Dilaver Demirağ/İSRAİL KATLİAMINA ANTİ-SEMİTİZM BAHANESİ (1)

Fayerband’ın bilimsel ororiteryanizme ve modernizmin resmi ideolojisi olan bilimciliğin tek biçimci, mutlakçı görüşüne karşı bilim düşüncesini açık bir sistem haline dönüştürmek amacıyla ortaya attığını düşündüğüm ne olsa gider sloganı buralarda bir çorba anlayışına dönüştürüldü. Öyle ki kendilerine Anarşist tanımını büyük bir utanmazlıkla yakıştırabilenler Anarşizmin en önemli kurallarından birisi olan herhangi bir devletin yanında saf tutmamak ilkesi salt İslam düşmanlığı ve bunun Filistin’e bir transferi olarak HAMAS düşmanlığı nedeni ile modern zamanların en aşağılık devletlerinden birisi olan İsrail denen gecekondu devletin savunulmasına bin bir gerekçe üretmelerine olanak sağlayabiliyor. Birileri Tolstoy’a yaslanarak şiddet karşıtlığını mutlaklaştırarak iki şiddet de aynıdır sonuçta şeklinde düz bir mantığa varıyor. Fosfor bombası ile çokta sofistike olmayan füzeler aynı kefeye konulabilir mi? Tolstoy penceresinden bakarsanız bu anlaşılabilir. Sonuç olarak mutlak şiddet karşıtı bir konumdaysanız füze ile fosfor bombası arasındaki fark öldürme kapasitesi olarak bir farktır. Bu bakımdan şiddet karşıtı anarşistlerin füzeye de bombaya da hayır tavrını benim gibi mutlak şiddet karşıtı olmayan birisi anlamlı bulmasa da meşru görülebilir. Savaşa her halükarda bu savaşın öznesi kim olursa olsun karşı olmak ekseninden dünyaya bakarsanız Filistinlerin kendilerini savunmak için bile olsa savaşa başvurmaları kabul edilemezdir. Bu eksende bakarsak Can Başkent’in şiddet karşıtlığı düzlemi içinde yazdıklarına kendi bakışını paylaşmak kaydı ile ilk etapta hak verebilirsiniz.

“İsrail’in yaptıklarını hepimiz biliyoruz. Peki nasıl bir tepki vereceğiz? Bir ülkenin bir ülkeyi işgaline karşı söyleyecek neyimiz var. Tarihsel olarak İsrail devletini haksız, Filistinlileri mazlum halk olarak kucaklıyor muyuz? Şiddetten arınmışlık, şiddetin her türlüsüne karşı olmak anlamı taşıyor. (Buraya bir ünlem koyup, örgütlü ve örgütsüz şiddet arasındaki farkı tartışmaya başlayalım, sonuçlarını da ileriki sayılarda okuyabilmeyi umalım.) İsrail’in işgaline karşı olan mantık, aynı zamanda Filistin’in, “ezilen” sıfatıyla şiddet kullanmasını, dahası, bunu acındırma tarzında yapmasını, İsrail şiddetini tahrik etmesini radikal bir şekilde olumsuzluyor. Fakat, atlamamız gereken en önemli nokta, İsrail’i eleştirirken, bu eleştirinin kaynağının savaş karşıtlığı ve savaşı engelleme isteği olduğunu unutmamak. İsrail’in yaptığını Filistin yapamadığından, Filistin’i meşru ilan etmek, kaçınılması gereken bir analiz hatasıdır. Unutulmamalıdır ki, tek taraflı savaş olmaz. Diplomatik zırvaları bir kenara bırakırsak, gerilla mücadelesinden gelen Arafat ile faşizan Yahudi gençliğinin eski üyesi Şaron’un temsil ettikleri toplumların uzlaşmalarının, barışa ulaşmalarının mümkün olmadığı açıktır. Burada, toplumları ve bireyleri anarşist ol(a)madıkları için suçlayabilir ve temsilcilik kurumu ve devlet mekanizması oluşturdukları için garipseyebiliriz. Fakat, ne değişir? Derin bir pragmatizm değil yazdıklarım. Anarşizmin kitapların dışına çıkabilmesini, bu yerin de Orta Doğu olmasını istemek sadece. Elbette, biraz yüzeysel anlamda baktığınızda, heteroseksizmlerini ve seksizmlerini bir kenara bıraktığınız vakit, İsrail’de örgütlenen Kibbutz’ların, bir tür komünal yaşam sürdürdüklerini hissedebiliriz. Tarıma dayalı ve endüstrinin yadsındığı küçük köyler aslında hepimizin hayalini kurduğu konfederatif anarşist dünyayı [biçimsel olarak andırmıyor mu? Hatta, Kibbutz’lu bir çok refuznik olduğunu da acilen hatırlatayım. Ütopyanız ne olursa olsun, birilerini kendi ütopyalarını üç aşağı beş yukarı yaşayabiliyor olması; din / inanç temelli olsa da, sevimli görünüyor. İsrail toplumunda barış oluşması için çalışan vicdani ret hareketini, pasifistleri, refuznikleri desteklemek belki de yapılacak ilk iş olmalı. İsrail’de ve Filistin’de taban hareketi yaratmak için çalışan örgütlerle işbirliği yapmak ve dayanışmak, Filistin tarafındaki gerillaları ve İsrail ordusunu lanetlemek, bence, politik eylem çerçevesinde anlamlıdır.”

Yazı derinlikli bir alt metin okuması ile okunmaz ise anlaşılabilir hatta kendi ideolojik çerçevesinde hak da verilebilir tespitlere dayanıyor. Başkent şiddet karşıtı ve bu bağlam da her iki tarafında şiddeti araçsallaştırmanın ötesinde bir amaç haline getirdiklerini ve karşılıklı olarak savaşı ve şiddeti kızıştıran bir siyaset izlediklerini söyleyerek şiddetin öznelerini ayırt etmeksin eleştiriyor. İsrail devletinin varolma hakkı ekseninde İsrail devletinin ortadan kalkmasını talep etmenin anti-semitizm olduğunu, İsrail’i füzeler ile tahrik eden terör unsurlarının bu tahrikleri karşısında İsrail Ordusunun bir tür meşru müdafaa olduğunu söyleyecek kadar salak bir düşünceyi üstelikte anarşizm adına savunacak kadar beynini yemiş zatlarla kıyaslandığında kendi içinde tutarlı ve mantıklı bir bakış açısı kurmakta. Ancak Sezar’ın hakkı da buraya kadar. Çünkü Filistin’de yaşananlar ile en ufak bir empati kurmayan, vicdani en ufak bir duyarlılık kurmadan salt soğuk mantığın kibirli öznesi ile kefede aynı ağırlığa sahip olmayanları aynı kefeye koyarak aslında akla hakaret eden bu akılcılık sanırım Tolstoy’u bile utandıracak bit mantık kusuru ile malul.

“İsrail’in işgaline karşı olan mantık, aynı zamanda Filistin’in, “ezilen” sıfatıyla şiddet kullanmasını, dahası, bunu acındırma tarzında yapmasını, İsrail şiddetini tahrik etmesini radikal bir şekilde olumsuzluyor.” Bu ifadelerdeki söylemsel zalimlik dahası bir halkın acısını bir tür yutturmaca olarak sunacak kadar vicdan ve ahlaktan yoksun bir söylem ancak oryantalizmi ileri derecede içselleştirmiş ve beyaz efendilerine yaltaklanan birinin ifadesi olabilir.

Can Başkent’in İsrail-Filistin mücadelesini muhtemelen pasifistlerin sitelerinden takip edip buna karşılık ne İsrail zulmüne tanıklık edenlerin, ne oradaki halka köle muamelesi yapan bu ırkçı faşist devletin yaptıklarını eleştiren Yahudi anarşistlerden de, nesnel bakanların da yazılarını takip etmediği izlenimi bırakan bu tarafsızmış gibi yapan ama İsrail devletine selam çakan yazısı kan donduracak cinsten.

Başkent’e göre kadim Filistin yurduna buraya Mısır’dan çıktıktan sonra yerleşen Yahudilerin satın alması nedeni ile hak iddia eden Yahudilerin Holokosttan dolayı vicdani rahatsızlığını gidermek isteyen batılı devletlerin sol ya da sağ Yahudi Milliyetçileri destekleyerek zorla yerleşmelerine de çanak tutmaları, dahası İsrail ordusunun ilk çekirdeğini oluşturan Haganah’ın bölgedeki Araplara dönük katliamları ve sonraki yıllarda Arapların İsrail devletine savaş açmaları nedeni ile ülkenin giderek sağcı – aslında Irkçı ve faşist – Siyonistlere teslim olması gibi aktüel tarihin gerçekleri Başkent nezdinde zerre kadar siyasi bir öneme ve değere sahip değil. Sanki İsrail devleti binlerce yıldır oradaydı ve Filistinli işgalciler gelip de buradaki Yahudi halkı yerinden etmiş gibi konuşan Başkent Filistinlilere karşı İsrail’in işlediği insanlık suçlarını önemsemeyen bir tavır içinde.

Herşeyden önce Filistinliler gerçekten de ezilen bir halk. Açlık, yoksulluk, şiddet, baskı, işkence ve her fırsatta askeri saldırılar altında öldürülme. Filistin açık bir biçimde sömürge halinde bir yaşam sürdürmekte, İsrail bir sömürgeci devlet gibi davranmakta. Dünyada hiç bir anarşistin sömürgede yaşayan ile sömürgeye karşı koyarak kendi bağımsızlığını isteyenleri aynı kefeye koymamıştır. Ama Başkent’in sözde Pasifizmi hiç bir anarşistin kabul edemeyeceği şekilde sömürgeleştirilen ile sömürgeleştireni aynı kefeye koymakta. Bu denli büyük bir miyopluk ancak beyaz efendilere yalakalık yapmaya varacak kadar özgürlüğe, direnişe ve isyan denilen şeye yabancılaşmış, insan olma onurunu, insanca bir vicdanı taşıma gibi en basit erdemleri hiçe sayan bir ahlaksızlık içinde olanlara uygun düşer.

Başkent’in mantığına göre, Filistinliler kendilerini savunmamalı. İsrail’in işkencelerine, her tür itaatsizliği şiddetle ve üstelik Filistinlileri aşağılayan politikalarına sessiz kalıp, en ufak bir itirazda evlerinin yıkılmasına, çocuklarının öldürülmesine, Başkent’in övünç kaynağı olarak bize pazarladığı ve genelde en ırkçı Yahudilerin çıkmaya başladığı kibutzlardaki Yahudilerin yaşadıkları topraklarda yayılmalarına ve onları giderek yaşadıkları yerden çıkartarak antik çağda olduğu gibi saf bir Yahudi yurdu yapmalarına İsrail’deki Anarşist hareket güçlenip, Filistin’de de pasifist anarşistler çoğalıncaya kadar susmalı; efendilerine sessizce boyun eğmeliler. En ufak bir itaatsizlik karşısında İsrailli yerleşimciler tarafından vurulmalarına, en son yaşanan olayda olduğu gibi gözü dönmüş sağcılar tarafından yakılmalarına sessiz kalmalılar. Böyle alçak bir direnişsizlik mantığını pasifizm diye yutturmak için ancak Başkent gibi katil yardakçısı olmak gerekir. Her türlü vicdani duyarlıktan yoksun bir küçük burjuva kalemşorluğu ile egemenlerin öz uzman aydını olabilmek gerekir.

Başkent vb. Anarşistler – ki Başkent gibi bir beyaz Anarşisti ancak onun kadar beyaz olan bir başka Anarko-Kemalist Gün Zileli destekleyebilirdi. Bu yüzden Zileli’nin Başkent gibi Anarşizme utanç ve onursuzluk bahşeden, sömürgeci yanında saf tutanları desteklemesi tam da ortak beyazlık nedeni ile doğal – tam da yukarda söylediğim post modern çöplük nedeni ile varolabiliyorlar.

Neyse ki bu ülkede İsrail’in safında açıkça yedeklenen alçak anarşistler ile Başkent gibi pasifizmi bile rezil eden Anarşist kılıklı oryantalistler azınlıkta. Bu topraklardaki Anarşist algıya dair pek çok eleştirim olsa da, Anarşistler bugüne dek Filistin ve Kürt sorununda çoklukla doğru bir yerde durabildiler. Ama hala Anarşizm adına İsrail devletini “öz savunma yapıyor” diyecek kadar ahmak ve vicdan yoksunu anarşist etiketli alçaklar mevcut. Onların bu aşağılık tezlerini bu yazının devamında ele alacağım. Sonra da İsrail ve Filistin gerçeğini bağımsız kaynaklardan aktaracağım. Hiç olmaz ise bu tür insan kılıklı aşağılık yaratıklar gerçekleri göz göre iğdiş edemesinler diye…

Dilaver Demirağ / itaatsiz.org

Hakkında Gün Zileli

Okunası

12 Eylül ve Sol

Artıgerçek İki hafta önceki “12 Mart ve Sol” yazımı şu cümleyle bitirmiştim: “Sol bütün bunlardan …

79 Yorumlar

  1. Hoş güzel de Dilaver, bana yönelik eleştirini hangi yazıma dayandırdığını anlayamadım. Bir küçük alıntı verseydin bari 🙂

  2. Ban böyle saldırılması hoşuma gidiyor.. Karşı saldırıyla falan uğraşasım yok, “beyaz anarşist” lafına epey güldüm ama..
    neyse, okuyanlara yine de israil.filistin üzerine yazdığım tonla yazıyı ve ikinci intifada sonrası filistin/israil ziyaretime falan dair notları okuyabilirsiniz:
    http://canbaskent.net/politika/

    kısacası düşüncelerimi dilaver gibilerinden değil de bizzat yazdıklarımdan takip etmek en doğrusu olacaktır. hem saldıracak malzeme çıkar…

  3. Bir anarko-kapitalist ile bir islamcının savaşında o kadar “collateral damage” olacak artık.

  4. “Anarko-kapitalist” kim?

  5. Cok fosforlu bir yazi.. Hamasin füzeleri bu Kadar fosforlu degil..

    Israilde Baris yanlisi israil hükümetine karsi 7000 kisilik miting düzenlenir.. filistin füzeleri gelmege baslayinca kaybolurlar..

    Gün Zilelinin bu Kadar düstügünü görmemistim..
    Yazarin kafasinada Israil füzeleri düsmüs olmaliki hamasida gecen sacmaliklarda bulunuyor..

    Israil devleti gecekonduymus, Devlet olma Hakki yokmus!!

    Hamas bile bunu bu Kadar acikca söyleyemiyor..
    Gecin ya.. hepinizi gecin..
    Pek fosforlusunuz.. Fosforlu.. filmi vardi galiba ona bakayim..

  6. @ GZ

    Diğeri.

    “Ünlü anarko-kapitalist Rothbard’ın ‘anarşizm kapitalizm en bütüncül ifadesi, kapitalizm de anarşizmin en bütüncül ifadesi’ sözünü artık ciddiye alıyorum.”

    http://canbaskent.net/politika/88.html

  7. Can Başkent, bu yazıyı yazmadan önce bir de İskandinav anarşistlerine danışsaydı iyi olurdu. Onlar bu ülkelerin “insaniliği” konusunda hiç de aynı fikirde değil.

  8. küçük burjuva

    Hakaret zamanı:)

  9. dilaver demirağ

    sevgili Gün yazıdaki eleştirim senin de canla kimi konularda benzer düşünmenden nkaynaklanıyor malum ikinide lker Paşa , Ergenekon ve Balyoz sanıklarına özgürlük talep etmiştiniz ya. Beyaz ifadesini tam da buna dayandırmaktayım. Bu konuyu ele alan bir yazıyı yazıp koyacağım siteye. O zaman kimi konular açığa çıkmış olacak bu bir. İkincisi Can Başenti övmen nedeni ile-eleştriebilirsin-bu ortaklıklara da dayanarak eleştirmin sen de nesnesi oldun. Bu konuda sen ne düşünürsün bir yazına ulaşamadığımdan arada kaynaman dışında bu eksende sana söyleyecvek fazla şeyim yok. Ama diğer yazıkların üzerinden sıkı bir eleştiri yazısı yazacağım.

  10. senin gibi gizli (gizli mi o da belli değil ya) AKP’li olmadığımdandır.

  11. dilaver demirağ

    Gün Zİleli bir kez daha iyi niyetim başıma dert açtı, seninde diğer kemalistler gibi iki yüzlü ve çatal dilli olduğunu ne yazık ki anlayamadım. Öncelikle bu sözlerini ispatlamzsan en ağır hareketler maruz kalacağını şimdiden ilan ediyorum. Ama kemalist olmak bile sinsi bir alçak olmak kadar kötü değil miş. Senin bu alçakça ithamını daha önce yapanlarda oldu ama sıkı bir küfür yiyince kuruklarını kıstırdılar. Şimdi tekrar ediyorum sözlerini kanıtla yoksa çok fena halde küfredeceğim şahsına.

  12. Dilaver Demirağ’la telefonda konuştum. Benim kendisine AKP’li dememe kızmış. Düzeltiyorum: Dilaver Demirağ, AKP’li değildir. Ancak fikirleri AKP’ye oldukça yakındır ve bu fikirler sonuçta onu AKP’nin saflarına götürür.

  13. dilaver demirağ

    Gün Zileli bu saptamaların oldukça öznel ve düz mantık yürütmeye dayanıyor. Ünlü girtili örneğine benziyor. Bilmem kim bir giritlidir, bilmem kim aynı zamanda bir yalancıdır öyleyse bütün giritliler yalancıdır. Benim AKP karşıtları ile temel farkım da burada ben bir Anarşistim AKP’ye dinsel değerleri kendine araç yaptığı için değil-ki ben AKP’nin en çok da buradan bombalanması yanlısıyımdır-bizzat devlete yerleşerek bir devlet unsuru olması ile eleştiriim. Diğer eleştiri ne yazık ki ciddi bir islamofobyaya dayanmakta. Anarşit bir AKP eleştirisi aynı zamanda bir modern devlet ve modern siyaset eleştirisi de olmalıdır bunu yapamayan her eleştiri ne yazık ki kemalizmin saflarında saf tutar. Benim AKP’ye fikren yakın olduğum hükmünde büyük oranda İslam ve Anarşizm arasındak diyalogsal köprüler inşaa etmem ve Ergenerkon vb devlet çeteleri konusunda senin gibi hukukl telep etmememdir. Oysaki burada mantık açık olmalı, bir bu ülkenin devlet geleneği siyaseten katle dayanır yani devlete devlete sahip olma temelinde saldırıldığında devlet kanadında kim güçlü ise ötekini tasfiye eder. İki Anarşistler hukuk değil Adalet peşindedirler Kropotkinin de bakunin de hukuk hususundaki görüşlerini iyi bilirsin. Dolaysıyla yüzeysel bir takım ortak kavramsallıklardan yol çıkarak beni AKP’ye yakın fikirleri olan ilan etmen öznel ötesi bir değerlendirmedir senin gibi düşünce adamı ile de bağdaşmaz kanımca. Bu saptamaların için sağlam argümanlara gereksinmen var. Hasılı bence ya söylediklerini kanıtla ya da bu konuda ebediyen sus derim aksi durumda niyetin bu olmasa bile iftiracı konumuna düşüyorsun. benim Anarko kemalist ve beyaz suçlamalarıma gelince ben de bunları kanıtlayamaz isem o zaman ben de kötü bir iftiracı olmaktan kurtulamayacağım. O yüzden kanıtlayıncaya kadar bu suçlamalarımı geri çekiyorum.

  14. benim AKP’ye yaptığım eleştirilerin %90’ı bu partinin giderek bir devlet partisi haline gelmesiyle ilgilidir. Öte yandan islamcı eğilimdeki anarşist arkadaşların dikkat etmesi gereken bir nokta var: İslami referanslar, onları belki de farkında bile olmadan AKP çizgisine yakın bir noktaya getiriyor. Bu noktaya dikkat edin.

  15. –::)) Solcularin Gaze savasinda süper Akp liler..

    Körler sagirlari agirlar..

  16. Benim boyle blog/internet üzerinden tartışma yapma alışkanlığım yok, onun için pek takip edemiyorum.

    1. elbette siyasi her tutsağa özgürlük diyorum: içine tükürdüğümün genelkurmayından tutun da, komünistlere, şunlara bunlara dek. bu memlekette öyle bir dönem oldu ki, askerler siyasi tutsak oldu, o zaman, mantıken onlara “bile” özgürlük talep etmek anarşizmin en temel ilkelerindendir. bunu tartışmak bile komik bence. dahası, bendenizin siyasi görüşlerine tam aşina olmayanlar için söyleyeyim: silahlı devrimi savunmam. antimilitaristim, bunu söylemek bile tuhaf.

    2. her insan gibi benim de düşüncelerim değişiyor, gelişiyor. pasifizm anlayışım hiç bir zaman dogmatik ve romantik olmadı. stratejik olarak oldukça faydalı bulurum pasifizmi, yazılarımın çok çok büyük çoğunluğunda da pasifizmin anarşizm nüansına ihtiyacı olduğuna değindim, burada tekrarlamayayım. isevi değil, anarşizan bir pasifizmi savunuyorum.

    2.5. öte yandan şiddetin, gerek savunma gerekse daha büyük şiddeti önleme açısından, bağlamsal manada gerekçelendirilebileceğini de düşünüyorum. ama ben buna iştirak etmiyorum, iştirak eden de “keşki daha iyi bi yolunu bulaydın kardeş” diyorum.

    3. filistin / israil davasında tarafım. dünyada hiçbir güç bana Hamas/FKÖ vs’yi savundurtamaz. nasıl kürt özgürlüğünü pkk vs ile iliştirmiyorsam (ama pkk’nin etkilerini ve “faydalarını” göremeyecek kadar da kör değilsem), filistini de hamas vs ile ilişkilendirmiyorum. israil halkını da siyonizmden ayrıştırıyorum – ki israili kuran ben gurion falan siyonist sosyalisttir, kibbutz’lar hala yaşayan en büyük komün örnekleridir falan. israil devletini eleştirirken, yahudi halkını itin götüne sokacak değilim.
    ciddi bir islam karşıtı olduğum için, filistinin islam soslu direnişiyle kendimi özdeşleştirmem mümkün değil. ama salak da değilim, gittim gördüm, filistinin acılarını, “ayy bunlar müslüman, ben ateist deccalım” diyerek yok sayacak kadar avanak değilim. ama öte yandan, hamasın direniş adıyla yaptığı kalleşlikleri de sineye çekemem.
    çözüm ne? ünlü bir tulatçının dediği gibi, hayatın sırrını iki satırla veremem, filistin/israil’i de bir blog comment’inde çözemem (yoksa çözerdim).

    4. Mütevazılık yapacak değilim, http://canbaskent.net/politika/88.html yazısı ciddi bir yazıdır. Elli kere söyledim: anarko-kapitalizmi ciddiye alıyorum. Bu demek *değildir ki* ben bir anarkokapitalistim. Ne alakası var? Bu topraklarda her sosyal sorunu kapitalizme yorma kabahati yapılıyor, sapla saman karışıyor. Dahası anarşist ekonomi, çok çetrefillidir. Anarşist ekonominin bir tür “pazar” ekonomisi olduğu çok açıktır bana göre. Dolayısıyla sorum şuydu o yazıda: liberterizmden devleti çıkarırsak, anarko-kapitalizmi mi elde ederiz? Bu soruya ciddi yanıt veren Türkçe/İngilizce/Fransızca bi makale bilen varsa, bana haber versin de öğreneyim. Ben hala bulamadım. Haa, sloganvari, ergen makalelerden söz etmiyorum elbette.
    İskandinav meselesine gelince: maalesef hemfikir değilim zira benim hedef kitlem sadece anarşistler değil – “sıradan halk” diye küçümsediğimiz insanlar. Haliyle, elbette siyaseten hassas cemaatler her ekonomide bir kusur bulacaktır. Ama ben hayalperest bir anarşist değilim, mümkün mertebe verili, gerçek dünyayla iletişim kurmaya çalışıyorum.

    5. İnsaf, Gün benim neyimi övmüş? Kimi yazılarımda bi iki şeye katıldı diye, Gün ile aramızdaki siyasi benzerlikleri de çok abartmamak lazım 🙂 Zira nisbeten Gün de ben de epey yazıyoruz, bazı şeyler elbette örtüşecek. Biraz eşelesek aslında fikri farklılıklarımız daha fazla olabilir.

    6. Dilaver, eyvallah, yazılarımı istediğin kadar eleştir, ama kişiliğime hakaret etme, ayıptır. Hatta Gün’e de, kimseye de ikiyüzlü, çatal dilli falan deme, ayıptır, ben utandım.
    Ben de küfretmeyi inan çok severim, mesele küfürleşmeye dönüşmesin.
    Öte yandan Dilaver’in AKP-Kemalizm ve dahası islam-anarşizm arasında kurduğu “ilişkilerin” saçmalık olduğunu düşünüyorum. İndirgemeci ve basitleştirici bir yaklaşım meselenin önemli boyutlarını bilerek yok sayıyor sanki. Bu konuyu tartışmak da anlamsız, zira çok farklı uçlardayız, verimli bir fikir teatisi oluşmaz.

    7. Beyaz olmama gelince… Valla, Dilaver nasıl bir anlam bağlamında böyle terimleri kullanıyor, yazdıklarından anlayamadım. Küçük burjuva değilim, yattığım yatak bile benim değil, yemek yediğim masa bile benim değil (ama bunu yazdığım bilgisayar benim 🙂 ).
    Voltaire’ci bi edayla siyasi tutsakların, kim olursa olsun, salıverilmesini talep ettim diye beyaz oluyorsam, olayım.

    İşin komiği ne biliyor musunuz sevgili okurlar?
    Bu, Başbuğ’a bile özgürlük dediğim yazıyı ilk dağıttığımda
    http://canbaskent.net/politika/82.html
    Oda TV gibi mecralar da atlayıp kendi sitelerinde yayınlamıştı. Çok gülmüştüm elbette.
    Anlaşılan Dilaver’in siyasi ufku da bu OdaTV’cilerden farklı değil. Beni hemen anarko-kemalist yapmış, ne demekse…

    Bilin diye söyleyeyim, benim anarşizm yolculuğum hiçbir zaman solculuktan geçmedi, gün’ün aksine.
    Kendimi hiç solcu olarak tanımlamadım, zira hiç solcu olmadım,olamadım. Haliyle hiç kemalist, atatürkçü her neyse de olmadım. işin daha da tuhafı sevan nişanyan’dan bile daha anti-kemalistimdir aslında, zira sevan Paşa’nın liderlik özelliklerini, karizmasını sever, ben sevmem.

    Uzattım, umarım üşenmeden okursunuz.

  17. dilaver demirağ

    Can bugün günle uzun uzadıya konuştuk. Bazı şeyleri açıklığa kavuşturmak gerek. Bir beyaz kavramını iki olguya dayandırrark kullanıyorum bu topraklardaki kültürel hegomonyanın bir işareti olarak batıdan montaj düşünceler ile yazan ve konuşanlara,iki yaşamı yoksul olsa da kültürel sınıfsal konumu egemen sınıf olan orta sınıfla kesişenler için. Bu bağlamda sen beyaz tanımına tam olarak uyuyorsun.

    Ben bu ülkede İslami Anarşizm lafını ilk dillendiren kişiyim ama Anarşizm Unutulmuş Olanı Hatırlamak kitabında bambaşka bir düzlem oluşturdum bunu yazımına devam ettiğim Anarşi ve İrfan ile yazma planına aldığım farklı bir anarşist ütopya denemesi olarak kurguladığım Göçebe Ay Ahşap Medeniyet kitabımda daha da derinleştireceğim. Öz olarak ben bu ülkede Anarşizmin yerelleşmesini ve yerlileşmesini savunuyorum, İslam meselesine bakışım da bu minvalde. Saçma bulup bulmamak elbette senin kendi öznel değerlendirmendir yani senin meselen. Ancak ben bu yola fikri olarak baş koydum ve bu konudaki düşüncelerimi daha da derinleştirmekten geri durmayacağım.Bugün modern Anarşizm ile İslam arasında bir sentezi bunların dayandığı bilgi haritaları farklı olduğundan içeren İslami Anarşizmi savunmuyorum. Bugün İslam ile Anarşizm arasında etik düzleminde birbirini anlama çabası anlamında bir diyalogu savumakla birliktre kend yerli Anarşizmime kültürel anlamı ile Osmanlı Anarşizmi diyorum. Dediğim gibi bunu adını andığım çalışmalarda daha da açacağım. İmdi İslam meselesine bellirli bir yerden bakıyorum ve aynı zamanda müslüman biriyim diye düz mantık kurup yargısız infazla hemen AKP damgası vuranlar AKP üzerine en sıkı eleştiri yazılarını yazanın ben olduğumu bilmiyorlar. Yani kapısına bakarak binanın planı üzerine yorum yapmaktalar. Ama her müslümanım diyen AKP’li olmadığı gibi AKP’yi tam da dinin temel ilkelerine ihanet ettiği için yerden yere vuran hatta onu bir münafık statüsünde gören müslümanlar da var, ama kıblesini batıya çevrienlerin bunu bilmesi de anlaması da olanaklı değil. Bu ülkedeki solcuların çoğunun İslam üzerine bilgileri Turan Dursunun yazdıklarının dışında değildir. Onlara göre yekpare ve kendi içinde farklılaşmamış tek bir İslam vardır. Bunun dışında bir İslamı da islami bakış açısını da bilmezler. Bu yüzden de AKP’ye sonuçta bir sağ sistenm partisi olarak bakmak yerine ondan tam da dini argümanlara dayandığı için nefret ederler. Yani AKP karşıtlığı ile İslamofobi arasında oryantalist sol ve anarşlist aydınlar arasında kopmaz zihinsel bağlar var. Bu nokta tam da onları modernist olan oluşumlarla ve doğal olarak Kemalistler ile yan yana düşürmekteler. Her neyse amacım İslam anlatmak değil isteyen bu konuya kafa yorar ve öğrenir ben de kemalist bir ailenin çocuğu olarak okuyarak öğrendim herşeyi.
    Güne çatal dilli deme nedenim benim için hakeret kabul edeceğim AKP’li tespiti nedeni iledir.Bunu ispat etmeden söyleyen her kişi iftiracıldır ve çamur atıp iz bırakarak bir itibarzılık yapam çabasındadır. Ben nasıl sizin yazdıklarınız üzerinden size eleştiri yapıyorsam sizden de aynı adaleti ve dürüstlüğü beklerim. İslami bakışımı eleştirebilirsiniz eleştiri kavramına uygun olacak şekilde yapıldığı sürece hem sevinç duyarımi, hem de yapan benim gözümde saygın biri olur. Ancak elelştiri ile çamur atmayı aynı kategori de görmem bu da bilinsin.
    Şimdi gelelim yazdığım yazına bu yazıya değil bir çok yazına çok köklü itirazlarım var en başta da kapitalizm ile pazar ekenomisini aynı kefeye koyan saldırgan kapitalizm türü olarak Anarko-Kapitalizm kavramına. Anarşizm Proudhon üzerinden klasik manada liberal değelere yakın görülebil,r ama asla kapitalizmle eş değer görülemez. kafan çok fazla karışmış sanırım sağlam okumalar yapmayışından olsa gerektir. Bu anlamda bir doz Lefevreyi şiddetle tavisye ederim. İsrail-Filistin çatışmasında da düştüğün yanlışlar buradan geliyor Gus Salom ile Anarşistleri aynı kefeye koyman. Oysa Gus Salom iyidir hoştur ama son tahlilde ne kadar barışçıl olduğu taryışmaya açıktır. Ama Anarşistler gus salomdan farklı olarak tam da Levinasyan bir ahlakla Filistinliler ile dayanışıyor ve İsrail devletinini bizat varlığını sorunlaştırıyor. Senin bir yazın dışında bunu esaslı ele alan bir yazına ben sitende rastlamadım yollarsan linkini bakarım. Pasifizm, savaş karşıtlığı, anti militarizm bunların tümü elbette tartışmaya açıktır. Ama hiç kimse Filistinlilerin İsrail tarafından soykırıma uğrarken mazlumluk sömürüsü yapıyor diyeme<z bunu yapan kişi ne anarşisttir, ne anti-militaristtir, ne de barış yanlısı şiddet karşıtır tek kelime ile vicdansızlıktır. Dahası mantık olarak hatalıdır çünkü kümeler teorisinde bile tüm kümeler eş değer ele alınmaz. Ünlü elmalar ile armutlar toplanamaz sözünün kayanığı da budur oysa senin çok sert bir dille eleştirdiğim yazın tam da bunu yapmakta.
    Senin bu konuya dair yazdıklarına sert eleştirler yapmaya elbette devam edeceğim, ama adil olmasına önem verdiğinden bu konudaki tüm yazılarını bana gönderebilirsen (dilaverdemirag@gmail.com) o zaman eleştirilerim de adil olacaktır. Yani bana şunu demeni istemiyorum tek yazıdan yol çıkarak bunları yazarak haksızlık etmişin. Ben bu yazıda öne sürdüğün fikirleri savunmuyorum. Bunu dememen için tüm yazılarını yolla okuyayım ve ona göre yanlış tespitler yapmışsam bunu da açık yüreklilikle söylerim. Bana AKP'li diyenler bir zahmet İnternette bu konuda yazılmış yazılarımı okusunlar ondan sonra bu rezil damgayı bana vursunlar. Kardeşim AKP'li olsam ne halt demeye Anarşizm , Su Poltik,Sistem eleştirisi gibi hayli muhalif konualarda yazayım ki bilgimle AKP'li şaban yazarları beşe katlarım ve tayyip Erdoğanı onlardan çok daha güzel cilalar zengin ve müreffeh bir hayat içinde günümü gün eder üç otuz para için hayat mücadelesi vermem. Bu tür yaftaları yapıştırmadan önce o kişiyi iyice okuyun ondan sonra yaftalayın. ben tespitlerimi yazdıklarınızdan yol çıkarak yapıyorum sizde aynısını yapın ve tespitlerde bulunun o zaman başımla berabersiniz. Beni kimse eleştiremez gibi bir tavrım hiç olmadı Dediğim gibi kaliteli eleştiriye sonuna kadar açığım. Gün bile kitabımı tam okumamış okusaydı o kitapta Anarşizm içi konuşan biri olduğumu anlardı. İslam ve Anarşi Irmağını okumuş onun dışında yeni totaliterlik meselesine dair yazdıklarıma bakmamış bile. ha keza yoksulluk üzerinden nasıl bir Anarşist direniş olur üzerine yazdıklarımı da. hasılı benim reel politika ile politik analizler dışında alakam yoktur. hayatımda reel siyaset adına yaptığım tek iş Yeşiller partisinin kurucusu ve kız bir dönem eş sözcülüğünü yapmak oldu orada da Anarşistliğim tuttu kendi koltuğumda dahil herşeyi dağıttım gittim ve yeşiller ile yollarımı ayırdım. Ayrılık nedenlerimden birisi de partinin giderek liberal bir çizgiye kapılmasıydı oysa benim kurucusu olduğum şey bir parti değil bir hareketti ve sisteme dair çok sağlam eleştirileri ve alternatifleri vardı. Ama ömür vefa etmedi.
    Hasılın hasılı fiilen kemalist olmayabilirsiniz ama aynı düzlemdesiniz çünkü aynı kültürel habitusa sahipsiniz. ben bu köprüleri bir ekolojist olarak atalı çok oldu. İslam meselesine yakınlık duymam bile ekolojizmimden kaynaklandı. İllichi okudum ve utandım. O günden beri de bu toprakların kültürel ruhu ile buluşma çabasındayım. Diyeceğim bunlardan ibarettir bugün çok yazdım. Gönder yazılarını- sitede eriştiğim iki yazın vardı eleştirdiğim dışında-hakkaniyetli davranayım. Sizn bana yapmadığınızı ben size yapmaya hazırım.

  18. Dilaver’in yazdıklarına kısacık yanıt vereyim.

    – evvela, müslüman olmanı AKPli olmaya falan bağlayan ben değilim. AKP’nin müslümanlığı temsil etmediğini/edemeyeceğini görecek kadar aklım başımda çok şükür.

    – Aynı şekilde, islamın “laikçilerin” ima ettiği gibi monolitik bir gericilik yuvası olmadığını bilecek kadar da gün gördüm çok şükür. Böyle bir iddiam hiç olmadı, olamaz da zira çok aptalca olurdu.
    Elbette islamın içinde özgürlükçü nüveler bulabilirsin, kuranın ayetlerini türlü türlü okuyarak bir çok ideolojiye temel bulabilirsin. itirazım yok. aynı şeyi budizmden museviliğe dek her dinde, her siyasetten birçok insan yapıyor. ben yapmam, böyle bir çabayı anarşizme uygun bulmam – kutsal kitapla anarşizmi temellendirmek anarşizmin amaç ve çabalarına aykırıdır bence.

    Amaaaa..

    – montaj lafına alındım. alındım, zira sen ve ben toplumu/toplumumuzu farklı okuyoruz diye benim “batılı” ideolojim montaj, senin “doğulu” ideolojin orijinal mi oluyor? o zaman, türksek eğer, turancı olalım, köktürk yazıtlarını okuyalım, orada anarşizmi arayalım?
    montaj olmadığımın tek kanıtı şudur: klasik anarşist düşünürleri hiç ama hiç sevmem, çok antika bulurum, kropotkinciyim diye geçinirim ama, kropotkini itin götüne sokarım ciddi ciddi. yeni dönemde de düzgün düşünür yok ciddi ciddi okuyup hayran falan olduğum.
    lafın kısası, düşüncelerimi apartacağım, çalıp türkiyeye monte edeceğim bi düşünür falan da yok ki…
    bu nedenle iş başa kaldı diye bu düşünceleri yazıyorum.
    diğer bir deyişle, senin spiritüel/ruhani/manevi düşüncelerin ne kadar montajsa benimki de o kadar montaj..

    – hegamonyaya hizmetim neymis sorarım? sınıfsal neyim egemenlerle kesişiyor. sırf biyolojik erkeğim diye erkek-egemenci mi oldum, anlamadım ki.. kısacası, kürt/kadın/gey/mümin değilim diye egemen mi oldum?

    bu kadar özcü olunur mu yahu!

    – bir de anlatamadım sanırım, ben imana falan saygı duymam. insana saygı duyarım elbet, ama ateistim hatta anti-christ/deccal’ım diye niye islamofobik olayım, saçma.

    NOT: Kitabını elbette ciddiye alarak okudum geçen yıl, çok çok farklı uçlarda olduğumuzu elbette anladım. Haliyle pozisyonlarımızı tekrarlayarak daha da ayrışmamıza, neredeyse düşmanlaşmamıza da pek gerek görmüyorum.

    NOT 2: gönderecek yazım yok, zira her yazımı hemen siteme koyuyorum, ne yazdıysam orada.

  19. Yazarın kaygılarını anlamaya çalıştım. Sanırım, O’nun tanımladığı bir “beyazım!” Elimden geldiğince “nesnel” olmaya çalışsam da O’nun bakış açısını yakalamak benim için sanırım mümkün değil…
    Hak, adalet, merhamet konusunda onun kadar gelişmiş olduğumu sanmıyorum. Ama yeryüzünde acı çeken ve Müslüman olmayan diğer topluluklar konusunda duyarlılığı konusunda bir bilgim yok… Örneğin “fanatik islamcıların” kadınlara yönelik zulmü karşısında yüreğinde uyanan isyanı bilmiyorum. İyi bakıldığında hem nicelik, hem nitelik olarak aslında bu zulüm, İsrail’in zulmünden daha fazla olduğu görülebilir…
    *
    Bu İsrail, Filistin ve Yahudi, Arap meselesinin çok karmaşık olduğunu kabul etmekle başlamak gerekli…
    Kendini savunanlar kimler? Örneğin “gecekondu devlet” tanımı bir tarihsel doğru olsa da bence TC de aynı şekilde tanımlanabilir. ABD’ de aynı şekilde! Bu meselede bu tür tanımlar “objektiviteyi” yaralar…
    Tamam, İsrail bir dayatma devlettir. Ama artık 8 milyon insanın yaşadığı bir topluluktur. Sonra 1400 yıl önce orada yaşıyorlardı; kovulmuşlardı….
    *
    Tarihsel geçmiş bir yandan sorunu anlamamıza yardımcı olabilir… Ama HAK, ADALET tarihi aşan bir şeydir artık. Artık bugün insanlığın dayanabileceği evrensel adalet yasalarının ne olabileceğini yüzde yüz doğrulukla olmasa da söyleme şansı veren bir gelişim evresindeyiz! Bu evreyi de öncelikle yazarın aşağıladığı Batılı felsefeciler, düşün adamlarıyla yakaladık. (Doğulu bilgeler de çok şey anlattı ama ‘kendini de bir araştırma nesnesi yapabilen’ bilimsellik Batı’nın ürünüdür. Bir çok keşif çok önce düşünülmüş, temelleri atılmış olsa da, bir ‘bütün’ olarak ortaya konulması modernizme ve Batı’ya mal edilmiştir; bu son kertede yanlış değildir! Geçmişe haksızlık her zaman yapılmıştır…)
    İslamcı bakış açısının korkunç bir açmazı bu; Batı’yı aşağılarken, batının modernleşme sürecinde ortaya çıkmış vargılardan destek bulma çabaları!
    Artık bu aşılmalı; Batı yalnızca Batı değildir! Batı, Batı olurken binlerce yıllık insanlık birikiminden yararlanmıştır ki, 1750’lere dek Doğu, Batı’yı yönetmiştir.
    Batı, insanlığın tarihsel sürecinden bir sentez yaratma şansını yakalamıştır… Ama bu Doğu’nun da katkılarıyla olmuştur! İnsanlık gerçek anlamda bir kardeştir! Düşmanlıkları, cinayetleri, ortaklığı, kıskançlığı ile bencil kardeşler topluluğudur!
    *
    İsrail-Filistin sorunu salt bu iki topluluk arasında olan-biten bir hikaye değildir! Arada, arkada ABD-Emperyalizm, Arap-Müslüman Şeyhlerin bencilliği, Müslüman toplulukların acımasızlığı-fanatikliği, Yahudi Devletinin acımasız hırsları, genel olarak Dinci Fanatizmin insan acılarına karşı duyarsızlığı yatıyor.
    Sanırım Sosyalizm ve Sosyal Mücadeleler Tarihi kitabında yazıyordu. Ortaçağ Hıristiyan dünyasında Kilise bir “sapkın” kente karşı saldırıya geçiyor. Kenti ele geçirmekte çok zorlanılıyor. Kentte “iyi Hıristiyanlar” da yaşıyor. Bu kuşatmacıları zorluyor. Bunun üzerine papalık emrediyor, “hepsini öldürün, Tanrı kendinden yana olanları tanır!”
    *
    Her iki tarafın da dinci fanatizmi, ya da bu fanatizmi karşılıklı kullanma konusunda kusurlarının eşit olduğunu biliyoruz.
    İsrail’in Orta-Doğu petrollerinin Batı emperyalizmi tarafından kontrolünü sağlamak üzere bir “destabilizatör” olduğunu da…
    Artık 8 milyona ulaşmış bir insan topluluğunun halen bir “gecekondu devlet” tanımı yapılmasının İsrail tarafından saldırganlığa “haklı” bir gerekçe yapıldığını da…
    Trilyon petro dolar akan bu coğrafyada uzlaşmanın önündeki engellerden, sorumlulardan diğerinin en az İsrail kadar diğer Müslüman Devletler olduğunu da…
    Bu sorunun HAK-ADALET içinde çözülmesinin bölgede de HAKSIZ-ADALETSİZ devlet yapılarının gerilemesine paralel olduğu inkarı yalnızca son 60 yıllık kısır döngünün devamına hizmet eder…
    Salt İsrail’i suçlamak, diğer suçluların suçlarını sürdürmesine, İsrail’i de suç işlemeye teşvik eder…
    İsrail Suç’un, Cinayetlerin, Adaletsizliklerin YARISIDIR!
    İkinci Yarı yalnızca İsrail’i suçlayarak kendi toplumlarındaki adaletsizlikleri gizlemek isteyenlerdir; kendi ülkelerindeki adaletsizlikleri gizlemek zorunda olanlar, nasıl olur da İsrail-Filistin savaşında Adalet diyeceklerdir…
    Öncelikle Filistinli halk, ve sonra İsrail bu bölgedeki zulmün, faşizmin, despotizmin görülmesini önleyen bir “şal’dır”… Bu “şal” RTE dahil bu tür adamların içtenlikle istemediği bir örtü değildir… Filistin ezilen bir halksa… Kürtler….
    Filistin-İsrail meselesi uzun zamandır bir “tavşana kaç, tazıya tut” iki yüzlü politikasıdır… Bu bölgedeki egemenler özünde memnun! RTE gibi adamlar dahil… İsrail’in akıttığı Filistinili’lerin kanını bölgenin egemenleri içiyor… Bakınız… 70 yıldır aynı adamlar hala oradalar ve semirmişler…

  20. Smirnada savastan önce 10 bin musevi,10 bin ermeni 140 binde yunanli yasiyormus.
    Türklerin sayisi ise 40 bin!

    Yerinden yurdundan edilen bu yunanlilar icin bir laf edene raslamadik. Tam tersine zafer kutlayan kutlayana..
    Ama is müslüman filistinlilere gelince..

    2 iki yüzümüzü yikamak icin kendimizi denize atsak temizleyemeyiz..

  21. 1-israil-filistin (arap-müslüman) anlaşmazlığının çözüm(süzlüğ)ü, bilgi-üretim ve mal isermaye, emek piyasalarının küresel entegrasyon bağlamında entegre olmadan mümkün olabilir mi?

    2- bu da bir modernist çözüm sayılmalı mı?

    3- öyle sayıldığında bunun yöntemi konusu da bir okadar önem arzetmez mi? (yani bu modernist entegrasyonun “demokratik-katılımcı-şeffaf ve denetlenebilir olması ya da “geleneksel” olarak yapıla geldiği gibi devlet üzerinden ve onun egemenlik takıntısıyla yapılan “otoriter” tarzların önemi nedir?).

    4- bu tür entegratif ilişkilerin kapitalistçe olduğu, tartışma götürmez. Ama öte yandan, devlet ve siyaset meselesinde yeni soruları ve yaklaşımları beraberinde getirdiği de söylenebilir mi?

    5-bu bağlamda olarak, kapitalizmin küresel mülkiyet ilişkilerine uygun küresel yek devlet amacı gütmesi gerektiği sonucu çıkar mı? bu durum, “ekonomik var olma nedenleri aşınan, anlamsızlaşan” ulus devletleri ve onlara karşı mücadeleyi nasıl etkiler?

    6- bu değişimin anarşist teoriye etkileri neler olabilir?

    NOT: bu ve benzeri konuları 2000lerin başlarında “mecmu-a.org” sitesinde de tartışmayı ve dine bu açıdan yaklaşmayı önermiş biri (m.alişer) olarak, bu tartışmayı çok önemsediğimi belirtmek isterim. selamlar…

  22. @ Can Başkent

    Yaşayan genç yazarlardan Kevin Carson var. Proudhon’cu mutualist pazar anarşizmine sadık bir düşünür. Kitaplarını ücretsiz pdf’ler olarak sitelerinde bulabilirsin. Bence ilginç ve okumaya değer. Ancak mutualizm ile anarko-kapitalizm arasında çok önemli, ilkini sınıfsız toplum ve anarşizm, ikincisini sınıflı toplum ve kapitalizm kampına yerleştiren farklar vardır:

    1. Mutualizm emek-değer teorisinin üzerine kuruludur.
    2. Mutualist serbest piyasanın üretim birimleri kapitalist ve işçilerinden oluşan kapitalist birimler değil bağımsız üretim yapan bireyler, haneler ve kooperatiflerden oluşur.

    Sitendeki yazılara bir süre önce baktım. Kapitalizmin evinde herkesten iyi turta yapıp satan, bu şekilde zenginleşip işçi tutanlar benzeri girişimcilerce yaratıldığını sanman en büyük teorik hatan. Böyle olsaydı zaten kapitalizm adil olurdu. Fakat tarihsel gerçek acımasız zorbalıklar ve güce dayalı soygun, yani ilksel birikimdir. Senin anlatını Marx burjuvaların birbirlerine anlattığı ninni diye tanımlar. Kevin Carson’da da aynı hayati vurguyu bulabilirsin. İşte tarihsel-materyalist yaklaşım ile meditasyona dayalı idealist kurgu yaklaşımı arasındaki hayati fark budur. İkincisi ile yolunu bulamazsın.

  23. İsrail-Filistin konusuna gelince,

    1- İsrail işgalci, savaş suçları işleyen, soykırımcı çizgiye dayanmış terörist bir devlettir. Filistinliler karşısında hakları, meşru güvenlik kaygıları vb. şeyleri yoktur. İşgal altında tuttuğu halka karşı yükümlülükleri vardır (güvenliklerini ve ihtiyaçlarını sağlamak, işgale son vermek vb.) Filistinliler’in temsilcisinin kim olduğundan ve temsilcilerinin siyasetinden bağımsızdır bu. Herşey sırayla.

    2- İsrail devleti bu karakterini çoğu diğer katil ulus devletlerle paylaşmaktadır. ABD, TR, Almanya, Japonya gibi sayısız devlet de soykırımcılık, işgal üzerine kuruludur. İsrail devletinin “yok edilmesi” diğer tüm devletlerin yok edileceği bir proleter dünya devrimi gündeminin konusudur. Bu gündemin dışında herhangi bir şekilde acilen veya ayrıcalıklı şekilde ortadan kaldırılmasına dayalı “direniş” ham hayal ve saçmadır.

  24. İsrail’in durumu ile Filistin’in durumu aynı değil.

    İsrail sahip olduğu nükleer silahlarla, olağanüstü yıkıcı askeri teknolojisi ile Filistin ile kıyaslanamaz. İsrail şu haliyle istediği zaman Filistin’e ait su kaynaklarına, petrol ve doğal gaz kaynaklarına dilediği gibi, güç kullanarak el koyan bir devlet. (Bunu yaparken bazı bahaneleri kullanıyor. Ama bu bahaneler ABD’nin Irak vb. ülkeleri güç kullanarak işgal etmesi gibi şeyler, yani inandırıcı değil.)

    Bu açıdan güç ilişkileri göz önüne alındığında, nasıl ki çok güçlü bir yetişkin ile çelimsiz ufak güçsüz bir çocuk aynı kefeye konulamaz ise İsrail ile Filistin aynı biçimde değerlendirilemez. (Güç ilişkileri otoriter ve hiyerarşinin de önemli bir nedeni ve kaynağı olduğu için görmezden gelinemez.)

    Murray N. Rothbard ve anarko-kapitalistlerin, anarşistlerden ziyade neoliberallere yakın olduğunu düşünüyorum. Piyasa ekonomisini, eşitsizliği kutsayan, bunların yarattığı olağanüstü sorunları görmezden gelen bir yaklaşımları var.

    Bu yüzden bu yaklaşımlarıyla önemli ölçüde neoliberallere benziyorlar. Devleti büyük sorun olarak görüyorlar ama bunun dışındaki önemli eşitsizlikleri, otoriter ve hiyerarşik ilişkileri, patronların egemenliği vb., genelde görmezden geliyorlar veya bu tür konularda sorun görmüyorlar.

    Bu açıdan sürekli özelleştirmeleri savunan, devletin küçülmesini savunan neoliberallerle ciddi benzerlikleri var. Örneğin bakın:

    https://mises.org/books/egalitarianism.pdf

    (Aslında ciddi benzerlikten öte ikisinin de aynı ideolojik düşüncenin parçası olduğu bile söylenebilir. ) Bu yüzden anarko-kapitalizm anarşizme oldukça uzak piyasayı kutsayan sağ düşüncelere oldukça yakın bir düşüncedir.

    Amerika İskandinav ülkelerine göre radikal düzeyde piyasa ekonomisinin kutsandığı, özelleştirmelerin, eşitsizliğin doğal karşılandığı bir ülke. Yani Amerika, İskandinav ülkelerine göre, zaten bunların çizdiği yolda yürümeye çalışıyor.

    Devletlerin değil şirketlerin ve piyasa ekonomisinin egemen olduğu bir dünyada (aslında şu anda zaten önemli ölçüde öyledir) sıradan insanların durumu daha iyi mi olacak? Yine bu şimdi olduğu gibi hiyerarşi ve otoriter ilişkilerin egemen olduğu bir dünya olacaktır. Belki şimdikinden daha otoriter ve eşitsizliğin egemen olduğu bir sistem içinde olacağız o zaman.

    İslami anarşizme gelince…İlk defa duyduğum bir şey. Nasıl olur, önerileri nedir bilmiyorum.

  25. Kuran’ı diyanet’in yayınladığı haliyle okudum. 80 tane yoruma açık filan değil. Genel ruhu gayet bariz ve 600’lü yılların Arap kültürü içinde bir gerçekliği var, tahmin edilebileceği gibi. Dolayısıyla bugünden bakınca, gerici yorumu doğru, “ilerici” yorumu tamamen zorlama ve çocukça bir korkunun ürünü, kişileşmiş somut bir Tanrı’nın varlığına karşı son iman(sızlık) atlamasını yapamamanın bir sonucu. Orasını burasını cımbızlayıp çok farklı yorumlar yapmaya çalışmak kadar “küçük” bir faaliyet düşünemiyorum. Yaklaşık olarak sakız çiğnemenin orucu bozup bozmadığını tartışmak ile aynı ehemmiyete sahip. Yok eğer bütün Türkçeleştirme filan yanlış da “oralarda bir yerde” çok ilerici çok kaliteli bir “doğru versiyon” varsa da hiç bir önemi yok. Kitabı kaale alan herkes bu halini kaale alıyor bu dil ile ilericilik yapmaya çalışmak çürük temel üzerine sağlam bina yapma çabası. Bunun Ali Şeriati’ci anti-kapitalist müslümanlar versiyonu da, potansiyel bir “anarşist” verisyonu da aynı sorundan muzdarip. Başka türlü de olamaz.

  26. @MulayimSert
    Kevin Carson’u not ettim, sagolasin.

    Kapitalizm konusunda, ekonomik modelin yarattigi sorunlarin ne kadarinin devlet tarafindan yaratildigindan emin olamayiz. Kisacasi, “devletsiz kapitalizm” -her ne demekse- bu kadar vahim olmaz diyorum. Devletsiz kapitalizm iyidir demiyorum, bu kadar kotu olamaz diyorum.
    Yani bir anarsist olarak, devletin yarattigi sorunlar ekonomik sistemin yarattigi sorunlardan buyuktur diyorum.
    Elbette devlet-ekonomi icice falan filan, tabii..
    Ama illa ki karsilastirma olacaksa, devleti ele gecirmis kapitalizmin, yani simdiki modelin en berbati oldugunu dusunuyorum. ikinci en berbat da “devleti ele gecirmis” sosyalizmdir [biraz tuhaf gelse de kulaga].
    Kisacasi, tum arastirmalarim, anarsist ekonominin, devletsiz liberter serbest pazar gibi bir sey oldugunu soyluyor. Hele Graeber’in “Debt”i, Piketty’nin “21. yuzyilda Kapital”i gibi kitaplardan sonra..
    Ben de bu anarsist ekonominin ilkelerini ariyorum.

    Rothbard’in neoliberal degil neoliberter oldugu kanisindayim. Tekrarlayayim fikirlerine katiliyorum demedim, ciddiye aliyorum dedim. Misal stalini pek ciddiye almam, ama trockiyi alirim, ama trockist degilim.. gibi..

  27. anarko-kapitalizm bana hep anlamsız bir “fiki” gibi gelir. zira kapitalizm, mülkiyet demektir. devletin mülkiyeti sağlama alma gücü-iktidar olmasa, “mülkiyet” diye bir şeyin var olması mümkün olmaz, bana göre de…

    öyleyse kapitalizm; “devletin mukdetiriyeti sayesinde/ oranında var olabilen (devlet, birey ya da şirket…farketmez) mülkiyetçi sistem” dir.

    piyasa, emeğin ve emek ürünlerinin değerinin özgür pazarlıkla belirlendiği…arzın talebi, talebin de arzı aynı zamanda biçimlendirdiği, belirlediği bir “özgür pazarlık ilşikisi ve ortamına denir, diye düşünüyorum.

    öyleyse özgür piyasa, en başta, mülkiyet ve dolayısıyla da devletle uyuşmaz…uyuşmazlık halindedir. mülkiyetin, tekelleşmenin devlet eliyle korunduğu bir sistemde “piyasa kısmi sebestisine”izin verilse bile, bu ilişki “mülkiyet ilişkilerini sarsmamak kaydıyla kabul edilir, izin verilir.

    mülkiyetsiz yani devletsiz bir ortamda emeğin ve emek ürünlerinin “özgür piyasada belirlenebilmesi” anarşist bir emek değerini belirleme durumudur ki “kapitalizmin kesin ölümü”, ancak bu sayede mümkün olabilir.

    bu, anarko-kapitalizm değil…olsa olsa LİBERTER ANARŞİZM olarak adlandırılabilir, diye düşünüyorum.

  28. Anarko-kapitalizm mülkiyet hakkının kaldırılmasını filan savunmaz.

    Anarko-kapitalizm aslında vahşi kapitalizmi savunan bir sistem.
    Bu sistemde devlet tümüyle ortadan kalkacak ve büyük ve güçlü şirketler, lordlar, zenginler her yere egemen olacaktır.

    Anarko-kapitalist düzen neden şimdiki durumdan daha iyi olsun?

    Belki denilecek ki ordu olmayacak. Özel güvenlik güçlerinin ordunun yerini almayacağının garantisi ne? Elbette bu durumda şirketlerin özel ordusu olacaktır. (Olmaması için de neden yoktur. Çünkü zaten onları durduracak güç de yoktur. Merkezi devlet gücünün olmadığını kabul ediyoruz. Üstelik bu düzende şirketlerin giderek kendi bölgelerinde devlet gibi davranmaması için bir engel de yoktur. Kısaca zamanla bu düzende şirketlerin kendi egemen olduğu yerlerde devletlerin yerini alması beklenir. Bu defa devletlerin koyduğu kurallar yerine şirketlerin koyduğu kurallar içinde yaşayacağız.)

    Aslında bunun bazı deneyimleri var. Devletlerin çöktüğü bazı ülkeler var. Somali mesela.

    Somali’deki düzenin iyiye gittiği söyleyemez. Kabileler arası sürekli savaş, ölüm vb. den başka bir şey olduğu yok. Yine devletlerin küçülmesini savunan neoliberallerin özelleştirmelerinden biliyor ve anlıyoruz ki devletin egemen olmaktan çıkıp akla gelen her şeyin giderek şirketlerin egemenliği altına girmesi, kamu kurumlarının, arsaların, su kaynaklarının özelleştirmesi halkın çıkarlarını pek de korumuyor.

    Zaten kazanmayı, şiddetli rekabeti, eşitsizliği merkeze koyan bir düzenden ne beklenir? Bu düzende şiddet, acımasızlık eksik olmayacaktır. Bu düzende büyük balık küçük balığı kolayca ezecek ve güçlü olan kazanacaktır.

    Kısaca anarko-kapitalizm vahşi kapitalizmi savunan bir düzendir. Kapitalizmin olabilecek en kötü durumlarından biridir. Kapitalizmin dizginlenemez halidir. Serbest piyasa ve eşitsizliğin ve güçlü olanın mutlak egemenliğidir.

  29. kuranı lafız bir cımbızcılıkla deüil de, önerdiği toplum-dünya ve yaşam anlayışını örneğin, “devlet ve mülkiyet açısından” yorumlayıp değerlendirmek gerekir, öncelikle…

    mesela kuran devlet konusunda ne demiş; ne önermiş, gibi…

    içinde devlet geçen kaç ayet var ve bunlarda devlete yaklaşım nasıl, gibi…

    mülkiyet konusunda yaklaşım gibi…aile, miras, ceza hukuku alanlarında devlet ne kadar yer bulabilmektedir, vb…

    böyle bakınca pek ala da”egemen otoriter mülkiyetçilik ” karşıtı bir yorum mümkün olabilmektedir. yaklaşım tarzımızın önemli olduğunu söylemeye çalışıyorum.

    “hakimiyet allahındır”

    “mülk allahındır”

  30. “Türkiye’de İslam, İslam’a karşı ve yandaş aydınlar arasında ideolojik ve tepkisel platformda tartışılmakta, genellikle şer’i hukukla ilgili birkaç sıcak noktada yoğunlaştırılan ve İslam’ın din, kişisel ve toplumsal ahlak, kültür ve nihayet tarih olarak bütününü görmeyi engelleyen bu noktaların gölgesinde sürdürülen tartışmalar, bu sayılan konularda her iki kesimde de büyük bir bilgisizliği ve önyargıyı belgelemektedir.”

    (Ahmet Yaşar Ocak)

  31. Malatesta, ben mi ifade edemedim…yoksa sen mi anlamadın. dediğim şu:
    anarşizm doğası gereği “mülkiyetle” uyuşmaz, zira mülkiyet “devletle” mümkün olabilen bişey….malum ” miras hukuku”, resmi nikah, aile vs gerekir. devlet olmadan bireyin mülkiyeti değil, olsa olsa “kullanım hakkı” olduğu bir takım şeylerden söz edilebilir.

    şirketlerin “devletleşmesi ve mülkiyeti ele geçirmesi de” bunun gibi devletçi bir irade ile olanaklı, demek istiyorum.

    burada sözü edilen Stirnerci “mülkiyet” kavramı değil, başka bir şey bu…(çeviriden, dilden kaynaklı bir sıkıntı olabilir mi, benzer kelime olması?)

  32. Mülkiyet sahibi olmak devlet olmadan olabilir mi?

    Olabilir. Birileri çıkıp bir yerin kendilerine ait olduğunu iddia edip, bunu savunacak gücü kendilerinde buluyorsa; diğer insanlar da buna razıysa veya karşı çıkmak istemiyorlarsa ya da karşı çıkacak güçleri yoksa o mülkiyete sahip olduklarını iddia edenler onu sahipmiş gibi kullanırlar.

    Denilir ki bu kullanım hakkıdır. Olabilir. Sonuçta bir yerlere sahip çıkmak ve kullanmak var.

    Gerçi anarko-kapitalistlerin iddiası biraz daha farklı olabilir-örneğin özel bir şirkete bağlı tapu kurumunun tapusunu kullanmayı düşünebilirler. Bu şirketin verdiği tapuları başka büyük şirketlerin geçerli ve meşru kabul etmesi ile bu tapunun meşru hale geldiğini de iddia edebilirler.) ama sonuç yine değişmiyor. Yani mülkiyet hakkına sahip olduklarını iddia edenler bunu türlü şekillerde meşrulaştırabilirler.

    Ama kaçınılmaz olarak bu sistemde bir süre sonra belli şirketlerin, lordların giderek güç kazanması sonucu mülkiyet sahibi olmak onlar onay ve rızası ile mümkün olur, ya da geçerlik kazanır. Yani bir anlamda şirketlerin devlet gibi davranması ve giderek devletleşmesi de diyebiliriz buna. Gerçi onlar devletin tekelci bir güç olduğunu ama şirketlerde böyle bir durumun olmadığını söyleyeceklerdir. Ama kazın ayağı uygulama da öyle değil. Bu sistemde şirketler de giderek tekelleşecek; tekel olmasalar bile belli şirketler büyük güç olacak ve en sonunda da devlet gibi etkili olacaklardır.

  33. İsmet Zeki Eyüboğlu’ndan;

    Devlet ufaklı büyüklü bütün işletmelerden, işyerlerinden vergi alır. Bunlar arasında yasaya dayalı genelevler, kumarhaneler, meyhaneler, bütün içki türleri, sigara, tütün, gece kulüpleri, dinli-dinsiz, imanlı-imansız, ayık-sarhoş gibi saymakla bitmez vergi odaklar vardır. Öyleyse büyün RP saylavlarının, cami görevlilerinin aylıklarında, burada İslama aykırı sayılan, dahası dince kesinlikle yasaklanan nesnelerden toplanan vergilerin bir bölümü vardır. İslamın “haram” diyerek yasakladığı vergi odaklarından toplanan akçelerin de içlerinde bulunduğu “bütçe”lerden müftüye, imama, hocaya, “İlim Yayma Cemiyeti”nin aylık görevlilerine, “Aydınlar Ocağı”nın devletten aylık alan sayın üyelerine, yandaşlarına gerekli bölüm düşmektedir. Demek ki akçenin ucu keskin, sivri kargısı “İslama hizmet” için çalıştığını ileri sürerek oy toplamaya, seçim kazanmaya çıkan yüksek görevlilerin, “adil düzen” çığırtkanlıklarının “İslamın imanı”yla pekiştirilmiş, berkitilmiş gönüllerini kolaylıkla delebiliyor, bir yandan girip öte yandan çıkabiliyor. Akçenin gücü “iman”ın üstesinden geliyor.

  34. Dilaver, bu ülkede İslami Anarşizm ve/veya Anarşist Müslüman lafını ilk dillendiren sen değilsin. Bunu gayet iyi biliyorum. Hakim Bey’in kitabından da önce uluslararası alanda İslam ve Anarşizm arasında bağ kuranlar oldu. Kaldı ki senin Anarşist olduğundan bile kuşkuluyum, tıpkı Gün’ün politik pratikte anarşizmle tamamen zıt söylemlerinden dolayı anarşist olarak tanıtılamayacağını düşündüğüm gibi. Çünkü sen Yeşiller Partisinin kurucu üyelerinden birisiydin. Anarşistin partilerle ilişkisi onları dağıtmaktan başka ne olabilir ki?!

    Yalnız üstteki yazında haklısın. Bu coğrafyada kimi anarşistler İsrail Devletini açıkça savunmakta beis görmediler. Hatta mecmuA dergisinde bildiri bile yayımlayanlar oldu zamanında, savaş karşıtları sayfasında “İsrail’i eleştirmek için yanıp tutuşmak antisemitizmdir” başlıklı yazı bile yayımladılar. “Bütün devletler yıkılsa bile İsrail Devleti ayakta kalmalı” da dediler. Bunlar gibi PKK’yı savunan anarşistler(!) de peydah oldu. Öcalan’ı öven yazılar yazdılar dergilerinde, röportajlarında.. Onlar anarşistti, ne oluyor yahu diye soranlar antisemitik, faşist, ırkçı vs. Herşeyi biliyorum/biliyoruz. Bunları hatırlatmaya devam edicem/edicez

  35. Bir Dönmeye Açık Mektup: Uçuk Fikir ve Temennilerim
    Mehmed Şevket Eygi

    BU fakirin bazı düşünce, tenkit, temenni, hüküm ve görüşlerinin sizce uçuk olmaları; onların gerçekten uçuk olduğundan değil, sizin zihin ve kültürünüzdeki uçukluklardan ve kopukluklardandır.

    Siz, M. Kemal’in ölümünden sonra Dönmeler, egemen azınlıklar, vesayetçiler, yerli sömürgeciler, kriptolar tarafından fabrike edilmiş Kemalizm ideolojisini (ideoloji de sayılmaz ya…) bir din gibi benimsemişsiniz. Sizin bu kafa yapınızın benim çok doğru, çok gerçekçi düşünce ve görüşlerimi uçuk olarak vasıflandırmasını tabiî karşılamak gerekir.

    Bendenizin uçuk fikirleri, görüşleri, keşifleri nelermiş?..

    Laikçiliğe karşıymışım… Bir Müslüman olarak karşı olmayıp da taraftar mı olacaktım?.. Türkiyede laikçilik nedir, neler yapmıştır?…

    On binlerce cami, mescit, medrese, tekke, vakıf binasının kapatılması, kimisinin yıkılması, satılması, kiraya verilmesi, harap edilmesi değil midir?

    Din hizmetlisi yetiştiren medreselerin kapatılması, bir günde kırk bir talebe-i ulumun sokağa atılması değil midir?

    Ezan-ı Muhammedî okumanın yasaklanması değil midir?

    Zikrullah yapılan ve iyi Müslüman yetiştirilen tasavvuf ocaklarının kapatılıp yasaklanması değil midir?

    Başta İskilipli Âtıf hoca olmak üzere binlerce din aliminin, tasavvuf büyüğünün, ziyalı Müslümanın idam edilmesi, zindanlara atılması, mahkemelerde süründürülmesi, memlekette terör kasırgaları estirilmesi değil midir?

    Japonya kendi millî zor yazısıyla ilimlerde, fenlerde, sanayide, ticarette, eğitimde harikalar meydana getirirken, bizim bin yıllık millî yazımızı yasaklayıp Latincilik yaparak esfel-i sâfilîne düşmemiz değil midir?

    Ben elhamdülillah faydalı ilimlere, kültüre, gerçek medeniyete taraftarım.

    İlerleme, Batılılaşma, muasır medeniyet seviyesine yükselme perdesi altında dinsizliğe, densizliğe, donsuzluğa, ahlaksızlığa, şarlatanlığa, hokkabazlığa, rezilliğe karşıyım.

    Japonlar gibi tarihî devamlılık taraftarıyım; her tür kopukluğa devrime, inkılaba karşıyım.

    Kadın hürriyeti ve eşitliği perdesi altında kadınların ve kızların seks ve şehvet aleti yapılmasına, TC başlıklı vesikalarla yasal seks köleliğine kökten muhalifim.

    On bir yaşında ağzı süt kokan kızların gebe bırakılmasına çok karşıyım.

    Bu memlekette bir milyon Kripto Yahudi olduğunu çok iyi biliyor, onların da haklarını tanıyorum ama ülkemde bir dönmeler azınlık devleti ve rejimi istemiyorum.

    Bir Müslüman olarak Kur’an, Sünnet, Şeriat, fıkıhtan yana olmamdan daha normal ve tabiî ne olabilir?

    Hiçbir düşüncem, tenkidim, teklifim, temennim uçuk değildir. Uçuk olan sayın bay Dönme sizsiniz.

    Benim size olan üstünlüklerimden biri, gerektiğinde Müslümanları da olumlu şekilde tenkit etmem, özeleştiri yapmamdır.

    Yukarıda bahs etmiştim, bendeniz tarihî, kültürel, hukukî, sosyal devamlılık taraftarıyım. Siz ise kopukluk, ârıza, kaza, baskı, zorlama, realpolitik taraftarısınız.

    Tarihe bakınız, nice ülkede kopukluklar, ârızalar, kazalar tâmir edilmiştir.

    Bizde de öyle olacaktır.

    Kemalist ideolojiniz özelleştirilecektir.

    Sıkı durun:

    Şeriat gelecektir.

    Bin yıllık millî yazımıza dönülecektir.

    Medreseler açılacaktır.

    Tekkeler açılacaktır.

    Kemalî eğitime son verilecek, Tevhidî eğitim veren İslam mektepleri açılacaktır. Bu mekteplerde beş vakit namazın cemaatle kılınması mecburî olacaktır.

    Bütün Müslümanlar tek bir Ümmet olacak, başında kendisine biat ve itaat edilen râşid, âdil, âbid, muhlis, muslih, muktedir, müdebbir, muktedir, müeyyed min `indillah bir İmam-ı Kebir bulunacaktır.

    Bütün İslam ülkeleri ve devletleri birleşecekler, İslam Dinarı onların ortak parası olacak, Müslümanlar bir ülkeden ötekine pasaport ve vizeyle değil, kimlik kartı göstererek gidip gelecektir.

    Listeyi uzatmayayım, başınıza bir yığın “uçuk” iş gelecektir.

    * (İkinci yazı)

    İslam Birliği=İB=Dârülislam

    SORU: Ümmet var mı?.. Hem var, hem yok… Kur’anda, Sünnette, din kitaplarında, tarihte var ama bugün hayatta, realitede yok.

    Ümmet var diyen de, bugün yok diyen de haklıdır.

    Ulus devletler ile Ümmet birliği olur mu?.. Kesinlikle olmaz.

    Ümmet birliğini hayata geçirmek için Müslümanlar neler yapmalı?..

    1. Önce iki ülke ve iki devlet birleşebileceği kadar birleşir ve Ümmeti teoriden fiiliyata döker. Bu devletlerin halkı vizesiz, pasaportsuz, sadece kimlik kartı ile seyahat eder. Tek para birimi olur. Alabildiğince iktisadî, ticarî, kültürel, turistik ilişkiler geliştirilir.

    2. Sonra bu birliğe başka ülkeler ve devletler katılır.

    3. Böylece bir ABD, bir AB olduğu gibi bir İB (İslam Birliği) kurulmuş olur.

    4. Bu birliğe ileride DARÜLİSLAM adı verilir.

    5. Federatif bir yapı kurulur.

    6. Kurumlar: İslam Şûra Meclisi… Müşterek Fetva Meclisi… İslam Dünyası Âqiller Meclisi… İcra vekilleri heyeti…

    7. İslam Birliğinde Kur’an, Sünnet, Şeriat ve fıkıh, İslam ahlakı hakim olur.

    8. İslamî eğitim veren Tevhid mektepleri açılır. Bu okullar o kadar güçlü ve vasıflı olur ki, dış dünyadaki bazı gayr-i müslimler çocuklarını yazdırmak için kuyruğa girer.

    9. Gayr-i Müslimlere, Ehl-i Kitaba din, inanç, kimlik, ırz, namus, ticaret güvencesi sağlanır.

    10. İslam Birliğinin tek askerî gücü, federal ordusu olur.

    11. Bütün mü’minler İB’nin tabiî üyesi sayılır.

    12. İslam Birliğinde ilim, irfan, ahlak, fazilet, adalet, insaf, istikamet (doğruluk dürüstlük), temizlik, şeffaflık hakim olur. Bir iki yıl içinde İB, dünya temizlik ve şeffaflık anketinde, 10 üzerinden 9 küsur not alarak dünya birincisi olur.

    13. Mühtediler ve gayr-i müslimler İB’de yaşamaya can atar, oturma ve çalışma izni almak için çırpınır. Böylece dünyanın en seçkin beyinlere İB’ye gelir ve hizmet eder.

    Edebiyat yapmak kolay da, dünyadaki şeytanî ve tağutî şer güçleri böyle bir şeye izin verir mi?

    Cevap: Verseler de vermeseler de mü’minler Ümmet birliğini kurmak ve inançlarına uygun bir hayat sürmek için var güçleriyle çalışmalıdır.

    İslam Birliğinin başarılarını gören milyonlarca Amerikalı ve Avrupalı akın akın Müslüman olacaktır.

    SORU: İslam ülkelerinde maalesef insan unsuru bozulmuştur. Bozuklar İslam Birliğine karşı çıkacaktır. Onlar nasıl tesirsiz hale getirilecektir?… Cevap: Bu sorunun cevabı Şeriattadır ve çaresi çözümü vardır.

    Müslümanların birleşmeye Amerikalılar, Avrupalılar kadar hakları vardır. Avrupa Birliği var da, niçin İslam Birliği olamazmış?..

    Avrupalılar çeşitli birlik ülkelerinde kolayca dolaşabiliyorlar, çalışabiliyorlar da aynı şey İslam Dünyasında niçin olamayacakmış?

    İslam Birliğinde Kur’anın kısas ayeti geçerli olacak ve idam cezası (âdil olmak şartıyla) uygulanacaktır.

    Şu hususu da belirteyim ki, İslam Birliğinde Haricilik, Vehhabilik, aktivizm gibi aşırı mezhepler hakim olmayacak, Osmanlıda olduğu gibi Şeriat dairesi içindeki tarikatlar da bulunacaktır.

    İslam Birliğinin mânevî pîrlerinden biri Mevlana Celalüddin Rûmî olacaktır.

    Şiî İran bu birliğe girmek istemezse?.. Üye olmasa bile onunla da çok sıkı işbirliği yapılacaktır. Bugün Avrupa’da iki ülke, İsviçre ve Norveç AB üyesi değildir.

    İB’de DARÜLİSLAM adıyla, BBC’ye benzer en az on lisanda yayın yapan bir iletişim kurumu hayata geçirilecek; gazeteler, dergiler, kitaplar, televizyon, internet yoluyla Müslümanlara ulaşılacak ve mü’minlerin birleşip tek bir Ümmet olması için çalışılacaktır.

    Arivistleri, münafıkları, din sömürücülerini, bozguncuları ne yapacaksın?.. Onlara asla fırsat verilmeyecek, gerektiğinde radikal şekilde engelleneceklerdir.

    İB Kur’an, Sünnet, Şeriat, ahlak, fazilet, doğruluk, hikmet, güvenlik, mürüvvet, temizlik, saadet, huzur, adalet, insaf diyarı olacaktır.

    Bu yazdıkların hayal, ütopya, kurgu değil mi?.. Evet, bir bakıma öyledir ama vaktiyle bir Theodor Herzl çıkmış, ortaya uçuk bir İsrail projesi atmış, bu projeyi Yahudilerin büyük kısmı bile kabul etmemiş ama aradan yıllar geçtikten sonra o uçuk hayal bir realite olmuştur…

    05.08.2014

    http://www.milligazete.com.tr/koseyazisi/Bir_Donmeye_Acik_Mektup_Ucuk_Fikir_ve_Temennilerim/20910#.U-KiTqOaKhp

  36. M. Şevket Eygi elbette bir “uçuk” değil….
    Zavallı bir adam. Hayallerini gerçekleştirmek için ne yapması gerektiğini IŞİD’çilere bakarak görebiliriz.
    Bu “tarihsel” bir kavga… Hristiyan-Papa’lığın da bu tür hayaller gören adamları vardır.
    Bir zamanlar tüm Avrupa coğrafyasına hükmediyor, İspanya’dan çıkan Engizisyon yargıçları İtalya’da Galile’yi yargılıyor, G. Bruno’nun dilini kesip, yağlı kütüklerde yakıyorlardı…
    Bu kafanın hayalleri bu yöntemlerle gerçekleşmek zorundadır; yine bakınız IŞİD….
    En hoşu da verdiği örnek… Theodor Herzl ve İsrail… Bu kafa zaten ancak emperyalizm uşaklığı, işbirliği ile bu “hayallerini” gerçekleştireceğini bir anlamda itiraf ediyor… Onların izni ile….
    Bu kafaya “Allah” bile neden yardımcı olsun ki! 1.5 milyar Müslüman için kalan 6 milyarı neden harcasın? Eygi’nin Allahı ile iyi bir insanın Allah’ı aynı değildir!

  37. İsrail Yine Katlediyor
    Serhat Koldaş

    Batı Şeria’daki Gush Etzion yerleşim biriminde üç Yahudi yerleşimci gencin Hamas tarafından öldürüldüğünü iddia ve bahane eden İsrail, 8 Tem­muzda Gazze’ye denizden ve havadan füze ve bomba yağdırmaya başladı. İsrail’in “Koruyucu Hat Operasyonu” adını verdiği bu katliam, 17 Temmuzdan bu yana kara harekâtı ile devam ediyor.

    Ölen üç Yahudi genci Hamas’ın öldürdüğüne dair hiçbir kanıt yok. Ancak İsrail Filistin’e saldırmaya karar verdiğinde Mossad gerekli bahaneleri üretmekte zorluk çekmiyor. İsrail, Temmuz 2001’de de İsrailli sivillerin öldürülmesini bahane ederek “Haklı İntikam Operasyonu” adı altında saldırıya geçmiş, çatışmalarda binlerce Filistinli ve yüzlerce İsrailli ölmüştü. Ne ilginçtir ki, dönemin Mossad şefi Dagan, Filistin’e saldırı planlarını İsrailli sivillerin ölümünden çok önce hazırlamıştı. Bugün de savaş İsrail istediği için başlamıştır, üç genç öldürüldüğü için değil.

    İsrail basınında IŞİD’e bağlılık yemini etmiş yeni bir Filistinli cihatçı örgütün ortaya çıktığı, 3 genci bu grubun kaçırıp öldürdüğü yönünde haberler de yayınlanıyor. İsrail’in Suriye’deki Esad yönetimine karşı El Nusra ve IŞİD gibi cihatçı gruplara destek verdiğine dair haberler de aylardır İsrail medyasında yer alıyordu. Hatta basında yer alan bir fotoğraf üzerine de çeşitli spekülasyonlar yapılıyor. Şubat 2014’te Netanyahu, İsrail’in işgal altında tuttuğu Golan Tepelerinde, Suriye’de savaşan cihatçı gruplara hizmet veren bir hastaneyi ziyaret etmiş, hastanede yatan bir El Kaide militanı ile el sıkışırken çekildiği iddia edilen fotoğraf gazetelerde yayınlanmıştı. İsrail, Esad’ı ve İran’ı düşman olarak görüyor, Suriye’deki muhalif grupları ise özgürlük savaşçısı kabul ediyordu. Üç İsrailli gencin kaçırılıp öldürülmesinin IŞİD’in gerçekleştirdiği bir Mossad operasyonu olduğu da iddia ediliyor. Tüm bu veriler, Ortadoğu’daki emperyalist savaş cangılında kimin elinin kimin cebinde olduğunu ayırt etmenin zor olduğunu ortaya koyuyor.

    İsrail, Yahudi vatandaşlarına, Hamas’ın İran ve Hiz­bul­lah gibi güçler ve Mısır’a uzanan tüneller sayesinde silah ve kazanç elde ettiğini, roketler atarak İsrail’in ve Ya­hu­di halkın güvenliğini tehdit ettiğini propaganda ederek saldırganlığını Yahudi kitleler nezdinde haklı göstermeye çalışıyor. 2009’da “Dökme Kurşun”, 2012’de “Bulut Sü­tu­nu” operasyonlarını gerçekleştiren İsrail, birkaç yıl arayla her fırsat bulduğunda Hamas’ın gücünü kıracak ve Fi­lis­tinli kitleleri yıldıracak operasyonlar yapıyor. İsrail ­Başbakanı Netanyahu son saldırılar devam ederken, askeri operasyonu İsrail vatandaşlarının huzuru için yaptıklarını, kara operasyonunu Gazze ile Mısır arasındaki roket rampalarının gizlendiği tünelleri yok etmek için başlattıklarını iddia etti.

    Gazze’de yönetimi elinde tutan Hamas, İsrail ordusunun saldırılarına roket atışları ile karşılık vermeye çalışıyor. İsrail’in “demir kubbe” adını verdiği hava savunma sistemi roketleri havada imha ediyor. Buna rağmen İsrail, gerek içerde gerekse Batı kamuoyunda ağır saldırı altında olduğu izlenimi yaratarak katliamcı politikalarını meşrulaştırmaya çalışıyor.

    Çatışmaların başladığı ilk günlerde, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin desteğini arkasına alan Mı­sır, taraflara ateşkes çağrısı yaptı. Çağrıya Gazze’deki Ha­mas yöneticileri olumlu yaklaşırken, Hamas’ın Ka­tar’­daki lideri Halit Meşal, bazı şartlar öne sürerek ateşkesi kabul etmedi. Meşal’in Mı­sır’dan gelen ateşkes önerisini doğrudan kabul etmemesini bahane eden İsrail, 17 Tem­muz­da kara harekâtına girişti. Harekât güya Hamas’ın kurumsal gücünü ve yönetim altyapısını çökertmeyi hedefliyor. Ama bütün bir Gazze füzelerle, bombalamalarla ve kara harekâtıyla yıkıma uğruyor. Binlerce ev yıkılmış, on binlerce Gazzeli evsiz kalmış durumda.

    İsrail Gazze’de, kumsalda top oynayan çocukların üzerine savaş gemisinden füze atacak ve çocuk bedenleri paramparça edecek kadar kanlı ve zalim bir katliam yürütüyor. İsrail, savaş suçlarına ve insanlık suçlarına her gün yenilerini ekliyor. Has­taneler, ambulanslar, “belki vurulmaz” diye sığınılan Birleşmiş Milletler’e ait okullar bile hedef alınıyor. Siyonist rejim, kara harekâtının 3. günü Gaz­ze’nin Şeca­iy­ye mahallesinde kanlı bir katliama daha imza attı. Gazze’den yanmış ve parçalanmış insan cesetlerinin, kolları bacakları kopmuş acıyla çırpınarak ölümü bekleyen çocukların görüntüleri geliyor.

    Temmuz sonu itibarıyla, ölen Filis­tin­­li­le­rin sayısı 1400’ü, yaralıların sayısı 8000’i aşmış durumda. Ölen­lerin yarıya yakınını kadınlar ve çocuklar oluşturuyor. Batılı emperyalist devletler, İsra­il’in giriştiği katliamlar karşısında alçaklığın ve ikiyüzlülüğün tarihine yazılacak politikalar izliyorlar. 18 Temmuzda toplanan Bir­­leş­miş Milletler Güvenlik Konseyi, katliamları durdurmak bir yana, katliamları sessiz kalarak onaylayan bir tutum sergiledi. BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon, Ha­­mas’ın İsrail’e yönelik roket saldırılarını kınayarak, bu saldırıların “kabul edilemez” olduğunu açıkladı. ABD, Almanya, İn­giltere ve Fransa’nın sessiz onayı sayesinde İsrail, katliamlarını pervasızca sürdürüyor. Fransa kendi ülkesinde İsrail karşıtı protestoları yasaklayacak kadar ileri gitmiştir.

    Başta ABD olmak üzere Batılı emperyalist güçlerin Or­tadoğu halklarının bağrına sapladığı bir hançer işlevi gören İsrail, ABD tarafından yeni silahlanma paketleriyle donatılıyor. ABD emperyalizmi bazı dönemler politik hesapları gereği İsrail’in aşırılıklarını frenliyor. Ancak Ortadoğu’daki sadık müttefikini her daim silahlandırıyor; ihtiyaç duyduğu ya da sakınca görmediği dönemlerde tasmasını gevşetip Filistin’e saldırmasının önünü açıyor.

    Elbette Gazze’de başlayan katliam, Ortadoğu’daki emperyalist paylaşım savaşından, Irak ve Suriye’de son dönemde yaşanan gelişmelerden bağımsız değildir. Bir süredir “İslam Devleti” adını kullanmaya başlayan IŞİD, Suriye’nin ve Irak’ın orta kesimlerini ve Suriye’nin doğu ve kuzeydoğu kesimlerini ele geçirerek hâkimiyet alanını giderek genişletiyor. Müslümanların Şii-Sünni ekseninde giderek kutuplaşıp çatıştığı, Türkiye’nin Sünni gruplara örtülü destek sunduğu, bölgedeki radikal İslamcı terör gruplarının giderek güçlendiği bir konjonktürde, ABD’nin ve Batılı emperyalist güçlerin bölgedeki en güvenilir müttefiki durumundaki İsrail, Hamas’ın yönetimi altındaki Gazze’ye saldırmak için uygun bir zemin buldu. İsrail’in başlattığı savaş, Batılı emperyalist güçlerden destek gördü. Batılı emperyalistler Gazze’deki sivil katliamlarını bile görmezden gelerek İsrail saldırılarının önünü açık tutmayı tercih etti.

    Filistin Yönetimi 2007 yılında El Fetih ile Hamas arasında ikiye bölünmüş, Batı Şeria El Fetih’in, Gazze ise Hamas’ın kontrolünde kalmıştı. El Fetih İsrail’in yanı başında bağımsız bir Filistin devletinin olabileceği noktasından hareketle İsrail karşısında uzlaşmacı tutum sergiliyor ve taleplerini 1967 savaşından önceki sınırlara geri dönülmesi ile sınırlandırıyordu. Müslüman Kardeşler (İhvan) örgütünün Filistin kolu olarak kurulan Hamas ise İsrail devletinin meşruiyetini kabul etmiyor, İsrail’le uzlaşmaya yanaşmıyordu. İsrail’in saldırgan tutumları Filistinli kitleleri El Fetih’ten uzaklaştırmış, Hamas’ı umut haline getirmişti. İsrail’in Hamas ile El Fetih’i karşı karşıya getirecek politik manevraları, nihayetinde iki örgütü silahlı çatışmalara sürüklemişti. Zaten coğrafi olarak birbiriyle sınırı olmayan iki bölgeye bölünmüş durumdaki Filistin, yönetim itibarıyla da iki güç arasında paylaşılmış oluyordu.

    Mısır’da Müslüman Kardeşler’in seçimi kazandığı 2012 yılında Hamas lideri Şam’dan ayrılarak günlerini Ka­tar, Mısır ve Türkiye’de geçirmeye başlamıştı. Şam’daki Esad rejimi sallanırken Hamas yönetimi Esad rejiminden daha fazla destek alamayacağını görmüş, dümeni İhvan’ın hükümete seçildiği Mısır’a doğru kırmıştı. Mısır’daki Müslüman Kardeşler, Hamas’ı daha ılımlı bir çizgiye çekmeye başlamıştı. Suriye ve İran’dan uzaklaşmaya başladığı bu süreçte Hamas, El Fetih ile uzlaşma görüşmelerine de başlamıştı.

    Hamas ile El Fetih’in uzlaşma görüşmeleri 2 Haziran 2014’de nihayet anlaşma ile sonuçlandı. 2007’den bu yana yönetimi ikiye bölünmüş olan Filistin’de uzun bir aradan sonra birlik hükümeti kurulması kararı alındı. Ancak Hamas-El Fetih anlaşması, İsrail’in son dönemdeki saldırganlığının en önemli sebebi haline geldi. El Fetih ile Hamas’ın iktidar çekişmesine girerek birbiriyle çatışması ve Filistin’i bölmesi İsrail egemenlerinin yıllar boyunca arzuladıkları ve kışkırttıkları bir gelişmeydi.

    Filistin’in bölünmüşlüğünü devam ettirmek, gasp ettiği Filistin toprakları üzerinde yeni Yahudi yerleşimleri kurmak ve Filistin halkını yaşadığı topraklardan göç etmek zorunda bırakmak, İsrail’in devlet politikasıdır. İs­ra­il’in Filistinlilere telefon ederek ya da uçaktan bildiriler atarak sivillerin yerleşim yerlerini terk etmelerini, bölgeyi bombalayacağını bildirmesi, Filistin halkını yıldırmak ve göçe zorlayarak yerinden etmek için izlenen taktiklerdir.

    Türkiye-İsrail ilişkileri

    Türkiye’nin bölgede nüfuzunu arttırmak amacıyla kimi dönemler İsrail’e esip gürlemesi kimseyi yanıltmamalıdır. AKP önderliğindeki Türkiye burjuvazisi bölgesel emperyalist hesapları gereği ABD ile ters düşse de, İsrail’e yağmadan gürlese de, Türk devletinin çıkarları, ABD ve İs­rail ile askeri-stratejik ve ekonomik ortaklıkları devam ettirmekten yanadır.

    Erdoğan, İsrail’in zulmettiğini, terör estirdiğini, soykırım uyguladığını, hiçbir zaman İsrail hakkında olumlu düşünemeyeceğini söylüyor. Erdoğan, Türkiye’de kitlelerin İsrail’e karşı tepkisini iç politikada kendisine tedavül edecek belagati ile Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde oy devşiriyor. Ancak İsrail devletine karşı diplomatik yaptırımların ötesine geçecek adımlar atmaktan kaçınıyor.

    İsrail’in Gazze saldırısı üzerine Ve­ne­zuela, İsrail Bü­yük­elçisini kovdu. Şili, İs­rail ile tüm ekonomik ilişkilerini dondurduğunu açıkladı. Türkiye ise Er­bil petrolünü İsrail’e satıyor. Erdoğan hükümetine yakınlığıyla bilinen Star Ga­ze­tesi’nin %50 hissesi Azerbaycan devletinin petrol şirketi olan SOCAR’a ait. Pet­kim’in de sahibi olan SOCAR, Azer­bay­can petrolünü Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattı üzerinden İsrail’e satıyor. Ceyhan’a kadar borularla gelen petrol, gemilerle İsrail’e taşınıyor. İsrail’e petrol taşıyan gemiler arasında Erdoğan’ın oğlunun gemiciklerinin de olduğu söyleniyor. Bu boru hattından gelen petrol, İs­rail’in petrol ihtiyacının %30’unu karşılıyor.

    Erdoğan hükümetinin 2008-2009 yıllarında İsrail-Gaz­ze savaşını kınaması üzerine diplomatik ilişkiler gerilmişti. 2009 yılı başlarında Dünya Ekonomik Fo­­ru­mu’­nda Er­doğan’ın “one minute” şovu gerçekleşti. 2010 Ma­yısında abluka altındaki Gazze’ye yardım götüren Mavi Mar­­mara gemisine İsrail’in yaptığı kanlı baskından sonra ise iki ülke arasındaki diplomatik ilişkiler resmen kesildi. Tüm bunlar yaşanırken ekonomik ilişkiler ise farklı bir seyir izliyordu. 2010 yılının ilk yarısında 1,59 milyar dolar olan İsrail-Tür­kiye arasındaki ticaret hacmi, 2011 yılının ilk yarısında %26 artarak 2 milyar dolara yükselmişti. İs­rail’in Türkiye’ye ihracatı %39 artarak 950 milyon dolara, Tür­­kiye’nin İsrail’e ihracatı ise %16 artarak 1 milyar 50 milyon dolara çıkmış; Türkiye İsrail’in en büyük altıncı ihracat durağı haline gelmişti. Türkiye İsrail’den kimyasal maddeler, damıtılmış petrol ürünleri, ileri teknolojiye sahip savaş araçları satın alıyor; İsrail’e botlar, üniformalar, gıda ürünleri, meşrubat ve tütün satıyor.

    2013 yılına gelindiğinde, Suriye’deki gelişmeler ABD’­nin, Ortadoğu’daki iki müttefikini yeniden yakınlaştırmasını zorunlu hale getirmişti. 22 Mart 2013’te İs­rail Baş­­bakanı Netanyahu ile Er­do­ğan arasındaki telefon görüşmesinde Netan­ya­hu, Mavi Marmara müdahalesi dolayısıyla özür diledi ve tazminat taleplerini karşılayacaklarını taahhüt etti. ABD’nin isteğiyle yapılan bu görüşmenin ardından diplomatik ilişkiler normalleşmeye başlamıştı. Kıb­rıs açıklarındaki doğalgazın çıkarılması konusunun uzlaşmayla sonuçlanması da, burjuva cenahta, ilişkilerin yakın zamanda tümüyle normale gireceği beklentisini arttırmıştı. Fakat Gazze saldırısı yeniden iplerin gerilmesine neden oldu. İki ülke diplomatik ilişkilerini karşılıklı olarak en alt düzeye indirdi.

    Erdoğan Gazze saldırılarını kınayan açıklamalar yaptı. Dünya devletlerini duyarsızlıkla suçladı. Bu doğrudur. Ancak “Müslüman dünya nerede” diye devam ederek meseleyi “Müslüman kardeşliği” üzerinden koyması ideolojik bir aldatmacadan başka bir şey değildir. Gazze’de katliam devam ederken kimi Müslüman ülkelerde Müslümanlar Sünni-Şii karşıtlığı temelinde çatışmakla ve birbirlerinin kanını dökmekle meşgul. Bu kamplaşma ve çatışmalara Sünni eksene destek vererek taraf olan Erdoğan hükümetinin Müslüman ülkelerin nerede olduğunu sorması abestir. Malatya Kürecik ve Adana İncirlik’teki NATO üsleri de yerli yerinde duruyor. Dışişleri Bakanlığı 2010 yılından sonra İsrail ile yeni anlaşma yapılmadığını açıkladı. Fakat eski anlaşmalar da iptal edilmedi, sadece askıda bekletiliyor.

    Ne emperyalist güçlerin, ne Türkiye’nin, ne de diğer bölge devletlerinin hiçbirinin Filistin halkının yaşadığı acıları gerçekten dert edindiği yok. Tüm devletler bölgedeki paylaşım kavgalarından ve hegemonya mücadelelerinden kendilerine pay çıkarmaya çalışıyor, Filistin sorununda kendi çıkarlarına göre pozisyon alıyor. İran, Tür­kiye, Suudi Arabistan, Katar ya da Mısır gibi devletler Fi­listin halkının çektiği acıları sömürerek bölgesel çıkarlarını korumanın hesabını yapıyorlar. ABD emperyalizmi de yeri geldiğinde İsrail’i kontrolü altında tutmak için Fi­lis­tin sorununu kullanıyor. Filistin sorunu, kapitalist devletlerin ezilen ulusların acılarını umursamadığını 65 yılı aşkın bir süredir ispat ediyor.

    Yahudilerle militarist İsrail devletini ayırt etmek zorunludur

    İslami kesimlerden İsrail’e yönelen tepkilerin bir kısmı Fi­listin halkına sahip çıkma ve İsrail devletini kınamanın ötesine geçerek ırkçı ve anti-semitist renklere bürünüyor. Yahudi soykırımı yapan Hitler’i özlemle anımsayanlardan Türkiye’deki Yahudileri hedef gösterenlere kadar uzanan, Yahudilerin lanetli millet olduğu efsanelerine sarılıp tüm Yahudileri düşman ilan eden nefret dolu ırkçı-şoven söylemler ortalığa saçılıyor. Oysa İsrail’deki Si­yo­nist militarist rejim, Yahudi düşmanlığından besleniyor. İsrail egemenleri, tüm dünyanın Yahudilere düşman olduğunu, Müslümanların ve Hıristiyanların fırsatını buldukları anda tüm Yahudileri öldüreceğini, etraflarını çeviren Müslüman Arapların tüm Yahudiler için tehdit oluşturduğunu sistematik olarak propaganda ediyor. Hit­ler Almanyası’nda yaşanan Yahudi soykırımının anıları, insanların zihinlerinde canlı tutuluyor.

    Kısacası, İsrail’deki egemen burjuva sınıf, Yahudi halka karşı psikolojik savaş yürütüyor. Yahudi işçi ve emekçileri milliyetçilikle zehirlemeye çalışan İsrail egemen sınıfı, Yahudi düşmanlığı yapanların katkıları sayesinde bu emellerine önemli ölçüde ulaşıyor. İsrail, Filistin sorununu alevlendirerek iç politikasındaki tıkanıklıkları aşabiliyor, Filistinli kanı dökerek toplumsal muhalefeti zayıflatmayı ve burjuva egemenliğini konsolide etmeyi başarıyor. İsrail egemenleri Filistin sorununun sona ermesini istemediği için çözümsüzlük politikasını ısrarla sürdürüyor.

    İşçi sınıfı, militarist İsrail rejimine karşı haklı bir öfke duyarken ve ezilen Filistin halkıyla dayanışma gösterirken ırkçılığın ve anti-semitizmin bataklığına asla sürüklenmemeli, Yahudi düşmanlığına prim vererek İsrail rejiminin ekmeğine yağ sürülmesine göz yummamalıdır. Tüm ezilen halkların haklı davalarına ve taleplerine sahip çıkmak, işçilerin birliğini ve halkların kardeşliğini ısrarla savunmak, siyasi görevimizdir.

    Kapitalizm var olduğu sürece ulusal ve etnik sorunlar tekrar tekrar üretilecek, emperyalist rekabetin kızıştığı coğrafyalarda ezilen uluslar çok daha ağır bedeller ödemek zorunda kalacaklardır.

    “Özlemlerine kavuşmak Filistinli işçi ve emekçilerin kendi ellerindedir. Bu yolda onların en temel görevi, bu mücadelenin önderliğini kendi kaypak ve uzlaşmacı burjuvalarının elinden almak ve ulusal kurtuluşu toplumsal kurtuluş mecrasına sokmaktır. (…) Tüm halkların ve azınlıkların ayrılma hakları da dahil olmak üzere bütün demokratik haklarını güvence altına almış, gönüllü birlik temelinde oluşturulmuş bir Ortadoğu İşçi ve Emekçi Sov­yetleri Federasyonu’nun kurulmasına yol açacak bir Or­ta­doğu devrimi olmaksızın, bölgedeki sorunlar yumağına kalıcı, yaşayabilir, adil ve demokratik bir çözüm bulmak olanaksızdır. Bu ise ancak işçi sınıfının enternasyonalist bilinç ve örgütlülük düzeyinin yükseltilmesiyle mümkündür.” (Zeynep Güneş, Filistin Sorununa Marksist Yaklaşım, Eylül 2003, http://www.marksist.com)

    Devrimci seçeneği ufukta göremedikleri için burjuva uzlaşmalara bel bağlayanların, Filistin sorununun burjuva çözümünün 66 yıldır gerçekleşemediğini akıllarından çıkarmaması gerekiyor.

    (Kaynak: Marksist Tutum dergisi, no:113, Ağustos 2014)

    http://marksist.net/node/3494

  38. “birileri çıkıp bir yerlerin kendilerine ait olduğunu iddia edip, üstelik burayı savunacak gücü kendilerinde buluyor, hele de birileri buna “rıza” gösteriyorsa”…zaten bu, çekirdek olarak devlet demektir.buna sadece “veraset ve intikal” meselesini ilave ettiğimizde resim tamamlanıyor, bence.

    devlet marksist cambazlıkla, “sınıfın sınıfa diktatörlüğü” olarak değil, mülkün/mülkiyetin sahipliği olarak tanımlanırsa daha anlaşılır olmaz mı?

  39. Tanri oldu. Antifasistlerin, antikapitalistlerin tanrisi oldu. Israilin bombalari altinda sizlerde kalin ayni feryatlarin icinde yasayin. Sonra sitelerden bu konuyla ilgili yazilar yazin. Evet istiyorum tumunuzun yasadigi yer bombalar duserde sizler tarafsiz, humaniter,ama yanlis anlasilir, diye kivirip durursunuz.

  40. Cocuklar oluyor, devletin ordusu sivil mahsum insanlari olduruyor, Siz ne bicim insansiniz. G… korkunuzdan septimiz. antiseptimiz laflariyla oyun oynuyorsunuz. Cocuklar oldu. sen cocugunu okula gondersen ve oldu haberi alsan , hala iki taraf suclu gibi genis yurekli olacakmisin? Filistin emekcileri iscileri yok efendim israil bu topraklara nezaman geldi gibi kivir zivir. Kardesim orasi kan golu oldu. sen ne diyorsun onu yaz

  41. türkiye’nin 1 nolu sorunu sabetayizm sorunudur.
    bu sorunu çözmeden, ne devrim olur, ne 1980 karşı devriminin hesabı sorulabilir, ne erdal eren dahil politik cinayetler, infazlar çözülebilir, ne de başta türkiye anarşist hareketi olmak üzere herhangi bi yurtsever hareket başarılı olabilir.
    eğer kendi ırkçılığınızın karşısında bi ırkçılık istemiyorsanız, kendizi ayırın kim safarad kim sabetayist görelim.

    ——————————–
    https://www.facebook.com/groups/6689532871/?fref=ts
    sayfa yöneticisinden ormanın ışığı, alişan şahin gibi kimlikleri deşifre olmuş ajan işbirlikçileri teşhir ve tecrit etmelerini talep ediyorum. sabetayist ya da değil bütün işbirlikçiler bundan sonra açıkça hedef alınacaktır. bunlara yol veren, ortam sağlayanlar da düşmanımızdır.
    ——————————–
    gün zileli, dilaver demirağ, can başkent..
    bunların hiçbirisi anarşist değildir. ve artık sabrımız tükenmiştir.
    kara mecmua dergisi, istanbul karaev girişimi, kaos yayınları, yeşil öfke, karakızıl kortej, itaatsiz vs hepsi düşmanın birbirine paralel örgütlenmeleridir.

    kapkara
    KaraKızıl Kolektifi / anarşist müslüman

    Anadolu Rumeli Anarşist Federasyonu
    https://www.facebook.com/groups/anadolurumeli/

    ANARŞİ’yi Yenemezsiniz!
    https://www.facebook.com/groups/HALKLARiN.KARDESLiGi/

    Anarşist Müslüman
    https://www.facebook.com/Anarsistmuslumanlar

  42. Özgürlük ilkemiz gereği yukarıdaki saçmalıkları yayınlıyoruz ama bu türedi örgütlerin arkasında MİT’in olması kuvvetle muhtemeldir. İstihbarat örgütleri her türlü çılgınlığı kullanmaya teşnedir.

  43. dilaver demirağ, iki sene önce ‘kurban bayramı’nı eleştiren anarşistlere edilmedik hakaret,küfür bırakmayan, “siz anca bankalara taş atın zaten” gibi saçma sapan laflarla ettiği küfürlerin üstünü örtmeye çalışan niteliksiz,cahil bir adamdır.şantajın, tacizin eksik olmadığı itaatsizler’de yazısı çıkması bile anarşistler arasındaki itibarını bitirmesi gerekir.

  44. 38 nolu

    ne diyorsun anlamadim. Musluman anarsistmisin, anti yahudimisin, yoksam Marksizm gibi dini afyonmu goruyon?

    Gun Zileli dinle hic ilgisi yoktur. Ne senin ,ne hiristiyanlarin, ne de israil ogularinin tanrisiyla ilgilenir.
    Deli hocayi iyi okumusun. Y.Kucuk yazdigi bu zirvalara birtek sen inandin galiba. Cokmu etkiledi seni.
    Muhammet de sabatistlerde ( mekkedeki cevresi) cok seyler ogrendi. O halde Muhammet sabatist ajan.
    Etme eyleme minareden gazel okuma. Kimki birilerini oteki yapiyor ve otekilestiriyorsa , bilki o kisi zindik munafiktir:)

    Hem anarsist hem dinci, hem anarsist hem kapitalist, hem anarsist hemde Marksist, leninist olmadi nesin sen?

    olmuyor salatalar olmuyor. Es esini bulmuyor.
    Yazan : HZ peygamberiniz MHP li birlikde.

  45. Gun Kapkara’nin yazdiklarina MIT isi deyip sahibe yaratmisin iyi hos da bi zahmet su sorulara da yanit ver : Madem Kapkara MIT sen yillar once ( Ingiltere’deyken) hangi konularda kendisiyle yazistin? O zaman da bunlarin MIT faaliyeti oldugunu mu dusunuyordun? ( Anarsist tutsaklar vs. hala uyanmadiysan)

  46. ben kimseyi şahsen MİT falan diye suçlamam ama bu duyurudan o kokuyu aldım doğrusu. Son derece provokatif. Kimle ne yazıştım şimdi hatırlamam mümkün değil, ayrıca bunun da bir önemi yok. Ben bana yazan herkesle yazışırım, insan olarak.

  47. öte yandan, ne yazışmışsam onları ortaya koyunuz. Anarşist tutsaklar tartışmasını hatırlıyorum ama kapkara diye birini hatırlayamadım doğrusu.

  48. Anarsik bebe ne yoksa sende bizim kadrolulardanmisin?

    Sen ne cok seyler biliyorsun. Arsiv gibisin. Arsivini karistirip 6-7 yil evelki tutanaklarin ortaya cikariveriyorsun.
    Paranoya kisilik misin yoksa? Uzuldum hemen tadavi ol.

    Gun ya bu haspalara cevap vermek zorunda degilsin. Ajan ,sibirlikci, jurnal denen ler son 15 yilda yiginla ortaya cikti. Bu haspalar ne yapti onlara, nasil bir ceza kesti, ha ha ha.
    Hespi ya yuzlerini degistirdi yada gorevlerine donduler.
    Gun ise hala devrimci ve mucadelesine devam ediyorlar. Haspa paranoyalar bu kadarcik da mantiginiz ve tecrubeniz yokmu? Subede polisler devrimcileri yipratip bir birlerine dusurmek icin sizin bu yonteminizi uyguluyorlardi. Mazgaldan kagit parcaciklari atmalar, havalandirmadan fisiltilar cikartmalar,
    Sizin yontemlerinizi cok gorduk..

    Hop 38 ve 41 nolu devrimciler gidin oteye, kendi coplugunuzde yemlenin. Mecburmusunuz bu siteye yazi yazmaya?
    AKP, Cemeaat, MHP, ulusalci fasistler, dine inanalar, hergun sola ,devrimcilere, anarsistlere kufur edip hakaret ediyor. Kiciniz yiyorsa onlarin sitelerine yazin, savasin.
    eee kolay Gun un sitesine yazmak, riziko yok degilmi?

    Haspalar sizdeki bu hastaliklari subede ve iskence aninda polislerde gorduk.

  49. Anarsik bebe

    Heee ben yazistim ne olmus. Tv kutusunumu hazirladin benim icin?

    TV kutularin icine , E5 in uzerine koymalarin, terkedilmis binalarin, odun ardiyelerin modasi gecti. Ne dusunuyorsun benim icin.

    Heee Gun kapkarayla ingilterede gorevli gibi yazismis. eeee o halde Gun de, kapkara da ajan, mit. Oldu bitti masallah.

  50. Gun, bu kapkara deyip hatirlamadigin adam camiada kirkyillik bilinen bir anarsisttir. Ama onemli olan ne dedigi bence, diyor ki: fonlardan beslenen, besleme buyutme bir anarsizm var ulkede. Kullandigi dil biraz karmasik gelebilir. Devrimci anarsist bir hareket daha kurulmadan sahtesi yaratilarak kosebaslari tutulmus. Bu is Reha Camuroglu ile baslamis ve devam ediyor. Kapkara uzun zamandir birilerini emperyalizmle isbirligi yapmakla itham ediyor. Ne dedigine ve sucladigi kimselerin pratiklerine bir bak hele. sonra deli sacmasi, Mit uydurmasi filan demekte serbestsin.
    Atlayan zat

  51. a lafim yok.

  52. Yazismalara ve kampanyaya gelince: O zaman sizde bu kampanyayi yurutenlerden biriydiniz. Tam da cezaevlerinde devletle kapismanin yasandigi tarihler. O tarihlerde stalinistlerin anarsist tutsaklara “cektirdiklerini” tam da o zamanda teshir eden bir kampanya baslattiniz. Elinizde hicbir somut delil olmadan cesitli yapilari da saibeli haberlerle sucladiniz. ATDA diye ortaya attiginiz orgutlenme de turedi bir orgutlenme miydi? Hatirlamadiginiz o Kapkaranin tum uyari ve gercek bilgilendirme cabasina ragmen o kaynagi saibeli haberleri yayip, cezaevi direnisini zayiflatacak boylesi bir kampanyanin basini cektiniz. Camiadan yapilan “bunun vakti degil” tarzi elestirilere siddetle karsi ciktiniz. Ilk yorumumda anlamadiniz oyleyse tekrar sorayim: O zaman da bu haberlerin MIT mahsulu oldugunu ve bir sekilde kullanildiginizi filan dusundunuz mu? Tanimadiginiz kisi Kapkara@softhome.net adresini kullanan arkadastir, siz de o zaman cemilebahar@hotmail.comdan yazmissiniz. 2000-2001 tarihlerinden bahsediyorum.

  53. tamam anladım. Evet, o zaman yürüttüğümüz kampanyada aşırılıklar vardı, yanlış bilgilenmeye dayanan değerlendirme hataları vardı. Dolayısıyla bizimle tartışan arkadaşlar daha doğru bir noktadaydı. Bunun özeleştirisini yapma fırsatını bulamamıştım. Bu vesileyle iyi oldu. Bunlar tamam da, MİT’le falan ne ilgisi var bunların, onu anlayabilmiş değilim.

  54. sadece ATDA mı?
    bizim gün’le mesaimiz 1991’de başlar.
    o yıllarda kendini “anarşist” ya da “anarşizm ile ilgili” olarak ifade edenlerin çoğunluğunun sabetayist ve ingiliz ajanı (anglo) olduğunu bilmiyorduk. yani hepi topu 50 kadar kişiden söz ediyorum.

    antalya’dan yayımlanan, türkiye’deki ilk anarşist fanzinler olan coelacanth ve ütopya’da özellikle gün’ün yazılarını redakte eder ve yayıma hazırlardım. elimizdeki en yeni teknolojik araç elektronik daktilo idi. bu nedenle fotokopiciye götüreceğimiz kalıpların hatasız çıktılarla hazırlanması gerekiyordu. gün’ün o dönem yazılarını incelerseniz, yazmakla ilgili ne tür obzesyon/kompulsiyonlarla iştigal ettiğini, örneğin tek bi cümlede defalarca tırnak, virgül, noktalı virgül vs kullandığı için zor redakte edilir yazıları olduğunu hemen fark edersiniz. işte bu angarya genelde benim olurdu.
    hatta şöyle bi ayrıntı vereyim.. ütopya’nın son sayılarından birini hazırladığımız 1993 yılında bi gece, gün’ün dördüncü kez redakte etmeye çalıştığım bi yazısını yazarken, sanırım avukattan ödünç aldığımız elektronik daktilonun motorunun yanması, bozulması nedeniyle çalışmaya ara vermiştik ve tophane çay bahçesi’ne gittiğimizde küçük dergi büromuz kalabalık bi polis baskınına uğramıştı. bu türkiye’de bi fanzine yapılan ilk polis baskınıydı.

    1997’den itibaren, cep telefonu ve internetin anarşistlerce keşfi ile bizim de sayımız artmaya başladı. yeni projelere örneğin cezaevlerindeki anarşistlerle iletişim temelli bi projeye giriştiğimizde 5 mayıs ismiyle gün yine peydah oldu. ATDA’ya dair bütün emailleri, aramızda geçen yazışmaları kaydettim. diğer kaydettiğim tüm belgelerle birlikte, ciddi ve niyeti belirli bi anarşist heyetin/kurulun/çalışma grubunun bunları inceleyebileceğini ve bu yazıda geçemeyecek kadar çok ayrıntının rahatlıkla tesbit edilebileceğini söyleyebilirim. bu yüzden 5 mayısçı emine ve gün’ün ATDA projesini nasıl mahvettiğine girmiyorum.

    ancak ATDA’yla ilgili gün’e uyarıda bulunanların aslında bizle bi projeye girişmiş olmasından ötürü ikaz ettiklerini söylemeliyim. gün’ün “haklıymışsınız” dediği de bu. yani şu an gün’ü uyarırlarken bile, okuyanların çoğunun ilk anda fark edemeyeceği bi şantaj/pazarlık/paslaşma durumu söz konusu.

    “Camiadan yapilan “bunun vakti degil” tarzi elestirilere siddetle karsi ciktiniz.” denmiş..
    mesela ben böyle bişey işitmedim. bize böyle bişey söylenmediyse, demekki “camia eleştirileri” dedikleri, bizim ağustos 2012’den beri teşhir ettiğimiz paralel yapılanmaların arasında geçen bi iletişim. yani bizden saklanan iletişimin bugün burda ifade edilebilir halidir. ve asıl kastedilen, sürekli olarak anarşist hareketi yüksetmek için deli divane debelenenleri engellemek, yavaşlatmak için yeni bi ortaklık önerisi..

    gün açıkça yalan söylüyor:
    http://www.gunzileli.com/2007/12/22/ayyuk-no10-22-aralik-2007/
    “Kızıl kara prensliklerin başında oturup ne dediği, ne yazdığı belli olmayan, kapısından nasıl girileceği bile izah edilmeyen website prensliklerimiz de var.”
    hani “tanımıyo”du?

    ainfos-tr’ye de musallat olmaya çalışmıştı gün. ainfos’a dair emailler de başından sonuna kadar kayıt altında.

    gün hakkında söyleyebileceklerim çok. zaten artık baya bi insan sözel ve yazılı olarak olarak gün’ü de diğerlerini de tanıyor.
    gün’ün kabusu olduğumu ve bana baktığında mahir çayan’ı hatırladığını da gayet iyi biliyorum.
    “herkes ektiğini biçer” ancak “rüzgar eken fırtına biçer”.
    nasıl olsa hepsi ortalığa dökülecek.. bence kaçmanız için fırsat varken kaçın. çünkü bi yerden sonra ben de bu kalabalığa engel olamam.
    ve olabildiğince sizi bulabileceğimiz yerlerden uzak durun.

    gün beni tanımıyomuş ya.. hadi söyleyeyim. halen gün ve can’ın olduğu yayın kolektifi grubundan bana da emailler geliyor. amacım puştluk olsaydı orda patlatırdım. lütfen bizi artık daha fazla zorlamayın, “raddesi” felan kalmadı.

  55. not biz gün’le 2002 yılı kasım ayında, kaos yayın şebekesinin evindeki toplantıda reel olarak da tanıştık.
    ilerleyen günlerde, birlikte döndüdükleri tezgah ortaya çıkmaya başladığında, istiklal’de bi mekanda otururken, “neden selam vermiyosun?” diye atarlandığı da vakidir.

  56. bence sen bir doktora gözüksen iyi olur. Akıl sağlığın pek yerinde görünmüyor. Düne yazdıklarına ilişkin söylemiyorum, onların hepsi aşağı yukarı doğru. Bugünkü bakışına ilişkin söylüyorum. Sağlıklı değil. İyi niyetle ancak bu kadarını söyleyebilirim.

  57. işin doğrusu mesleki ve bilimsel olarak o tavsiyeyi ancak ben sana ve diğerlerine yapabilirim gün. sen yapamazsın.
    ama sizin durumunuzu hastalık diye geçiştiremeyiz.
    neyi anlamıyosun?
    kuşkusu olan varsa bi komite kursun.
    diyorum ki “bütün belgeleri kendilerine ulaştıracağım”.

  58. istiyorsan buraya da yollayabilirsin, yayınlarız. İlgilenen varsa okur.

  59. madem böyle.. asıl konuya gelelim o halde.
    kime sorsak aydınlık’ın ikinci kişisi, yani gençlikten ve dergi yayımlamadan sorumlu kişi gün zileli’dir denmekte..
    gastelerinizde çarşaf çarşaf yaptığınız ele vermelerden perinçek’in bile daha sonradan haberi olduğu söyleniyor.
    perinçek’in ergenekon dava sürecinde, genel kamuoyunda ortaya çıkmış olmayabilir ama bizim açımızdan, 2000 öncesi, gladyo yapısının, türkiye ayağının 2 nolu kişisi olduğu tesbiti artık aşikar bi gerçek.
    hatta yalçın küçük’ün ve sol camia içindeki uzantılarının da farkındayız.
    17 aralık sonrası.. bozulan koalisyondan ötürü sen gibi koalisyona karşı duramaya çalışanları da fark ettik.
    ancak.. demekki sorulması gereken sorular var.
    başta kızıldere.. sonra denizler. ve tabi ki ibo!
    sandık davası..
    12 eylül faişst darbesi.
    diyorum ki:
    kaç!

  60. Gün, onca söylenen söze ve açıklamaya karşın, tek açıklaman karşındakine deli demek mi? Açıklayamadığınız şeyler söz konusu olunca maşallah hepiniz doktor kesiliyorsunuz?

  61. “madem böyle.. asıl konuya gelelim o halde.
    kime sorsak aydınlık’ın ikinci kişisi, yani gençlikten ve dergi yayımlamadan sorumlu kişi gün zileli’dir denmekte..
    gastelerinizde çarşaf çarşaf yaptığınız ele vermelerden perinçek’in bile daha sonradan haberi olduğu söyleniyor.
    perinçek’in ergenekon dava sürecinde, genel kamuoyunda ortaya çıkmış olmayabilir ama bizim açımızdan, 2000 öncesi, gladyo yapısının, türkiye ayağının 2 nolu kişisi olduğu tesbiti artık aşikar bi gerçek.
    hatta yalçın küçük’ün ve sol camia içindeki uzantılarının da farkındayız.
    17 aralık sonrası.. bozulan koalisyondan ötürü sen gibi koalisyona karşı durmaya çalışanları da fark ettik.
    ancak.. demekki sorulması gereken sorular var.
    başta kızıldere.. sonra denizler. ve tabi ki ibo!
    sandık davası..
    12 eylül faşist darbesi.
    diyorum ki:
    kaç!”

    Kap Kara’nın bu iletisi nerede? Sansür mü uyguluyorsun?

  62. bu sitede hiçbir yazı sansür edilmez. Provokatör yazıları da dahil.

  63. bumuydu deli diye sundugunuz sey. Komik olmayin . Gun nun kendiside soyluyor ve herkes tarafindan biliniyorki Gun aydinlik hareketi icinde bir zamanlar 2. adamdi. Ne var bunda. siz bunu yenimi ogrendiniz. Yok gladyo mus gibi zirvalar. Kardesim varmi elinizde mit maas cizelgesi onu gosterin inanalim. Hem inanacaklar kim, kime duyuru yapiyorsunuz. temiz eller komitesinemi. Heee herkes temiz, birtek Gun kirli hemi. Zirvalamayi birakinda argumanlarinizi gorelim, tatava yapmadan , cocuk gibi olmadan birseyler yazinde size inanalim. Siz yargicmisiniz Gun haydi cevap ver buna diyorsunuz. Ben olsam sizin gibileri birak dinlemeyi muhatap bile olmam.

  64. ΜΙΤ lafini tartismada ilk kullanan Gun olnustur. 38 nolu yorumun altina yazdiklarina bir bakin. MIT’e ait turedi orgutlerin linkini vermekle itham ettigi arkadas, yillarca yazistigi, kampanya ve projelerde birlikte yeraldigi Kapkara isimli tum camia tarafindan bilinen bir arkadastir ve Gun kendisini hatirlamadigini iddia etmistir. Simdi burnuna kotu kokular gelen deneyimli politikaci Gun, o zamanlar saf bir militan gibi dedikodulara kanarak F-tipi cezaevlerine karsi mucadelenin tum siddetiyle devam ettigi o yillarda, sol orgutlere savas acmis, hicbir dayanagi olmayan iddialarla cezaevinde anarsistlere zulum ediliyor diye kampanya yurutmus ve boylelikle devlet propagandasina paralel bir faaliyet icinde bulunmus, imza taklidi gibi ucuz yontemlere de basvurarak baska anarsist gruplari da buna dahil etmeye calismistir . Paralar toplamis, sonradan itirafcilik ve saibeli olmakla itham ettigi kisilere yedirmistir. Bugune kadar da bu konuda bir ozelestiri verme ihtiyaci duymamistir. O zaman bu haberlerin kaynaklarinin MIT filan olabilecegine dair bir koku burnuna gelmemisti ya da bu faaliyetinin devletin isine yarayacagini bile farketmemisdi, elestirenlere de sert yanit vermisti. MIT maas verdi demiyoruz, MIT diye bir laf ortaya atiyor insanlar, gruplar hakkinda saibe yaratiyorsan once yedigin haltlarin hesabini ver oyle konus diyoruz.

  65. sen kimsin bilemiyorum arkadaşım. Kapkara mahlasını hayal meyal hatırlıyorum ama kim olduğunu çıkarabilmiş değilim. O zamanki cezaevi mücadelesi ile ilgili durum şudur:

    O zaman Londra’daydım. Dolayısıyla aldığım bilgilerin hatalı olması çok muhtemeldir. Bize ulaşan bilgiler çok sayıda anarşist tutsağa sol örgütlerin zulüm yaptığıydı. Aslında bu o kadar da gerçek dışı değildi. Bugün Aytekin Yılmaz’ın yazdıklarından öğreniyoruz ki, sol örgütler o dönem saçı uzun, tırnağı uzun diyerek, “anarşist görüntü” diyerek birçok tutukluya zulüm yapmıştır. öldürülen Mehmet Çakar da bunlardan biridir. Yalnız bize ulaşan bilgiler abartılmıştı. Bu tür olaylar olmakla birlikte öyle abartılacak kadar çok sayıda değildi. Zaten o kadar sayıda anarşist tutuklu da yoktu. Bu bilgileri ülke dışında biraz da biz abarttık ve olayı gereksiz bir kampanyaya dönüştürdük. İşin kötü tarafı, bu kampanyanın o sırada başlatılan F Tİpi’ne karşı mücadele kampanyasına rast gelmesiydi. Türkiye’deki anarşist arkadaşlar, Kaos çevresi falan bizi bu konuda uyardılar, söylediklerimize karşı çıktılar, dinlemedik. Neden? Çünkü o sırada Kaos çevresi ile aramızda bir tür rekabet vardı. Olay bundan ibarettir. Bu olayın özeleştirisini yapacak bir fırsat olmadı o günden bu yana, çünkü bunu tartışacak bir ortam olmadı hatırladığım kadarıyla. Bu vesileyle şimdi burada bu tutumumu eleştiriyorum.

    Öte yandan, “anarşist” olduğunu söyleyen iki kişi tarafından aldatıldığımız doğrudur. Bunlardan biri bir “Kürt-anarşist tutsak” rolündeydi. Hapishanede gördüğü zulüm nedeniyle ciğerlerinin eridiği yalanını uydurmuştu. Bu kişiye, Londra’da topladığımız paralardan sanırım iki kere falan 150’şer pound aktardık. Sonra, tedavide ciğerlerinden bir hastalığı olmadığı ortaya çıktı ve ortadan kayboldu. Kaos çevresindeki arkadaşlarla bu konuda da birbirimize girmiştik. onlar, bu kişinin sahtekâr olduğunu ileri sürmüş, biz ise onları anarşist bir yoldaşı sokağa atmakla eleştirmiştik. Onlar haklı çıktılar. İkinci olay ise Ayhan Yerden olayıdır. Ayhan Yerden bir “vicdani redci” olduğunu ileri sürüyordu. Ona çeşitli ihtiyaçları için yardımcı olmak üzere Londra’da kampanya yürüttük. 700 küsur pound civarında bir para topladık ve kendisine yolladık. Ayhan parayı aldıktan sonra ortadan kayboldu. Sonradan Mersin civarında kayınpederiyle birlikte bir saatçi dükkanı açtığını öğrendik. Sanırım yolladığımız paranın da bu dükkana katkısı olmuş. Oysa biz o parayı ona dükkan için yollamamıştık. Sonradan ayhan Yerden kendisiyle konuşan arkadaşlara parayı yediğini itiraf etti, diye duyduk. Bu iki olay da böyledir.

    Diğer yandan, bu tartışmaya nereden geldik? “dinci-anarşist” nitelikli, ne idüğü belirsiz bir takım “örgütler” son derece provokasyon kokan bir bildiri yayınlamışlar ve bu siteye yollamışlar. Özgürlük ilkemiz gereği yayınladım ama arkadaşları da bu bildirinin niteliği konusunda uyarma gereğini duydum. Ardından bunlar çıktı ortaya. Benim kimseden saklayacak gizleyecek bir şeyim yok. Geçmişteki hatalarımın eleştirisini açık yüreklilikle yaptım bugüne kadar, ortaya konduğunda yine yaparım. Elli yıllık devrimciyim. Sol ve anarşist camialarda bunca yıldır tanınırım. Alnım açık, vicdanım temizdir. Burada dürüstçe tartışma yürütmek isteyenler varsa açık kimlikleriyle ortaya çıksınlar, sahte isimlerin arkasına saklanarak dürüst tartışma olmaz.

  66. Gun cevabin sonuna kadar tutarlilk gosteriyor. Son cumlen harika. Sen korkmadan Adini soyadini yaziyorsun. Senden hesap soranlar ise adlarini vermeyecek kadar korkak ve kacamak dovusuyorlar. Aslinda kimliginin karkmadan ortaya koyanlaracevap verip ozelestirini vermen lazim. Buda senin hatan. Kapkara ve saplasman siz kimlersiniz. cesaretiniz varsa adinizi ve soyadinizi yazarsiniz. Belkide muhaberatan kisilersiniz. kime hesap soruyorsunuz. Adinizi yazamiyorsaniz sizler karanlik saibe kisilersiniz. Gun arkadas bu saibeli kisileri tesir etmen lazim. hic bir siteye boyle ahlak disi, kiskirtici, guvensizlik tohumlari eken pravakator kisileri yok say

  67. “Maske takıyoruz, çünkü asıl maskelerle dolaşanların politikasını açığa çıkarmaya çalışıyoruz”, “önce onlar maskelerini çıkarsın”.

  68. Kardesim elestiriyorsun iyi guzel ama kim elestiriyor onu bilelim. Elestirilenin yaptiklarini aleni yaziyorsunuz. Elestirlen kimligi ile acik davrandigi icin verdiginiz tum bilgiler devlet kurumlari tarafindan not alinip Gun zilelinin dosysina koyuluyor, Bu sekilde sizde ihbarci oluyorsunuz. Kendinizi koruyarak Gun zileliyi rizikoya atiyorsunuz. Maskeli elestiri olmaz. Maskeli olsa olsa maskeli balo olup kimin eli kimin cebinde olur. Maskeli ve kimligi beli olmayanlar benim icin karanlik ve saibelidir. Sizin bilginizi bu kadar acik yaziyorsan muhaberat da maskeli bir sekilde olayin icine girerki sisli, dumanli havada ajanlik, provakatorluk sinirlarini genisletir. Grup yorum dan size cesaret, daha fazla cesaret sarkisini dinlemenizi oneririmki maskesiz cesur bir sekilde, ozelikle karsinizdakinini yuzu gibi acik bir sekilde dogusebilmeniz

  69. Maskeni çıkar diyenin İSRAİL olması, olsa olsa gün’e yapılan bir şaka olabilir.

    “Özeleştiri verdim kurtuldum”la temizlenemeyecek olan ilk şey sanırım vicdandır. Hele ki ihbarcıysan…

    Gün tarafından verilen ya da tekrarlanan özeleştirilerin tümünün özeti “arkadaşlar beni uyardı, ben dinlemedim.” Pardon da neden hep aynı özeleştiri arkasına saklanılıyor. Bir hata bu kadar sık tekrarlanıyorsa artık bunda art niyet aranması gayet hak ve normalken siz neden iyi niyet bekliyorsunuz? Ayrıca “Kaos çevresi ile aramızda bir tür rekabet vardı.” ne demektir? Adam kafalamaca mı oynuyordunuz? Bunlar yüzünüze vuruluyorsa emin bu provokasyon değildir. Olsa olsa yapılan provokasyona bir tepkidir.

    Bu arada 38 nulu duyuruda adı geçen diğer iki arkadaş ihaleyi sanırım Gün’de bırakmayı uygun buldular.

  70. 58 nolu arkadas biliyormusun ihale neden gun de birakiliyor. Cunku Gun herkesi ve dusunceyi muhatap aliyorda ondan. Kaos ve kardesime dokunma tayfasi kapkarayi ciddiye almayip muhatap almiyorlar. Gun cevap veriyor, yani devrimci davranis gosteriyor. Hata yapilir, hatalar uzerinden binalar yapilmasi hos degildir. Kapkara yuzunu acik etsin kim oldugu bilinsin , inaniyorumki Gun Zillelide onunla ciddi bir sekilde konusacaktir. O maskenin altinda kim var bilinmiyor. kapkaranin bidiklerini herkes biliyor, hatta muhaberat da biliyor. eeee bu sekilde Gun kiminle muhatap oldugunu bilmesi lazim degilmi? Gecmiste sol icinde o kadar infazlar ve yanlis eylemliklerden dolayi o kadar devrimci oldu, hapis yatikki, orgut taraftarlari ust organi sizin sucladiginiz bicimde suclamadi. Bu bir devrimci ahlaktir. Suclamis olsalardi devrimci gelenek ve tarih bu sekilde yazilmazdi. Benimde yasadigim bir yigin olumsuz seyler oldu. Birlikte yasadigim kisileri sorguya cekip aciktan ajan veya ajan iliskisi olarak sorgulasaydim Oguzhan Muftuoglundan tut, Muzafer Orucogluna oradan Mustafa kacarogluna oradan Dursun Karatasa , Hasan Sensoya kadar giderdim. Ne oluyoruz yahu. Gidin yuzunu ameliyatla degistirmis devrimci kani dokmus insanlarla bu sekilde ugrasin. Gun anarsist mucadeleyi engelenmis ise siz oturup karalara baglanacaginiza mucadeleyi yukseltmeye bakin. Sakin olaki biz mucadele ediyoruz demeyin. Turkiye kucuk kimin nerede ve nereye kadar anarsist etkinlik yaptigi biliniyor. Kucuk bir duvar yazilamasi, pankart asilmasi, sempozyum yapilmasi hemen duyuluyor. Bombalara karsi sofrasi, Takas pazari ,ankaradaki ve kadikoy deki isgalevindeki etkinlikler, izmir, bursa ,eskisehir anarsi insiyatifi nin yaptigi etkinliklerin disinda, birde Kafe 26 da kucuk etkinlikler yapiliyor. Sizler sadece sitelerde karalama yapip hakimlige soyunun. Antalya da kadin plaji protestosu yapildi neden orada bir anarsist bulunup mucadele icinde ortaya cikmadi. Antalyanin cevreleri fasist MHP dolu neden mucadele verilmiyor. Belediyenin uyguladigi yanlislara karsi neden tepki yok. Cunku kiskirtici ve moral bozucu yorumlar yazmak daha kolay ve rizikosuzda ondan.

  71. Demogoji yapıyorsun İSRAİL! Kap Kara’nın yüzü neden önemli bu kadar? Bu ısrar kafamda yalnızca yeni soru işaretlerini doğurur.

    İddialar ortada. “Hastasın” ya da “arkanızda MIT var” ya da “Provokatörsün” gibi suçlamalar, nazarımda yalnızca içine düşülen aczi işaret eder.

  72. chao
    israil kapkararnin yuzunu merak etmiyor. Gunu elestirip hesap soruyorsa kim oldugunuda bilmek hakkidir zanedersem. Sahte veya kod isimlerle boyle hesap sorulmaz. Korkmadan aciktan elestirilerinizi Gun un karsisina gecip yapmalisiniz. kacak dovusmek olmaz. Evet aczi iz cunku muhatap kim o bilinmiyor. kapkara birsey. israil i dedigi gibi Gun u birakin sizler birseyler yapin. Anarsizmin tikanan yolunu acin. Dedikodular ve karacalmalarla degil. Gun Zilelinin adresini biliyorsunuz. Gidersiniz konusursunuz. Olmadi cagirirsiniz herkesi tesir edersiniz. Yol yontem boyledir.

  73. Sizin doneminizde Aydınlık Gazetesi tarafından ihbar edilen solcuların adres ve isimleri konusunda ne diyeceksiniz?

    – Evet, böylesi bir ihbar siyaseti izlenmiştir. Havariler (1972-1983)’de, benim de baş sorumlularından olduğum bu ihbarcılık politikasının kaynaklarını ele aldım ve enine boyuna eleştirdim. Bununla birlikte, soldaki gunahlar Aydınlık hareketinin günahlarıyla kısıtlı değil. Aydınlık’ın o dönem yanlış bir biçimde „sahte sol“ diye nitelediği sol kesimde de o günlerde ve daha sonra sol içi şiddet olayları yaşanmıştır. Örgütler arası ya da örgüt içi hesaplaşmalarda devrimcileri katledenler ya da bu tür eylemlerde sorumlulukları olanlar, bu eylemlerinin hesabını dürüstçe vermeye hiçbir zaman yanaşmadılar. Hatta bazıları, kendilerini, Aydınlık’ın ihbarcılık siyasetini hedef göstererek sol saflar içinde gizlenme yolunu tuttu. Bu, mahallede adı çıkmış bir fahişeyi hedef gösterip kendi işlettiği randevuevini gözden gizleyen birisinin tutumundan pek de farklı değildir.

  74. Harala gurele kardes. Gun zaten anilarinda aydinlik hareketinin devrimcileri ihbar etti. Ben o zamanlar Aydinlik hareketinin 2 adamiydim dedi. Daha ne istiyorsunuz. Diyet olarak kolunumu yada dilinimi kesin. Ayip ya 66 – ve 78 ler gun kadar durust davransalarda yaptiklari yanlislari, hatalari yazip ozelestiri verseler. Gun aslinda acik ve durust yazdigi icin uzerine gidiyorsunuz. Neden 12 eylulden sonra Devrimci Yolun Mk si mahkemelerde orgut olmadiklarini, tek tip giyindiklerini, yakalanirlarken tek bir kursun dahi atmadiklarini, keza kurtulus cularin Mk yakalanip , bazilarida kendi teslim oldu, Halkin Kurtulusu ayni durumda hic biri direnmedi. Evet bu 3 buyuk orguzun yuzbinlerce hata milyona yakin taraftar ve sempatizani vardi , Bunlar neden haytiklari yanlislari anlatmadi. Simdi yasal partilerde ahkam kesiyorlar. Kara dergisini cikaranlarin basindaki sahis Reha camuroglu Acil ciler orgutundendi. Simdi AKP li neden acil orgutu bu konuda hic bir sey demiyor. Sabatist diyip duruyorsunuz. Sucladiginiz kisilerin bazilarin Halkin Kurtulusunun sefi idi neden onlar bu konuda birsey soylemiyorlar. Aydinlik siyaseti karsi devrimcidir. Hic bir zamanda devrimci saflarda olmadi. Hala ayni yerdeler. ustelik simdi karsi devrimci fasist oldular.

  75. Bana gore kimki devlet bayragina sahip cikip, ulus veya ulke kavramini onayliyor o kisi fasistir. Kimki ozgurluk hareketine kara caliyor bilinki o kisi irkci ve devletinin sermayesi ile birliktedir. Kimki anarsizm e saldiriyor o kisi otoriter ve devletcidir.

  76. Genelde söylenen şu olmaktadır: ‘Başka dinlerden insanlar da böyle silahlı örgütler oluşturduklarında, onlar da mensub oldukları dinlere göre, suçlanıyorlar mı? Hitler’in yaptıklarından dolayı hristiyanları veya diğer siyasî liderleri suçluyor muyuz?’

    İlk planda nicelerimize mâkul gibi gözüken bu savunma suali, geri tepmekte..

    Çünkü, ‘Hitler ve benzerleri hristiyan veya başka dinden olsalar bile, onların yaptıkları, dinlerine nisbet edilemez.. Çünkü, o dinlerin mensublarını temsil eden makamlar var, bu makamlar onları kabullenmiyor. Onlar kendi ihtirasları adına hareket etmiş oluyorlar.’ denildiğinde söyleyecek fazla bir söz bulunmuyor.

    Çünkü, gerçekten de o gibi saldırgan kişi veya gruplar, yaptıklarını dinleri adına yapmıyorlar, yaptıklarını iddia etseler bile, bunu o dinlerin mensublarını temsil ettiği kabul olunan makam ve merciler, kurumlar kabullenmiyor.

    Ama, İslam adına hareket ettiklerini söyleyenlerin yaptıklarını İslam adına kabullenmek veya reddetmek durumunda olan bir makam, bir kurum yok.. Her müslüman, bunu sadece kendi kalbî ölçülerine göre belirliyor veya belirlemek durumunda..

    Evet, Emir’ul Mu’minîn mi dersiniz, Khalife mi, dersiniz, her ne derseniz deyiniz; müslümanları, İslam hukuku açısından temsile yetkili bir makam olmadığı için, her mücadele grup veya örgütü de kendisini İslam’ın veya müslümanların temsilcisi gibi göstermekte bir beis görmüyor.

    Sıkıntılarımızın temelinde böyle bir olumsuz durumun olduğu üzerinde düşünmeli değil miyiz?

    Kaynak: http://www.haberdiyarbakir.com/isid-ve-el-kaide-veya-muslumanlari-kim-temsil-ediyor-64639h/#ixzz3CqmC5boJ

  77. Dayanışma mı, Yoksa Kürd/Kürdistan Düşmanlığı mı?

    “Enternasyonalizm” adı altında sömürgeci devletlerin bekçiliğini/uşaklığını yapanlar ile “Ümmetçilik” adı altında bekçilik/uşaklık rollerini yerine getirenler arasında hiçbir fark yoktur. Her iki kesim de özünde Kürd/Kürdistan düşmanlarıdırlar. İşgalci devlet(ler)e açıkça hizmetçilik yaptıklarında gerçek yüzleri görünecektir ve Kürd halkı üzerinde etki yapma şanslarını ortadan kaldıracaklardır. Bu nedenle “Sol” ve “Din” maskesi takarak bu kirli rollerini oynuyorlar.

    Sol görünümlü faşistler, dünyadaki her hangi bir halkın özgürlük mücadelesini hararetle savunurken, dinci görünümlü faşistler de dünyada herhangi bir Müslüman halkın mücadelesini coşkuyla savunmaktadır.

    Dünyada eşi benzeri görülmeyen bir işgale/vahşete karşı onurlu bir mücadele veren Kürdler, ne Sol faşistlerin ne de Dinci faşistlerin desteğini almış değiller bu güne kadar. Dahası bu iki kesim de Kürdlerin Özgürlük Mücadelesi’ne karşı direkt veya dolaylı olarak hep sömürgeci devletlerin hizmetkârlığını/uşaklığını yaptılar/yapıyorlar.

    IŞİD adlı barbar çetelerin Ortaçağ vahşetini Kürdler üzerinde hayata geçirdiği bir dönemde sessiz kalan veya “utangaç ve cılız bir sesle” tepki veriyormuş gibi görünen Dinci Faşistler, Araplar söz konusu olduğunda adeta çılgına dönüyorlar ve tüm güçleriyle Arapları destekliyorlar. Bunun en son örneği Diyarbakır’da yaşandı. Kendilerine “Sivil Toplum Örgütü” diyen çevreler, Filistin ile dayanışma adı altında bir gösteri yapıp “Kudüs” ile dayanışma içinde olduklarını gösterdiler.

    Kadın çocuk demeden insanları barbarca katleden ve tecavüze dinsel bir kılıf bularak namussuzlukta sınır tanımayan IŞİD çetelerine karşı gösterilmeyen tepkinin, Kürdlerin yaşadığı trajedi yanında çok çok hafif kalan Filistin için gösterilmesinin insani bir açıklaması olamaz. Olsa olsa Kürd/Kürdistan düşmanlığı ve egemen devletlerin uşaklığıyla açıklanabilir.

    Özgür Bireyler Topluluğu olarak, Dünyada baskıya uğrayan ve sömürülen tüm halkların özgürlük mücadelesini destekliyoruz. Aynı şekilde ezilen halklara (kim olursa olsun) baskı ve şiddet uygulayan tüm devletleri de kınıyoruz. Ancak dünyada eşi benzeri görülmemiş bir vahşetle yok edilmeye çalışılan Kürdistan halkının haklı ve insani mücadelesini görmeyen/görmek istemeyen “Sol ve Ümmetçi” maskeli uşakların gündemi değiştirme kurnazlıklarına da prim vermeyeceğiz.

    İsrail devleti kurulduğu günden beri öldürdüğü Filistinli sayısı, Türk-Fars ve Arap devletlerinin bir günde öldürdüğü Kürdlerin sayısından çok çok daha azdır. Bu gerçeklik, Filistin’den önce Kürdistan’a sahip çıkmayı ve İsrail’den önce TÜRK-FARS ve ARAP devletlerine karşı durmayı gerektiriyor. Bu insani gerekliliği yerine getirmeyenler ne sosyalist ne dindar ne de insan olabilirler. Kendi tecavüzcülerine ses çıkarmayıp, başka halkların “namus bekçiliğine” soyunmak; namussuzluğun kanıksanmasıdır…

    Haber/Yorum

    10.11.2014

    http://www.nasname.com/a/dayanisma-mi-yoksa-kurd-kurdistan-dusmanligi-mi