Sol Örgütler Neden Bölünür?

 

 

TKP’nin Merkez Komitesi’nde ayrılık çıkmış. Umarım bir bölünmeyle sonuçlanmaz ama böyle durumlarda umulanla olan genellikle birbirinin üzerine oturmaz. Umarım umduğum gibi olur!

Düzen partilerindeki ayrılıklar da zaman zaman bölünmeyle sonuçlanır ama bu genel bir durum değildir. Peki, sol örgütlerdeki ayrılıkların genelde bölünmeyle sonuçlanması nereden kaynaklanmaktadır? Bunun için tarihe uzanmak ve kaynağı oralarda aramak gerekir.

II. Enternasyonal partileri genellikle hizipler ve kanatlar barındıran partilerdi ve bence bu sağlıklı bir durumdu. RSDİP içinde de Bolşevikler uzun süre bir hizipti. I. Dünya savaşı’nın olağanüstü koşullarında Bolşevikler RSDİP içinde bir hizip olmaktan çıkıp partiye dönüştüler.

Bolşevik Partisi de (1917 Devrimi’nden sonra SBKP-B) içinde hizipler barındıran bir partiydi. Hem de İç Savaş’ın zor koşullarına rağmen. SBKP’de hizip yasağı, tuhaftır ki, İç Savaş’ın hercümerci içinde değil, İç Savaş’ın sonunda, 10. Kongre’de alındı. Bunun nedeni, tam da 10. Kongre’ye rastlayan Kronstadt ayaklanması olabilir mi? Hiç sanmam. Çünkü Kronstadt ayaklanmasında SBKP’nin içinden hiçbir hizip yer almadı. Hatta, parti içindeki en aşırı hizip sayılan Kollontay’ın liderliğindeki İşçi Muhalefeti ve bu muhalefetle aşağı yukarı aynı çizgide olan Demokratik Merkeziyetçiler, Kronstadt ayaklanmasını ezmek üzere, silahlarını omuzlayıp 10. Kongre’den Kronstadt’a gittiler, çok da kayıp verdiler. Buna rağmen, aynı kongre, bütün hizipleri yasaklama kararı aldı. Bunun bir tek nedeni vardı. O da, 10. Kongre’de alınan, Savaş Komünizmi’ni terk (ki, bu kararda Kronstadt’ın, köylülerin ürünlerine zorla el konması anlamına gelen Savaş Komünizmi’nin terk edilmesi talebinin büyük rolü vardı. Kronstadt ayaklanması ezilmiş ama aynı zamanda Savaş Komünizmi’nin terk edilmesini sağlamıştı) ve bununla bağlantılı olarak NEP (Yeni Ekonomik Politika) dönemine geçilmesi kararıydı. Artık devlet denetiminde de olsa ticarete, Nepmenler adı verilen tüccarlar kesiminin ve zengin köylülerin belli ölçülerde palazlanmasına izin verilecekti. Lenin, kapitalizme taviz olarak gördüğü böyle önlemler alınırken ve devrimci çalkantılar döneminden stabilite dönemine geçilirken parti içindeki hiziplerin (ki bunlar çoğunlukla sol eğilimli hiziplerdi) tek parti iktidarı kurmuş yönetici partiyi zorlayacağını düşündü, düzen içi istikrarla parti içindeki istikrarı bir arada düşünen böyle bir önlemi “geçici” olarak aldı. Fakat, basın özgürlüğü ve diğer özgürlükler kaldırılırken de bunların olağanüstü şartların zorladığı geçici bir önlem olduğu ileri sürülmüştü. Bütün “geçici” önlemler gibi, bu da kalıcı hale geldi.

Diğer yandan, monolitik parti yönetimi fikri, monolitik siyasi yapı anlayışının kaçınılmaz sonucuydu. Lenin, toplumda yasakladığı farklı partilerin görüşlerinin kaçınılmaz olarak yönetici partinin içinde boy vereceğini düşündü. Madem ki, toplum monolitikti, madem ki, toplumda farklı fikirlerin ifade edilmesine izin verilmiyordu, o zaman bu toplumun yönetici partisinin içinde de farklı fikirlere ve hiziplere izin verilmemeli, partinin duvarları da özenle sıvanmalı ve geçişsizlik sağlanmalıydı.

Hizip yasağına rağmen SBKP içindeki hizipler ve kanatlar fiiliyatta uzunca süre varlıklarını sürdürdüler. Stalin, 1930’lardan itibaren hizip yasağını mutlak bir yasa haline getirdi ve en sert biçimde uyguladı. Artık parti içindeki hizip mensuplarını bekleyen, ölümden ya da Gulaglardan başka bir şey değildi.

Bu Stalinist yönelim Komünist Parti’lerde giderek bir teori düzeyine bile çıkarıldı. Teorik izah şuydu: Devrimci bir proletarya partisinin tek bir doğru çizgisi olabilirdi ve bu çizgiyi de o partinin merkez komitesi temsil ederdi. Bunun dışındaki çizgiler oportünizmi temsil ederlerdi ve oportünizm, burjuvazinin ya da emperyalizmin “beşinci kolu”ydu. Dolayısıyla, parti çizgisine muhalefet eden hizipler düşmanın dolaylı ya da dolaysız işbirlikçisiydiler. Bu yüzden de hiziplerin yasaklanmasıyla kalınmamalı, bu muhalif hiziplere mensup olanlar partiden atılmalı, duruma göre de (daha özel durumlarda) yok edilmeliydiler.

Stalin aracılığıyla Komintern tarafından pratiğe konan bu gelenek bundan sonra komünist ve sol örgütlerin ortak geleneği olmuştur. Öyle ki, bu gelenek, muhalif hiziplere, Troçkist örgütlere bile sirayet etmiştir. Bugün Stalinist olsun ya da olmasın dünyadaki bütün komünist ve sol örgütler monolitik bir yönelimi sürdürmektedirler.

Bu gelenek olduğu gibi Türkiye soluna da yansımıştır. Eski TKP de hizipleri yasaklayan bir partiydi. Maocu ve Troçkist örgütler de öyle. Bu yasakçılık, özellikle bölünmenin ortaya çıktığı dönemlerde örgüt içi infazlara kadar uzanmıştır. Bunun en belirgin örneği, Dev-Sol geleneği içinde ortaya çıkan Bedri Yağan hizbinin mensuplarına karşı, bu örgütün merkez komitesi tarafından uygulanan yok etme ve ortadan kaldırma operasyonlarıdır.

Hizip yasağı, kendi teorileştirmesi için ileri sürdüğü gerekçelerin ikisinin de yanlış olması nedeniyle yanlıştır. Çünkü birincisi, tek bir “doğru çizgi” yoktur. Yani, doğruyu tek bir çizginin bütünüyle temsil etmesi hayata aykırıdır. Diyelim ki, o çizgi gerçekten de esasen “doğru”yu temsil ediyor olsun, ona karşı olan çizginin de doğruya katkıları olabilir, iktidardaki çizginin birtakım eksik noktalarını mutlaka belirtiyordur. Dolayısıyla, parti içinde farklı hiziplerin varlığı, doğruyu nakzetmez, ona katkıda bulunur. Diyelim ki, doğruyu bütünüyle iktidardaki çizgi temsil ediyor olsun, hiziplerin varlığı ve eleştirileri bu çizginin kendini daha sağlam bir şekilde var etmesine, kendini sınamasına katkıda bulunur. Karşıtını yok eden, kendini de yok etmiş olur. Diyalektikten bir araba söz eden partilerin bu derece monolitik olmaları tarihin tuhaf bir ironisidir.

Hele hele hiziplerin burjuvazinin ya da emperyalizmin “beşinci kolu” olduğu, eğer iktidar olmanın doğurduğu aşırı bir paranoya değilse, tam anlamıyla bir iktidar yalanıdır. Bu tür yalanlara bütün iktidarların başvurduğu ve kendi muhaliflerini sonuçta “vatan hainliği” ile suçladığı malumdur.

Kaldı ki, iktidardaki çizginin “doğru”luğunun garantisi nedir? Ya parti çizgisi yanlışsa veya yanlış bir yola sapmışsa ne olacak? Hizip yasağıyla, bu yanlışlığın ortadan kaldırılması ya da düzeltilmesi şansı ilelebet yok edilmiş olmaktadır. Çünkü doğruyu söyleyenler partiden atılacak ve kovalanacaktır. O zaman da parti ilelebet yanlışlığa mahkûm olacaktır.

Öte yandan, mutlak doğru diye bir şey yoktur, doğru izafidir. Bir durumda doğru olan, başka bir durumda zıddına dönüşüp yanlış hale gelebilir. Ayrıca, “bir ikiye bölünür” diyalektik kuralının sonucunda, “dikensiz gül bahçesi”nde olduğunu sanan “doğru çizgi” her seferinde yeniden ikiye bölünür ve hizipler (yasağa rağmen) yeniden ve yeniden ortaya çıkar.

Monolitik parti anlayışına karşı argümanlar o kadar çoktur ki, bir kitap boyutlarını bulabilir, bu yüzden burada daha fazla uzatmak istemiyorum.

Sol ya da komünist partiler, toplumdan, yenilenme ve sorgulama talep ederler ama kendilerini asla sorgulamazlar ve iyice köhnemiş teorilerini gözden geçirmeye, hatta oradan bir taş oynatmaya bile razı olmazlar. Sonuç, skolastik bir tarikat görüntüsüdür.

Topluma devrim önerenler önce kendileri bir devrim yaşamak zorundadırlar. Hadi devrimden vazgeçtik, küçük bir değişiklik ya da reform yapsalar, o bile bir ilerlemedir. Ama bu konulara değinmeye kimse cesaret edemez. Çünkü o zaman kendilerini monolitik örgütlerinin dışında bulma tehlikesi vardır.

TKP’den tersi bir örnek umalım mı? Bence umalım. Umut fakirin ekmeği.

 

Gün Zileli

31 Mayıs 2014

www.gunzileli.com

gunzileli@hotmail.com

 

Hakkında Gün Zileli

Okunası

Halil İbrahim Özkurt / Devrim Ama Nasıl?

Olduk olmadık değişimlere, iktidar değişikliklerine hatta burjuva reformlarına bile “DEVRİM” dendi.  Zorunlu giysi gibi tek adamların dayatmaları …

57 Yorumlar

  1. ozancankervancı

    Uzun süreli iktidar insan zihninin kaldıramayacağı kadar ağırdır ve en iyi niyetli olanlarını dahi yozlaştırmakta mahirdir. Bu nedenle de bir süre sonra başlangıç ilkeleri unutulur ve yok edilmek istenene dönüşülür. Komünist Parti, devleti yok etmek isteyen siyaset şeklinden kendi varlığını devam ettirebilmek adına feragat eder.

  2. Sol örgütler hiç bir zaman bir araya gelmedi ki? ha geldiği oldu sözde geldiği oldu, sonuç, darmadağın bir ayrışma… bir zamanlar dergi solundan gelen sip sonradan tkp adını alan ve halen o dar bakışı görüyorum, tkp den bir şey ummuyorum : ),, işçi partisinden ummadığım gibi, aslında yazılacak çok şey var…
    kusura bakmayın pratik ağızla yazdığım için.

    sizin de dediğiniz gibi, sevdim: ”Sol ya da komünist partiler, toplumdan, yenilenme ve sorgulama talep ederler ama kendilerini asla sorgulamazlar”

  3. Neresinden nasil tutarsaniz tutun, geleneksel sosyalist parti/örgüt yapilari elinizde kaliyor. Sosyalizmin özgürlükcü ruhuyla temelden celisen bu garabete artik kesin bir son vermek gerekiyor. “Leninist parti modeli” de denen ve her türlü farkli fikri ve tavri “sag/sol sapma”, “oportunizm”, “revizyonizm” diye yaftalayip yasaklayan fasist parti modeli artik sosyalistlerin en dogmatik kesimlerini bile birarada tutamiyor… Kendi icinde özgürlüge tahammülü olmayan bir görüsün, topluma özgürlük vaadetmesi ne büyük bir tutarsizlik! Hersey partiici özgürlük ve cok seslilikle baslar…

  4. Gün hocam ispanya iç savaşını anlatan ‘özgürlük’ filmini seyrettiniz mi? Anarşist bakışın içinde de farklı bir yönelimi özellikle kadınların erkeklere karşı bir mücadele öne çıkıyor. Yani devrim içinde devrim yazılarınızı büyük bölümünü dikkatlice okuyorum ve bir çoğuna katılıyorum. Ancak bolşevik parti zorunlu olarak stalinizmi doğurdu tarzında değerlendirmeleri doğru bulmuyorum. Stanilizm çok karmaşık sosyal ve siyasal süreçlerin gelişmesi sonucu olarak ortaya çıktı. Tabi ezilenlerin bayrağını sallayarak yaptı bunu. Ancak bildiğimiz tarih hep böyle olmamış mıdır? Ezilenlerin dilini kullanarak iktidar sahibi olanlar bizzat devletin tümü haline gelmişlerdi. Yani bugün tarihin bu gerçeğini tartışırken bizzat devletin yok edilmesi için gereken araçlar üzerine somut örnekler sunmak çok önemli…

  5. Ken Loach’ın Land and Freedom (Toprak ve Özgürlük) filminden söz ediyorsun sanırım. Ben Lenin dönemiyle Stalin dönemini eşitlemiyorum. Bu yazıda da buna özen gösterdim. Fakat şu da var ki, Lenin dönemindeki kuruculuk çalışmaları daha sonradan Stalinist diktatörlüğün taşlarını döşemiştir.

  6. Hayır filmin adı sadece özgürlük. Sanırım yönetmeni bizzat iç savaşta bulunmuş bir anarşist. Devrime anarşist lerin gözüyle bakış var ama bir çok konu üzerine ilginç göndermeler de var.

  7. İlginçmiş. Bu filmi görmemiştim. Buraya eğer internette varsa linkini atabilir misin?

  8. Seyfettin sonra görüşlerinizi almak isterim.

  9. tkp merkez komitesi ikiye bölünmüş. 12 mk üyesi bir tarafta. 11 mk üyesi bir tarafta. bu iki ayrı grubun iki ayrı açıklaması var. bu iki açıklamayı da okudun sanırım gün abi. benim merak ettiğim, bu açıklamalarda kendine yakın gördüğün olumlu tezler var mı? varsa neler? pek çok tkp üyesinin senin yazılarını ve kitaplarını okuduğunu zannediyorum. belki onlara da bir ışık tutmuş olursun.

  10. bu filmin ismi “libertarias” youtubda bulunabilir. anarşistlerin kendilerini anlattığı ispanya üzerine ve aynı zamanda çok güzel özeleştiri örnekleri barındıran çok güzel bir film. loach ın filminden çok daha iyi…zaman zaman bu sitede bu filmden söz edildi. ben de anarşizmin dine yaklaşımındaki modernist yanlışlar”dan söz ederken, zaman zaman bahsettiğimi hatırlıyorum.

    gün zilelinin bu filmi izlememiş olması, aklımdan geçmezdi doğrusu…

  11. Çok sağol. İzleyip yazacağım.

  12. seyredip yazacağım.

  13. valla metinler biraz üstü kapalı yazılmış ve içeriğe ilişkin ayrılığın ne noktalarda olduğu pek anlaşılmıyor. Zaman içinde belirginleşir herhalde. Şahıslardan sadece Erkan Baş’ı tanıyorum. Bende olumlu bir izlenim bıraktığını söyleyebilirim.

  14. Doğru bir eleştiri. Nasıl oldu da habeerdar olmadım, gerçekten.
    ,

  15. tkp’deki sorunlara karşı hassasiyetiniz beni ziyadesiyle duygulandırmış durumda;rahat olun komünistler mevcut sorunu aralarında hallettiler…

  16. Sol Cephe ve FKF kimde kalacak acaba?

  17. Son seçimlerde türkiye genelinde aldıkları oy oranlarını yükseltmeleri markisst arkadaşlar açısından olumlu bir göstergedir.Tabii markiist arkadaşlar daha iyi bilir oteriteyi almak için cemaatciler gibi birlik olup yurtseverler gibi darbe planı yapıp halkı korkutarak oteriteyi almak için ugraş verilecigin farkındadırlar.Dünyamızda ki oteritelerin insanlara nasıl facialar yaşattıgı günümüzde hepimiz birlik olup çok çetin mücadele etmemiz şart

  18. Tevfik ozkorkmaz

    Kendini sorgulamayan bir gelenegin ne topluma nede kendisine verecegi bir șey olamaz.Bir parti,bir grub,bir birey kendisini sorgulamiyorsa cifte standarttan ve entirikalardan kurtulamaz. Genel sol kulturde bolca bahsedilen șeffahlik, ozgurluk ve eșitlik soylemleri bașkasi adina istenen nesneler oldugu icin,oncu ozne olarak her zaman kendisini bulundugu ortamdan farkli bir yere koyar.Bu bakiș kendisini dogmalar icinde giderek tașlașan,en ufak bir farkliliga bile tahammulsuz saldirganlașan bir kultur yaratir.Merkezi hiyerașik yapilar bu kulturun yașamasi ve gelișmesine ortam hazirlar.Bu kulturun șiddeti merkezi hiyerașik yapilarin ne kadar ciddi gelișmișligiyle orantilidir.Bu yapilar yukardan așagiya her turlu farkliligi bastirdigi icin, bolunme en ust duzeyde ortaya cikar ve bolunur.Bu kendini surekli ureten bir mekanizmadir.Bu nedenle tarisel bolunme ve hiziplerin ortaya cikiși NEP donemiyle ilgili oldunu sanmiyorum. Savaș komunizminden NEP’e geciș bir vesile olmuștur.Ulke icinde ”istikrar” ve parti icinde ”istikrar” 1917 șubat devrimi ve ekim devrimi sureclerinde hizla tum merkezi hiyerașik yapilari ele geciren Bolșeviklerin.hiyerașik yapilarinin gucu oraniyla bolunme ve tasfiyeleri geliștirdigini dușunuyorum.Bu hiyerașik yapinin en gelișmiș ifadesi tum ulkeye egemen bir Parti diktatorlugunun kurulmasidir.Kisacasi bolunme ve hizipleri surekli var eden mekanizma en yuksek parti hiyerașisinin ortaya cikmasidir.

  19. Agabey bedrettin yagan ismi hatalı yazılmış bedri yağan olacak doğrusu.uyarayım dedim.
    Bir dhkp li bedri yağan çizgisini tamda yazıda bahsedildigi gibi fikir ayrılıgı olarak görmez.hizip bile demez.darbeci der.böyle dedikleri için bir çok muhalifi öldürdüler.bedri yagan tarafıda buna karşılık verdi.

  20. http://www.youtube.com/watch?v=pJe_qtBcKGA gidin calisin o kizcagizin oldugu yerlerde olun, ayaklariniza kara sular insin calisin…

  21. http://www.youtube.com/watch?v=Krgr41CMYGg hasanimmm katilmazsaniz caniniz sagolsun, ama kim bu maskelilerrrr demeyin, dersenizde caniniz sagolsun…..

  22. 1- “sol örgütler değil sadece, her tür iktidarcıl örgütler, yapılar vb” neden bölü-nü-cüdür?(bölünme potansiyelini varlığında bulundurur) soruyu genişletmeden bir yanıt verilebilir mi?
    mesele sadece siyasi mi, yoksa biyo -psikolojik (yapısal)-FITRİ bir yönü de var mı? peki anarşizmin durumu ne? bu sorular da ister istemez akla takılıyor, bu yazıyı okuyunca…
    -öyleyse “iktidarın psikolojik temeli” konusuna bakmak gerekir…

    2-biyo-varlık olarak insan da temelde dört içgüdü çiftinin(açlık-susuzluk, cinsellik-üreme, korunma- güvenlik ve barınma- var kalma) sevk ve idaresinden çıkamaz ise…onu ele geçirmenin, gütmenin-(güdüle(N)menin sebeplerini burada aramak gerekmez mi?

    3-iç güdüler üzerinden gütme-güdüle menin yani insana egemen olmanın püf noktası, bu alanda üretilecek daha doğrusu fikri-düşünsel ve sanatsal olarak yaratılacak olan “söylemsellik” (ikna ve rıza gücü) değil mi?

    4-tüm kolektiflik iddialarına rağmen bu ikna ve rıza gücünün sağladığı birliktelik son tahlilde, tek bir insanın söylemi üretme-yaratma iradesinde somutlaşması değil midir? yani bu söylemsel yoğunluk en sonunda bir tek kişinin iradesinde temsil edilmeden var olabilir mi? HER LENİNİST PARTİDE SON TAHLİLDE HER DAİM SADECE BİR TEK KİŞİ OLACAKTIR; O DA LENİNdir…geri kalan her kes bu “leninleşme yarışında”, yarışçıdır sadece..

    5- dolayısıyla değişen şartların gereği olarak, ilk yenilgi veya sıkıntılı durum anında ilk çatlak ses “hizip”, ve karşılığında da “tasfiyecilik” ithamları peşpeşe gelmez mi?

    -sonuç olarak “birilerinin eline geçtiği takdirde ölümcül olabilen iktidar mekanizmasını kimseye kaptırmamak için, “kendisi için ele geçirme arzusu uyandırmak (iç güdülerden gelen yaşama arzusunun söylemselleşmesi)…işte iktidarın doğası, bu kötücül ele geçirme, mülk edinme arzusunu kışkırtma becerisinden doğar…hem “hizipçilikle” suçlayan merkez, hem de tasfiyecilik-le suçlayan muhalif ses aynı biyo-itkiyle oluşturduğu bu söylemi etkili kullanabildiği oranda etkin olur.

    – bu nedenle özünde dinlerin çıkış amaçlarından biri de, insandaki, fırsatını bulduğunda ortaya çıkan bu kötücül eğilimle “nefs terbiyesi” yoluyla mücadele etmektir.

    – tanrı fikri, aşkın bir bizde eriyen benlik olarak, bu kötücül nefsten kurtulmanın bir yolu olabilir..

    6- tek ve dolayısıyla “egemen durumdaki” ister teist, ister ateist bir anarşist anlayış da böylesi bir istenmese de muktedirlik durumunda kalabileceğinden, çoğul yapısını muhafaza edebilmek için, farklı olana alan bırakmak “zorunda”değil midir?

    7-ancak bu haldedir ki; “bir muktediriyet isteminin düşüncesi anlamında bir ideoloji” olmaktan kurtulup, dünyaya, anlamak ve dileyenin dilediğince anlamlandırabileceği bir varlık olarak bakmak…bunu da kimseye dayatmamak olarak anlamlı olabilen bir anarşizmden söz edemez miyiz?

  23. Merhaba Gün, yanlış yere yazıyor olabilirim ama film sohbeti geçtiği için önereyim dedim. İzlemediysen yine İspanya İç Savaşını fonuna almış Ay Carmela! (1990) ve The Anarchist’s Wife (2008)’da çok güzel filmlerdir. Bu filmler politik tartışmalardan çok savaşın günlük hayata olan yansımalarını gösteriyor.
    (Aslında böyle birbirimize film falan önerebileceğimiz bir bölüm olsa sitede ne kadar güzel olur)

  24. keşke ”Anarşist Kitaplık” gibi film kitaplığımız da olsa burada,
    burayı düzenli okuyoruz(kendi adıma)

  25. neden olmasın. Bir anarşist filmler listesi yapabilecek arkadaşlar var mı?

  26. Özgürlük Filmini seyrettim. Sinema diline uygun, iyi çekilmiş, sahneleri iyi ve dönemin ruhuna göre hazırlanmış bir film. Konunun anarşist kadınlar açısından incelenmesi de filme ayrı bir tad vermiş. Bazı eleştirilerim var elbette. En başka gelen eleştirim, Durruti karakterinin iyi çizilmemiş olması. Filmde birkaç kere görünüyor ama bu kadarı da yetiyor. Birincisi, Durruti’yi oynayan kişi Durruti’ye fizik olarak hiç benzemiyor. İkincisi, fazla komutan havası var. Benim okuduklarımdan edindiğim izlenime göre ise Durruti böyle biri değil. Elde silah en önde çarpışan biri. elbette zaman zaman sorumluluklarından dolayı haşinleştiği oluyor ama genelde milislere çok daha yakın ve sevilen biriydi. Ayrıca ordu disiplinine geçilmesi konusunda filmde Durruti ordu disiplini kurulmasından yana gösterilmiş. Oysa gerçekte, özdisiplini ve milislerin devamını savunur. Kadınların cephe gerisine gönderilmesini savundu mu bilmiyorum, ama buna da özel olarak vurgu yapılmış gibi geldi bana. Kısacağı, yönetmen Durruti’yi pek tutmuyor ya da gerçeğe bağlı kalmak ve eleştirel olmak isterken kantarın topunu biraz kaçırıyor gibi. Filmde yargısız infazlar var anarşistler tarafından yapılan. Örneğin papazın infaz edilmesi. Bunlar doğru ne yazık ki. Filmi bunları koydu diye eleştirecek değilim. Eleştirim o zamanki anarşistlere. Durruti’nin dediği gibi savaş bir yandan da insanı çakallaştırıyor gerçekten.

  27. Anarşist sanat diye bir kategori olabilir mi ya da böyle bir tasnife neden gerek duyulsun?

    Gerçek sanat, insana ve topluma dair bir eleştirel tavır-tutum içinde olmadan var olamaz. bu anlamda yaratıcısı isterse faşist vb otoriter, tahakkümcü vb özgürlük düşmanı bir felsefeye dahil olsa bile….eğer gerçekten bir sanatçı ve ürettiği de gerçekten sanat ise, yaratıcısının hilafına, belli bir toplumsal-insani-sistemsel yada felsefi-dinsel eleştiri içerecektir. bunun aksi mümkün değildir.

    o sanat ürünü anarşizmin konu ettiği eleştiriyi barındırdığı için, anarşizandır; velev ki sanatçı anarşizme düşman dahi olsa…

    öyleyse “bizden olan/olmayan sanat” gibi kaba bir totalizme düşmek istemiyorsak, “sanatın anarşist olanı-olmayanı ayrımı yanlışlığına düşmeden” gerçek sanattan haz almayı ve yararlanmayı düşünelim, derim…

    ancak “anarşizmi özel olarak konu edinmiş sanat” konusunu bununla karıştırmamak da gerekiyor. “libertarias” filmi ya da benzerleri gibi…

  28. bence de anarşist sanat olmaz ama böyle bir film kategorisi açmakta bir sakınca yok.

  29. bence de yok…

  30. Partiler de bir canlı gibi… Tek bir insan fiziksel, tinsel ve akılsal süreçler içinde yaşar. Emek verilmemiş her bir süreç hızlıca yozlaşma ve yaşlanma belirtileri gösterir. (Bu üç parça elbette kendi içinde bir bütündür; fiziksel yozlaşma akılsal yozlaşmayı da tetikleyebilir; akılsal güç, fiziksel gücü ayakta tutabilir vs.)
    Nasıl ki bir insan “atalarından aldığı” hasta genlerle kanser olup, zamansızca ölüyorsa, Parti’ler de öyledir…
    Hiç bir canlı organizma olduğu yerde kalamaz; ya gelişmek, büyümek; ya da gerilemek, yozlaşmak, yok olmak zorundadır. Sağlıklı bir doğum yaparak (bölünme) yeni bir hayatı yakalayabilir; bu doğum “kalıtsal” hastalıkları ne kadar taşıyorsa benzer bir erken yok oluş onu da beklemektedir.
    Bir Parti-Bir Canlı hem yerelde hem genelde, toplumsal-tarihsel-siyasal ve insani olarak “sahicilikten” ne kadar uzağa savrulmuşsa; içinde yaşadığı dünyanın-insanların gerçekliğini ve imkanlarını bir türlü değerlendirememişse tıkanıp kalır!
    Üretici güçlerin böylesine geliştiği, insan-birey özgürlüğüne ait arzunun bu denli büyüdüğü bir çağda Diktatöryel Sosyalistliğin; hiyerarşik parti yapılarının “insanlığı” kucaklaması mümkün değildir… İşçi sınıfının öldüğü; aslında artık bir devrim olacaksa bu devrimin “mülksüzler”, yani emekçi-entelektüel-çalışan bir sınıf tarafından yapılacağına göre bu tip partiler de dönüşmek zorundadır.
    19. yy analizleri kuşkusuz bir çırpıda bir köşeye atılamaz ama artık 21. yy toplumsal yapıları için de o dönemin bir çok analizi değersizleşmiştir….
    Yeni bir “Marks’a” acilen ihtiyaç duyulan bir çağı yaşıyoruz…

  31. ML’yi bilmeyip örgütün çizgisini doğru yada yanlış bulmak, hizibe sebep olur, ki buda en çok bölünme sebeplerindendir. Marx-Engels-Lenin külliyatının çoğunun çevirisinin bulunmadığı ülkemizde ise bu normaldir. Bir hizip çıkıp işler tıkırında giderken sudan sebeplerle ayrılarak örgütü zayıf düşürür, ki buda yeniden önceki belirttiğim nedene dönmemizi sağlıyor.

    Anlayacağınız, sorun bol. Ama ülkemizde ki devrimci hareketde çözecek potansiyel yok. Örgütlerin bölünmeside, şimdilik pek bir sorun teşkil etmiyor. Çünkü bütün örgütler aynı düşmana karşı savaş veriyor.

    Saygılarımla.

  32. 25 numarali mesajda verilen linkdeki makaleyi yazan ve basanlarla ayni orgutte olsaydim, makale yazarinin edit edenin, yaziyi dergiye koyanin hepsini temel bilgiler kursuna gonderilmesini talep ederdim.

    Leninist örgüt demokratik merkeziyetçidir. ……. Elbette ki Leninist örgütte iç demokrasi, tartışma kulübü mantığıyla ve gevezelikle örtüşmez, eyleme yöneliktir. Bozgunculuk demokratik merkeziyetçilikle bağdaşmaz.

    Yukaridaki mantiga gore eger Parti yonetim kurulu bir gorusun bozgunculuk olduguna karar verirse o gorusu yasaklayacak, buyuk ihtimalle o gorus sahiplerine yaptirimlar gelecek. Bu da demokratik merkeziyetcilik oluyor.

    Ardindan da soyledigi su ; parti eylemde birlik ilkesini koruduğu müddetçe eğilimler barındırabilir…. azinlik fikirler cogunluk olma hakkina sahiptir ama ama bu egilimler hizip olamaz.

    Yazar ne soyledigini bilmiyor. Eglimlerin, onlarin azinlik ya da cogunluk olmalarini savunmak, egilimlerin parti icinde orgutlenmesi hakini savunmaktir ki bu da hizip hakkini savunmaktir.

    Ama her hizip bir baskasinin hizip hakkina karsi cikar. Hizip olmanin ozelligidir bu. O yuzden yazar yukariya koymus zaten, tartisma klubu gibi olmayacak ( ne demekse) bir de bozguncu olmayacak. Bunun anlami hizipler sadece yonetimin izin verdigi kadar faaliyet gosterebilirlerden baska bir sey degil.

  33. Hizipcilik demokrasiyi oldurur

    Hizipcilik sol partiler icin felakettir. Hizip parti icinde belli egilimler etrafinda orgutlenme demektir. 1980 sonrasi sol icinde oldukca taraftar buldu bu gorus oyleki ODP degisik hizipler etrafinda orgutlendi, hesapta parti icinde her turlu gorus ozgur olucakti, parti olmayan parti olucakti. Olani goruyoruz, bir donem ODP hizipler yuzunden calisamadi bile.

    Hizip olan partide ( ben burada hizip diyorum, baskasi fraksiyon, ya da degisik gorusler ya da egilimler diyebilir, parti icinde ayri olarak farkli gorusler cevresinde orgutlu kesimler olduktan hepsi ayni kapiya cikar) demokrasi olmaz. Cunki hizipler kendileri bir parti disiplini ile calistigi icin hizip uyeleri kendi hiziplerinin politikalarini desteklerler sadece, bu ise partinin demokratik tabanini toplam uye sayisindan toplam hizip sayisina kadar dusurur. Herkes aksini dese de hizip uyeleri parti hukukundan ya da kararlarindan cok hizibin kendi kararlarini tanirlar. Sonuc ODPnin bazi uyeleri bazi secimlerde kendi hiziplerinin goruslerinin dogrultusunda ODP yi degil ama bazi baska partileri desteklemislerdi.

    Hiziplerin oldugu partilerde tek tek devrimci bireyler ya partiyi terketmeye zorlanir (cunki hizibler bagimsiz insanlari sevmezler ve onlari hizla dislarlar) ya da hiziplerden birine girmeye. Ama girdigi zamanda zaten bagimsiz davranma yetenegi, ozgurlugu kaybolur, artik tum konusmalari, politikasini icinde bulundugu hizbe gore ayarlayacaktir. Aksi durumda hizip onu icinden atacaktir. Hizipler disinda kalan kisilerin dislandigina en iyi ornek yine bir sol hizipler koalisyonu olarak kurulan ( o zaman bu bir gokkusagi olarak tanimlaniyordu, alttan parti olmayan bir parti kurulacakti) ODP dir. Hesapta alttan kuruldugu iddia edilen parti daha basindan hiziplere teslim olmustu. O. Muftuoglu anlatir, kurulus kongresinde hesapta herkes demokratca secilecektir ama gercekte hizipler arasi gorusmelerde parti yonetiminde kontenjanlar ayrilmis, kimin secilecegine hizipler karar vermistir. Ama ne olursa, hala partinin alttan kurulduguna inanan bazi delegeler Bulent Uluer’i secmezler, kurtuluscular isyan cikarirlar. Bunu uzerine secilmis oldugu halde sanirim Mustafa Sonmez yonetimden dusurulur yerine de secilmedigi halde Uluer secilir.

    10. kongreye gelince; Bolseviklerin hatasi hizipleri yasaklamak degildi, bu guzel ve dogru bir politikadir. Bolsevikler o donemde hizipleri yasaklamis ve bu sekilde parti icinde her turlu gorusun bireylerce savunulabilmesinin yolunu acmak istemistir. Revizyonistler hiziplerin yasaklanmasini parti ici demokrasinin yasaklanmasi olarak sunuyorlar. Halbuki bir sosyalist harekette parti ici demokrasinin olmazsa olmaz kosulu, hiziplerin olmamasidir. Bolseviklerin hatasi hizipleri yasaklamak istemesine ragmen yok edememesi olmustur. Zaten bu hizipler ozellikle 1927 sonrasi hizla partiyi ve ulkeyi bir ic savas durumuna getirmislerdir.

    10. Parti kongre kararina ragmen tum hizipler, yasak olmasina ragmen varliklarini surdurmuslerdir. Bu hiziplerin ozellikle Trocki Zinovyev Bukharin hiziplerinin en onemli iddiasi goruslerin yasaklandigidir ki bu dogru degildir. Hizipciligi reddettikten sonra tum bu kisiler tekrar partiye alinmislar ve burokraside ve partide onemli gorevlere getirilmislerdi. Hiziplerin parti icinde yok edilememesi bu sefer herkesin bir hzip seklinde orgutlenmesine yol acmistir. Molotov’un bu konuda bir anisi ilginctir. Lenin 10. kongrede Trocki”nin tezlerine karsi bir konusma metni hazirlamis ve kendisini destekleyen uyelerden imza atarak onu desteklemesini istemektedir. Stalin itiraz eder “ ama” der “ o zaman da biz bir hizip haline gelmiyor muyuz? Sorun da budur, hiziplerin varligi partiyi bir kanser gibi curutur, herkesi ya belli hizipler etrafinda birlesmeye zorlar, insanlar hiziplere karsi olmasina ragmen ya hiziplesmek ya da var olan hiziplerden birisine girmekle karsi karsiya kalirlar. Bu da partinin olumu demektir.

    Hizipcilik parti ici demokrasiyi yok ettigi icin burjuva partileri icin oldukca elverislidir. O yuzden tum burjuva partileri hizipler uzerinde yukselir. Secim sistemleri burjuva partileri emekcilerin taleplerine bir dereceye kadar da olsa acik hala getirir. Ama parti ici hizipler sayesinde burjuvazi bu etkileri tirpanlayabilir, kararlar alinirken parti tabani yerine hizip baslari esas alinir, ve hizip liderlerinin araciligi ile en gerici halkin cikarlarina aykiri politikalar parti politikasi olarak parti tabanina kabul ettirilir. Tum sosyal demokrat ve sosyalist partilerin mesela neoliberal gerici ekonomik politikalara ya da savas vb destek vermesinin arkasinda bu vardir.

  34. peki ya parti mk’si bizatihi hizipse ne olacak 🙂

  35. Bolşevikler hizipdi Ahmed.rsdipin hizbi.ne anlatıyosun sen yine?

  36. Parti MK si hizip olursa derken neyi kastediyorsun bilmiyorum, cunki hizip ve parti orgutlenmesi arasinda ozunde bir fark yoktur. Bu noktada her parti, ister icinde farkli hiziplere izin versin ya da vermesin bir hiziptir zaten. Cunki her hizbin kendi liderligi, kendi politikalari, kendi programi, kendi politikalari ve bir ic disiplini vardir.

    Dunya daki sol hareketlerin bir cogu bugun hizipler uzerinde yukseliyor, mesela Syriza, Brezilya da Lula nin partisi, Alman yesiller ve Sol parti, Turkiye de ise basta ODP olmak uzere HDP ye kadar hepsi hizipler partisi. Ancak yukarida yazdigim nedenlerle bu partilerin basarili olmasi mumkun degil ya kucuk partiler olarak varliklarini yitirirler, ya da Lula’nin partisinde ya da Alman yesillerinde oldugu gibi tekellerin has partisi olmaya evrilirler. Gecmiste benzer sonuclar bir cok sosyal demokrat partinin basina da gelmisti.

    Bir de hizip kabul etmeyen siyasi hareketler var. Bunlarin bazilari yukarida ki ornekte goruldugu gibi sadece egilim farkli gorus vb kabul ediyorlar, bazilari onu da kabul etmiyorlar. PKK den Emep’e ve bir cok trockist M-L partiye kadar durum boyle. Bu partiler demokratik partiler degiller, kararlar genelde yonetici klik tarafindan alinir, daha sonrada kitleye sunulur, bu sunma isine ise parti ici tartisma denir.

    Bu tur partiler, kendilerine ne derlerse desinler bolsevik partiler degiller. Bolsevik partide politika parti icinde yogun olarak tartisilarak aliniyordu. Birakin diger zamanlari, 1917 Subat devriminden sonra ne yapacaklarini kararlastirmak icin bile parti konfransi duzenlemisler, partinin politikasi MK da yapilan tartismalarla degil tum partiyi temsilen delegelerin katildigi bir konferansla kararlastirilmisti. Konferansta diger MK uyelerinden oldukca farkli politikalari savunarak giren Lenin’in tezleri kabul edilmisti. Keza gerek devrim oncesi gerekse ic savas ve sonrasinda bolsevikler her zaman partinin tumunun karar alma sureclerine katilmasi icin caba gosterdiler. Ama bu demek degil ki partide hiziplesme yonunde bir egilim mevcut degildi. Her partide oldugu gibi bi egilim onlarda da mevcuttu. Devrim ve sonrasi gelismeler hiziplesmeyi hizlandirdi. Ekim Devrimi oncesi Trocki hizbi ile katildi partiye, ve her zaman bu hizbin lideri oldu. Zaten bolsevikler arasinda da Zinovyev, Bukharin cevresinde daha olgunlasmasa da olusmaya baslamis mevcuttu. Bunlar giderek hem parti ici demokrasinin hem de dogrudan devrimci mucadelenin icinde engel olmaya baslayinca, ustelik te oldukca gerici politikalarin merkezi olmaya dogru evrildikce Lenin hiziplerin yasaklanmasini istedi. Bu bir parti karari haline getirildi ama bu hic bir zaman becerilemedi. Yapilan sadece parti icinde bazi hiziplerin tasfiyesi oldu. Parti ici hizipler ise 1935 sonrasi birbrilerini hizla devlet gucunu de kullanarak tasfiye etmeye calistilar. 1937 firtinasinin altinda yatan en onemli nedenlerden birisi hizipler arasi bu mucadeledir.

    TKP icinde hizipleri kabul etmeyen bir parti ama demokratik merkeziyetciligin olmadigi bir yer. Tum parti politikalari MK duzeyinde aliniyor sonra da kabul etmesi icin kitleye sunuluyor. Tabii bazan MK duzeyinde dusunce ayriliklari cikinca da bir birlerine giriyorlar, hatta birbirlerine girdiklerini kitle de is isten gectikten sonra ogreniyor. Sonra da bolunuyorlar. Sadece Turkiye de degil ama Dunya da ki bir cok sol orgutun durumu budur. Amip gibi bolunmelerinin sebebi de budur.

  37. bir baltaya sap olmadan,sadra şifa bir şey üretmeden,nefsinin arzularını her şeyden üstün tutan bir kalabalıktan başka bir şey beklemek yersiz..

  38. hasan basri perinçek

    açıkçası tkp nin artık komünizmden vaz geçmesi gerekmektedir. yavaş yavaş milli değerlerimize yakınlaştılar. kürt özentisi tavırları olan insanlar var erkan baş gibi. ama kemal okuyan öyle değil. türk bayrağı ve 29 ekim cumhuriyet bayramımızda hem atamıza hem de bayrağımıza sahip çıkmaları beni çok duygulandırmıştı. öyle sanıyorum ki taraflaşmada bu iki bakış arasında milli değerleri reddedenler ve kabullenenler. umarım kürtçü çizgi hatasından döner.

  39. Dışarıdan bakan biri olarak gördüğüm: TKP’deki ayrışma bir ulusalcı/antiulusalcı ayrışması değildir. Devrim stratejisiyle alakalı bir ayrışmadır. Okuyan-Güler kliği partinin halihazırdaki sosyalist-devrim stratejisini daha dogmatikçe savunuyorken, Çulhaoğlu-Baş kliği bu stratejiyi “Haziran Direnişi” dinamiğine uygun bir şekilde güncellemeyi savunuyor (bkz.: http://haber.sol.org.tr/yazarlar/metin-culhaoglu/iyi-haber-tip-geliyor-93131 ). FKF’liler de Çulhaoğlu-Baş kliğinin yanında saf tutmuş durumdalar.

  40. 12. Kongre’nin (Çulhaoğlu-Baş grubunun) yayın organı Yoldaşa Mektup’un ilk iki sayısı ektedir.

    http://www.dosyalama.org/filesgroup/2de721c178d2a48dd3772535abb26148.html

  41. Sanırım esas mesele parti içerisinde özgürce ve yoldaşça bir tartışmanın mümkün olup olmaması. Sosyalist sistemi de sonunda çöküşe götüren yol, sosyalist eleştiri ve öz eleştirinin bir karikatür haline getirilerek de facto yok edilişinden geçmiyor muydu? Bu nedenle TKP’nin atması gereken ilk adım özgür bir tartışma ortamını sağlamaktır.

  42. ben levent bey’in değerlendirmesine katılmıyorum. tkp gibi partilerde özgür bir tartışma olsa parti dağılır. çünkü bu partilerde üyeleri bir arada tutan motivasyon özgürlük değil itaat kültürüdür. sscb kendi halkına özgürlük veremediği için değil, onları daha fazla kamçılayamadığı, ezemediği için dağıldı. sosyalist sistemi çökerten unsur yeterince stalinist olamamalarıydı.

  43. Dersim ve solculuk
    Mehmet YILDIZ

    Solculuk her ne kadar son yarım yüzyılda daha çok Dersim’le özdeşleşmiş ise de, solcu 1800’ün ilk yarısında Fransız parlamentosunun sol tarafında oturan liberal görüşlü temsilcilere verilen bir addır. Politikada solculuk sosyal eşitsizliklere karşı çıkmak ve bu çerçevede liberal veya radikal düşüncelere sahip olmak anlamına gelir.

    Radikalizm kökten veya büyük mikyasta değişiklik istemek anlamına gelir. Bir projenin radikal olup olmadığı, her zaman yorumlayan şahsın bakış açısına göre değişebilir. Radikal değişikliklerden yana olmak çoğu kez son derece gereklidir. Örneğin demokrasi ve insan haklarının realize edilmesi için Türkiye’de bir takım yasa değişikliklerini yapmak yetmez. Bunun için en azından orduyu yönetimden uzaklaştırmak, işkence ve cinayet şebekelerini dağıtmak, MHP’li yargıçların ve savcıların sultasına son vermek, işkencecilerin ve katillerin yargılanmasını sağlamak vb. gerekmektedir. Ama bir “devrimci”, Stalinci veya Maocu bütün bunları yeterince radikal bulmaz. Bunlara göre gerçek demokrasi politik iktidarın bir devrim aracılığıyla Maocu veya Stalinci partinin eline geçmesiyle mümkün olur. Liderin diktatörlüğü yani proletarya diktatörlüğü gerçek demokrasidir. Seçme ve seçilme hakkından yoksun olmak en demokratik rejime sahip olmak anlamına gelir. Tek parti diktatörlüğü demokrasinin optimal kurumlaşmasıdır. Lidere koşulsuz sadakat nihai özgürlüktür.

    Radikal solculuk veya proleter devrimcilik adına gerçekleştirilen projelerin insanoğlu için ne büyük felaketlere yol açtığını biliyoruz. Ekim Devrimi Leninist-Stalinist barbarlıkla sonuçlandı. 17 temmuz 1918’de Çar II. Nicholas, karısı ve beş çocuğu Tobolsk’da sorgusuz sualsiz kurşuna dizildiler. Yapılan, bizim devrimcilerin karşı çıktıklarını söyledikleri o lanetli yargısız infazlardan biriydi. Her şey bir yana çocukların masumiyeti tartışmasızdı. Kızların en büyüğü Olga daha 23 yaşındaydı. Tatyana 21’inde, Maria 19’unda, Anastasia 17’sindeydi. Prens Alexis ise henüz 14’ündeydi. Üstelik ağır hastaydı. Çar ailesinin insanlık dışı yargısız infazı daha sonraları çok daha korkunç boyutlara varan Leninist-Stalinist barbarlığın ilk işaretiydi.

    İnsan hakları, demokrasi, seçme ve seçilme hakkı, hukuk, ahlak ve vicdan yoktu. Milyonlar köleleştirildi ve sosyalizm adına tam bir cehennem kuruldu. Doğruyu, haklıyı, güzeli, bilimsel olanı bir tek Stalin biliyordu. Stalin’e uşak olmak bile zordu. En köpeksi uşaklık bile öldürülmeyeceğinin garantisi değildi. Çünkü Stalin’in ne yapacağını önceden kestirmek imkansızdı. Cellatların düşünme organının da beyin olduğu doğrudur, ancak cellatların beynini kafatasını açarak beyin uzmanlarının eline koysak bile, bu uzmanların bize bilimsel olarak yardımcı olmaları imkansız gözükmektedir.

    Stalin’in insan onuruna ve insan zekasına yönelik tecavüzü çok ağırdı. Stalin eğitimsiz eski bir papaz okulu öğrencisiydi. Stalin Ekim Devrimi öncesinde parti kongrelerinde teorik konuşmalar yapmak istediğinde delegeler tarafından her seferinde alaya alındı. Ancak iktidarı ele geçirmekle beraber Stalin dünyanın en büyük sosyal bilimcisi, teorisyeni ve filozofu oldu. Stalin’in muarızlarını eleştirirken en çok kullandığı söz “taş kafalı” sözü idi. Stalin yalnızca toplu katliam, sürgün, işkence ve Moskova Yargılanmalarıyla ilgilenmedi. Stalin aynı zamanda çok önemli bilimsel açıklamalar yaptı. Bu bilimsel açıklamalar her seferince çılgınca alkışlarla karşılandı. Bu ayır edici bir ekoldür. Hitler’in Kavgam’ı, Mao’nun Kızıl Kitabı, Enver Hoca’nın Emperyalizm ve Devrim’i, Saddam Hüseyin’in toplu eserleri bu neviden eserlerdir. Bunlar rakipsiz ve solo eserlerdir. Birine sahip olmanız halinde diğerlerine, daha doğrusu başka hiç bir şeye ihtiyacınız yoktur. (Bu eserlerin topluca kağıt fabrikalarına gönderilmiş olması karşıdevrim güçlerinin geçici olan bir başarısıdır. Gerçek komünistlerin veya devrimcilerin zaferiyle birlikte her şey değişecektir. En azından Dersimliler arasında bu gibi hayallerle dolaşan pek çok insan vardır.)

    İmha ve işkence kamplarının kurucusu Stalin aynı zamanda ayrıntıların adamıydı. En küçük bir adaletsizliğe izin vermediğini göstermek için şu hikayeyi aktarır: “Yaşlı bir köylü kadından tek keçisinin yerel yoldaşlar tarafından kolektifleştirildiğine dair bir mektup aldım. Olaya derhal müdahale ederek keçinin zavallı yaşlı kadına iade edilmesini sağladım.” Dolayısıyla bizden beklenen tüm terörü, katliamları ve işkenceleri unutup Stalin’i bir melek olarak kabul etmemizdir.

    Stalin sayısız parti yöneticisini de ağır işkencelerden geçirdi, itirafa zorladı, onurlarıyla oynadı ve yıkılmış ve yalvaran bu insanları kurşuna dizdi. Bunlardan biri Lenin’in “partimizin parlayan yıldızı” olarak tanımladığı Buharin’di. Buharin sırf düşüncelerinden dolayı yani hiç bir örgütsel ilişkisi olmadan karşıdevrimin önderi ilan edildi. Sayısız itirafa zorlandı. Hatta öyle ki bu kadar çok itirafı savcı kalitatif olarak değil kantitatif olarak abartılı buldu ve bu yüzden Buharin’i azarladı. Savcıya göre insan yalnızca işlediği suçları itiraf etmeliymiş! (Bakınız, Mahkeme Tutanakları, Reports of court proceedings in the case of anti-soviet “bloc of rights and Trotskyities” People’s Commisariat of Justite of the USSR, s: 767-800, ). Yargılamanın en insanlık dışı özelliklerinden biri, Buharin’den içine düşürüldüğü durumun Stalinci rejimin övgüsüyle birleştirilmiş mantıki bir izahını yapmasını istemekti. Çünkü Stalin ve cellatları bu gibi bir izahatı yapacak kadar bir entelektüel kapasiteye sahip değillerdi. Buharin gerçekten tüm birikimini ve zekasını cellatlarını tatmin etmek için kullanmak mecburiyetinde bırakıldı. Moskova Yargılamalarının tutanaklarını okuduğumda İstanbul Sıkıyönetim Mahkemelerinde yargılanmanın bile ne kadar şanslı sayılabileceğini gördüm.

    Türkiye’de sağcılar da demokrasi istemiyorlar. Türkiye’de demokrasi toplumsal-siyasal bir talep haline gelmedi. Türkiye’deki terör rejimiyle seçmenin büyük çoğunluğunun politik kültürü arasında bir uyum varmış gibi bir durum arz ediyor. AB baskısıyla gerçekleşen reformlar çok yüzeysel kalacak ve Türkiye demokrasi düşmanlarının egemenliğinden çıkmayacak. TÜSİAD Türkiye’nin Avrupalı bir devlet olmasını isteyen tek kuruluş oldu. Radikal Türk solcuları “Türkiye’yi AB’nin sömürgesi yapmayız” diyerek anti-AB gösteriler yaptılar. Türkiye’de şiddet ortamının bitmesini istemeyen sağcılar ve solcular bir noktada birleşiyorlar. Bir tarafın varlık nedeni diğer tarafın varlığıdır.

    Sonuç olarak Türk solu demokrasiyi, hümanizmi ve insan haklarını savunmamaktadır. Normallikten son derece uzak politik koşulların reformcu tarzda ortadan kaldırılması kimseyi ilgilendirmemektedir. Herkes kanlı bir proje yapmakla meşguldür.

    Mainstream Türk toplumundan ve Türk sağcısından bir şey beklemiyoruz. Ancak işin tuhaf yanı Dersimlilerin etnik-kültürel özgürlük istemeye çalışırken bile ilk etapta demokrasiye ve insan haklarına saygısı olmayan marjinal sol gruplarla muhatap olmak zorunda bırakılmasıdır. Bu düşüncedeki insanlar hangi ülkede politik olarak ciddiye alınıyorlar veya varlıklarıyla ciddi bir tehdit oluşturuyorlar? Bir-iki Latin Amerika ülkesi hariç hiç bir yerde… Bu çok acayip bir durumdur. Dersim nasıl proletarya diktatörlüğünün ve komünizmin son kalesi haline geldi? Dersim bir sanayi şehri olmadığı ve hatta artık gerçek kimliği ile var olmadığı halde, nasıl son devrimcilerin biricik ilgi odağı haline geldi? Dersim neden bu denli bir önem kazandı? Dersim’in devrimciliği askeri, siyasi, ekonomik ve politik olarak kaç para eder? Türk kolluk kuvvetleri bile Dersim seçmenleri arasında çoğunluğu elde etmiş. Dersim’in toplam nüfusu 80 bin civarında. Tümü bir kızıl öndere biat etse ne olacak? Bu insanlar öncelikle neden projelerini ve felsefelerini bize kabul ettirmek istiyorlar? Bu insanlar neden diğer şehirlere hitap edemiyorlar? Bu insanlar bizden ne istiyorlar?

    Not: Bu yazı12 Haziran 2005 tarihinde yazılmıştır.

    http://duzceyerelhaber.com/mehmet-yildiz/26623-dersim-ve-solculuk

  44. 38 no’lu anonim’in ilk iki cümlesini okudum… Ne kadar da doğru diyerek kutlayacakken….
    “tkp gibi partilerde özgür bir tartışma olsa parti dağılır. çünkü bu partilerde üyeleri bir arada tutan motivasyon özgürlük değil itaat kültürüdür.”
    diğer iki cümleyi de okumuş bulundum!
    sscb kendi halkına özgürlük veremediği için değil, onları daha fazla kamçılayamadığı, ezemediği için dağıldı. sosyalist sistemi çökerten unsur yeterince stalinist olamamalarıydı.”

    N. Hoca hikayesi gibi… Arpayı azaltmış, azaltmış da sonunda eşek ölmüş… “Tam da bahar gelecekti!” demiş…
    Stalinist ve Hitlerist yönetmler, baskı ve zulümlerin şahikasıdır. En fazla 10-15 yılda arkasında on milyonlarca ölü ve insanlıktan çıkmış “tuhaf yaratıklar” bırakır ki ondan sonra insandan geriye “akılsal, yaratıcı, insani” hiç bir şey kalmaz… Yontma taş dönemine dönmek kaçınılmazdır… Bknız.. Yeni Rusya!
    Stalin bu zulmünü fazladan 7-8 yıl sürdürmüşse bunu 2. dünya savaşına borçludur; iyi bir önder olduğu için değil, zulmünün “versiyonunu” değiştirmek zorunda kaldığı için…
    Yahu, o zaman sosyalizme ne gerek var! Derdimiz ne! Vahşeti örgütleyen üç beş psikopatın adı değişsin diye mi yırtınacağız…
    Sömürgeci, kapitalist emperyalizm, Stalinizmden daha iyidir! Cinayetlerinin sayısı olarak değil… (çünkü bir fark görülemeyebilir) en azından kapitalist emperyalizm koşullarında insan “sosyalizm” ümidini taşıyabilir… “Stalinist Sosyalizmde ” ya bir ev köpeği taklidi yaparak yaşamak ya da kendini öldürmek ya da öldürtmekten başka bir seçenek yoktur ki!

  45. Sırrı Öztürk
    HAYATÎ VE YAKICI
    SORUNLARIMIZA CEVAPLAR (∗) – I –

    Soru-1: Egemenler: “Laikçi-Şeriatçı” diye sahte ve suni bir gündemi dayattılar. Siz de sıklıkla: “Gündem çalındı” diyorsunuz. Doğru, gündem çalınmıştır. Çalınan gündemi, “Emek-Sermaye” ve “Proletarya-Burjuvazi” hakikî gündemini nasıl ayakları üzerine oturtacağız? Komünistlerin en acil sorunlarından çözülmesi gereken “Komünistlerin Siyasî Birliği” ama nasıl?

    Cevap-1: Dünyanın asıl mülk sahipleri olan: Sömürücü, yeni-sömürgeci hegemonlar/sınıflar, günümüzde uluslarötesi tekelci sermayenin hâkim olduğu bütün ülkelerde sahte ve suni gündemlerle, kaba güce, zora ve teröre başvurarak ancak ayakta kalabiliyor. “Kapitalizmi daha gelişmiş” ülkelerin gerici tekelci sermaye güçleri biçimsel burjuva demokrat bazı tavizler vererek haklı talepleriyle hak arayan, grev yapan, direnen, isyan eden, başkaldıran ve ayaklanan kitleleri belli ölçülerde uyutmayı becerebiliyordu. Böylelikle sınıflar mücadelesinin şiddetlenmesinin önünü keseceklerini umuyordu. ABD, AB, Japon emperyalizmi Sosyalist Sistemin çözülüp çürümesiyle görece vermek zorunda kaldıkları kimi göstermelik “sosyal devlet”, “liberal demokrasi” vb. tavizlerini şimdi birer birer geriye almaya başlamıştır.

    Kapitalist TC devleti ise bu türden “burjuva demokratik” tavizleri vermek istememektedir. Uluslarötesi tekelci sermayenin yer-yer yerli bir ortağı, işbirlikçisi ve taşeronu kimliği ile devlet tekelci kapitalizmi; avantalar-yağmalar düzeninin ancak tekelci, militarist, polis devleti yöntemiyle ayakta kalabileceğine inanıyor.

    Ayrıca, TC devletini işçi sınıfı ve emekçi halklarımıza kimi “burjuva demokratik” tavizleri vermeye zorlayacak, adına layık Devrimci ve Komünist bir örgütlenme de yoktur.

    Öncelikle: Devlet tekelci kapitalizmini devrimci yol ve yöntemlerle aşmaya; aynı zamanda işçi sınıfı ve emekçi halklarımızın haklı taleplerini sisteme kabul ettirerek, onlara geri adım attırmaya ve bazı tavizler almaya yöneltecek Kurum ve Araç’lara da henüz sahip değiliz.

    Batılı emperyalist-kapitalist yönetimler tutarlı bir tarih ve sınıf bilincine sahipler. “Emek-Sermaye” ve “Proletarya-Burjuvazi” hakikî gündeminden haberliler. İdeolojik-sınıfsal karakterleri bunu gerektiriyor çünkü. Emperyalist-kapitalist sistemin tarihsel-sosyal ömrünü biraz daha uzatabilmek için ellerinde başka bir silahları da yok. Fakat bilimsel bilgi ve bilinç taşıyan insanlarımızı bir türlü yanıltamıyorlar. Yanıltamayacaklar!..

    Tekelci sermaye güçleri: Devrimci ve Komünist Kadroların emperyalist-kapitalist sistemin devrimci yol ve yöntemlerle yıkılıp aşılması yolunda verdikleri teorik-ideolojik-politik ve örgütsel mücadelelerini saptırmak için her alanda savaşıyor. Onlar; henüz bilimsel bilgi ve bilinç kazanamamış insanlarımızı binbir yabancılaştırma, kuşatma, baskı, terör, yalan ve demagojilerle kandıracaklarını sanıyorlar. Sınıfsal konumlarının gereğini yapsalar da hem haksızlar hem de yanılıyorlar!..

    Tekelci sermayenin eşitsiz, adaletsiz, artı-değer sömürücü yeni-sömürgeci ve ahlaksız sistemlerini aşmak için elbette “Emek-Sermaye” ve “Proletarya-Burjuvazi” hakikî gündemini tarihsel-sosyal-sınıfsal-kültürel haklılığımızla dayatmak zorundayız. Bunun içinde hâkim gerici sınıfların sisteminin-rejiminin-düzeninin karşısına sosyalist/komünist alternatiflerimizin yığınağını yapacağız.

    Kapitalizmin tarihsel alternatifi sosyalizm/komünizmdir.

    Alt-emperyalist ya da küçük-emperyalist niyetlerle politika yapan AKP ve Recep Tayyip Erdoğan: “Tek parti, tek devlet, tek millet, tek dil, tek vatan, tek ümmet, tek din, tek bayrak, ezan, Kur’an vs.” diyerek uluslarötesi tekelci kapitalizminin yaşadığımız bölge ve ülkedeki “yüksek” çıkarlarını savunmaktadır. Recep Tayyip Erdoğan panturanist, panislamist, pantürkist, Yeni Osmanlıcı bu türden söylem ve niyetleriyle “Üç K” geleneğimize saldırmaktadır. Böylelikle ancak tatmin oluyor ve “o halde varım!..” diyebiliyor. Dileriz sonu Enver, Talat, Cemal Paşa’larınkine benzemesin.

    Devrimci ve kolektif çabalarımızla “Komünistlerin Siyasî Birliği” sorunu/sorunsalının ete kemiğe bürünebilmesi gerekiyor. Ayrıca ve öncelikle Devrimci/Komünist Hareketi tekleştirerek, Birleşik/Güçlü/Donanımlı Tek Parti-Tek Sendika-Tek Gençlik Örgütü sorunsalının mahiyetini kavramamız gerekiyor. Birleşik İşçi Cephesi’ni tekelci sermaye diktatörlüğünün karşısına koymak gerekiyor. Gençliğin Yolu İşçi Sınıfının Yoludur şiarımızı yükselterek, tarihsel/sınıfsal/sosyal muhalefet dinamiklerinin en ileri unsurlarının kurumsal merkezi disiplinli İSP ya da KP’nin kurmaylığına-güvencesine getirilmesine çalışmamız gerekiyor.

    Bütün Devrimci ve Komünist Kadroların emek-güçlerini temel ilke ve amaçlarda buluşturup bütünleştirmek gerekiyor. Komünist Kadrolarla Komünistlerin Siyasî Birliği; bütün devrimci kadrolarla da Faşizme Karşı Savaş Birliği/Cephesi kurum ve güvencelerimizi işbaşı yaptırmak zorundayız.

    Henüz yan yana ve ancak şekilsiz biçimde duran ilerici, demokrat, devrimci, sosyalist, komünist, bolşevik iddialı örgüt ve birimlerin öncelikle yüzleşip hesaplaşarak ayrışması ve ardından yeniden bütünleşmesi gerekiyor.

    Bütün bu çalışmalar: Aşırı teorisizme, entelektüalizme ve dogmatizme kaymadan, teorik-ideolojik çalışmaları proletaryanın en ileri unsurlarına, sosyalizmin/komünizmin asıl sahiplerine taşıyarak, emek-güçlerimizle pratik örgütçü çabalarımızı buluşturup bütünleştirerek yapılacaktır.

    Komünistlerin Siyasî Birliği sorunu/sorunsalına çözüm yöntemi olarak hiç kimse ne hazır reçete yazabilir ne de şart dayatabilir. Kolektifimiz Çalışanları olarak bizler de asla reçete yazmıyor ve program dayatmasında bulunmuyoruz. Teori ve pratiklerimizle Devrimci ve Komünist Kadrolar arası yaratıcı diyalogları hazırlamak için uygun bir iklim ve altyapı oluşturmaya çalışıyoruz. Çeşitli ve çok yönlü ilişki, diyalog, iletişim kanalları açmaya çalışıyoruz. Kadrolar arası diyalog ve ilişkilerimizin anlamlı olabilmesi için istişarî toplantılar düzenlemek; demokratik tartışma disiplin ve gelenekleri hazırlamak; bütün ilişkilerde sosyalist demokrasiyi, ilke, kural, yöntem ve bilinen normları işletmek istiyoruz. Devrimci/Komünist Hareketimizi kongre ve kurultay disiplinine taşımak, bu kapsamlı çabaları bilince çıkarmak gibi Devrimci bir gündemin gereklerini hazırlamaya ve yerine getirmeye çalışıyoruz.

    Kolektifimiz Çalışanlarına göre Komünistlerin Siyasî Birliği’nin sağlanması hakikat kadar basit ve sade yöntemlerle gerçekleşecektir.

    “Birlik: Zıtların Birliği Ve Karşıtlığıdır” diyalektik birliğine inanıyoruz.

    Birlik: Marksist geçinen üniversite okumuş, kariyerist yarım-aydınların, benmerkezci, geçimsiz, huysuz yöntemleri izole edilerek, burjuva ve küçükburjuva sosyalizmi üzerinde anlamlı bir basınç uygulayarak gerçekleşecektir.

    Soru-2: Haksız ve kirli savaşlar tırmandırılırken, Yakın ve Orta Doğu’da Bölgemizde ve TC’de “iç savaş” ve “faşist darbe” tartışmaları yapılıyor. Burjuva resmî tarih anlayışı ile burjuva resmî ideolojisi kemalizmin politikaları nereye evriliyor? “İç Savaş” koşullarında mevcut “sol cenah” örgüt/partilerinin tavrı nedir? “Komünistlerin Siyasî Birliği” sorunu/sorunsalı nasıl gerçekleşir? Kapitalist TC Devleti’nin Kürdlere ve Kızılbaş-Alevilere savaş ilanından ve günümüzde de onları tasfiye hareketinden sonra, işçi sınıfı ve emekçilere yöneldiğinde mevcut “sol cenah” örgütleri, bugünkü kurum, araç ve mevzilerini nasıl koruyacaktır?

    Cevap-2: Emperyalist-kapitalist sistem haksız ve kirli savaşları dayatarak varlığını ancak koruyabilmektedir. Günümüzde bir yandan “düşük yoğunluklu savaş” doktrin ve stratejileriyle savaş sanayiini geliştirip güçlendirebiliyor. Diğer yandan Üçüncü Dünya Paylaşım Savaşı için tahkimatını yapıyor. Tekelci sermaye güçleri yapısal ve hegemonya krizlerini aşmak için iç savaş ve faşist baskı yöntemlerine başvurmaktadır. “İç Savaşlar” her zaman hâkim gerici sınıfların niyet ve amaçlarına uygun sonuçlar doğurmaz. İşçi sınıfı ve emekçilerin teorik, ideolojik, politik ve örgütsel güvenceleri olan İSP ya da KP’leri işbaşı yapmışsa “İç Savaşlar” siyasal, sosyal, proleter devrimlere de dönüşebilir. Faşist darbeler işçi sınıfı ve emekçilerin haklı taleplerini önlemek için, tekelci sermayenin “yüksek” çıkarlarını koruyup kollamak için tezgâhlanmak istenir. Fakat kitleleri tutarlı-somut-amaçlı bir iktidar mücadelesinde seferber etme yetenek ve donanımına sahip İSP ya da KP her alanda güçlü ise, faşizm tehlikesi geri teper.

    “Komünistlerin Siyasî Birliği” sorunu/sorunsalı nasıl gerçekleşir? Sorusunun cevabı Cevap-1’de verilmiştir.

    Burjuva resmî tarih anlayışı ile burjuva resmî ideolojisinin en has partisi “İP” partisidir. Adı “işçi” olan bu örgütte 150 adet işçi bulunmazken NATO ve PENTAGON’da eğitilmiş 150’yi aşkın ulusalcı-kemalist asker bulunmaktadır. Ulusalcı “İP” partisi ve yöneticileri tekelci devlet kapitalizmine asla zarar vermeyen provokatif ve sistem tarafından çeşitli amaç ve niyetler uzantısında daima kullanılan bir örgütlenmedir.

    Bütün siyasî partileri doğuran anaç parti ulusalcı CHP AB’ye küreselleşmeye angajedir. MHP’de CHP gibi farklı tonlarda ulusalcılığı-kemalizmi savunmaktadır. Bu partilerin de uluslarötesi tekelci sermaye güçleri ve NATO ve PENTAGON ile bir çelişkileri asla bulunmamaktadır. Bu iki parti de “Üç K” geleneğimize şiddetle karşıdır. CHP ne sosyal ne demokrat bir partidir. Tekelci sermayenin sınıf mücadelesi sürecinde ve hini hacette MHP-BBP gibi faşist partilere biçtiği rol Kontrgerillada tetikçiliktir yalnızca.

    Dr. H. Kıvılcımlı’nın tez ve tahlillerini kabaca sömürüp tahrif etmekten de öte bir çizgiye kayan HKP’de -kurulduğu tarihten bu yana- “İP” partisi gibi ulusalcı-kemalist bir kanala girmiştir.

    Lenin’in Bolşevik Partisi ile Komünist Enternasyonal’in birlik ve dayanışmasını yanına alarak inşa edilen Tarihî TKP’nin Devrimci geleneklerini değil, yalnızca ismini çalan SİP “TKP” ise “İP” partisinin, “cumhuriyetin kazanımları” demagojileriyle madalyonun öteki ulusalcı yüzüdür.

    Tutarlı-somut-amaçlı bir iktidar mücadelesinde bu türden siyasî akımların dediği olmayacaktır. Burjuva resmî tarih anlayışı ile burjuva resmî ideolojisi-kemalizm; temelleri Marx-Engels-Lenin tarafından atılan Bilimsel-Komünizm Öğretisini her alanda kuşanmış Komünist Kadroların kolektif çabalarıyla geri tepecektir.

    Kürd/Kürdistan Ulusal Hareketi bir yandan ABD+AB+İsrail siyonizmi’nin uğursuz projeleriyle, diğer yandan mevcut Kürd örgütlerinin yaşadığı “öndersizlik krizi”nin aşılamayışı yüzünden ağır darbeler almıştır. Sömürgeci/kapitalist TC devleti hem Kürd Ulusal Hareketi’nin haklı taleplerini “barış süreci” ninnileriyle oyalıyor, uyutuyor hem de uluslarötesi tekelci sermayenin “yüksek” çıkarları uzantısında tasfiye etmeye çalışıyor. Aynı yöntemi Kızılbaş-Alevi Hareketi’ne de “ılımlı-siyasî islamcı ve amerikancı Alevilik” örgütlenmeleri yoluyla uyguluyor. AKP bin bir baskı, terör ve demagojilerle Kızılbaş-Alevi Hareketi’ni İslam içine çekip asimile ederek işini bitirmekten yanadır.

    Bir yandan devlet tekelci kapitalizmine zarar vermeyen devlet sendikacılığı, diğer yandan sisteme “kalp ilacı” olma dışında bir marifeti bulunmayan burjuva ve küçükburjuva sosyalizmi anlayışlarına, yani sıranın işçi sınıfı ve emekçilerin davasının saptırılıp sömürülmesine geldiğinde de gene aynı yöntemleri uygulayacaktır. Zaten “rahatlıkla” da uygulamaktadır.

    Tutarlı-somut-amaçlı bir iktidar yürüyüşünde mücadelenin bütün yol ve yöntemlerini uygulamaya aday İSP ya da KP’si siyaset sahnesinde yerini almış ise, bu türden uğursuz projeler mutlaka geri tepecektir. Sistemle uzlaşmaz bir çelişkisi olmayan mevcut “sol cenah” örgüt/partilerinin de devlet tekelci kapitalizmi diktatörlüğünün pekiştiği ortamlarda asla bugünkü mevziilerini dahi koruyamayacağı açıktır.

    Soru-3: AKP’nin karşısında sosyalist bir alternatif nasıl örgütlenir?

    Cevap-3: Mevcut gerici parlamentoda AKP’yi bilinen ideolojik-sınıfsal çizgileriyle eleştiren CHP, MHP, HDP gibi siyasî partiler bulunmaktadır. Bu siyasî partilerin dışında içişleri bakanlığına başvurmuş olan 80’e yakın siyasî parti vardır. Bunların yarısı “sol” eğilimlidir. İnternetin sanal ortamında komünistçilik oynayan 390 adet örgüt/partileri ise saymayalım…

    Devrimci, Sosyalist, Komünist ve Bolşevik iddialı siyasî partiler ne “legalite” ve “illegalite” fetişizmini aşabilmiştir ne de mevcut AKP, CHP, MHP, vb. burjuva partilerine karşı alternatif sosyalist/komünist program ve projeler üretebilmiştir. Bu halleriyle de üretemeyeceklerdir. Çünkü bu onların işi değil, devrimci proletaryanın/komünistlerin işidir. Günümüzdeki gerici parlamentoda bilinen ideolojik-sınıfsal zaaflarına rağmen biricik “burjuva demokratik” ses BDP-HDP’den çıkmaktadır. HDP birbirleriyle uzlaşmak durumunda kalmış Kürd Ulusal Hareketi’yle ona ilkesiz/pragmatik yöntemlerle eklemlenen “sol cenah” örgüt/partilerinin birer koalisyon arayışıdır. Asla sınıf partisi değildir. Bilerek ya da bilmeyerek (fark etmiyor) HDP’ye sınıfsal bir örtü ya da rol biçenler/yükleyenler Bilimsel-Komünizm Öğretisinin dışındadır/düşmanıdır.

    Uluslarötesi tekelci sermayenin yer yer yerli bir ortağı, işbirlikçisi ve taşeronu olan AKP’nin kara gerici, ümmetçi, ırkçı, milliyetçi, faşist-faşizan iktidarına karşı işçi sınıfının siyasal ve sendikal birliğini gündemine alan, kolektif çabalarla oluşturulması şart olan Marksist-Leninist İSP ya da KP ancak sosyalist/komünist alternatif politikalar üretebilecektir.

    Soru-4: AKP diktatörlüğüne karşı ittifak, güç ve işbirliği politikaları örgütlenemez mi?

    Cevap-4: Kapitalist-anarşiden, avantalar ve yağmalar düzeninden şu ya da bu düzeyde nemalanan tekelci kapitalistlerin partilerine ne hazin işçi ve emekçiler oy vermektedir. AKP iktidarı âdeta “köpeksiz köyde değneksiz dolaşmaktadır.” Bütün gerici ve faşist partiler gibi: “Allah, din, iman, cemaat, mezhep, tarikat, ırk, milliyet, vatan, millet, bayrak, ezan, ümmet, namaz, Kuran vb.” argümanlar temelinde burjuva politikası yapmakta ve kitleleri etkilemektedir. AKP “sol cenah” örgüt/partilerinden daha çok kitlelerin sosyal dokusunu tanımaktadır. Elbette bu türden gerici politikaların geriletilip aşılabilmesi için ilerici, demokrat, devrimci, sosyalist, Marksist vb. güçlerle çeşitli, şarta bağlı, çok yönlü ve zengin taktiksel esnekliklerle ittifak, güç ve işbirliği politikaları örgütlenebilir. Bu türden politikaların örgütlenebilmesi için de birleşik, güçlü, ciddî, güvenilir ve donanımlı bir İSP ya da KP’ye ihtiyaç duyulmaktadır.

    Bilimsel-Komünizm Öğretisi dışındaki mevcut “sol cenah” örgüt/partileri, sınıflar mücadelesinde ya liberalizme, ya özgürlükçü-postmodern yeni “sol” akımlara, ya da ulusalcı -nasyonal solcu- akımlara evrilmektedir. Kimi “sol cenah” örgüt/partileri de gizli ya da açık ittifaklarla CHP muhipliğine soyunmaktadır.

    Bir yandan “dar grup kültü ya da tapınımı” yöntemlerinde ısrar edilmesi, diğer yandan sağ ve “sol” teslimiyetçi bütün oportünist siyasî akımların maceracı, provokatif atakları ile bireysel kahramanlığın yüceltilmesi ne Devrimci/Komünist Hareketimizin bütünleşip, birleşip Tek’leşmesine ne de İSP ya da KP’nin gecikmeden oluşturulması davasına yardımcı olmaktadır. “Devrim Ve Sosyalizm/Komünizm Aşkına(!) titreşen küçükburjuva devrimciliği ile bu türden çıkışlar yalnızca Burjuva AKP siyasî gericiliğinin, faşizminin pekişmesine yardımcı olmaktadır.

    Soru-5: Mevcut “sol cenah” örgüt/partilerinin Kürd Ulusal Hareketine, PKK-KCK-BDP-HDP’nin yeni “sol” politikalarına faydacı niyetlerle eklemlenmesi karşısında Devrimci ve Marksist Sol nasıl bir politika geliştirmelidir?

    Cevap-5: Yaşadığımız coğrafyada tarihsel/sınıfsal/sosyal muhalefet dinamiklerinin en anlamlı bölüklerinden Ulusallık-Sınıfsallık Diyalektik Birliği sorunu/konusu ne tutarlı-somut-amaçlı bir iktidar mücadelesi açısından doğru biçim ve içeriklerde tartışılmakta ne de tutarlı bir tarih ve sınıf bilinciyle kavranabilmektedir. Bu coğrafyada burjuva ve küçükburjuva sosyalizminin çok kuvvetli bir maddî zemini var. Bu zemin devrimci inisiyatiflerle, kolektif devrimci/komünist müdahalelerle kuşatılıp kurutulmadıkça ve onların üzerinde anlamlı bir teorik, ideolojik, politik ve örgütsel basınç uygulanamadıkça Ulusallık-Sınıfsallık Diyalektik Birliği sorunu/konusu sömürülmeye devam edecektir. Siyaset sahnesinde eksikliği hissedilen İSP ya da KP’nin işbaşı yapamadığı şartlarda ne “Kürd Sorunu” ne de “Kürdistan Sorunu” nihai çözüme kavuşturulacaktır. Ara/burjuva çözüm gerçekleştirilse bile “sorun” yine dönem dönem ortaya çıkacaktır. Üstelik Türkiye tekelci sermayesi, ara/burjuva çözüme bile yaklaşmamaktadır.

    ABD+AB+İsrail siyonizminin Yakın ve Orta Doğu politikaları, Bölgenin Arap, Kürd, Fars, Türk, Türkmen, Süryani, Keldani, Êzidi, Ermeni vb. emekçi halklarının “Allah, din, iman, cemaat, mezhep, tarikat, ırk, milliyet, vatan, millet, bayrak, ezan, ümmet, vb.” etno/dinsel kimlikler ekseninde sömürülmesine endekslidir.

    AKP iktidarı: 1970 – 15/16 Haziran Ayaklanması sürecinde tutuklanan Proletarya Devrimcilerinin bir “hapishane mavrası” olarak şekillendirdiği ve giderek yaygınlaşan “Üç K” (Komünist-Kızılbaş-Kürd) geleneğimizin hangi manaya geldiğinin farkındadır. Bunun için “Üç K” geleneğimizin yeni nitelikler kazanmaması için canla başla çalışmaktadır. AKP iktidarına en büyük darbeyi vurmaya aday “Üç K” geleneğimizin de İSP ya da KP’nin kurmaylık ve güvencesinde derlenip toparlanması şarttır.

    Öcalan+MİT’in ortaklaşa hazırladığı bir proje olan Türkiyelileşme/HDP projesi ise hem Kürd Ulusal Hareketi’nin hem de sosyalist solun yeni nitelikler kazanabilmesini önleyen gerici bir devlet projedir. Bu proje emperyalist-kapitalizme yaşadığımız Bölge ve coğrafyada anlamlı bir ders vermeye aday İSP ya da KP’nin sosyal pratikte işbaşı yapmasını önlemeye aday uğursuz bir projedir.

    Hatırlanmalıdır: 12 Eylül askeri faşist darbesinin yıkıntıları arasında Parti ve Partileşme Sorunu konularındaki arayış ve yönelişlerimizin önünü kesmek için tezgâhlanan ve de 1989 yılında bir devlet projesi olarak gerçekleştirilen, ayrıca günümüzdeki “örgütler anarşisi” hastalığını depreştiren “Kuruçeşme Toplantıları” da bu amaçla tezgâhlanmıştı.

    Burjuva ve küçükburjuva sosyalistleri “Çatı-Seçim-Geçim Partisi” uvertürleriyle günümüzde Kürd Ulusal Hareketi’ne ilkesiz/pragmatik yöntemlerle tutunmuştur. Sosyal pratikte yeterince denenip-sınanan ve de açığa düşen bu unsurlar şimdi de HDP projesiyle hayat ve mücadelenin reddettiği program ve projelerinin gerçekleşeceğini ileri sürmektedir.

    Türkiyelileşme/HDP projesi ayrıca; Kürdistan Komünistleri ile yaşadığımız coğrafyanın Komünist Kadrolarının enternasyonal birlik ve dayanışmasını önlemeye yönelik bir devlet projesidir.

    20 Mayıs 2014

    (∗) Kolektifimize ve Sırrı Öztürk’e yöneltilen sözlü ve yazılı sorulara bu türden bir yöntemle cevap verilmesini uygun buluyoruz.(Yayın Kurulu)

    http://sorunpolemik.com/SP/623/hayati_ve_yakici_sorunlarimiza_cevaplar_-i-/

  46. 32 numaralı hasan basri perinçek’in yorumu tartışmaya son noktayı koymuş.
    konu kilit. dağılın.