Gece Güneşi…

 

Gündoğusu’nun Şubat 2012 tarihli 6. Sayısında yayımlanmıştır.

 

Geçen yılın 1 Şubat günü başladığım, toplamı 397 sayfa olan, Erica Wallach’ın (1922-1993) Light at Midnight (1967, Doubmeday&Company, Inc. New York) adlı, 1950-1955 yıllarını kapsayan, başlığını Gece Güneşi olarak çevirmeyi doğru bulduğum otobiyografisi bitmek üzere, bitmesine sadece 10 sayfa kaldı. Yani çeviriyi tam bir yılda bitirmiş olacağım. (Şu sırada bitmiş bulunuyor, redaksiyonu yapılmakta, G.Z.)

Bu otobiyografi, daha önce çevirdiğim, Eugenia Ginzburg’un (1904-1977), Anafora Doğru ve Anaforun İçinde (1996-2000, Pencere Yayınları) adlı, hayatının, 1934-1956 yılları arasındaki, büyük kısmı Gulaglarda geçmiş bölümünü anlattığı otobiyografisi; Jan Valtin’in (1905-1951) Karanlığın Ötesinde (2009, Kibele Yayınları) adlı, hayatının 1918-1938 yılları arasındaki, Komintern görevlisi olarak geçmiş bölümünü anlattığı otobiyografisi; ve Margarete Buber-Neumann’ın (1901-1989), hayatının, 1935-1946 yılları arasındaki, Gulaglarda ve aynı zamanda Nazi kamplarında geçmiş bölümünü anlatan otobiyografisi (2012, İmge Yayınları) ile aynı “aile”dendir. Dördü de bağlandıkları davadan dışlanmış, Stalinist kilise tarafından suçlanmıştır. Üç kadın da Sovyetler Birliği’ndeki Gulaglarda zorunlu çalışmaya tabi tutulmuştur. Ginzburg ve Wallach’tan farklı olarak Buber-Neumann, GPU tarafından Gestapo’ya teslim edildikten sonra ayrıca 5 yıl da Ravensbrück Nazi toplama kampında kalmıştır. Üç kadın gibi Stalinizmin gadrine  uğrayan Jan Valtin, onlardan farklı olarak Gulaglarda kalmamış, Komintern görevlisi olarak yollandığı Nazi Almanya’sında yakalanıp ağır işkence görmüş, Nazi hapishanelerinde kalmış, orada kendisiyle yeniden bağ kuran Komintern’in emirlerine uygun olarak Nazileri, kendileri adına ajanlık yapacağına ikna etmiş, bu koşulla serbest bırakılıp, o sırada Kopenhag’da üstlenmiş Komintern merkezine gönderilmiş, ancak orada, Komintern, Nazilerin elinde rehin tutulan karısını kurtarmak yönünde bir girişimde bulunmayınca Komintern şefleriyle çatışmış, GPU tarafından tutuklanmış, Sovyetler Birliği’ne gönderilmek üzereyken ellerinden kaçıp canını zor kurtarmıştır.

Erica Wallach’ın otobiyografisinin çevirisine yazdığım önsözde şunları anlatıyorum:

“Noel Field (1904-1970), Amerikan kökenli bir komünist. Amerika Birleşik Devletleri’nde üst düzeylerde devlet görevlisi olarak bulunmuş; İspanya İç Savaşında, Cumhuriyetçi savaş mağdurlarına yardımcı olmuş; oradayken karısıyla birlikte Erica adında on yedi yaşında bir kızı evlat edinmişler; II. Dünya Savaşı’nda Nazi rejiminin kurbanlarına yardımcı olmuş; Komintern’in açığa çıkmamış görevlilerinden biri, aynı zamanda GPU ile bağları var.

“Savaştan sonra, Noel Field, Doğu Avrupa’da kurulan ‘Halk Demokrasisi’ rejimleriyle yakın ilişki içinde. Macar Komünist Partisi’nin üyesi. Çekoslovakya’da bir üniversitede görev almak üzere gittiği Prag’da, 1949 yılında ortadan kayboluyor. Karısı Herta Field, kocasının CIA tarafından kaçırıldığı kanısında. Bu durumu Çekoslovak Komünist Partisi’nin yöneticileriyle görüşmek üzere Prag’a giden Herta Field da ortadan kayboluyor. Noel’in erkek kardeşi Hermann Field, kardeşini aramaya başlıyor; Polonya’daki arkadaşlarıyla bağlantıya geçiyor. Onlar aracılığıyla kardeşinin akıbetini araştırmak için gittiği Varşova’da tutuklanıyor ve bir  şatonun mahzeninde hapis tutuluyor. Noel Field’ın, daha sonra Amerikalı kocasının soyadını alan Erica Wallach adlı üvey kızı, komünist geçmişi dolayısıyla Amerika’ya kabul edilmiyor. Erica, üyesi olduğu Alman Komünist Partisi’nden Amerikalı kocasıyla evlenebilmek için ayrılmış ama Doğu Almanya ile bağlarını koruyor. Üvey babasının ve annesinin kaderini öğrenmek için gittiği Doğu Berlin’de tutuklanıyor ve Sibirya’nın ötesindeki toplama kamplarına gönderiliyor.

“Peki ne olmuştur Noel Field ve karısı Herta Field’a? İkisi de GPU tarafından tutuklanarak Macaristan’ın başkenti Budapeşte’ye gönderilmişlerdir ve özel bir yerde hapis tutulmaktadırlar. Tutuklanmalarının nedeni, o sıralarda Stalinist Matyas Rakosi iktidarının Macar Komünist Partisi içinde düzenlediği, aynı 1930′lardaki Moskova duruşmalarına benzer bir ‘show trial’dır. Bu seferki kurbanlar, Parti içinde Rakosi’den çok daha popüler olan ve o sırada Dışişleri Bakanı görevinde bulunan Laszlo Rajk ve diğer parti ileri gelenleridir. Bunun benzeri bir dava, üç yıl sonra Çekoslovakya’da da sahneye konacak ve Çek Partisinin Genel Sekreteri Rudolf Slansky ile on iki arkadaşı, düzenlenen ‘show trial’ sonucu idam edileceklerdir. Bu olay, Arthur London’un İtiraf adlı kitabında ve bu kitaptan hareketle Costa-Gavras tarafından aynı adla çevrilmiş, senaryosunu Jorge Semprun’un yazdığı, baş rollerini Yves Montand ve Simone Signore’nin oynadığı aynı adlı filmde ayrıntılarıyla işlenmiştir.

“Laszlo Rajk davası tamamen ve daha sonraki Rudolf Slansky davası kısmen, Noel Field’ın verdiği ifadelere dayandırılmıştır. Noel Field, böyle davalar imal etmek için iyi bir itirafçı adayıdır. GPU ve onun bir kopyası olan Macar gizli polis örgütü IVO’nun (şu ironiye bakın ki, yeni rejim kurulduğunda bu gizli polis örgütünün ilk örgütleyicisi, o sırada İçişleri Bakanı olan Laszlo Rajk’tır. Herhalde bu meşum polis örgütünün kendi sonunu getireceğini o sırada aklından bile geçirmemiştir), Rajk ve arkadaşlarını suçlayacak bir ‘Amerikan ajanı’na ihtiyaçları vardır. İşte Noel Field, böyle bir ‘ajan’lık rolü için biçilmiş kaftandır. Noel Field, sorgucularının karşısında önce dik durur, Amerikan ajanlığını kesinlikle reddeder. Ne var ki, o aynı zamanda bir parti fanatiğidir. Partinin onun ifadelerine ihtiyaç duyduğu söylenince bu ‘görevi’ kabul eder ve sorgucularının önüne sürdüğü, beş yüzün üzerinde kişinin ‘ajan’ olduğunu ileri süren ifadeleri imzalar.

“Rajk ve arkadaşları tutuklanır ve işkence altında ‘ajan’ olduklarını kabul ederler. Üstelik hem Amerikan, hem de Tito ajanı! Mahkemede, Moskova davalarının ünlü ve meşum savcısı Vişinski’nin kopyası olan savcının,’nasıl ve neden ajan’ olduğu sorusunu sanık kürsüsünde sıkıntıyla dinleyen Rajk, kendine aylar boyunca ezberletilmiş rolünü oynayarak, ‘bunun için çok gerilere gitmek gerek’ diye başlar sözlerine. Ne kadar gerilere mesela? Ne kadar gidilebilirse o kadar geriye. Beş yaşındayken de ‘ajanlığın’ bazı ilkel sendromlarını göstermiş olabilir ama esas zaaf delikanlılığı sırasında ortaya çıkmıştır. Partiye bir ‘ajan’ olarak girmiştir. İspanya iç Savaşına katılmasının nedeni de ‘ajan’lıktan başka bir şey olamazdı… Rajk, kendisine işkence yoluyla kabul ettirilen ve aylardır bir tiyatro oyuncusu gibi provalarını yaptığı oyunu iyi oynamaktadır ama GPU-IVO senaristlerinde iş yoktur. Ne var ki, böyle kötü bir senaryo bile insanları idam sehpasına yollamaya yetmektedir o yıllarda. Rollerini iyi oynarlarsa hayatlarının bağışlanacağı sözü verilen kurbanlar, Macaristan’da da, Çekoslovakya’da da acımasızca ölüme gönderilmişlerdir. Ne ilginçtir, aynı yıllarda Sovyet ajanı oldukları ileri sürülen karı-koca Rosenbergler düzmece yargılamalarla ABD’de elektrikli sandalyede can vermişlerdi.

“Bitirmeden, Noel Field’ın kaderini de yazayım. 1954 yılında tahliye edilen Noel Field’ın karısıyla karşılaştığı an sorduğu ilk soru şudur: ‘Partiye bağlı kaldın mı?’ Kaldı, merak etme Noel Field! Öyle bağlı kaldı ki, ikinizin sayesinde şu anda bir sürü partili komünist toprağın altında yatıyor. Noel Field’a o zamanın parasıyla yüz bin ziloti ikramiye verilir, on bin ziloti aylık bağlanır (bir bakanın aylık maaşı 3 bin zilotidir) ve konforlu bir ev tahsis edilir.

“Stalin’in ölümünden sonra değişen atmosfer içinde ve 1956 Ekim’indeki Macar Devrimine giden günlerde yüz binlerce insan Rajk ve arkadaşları için yapılan sembolik cenaze törenine katıldı. Budapeşte, göz yaşlarına inandı ve bu cenaze töreni 1956 Macar Devriminin başlangıcı oldu.

 

***

 

“Elinizdeki kitap, Noel Field’ın üvey kızı, Alman kökenli Erica Wallach’ın (1922-1993) üvey babası Noel Field’ı bulmak umuduyla geldiği Doğu Berlin’de, 1950 yılında tutuklanışının, yıllarca sorgulanışının, ölüm hücrelerinde yaşadıklarının, idama mahkûm edilişinin, Stalin’in ölümüyle birlikte idamdan kurtuluşunun, Rusya topraklarında bulunan, Kuzey Kutbundaki Vorkuta’da zorla çalışmaya tabi tutuluşunun, daha sonra, Kruşçev döneminde aklanışının, kendi kaleminden, 5 yıllık (1950-1955) otobiyografik anlatımıdır.”

***

 

Erica Wallach’ın kitabından öğrendiğim en büyük hakikat,  insanın aynı eylemlerinden dolayı, dönemin rüzgârlarına, iktidarın niteliğine, devletin o andaki yönelimlerine göre, en ağır işkenceleri görüp ölüme de gönderilebileceği, aklanıp kendisinden özür de dilenebileceğidir.

Kitabın sonlarındaki (1955 yılıdır, Stalin’in ölümünün üzerinden iki yıl geçmiştir ve Kruşçev artık iktidara hakim olmuştur, Sovyet devleti, 1956 yılındaki destalinizasyon kampanyasına hazırlanmaktadır) şu satırlara okuyalım:

“ ‘İyi akşamlar’ diye karşıladı beni Gorbunov. ‘Sizi bu geç saatte çağırdığım için özür dilerim, fakat hakkınızda karar yeni verildi ve sanırım bunu öğrenmek hoşunuza gidecek. Lütfen oturun. Davanızın kapandığını bildirmek benim için zevktir. Suçsuz bulundunuz ve artık özgür bir insansınız.’

“Oturup ona baktım. ‘Bir sigara alır mısınız?’ dedi, biraz huzursuz. ‘Lütfen bir tane alın. Beş yıldan sonra bu büyük bir şok olmalı… Anlatamam…  sizin adınıza ne kadar mutlu olduğumu…’

“ ‘Teşekkür ederim’ diye cevapladım otomatik bir şekilde, derin bir nefes alarak. ‘Artık özgür müyüm?’

“ ‘Özgürsünüz. Kapı açık. Şimdi çıkıp gitmek isterseniz sizi kimse durdurmayacak. Denemek ister misiniz?’

“ ‘Hayır, hayır, teşekkür ederim’ dedim aceleyle. ‘Size inanıyorum. Şimdi ne yapacağım? Eve… gidebilir miyim? Lütfen söyleyin ne yapacağımı.’

“Gorbunov, belli ki bir serfin ruh halinden anlıyordu; benim anlamsız tepkimden ne incinmiş ne de duygusal bir tavra girmişti. Dobra ve telaşsız halini sürdürdü.

“ ‘Evet’ dedi. ‘Eve gidebileceksiniz. Sizi Batı Berlin’e vermeyi düşündük; oradan kendi istediğiniz yere gidebilirsiniz. Şu anki teknik olanaklar içinde en iyisinin bu olduğunu düşündük: Kâğıtlarınız olmadığından bu ülkeden ayrılabilmeniz için bazı küçük bürokratik muameleler gerekiyor. Çıkış vizesine ihtiyacınız var – bu ülkeye hiçbir zaman yasal bir şekilde girmediğinizden [Erica Wallach, Doğu Berlin’de tutuklanmış ve burada iki yıl işkence gördükten sonra, gizlice Sovyetler Birliği’ne gönderilmiştir. G.Z.] bu biraz karmaşık bir iş. Fakat işin üstesinden gelebiliriz. Bu zaman dilimi içinde burada, Moskova’da, serbest olarak yaşamak zorundasınız. Sanırım, hapishanede bir gece bile geçirmek istemezsiniz artık, bu yüzden size bir otel odası ayırttık – eğer siz başka bir yere gitmek istemezseniz. Legalize edilmeniz, kayıtlarınızın tamamlanması ve çıkış izninin alınması formaliteleri sırasında orada ya da herhangi bir başka yerde, özgür olarak bekleyeceksiniz. İçişleri Bölümü sizinle yarın bağlantı kuracak ve bağlantı halinde olacak. Herhangi bir talebiniz, herhangi bir sorunuz olduğunda onlar adına bağlantı kuran kişiye başvurabilirsiniz. İstediğiniz herhangi bir yere serbestçe gidebilirsiniz, ancak size önerim şehirden ayrılmamanızdır. Umarım Moskova’da kalmak sizi memnun eder.’

“ ‘Oh, elbette, elbette’ dedim büyük bir heyecanla.

“ ‘O zaman bir özür dilememe izin verin.’ Gorbunov, şimdi ayağa kalkmış bana bakıyordu. ‘Sovyet Hükümeti adına size yapılanlardan dolayı açıkça özür diliyor ve bu özrümüzü kabul etmenizi rica ediyorum. Biz bir yanlış yaptık, size çok şeye mal olan korkunç bir hata işledik. Söyleyeceğim hiçbir şeyin, yapacağımız hiçbir şeyin geçmiş o beş yılı silemeyeceğini biliyorum. Bizi hiçbir zaman affetmeyeceğinizi biliyorum ama en azından samimiyetimize inanacağınızı umut ediyorum. Hayatınızdan beş yılı aldık ve bu yılları hiçbir şey geri getiremez. Sorumluluğumuzun karşılığı olarak para önermenin sizi aşağılamak anlamına geleceğini biliyoruz. İnsan hayatı ruble ya da dolarlarla ölçülemez. Fakat eğer hayatınızı biraz kolaylaştırmak, sağlığınızı düzeltmek, geçmişteki kötülükleri silmek için yapabileceğimiz bir şey varsa lütfen bana söyleyin. Sovyet Hükümeti, yetersiz de olsa bunları karşılamak için elinden gelen her şeyi yapacaktır; istediğiniz herhangi bir şey, tıbbi bakım, dinlenme tedavisi, tazminat, her ne olursa biz sizin için bunları yerine getirmenin görevimiz olduğunu düşünüyoruz.’

“ ‘Teşekkür ederim’ diye cevap verdim. ‘Ben çok mutluyum. Herhangi bir para istemiyorum, hiçbir şey istemiyorum! Sadece bana özgürlüğümü verin, yeter.’ “

Günün birinde, bir GPU görevlisinin, yukardaki sözleriyle gözlerimi yaşartacağı dünyada aklıma gelmezdi.

 

Gün Zileli

21 Ocak 2013

www.gunzileli.com

gunzileli@hotmail.com

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hakkında Gün Zileli

Okunası

İşaret Fişeği !

Artıgerçek Anarşizm, toplumun duygusal yükseliş ve alçalışlarının yansıması olarak görülebilir. Rusya’da zindanlarda ve sürgünde geçen …

7 Yorumlar

  1. özgürlükçü

    zileli klasiği ‘dam üstünde saksağan gel bize bazı bazı’ yaşadığımız hayatın can yakan gerçekleri nerde zileli nerde bunları bitirdik tarihin çöplüğüne gömdük insanlık stalin ve benzerlerini bir daha yaşamyacak ama rojovada devletsiz birlikte yaşamı engellemeyi yaşıyor acaba bizdeki anarşizmin kendi pratiğiyle hangisinin ilgisi olabilir?neden bizim gündemimize asıl bizi ilgilendiren gerçek gündemler giremez çünkü egemen hegemonyanın çok rahatsız olup yok etmeye çalıştığı sistemin alternatifinin yeni nüvesi aşağıdan yukarıya halkların birlikte inşa ettiği yeni bir şey var bizim görevimizde bu yeni olanı gündemleştirmemek olabilirmi?

  2. özgürlükçü, yazıyı dikkatle oku, orada özellikle bir paragraf var ki, Kürt mücadelesi açısından da derslerle dolu. Bu paragrafı da ben söylemeyeyim de sen bul.

  3. özgürlükçünün meseleyi fikri sabit eyleyip yalnızca bu konuya odaklanması belki biraz fazla obsesiv kaçıyor olabilir.
    gene de kendine anarşist diyen kimsenin bigane kalamayacağı bir sürecin olduğu da kesindir.
    ilk fırsatta rojavaya gidip, orada olanları kayıt altına almak ve üzerinde konuşmak en başta biz anadoludaki anarşistlerin işi olmalı, diye düşünüyorum.
    sadece düşünmek yetmez elbet, ilk fırsatta sınırı aşıp, ulaşmak dileğiyle…

  4. rojavadaki otonom yaşam pratiğine biraz felsefi bir yorum olarak göçebe atölyeler sitesinde cengiz baysoy un “dünyayı ulussuzlaştırma pratiği kürt siyasal hareketi” yazısındaki pencereden bakılabilir mi?

  5. gün abi bizim 68 den birilerinin biografisini yazmayı düşünmüyormusun….hem o kuşagın içindeydin hem akıcı ironik üslupunun çok iyi gidecegine inanıyorum…hem de 68 in isimsiz kahramanlarına bir saygı duruşu olur

  6. Kenan Ölmez, artık hayatta olmayan çok sevdiğim bir arkadaşımdır. Kendisinden Yarılma’da epey söz etmiştim. Trabzon üniversitesinde faşistler tarafından vuruldu ama ölmedi. Daha sonra, belki de bu vurulmanın sonucu hastalanıp öldüğünü duydum. Özlemle anıyorum ve vesile olduğun için teşekkür ederim. ancak, şunu belirtmeliyim ki, otobigrafi yazarlığıyla biyografi yazarlığı aynı şeyler değildir, hatta oydukça farklıdır. Biyografi yazarlığının benim yapabileceğim bir şey olduğunu sanmıyorum.

  7. tamam abi bende sana bu insanların hakkını teslim ettigin için teşekkür ediyorum