline güç geçirenler de hemen ilk icraatlaribni yapmaya basladilar.
    Muaviye de Islam ile iktidari bagdastirdi, bir tarafinda kendi adi diger tarafinda bizans armasi olan paralari bastirdigi anda niteligi ortaya çikmisti, tipki bunun gibi Alevilik+iktidar yahut Alevilik+TSK gibi kombinezon felaket getirir.

  122. Ertan Haydar Hakyemez

    MİT Marmara Bölge Başkanlığı ve İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün ortaklaşa düzenlediği operasyonda DHKP-C örgütüne sempatizan kazandırmak amacıyla bulundukları semtlerde fuhuş yapanları, uyuşturucu satanları, porno sitelere girenleri döverek cezalandıran, hedef gösteren ve böylece toplumda kargaşa çıkaran 2’si kadın 13 kişi yakalandı. Suçlu görülen kişilerin üzerinde “Haydar Hakyemez” yazılı sopayla dövülerek cezalandırıldığı öğrenildi.

    İSTANBUL’DA HAYDAR HAKYEMEZ OPERASYONU / FOTO GALERİ

    İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü, İstihbarat Şube Müdürlüğü ve MİT Marmara Bölge Başkanlığı’nca 17 Aralık 2010’da Maltepe ve Ümraniye’de ortak bir operasyon düzenledi. Baskında yasadışı sol terör örgütü DHKP-C üyesi 2’si kadın 13 kişi gözaltına alındı. Yapılan aramalarda 2 kaleşnikov, 1 tabanca, 2 el bombası, 317 fişek, 2 sustalı denilen bıçak, 3 biber gazı, 5 tahta, 3 demir sopa, 2 zincir, 19 pankart, 2 megafon ve bol miktarda yazılı dijital malzeme ele geçirildi. Suç aletlerinden bir sopanın üzerinde bulunan “Haydar Hakyemez” yazısı dikkat çekti.

    İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne götürülen zanlıların örgüt adına eylem hazırlığı içerisinde bulunan, yaralama, güvenlik güçlerine karşı saldırı, darp, tehdit, zorla maddi menfaat temin etme, mala zarar verme, korsan ve izinsiz gösteri eylemlerine karıştıkları belirtildi. Yapılan araştırma sonucunda zanlıların 29 Ocak 2004’da bugüne kadar başta Maltepe olmak üzere çeşitli ilçelerde kıraathaneye bomba atılmasından vatandaşın darp edilmesine, işyerlerine molotof atılmasından güvenlik güçlerine saldırıya kadar 19 ayrı olaya karıştığı tespit edildi.

    Örgütün toplumda saygınlık sempatizan kazanmak amacıyla “Fuhuşa, kumara, uyuşturucuya ve yozlaşmaya hayır” sloganı adı altında kampanya başlattığı öğrenildi. Fuhuş yapmanın ve yaptırmanın, kumar oynamanın ve oynatmanın, uyuşturucu alıp satmanın ve kullanmanın toplum tarafından da önemli suçlar arasında kabul edilerek bunları yapanların hedef gösterilip hatta cezalandırıldığı bildirildi. Ayrıca porno sitelere girilmesine izin verilen internet kafelere baskınlar yapılarak işyeri sahiplerinin darp edildiği belirtildi. Suçlu gördükleri kişilerin “Haydar Hakyemez” yazılı sopalarla dövüldüğü öğrenildi. Halkın kampanyayı desteklemesi üzerine de örgüt üyeleri aldıkları talimat doğrultusunda örgüt adına para toplamaya başladığı öne sürüldü.

    Yetkililer, örgütün halka şirin görünmek için yaptığı bu faaliyetlerin toplumda kargaşa ve karışıklığa neden olduğunu belirtti. Emniyette işlemleri tamamlanan 2’si kadın 13 kişi Beşiktaş’taki İstanbul Adliyesi’ne sevk edildi.

  123. akıl fikir kimdeyse versin

    arkadaş bu kadar boş konuşulmaz yav..öğrenci kolektiflerine demediğinişz kalmadı.acaba ne olduğunu neyi düşündüğünü niye farklı tutlduğunu hiç düşündünüz mü ?öğrenci kolektifleri dev-yol, dev-genç geleneğinden gelir.koordinasyon sürecinden ayrılıp kolektif olmuştur.taban ve yatay örgütlenme tarzını seçer,partilere mesafeli olduğu(belki de karşı)olduğu için halkevlerine yakındır.ama hiçbir halkevci kolektifçiye bir şey dikte edemez,bu tamamiyle öğrencinin öz örgütlenmesidir,aksi olduğu durumda kendini fesh eder,ve her yerelliğin yani her üniversite veya fakültenin insiyatifi vardır.merkezden kimse müdahele edemez.zaten merkez yoktur,merkez mücadele olan yerdir.son senelerde ses getiren,sunni dengenin kırılması için en sağlam işleri yapan bu çocuklardır.mücadele alanlarını dönemlere göre belirleyip ona göre insiyatif alıp öyle mücadele ederler.özellikle yemekhane ulaşım gibi alanlarda mücadele ederek,hak bilincini vererek tabana yaymaya çalışırlar hareketi.”üniversiteli” gazeteleri ve “devriimci gençlik” dergileri vardır.insan onuru bu düzenden,daha iyisini hakediyor derler,kalıplara girmezler başka dünya mümkün diyerek,eşit ve özgür bir dünyanın peşinde koşmaya çalışırlar.bazılarının dediği gibi ulusalcı kemalist olduklarını hiç sanmıyorum.çünkü geleneği bilen az çok anlar……hakkariye zap a gidip yıkılan köprüyü yeniden yaptılar.barışa köprü olmak için….ama anlamadığım bu kendine devrimci,demokrat,solcu,sosyalist,komunist,anarşist…… diyenlerin bazıları homo-seksüel heralde, arkadaş tercihinize saygım sonsuz da,niye hep birbirinize geçiriyosunuz,birazda şu karşıdaki sermayedar iş birlikçilere yüklenin hetero-seksüel olun ,,,adam olun ulan 🙂 bu arada farklı cinsiyeti tercih etmiş olanlar eğer yanlış bir laf ettiysem özür dilerim.ama bu diğerlerinin laftan anlayacağı yok.eyvallah

  124. Akıl küpü gazetecilerle bakanlar, attıkları yumurtalarla büyüklerini ortalıkta dolaşamaz hale getiren üniversite öğrencilerine, “Okul bitince, nasıl olsa devletin ya da kapitalizmin hizmetine girecekler” diye baktıkları için, şimdiden ‘teslim olmayı’ öğütlüyor. Ancak her geçen gün başka bir kentte ‘öğrenci isyanı’ baş gösteriyor. Bizimkilerin isyanı, Avrupa’da özellikle internette okunma rekorları kıran ‘Yaklaşan İsyan’ adlı broşürün sunuşundaki bir cümleyi hatırlatıyor: Nerede patlayacağını kestiremezsek de isyan yaklaşıyor…

    Yaklaşık 2 yıldır Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde, yazarı ve gerçek sahibinin bilinmediği bir kitap ‘siyasi bestseller’ oldu. Aslı Fransızca olan kitap, internete koyulduktan sonra Avrupa’daki bütün dillere çevrildi. Broşür radikal bir biçimde ‘düzenin yıkılmasını’ savunuyor, nasıl yıkılması gerektiğini anlatıyor ve meraklısına örgütlenme ve yıkım reçeteleri sunuyor. Binlerce genç internet üzerinden adeta ‘isyan el kitabı’ niteliğindeki bu broşürü tartışıyor. Kitap aslında birkaç yıldır Avrupa kentlerine hâkim olan eylemlerin içinden çıkmış.

    KOMÜNLER FEDERASYONUNA DOĞRU
    Broşür, Yunanistan ve Fransa gibi ülkelerde yaşanan ‘gençlik isyanları’ üzerinden bir “gidişat nereye” analizi yapıyor. Broşür, büyük şehir isyanlarını batı sisteminin çöküşüne delil olarak gösteriyor, komünlerden ve kendi kendini yönetim ünitelerinden oluşan bir alternatif federasyonun oluşturulmasını öneriyor.

    Gençlere yazıldığı izlenimi veren ama yan anlamlarla ve karışık siyasi formülasyonlarla dolu, okuması oldukça dikkat isteyen broşürde, söylenenleri anlamak için ‘siyasi deneyim ve birikim’ gerektiren yedi bölüm var. Ayrı bir bütünlüğe sahip bölümlerde yaklaşan isyanın olanak ve gereklilikleri anlatılıyor. Broşürün ‘kullanım kılavuzu’ gibi yazılmış ‘Pratik’ bölümünde ise, yapılması gerekenler nedenleri ile açıklanıyor. Broşür bir yandan klasik sol okuru bile şaşırtacak bir radikallik taşırken diğer yandan genç olduğu tahmin edilen yazar ya da yazarların birikimi, bizim AKP’li entelektüel cenahın alayına taş çıkartacak gibi görülüyor.

    Anarşizan liberter bir perspektife sahip ‘Yaklaşan İsyan’ ilk Fransa’da küçük bir sol yayınevi La Fabrique tarafından 2007′de, ‘L‘insurrection qui vient’ adıyla ‘Görünmez Komite’ tarafından yayınlandı. Polis, bu komitenin bir terör örgütü olduğuna inanıyor ve kitabın yazarı ve örgütün lideri olarak şüphelendiği kişi ise, Julien Coupat. Hem Coupat hem de yayınevi sorumlusu Eric Hazan doğrudan broşürlerle ilgili olmasa da, bununla ilgisi de olan ‘terörist faaliyetler’ yüzünden sorgulandı.

    BİRİNCİ HALKA: “I AM WHAT I AM”
    Broşür ‘halkalar’ sıralamasıyla yazılmış. Birinci halkada “I am what I am” sorusu soruluyor ve günümüzde bu soruya verilen bütün cevaplarda ‘marketing’ ve ‘reklam endüstrisinin’ günahlarının görüldüğü belirtiliyor: Başkası olmanın da, kendisi olmanın da sonuçta “Pepsi içmek için olduğu” anlamına gelen akıl yürütmelerle, reklam endüstrisinin ‘tekleştirme ve sürüleştirme’ yönelimleriyle tartışma sürüyor.

    İkinci halka ise, ‘eğlencenin temel ihtiyaç’ olduğunu söylüyor ama burada Fransız sömürgeciliğinden “kendi ailelerimizin yanında misafir haline geldiğimize” kadar varan ‘yabancılaşmaya’ dair yan anlamlarla dolu tahliller başlıyor.

    Fransa’daki yabancıların durumuyla ilgili sert cümlelerden biri şöyle: Tamamen ‘yabancılaşmış’ Fransızların ‘yabancı düşmanlığı’, ‘kendi benini’ korumaya yönelik bir mecburiyet.

    Eğitim sistemine getirilen eleştiri de bir hayli radikal: Bugünkü Fransa’yı okulları yaratmıştır, tam tersi değil. Yüzyıllardır eğitim, ‘fırsat eşitliği’ ideolojisini yaymış ve sonuçta herkes, bir şey almak istediğinde mutlaka yukarıdan ‘izin’ istemek zorunda kalmıştır. Bu sistemi reddeden ve kapitalizme karşı olan büyük eleştirel entelektüeller bile bundan muaf değil.

    Buralardan Fransa’nın nasıl bir polis devletine dönüştüğüne geliniyor.

    ÜÇÜNCÜ HALKA: KUSURSUZ BİR ŞİZOFRENİ
    Broşürün üçüncü halkası şu soruyla başlıyor: Hayatta, sağlık ve aşk öncelikli, ama neden çalışmayı da burada saymalıyız? Bu bölümde Fransızların hayatlarında işten daha öncelikli bir şeyin olmadığı anlatılıyor ve son kertede ‘çalışmanın değil çalışmamanın bir hak olduğu’ iddia ediliyor. Bu bölüm biraz, 1968 eylemlerindeki situasyonistlerin “Çalışmaya Son”, “Bütün Ülkelerin İşçileri, Keyfinize Bakın” sloganlarından etkilenmiş gibi:

    “Fransa’da insanlar hiyerarşide yükselmek için kıçını başını yırtarken, özel alanda hiçbir şey yapmıyor olmakla övünüyor. Emredildiğinde akşam 10’a kadar işyerinde kalan ve emeği çalınan biri, büro materyalleri çalmayı ya da depodan bir şeyler aşırıp fırsat çıktığında onu satmayı düşünmüyor. Şeften nefret ediliyor ama yanında kalmak için de her yol deneniyor. İşi olmak ve çalışmak, namuslu ve aklı başında olmanın işareti sayılıyor. Kısaca: Şizofreninin kusursuz fotoğrafı. Nefret ettiğine âşık, âşık olduğuna nefret duymak. Efendisini ve kurbanını kaybetmiş bir şizofrenin yaşadığı şaşkınlık ve karışıklığı herkes bilir… Çoğu durumda da bunu yaşamış biri bir daha sağlığına kavuşamaz…”

    ‘Basit, neşeli, mobil, güvenli’ adlı dördüncü bölümde ise, 2005’teki bir ay süren oto yakmalı isyandan ve bunun tarihsel bağlantılarından bahsediliyor. Dünyadaki benzer örnekler anlatılıyor ve ‘bunun dünya çapında sürekli hale gelebilmesinin mümkünatından’ bahsediliyor.

    Burada özellikle enerji, internet, bilgisayar, bankacılık ağlarının parçalanması ve ‘gerilla ağlarının’ kurulması üzerinde duruluyor. Her mükemmel ağın bir zayıf noktası olduğunu belirten kitap, bu düğmenin bulunmasını ve sirkülâsyonun kesilerek ağın parçalanmasını mümkün görüyor.

    Kitapta Tayland’dan ABD’ye kadar birçok ülkede gerçekleştirilen enerji ağlarının bombalanması, işyeri ve üniversite işgalleri, liman işgalleri gibi eylemlerden övgüyle söz ediliyor.

    EKONOMİ KRİZDE DEĞİL, EKONOMİNİN KENDİSİ KRİZ
    Broşürün beşinci halkası ekonomik krizle ilgili ve retorik cümlelerle dolu: Mecburen sonunda şunları anladık; krizde olan ekonomi değil, ekonominin bizzat kendisi kriz. İşsizlik sorun değil, işin kendisi sorun. İyi düşünün, bizi depresyona sokan kriz değil, aksine ekonomik büyüme. İtiraf etmeliyiz ki, hisse senetlerinin yükselişi ayininden zerre kadar etkilenmiyoruz…

    Broşürde ayrıca, artık hem sahip olanların hem de sahip olmayanların paraya saygı duymadığı, ‘serbest pazar’ kavramının artık ‘yıkım’la eş anlamlı kullanıldığı belirtiliyor. Her ne kadar broşürün tamamı Marksizm’den çok anarşizme yakınsa da, sosyalist bloğun çöküşünün kapitalizmin zaferi olmadığı, sadece sosyalist uygulama biçimlerinden birinin iflası anlamına gelebileceği anlatılıyor. Ama oldukça zekice bir benzetmeyle beraber: Bugünkü kapitalizmin durumu, Andropov dönemindeki Sovyetler Birliği sosyalizmine benziyor…

    KIŞLIK SARAYI TURİSTLER BASIYOR
    Broşürde ‘alanları polis işgalinden kurtarma taarruzu’ gibi bölümlerde açıkça ‘şiddet’ savunuluyor. Ancak bu sitüasyonistlerin ‘iletişim gerillası’nda anlattıkları gibi bir ‘entelektüel’ politik şiddet. Kitap zaten, artık Ekim devriminde olduğu gibi Kışlık Sarayı basmanın anlamsızlığını da anlatıyor. Yazarlar burada bir hayli neşeli ve yaratıcı: Şimdi de Kışlık Saray’a baskın var ama kitlesel turist baskını…

    Broşür, barışçıl bir isyanın olmayacağını söylüyor. Silahın gerekli olduğu bile söyleniyor ama şöyle; Her şey, onun kullanımını gereksizleştirmek için kullanılmalı. Silahlanma ile silah kullanma arasındaki farkın anlaşılması lazım. Büyük devrimci dönüşümlerde silah kullanımının seyrek olduğu ya da silah kullanımının belirleyici olmadığı ama silahların devrimci bir kazanım olduğu şu örneklerde açık: 10 Ağustos 1792 (Fransız Devrimi), 18 Mart 1871 (Paris Komünü) Ekim 1917.

    Dedik ya, yazar ya da yazarlar kelime oyunlarını ve güzel cümle kurmayı biliyor: Otantik pasifizm silahın reddedilmesinden değil, tam tersine onun kullanım biçiminden oluşur. Ateş etmeyi beceremediği için pasifist olmak, sadece iktidarsızlığın ve güçsüzlüğün teorize edilmesidir. Bizi diğerlerinden ayıran özellik ise, silah kullanmaktan korkma ile silahtan büyülenme arasındaki farkın onu ele aldığında anlaşılacağını bilmemiz.

    DEMOKRASİ: 60 YILLIK ANESTEZİ
    Broşür, 2. Dünya Savaşı sonrası Avrupa demokrasisini ’60 yıllık anestezi, 60 yıllık teslimiyet’ olarak değerlendiriyor: Burjuva parlamentolarında amaçsız palavradan başka bir şey olmaz! Batı demokrasilerinin ‘göreceli emperyalizm’ olarak değerlendirildiği broşürde, kadın dergileri, fitness stüdyoları gibi şeyler de sanki parlamentoyla eşdeğerde tutuluyor ve değersizleştiriliyor.

    Broşürde var olan ‘toplum’la da sorunları var: Yabancılardan oluşan bir halkın ortasında yaşıyoruz ve ‘toplum’ denen bu sahtekârlığa, yüzyıldır ekmeğini bu işten çıkaran sosyologlar bile artık bu konsepti kullanmayarak karşı çıkmayı düşünüyor. ‘Meslektaş’, ‘kontak’, ‘ilişki’ gibi kavramlardan oluşan bu sibernetik yalnızlığın nasıl birleştiğini tanımlamak için bugün ‘ağ metaforu’ gibi bir kavram kullanılıyor. Oysa, bu bir kodun biteviye tekrarlanmasından başka bir şey değil.

    POLİTİK ORTAMLAR BAŞARISIZLIK HİKÂYESİ
    “Ben neyim” sorusuyla başlayan broşürün teorik bölümü, ‘kendini bulmak’ ve ‘örgütlenmek’ gibi iki bölümle bitiyor. Sondan bir önceki bölüm ‘kendini bulmak’ta yine parlak cümleler var: Gerçeklik sahip olunan değil, taşınan bir şeydir! Buradan yola çıkıyor olmalılar ki, ‘sahip olma’ konusunda işi ilerletiyorlar: Örgütlerden hiçbir şey bekleme, var olan bütün çevrelere şüpheyle yaklaş ve her şeyden önce onlardan biri haline gelmene engel ol! ‘Fayda, lider, program, amaç, isim’ gibi ‘belli bir çerçevesi’ olan çevrelerden kaçınılması gerektiğini belirten broşür, “hele gevşek çevrelerin, saçmalıkları ve formel olmayan yapılanmalarıyla daha korkunç” olduğunu söylüyor. Özgürlükçü tek çevre ise ‘doğrudan eylem.’

    ‘Tehlikeli çevre’den sadece siyasal bir çevre değil, insanlara aidiyet hissi veren ‘spor, sağlık, eş dost ortamı, sinema’ gibi çevrelere gidip gelmenin de kastedildiği görülüyor. Düzeni yeniden üretmenin yolu olarak, bu çevrelere tutunma görülüyor. Politik ve kültürel çevrelerin, ‘yenilgilerin ve karamsarlıkların anlatıldığı, nelerin mümkün olmadığının dile getirilerek insanın enerjisinin tüketildiği, iktidarsızlaştırıldığı yerler’ olduğu belirtiliyor. Buralar, ‘konuşa konuşa çürüyüp yok olamaya’ bırakılmalı.

    Sonlara doğru ‘haydi kalkın’ diye çevrilebilecek pratik bölümde ise, ‘düzen partileri’ne, ‘başka türlü politika yapmak üzere biraraya gelmiş kukla yığınlarından oluşan halk inisiyatiflerine’ saldırılıyor. ‘Bir vahiyi, devrimi ya da toplumsal kalkışmayı beklemek’ için hiçbir nedenin olmadığı söyleniyor: Hâlâ beklemek bir çılgınlık. Felaket gelmeyecek, o zaten burada. Biz bu uygarlığı yıkacak hareketin içinde yerimizi alıyoruz. Bugün hiçbir şey bir isyan olasılığından daha az olası değil, ama hiçbir şey bir isyan gerekliliğinden de daha gerekli değil…

    BÜTÜN İKTİDAR KOMÜNLERE
    Peki ya alternatif? Elbette komün yaşamı: Garip olan insanların biraraya gelip komün hayatı kurmaları düşüncesi değil, asıl garip olan insanların neden ayrık yaşadığı.
    Devlet organının ve kurumlarının komünlere devredilmesi savunuluyor: Her caddede, sokakta, fabrikada, köyde, okulda nihayet bütün iktidar, taban komitelerine! Broşürde komün örnekleri de veriliyor: Her grev bir komündür, her işgal edilmiş evde tabandan komün kurulur, ABD’de kölelik sisteminden kaçan köleler komün kurmuştu, Bologna’da 1977’deki Radyo Alice bir komündür… Komünün ekonomik bağımsızlığı ve taban demokrasisi içinde artı değer üretmeden yaşamını sürdüreceği zaten kendiliğinden anlaşılıyor.

    ‘Örgütlenme’ isimli sonlardaki bir bölümün alt başlığı zaten ‘Artık çalışmamak için örgütlenme.’

    Ne dersiniz Sayın AKP’liler ve yandaşları? Gençler okulu bitirip sizin gibilerin ‘hizmetine girmeye’ zannettiğiniz kadar can atmıyor, değil mi? ‘Komün’de sizleri sucuk ekmek yemeğe bekliyorlarmış. Ya da şöyle mi demek lazım: Gençlerin yaşadıklarına, sizin hayalleriniz yetişmez!

    Sanofi-Aventis’in oğlu olsan ne olur?
    Polisin, kitabın yazarı olarak 1974 doğumlu Julien Coupat’dan şüphelenmesinin haklı nedenleri var gibi. Coupat, Fransa’nın yönetici elitlerin mezun olduğu Grande École’lerden birinde işletme okudu. (‘Yaklaşan İsyan’da bu okullara da, buralardan mezun yönetici elitlere bir hayli sayıp sövme var) Julien, mezun olduktan sonra yine elit ve en iyiler arasında olan École des hautes études en sciences sociales’te doktora çalışması yaptı ama bitirmedi. Bu okul da Fransa’nın 1970’li yıllarındaki üniversite reformu tartışmalarından sonra kurulan ilginç okullarından biri. Bütün bölümler ve derslerin sosyal bilimlerle bağlantılandırıldığı okulda uluslararası tanınmışlığı olan Pierre Bourdieu, Fernand Braudel, Cornelius Castoriadis, Jacques Derrida, Philippe Maurice, Denis Richet gibi ünlü hocalar ders verdi ya da veriyor.

    Julien iyi eğitimli çünkü dünyanın en büyük ilaç ve kimyevi madde şirketlerinden Sanofi-Aventis’in yöneticilerinden birinin oğlu. (Buna sucuklu yumurta yedirmek daha mı zor olur?)

    YENİ SİTUASYONİST ENTERNASYONAL
    Coupat, 1999’da radikal Tiqqun dergisinin yayıncılarından biri oldu. 2005′de arkadaşları ve sevgilisi Yldune Lévy ile birlikte Tarnac köyünde, ‘Tarnac 9′ adını verdikleri komünde yaşamaya başlayıncaya kadar derginin yöneticiliğini yaptı. Coupat ve arkadaşlarının Tiqqun’da, 1968 hareketinin radikal teorik besleyicilerinden Situasyonist Enternasyonal (Durumcu Enternasyonal) entelektüellerini örnek aldığı gözlemleniyor. İtalya’da 1957’de, radikal sol yazarlar, şairler, devrimci teorisyenler ve sanatçılardan oluşan Situasyonist Enternasyonal, solu ‘İletişim Gerillası’ gibi kavramlarla etkilemişti. Dünyayı özellikle kültürel alanda etkileyen durumcular, sanatsal pratiğin bir eylem olduğuna, sanat aracılığıyla devrimin başarılabileceğine inanıyordu. Tiqqun’ın da biraz post modern bir bakış açısıyla olsa da, devrimcilere karşı propaganda kanallarını parçalamayı ve kendi devrimci kanallarını oluşturmayı savunduğu görülmekte. Ayrıca, var olan toplumu ve teknolojiyi reddeden komün hayatı da bu çerçevede değerlendirilmeli.

    ‘YAKLAŞAN İSYANI JULİEN COUPAT YAZDI’
    Her neyse gelelim şimdi tekrar bizim Julien’e. Köye yerleşip ortaklaşa bir hayata başlayan ‘Tarnac 9′dan 7-8 Kasım 2008 gecesine kadar dünyaya olağanüstü değerde bir haber yayılmadı. O gece Fransa’da hızlı tren rayları sisteminin işletim merkezine sabotaj düzenlendi ve nükleer enerji çöpü transferi de yapılan bu raylar kullanılamaz hale geldi. Polis sabotajdan sonra 20 dakika boyunca bir aracın peşine düştü ama yakalayamadı. Polise göre o gece araçtakiler Coupat ve Yldune Lévy’ydi. 11 Kasım gecesi komün basıldı, komündekiler gözaltına alındı. Kısa aralıklarla diğer 8 kişi tahliye oldu. Julien Coupat, eylemi planlamak ve gerçekleştirmekten, 28 Mayıs 2009′a kadar hapiste kaldı.

    Polis, Coupat’nın ‘terörist başı’ olduğunu düşünüyor ve ‘Yaklaşan İsyan’ın da 2005′de ilk biçimiyle ‘Tarnac 9′ komününde yazıldığından emin. Julien mahkemede araçta olduklarını kabul etti ama “sadece sevişecek ıssız bir yer arıyorduk” dedi.

    “Düzene güven sarsılıyor ve yönetenler reddediliyor. Bütün bunlar, uygarlığınızın sonunun geldiğini ve pradigmanızın iflasını göstermekte. Bugün her yerde ve her boyutta hegemonya ve kontrolü kaybediyorsunuz ve taptığınız polis Şamanlığı artık size daha fazla yardımcı olamaz.”

    Bunlar Julien’in hapishaneden bir gazetenin sorularına verdiği cevaptaki cümlelerden yalnızca birkaçı. ‘Yaklaşan İsyan’a bakıldığında benzeri cümlelerden tonlarca var. Bu broşürün komünde yazıldığı iddiasında belki de polis haklı…

    SELAMİ İNCE

    http://www.kaypakkaya-partizan.org/isyanin-kitabi-bile-avrupayi-sarsiyor/

  125. Nihilist Komünizm – Monsieur Dupont

    İyimserliğin; -iyinin kötü üzerindeki nihai zaferi olacağına işaret eden dinsel dogmanın- radikal sol bir eleştirisi.

    http://theanarchistlibrary.org/HTML/Monsieur_Dupont__Nihilist_Communism.html

  126. Radikal sol’daki iyimserliğin; -iyinin kötü üzerindeki nihai zaferi olacağına işaret eden dinsel dogmanın- bir eleştirisi.

  127. selami ince arkadaş
    söz ettiğin yazının türkçe, kürtçe çevirileri yok mu? gerçi özetlemişsin ama yine de önemli olabilir.

  128. Dersim'de ne oluyor

    Resimlere baktim, garson kizlara neden tepki gösterildigini anladim, Kemal Sunal’i hatirladim.

  129. “garson kız” değil beyinsiz.