BİZ’in, Ergenekon Davası Hükümleri Üzerine Açıklaması

BİZ;

1. Egemen sistemin adaletine hiçbir şekilde inanmaz;

2. Egemen sistemle birlikte onun hapishanelerinin de yıkılması ve tüm tutsakların özgürlüklerine kavuşması özlemiyle “zindanlar yıkılsın” sloganını yükseltir.

3. Ergenekon yargılamalarının, önce yeni egemenlerin, yani AKP devletinin, kendisi için tehdit olarak gördüğü eski egemenlerin AKP devletine uyum sağlayamayan kesimlerini baskı altına almak için başlatıldığını;

4. Bu davanın giderek AKP devletinin tüm muhaliflerine doğru yaygınlaştırıldığını ve bir “torba dava” haline getirildiğini;

5. “Ergenekon” diye bir örgüt olmayıp, bu örgütün AKP polis ve savcıları tarafından imal edildiğini ve “üye kaydının” bizzat polis ve savcı tarafından yapıldığını;

6. Bu davaya, geçmişte halka karşı gerçekten ırkçı suçlar işlemiş ve cinayetler örgütlemiş kontrgerilla unsurlarından bazılarının sırf davaya inandırıcılık katmak amacıyla katıldıklarını ve bu kişilerin de gerçek suçlarından yargılanmadıklarını;

7. Kontrgerillanın geçmişte halka, solculara, Kürtlere, Alevilere, Ermenilere, Hıristiyanlara karşı işledikleri suçların, Susurluk’ta bir kısmı ortaya çıkan cinayet şebekelerinin, bu cinayetlerin örgütleyicisi hükümet sorumluları, içişleri bakanları ve emniyet müdürlerinin AKP iktidarı ve savcıları tarafından bilinçli olarak dava dışı bırakıldıkları, himaye altına alındıklarını, devlet kademelerinde yükseltildiklerini; bu sayede kontrgerilla unsurlarının işledikleri gerçek suçların üzerinin örtüldüğünü, suçları iyice ayyuka çıkanların ise haklarında açılan münferit “kurtarma davaları”yla yargılanmış gibi gösterilip hafif cezalarla kurtarıldıklarını ve otel gibi hazırlanmış “cezaevlerinde” tatile yollandıklarını;

8. Ergenekon davasında ağır cezalara çarptırılan ulusalcı düşüncedeki kişilerin bu düşünceleri ile mücadele etmenin sadece ideolojik ve siyasal mücadele alanıyla ilgili olduğunu, böyle bir alanın cezayla değil özgürlükle garanti altına alınması gerektiğini, ulusalcı-sağcı fikirlerin ancak böyle bir ortamda yenilgiye uğratılabileceğini, politik tartışma ve mücadelenin asla cezai alanlara taşınmaması gerektiğini, bunun acı sonuçlarının devrim tarihinde yaşandığını ısrarla savunur ve Ergenekon davasında verilen hükümlerin temelden geçersizliğine vurgu yapar;

9. Hükme bağlanmış Balyoz, halen sürmekte olan KCK, Devrimci Karargâh, Odatv, aynı özel yetkili mahkeme tarafından aynı salonda yürütülecek ÇHD vb. davaların karar ve hükümlerinin de geçersiz olacağına dikkat çeker; AKP devleti tarafından açılmış ve açılacak tüm davaların tüm hüküm ve sonuçlarıyla birlikte iptalini; kontrgerillacıların tüm suçlarıyla birlikte teşhir edilmesini ve halkın adaletine teslim edilmesini savunur.

11 Ağustos 2013

Diğer Bİz duyuruları

BİZ Bildirgesi (24 Şubat 2013) : http://www.gunzileli.com/2013/03/01/5729/

BİZ’in “Barış Süreci” Üzerine Duyurusu (26 Mart 2013): http://www.gunzileli.com/2013/03/26/biz%E2%80%99in-%E2%80%9Cbaris-sureci%E2%80%9D-uzerine-duyurusu/

BİZ’in “Suriye ve Ortadoğu Savaşı” Üzerine Duyurusu (18 Mayıs 2013): http://www.gunzileli.com/2013/05/21/bizin-suriye-ve-ortadogu-savasi-uzerine-duyurusu/

betist
1xbet
1xbet giriş

Hakkında Gün Zileli

Okunası

“Ulusların Kaderlerinin Karartılması” Hakkı!

Artıgerçek Dünyanın son 120 yılı “Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı” söylemi ile başlayıp “Ulusların Kaderlerinin karartılması” …

26 Yorumlar

  1. Biz kimsiniz? 🙂

  2. haklı ve yerinde tespitler…katılıyorum.

  3. Eski ulusalcılığınızı depreştirmek için sizi yine topa tutacaklardır Gün bey…Söyleyecek kelamı olmayanlar,temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp ayni eleştirileri somutlaştıracaklardır…Bu yazıdan çıkaracakları sonuç; “Gün Zileli eski kayınbiraderinin ve Ergenekoncuların arkasındadır,onların salıverilmesini istemektedir” Yani durum budur Gün bey…Olayları manipüle etmek için burjuvaziye çanak tutan yeni Marksistler türedi…İyi çalışıyorlar,dikkatli olmak lazım….Kürt Özgürlük Hareketi’de arkalarında iyi mi..?

  4. elinize sağlık gün yoldaş!

  5. Yalnızca Kemalizm nefreti üzerinden bir ideolojik konumlanma belirlemiş olan günümüz kimi sol kesim ne yazık ki AKP’nin hukuksuzluklarına ve diktasına alkış tutmaktadır. Gerek çözüm sürecinde gerekse Ergenekon ve bilumum siyasi davalarda “çözülecekse nasıl çözülürse çözülsün” minvalinde bir yaklaşım sol teoride bir karşılık bulmamalı, bulamaz da.

    Türkiye demokratikleşiyor mu? Biz neden göremiyoruz?

    Bu yeni liberal sol mantık ne yazık ki siyaseti okuyamıyor, duygusal çerçevede feveran bir ideolojik belirlenim yaşıyor. Ülkedeki tek sorunun askeri vesayet olduğu ve iktidarın da bu sorunun üzerine gittiği yanılgısı, sınıfsal bir sol iradenin özüne uymamaktadır.

    Ulusalcı, millicilerin vatanseverlik uğruna hayatı boyunca sol düşmanlığı yapan kimselerle başgöz olma aşamasına geldiği şu günlerde, ne yazık ki bu liberal kürtçü solcularımız da iktidarın bir numaralı oyuncağı olmuştur.

    Kendilerini eleştiren herkesi, faşistlikle suçlamaları bir yana dünyanın en faşist, sömürücü, kapitalist çevreleriyle aynı çizgide bulunmaları manidardır.

    Bu durumun açıklanmaya çalışılması, her ne olursa olsun liberal bir çırpınıştan öte gitmiyor, gitmeyecektir.

  6. Bu “biz”e kendimi de dahil sayıyorum. Kaleminize sağlık.

  7. Kurt hareketi, cektikleri acilarin toplumsal olarak ve resmi agizlardan taninmasini, boylelikle bir daha baslarina boyle bir seyin (Kontrgerilla faaliyetleri, faili mechuller, yuzlerce yillik hapisler, tecavuzler vs.) gelmemesinin garanti altina alinmasini istiyor. Bu istek, surusune bereket ulusalci tayfa ne zirvalarsa zirvalasin, mesrudur ve gereklidir.

    Kurt hareketinin bir kismina Ergenekon bunu saglamis gibi gorunuyor olabilir. Ve yine bir kesiminde bunlari bosvermek ve devletin de destegiyle o topraklarda “zenginlesmek” gerektigine iliskin bir fikri de var. Sorun bu iki fikrin sahiplerinin ayni kisiler olmasi veya ilk fikre sahip olanlarin ikinci fikirdekilerin etkiledigi insanlar olmasi. Yani Kurt hareketi icinde “bunlar eski hikayeler, bunlari gecelim, “ölmüşle olmuşa çare yok”, madem bu hukumette iyi niyetli desteklerini alalim da artik istikrarsizlik, teror neyin olmasin, biz de ekonomiyi canlandiralim” diyen giderek zenginlesen kesim, Ergenekon’u bir hesaplasma olarak geri kalan asil acilari cekenlere yutturup bu isi kapatma derdinde.

    Dolayisiyla ne kadar kufur yiyecek olursak olalim, Ergenekonun bir kontrgerilla davasi olmadigini, asil katillerin cogunun disarida oldugunu anlatmak cok onemli. Cunku eger anlatmazsak, Kurt hareketi icinde “Gecti, gecti”cilere insanlari kandirmalari icin firsat vermis olacagiz. Bu da daha sonra olasi katliamlara ve bir turlu bitmek bilmeyecek sovenist etkinliklere yol acacak. Cunku devlet asil yapmasi gerekenden yan cizmis, pacayi kurtarmis olacak. Bu sebeple kufurlere ragmen sabirla dusuncelerimizi anlatmamiz, devlete “Yok oyle yagma Hasan’in boregi” diyebilmemiz gerek.

  8. emeği geçen bütün arkadaşlar adına…

  9. Ahanda… Bu adamlari da espri altindaki analiz yeteneklerinden oturu bulup, bi konusmak lazim. 😀

    http://www.zaytung.com/haberdetay.asp?newsid=220872

    Mehmet Ağar, Ergenekon Davası Sayesinde Derin Devlete Vurulan Darbeyi Dostlarıyla Birlikte Kutladı 

    “… Oldukça kalabalık bir davetli topluluğunun katılım gösterdiği gecede kısa bir konuşma yapan Ağar, “Şimdi tabii Türkiye gibi geçmişi karanlık olaylarla dolu bir ülkede derin devletin kökünün kazınması tarihi bir ahahah… pardon ya… neyse ne diyordum evet.. tarihi bir olay. Başta mahkeme heyeti olmak üzere emeği geçen herkesin ellerinden öpe… ahahaha… Aman neyse devam edemiycem ben. Buyrun pastayı keselim hadi…” sözleriyle konuklarına seslendi. “

  10. Güzel, çok sevdim, ben de buradayım, Aşk, Devrim, Anarşizmle : ),,

  11. devlet “ergenekonu” yargılayamaz çünkü, kendi varlığı ve meşruriyeti tartışma alanına girer. daha önce de söylediğim gibi, işi göstermelik örgütler icat edip, topluma sanal yargılama sahneleri göstererek bu işi “savar”.

    bunu mehmet ağarın “yargılanmasında” gördük, biliyoruz. eğer zerrece hukuk ciddiyeti olsaydı, bu davadan nerelere ulaşılırdıya bir örnek:

    Rojava nın susıké köyü ypg lilerce çetelerden kurtarılıyor. aramalarda bazı dökümanlara ulaşılıyor. biri de istanbulda yayınlanan”tevhid” dergisinin yanı sıra, bazı isimler arasında “ebu hanzala” adlı biri… kim bu adam?
    “hizbul-kontra” davasından örgüt yöneticiliğinden yargılanmış olan bingöllü haci bayancuk un oğlu halis bayancuk…(detay için anf habere bakılabilir) ağar elazığlı ve buralardaki ilişkileri, mercek altına alınabilirdi.

    devletin hukuku bu kadarına yetmez!. ama ilahi adalet, devletin oyununu suské de ortaya serer.

    bin kez söylemekten bıkmayacağım:
    “el kaide de ergenekon da devletin erke dönergeci”

  12. Vicdan adaletten elini çektimi… Şaşırmamayı öğreniriz… Adalet gerçek hukuk devletinde şaşırtmaz. hukukiliğini kaybetmiş devlette de şaşırtmaz. Aradaki fark vicdandır, kanunlardır. Birde özel yetkileri, özel misyona çevirmeyen bir adalet duygusudur…

    Yukardaki satırları Ertuğrul Özkök Ergenekon kararları üzerine yazmış. Bu herifin bile somut ve doyurucu bir tahlil yapabildiği bir ortamda ronigillerin ve kendisini kırmızının çeşitli tonları ile tanımlayan bazılarının yorum ve zevk haykırışlarını okuduğunda insan söyleyecek söz bulamıyor. Yetmez ama evetçi lerle kazlı çeşmede toplananlar arasındaki tek fark RTE ‘ nin sağ lopunun kılı olmakla sol lopunun kılı olmak düzeyine kadar geriledi. İnsanların adil yargılanma hakkı olmalıdır. Başka davalarda adil yargılanmanın olmaması bahse konu davada adil yargılanmamayı haklı göstermez.

    İnsanın aklına Aytekin yılmazın labirentin sonu kitabındaki önermesi geliyor. Örgütlere 1990-2000 arasında hapishaneler de kurduğunuz iktidarcık modelleri devrimden sonra kurulacak makro iktidarın bir mikro örneği ise vah yazık demesi gibi. Ergenekon kararları sonrası ronigillerin yaşadığı orgazm ve Silivri çadır tiyatrosunun adaletini kutsamaları karşısında umarım kimse bunların büyük devrimci adaleti(!)ne muhtaç olmaz demesi geliyor.

  13. Siyasi ve ideolojik mucadelenin temel felsefesi insani kazanmaya donuk olmali.Hic bir gerekce bu bakistan taviz vermeyi gerekli kilmamalidir. Yeni toplumun insasi acisindan bakmaliyiz.Bizin icinde bizde variz ve cesurca eli kanli diktacilarin sahneledigi tum oyunlari redediyoruz.Zaten bu tur siyasi davalara asure davasi dememizin manasida budur. Aklimizla yuregimiz celismemeli. Toplumsal davalarin dar ”dusmanlik”temeline indirgenemiyecegi ve gecmisten miras aldigimiz her turlu olumsuz bakislarin uzerinde bir siyasi kultur yaratmamiz aciliyet ve onemini korumaya devam etmekte.Yeni toplumun siyasi kulturunu yaratmak icin bu davalara bakis cok onemli ve bir turnosol islevi gormektedir.Biz her zaman zalime karsi olmayi temel destur olarak gorecegiz.Zalimken magdur olanlari insan olmaya davet edecegiz ve insanliga kazandiracagiz. Icimizdeki kin,nefret ve siddetin yerine sevgiyi paylasmayi insan olmayi one cikaracagiz.

  14. doğrudur yargılanan bir ideoloji ve siyasettir nedir bu darbeci olmak ulusalcı devletçı katı merkezi kemalist devletçiler yani siyaset yargılandı doğrudur siyaset yargılanamaz tam tersine özgürlükçü bir ortamda kendini gerçekleştirmesine fırsat verilir ee bu nedemek adam darbeyi savunabilir darbeci olma özgürlüğü vardır darbecı devletçı katı merkezi devletçi ulusalcı programı ile siyaset yapabilir ne zaman siyaset yapma yerine darbe yaparsa yada bütün bu amaçlar için şiddet kulanırsa yargılarsın demeye getiriyor zileli eğer bunu diyorsa çok güzel en özgürlükçümüz zileli çıktı darbeci olma özgürlüğü olabileceğini savunuyor zaten bu eski efendilere siyaseten ceza vermeye ne gerek var savundukları düşünce ve ideolojileri zaten sorunlu olup bir nevi dığal ceza işlevi gördüğünden bir itibarları ve cürümleri olmayabilir ama asıl tehlıke ordu devlet ve elinde militer güç olanların amaçları için elindeki olanaklar önemli bu açıdan siyasi iktidar ordu ve devletin militer kurumları daha potansiyel tehlike

  15. darbe yapacak diye içeri atılanların elinde darbe aracı devlet ve ordu olmadığına göre tehlike geçmiş değil elinde devlet ve ordu olanların asıl darbe yapma ihtimalini unutmamak lazım efendilerde filim bitmez akp iktidarının hizmetinden memnun olmasa efendilerin kendi atadığı kadro eliyle iktidara bile darbe yapabileceği ihtimali bile mümkündür.bütün darbeleri militer güçler ve orduların yaptığını zileliden öğrenmiştik devlet-iktidar efendilerinin halka zülmederken kulandıkları hizmetkarlarını devlet-iktidar hegemonyasına zarar vermeyecek şekilde her daim gözden çıkarabilecekleri örneği olarak ergenekon davasında ceza alanların görev yaptığı bütün dönemlerin siyasi iktidarlarınında sorumlu tutulup en azından görevlerini yapmayıp bu musibetlere fırsat vermelerinden ceza alabilecekleri yeni bir hukukda gelişebilir.bütün bunları programlaştırıp halkı sömürenden zülmeden hırsız rantçı özgürlük ve ınsanlık düşmanlarını gerçek katı eşitlikçi adalet önüne çıkaracak politik alternatif yarattıkda bu zülümlere dayanmış halkımız yok mu dedi?elinizi tutanmı var nerde bütün bu seviyedeki kötülerin karşısına alternatif?yoksa asıl işimiz bu olası alternatifleri itibarsızlaştırıp eski efendileri aklama çabası olmasın ?bazı soruları tersten sormayı bilimsel diyalektik materyalizmle öğreneli nerdeyse 2 asır geçmesine rağmen soruyu bile soramadık

  16. Yahu Gun ne guzel kac senedir bi anarsizan cizgin vardi, demek ki yerin burasi da degilmis, simdi ulusalcilarla cephe kurup actin yine yelkenleri mechule. Hayirlisi olsun insallah.

  17. Mahkemelik oldular

    Nedeni bu tweet “Genelkurmay Başkanı amiral üniformasıyla Beyaz Fırtına Tatbikatı için Donanma’da. İyi ki o lekesiz, bembeyaz, kutsal üniformayı zamanında çıkarmışım. Donanma’nın albay ve amirallerinin yüzde 80’ini tasfiye edenler/buna ses çıkarmayanlar utanmadan Donanma’ya geliyor. Utanmayanlar da onu karşılıyor.”

    GENELKURMAY Başkanlığı Adli Müşavirliği, Balyoz ve Askeri Casusluk davalarına tepki için TSK’dan istifa eden eski Donanma Komutanı emekli Oramiral Nusret Güner’i Genelkurmay’a yönelik eleştirel tweet’leri nedeniyle savcılığa şikâyet etti. Güner’in Askeri Ceza Kanunu’nun 6 aydan 3 yıla kadar hapis cezası öngören 95/4 maddesindeki ‘Astlık-Üstlük’ münasebetlerini zedelemeye, amir veya komutanlara karşı güven hissini yok etmeye yönelik hareketlerde bulunduğu iddia edildi. Güner’in ise önceki gün Büyükçekmece İlçe Emniyet Müdürlüğü’nden kendisine gelen telefon üzerine soruşturmadan haberdar oldu. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Güner’in talimatla ifadesinin alınmasını istemişti. Güner, Genelkurmay’ın kendisine yönelttiği suçlamaya yönelik olarak poliste ifade verdi.

    1 HAZİRAN’DAKİ TWEET’LER

    Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel, mayıs ayı sonunda Deniz Kuvvetleri Komutanlığı tarafından planlanan ve Antalya Körfezi’nde icra edilen Beyaz Fırtına Tatbikatı’na katılmış, denizci üniformasıyla medya mensuplarının karşısına çıkmıştı. Emekli Oramiral Nusret Güner ise Özel’in tatbikata katılmasını 1 Haziran’da Twitter hesabından şöyle eleştirmişti: “Genelkurmay Başkanı amiral üniformasıyla Beyaz Fırtına Tatbikatı için Donanma’da. İyi ki o lekesiz, bembeyaz, kutsal üniformayı zamanında çıkarmışım. Donanma’nın albay ve amirallerinin yüzde 80’ini tasfiye edenler/ buna ses çıkarmayanlar utanmadan Donanma’ya geliyor. Utanmayanlar da onu karşılıyor.”

    SUSTURMAK İSTİYORLAR

    Güner, Hürriyet’e yaptığı değerlendirmede ise şunları söyledi: “5 yaşından itibaren, ‘Deniz subayı olamazsam öleyim’ diye dua eden ben; niçin Deniz Kuvvetleri Komutanı olmama 6 ay kala istifa etmek zorunda kalmıştım? Bu durumda ben konuşmak zorunda kaldım. Amacım Donanma’yı bir daha 30-40 yıl kendine gelemeyecek şekilde darmadağın eden; silah arkadaşlarımı ve komutanlarımı darbeci, casus, fuhuş yapan/ yaptıran gibi birer suç makinası gösteren başta Balyoz olmak üzere, Casusluk, Poyrazköy, Amirallere Suikast gibi davalara karşı, yüzde 90’ı ile birlikle çalıştığım ve çok yakından tanıdığım silah arkadaşlarımın ve komutanlarımın masumiyetlerini haykırmak ve Türk milletinin dikkatini çekmekti. Yapılan operasyonla Türk Deniz Kuvvetleri 30-40 yıl daha bu seviyeye gelemeyecekti ama Genelkurmay bunu yapanlara ses çıkarmazken, bu gerçeği ifade edenleri susturmaya çalışıyordu. Ben bunları, söz konusu davaların geçersizliğini ortaya koymak için söylerken; bana verilen cevap, bir ölçüde bana yapılan muameleydi. Genelkurmay önce benim TSK sosyal tesislerine girişimi yasakladı. Her orgeneral/ oramirale olduğu gibi bana da tahsis edilen özel koruma statümü minimuma indirdi. Şimdi de benim 3 yıla kadar hapsimi istiyor.”

    http://www.hurriyet.com.tr/gundem/27204142.asp

  18. Ergenekon’dan tutuklanan şunun gibilere ne demeli?

    “CUMHURİYETİN KURULUŞ FELSEFESİ VAR”
    Yürürlükteki 1982 Anayasası’na göre Türkiye’nin demokratik, laik, sosyal hukuk, devleti olduğunu belirten Başbuğ, “Bu temel niteliklerin değiştirilmesi teklif bile edilemez. Nasıl bir Türkiye dediğimizde cevabı burada. Bu dört temel niteliğe iki nitelik daha eklenmeli. Ulus devlet ve üniter devlet. Mustafa Kemal ve silah arkadaşları cumhuriyeti kurarken bir felsefeleri vardı. Kuruluş felsefesi. Siz bunu değiştiremezsiniz. Normal olarak bir devletin kuruluş felsefesinin değiştirilmesi mümkün değildir” dedi.
    “TÜRKİYE ULUS DEVLET KAVRAMINI KORUMAK ZORUNDA”
    1924 Anayasası’nda federasyonun bölünmeye gidileceğinin görüldüğünü belirten Başbuğ, o nedenle üniter devlet yapılanmasının benimsenmesi gerektiğinin ifade edildiğini söyledi. Mecliste o dönem Türkiyeli ifadesinin kullanımının da reddedildiğini aktaran Başbuğ, “Ulus devletten bazıları rahatsız. Ülke içinde de yabancı ülkelerde de rahatsız olanlar olabilir. Bu rahatsızlık neden? Bugün dünyanın en güçlü ulus devleti ABD’dir. Ulus devletinde sınırlarla çizilen coğrafya vardır ve o coğrafya üzerinde o devlet egemenlik haklarına sahip olmak mecburiyetinde. Oradaki kurumlar ve kuruluşlar güçlüdür. O yüzden ulus devlete karşı olanlar kurumları ve kuruluşları zayıflatmaya çalışıyorlar. Ulus devlette etnik farklılıkları, mezhep farklılıkları olan insanları ortak değerler etrafında bir araya getirip tutmak gerekir. Ulus devlette ortak değerleri zayıflatırsanız bölünmeye gidersiniz. Ulus devlet kavramını Türkiye’den kaldırırsanız sonunuz iyi olmaz. Örnekleri var. İşte Balkanlara bakın. Anayasa’da Türkiye milleti ve ülkesiyle bölünmez bütündür yazıyor. İşte ulus devlet burada yazıyor. Neden milleti bölmeye çalışıyorsunuz. Bu tehlikeli bir oyun bu oyuna kimse gelmemeli. 1924 anasında din ve ırk farkı olmaz deniliyor. Size vatandaşlık anlamında Türk diyorum. Burada verilen isimdir. Sıfat değildir. Türk kelimesinin orada isim olduğunu herkes biliyor. Ama bunu istismar ediyorlar. Amaçları ulus devleti zedelemek. Nasıl zedelersiniz özerkliğe arkasından federasyona götürürsünüz. Ulus devletten federasyona giden devlet yoktur dünyada. Bir tek istisna var Belçika. Burada hedef alınan ulus devletidir. Burada ortak idealler zayıflasın ve herkes kendi parkurunda gitsin. Bu ülkeyi bölünmeye götürür. İşte bu oyunlara kesinlikle gelinmemeli. PKK terör örgütünün bir numaralı hedefi ulus devleti kavramıdır. Ulus devlete karşıdır. Bu çok hassas bir konu ve taviz verilmesi çok tehlikeli. Üniter devlet konusu yani tek devlet. Türkiye üniter devlet yapısını da korumak zorunda. Ama işin başı, kilidi ulus devlet” açıklamasında bulundu.
    “DİN EĞİTİMİNİ HERKESE BIRAKIRSANIZ PARÇALANIRSINIZ”
    1982 Anayasası’nda laik devletin tanımının bulunmadığını ileten Başbuğ, “Şimdi herkes laik devleti istediği şekilde tanımlamaya çalışıyor. Belki de büyük sorunlardan biri de bu. Laik devlet kavramını halkımıza tam aktaramadık. Burada eksikliğimiz var. Laiklik deyince dinsizlik deniyor. Halbuki yanlış. 2009’da yaptığım bir konuşmada nüfusu yüzde 99 Müslüman olan bir toplumda dini elbette dışlayamazsınız. Dini toplumdan uzaklaştıralım demek elbette yanlıştır. TSK’ya yapılan propagandaların başında da bunlar vardır. TSK peygamber ocağı dedim. Bizim karşı olduğumuz ne? Anayasa’nın 24. maddesi var. Bizim istediğimiz vatandaş olarak bu maddeye uyulması. O maddede ‘Kimse siyasi veya kişisel çıkar, nüfus sağlama amacıyla dini duygularını kutsal şeyleri istismar edemez’ diyor. Bazı olayları bugün yaşadığımızı sanmayın. Maalesef 1924’ten beri siyasi partiler dini istismar ediyorlar. Bizim karşı çıktığımız bu. Laik devlette din eğitimi devlete düşen bir yükümlülüktür. Dini cemaatlere mi bırakacaksınız. Din eğitimini herkese bırakırsanız paramparça olursunuz. Din eğitimi isteğe bağlı olmalı. 1982 Anayasasında zorunlu deniyor ama bu laik devleti ilkesine pek oturmuyor” dedi.
    http://www.hurriyet.com.tr/gundem/28705789.asp

    Son iki cümle hariç hepsine karşıyım. Ayrıca zorunlu din dersine karşı da kaldırılması için ne yapmış? Lafla olmuyor. Genelkurmay’ın “laikliği”yle ilgili Küçükaydın şunları yazmış;

    Benim bu öneriye itirazım, CHP veya Genel Kurmayın yaptığı gibi, “dinin siyasallaşması”na itiraz noktasından değildir.
    Ne yazık ki, Demokrasi İçin Birlik Hareketi içinden bu Ramazan vesilesiyle iftar önerisine karşı çıkılırken, gerekçeler tam da bu biçimde getirilmiş bulunmaktadır.
    Gülseren Pusat’ın itirazını içeren alıntıda son cümleye kadar olan kısma bir itirazımız yoktur. Ancak gerekçe olarak yazılmış olan son cümledeki itiraz, sadece aşırıca Türkiye’nin resmi laiklik söylemine uygun düşmemektedir, aynı zamanda demokratik bir program ve anlayış açısından yanlıştır.
    Çünkü, gerçek bir demokraside, pek ala gerekçelerini İslam veya başka bir dinde bulan ve öyle ifade eden partiler kurulabilir; yani “dini siyasallaştır”anlar, “kutsalı siyasallaş[1]”tıranlar olabilir. Gerçek bir demokratın görevi “dini siyasallaştırma” özgürlüğünü savunmaktır.
    Ama gerçek bir demokrat bireylerin, örgütlerin, partilerin “dini siyasallaştırma” özgürlüğünü savunurken; devletin, yani ulusun ve politik olanın, dini siyasallaştırma özgürlüğünü reddetmelidir; yani devletin dine göre tanımlanmasının amansız düşmanı olmalıdır.
    Yani kişi, parti ve derneklerin dini siyasallaştırması özgürlüğünü savunurken; devletin böyle bir özgürlüğü olmasını reddederiz. Devlet karşısında dinin bütünüyle kişilerin özel sorunu olması gerektiğini savunuruz.
    Türkiye’de ise, devlet dini tam anlamıyla siyasallaştırdığı için; yani Türkiye’de ulusun tanımı aynı zamanda Sünni İslam’a dayandığı için, resmi devlet dini genel olarak İslam ve özel olarak da Sünni İslam olduğu için, kişilerin, örgütlerin ve partilerin dini siyasallaştırması yasaktır.
    Askeri Bürokratik Oligarşi’nin “dinin Siyasallaşması”na karşı çıkışı, aslında dinin belli bir tarzda siyasallaşmasını yasaklarla garanti altına almaktan başka bir anlama gelmez.
    Özetle Türkiye’de din korkunç ölçüde siyasaldır. Türkiye’de siyasal olan, yani devlete ve ulusa ilişkin olan, sadece bir soyla, bir dille, bir ırkla yani Türklükle değil; aynı zamanda dinle, yani Sünni İslam ile tanımlanmıştır.
    Ve tam da böyle olduğu için “Dinin siyasallaştırılması” yasaktır.
    Bizzat bu durum bizim programımızı apaçık ortaya çıkarır. Bu günkü durumun tam tersi olabilir demokratik bir program: Devletin dini siyasallaştırma hakkını reddetmek ama partilerin, örgütlerin kişilerin dini siyasallaştırma özgürlüğünü savunmak.
    Gerçekten laik bir ülkede ise, ulus ya da politik olan tam da dinle tanımlanmadığı için, kişilerin özel sorunu olduğu için, yani din “siyasallaşmamış” olduğu için; dini siyasallaştırma özgürlüğü olur. Yani hiçbir parti dini siyasallaştırdığı için kapatılmaz, böyle yaptığı için hiç kimse cezalandırılamaz. Yani isteyenler örneğin “Müslüman Demokrasi Partisi” kurabilir; isteyenler “Müslüman İşçiler Sendikası” kurabilir.
    Ve böyle bir ülkede devletin din dersi verme, vatandaşlardan bir din adına vergi alma; o din için okullar açma özgürlüğü olmaz.
    “Dinin siyasallaşması” Türkiye’de bir tehlike değil bir gerçek durumdur. Bu verili ve gerçek durumda “Dinin siyasallaşması”na karşı olduğunu söylemek, gerçek durumu laiklik gibi görmek ve göstermektir ve Genelkurmay ile aynı dili konuşmaktır.
    Bugün varolan sistem bir yandan devleti dinle tanımlar ve diğer yandan dinin siyasallaşmasını yasaklar; bunlar birbirinden ayrılmaz ikiz kardeşler, aynı madalyonun iki yüzü olduğu için “dinin Siyasallaşması ve araçlaşması” gerekçesiyle İftar Yemeği verme önerisine karşı çıkmak iki kere yanlıştır.
    Bir yandan bizler “dinin siyasallaşması ve araçlaşması” özgürlüğünü savunmamız gerektiği için yanlıştır. Yani kendi hedefimizi yanlış tanımlamaktadır.
    Diğer yandan aynı zamanda bugün devlet dinle tanımlandığı; yani belli bir din, Sünni İslam, zaten sonuna kadar siyasallaşmış olduğu için yanlıştır. Yani var olan durumu yanlış tanımlamaktadır.
    Sonuç olarak “dinin siyasallaşması” gerekçesiyle DBH’nın bir iftar yemeği düzenlemesine karşı çıkmak yanlıştır ve aslında bu günkü anti demokratik sistemin kelimesi kelimesine savunulması anlamına gelir.
    [1] Burada Kutsal’ın din ile özdeş kullanımı vardır ve bu yanlıştır. Kutsal bir dine ilişkin olmayabilir. Örneğin kutsalı politika dışında bırakma da bizzat bir kutsaldır, hem de Türk Devleti’nin, Genelkurmayın kutsalıdır. Konuyu dağıtmamak için bu kavram karmaşalarına girmiyoruz.
    http://koxuz.org/anasayfa/node/3925