Hakkımdaki Bir Tanımlama!

037Sabah, 6 Eylül 2013

 

http://www.sabah.com.tr/Pazar/Yazarlar/sancar/2013/10/06/icimizdeki-kopek-disimizdaki-kopek

 

Sitedeki şu yazıya da bakınız: http://www.gunzileli.com/2012/12/07/neyzen-tevfik-abdullah-cevdet%E2%80%99e-karsi%E2%80%A6/

 

Geçen gün bir hırlama duydum, baktım televizyondan geliyormuş!
Yine Gezi tartışması. Hiddetli bir ihtiyar, boynunu uzatarak, asabi bir sesle konuşuyor. Daha doğrusu kızgın, herkese saldırıyor.
Saç sakal beyaz, yaşı ilerlemiş bir eski solcu. Gençliğini -başından beri Türk Gladiosu’nun kurdurduğu bilinen- bir örgütte tüketmiş.
Sonra Avrupa’ya kaçınca ve orada savundukları alay konusu olunca, kendini – ne demekse artık, bizim havsalamız almaz- ‘Anarşist Kemalist’ ilan etmiş. 19. yüzyıldan laflar ediyor, “Molotof atmakta ne var? Ben de atarım” diyor, şiddeti kutsuyor.
Diğer sol kökenli konuklarsa şahsın boşa geçmiş ömrüne acıdıklarından olsa gerek, fazla üstüne gitmiyorlar. Ve 2. Dünya Savaşı’nın hâlâ bitmediğini sanan tipoloji karşısında şaşkınlar! Lafı dolandırıp duruyorlar.
Ne de olsa adam kendi geçmişlerini hatırlatmakta. İnsan tüm geçmişiyle şırak diye yüzleşemiyor öyle kolayca…
Kaderin cilvesi olaraktan, hayata sol tarafından uyanmış biri olarak içim acıdı, çok üzüldüm bu işe.
Hem o bitik ulu-solcunun yiten aklına hem diğerlerinin kem kümlerine!
Kine, nefrete, İslamofobik saldırganlığa itiraz edemeyişlerine, o dokunaklı ikiyüzlülüğe…
O hiddetli adamla ilgili internette söyleşiler okumuştum.
60 metrekare bir evde altı koca köpekle yaşıyordu. Bahçesinde bir sürü daha köpek. “Köpeklere anlatıyorum felsefemi” diyordu. “Köpeklerle tartışıyorum!”
Etraftaki gecekondularda yaşayan komşularına köpekleri saldırdığında ise çıldırıyormuş. “Benim köpeklerim onlardan daha medeni” diye, “Hepsi köylü, bayramlarında hayvan kurban ediyorlar” diye girişiyor. “Köpekler için ölürmüş!” Böyle anlatıyor.
Kafayı köpeklerle bozmuş, kendine benzemeyen insanlarla ise tamamen bozuşmuş…
Sizin de dikkatinizi çekti mi bilmiyorum; yeminli Müslüman düşmanı modernlerde böyle bir şey var: Abartılmış bir hayvan sevgisi, çoğunlukla da çılgın bir köpek histerisi!
Halka; hayvan milleti üstüne muazzam bir kültür biriktirmiş, yaratılana yaratandan dolayı âşık bir medeniyete, din kitabında cennet yolcusu bir köpeği, Ashab-ı Kehf’in Kıtmir’ini okumuş bir halka ders verir bir telaş, bir küstahlık, bir nevi vahşilere medeniyet öğreten rahip psikozu… Mantıku’t Tayr’ı-Kuş Dili‘ni yazan Feridüddin attar’ı ve Cüneyd Bağdadi’yi ve Mevlana’yı hatırlıyor insan. Bizim bilgeleri… Attar, bir hikayesinde içimizdeki köpeği anlatır.
Bir derviş, hakikatin peşinde yola koyulmuş. Her gittiği şehirde, kasabada “Buranın delisi ya da velisi kim?” diye sorar, gidip onunla konuşur, hasbıhal eder, yine yoluna devam edermiş. Bir gün yine sormuş “Şurada bir keşiş var, kapattı kendisini eski değirmene çıkmıyor, seni kabul etmez ama sen dene istersen”, demişler. Bizimki uzun süre kapıyı çaldıktan sonra yukarıdan bir pencere açılmış, keşiş başını uzatmış, “Ne istiyorsun?” diye sormuş.
Derviş, seni dinlemeye geldim demiş. “Çıkamam, çok meşgulüm”, diye konuşmuş keşiş. “Önüne gelene dalan bir köpeğim var, onu terbiye etmektir niyetim. Sen de beni dinle, boşuna vakit kaybetme, bul kendi köpeğini, terbiye et, beni de meşgul etme, hadi selametle…” Cüneyd Bağdadi, bir gün şehir dışında misafirliğe gitmiş. Ev sahibi sohbet açmış. “Efendim, biz Allah rızık verince şükrederiz, vermeyince sabrederiz”, diyerekten. Bağdadi, “Eyvallah, bizim Bağdat’taki sokak köpekleri de öyle yaparlar” deyiverince ev sahibi apışmış. “Ya siz nasıl yaparsınız muhterem?” diye sormuş. “Biz”, demiş Cüneyd Bağdadi, “Varken dağıtırız, yokken şükrederiz…”
Üçüncü hikaye ise Mevlana‘dan.
Pir, bir gün sevenleriyle kıra çıkmış.
O esnada bir sürü köpeğe rast gelmişler.
Hayvancıklar öyle sevimli, öyle hoş oynaşıyorlarmış ki… Mevlana ve dostları bu tatlı manzarayı bir süre seyretmiş. O sıra da içlerinden biri, “Köpeklerin birliği, dirliği, muhabbeti ne güzel! Aralarındaki hoşgörü ve saygı bize örnek olmalı”, deyince; Mevlana, bu sözün sahibinden, hemen gidip kasaptan birkaç kemik getirmesini istemiş. Kemikler gelince, “O kemikleri köpeklere atın” demiş. Kemikler atılır atılmaz köpeklerin sevgiyle oynaşmaları birden bitmiş. O an kıran kırana bir kemik kapma mücadelesine başlamışlar.
Biraz önce birbiriyle oynaşan köpekler, saldırıp kapışmışlar. Mevlana, yanındakilere; “Biraz önce burada gördüğünüz muhabbet, köpek muhabbetiydi. Köpeklerin muhabbeti, aralarına bir kemik düşünceye kadardır…”
Mesel bize misaller vermekte.
Herkesin bağrında yırtıcı bir hayvan var. Bizim işimiz o hayvanı terbiye etmeye çalışmak! Onu ehlileştirip kendimize dost edinmek. Birilerinin ise böyle bir derdi yok. İçlerindeki köpeğe esir olmuşlar. Tasmayı kendi boyunlarına takmışlar. Hır hırrr! Bir Köpekleşme Sendromu…
Aslında, bal gibi biliyoruz, hepimizin içinde bir köpek yaşamakta nihayetinde! Vahşi bir köpek dur duraksız hırlamakta. Biz, onunla mücadeledeyiz. Farkımız bu! Onun hizmetkarlığına inmeye değil, insanlığa yükselmeye çalışıyoruz.
Dışımızdaysa, şefkatin ve ilmin dost edindiği bir hayvancık, bir yol arkadaşı.
Mecaz ve hakikat. Düşünmek de, insan olma yolunda yürümek de zor iş Çekirge…

 

 

SAM_2908

Hakkında Gün Zileli

Okunası

Fikret Başkaya / Büyüme Değil (Küçülme)

“Sınırlı bir dünyada sınırsız büyümenin mümkün olduğuna inanan, deli değilse iktisatçıdır”                                                                                                           Kenneth Boulding Ekonomik …

8 Yorumlar

  1. ”Siz anlattığınız şeyi ne kadar iyi bilirseniz , ne kadar iyi anlatırsanız anlatın , karşınızdaki kişi kendi encamınca anlar”ona’da kızmamak lazım çapı ,derinliği o kadardır, kızılması gereken , bu tür görüşleri bile kurtarıcı sanan ,dört elle sarılan hakim kültür ve gazetecilik anlayışıdır.

  2. Köpeklerin muhabbeti aralarına bir kemiğin düşmesine kadardır” deyimi elinde patlayan bomba gibi olmuş. Bu deyimin en şık, hatta cuk oturacağı tanımlama özel mülkiyet (kemik) yığınağı yapmayı hak gören liberal ve muhafazakar tüccarların dostluk ve milliyetçilik anlayışlarına denk düşer.bir sosyalist için kemik muhabbeti işgüzarlıktan başka ne olabilir! laf olsun torba dolsun kıvamında karalamış.

  3. Cem Sancar NAM yazarın yazdığıDIR:

    İçimizdeki KÖPEK, dışımızdaki köpek
    Geçen gün bir hırlama duydum, baktım televizyondan geliyormuş!
    Yine Gezi tartışması. Hiddetli bir ihtiyar, boynunu uzatarak, asabi bir sesle konuşuyor. Daha doğrusu kızgın, herkese saldırıyor.
    Saç sakal beyaz, yaşı ilerlemiş bir eski solcu. Gençliğini -başından beri Türk Gladiosu’nun kurdurduğu bilinen- bir örgütte tüketmiş.
    Sonra Avrupa’ya kaçınca ve orada savundukları alay konusu olunca, kendini – ne demekse artık, bizim havsalamız almaz- ‘Anarşist Kemalist’ ilan etmiş. 19. yüzyıldan laflar ediyor, “Molotof atmakta ne var? Ben de atarım” diyor, şiddeti kutsuyor.
    Diğer sol kökenli konuklarsa şahsın boşa geçmiş ömrüne acıdıklarından olsa gerek, fazla üstüne gitmiyorlar. Ve 2. Dünya Savaşı’nın hâlâ bitmediğini sanan tipoloji karşısında şaşkınlar! Lafı dolandırıp duruyorlar.
    Ne de olsa adam kendi geçmişlerini hatırlatmakta. İnsan tüm geçmişiyle şırak diye yüzleşemiyor öyle kolayca…
    Kaderin cilvesi olaraktan, hayata sol tarafından uyanmış biri olarak içim acıdı, çok üzüldüm bu işe.
    Hem o bitik ulu-solcunun yiten aklına hem diğerlerinin kem kümlerine!
    Kine, nefrete, İslamofobik saldırganlığa itiraz edemeyişlerine, o dokunaklı ikiyüzlülüğe…
    O hiddetli adamla ilgili internette söyleşiler okumuştum.
    60 metrekare bir evde altı koca köpekle yaşıyordu. Bahçesinde bir sürü daha köpek. “Köpeklere anlatıyorum felsefemi” diyordu. “Köpeklerle tartışıyorum!”
    Etraftaki gecekondularda yaşayan komşularına köpekleri saldırdığında ise çıldırıyormuş. “Benim köpeklerim onlardan daha medeni” diye, “Hepsi köylü, bayramlarında hayvan kurban ediyorlar” diye girişiyor. “Köpekler için ölürmüş!” Böyle anlatıyor.
    Kafayı köpeklerle bozmuş, kendine benzemeyen insanlarla ise tamamen bozuşmuş…
    Sizin de dikkatinizi çekti mi bilmiyorum; yeminli Müslüman düşmanı modernlerde böyle bir şey var: Abartılmış bir hayvan sevgisi, çoğunlukla da çılgın bir köpek histerisi!
    Halka; hayvan milleti üstüne muazzam bir kültür biriktirmiş, yaratılana yaratandan dolayı âşık bir medeniyete, din kitabında cennet yolcusu bir köpeği, Ashab-ı Kehf’in Kıtmir’ini okumuş bir halka ders verir bir telaş, bir küstahlık, bir nevi vahşilere medeniyet öğreten rahip psikozu… Mantıku’t Tayr’ı-Kuş Dili’ni yazan Feridüddin attar’ı ve Cüneyd Bağdadi’yi ve Mevlana’yı hatırlıyor insan. Bizim bilgeleri… Attar, bir hikayesinde içimizdeki köpeği anlatır.
    Bir derviş, hakikatin peşinde yola koyulmuş. Her gittiği şehirde, kasabada “Buranın delisi ya da velisi kim?” diye sorar, gidip onunla konuşur, hasbıhal eder, yine yoluna devam edermiş. Bir gün yine sormuş “Şurada bir keşiş var, kapattı kendisini eski değirmene çıkmıyor, seni kabul etmez ama sen dene istersen”, demişler. Bizimki uzun süre kapıyı çaldıktan sonra yukarıdan bir pencere açılmış, keşiş başını uzatmış, “Ne istiyorsun?” diye sormuş.
    Derviş, seni dinlemeye geldim demiş. “Çıkamam, çok meşgulüm”, diye konuşmuş keşiş. “Önüne gelene dalan bir köpeğim var, onu terbiye etmektir niyetim. Sen de beni dinle, boşuna vakit kaybetme, bul kendi köpeğini, terbiye et, beni de meşgul etme, hadi selametle…” Cüneyd Bağdadi, bir gün şehir dışında misafirliğe gitmiş. Ev sahibi sohbet açmış. “Efendim, biz Allah rızık verince şükrederiz, vermeyince sabrederiz”, diyerekten. Bağdadi, “Eyvallah, bizim Bağdat’taki sokak köpekleri de öyle yaparlar” deyiverince ev sahibi apışmış. “Ya siz nasıl yaparsınız muhterem?” diye sormuş. “Biz”, demiş Cüneyd Bağdadi, “Varken dağıtırız, yokken şükrederiz…”
    Üçüncü hikaye ise Mevlana’dan.
    Pir, bir gün sevenleriyle kıra çıkmış.
    O esnada bir sürü köpeğe rast gelmişler.
    Hayvancıklar öyle sevimli, öyle hoş oynaşıyorlarmış ki… Mevlana ve dostları bu tatlı manzarayı bir süre seyretmiş. O sıra da içlerinden biri, “Köpeklerin birliği, dirliği, muhabbeti ne güzel! Aralarındaki hoşgörü ve saygı bize örnek olmalı”, deyince; Mevlana, bu sözün sahibinden, hemen gidip kasaptan birkaç kemik getirmesini istemiş. Kemikler gelince, “O kemikleri köpeklere atın” demiş. Kemikler atılır atılmaz köpeklerin sevgiyle oynaşmaları birden bitmiş. O an kıran kırana bir kemik kapma mücadelesine başlamışlar.
    Biraz önce birbiriyle oynaşan köpekler, saldırıp kapışmışlar. Mevlana, yanındakilere; “Biraz önce burada gördüğünüz muhabbet, köpek muhabbetiydi. Köpeklerin muhabbeti, aralarına bir kemik düşünceye kadardır…”
    Mesel bize misaller vermekte.
    Herkesin bağrında yırtıcı bir hayvan var. Bizim işimiz o hayvanı terbiye etmeye çalışmak! Onu ehlileştirip kendimize dost edinmek. Birilerinin ise böyle bir derdi yok. İçlerindeki köpeğe esir olmuşlar. Tasmayı kendi boyunlarına takmışlar. Hır hırrr! Bir Köpekleşme Sendromu…
    Aslında, bal gibi biliyoruz, hepimizin içinde bir köpek yaşamakta nihayetinde! Vahşi bir köpek dur duraksız hırlamakta. Biz, onunla mücadeledeyiz. Farkımız bu! Onun hizmetkarlığına inmeye değil, insanlığa yükselmeye çalışıyoruz.
    Dışımızdaysa, şefkatin ve ilmin dost edindiği bir hayvancık, bir yol arkadaşı.
    Mecaz ve hakikat. Düşünmek de, insan olma yolunda yürümek de zor iş Çekirge…

    “Mecaz ve hakikat. Düşünmek de, insan olma yolunda yürümek de zor iş Çekirge… ” Ne se GÜZEL demiş AYNAya bakarken bu şahsı naMUHTEREM..

  4. Cem Sancar kişisinin yazdıkları, tipik bir ”itirafçı ruh hali” Bu adama kim ne yaptı bilmiyorum ama, bazılarına bir şey yapmak gerekmez. Ruhu kirli. ”Köpekleşme”yi olumsuzlama olarak-küfür olarak kullanan ”insan”lar korkunç derecede kötü olurlar. Midem bulandı.

  5. Fotoğraftaki Dağlı, ellerimize doğurdu bebeklerini. Biz onlarla büyüdük-büyüyoruz. (Sürmeli, Leo, Karin, Elif, Proti, Minna, Çita, Keje, Mavro, Dost, Falçata, Sırrı bey, Beco, Garibaldi, Maço, Miço…) Kendi lağım çukurunda ne yaparsan yap, bize bulaşma sem cancar.

  6. ne gereksiz bir yazı..büyük ihtimal sen gülüp geçmişsindir gün zileli ama ben sıkıldım…ortam harbi bu denli çapsız adamlara mı kaldı diye..

  7. Cem Sancar bizden daha iyi bir dairede yaşadığı, daha zengin komşulara sahip olduğu için kendini üstün sayabilen şehirli bir züppedir. İktidar yalakalığı yapan bir gazetenin en boktan sayfasında solculuk oynadığını sanıyor bir de.

    Evinde ailesine karşı asık suratlı ve sinirliyken, patronuna bilimum yumuşak ve güler yüzünü gösterme çabasıyla, yalakalığıyla arka sayfalardan birinde köşe verilmiştir. İnsanın onurunu bir kenara atan, beyaz yakalı patron yalakalığına dayanan bir işte çalışmaktadır. Performansı patronlarına yalakalığıyla ölçülür.

    Kısacası ilk defa duyduğum Cem Sancar isminden ve onun gibi kendini birşey sanan iktidar yalakası eziklerden hiç hoşlanmam