AKP, İktidar, Devlet, Sistem vb…

 

 

Bir önceki yazımda hoş olmayan bir metafor yaparak şöyle demiştim: “Bugün toplumsal muhalefetin durumunu bir gaz bombasına benzetebiliriz. Gezi isyanında yoğun bir gaz kitlesiydi, şimdi ise bu gaz kitlesi yoğunluğunu kaybetmekte, çünkü atmosfere ve çevreye yayılmakta.”

Bu metaforu toplumsal muhalefetin çeşitli bileşenlerinin bugün içine girdiği tutumları açıklamakta da kullanabiliriz. Gaz bombasının patladığı ve dumanın en yoğun olduğu anı, isyanın patladığı ana (Mayıs sonu-Haziran ortası) benzetecek olursak şöyle bir durum görürüz: Dumanın yoğunluğuna eş bir şekilde, harekete katılan bütün bileşenler bir anlamda eski mevzilerinden ve idelojik konumlarından uzaklaşıp bir an için de olsa başka bir şeye dönüşmüşlerdi. O anda ne ulusalcı, bildiğimiz ulusalcı; ne Kürt milliyetçisi, bildiğimiz Kürt milliyetçisi; ne komünist veya solcu, bildiğimiz komünist veya solcu; ne liberal, bildiğimiz liberal; ne de anarşist, bildiğimiz anarşistti. Bu kısa tarihi anda bütün bileşenler tuhaf bir değişim geçirmiş, âdeta daha üst bir iradeye (devrimin iradesine) tabi olmuştu. Şimdi ise tersine bir süreci yaşıyoruz. Dumanın yoğunluğu azalır ve atmosfere zerreler halinde yayılırken büyük patlamada değişime uğramış gibi görünen bileşenler de yeniden asıllarına dönme sürecine girmiş bulunuyorlar.

Artık ulusalcı, yeniden eski ulusalcı mevzilerine dönüyor ve hafızasında yer etmiş eski bilgileri yeniden teker teker hatırlıyor. Aynı şeyi diğer bileşenler için, Kürtler, solcular, liberaller ve anarşistler için de söyleyebiliriz. Ve büyük patlamanın kenara ittiği hafızalar canlandıkça eski düşmanlık ve yanlışlıklar da geri geliyor.

Bu geri gelme, örgütsel reflekslere bağlı ve örgüte yakın unsurlarda daha net görülebiliyor. Bu sürecin, uçlarda yer alan, örgütsel reflekslere daha az bağlı olanlarla merkeze yakın olanlar arasında bir gerilim yaratacağını da bekleyebiliriz. Örneğin, geçen Salı günü, arkadaşımız Melih Dalbudak’ın Küçükparmakkapı Sokak’ta polisin attığı biber gazı kapsülüyle başından yaralandığı olaydan beş dakika önce Sıraselviler’de gördüğüm bir manzara bunun kanıtıdır. Elinde Türk bayrağı olan bir genç, yere “Katil devlet” sloganını yazıyordu. Devletine sarılan merkeze daha yakın ulusalcıların kabul edebileceği bir tutum değildir bu. Yere o yazıyı yazan genç, ulusalcı örgüt yapılarıyla eninde sonunda çatışacaktır.

Örgütsel yapılara yakın olanlar ise, yeniden eski devletçi reflekslerini hatırlıyor ve onlara daha sıkı sarılıyorlar. Örneğin kendilerine su sıkan, biber gazı atan polisin devletin polisi olduğunu hatırlayıp, bir arkadaşımın bir yan masa sohbetinde tanık olduğu gibi, “biz devletin polisine taş atılmasına karşıyız” diyebiliyorlar. Bu tutumları nereden kaynaklanıyor? Sanırım şiddete karşı olmaktan değil. Çin’in Suriye’ye büyük ve gelişmiş uçaksavar füzeleri vermesini gazetelerinde sevinçle haber yapanların şiddete karşı olabileceklerini düşünmek saflık olur. Esas mesele, taş atılan polisin devletin polisi olması. Yani onlar devlete ve dolayısıyla devletin polisine karşı değiller, sadece AKP’ye karşılar. Zaten aynı yan masa sohbetinde bunu açıkça da ifade etmiş TGB’li gençler. “AKP, devleti gaspetti, biz devlete sahip çıkıp AKP’ye karşı mücadele ediyoruz” demişler.

Diyelim ki, AKP devleti gasbetmiş olsun. Bu durumda da devletin artık size ait olmadığı ortada değil midir? Doğu Perinçek dememiş miydi, aletin kendisi önemli değildir, o alete kimin kumanda ettiğidir diye. Bugün devleti yöneten AKP olduğuna, polisi ve orduyu o yönettiğine göre, devlet de artık ona ait demektir. Öyle sanıyorum ki, ulusalcılar eski örneklerden hareket ederek devletin kendilerine ait olduğunu sanmaktalar. AKP’den önceki dönemde gerçekten iktidar ya da hükümetle devlet arasında bir ayrılık vardı. Bürokratik burjuvazi devletin en önemli kurumlarında, özellikle ordudaki hâkimiyeti nedeniyle bir vasi rolü oynayabiliyor, zaman zaman müdahale edip hükümetleri işbaşından uzaklaştırabiliyordu. Ancak AKP ile birlikte bu durum değişmiştir. AKP vasi devlet kurumlarını ele geçirmiş, kendine biat etmeyenleri içeri atmış ve böylece yeni bir dönem başlatmıştır. Bu, AKP ile devletin kaynaştığı AKP diktatörlüğü dönemidir, halen o dönemin içinde yaşıyoruz. Bugün artık AKP’ye karşı mücadele ile sisteme ya da devlete karşı mücadeleyi ayırmaya kalkışmak iyice saçmalamak anlamına gelir.

İlginçtir ki, ulusalcılarla tam zıt uçta yer alıyormuş gibi görünen “liberal”ler ve onların yapışık kardeşi libero-anarşistler (twitterde rastladığım en ateşli AKP taraftarları onlardır) bugün, ulusalcılara benzer bir şekilde, devlet-AKP ayrımı yapmaktadırlar ama tersinden. Yani ulusalcılar “biz devlete değil, AKP’ye karşıyız” derlerken, libero-anarşistler (Kaos çevresi, AKP taraftarı bazı Müslüman anarşistler vb.) ve libero-Marksistler (DSİP), “biz AKP’den önce devletle mücadele ediyoruz” demektedirler. Sonuç olarak, bir kesim AKP’ye karşı mücadele adı altında devleti, diğer kesim devlete karşı mücadele adına AKP’yi kollamaktadır ki, aslında ikisi de aynı kapıya çıkar: AKP-devletle ya da AKP diktatörlüğü ile şu ya da bu şekilde uzlaşmak.

Çünkü bugün devletle AKP’yi ayrıştırmaya çalışmak, beyinle kafatasını ayrıştırmaya çalışmak gibi bir şeydir. Beyinsiz kafatası ölü bir kemik yığınıdır; kafatası olmayan bir beyin ise yumuşak bir pelte yığınından ibarettir. AKP ile devletten hangisinin kafatası, hangisinin beyin olduğuna siz karar verin.

 

Gün Zileli

18 Eylül 2013

www.gunzileli.com

gunzileli@hotmail.com

 

Hakkında Gün Zileli

Okunası

12 Eylül ve Sol

Artıgerçek İki hafta önceki “12 Mart ve Sol” yazımı şu cümleyle bitirmiştim: “Sol bütün bunlardan …

22 Yorumlar

  1. TGB li genclere sormak gerek , AKP nin gaspetmedigi Devlet in , yani AKP öncesi DEVLET on tarihine sahip cikiyorlarmi, en azindan sampiyonlugunu yaptiklari ni söyledikleri kiymeti kendinden menkul ANTI EMPERYALIZM acisindan.

  2. Bürokratik burjuvazi devletin en önemli kurumlarında, özellikle ordudaki hâkimiyeti nedeniyle bir vasi rolü oynayabiliyor, zaman zaman müdahale edip hükümetleri işbaşından uzaklaştırabiliyordu. Ancak AKP ile birlikte bu durum değişmiştir. AKP vasi devlet kurumlarını ele geçirmiş, kendine biat etmeyenleri içeri atmış ve böylece yeni bir dönem başlatmıştır. Bu, AKP ile devletin kaynaştığı AKP diktatörlüğü dönemidir, halen o dönemin içinde yaşıyoruz. Bugün artık AKP’ye karşı mücadele ile sisteme ya da devlete karşı mücadeleyi ayırmaya kalkışmak iyice saçmalamak anlamına gelir.

    Bu tespitin mantiki sonucu su olur, AKP iktidari konjonktürel bir durum degil, eskisi gibi devlet ve hükümet iliskisine benzemeyen , daha önceki dönemdeki Parti Devlet Bürokrasisinin ideolojik olarak farkli bicimsel olarak benzeri (aynisi degil) olan bir siyasal toplumsal düzendir. AKP nin iktidardan edilmesi demek bir düzen degisimi demektir. Bu da kapsami Toplumsal radikal bir devrimi mutlak kosullamasada en azindan bir siyasal devrimi kosullar demektir… tartismali bence ? AKP iktidarini secim yolu ilede yitirebilir. Yerine ne gelecek ne yapacaktir. Bir sey kesin o eski tanima sadik kalarak, bu ülkede egemenler bir siyasi kriz , yönetim sorunlari, siyasal sistem sorunlari ile yasamaktadirlar.. egemen blok icinde celismeler , dis dinamikler, uluslarasi dinamikler in politik programatik yönelimleri , kendi deyimleri ile sorunludur, bu sorun dönemsel degildir üstelik. bizim taraftan bunun adi baska konulur. bizdeki kriz, elle tutulur gözle görülür, su yada bu reel politigin icine girip surasindan burasindan kendi pazarliklarina alet etmeye kalkisamiyacagi esnek programatik bir alternatif, bir ütopya yi seslendirememek… bize bir ütopia gerek. hem ulusalci bayagiliklari hem liberal sapitmalari (onlarin kendi ideolojik alanlarindaki soylemlerinin kalitesi ulusalcilardan daha yukarida degil kalite olarak) ni buharlastiracak olan budur. en genis tabanin istencleri nin cizdigi cerceve icinde esnek bir manifesto, cizdigi sinirlarin disindakine karsi uzlasmaz kesinligi olan bir manifesto….

  3. T.C. devleti 1950’lerden beri NATO üyesi.

  4. Direnişin yoğunluğunun azalmasıyla beraber buna katılmış kitlelerin, aslına rücu etmelerinin önemli nedenlerinden biri de direniş süresince her kesimin üzerinde uzlaşabileceği bir “karşı-hegemonya” projesinin yaratılamamış olmasıdır. Gezi’den çok önce yazdığım eski bir yorumda, karşı-hegemonya projesi üretmeden kitlelerin birarada uzun süre tutulamayacağını, herhangi bir mücadelenin böylece bir saman-alevi gibi parlayıp söneceğini belirtmiştim. AKP-devletine karşı devrimci bir alternatifi ne Kürt hareketinin “demokratik özerkliği”, ne ulusalcıların “milli hükümeti”, ne de sosyalist kesimlerin “sosyalist iktidar” projesi karşılayabilir. Öte yandan “özyönetim her derde devadır” diye kestirip atmak da çözüm değildir. Özyönetimin nerede ve nasıl uygulanacağı, hangi sorunlara öncelik vereceği, yerel özgüllüklere göre titizce tespit edilerek buna uygun somut projeler oluşturulmalıdır. Park forumları yoluyla özyönetimin nüveleri ortaya çıkmış olsa da bir yandan bunların eylemliliğini koordine edecek, diğer yandan bunların işyeri, okul, köy vb. alanlara uzanmasını sağlayacak aygıtlar da oluşturulmalıdır. Ayrıca bu aygıtlar, direnişin bileşelerinin asgari reform taleplerini birer reformlar-dizgesi halinde biraraya getirmelidir; ancak bunlar da AKP-devleti ve neoliberal düzen içinde bütünüyle karşılanamayacak bir reformlar-dizgesi olmalıdır. Örnek:
    * Seçim barajının kaldırılması, partilerde liderlik sultasına imkan sunan yasaların kaldırılması, dar-bölge seçim sisteminin ve “milli bakiye”nin geri getirilmesi,
    * Temel ihtiyaçların (eğitim, sağlık, ulaşım, iletişim, barınma) parasız sunulması,
    * Etnik, ulusal, dini, mezhepsel vb. içerik taşımayan eşit yurttaşlık tanımı,
    * Diyanet’in ve zorunlu din derslerinin kaldırılması; her türlü inancın -birey üzerinde tahakküm kurmadığı sürece- özgürlüğünün garanti altına alınması,
    * Terörle Mücadele Kanunu’nun kaldırılması,
    * KDV, ÖTV gibi dolaylı vergilerin kaldırılması,
    * Özerk üniversite, özerk ve kamucu belediyecilik,
    * Kuvvetler ayrılığının yeniden tesisi,
    Liste uzatılabilir…
    Bunlar tek tek bakıldığında öyle ya da böyle reformist taleplerdir, fakat bunlar hem bugünkü düzende bütünüyle karşılanamazlar, hem de apolitik insanlar da dahil tüm ezilenlerin üzerinde uzlaşabileceği ve daha da önemlisi onları mobilize edebilecek taleplerdir. Bunlar ve benzeri taleplerin oluşturduğu paket, devrimci öznenin yedek mücadele aygıtlarından biri olarak hazırda tutulmalıdır.

  5. Elinde Türk bayrağı olan bir genç, yere “Katil devlet” sloganını yazıyordu. Devletine sarılan merkeze daha yakın ulusalcıların kabul edebileceği bir tutum değildir bu. Yere o yazıyı yazan genç, ulusalcı örgüt yapılarıyla eninde sonunda çatışacaktır.

    önemsiz gibi görünen ama can alici bir belirlemedir bu. ulusalcilar dedigimiz kesimlerin üzerrine oturdugu taban ile husumet gelistirmek yerine onlara ulusalci seflerin cizgisini teshir etmek. politik bilincin yetersiz oldugu bir durumda, varolan düzenden memnuniyetsizligi olan büyük bir kesimin kendisini ilk ifade etmeye kalkistigi yer ulusalci saflar oluyor..(ne ayip nede garip bir sey bu, degil türk solunun sefleri , kürt solunun sefleri bile bu asamayi yasadilar) bir siyasal düsünce ile kesin ayrimlari olamk, ilkeli davranmak, hatta bir siyasal düsüncenin yanlisligini teshir etmek o siyasal düsüncenin tabani ile didismek anlamina gelmez…(fiili fasist saldirilari vb tartisma konusu bile yapmiyorum) chp yi yerden yere vurmak bir seydir, kendini chp de ifade eden kitlelerin halk dedigimiz bütünlügün büyük bir parcasini olusturdugunu bilmek, onlarin neden orada oldugunu anlamaya calismak , onlara yönelik bir dil (politik cizgi ile uzlasmak ittifaklar vb degil) olusturmak baska birsey… bütün CHP secmeni ve tabani kemalist eliti olusturmuyorlar herhalde..
    Ne kadar inkar ederse etsin kendi tabaninda düsmanca topyekün bir etnik söylemi gelistirmeyi marifet sayan kesimlerin , en az ulusalci sovenler kadar olumsuz rolleri vardir bu konuda…

  6. Bence tespitlerin önemli çıracı. Şu programı biraz daha geliştirsene.

  7. ulusalcilar kendi acilarindan bir noktaya kadar tutarlilar. onlara ekndi söylemleri acisindan sadece su söylenebilir: birakin bu anti emperyalist ayaklarini silivri nato generalleri dolu. öte yandan liberallerin durumu tam sefalet , akp ve devlet ayrimini böyle yapmak, ne yani sokakta terör estiren polis kemalist burokratik vesayetci devletin polisimi? bizi iflah olmaz kemalist düsüncelerimizden kafamiza vura vura kutararak mi devletten özgürlestiriyor…burjuva anlamda bir liberalizmi bile kapsamli bir özgün düsüne yerine hasmina gol atmanin teorisyenligini asmayan , capsiz bir anti tez cilige indirgersen ilk toplumsal sarsintida sen rezil olursun..ne iddialarin yasami aciklar , ne yasam iddialarina yönelir. iki arada bir derede lanetli bir konumda düskünlesirsin, akp ve devlet arasinda farkliliklar icad edip apartma özgürlükculugune cadir acacak yer ararsin, sokaklar calkalanir, özgürlükcü liberalizmin sorgulanir.

  8. Antikürt Taksim eylemlerinden uzak duralım
    Bedel Boselî

    Taksim eylemcileri kazanırsa Kürtler kaybeder; Taksim eylemcileri yenilirse yine Kürdün anası ağlar. Onun için bize ne!

    İstanbul “Gezi Parkı” eyleminin ön saflarındaydım, bir gazeteci-yazar olarak. Biberlisi, portakallısı bol bol gaz yedim. İki defa hedef gözetilerek atılan gaz bombaları başımın yanından geçti.

    Eylemi gerçekleştirenlerin sloganlarını, flamalarına, kendi aralarındaki konuşmalarına baktığımda aslında meselenin Gezi Parkı olmadığını, eylemi gerçekleştirenlerin AKP’yi aratacak faşist hedeflere sahip olduklarını gördüm. Nitekim bol bol sohbetler ederek, sohbetler arasında hedefe yönelik sorular sıkıştırarak bunu doğrulamış oldum.

    Hak ve adalet isteyen azınlığın yanı sıra, kitlenin büyük çoğunluğu Hükümetin Kürt-Devlet savaşını bitirdiğini sandığı için oradaydı. Orada bulunan kitleden çoğunluğun talepleri şunlardı:

    – Devlet, Kürtleri katletmeye devam etmeli.

    – Polis diktatorlüğüne dayanan yani sözde İslami Türkiye Cumhuriyeti derhal eskisi gibi askeri diktatorlüğe yani sözde Laikliğe geçmeli. Ordu yönetime gelmeli.

    – Müslümanların hak ve hürriyeti tekrar elinden alınmalı, türban resmi kurumlarda yasaklanmalı.

    Bu taleplere sahip çoğunluğun içinde samimi taleplere sahip sosyalisti, çevrecisi, mazlumu, Kürtçüsü, İslami’si de vardı. İşte bu noktada Kürt gençliğine seslenişim bu yönde olacaktır:

    Sakın gaza gelip bu eylemlere destek vermeyin. Hatta hiç bir tarafa destek vermeyin. Onları baş başa bırakın. Bırakın polis diktatoryası ile asker diktatoryası birbirini zayıflatsın. Batı Kürdistan taktiğini uygulayalım.

    Herhalde “Asker göreve”, “Mustafa Kemalin askerleriyiz” gibi temel sloganlara sahip, Türk bayraklı kitlenin peşine takılacak değiliz!

    Olayın başka boyutu da var. Polis göstericilere büyük zulümler yaptı, çok katı davrandı. Bu kabul edilemez. Her ne kadar eylemciler ve polis bize karşı olsalar da “ben insanım” diyen her kesin o zulme itiraz etmesi gerekir.

    Evet, eğer PKK silahlı güçlerini Güney Kürdistan’a çekmemiş olsaydı, yani Kürt kanı dökülmeye devam etseydi kesinlikle bu eylem bu şekilde büyümezdi. Buna emin olun.

    http://www.yuksekovahaber.com/yazi/antikurt-taksim-eylemlerinden-uzak-duralim-3322.htm

  9. Merakla izliyorum.
    Su Aydinlikcilar nezaman MHP liler Titreyip kendilerine geldiginde kendilerini oraya atacak.?..

    Gün Zlelimiz ise nezaman su Aydinlikcilar biraz sarsilip azzcik,izzcik sola Dogru kipirdasa kendini oraya atacak?

    Yatip kalkiyoruz gicigina onlari isliyoruz..

    Sunu solcularimiz beynine islemedigi ölcüde sürekli beyin DR.larina görünsünler..

    Sahis olarak,kisi olarak kimse kimseye karsi degildir..Herkesimle konusulur,görüsülür,tartisilir,yürünür,evlenilir..
    Siyasi kutuplardakinler kurumsal olarak biraraya gelemezler!

    Gezi Parkinda bir MHP yüzbinleri alip gelseydi ne yapardiniz?
    Ama kisiler olarak gelmesine,katilmasina kimse karsi gelmez,gelemezdi..
    Bu sadece Ilke meselesi degil ayni zamanda güc meselesidir…Aksi taktirde onun gemisinin dümenine girersiniz..

    Avunacaginiz tek hayalde““ It Kagni gölgesinde kendi gölgem sanirmis” olur..

    Bakin daha taze olay; Sizin Dost kitap cikarmismis.
    Yazdigi kitap Bati emperyalist ülkelerde Irkcilik,Anti semitizm den sadece yasaklanmazdi .iyi bir hapse girerdi..
    Genede buyrun tartisalim bu akilalmaz ,igrenc fikirleri..
    Demekki onlarin icindede dürüst,kisilikli insanlar varmis..

    Onlarin Akp,devrim,mevrim degilde Kendi Liderlerini,cizgilerini devirmelerini beklemek daha anlamli olur..
    Bakalim gelismeler ne olacak..Hem onlarin icinde Hemde Gün hocamizda.. Bekleyelim görelim..

  10. Liberal-solun ve libero-anarşizmin imkansızlığı

    Türkiye’de parlamento dışı solun belli bir kesitinin sağcı bir iktidar ile söylemsel veya operasyonel düzeyde ittifakı ilk defa yaşanmadı. Bu türden bir ortaklığın, uygun bir metaforik deyişle simbiyoz beslenme ilişkisinin örneklerine -eğer aranırsa- eski dönemde de rastlanabilir. Parlak örnekleri Çok Partili hayata geçiş sırasında yaşanmıştır. Son dönemde solun belirli bir kesiminin AKP iktidarıyla girdiği kur ilişkisi şüphesiz özgül yönler barındırıyor. Solun liberasyonu “Kautskyci bir sapma” gibi bir bağlam içinde değerlendirilemez. Sadece siyasi konjonktüre bağlı olarak da anlaşılabilecek bir mesele değildir. Önce şu tespiti yapalım: “liberal-sol” kavramı son derece sorunlu bir kavramdır. Amerikan veya İngiliz tipi bir parlamenter rejim içinde söz gelişi kapitalizm savunucusu çoğu liberal “sol” içinde görülebilir. Sözgelişi Clinton’u “solcu” addetmeye benzer bu. Böyle bir yaklaşım benim kişisel tasavvurumdaki “sol” kavramına ne kadar aykırı düştüğünü belirtmem bile gereksiz aslında.
    Son 20-25 yıllık dönemde, “küreselleşme”, “küyerelleşme”, “postmodernite” (adına ne dersek diyelim) süreçleri, birçok şeyi olduğu gibi sol kavramını da kökünden değiştirmeye ve yeni bir hegemonik zihin dünyası inşa etmeye yönelmiştir. 70’lerin Amerikalı Marksist düşünürü Wallerstein’ın “Bildiğimiz Dünyanın Sonu”nu ilan etmesi ve yepyeni bir kurgusal inşaya yönelmesi de bu çerçevede anlaşılmalıdır. Ekonomi, siyaset, ideoloji, kültür vb. küresel ölçekte tanımlanırken siyasi-ideolojik kavramlar da yeni içerikler kazanmıştır.
    Buna bağlı olarak “sol” kavramı da Anglo-Amerikan geleneğine uygun bir çerçeve içinde tanımlanmıştır. Böyle bir gelişmeye paralel olarak, biraz yabancı dil bilip yeni literatüre/terminolojiye uyum sağlayan veya klasikleri hayatlarından çıkarıp yeni, çoğu tercüme eserlere yönelmiş, zihinleri küresel hegemonik literatürle biçimlenmiş, önce “Radikal”, daha sonra da “Taraf okuru” belirli bir takım solcu da kendilerini “liberal-sol” sıfatıyla tanıtmakta bir beis görmemişlerdir. Bu durumu küresel kapitalist düzenin yeni siyaset/ideoloji dizaynının dışında anlamak ve açıklamak zor görünüyor. Başka deyişle liberal-sol, küresel kapitalist düzenin piçleşmiş çocuğudur. Kavram, küreselleşme söyleminin ve postmodernizmin “ideolojik melez(lik)leşme” tasarımının dolaysız bir ürünüdür.
    Öte yandan, Aydınlanma ve Fransız Devrimi ile belirlenen kıta Avrupası siyasi geleneği içinde solun bambaşka bir anlamı vardır. Sol gibi, anarşizm de modern kıta Avrupası’nın siyasi deneyimleri içinde/sonucu billurlaşmıştır. Bu gelenek içinde tanımlanmış bir “sol”un da, doğası gereği liberal olmasının mümkünatı bulunmamaktadır. Şu halde diyebiliriz ki, bugün küresel egemenliğin bir aparatı konumunda olan AKP iktidarı ile liberal-solun ideolojik açıdan yan yana konumlanmalarında bir gariplik yoktur. Ancak görünen odur ki, bu iki aktör arasında er veya geç bir yarık oluşacaktır. Bunun sebebi de, liberal-solun, toplumsal muhalefetin şiddetlendiği konjonktürlerde sürdürülebilir olmamasıdır –suni atıklar geridönüşüme maruz kalacaktır. Nitekim Gezi olaylarının açığa çıkardığı gerçek devrimci enerji, liberal-sol “blok”ta derin bir şaşkınlık ve gerginlik yaratmıştır. Eskisi gibi papağanlık yapamayacaklardır. Bunun da olumlu yansımalarını yakın dönemde göreceğiz. Küresel yağma ve tahakküm şartlarında özgürlükçü toplumsal direnç arttıkça, kendisini liberal-sol içinde konuşlandıran kişiler de liberal yataklarından bir an önce çıkarak kendilerine çeki düzen verme yoluna gideceklerdir. Liberal-solun böyle bir yöneliş içine girmesi ihtimali güçlüdür. Böyle bir süreç yaşanmaktadır da. Bu yönelişe girmiş kişilerin yakın geçmişteki “günah”larını yüzleri fazla kızarmadan mazur göstermeleri de nispeten kolaydır. Ancak benim aklımın almadığı, libero-anarşistlerin benzer bir travers geçişi ve ruhsal arınmayı nasıl yapabilecekleridir. “Allah utandırmasın”, diyorum.

  11. sol dediğn nedir, bir anlayabilsek…belki intisab etmeyi düşünebilirdik.aklı olan hiç kimse akla uygun gördüğü bir fikri değişime direnecek, gözünü yumacak bir aptallık yapmaz…

    ama önce sol bir kaç soruya kendini bi anlatmayı denesin bakalım.

    sol; iktidar meselesinde ne düşünüyor?

    solun “demokrasi” den anladığı, bir çoğunluk diktası değilse nedir?
    sol; devletin ekonomiyi planlayıp, yönettiği bir sistem midir?

    solun ulus devlete bakışı nedir?

    sol farklı inanç ve kültür kimliklerine (devrimde hallederiz abi, demeden) bugün için ne söylüyor?

    bu soruları “literatürji” yapmadan samimi ne cevap yanıtlarsa, kendi adıma, ikna olmaya açık biri olarak konuşmayı isterim.

  12. Belki de , sayılan nedenlerle, “liberal sol” değil de “liberter sol” diyorlar! Osmanlıdan beri bizde “liberalim” diyenleri Kürtlerden ve komünistlerden daha fazla döverler. Ne olur ne olmaz diye!
    Gün’e not: perinçek kumandanın bir sınıfta değil, bir klikte olmasını kastediyordu kuşkusuz!

  13. sağ-sol kavramları bilindiği gibi, fransız kralının iki yanındaki konumlanış üzerinden oluşturulmuş olan ve devleti merkeze koyarak yön “canib” belirten kavramlar.

    bu açıdan anarşizmle ilişkilendirilmelerinde bence problem var. kendine sağ ya da sol anarşist diyen birileri olabilir. saygı duyarım.

    ama liberter anarşi ifadesini daha anlamlı buluyorum

  14. Yeni bir tür ortaçağda yaşadığımızın bariz göstergeleri bu lakırdılar. Kimse kimseyi duymaz, işitmez, körler sağırları ağırlar. Bütün bunlar olurken birileri merkezi iktidarı kapmış, ceberrut kesilmiş, ne gam? Lokal iktidarlarımız, gettolarımız var ya, bize yeter.

  15. Durma…

    Cumhuriyetçi isen…
    Yüreğini yokla…
    Birkaç tohum kalmışsa…
    Avuçla…
    *
    Nadas farz et bu kara günleri…
    Ya da; ulu çınarlarımızı deviren, kuş yuvalarını yıkan, körpe fidanlarımızı söken, bizi tarumar eden bir kara afet de…
    Ama bu topraklar özgürlük tarlasıdır…
    Sür yeniden…
    Her çığlık bir çapa…
    Çalış…
    Didin…
    Cumhuriyetçi isen, razı olmamalısın…
    Çabala…
    *

    Aç gözünü civanım…
    Bu son avuç tohumudur Cumhuriyetin…
    Bu topraklarda deve dikenleri, kara çalılar, ısırgan otları, zebani kökleri, zehirli sarmaşıklar bitmesin…
    Boynunu bükme…
    Tırnağınla kazı gerekiyorsa toprağını…
    Gözyaşlarında sula…
    *

    Bayrağını açıp yeri göğü inleterek bölük bölük yürümüyorsa hâlâ siyasetçin… Sivil toplum örgütünün sesi ovalarda hâlâ yankılanmıyorsa dalga dalga… Aydınlarının, zenginlerinin, güçlülerinin, ağzı-dili olanlarının sesi yeterince çıkmıyorsa…
    Gazeten bunca canı yanan insanın elinde bayrak bayrak dolanmıyorsa hâlâ…
    İzin verme…
    Ayrık otlarıdır…
    Ayıkla…
    *

    Dünyanın en bereketli toprağıdır buralar…
    Zengin…
    Bu yüzden çok haini vardır, ne kadar çok uğruna öleni varsa…
    Boyun eğme…
    Korkma…
    *

    Yeniden yeşersin Cumhuriyet tarlaları…
    Çiçekler açsın…
    Gelincik gelincik kızlarımız, fidan fidan oğullarımız, çocuklarımız papatya tarlaları…
    İzin verme topraklarımızın çöl olmasına…
    Umutlarımız yeşersin yeniden…
    Filiz filiz…
    Durma…

    Bekir Coşkun – 20 Eylül 2013 – Cumhuriyet

  16. Cumhuriyetin kan tarlalarına da bir ağıt yaksaydı Bekir Coşkun… yapar mıydı?

  17. Toplumsal muhalefetle Devrimci sol bir çizgi ile örtüşme ve derinleşme meselesi aynı zamanda çeşitli Burjuva siyasal eğilim ve görüşlerle ideolojik-siyasal mücadele meselesidir. Liberal Sol ve Ulusalcılık. Devrimci Siyasetin önündeki başlıca mücadele başlıklarından biridir..

  18. iktidar en başta bir söylem inşasıdır. “başarısını” bu söylem üretmede aramak gerekir. o yüzden de edebiyatı kullanmada çok mahirdir. zira bir tek dürüst laf edecek olsa, söylemesi gereken, “devlet istiyorum,mülkiyet için iktidar olmak istiyorum” olurdu. bir tek bunu söylemez, envai lafın amacı, bu isteği gizlemektir.

    vatan, bayrak, yurtseverlik…hepsi kılıf, hepsi maske…amaç tek: mülk için devlet.

  19. 13 nolu yorumcu arkadas, 28 Kanunisani yi unutma…pek çok sey daha var ama benim diyecegim bu kadar 28 Kanunisaniyi unutma !!! biraz vicdadin varsa Suphi nin esi Mariya yi bir arastir….
    ……………………………….
    Nasıl bir kadındı Maria?

    Sevdiğinin ve yoldaşlarının kıyımına tanıklık ederken, içine düştüğü çaresizliğin yıkılmaz duvarlarını yıkmak, özgürlüğe uçmak için kim bilir nice kanatlar vurdu, kıyasıya ve kanatasıya?

    Ölüm korkusunu belki müthiş haykırışlarla kusmaya, belki de korkuların en büyüğü olan ölümü, müthiş sessizliğinin içine bastırarak gömmeye çalıştı.

    Demek Karadeniz’de ölüm bir başkaydı; gri ve hırçın!

    Ölmek!

    Maria’yı öldürmediler, ama ona daha beterini yaptılar!

    Bir kere ölmek, bin kere ölmeye yeğ midir?

    Eşinin ve yoldaşlarının katilinin tecavüzüne maruz kalmak, başkalarına satılmak ve kadınlığının onurunun paramparça edilişi…

    sakin bu iste Kemal in parmagi yoktu deme…

  20. DH-AKP-C AKP nin imdadina yetisti….