İkbal ve Dalkavukluk Âleminde Ne Yazılır…

 

Her seçimin ardından dalkavuklar resmigeçidi gelir. Her darbenin arkasından olduğu gibi… Mideniz bulanır… Ekranlara bakamaz olursunuz. El sıkışmalardan, görev teslim törenlerinden, resepsiyonlardan, tebriklerden, soğuk esprilerden, sahte kahkahalardan, iltifatlardan, yeni kabine ilanlarından, ayakta alkışlamalardan, baş eğmelerden, gerdan kıvırmalardan geçilmez olur ortalık. Ne tarafa baksanız bunlar çarpar gözünüze ve kulağınıza. Televizyonu açmamaya çalışırsınız, gazetelere bakmamaya… Bilmemek, görmemek en iyisi dersiniz.

İşte siyasetin özeti budur. İkbal avcılarının, dalkavukların doldurduğu bu alandan kaçıp gitmek en iyisidir. Canınız bu hokkabazlıkları bile yazmak istemez.

Evet ama nereye kaçacaksınız? Nereye kaçarsanız kaçın can sıkıcı sorunlar gelip sizi bulacaktır eninde sonunda. Bir arkadaş bana özel twit atmış, sormuş, fayton tartışmasında ne diyorsun diye. Birkaç gün önce Çarşı’nın bir twiti gözüme takılmıştı. Adalar’daki faytonlara karşı bir kampanya açılmıştı. Konuyu pek iyi bilmiyordum. Kınalıada, dört ada içinde fayton olmayan tek adaydı, belki de biraz bu nedenle konudan uzak kalmıştım. Arkadaştan bu konudaki yazıları istedim. Üç kaynak yollamış. Onları okudum. Ve sonunda, sabırsız karakterime uygun olarak bu konudaki ilk düşüncelerimi yazmaya karar verdim. Sevgili atlarımızın ve sevgili fayton emekçilerimizin ortamında en azından ikbal avcılığı ve dalkavukluk yoktu. Merasim ve yalakalıktan uzak bir ortamda çileli hayatlarını sürdüren bu hayvan ve insan kardeşlerimizin sorunları konusunda ben de bir şeyler söylemek istedim.

Hayvan hakları savunucularının fayton atları konusundaki duyarlılıkları bu sorunu gündeme getirmesi açısından elbette yararlı olmuştur. Ne var ki, çok radikal bir talep olan faytonların kaldırılması talebinin somut durumda atların yararına olmadığı kanısındayım. Bu talebin gerçekleştiğini düşünürsek, halihazır at kardeşlerimizin en kısa yoldan mezbahayı boylayacağını tahmin etmek hiç de güç değildir. Bu dünyada kimse kimseyi hayrına beslemez. Üstelik adalarda “yılkı atı” için bir ortam bile yoktur. Hayvan hakları savunucuları bu kadar çok sayıda atın geçimini sağlayacaklarını ya da onları başka alanlarda istihdam edeceklerini düşünüyorlarsa tamam da, ben bunu yaptıklarına ya da yapabileceklerine hiç ihtimal vermiyorum. Dolayısıyla emekçi at kardeşlerimiz, çileli çalışmaları karşılığında hiç değilse yaşamlarını idame ettirebilmektedirler.

Bence hayvan hakları savunucularının bugün savunmaları gereken – kendimi ilk kez radikal değil, “reformcu” görünen bir önerinin safında bulmuş oluyorum böylece – fayton atlarının çalışma ve sağlık koşulları için sıkı denetim olmalıdır. Bu atların çalışma saatleri denetlenmeli, aşırı çalıştırılmalarına karşı sert önlemler uygulanmalıdır (bizzat hayvan hakları savunucuları bu denetim işini gönüllü olarak yürütebilirler). Ayrıca sağlık koşulları en ciddi biçimde denetlenmeli, atların sağlık kontrolleri günü gününe yapılmalı, çok sayıda veteriner kadrosuyla bakımları güvence altına alınmalıdır.

Bence bunlar, fayton emekçilerinin de destekleyeceği önlemlerdir. Hem de böylece bu insanlar da geçim kaynaklarından yoksun bırakılmamış olurlar. Belli hak savunucularının genellikle sorunun diğer yanını görmezden geldikleri bilinen bir gerçektir. Örneğin, bazı feministler, kadın haklarını haklı argümanlarla savunurken sık sık erkekleri tamamen göz ardı etme hatasına düşerler. Fayton konusunda da fayton atları savunulurken faytoncuları hiç göz önüne almamak olmaz. Onların da atlarıyla kendilerine göre duygusal bağlar kurdukları görmezden gelinemez. Atlarını süslerler (sırf gösteri midir bu?), onlara ad verirler, öldükleri zaman onlar da atları için gizlice gözyaşı dökerler.

Kaldı ki, bu tür kampanyaların adaları motorlu araçlara açma planlarına bilmeden destek olup olmadığı noktasına da dikkat edilmelidir.

Oh, gerçek hayata ilişkin birkaç laf etmek, ruhsuz, mekanik, törensel yaratıklar âleminden, yaşayan gerçek varlıkların âlemine geçmek iyi geldi gerçekten.

 

Gün Zileli

30 Ağustos 2014

www.gunzileli.com

gunzileli@hotmail.com

 

Hakkında Gün Zileli

Okunası

Katliam Yasası İstemiyoruz, Yaşam Hakkını Savunuyoruz!

July 11, 2017, vegan Türkiye aracılığıyla TR – KATLIAM YASASI İSTEMIYORUZ, YAŞAM HAKKINI SAVUNUYORUZ! Katliam …

15 Yorumlar

  1. yeni yeni görüyoruz ki hak savunuculuğu dahi moda akımlarına meze olup hızla yükselen bir trend izleyebiliyor. samimiyeti ölçmek için kullandığınız ifadenin çok yerinde olduğunu düşünüyorum: “(bizzat hayvan hakları savunucuları bu denetim işini gönüllü olarak yürütebilirler)”
    böylelikle kendilerini her fırsatta öne atan ve taleplerini adeta eşyanın tabiatına ters bir biçimde iktidar çevrelerine yönelten ve zaten sorunun asıl kaynağı olan bu çevrelerden sorunun çözümü konusunda adım atmasını bekleyen samimiyetsiz kimselerin ayırdı yapılmış olur.
    iyi çalışmalar hocam

  2. Evet bence de bu konuya değinmeniz harika oldu.
    Ayrıca eklemek isterim “Yılkı atı” aslında yabani bir hayvandır ve insanlar tarafından ihtiyaç olduğunda yaz aylarında yakalanarak kullanılırlar ve yaz geçince doğaya salınırlar.
    Bu atları yılkıya bırakırsanız yaşayamazlar alışkın değilller. Sonra Manisa Sipil’deki gibi piknil alanlarınızı talan ettiler diye birde vurulma veya yakalanıp köylerde daha ağır şartlarda çalıştırılmaları söz konusu.
    Bu atlar bu gün toplanan havyanseverler tarafından plansız olarak savunulmaya çalışılıyor.
    Plan yoksa sucuk fabrikaları var.
    Ayrıca İBB nin rant planına bilmeden öncülük etmekteler.
    Faytonlar he ekoloıjileri hem nostaljileri hemde adada olmayan yollarda yol alabilmeleri açısından bence makbuldür.
    Akülü araçlar yol ister sonra park yeri sonra diğer betonlaşma ve kazalarda cabası.
    Bizzat Heybelide yaşayan bir Fb’da profil arkadaşım, büyüğüm Ayşen hanımın bu konuda iyi bir çalışması var ve öte yandan kendisi bir hayvansever.
    Kendi izni olmadan paylaşmak istemedim iznini alayım, kendisi yada ben BirGün de çıkan röportaja cevaben ve tesbitlerini içeren yazısını paylaşalım burada.

  3. Atlar grev yapiyor, biz et vermeyiz diye.
    Bunu duyan kasaplar saldiriyor kediye
    Kedilerin askindan fareler verem oldular
    bunu duyan iktidar saclarini yoldular.
    Helvaci vegan, canim gulum helva.

  4. Kölelik düzeninde de reformcu bir yaklaşımla sahiplerinin kolelerine daha iyi davranmasıni savunur muydunuz bunu merak ettim açıkçası. eğer yolumuz yanlışsa gelin mezbahalarin kapatılması için birlikte savaş verelim hayvan özgürlüğü insan ozgurlugunden ayrı tutulamaz ve hatta emekçi hayvan diye birşey olmaz hayvana sordunuz mu emeğini satmak istiyor mu diye hayvana yapilan düpedüz koleliktir bunda bir anlasalim daha sonra yontem tartışması yaparız Gün abi

  5. vegan dostları severim.ama mekanik bakış açılarını yanliş bulurum.bu uzun yazı onlara yaptığım dostça bir eleştiridir.

    Helal et…
    Et satan firmaların reklamlarında “helal kesim“ ibaresine rastlamışınızdır. İnsanlar domuzların eşini kıskanmadığını pislik yediğini, ama ineğin ve koyunun temiz olduğunu söyler durur. Hiç kimse de çıkıp boğaların, koçların, kedilerin, köpeklerin kendi anasını, bacısını, teyzesini gebe bıraktığından bahsetmez… Diğer yandan “domuz pislik yiyor da, tavuk; solucan, böcek yemiyor, her akşam Restorana mı gidiyor?” diye sormak gerekir. Avrupalı Hristiyanların, domuz etinin hijyenini Müslümanların ineğinden, koyunundan çok daha iyi sağladıkları ortadadır. Hijyen konusu eğitim, demokrasi, bilimsel -kültürel gelişmişlik ve GSMH ile velhasıl kelam kapitalist üretim ve tüketim modeli ile direk alakalı bir konudur. 
    Temizlik, Müslümanların iddia ettiği gibi “imanla” alakalı bir olgu olsaydı eğer; dünyada en çok tuvalet kâğıdı tüketen bölge kuzey Amerika değil, Arap yarımadası olurdu. (Avrupalı bir insan yılda ortalama 160 rulo , petrol ve din turizmi zengini Suudi Arabistanlı ise yılda ortalama 45 rulo tuvalet kâğıdı tüketmektedir. Bu rakam Türkiye ‘de kişi başı yılda ortalama 10 rulodur)
    Gerçekte hiçbir dindar din hakkında kapsamlı bir bilgiye sahip değildir. (Kapsamlı bilgiye sahip olup dindar olan hiç kimseye henüz rastlamadım) Babası, kardeşi de olan ensest ilişki ürünü üretilen inek, İslami usullerle kesilince “helal “ mi oluyor? Aydının görevi görünen ile gerçek arasında ki perdeyi aralamaktır. Tabu yıkmaktır. 
    Tabu; tartışılması yasaklanarak koruma altına alınan düşünce demektir. Akraba evliliği Müslümanlar tarafından “ahlaksızlıkla“ suçlanan batı Avrupa‘da hemen hemen her ülkede yasaktır. Anadolu kültüründe“amca; baba ,teyze ; anne yarısıdır“ denir. Yüksek ahlaklı olduğunu iddia eden İslam kültüründe ise; akraba evliliği normal karşılanır. Çünkü Müslümanlar; “eğer akraba evliliği kötü bir şey olsaydı peygamberimiz kızını amcasının oğluna verir miydi hiç“ diye düşünür. Doğada ensest ilişki, insan elinde esir olan, ”üretilen” hayvanların yaşadığı çiftliklerdeki kadar yaygın değildir. Birincisi; doğada, hayvanın seçme şansı vardır. ikincisi; hayvan genetik olarak (iç güdü genetik hafızadır) bu tür bir çiftleşmenin soyun devamı açısından zararlı olacağını sezer. Bu arada tarih öncesi devirlerde insanlarda kandaşla cinsel birleşme yaşandığı bilimsel olarak İspatlıdır. Diğer yandan hala bu geri tavırda ısrar etmek ilkelliktir.
    Bilim adamı MENDEL aynı soydan fareleri çiftleştirmiş doğan yavrularda sakatlıklar olduğunu görmüştür. Ayrıca akraba evliliği etik de değildir, zira insanlık nüfusunun yarısı kadındır. Anadolu insanları, biraz vicdan azabından, biraz “ürün kalitesi“ kaygısından çiftlikler arasında damızlık koç değiştirerek ensest çiftleşeme konusunda kendince önlem alsa da; gece vakti ipini koparan boğaların annesiyle, kardeşiyle çiftleştiğine tanık olunmuştur. Sonuç olarak “helal et“ konusu ticari bir uyanıklık vakasından öte bir şey değildir.

    Dinsel yaklaşım…
    Et yeme olgusunun ahlakı ve bilimsel boyutları da vardır. Bu durum, DİN ve VEJETARYEN’lık konularıyla hesaplaşmayı gerektirir. Din felsefesi “Allah hayvanları biz onları yiyebilelim diye yarattı, evrim falan yok” der. Ama aynı din felsefesi “Evrim yok ise, insanlık ADEM ve HAVVA‘nın çocuklarının ensest ilişkisinden mi türedi?“ sorusuna cevap veremez. Her şeyi bilen, her şeye gücü yeten yüksek ahlaklı Allah, neden ilk seferde ensest ilişkiyi engellemek adına on ADEM ile on HAVVA yaratmamıştır? Gerçek şu ki; “ilk insan” diye bir şey hiç bir zaman var olmamıştır. Bu; cahil uydurmasıdır. 
    Bitkilerle hayvanların ortak atası 4 milyar yıl önce suda evrimleşmiş ilk canlı hücredir. İnsan sinir sistemi çok gelişmiş bir hayvandır. İnsan bir anlamda düşünen Hayvandır. gezegenimizdeki canlılık basitten karmaşığa doğru evrimleşmiş tir. (hatta daha da ötesi de var. BİG-BANG ile oluşan evrendeki her madde özünde aynı kökten gelir yani kardeştir) 4.5 milyar yaşındaki canlılık ilk 4 milyar yıl boyunca mikroskobik seviyede evrimleşmiştir. Anadolu gençlerinin üstüne “evrim yok“ diyen mankenlik ajansı yöneticisi Harun Yahya gibi cahilleri salan emperyalistlerin kendi ülkelerindeki gençlere evrim kuramını ; “doğa kanunu“ seviyesinde belletmesi körelmiş zihinlerde bir kıvılcım çaktırmalıdır. Unutulmamalıdır ki; cahil insanı koyun gibi gütmek kolaydır . 
    Vejetaryenlik…
    Et yeme olgusu avcılık kültüründen kalma ilkel bir yaklaşımdır. Terkedilmesi gerekir. Etik bir tavır alarak , aynı gezegeni paylaştığımız canlıları “yiyecek“ veya “ticari mal” seviyesine indirgemeyi terk etmek , çağdaş bir yaklaşım olacaktır. Hayvanat Bahçeleri, hayvan ticareti -avı yasaklanmalı, yunus parkları kapatılmalı, kürk üretimi –satışı yasadışı ilan edilmelidir. At, köpek, deve yarışları gibi yarışlar durdurulmalıdır.
    Hayvanlar doğadan koparılmamalı, doğal yaşam alanları tahrip edilmemelidir. Bilimsel deneylerde kullanılmamalıdırlar. İnsan doğadan bir tek yaprağı bile koparırken kırk kez düşünmeli, gereksiz yere bir tek ota basandan hesap sorulmalıdır. Doğadaki her şey diyalektik bir bağ ile birbirine bağlıdır. Bitkiler ölürse, sular ve hava kirlenirse hayvanlarda -insanlarda ölür. Yapılan araştırmalara göre dünyadaki kirliliğin birinci nedeni; otomotiv sanayi, ikinci nedeni ise; et endüstrisisidir.
    Diğer yandan et için yetiştirilen bir dananın hayatı boyunca tükettiği mısır miktarı o dananın kesildiğinde ortaya çıkan etin doyuracağı insan sayısından 12 kat fazladır. 
    Mantarda, kabuklu yemişlerde, baklagillerde, yumurta ve süt ürünlerinde de yeterince protein vardır. Etsiz bir beslenme ruhsal ve bedensel açıdan et yemeye kıyasla çok daha faydalıdır. Bugün sadece Hindistan’da 400 milyon kadar vejetaryen insan vardır. Sağlıklarında bir sorun yoktur. çağımızın teknolojik seviyesi sadece ekilebilir arazileri işleyerek 15 milyar insanı doyuracak kapasitededir. İnsanlık bugün bırakalım insan ve hayvan haklarını doğa haklarını da yasalaştırmalıdır. Para için ağaç kesmenin, su kirletmenin cezası uzun süre hapis yatmak olmalıdır . 
     
    Veganlık konusu…
    Radikal vejetaryenler; yani veganlar beyni ile kalbini ayıran insanlardır. Oysa kalp beyne tabi olmalıdır. özerk hareket etmemelidir. Veganlar; Bal, yumurta yemez, süt içmezler. Koyun, tavşan tüyünden kazak giymezler. İşi ilerletip lahana yemeyenler vardır. Bu arkadaşlar ki; ben onları “sol sapma“ olarak görüyor ve bir solcu olarak düşmanca değil dostça eleştiriyorum… “lahana kökünden kopartılınca ölür, ama elmayı koparırsan yeniden yetişir“ diyorlar…
    Aynı mantıkla kendilerine “peki elmanın üzerindeki bakterinin yaşam hakkına saygı ne olacak?“ diye sorunca cevap veremiyorlar. Bu romantik bir tavırdır. Gerçek dünyada karşılığı yoktur. Uçağa karşı olmak ile uçak endüstrisine karşı olmak aynı şey değildir. Pireye kızıp yorgan yakmak saçmadır. Mudurnu piliç fabrikası patronu ile üç beş yumurta için tavuk yetiştiren, onlara isim takan, seven Pakize teyzeyi aynı kefeye koyamayız. Tamam et yemeye karşı ol, tavuk üretim fabrikalarına karşı dur ama zaten doğal Vejetaryan olan yoksulun bir litre sütüne, üç yumurtasına laf etme. ”Yumurta da canlı“ tavrı “kürtaj günah, çünkü; cenine bilmem kaçıncı haftada ruh üfleniyor“ diyen cahil dindar tavrının bir farkı yok. (kürtaja karşı değilim ama bu durum; bunca korunma yöntemi varken doğaya saygısızca ikide bir kürtaj olan insanları hoş karşılayacağım anlamına gelmez) Derdimiz sistemi değiştirmekse eğer, halka gerçekleri anlayacakları tarza bir dil kullanmalıyız.
    Elektron mikroskobuyla saatlerce baksak da , moleküler dünyada “can” diye bir olguya rastlayamayız.“canın“ olmadığı yerde “ölümden de“ bahsedilemez. Dincilerin “ruh“ dediği şey beynin 100 milyar sinir hücresi (nöron) arasındaki aktivitesinden başka bir şey değildir.
    Evren BİG-BANG‘ le var olduğundan beri evrende ne bir atom çoğalmıştır, nede azalmıştır. Odun yanınca yok olmaz. Isı ,ışık, kül ,dumana dönüşür. Enerji; seyrek madde, madde; yoğunlaşmış enerjidir. CERN‘de ki deneyler enerjinin nasıl maddeye dönüştüğünü göstermiştir. Bu zaman-boyuttaki evrenimizin temel prensibi değişimdir. 
    Diyelim ki ruh var. bitkisel hayattaki insanın ruhu nerde? Ya da ölüm orucu yapıp açlıktan hafızası beş yaşına kadar geriye doğru silinmiş bir insanın ruhu nerde? Vejetaryenler et yemeye “hayvanlar acı çekiyor“ diyerek karşı çıkar. Oysa memeli olmayan hamsi gibi balıkların sinir sistemi insandan bin kat daha ilkeldir. Bitkilerin de etraflarını algılamak için geliştirdikleri sinir sistemi benzeri sistemleri vardır.
    Örneğin su rezervi azalmış bitki yağmur bulutlarının yaklaşmakta olduğunu havadaki manyetik alandan anlar anlamaz suyu bolca kullanır, nasılsa yağmur gelmektedir. İnsan dünyayı duyu organları ile algılar . Homo sapiens: “akıllı insan“, “bilen insan” demektir. Cüzzamlı bir hasta elinin sıcak sobada yandığını sesten, kokudan, dumandan anlar. 
    Sınırı nasıl çizeceğiz? Hepsini aynı kefeye koymak kaba bir yaklaşım olmaz mı? Ben merkezi sinir sistemi ilkel olan deniz ürünlerinin tüketilmesinden yanayım. Doğada birbirini yok etme % 5, dayanışma ise % 95‘dir.“Sadece bitki yerim ben” diyen vegan bitkisel hayattaki babasını da yer mi? Hiç sanmıyorum. 
    “İlla et yiyeceğim” tavrı ile “lahana, hamsi, inek yemem süt içmem“ tavrı düşman kardeş. Doğadan ona zarar vermeden ihtiyacımız kadar almalı yerine fazlasını koymalıyız. (yeni kıta yerlileri sadece ihtiyacı kadar avlanır, hayvanın her şeyinden faydalanır, boynuzlarını çadırlarının girişine asıp ruhuna teşekkür ederdi)Kedisini tavukla besleyen, bağırsağındaki solucanı ilaçla yok eden, mantar yiyen veganın durumu tartışmalıdır. (mantar; kimi hayvan bilimciye göre hayvan kimine göre ise bitkidir) Venüs sinek kapan bitkisi böcek yiyerek beslenir. Daha büyükleri minik kurbağaları yakalayıp eriterek hazmeder. Bu bitki dengesiz midir? Kedi sevip tavuk yiyen etçil insan mı daha kabadır? Yoksa; bit şampuanı kullanan bir vegan mı?
    Yapay et üretimi yaygınlaştığında veganizm tartışmaları son bulur mu? Bilmem ama, ben kendi adıma o zamanda şimdiki gibi akılcı düşünmeye çalışacağım. 

    Hayvan hakları mücadelesi, sınıf mücadelesine tabi olmalıdır…
    İnsan emeğine köpek gibi davranan, ahlaksız ve asalak burjuvazinin kedi köpeği insan gibi sevmesi gerçekten irdelenmesi gereken bir konudur. Kim bilir belki de; bu bir çeşit suçluluk psikolojisinin dışa yansımasıdır. Belki de, tüm insanlığın kendilerine köpek kadar sadık olmasını istiyorlar. Gezegendeki tüm köpeklerin asi kurt soyundan geldiğini ve beyinlerinin köpeklerden % 20 daha gelişkin (daha doğrusu; “evcilleştirilip köpek yapılan kurtların zekası % 20 körelmiştir) olduğunu söyleyerek yazımı sonlandırmak niyetindeyim.
    Kanımca en büyük çevrecilerde, hayvan severler de anti –kapitalistlerdir. Çünkü kapitalizm en büyük ahlaksızlıktır. Kapitalizm ufak bütün kötülüklerin anasıdır. 
    Kapitalizmi dert etmeden, ona tek laf söylemeden içi boş bir hayvan savunuculuğu yapmak vicdan havalandırmaktan öte bir anlam taşımaz. İnsan gezegenimizdeki en gelişmiş akla sahip varlıktır. Söz, yetki, karar hakkı vardır. Önce insanı kurtarmalıyız ki kurtulan insan da doğa ve hayvanları kurtarabilsin.Elbette ki; hayvan ve doğa katliamına karşı duracağız. Ama Lenin’in ekim devriminden önce aş evlerinde yoksullara yemek dağıtan Bolşevik militanlara “açlığı yoksula yemek dağıtmak değil devrim çözer“ lafını da unutmayacağız. Unutmayacağız çünkü gerçekten de ekim devrimi açlık sorununu çözmüştü.
    Teori gri, yaşamsa yeşilin bütün tonlarına sahip. Che‘nin zamanında ekolojik mücadele yada hayvan hakları konuları devrimcilerin programında pek yer almıyordu. Bugün bu durum aşılmalıdır. Devrimci teori güncellenmelidir.

    Not: 
    Yazıda bahsi geçen bazı konularda uzman görüsüne başvurduğum yakın dostum Veteriner Hekim Kemal Gülbahçe‘ye teşekkür ederim…

  6. umarım birileride beni elestirip ayna tutar.eleştri bol kalorili tatsiz bir gidadir:)

  7. Bak kardeşim, ücretli köleliğin tek alternatifi olarak fiili ve açık kölelik sunulursa ben ister istemez ücretli köleliği tercih ederim, bu kadar açık. Şu koşullarda bu hayvanların iki alternatifi var: Ya fayton atı olarak devam etmek ya da mezbahayı boylamak. elbette mezbahaların son bulması için de mücadele ederiz ama şu somut durumda mezbahaların kapatılması talebinin bu hayvanlara pek bir yararı dokunmayacaktır. Bu yüzden, mezbaha yerine fayton köleliği bu hayvanlar için daha yararlı görünüyor. en azından hayatta kalmaları açısından.

  8. Hayvansal gıda konusunda benim en başta reddettiğim hayvanların öldürülmesi değil yaşatılmamsıdır. Yani fabrika gibi yerlerde gıda olmak üzere bir bitkiymişçesine yetiştirilip gün yüzü göremeden kesilmeleridir.

    Bu nedenle bu tip yerlerden gelen hayvansal gıdayı yememeye çalışıyorum, yani pratikte şehirde et-tavuk yemiyorum. Belki serbest yaşarken vurulmuş bir av hayvanını yiyebilirim, avcılığın türü tehdit etmeyecek seviyede yapıldığını bilsem. Veya makul koşullarda yaşatılıp kesilen bir tavuk veya memeliyi köyde yiyebilirim. Pratikte zaten böyle bir şansım yok.

    Denizde serbest yüzerken avlandığını düşündüğüm deniz canlılarını yani balığı yiyorum. Bunda balıkların evrimsel gelişimde memeliler ve kanatlılardan daha altta, yani bize daha uzak canlılar olduğunu düşünmemin de payı var. Açıkçası nasıl ki bir insana bir kediden daha çok değer veriyorsam bir ineğe de bir balıktan daha çok değer veriyorum. Aynı şekilde arıların balının sömürülmesi de benim için önem olarak çok alt sıralarda yer alan bir adaletsizlik. Hayvanlar arasındaki bütün hiyerarşiyi reddettiğini iddia eden “türcülük karşıtı” yaklaşımları gerçek-yadsayıcı, uygulanamaz ve zırva buluyorum. Kimse bana bir arabanın bir insanı ezmesi ile bir fareyi ezmesinin aynı şey olduğunu filan söylemesin.

    Öte yandan, niyet dini bir “hayvan yememe” kaygısından çok hayvanların kölece “yaşatılması”nı boykot etmek olunca vejetaryenlik de aslında yetmiyor. Bu sefer fabrika tipi, köleleştirici şekilde üretilen her türlü süt, yumurta vs. de reddedilmeli. Bu kadarını da açıkçası yapamıyorum, bunla uğraşmanın psikolojik ve pratik maliyeti kontrolden çıkmaya, bütün hayatını buna göre ayarlamaya varıyor, başka sosyal adalet önceliklerini sabote etmeye başlıyor.

    Ayrıyeten, hayvanların haklarını savunmaya garibanın hayvan sömürüsünden başlamaya hevesli iki yüzlü orta sınıf yaklaşımları da utanç verici buluyorum. Komple ekosistemleri mahveden kapitalist gelişimlere karşı mücadele etmek, yani düz anti-kapitalist olmak, faytoncunun atı, çingenenin ayısı (kalmadı ya artık) ile uğraşmaktan sonsuz kere daha ahlakidir.

    Uzun lafın özeti et yiyenlere filan da bişey demiyorum. Boykot etmek ahlaki zorunluluk seviyesine çıkarılamaz çünkü bu sefer neredeyse her üründe boykot edecek bir sebep bulursun. Pasif eylemin (birşeyi “yapmamak” üzerine kurulu eylem) sistemi değiştirmeyeceği açık. Bu düzeni biz kurmadık biz kurabildiğimiz zaman ahlaki yükünü de alırız, hayvancılığı vs. tüm üretimi kökünden değiştiririz. Bu her türlü tüketim için geçerli. Yani önce “iktidarı almamız” gerekiyor üretim üzerinde ciddi bir ahlaki dönüşüm yapacaksak.

  9. Yamyamlığın normal bir üretim ile birleştirildiğini, yani yenmek üzere yetiştirilip kesilen insanlar olduğunu düşünün. Herkes isyan eder bu fikre. Çünkü kendi türüne, en gelişmiş akıla sahip türe böyle araçsal davranılması (Kant ne güzel yasaklamış bunu) kabul edilemez bulunur. Ama tavuk yemek böyle bir şey değildir, bunda da aynı prensip vardır ama derece farkı çok büyüktür. İnsana ne kadar uzak ise yenilen canlı “yamyamlık” niteliği o kadar azalır. Siyah-beyaz yoktur, griler vardır gerçek hayatta. Mutlaklar ile düşünmek gerçek evrenle yüzleşemeyenlerin giriştiği dini bir arayıştır.

  10. “Bak kardeşim, ücretli köleliğin tek alternatifi olarak fiili ve açık kölelik sunulursa ben ister istemez ücretli köleliği tercih ederim, bu kadar açık.”

    G.Z. senin devrimci anlayışında sorun var. gerçekten sorun var. Devrimci, sadece kendisine sunulan iki seçenekten birini seçmek değildir. Fiili köleliğe karşı ücretli kölelik seçeneğini tercih etmek. Bu Devrimcilere İhanettir. Ee nede olsa fiili köleliğin bittiğini bildiği ve kimsenin öyle bir köleliği seçenek olarak sunmayacağını bilen birinin bu dönemdeki, ücretli kölelik seçeneğini tercih, beyanı okuyucularını kandırmadır.

  11. bence okuduğunu doğru anlamalısın.

  12. Doğru okuduğumdan eminim. Bu zorunluluk haliniz bir kişilik tipi oluşturmuş. Bir insan Hem “Sıtmayı” hemde “ölümü” redetmelidir. seçeneksizlik, kendi seçeneğini yaratamama haliiii…… bağımlı kişilik tipi…. Ekolojik tutumdan yoksun olma hali…. sen anlamadın eleştiriyi o zaman somut söyleyeyim G.Z. ; Hem Mezbahalara karşı gelmek hemde Fayton köleliğini red etmektir devrimci tutum. Atları(tabiki diğer hayvanlar da) doğal ortamlarında bulunmasını savunmaktır Devrimci Tutum……..

  13. ben bir farenin ezilmesine bir hükümet mensubunun ezilmesinden kesinlikle çok daha fazla üzülürdüm.

  14. Özellikle de büyükadada ki payton ile ulaşımdaki soruna hayvan hakları perspektifinden yaklaşmak doğru ve gerçekçi değil.
    Özellikle son on yıl içersinden ana karadan adalara içme suyunun borularla ulaştırılması ve doğal gazın getirtilmesi ile birlikte kış aylarında da büyükadada hatırı sayılır bir yerleşik nüfusun oluştuğu görülmekte . Öte yandan, kentin nüfusunun inanılmaz artışına paralel olarak kente yakın olması nedeniyle yazın adaların çok daha kalabalık olduğu da bir diğer gerçek.
    Bu durum özellikle Büyükadada ulaşımın paytonlarla yapılması sebebiyle payton adedinde büyük bir artışa neden oldu . Bu da beraberinde aşağıdaki sorunları doğurdu :
    1 ) Bakımsız paytonlar ve onların ehil olmayan sürücülerinin çoğalması,
    2 ) özellikle yaz aylarında Büyük adanın iki arteri olan Maden ve Nizam yönlerinde payton yoğunluğu nedeniyle ne bisiklet ulaşımının ne de yaya yürümenin sağlıklı yapılamaması.
    3 ) Payton sürücülerinin anılan arterlerde birbirleri ile yarışarak yaya ve bisiklet sürücülerine zarar verecek derecede bu caddeleri vahşi batıya çevirmeleri .
    4 ) Büyükadada yerleşimin iskeleye uzak mahallere ulaşması karşısında paytonla ulaşımın inanılmaz pahalı boyutara varması.
    5 ) Yaz aylarında payton esnafının daha fazla gelir getiren büyük ve küçük tur hizmetini haklı olarak tercih etmeleri nedeniyle . Ada sakinlerinin ulaşım ihtiyaçlarına gereği gibi yanıt vermemeleri. Bu nedenle de ulaşımın bir kamu görevi olduğunun unutulması.
    6 ) Payton adedinin artması nedeniyle bunun doğal bir sonucu olarak payton kullanımının getirdiği at dışkı ve idrarı gibi sonuçların yarattığı olumsuzlukların giderilememesi.
    Netice olarak Büyükadada ulaşımın paytonla yapılmasının ısrarında kamusal bir yarar bulunmamaktadır. Amu bu demek değildir ki Büyükada motorlu taşıt ulaşımına açılsın . Çare açıktır :
    1 ) Büyükadada Payton ulaşımın ana teması olmaktan çıkarılmalıdır. Payton sadece büyük ve küçük turlar da kullanılacak ve adedi de bu turistik amaca yönelik olarak azaltılacaktır.
    2 ) Payton adedindeki azaltılmanın yanısıra paytonlar şık ve temiz hale getirilecek ve ehil sürücülere teslim edilecektir.
    3 ) Büyük Tur ve Küçük Turlarda turistik amaçla kullanılacak pay.ton dışındaki paytonlar bedeli karşılığında Belediye tarafından satın alınarak bir anlamda kamulaştırılacak ve hali hazır paytoncu esnafının mağduriyetine neden olunmayacaktır.
    4 ) Ulaşım maden ve nizam da ringi seferi yapacak olan
    Beyoğlu ve Modada halen kullanılmakta olan tranvaylarla yapılacaktır.
    Bu günki sistemde ısrarlı olmanın ilerde daha büyük sorunları beraberinde getireceğini özellikle vurgulamak isterim . Zira Büyükadanın ulaşımını paytonlarla karşılamanın fiilen olanağı kalmamıştır.
    Para ve maddi çıkarlar için insana bile değer verilmeyen böylesi bir toplumda hayvan haklarını ayaklar altına alacak bir böylesi çarpık bir sistemin sürdürülmesi savunulacak bir davranış biçimi değildir.

  15. tabii ki mezbahaların kalkmasını savunmalıyız ama somut durumda bunu gerçekleştirecek gücümüz yoksa, hayvanların kısa yoldan mezbahaya yollanmasını önlemeye çalışmak da devrimci bir görevdir. Bugün faytonların kaldırılması bu atların doğrudan mezbahaya yollanması anlamına geliyor.