O. Gürsel / YENİ BİR SİYASET, YEREL VE ÖZGÜRLÜKÇÜ MÜCADELE (*)

YENİ BİR SİYASET, YEREL VE ÖZGÜRLÜKÇÜ MÜCADELE (*)

“Yeni bir devrimci hareketin geçmişten öğrenmesi gereken en önemli                            derslerden biri, hareketin, yeni halkçı programı için orta sınıfın geniş                             kitlelerinin desteğini kazanması gerektiğidir.” (1)

Gezi isyanı “nasıl” bir “şey’di”?

1. Kent çevre duyarlılığı içinden doğmuştu. Yerel bir isyan olarak başlamıştı. Genelleşti. İsyanda yer alanların sınıfsal kimliği belirgin değildi; “halk” oradaydı. .

2. Tahakküme, bir hayat-inanç tarzının dayatılmasına karşı patlayan bir isyandı.

3. İsyancıların somut dilekleri vardı ama somut talepleri yoktu.

4. İsyancı çoğunluğu kentli orta sınıfına aitti. Alevi kökenli, üniversiteli gençler; sistemin maddi ya da “kültürel” olarak dışladığı insanlar, “kardeşçe” isyan ettiler. Ve kadınlar… En inatçı ve en güzel isyancılardı.

5. Sloganları “alt alta topladığımızda” anarşizan ve özgürlükçü olduğu görülüyordu. İsyan edenler arasında hiyerarşi yoktu; dayanışmacı, fedakâr ve yaratıcı bir ruh taşınıyordu.

6. Geleneksel sosyalist muhalefetin kullanmadığı bir dil hâkimdi. Siyasi parti ve siyasi örgüt, sendika vb. yapılardan bağımsızdı; bu yapıları da arkasından sürükledi. Hiç kimse, kimseyi, yapıyı, topluluğu kontrol etmeye yeltenmedi…

  1.  Gezi’de, “çağdaş” kent yaşayışını inkâr eden, dinci-mezhepçi hayatı dayatan, kendi dışındaki hayat tarzlarını aşağılayan “sisteme-adama” karşı son yıllarda birikmiş muhalefet enerjisi “patladı”; boşalarak tükendi.  Bir “saman aleviydi!” Oldu ve bitti!

“BİRLEŞİK HAZİRAN HAREKETİ” (BHH), sosyolojik- psikolojik-siyasal çözümlemeler üzerinden muhalefet “ruhunu” tanımalı, bu “ruha”, toplumsal imkânlara uygun, gerçekçi bir “birlik, yöntem” oluşturmalıdır.

            “Mavi ve beyaz yakalı “işçilerin” orta sınıfın hümaniterleriyle ortak toplumsal kaygılarla harekete geçtiği ve onlarla aynı saflarda yürüdüğü    küreselleşme karşıtı hareketler de.. buna işaret etmektedir “Proletaryanın orta sınıfınkilerinden  ayırt edilemez olmuştur.” (2) Gezi’de gördük. Böyle oldu. Yukarıdaki tespitler üzerinden, “nasıl bir Yurttaş muhalefetini” düşünelim.

1. “Büyük ve Teorik” siyaset yerine, insanların hayatına dokunan alanlarda siyaset üretilmesi gündelik kent-siyasal hayatını canlandıracaktır. Yerellerde insana-kente-çevreye zarar veren yerel veya genel iktidar projelerine karşı muhalefet süreci insanları siyasallaştıracaktır. Kendilerinin hayatını doğrudan etkileyen ve sahipleneceği sorunlar üzerinden mücadele etmek, insanlara genel bir mücadele karakteri kazandıracaktır. “… özgür bir toplum için verilen mücadele de özgür toplumun kendisi kadar özgürleştirici olmalı ve kişinin kendini dönüştürmesini teşvik etmelidir.” (3)

2.  Gezi’de iktidarın adamları eliyle yapılan zorbalık, insanların vicdanını sızlatmıştır. BHH de iktidara veya onun parçası olan insanlara hiç bir zaman “insan vicdanını sızlatacak” sözel ya da eylemsel muhalefet yapılmamalıdır; bu olursa “varlığına ” ait samimiyet yaralanacaktır.

3.  “Günümüzün kültürü, toplumsal ilişkileri… Marksistlerin*  neredeyse mistik bir anlam yükleyerek… üzerine odaklandığı geleneksel proletaryayı… küçük burjuvaların oluşturduğu bir tabakaya dönüştürmüştür… ‘Dünyanın bütün işçileri birleşin’ şeklindeki geleneksel sloganın eski tarihsel manası hiç olmadığı kadar anlamsızlaştırmıştır… proletaryanın sınıf bilinci durmadan kan kaybetmektedir ve bir çok yerde yok olma düzeyine gelmiştir. (4) Ve sosyalistlerin de pratikte ihmal ettiği, feodal ruhlu, sosyalist düşünceli erkeklerin inkâr ettiği kadınlar, en güzel isyancılar İsyan’da yerlerini aldılar.

4. “Hiyerarşinin karakteristik bir özelliği olan statü farklılıkları sınıf farklarıyla birleşme eğilimi göstermekte ve etnik, ulusal, cinsiyetle ilgili farkların … toplumun gözünde sınıf farklarından daha büyük bir öneme sahip olduğu daha da kapsayıcı bir kapitalist dünya ortaya çıkmaktadır.” (5) Kürt halkı ve Gezi isyanı, 90’ların sonunda yapılan bu tespiti haklı çıkartmaktadır.

5. Azgın kapitalizm, bizim de “doğal” yaşam alanımız olan gezegenimizi-tabiatı, “şirketi batmasın, büyüsün” hırsı ile mahvediyor. Bu aç gözlü, doymak bilmez sınıf, hiç ihtiyacı olmadığı halde milyon ya da milyar dolarlarını daha da çoğaltmak için “zavallı” ağaçları kesiyor; denizleri, gölleri kirletiyor; gerçekte insanın ihtiyacı olmayan bir sürü ıvır, zıvır nesnelerin üretimine enerji sağlayacak, HES’ler, Nükleer santralleri kuruyor. Temiz enerji geliştirecek-kullanacak yerde, daha çok kâr amacıyla, kendine ucuz, bize insanlara-toplumlara-gezegene çok “pahalıya mal olacak” enerji ve sanayi üretimi gerçekleştiriyor. Birleşik Muhalefet bu yolda bilinç geliştirmelidir. Doğrudan kapitalizmin kendisi yerine, Kapitalizm’in yol açtığı “kötülükler” ile  mücadele bir zaman ve enerji kaybı olarak görülmemeli; çünkü kapitalizm, tahakküm ve hiyerarşi üreten bir “sistem” olduğu kadar, “tahakküm ve hiyerarşi” tarafından da üretilen bir sistemdir! “…kadınların ezilmişliğinin bin yıllardır sona ermemesi, hiyerarşinin tarihsel olarak sınıf kavramından daha yerleşmiş bir olduğunu kanıtlamaktadır.”(6) Bu olgu, bu mücadele süreci içinde kavrandığı ölçüde gerçekten yok edilebilecektir.

6. “Bu burjuvalaşma süreci… (bu sürece)… bir zamanlar belli ölçüde direniş göstermiş … toplumsal hareketleri içine alacak şekilde genişlemesini de içermektedir.” (7) Sol-Sosyalist düşünce taşıyanlarda da gözlenen, yalnızca “iyi yaşama isteği” anlamında “mazur” görülmesi gerekli “burjuvalaşma süreci”, aslında “kişilere” değil, “teoriye” ait bir çelişkidir! Bu çelişki, 150 yıl önce toplumsal adaleti “yoksulluk-yokluk” içinde de gerçekleştirebilecek bir “amaç” olarak gören 19. yy sosyalizmine ait ve tarihsel-bağışlanır bir “kusurdur.” Çünkü 21. yy bilim ve teknolojisi, hem de doğaya zarar vermeden, tüm insanlara bir “orta sınıf hayatı” sağlayabilecek, “adil-özgür-bolluk” içinde yaşanılacak bir toplumsal hayatı vaat edebilecek-gerçekleştirebilecek bir siyaset imkânı sunmaktadır. “Eğer kapitalizm yüzyılın ortasında özgürlükçü bir komünist toplum için gerekli olan teknolojik ön koşulları yaratmamış olsaydı… herhalde bu hareketlerin hiçbiri ortaya çıkmazdı.” (8) “Post modern dönemin bir çok düşünürü ahmakça bir biçimde bilim ve teknolojiyi insanlığın selamet ve refahına karşı başlıca tehdit görürken… (bilim ve teknoloji) bize gerçekliğin bütün önemli özelliklerini değiştirebilme ve insani ve gayri-insani yaşam türlerinin refah durumunu iyileştirebilme yeteneği kazandırmıştır.” (9)

BHH,bir  ekolojik denge ve bir “bolluk ekonomisi” içinde yaşayacak, özgürlükçü, adil bir toplumsal hayatı sahiplenmelidir. Buna uygun ideoloji ve tutarlı bir “ahlakı” kendi içinde üretmelidir. Böylece “yeni bir dünya” mümkün olabilir.

İdeolojik olarak BHH dışında, birey olarak içinde yer alacak  Sosyalist siyasi parti ve örgüt mensupları, 19. yy sosyalizminin hakim olduğu  ideolojik ve örgütsel yapılarını, “tahakküm ve hiyerarşi” üreten sol gelenekleri gözden geçirmeliler. Elli, altmış yıl sosyalist mücadele içinde yer almış Bookchin uyarıyor. “Yeni bir devrimci hareketin geçmişten öğrenmesi gereken en önemli derslerden biri, hareketin, yeni halkçı programı için orta sınıfın geniş kitlelerinin desteğini kazanması gerektiğidir.”

BHH, “büyük ve Teorik” meselelerle değil, hayatımızı, çocuklarımızın geleceğini doğrudan ilgilendiren, aslında hayatın devindiği gerçek alanlarda çözüm üretmeli,  direnişi öncelikle bu alanlarda sergilemelidir. Bu mücadele süreci insanları  olgunlaştıracaktır; her birimizi birbirimizden ayıran etnik köken, din, varsıllık ve ideolojiden  daha güçlü insani bağlar bulunduğunu keşfedebiliriz. Bu yerel mücadeleler olgunlaştıkça birleşecek, genel mücadele için büyük güç ve moral toplanacaktır. Unutulmamalı ki, günümüz bilim ve teknolojisi kar için değil, insan-çevre için kullanıldığında tüm insanlık “varsıl” olarak yaşayabilir. “… toplumsal ekoloji … sade bir yaşam ve inkar yerine maddi zevklere ve rahatlığa güçlü bir vurgu yaparak, ekolojik yönelimli bir toplumun geriye dönük olmak yerine ileriye dönük olabileceğini öne sürer.” (10)

7.  Azgın Kapitalist Pazarlamacıların kentleri ve tabiatı talanı, birbirleri ile yarışarak sürüyor. Bu yağmaya sessiz kalınması için beyinleri uyuşturmak, “kitabına uydurmak” amaçlı Dinci-Mezhepçi dayatma; yeterli gelmediğinde de “makul şüphe” ile kitleleri yıldırma siyaseti sürecin “sertleşeceğini” gösteriyor.

Muhalefet enerjisi de birikiyor. BHH, bu enerjiyi ortaklaştıracak, birleştirecek siyaset ve “uygun dil’e” ait verileri Gezi İsyanında aramalıdır. Salt öfke değil, alaycılık aracılığıyla da iktidarın kibri ve ahlaksızlığı gülünçleştirilebilir… Kendini yiyip bitiren, kendine zarar veren öfkeli söylemler yerine daha sıkça alay ve aşağılama içeren bir siyaset dili denenmelidir. “Orantısız zekâları” olduğunu biliyoruz! Siyasal Teoride olmasa da, siyasal söylemde sınıfsal olmaktan çok “insani” sözcüklerin seçimi “halkın ortak yararı” ve “yurttaşlık hareketi” içinde yer alanların insani ilişkilerini ısıtacaktır.

8. Gezi İsyanı, bir “saman aleviydi!” Oldu ve bitti ama Gezi isyanında “görülen” o “ruh” insanların zalimlere karşı er geç ayaklanacağını, diktatör heveslisinin nasıl kaçırtılacağına ait halkın gücünü de gösterdi. Halkın “nedenleri” anladığında, “zamanı geldiğinde” neler yapabileceğini kanıtladı. Biliyoruz; “akar suda bir kez yıkanılır!” Ama “akar su” halkın, insanlığın kendisidir. Ülkemizde “akan insanlığın” önüne set, baraj inşa ediliyor. Bilinir, basınçlı su akacak delik bulduğunda koca baraj patlar; BHH ve yerel mücadelelere böyle de bakılabilir… Amaç, iktidarların “barajlarında” çatlaklar yaratmak!

***

Birleşik Haziran Hareketi, Partiler dışı bir muhalefet olmalıdır.

İsyan böylece daha güçlüydü. Partiler arası sol içi iktidar, “alan paylaşma” rekabeti bu yapıya zarar verir. Bu muhalefette “partililer”, “partisiz” olarak yer almalıdır. BHH içinde kâr hırsı içinde “yurttaşlara”, Tabiata zarar verecek projelere, kapitalizme karşı yapılacak eylemlerin üretimi ve gerçekleştirilmesine ait meseleler konuşulmalı… Kentin, Tabiatın, İnsanın kaderini umursamayanlar teşhir edilmeli. Ahlaksız paragözleri ve onların siyasi temsilcilerini geriletecek, başarısız kılacak taktikler araştırılmalı ve etkili eylem biçimleri bulunarak harekete geçilmeli…

BHH ne kendi içinde, ne kendi dışında iktidar aramalıdır. Hiçbir iktidarın parçası olmayı aklına bile getirmemeli; tümüyle dışa dönük bir mücadele anlayışı taşıyarak, yerel veya genel iktidarları “yönetme” çabası içinde olmalı; Kent-Tabiat-İnsan için en doğru-ekolojik politikaları uygulatma mücadelesi yürütmelidir.

Birlik içinde bilinen siyasal, dinsel, inançsal tartışmalardan kaçınılmalı. Namuslu dindar insanlar da Kapitalizmin kötülüklerinden zarar görmektedir ve bu sisteme karşı olması da tabiidir. BHH içinde ayrılık yaratacak değil, birlikteliği büyütecek ve sağlamlaştıracak ortak insani-ekolojik çıkarları gerçekleştirmenin mücadele yöntemleri tartışılmalıdır.

 

Örneğin…

1. YEREL MÜCADELE ALANLARI; TALEPLERİ…

Yerel seçimler önemsenmeli, meclis ve başkanlık için ortak hareket edilmeli.

İnsan gibi taşınacağımız, zamanımızı çalmayacak bir toplu ulaşım sistemi için çalışma yapılmalı, proje konulmalı, önerilmeli, ısrar edilmeli…

Kentimizde her yere bisikletle ulaşılacak güvenli yollar inşa edilmeli.

Bölgemizde yapılan Akkuyu Nükleer Santralinin hayati risk getireceği insanların katılımı ile bir referandum yapılması istenilmeli

Bölgemizde ve ülkemizdeki tüm HES vb. inşaatların, orada hayatı etkilenecek bölge halkına sorulmasının sağlanması; bu tür projelerin referandumlarla kararlaştırılması   için yasa çıkartılması yolunda mücadele edilmesi… (Merkezi iktidarın yetkilerinin bölge halkına aktarılması vb…)

2. ÜLKE GENELİNDE TALEPLER…

Her insan anadilini öğrenme, öğretme hakkına sahiptir.

Hiç kimse dilini, dinini, mezhebini bir diğer insana dayatamaz; bu yolda bir eğitime zorlayamaz.

Her kent ya da bölge kendi kaderini, geleceğini ilgilendiren yerel projelerin karar alma süreçlerinde yer almalıdır. Son kararı bölge halkı vermelidir…

Seçim barajı kaldırılmadıkça, seçimlerde “yarış” adaletli bir yasa ile düzenlenmediği sürece GENEL SEÇİMLER boykot edilmelidir.

Halkın Ortak Muhalefet süreci öğretecektir; KAPİTALİZM yalnızca emekçi, mazlum insanları değil, tüm “halkın” hayatını mahvediyor.

Temiz hava, yeterli ve temiz su, sağlığa zararlı olmayan besinler… ortak gereksinimlerdir ve Kapitalizm kar hırsı içinde her geçen yıl kentlere ve tabiata ağır, telafisi imkansız zarar vermektedir. Mevcut piyasa toplumu “gayri şahsi bir mekanizmadır.” Kişilerden bağımsızdır. Büyümek ya da yok olmak seçimi içinde, kar ve ilerleme için mücadele eden şirketlerden oluşmuş yapı tabiatı ve insanları çılgınca-akılsızca kullanmakta; insani ve tabiata ait varlığı tahrip etmektedir.

“Durmadan büyümeye dayalı bir ekonomi; büyümezse batacak şirketler…” bir “Kapitalist barbarlık!” dünyası yaratmıştır. İhtiyacımız olmayan ama kapitalistlerin kar ettiği saçma sapan nesnelerin üretimi için enerji gerektiği iddia edilir; sonra da tabiatı-insan hayatını mahvedebilecek Nükleer Enerji santralleri kurarlar. HES’ler ile ormanları, çevresindeki doğal hayatı mahvediyorlar. Milyonlarca otomobil satılsın diye kentler ve Çevre kirletiliyor. Örneğin otomobillerin ortak kullanımı, “doğru-dürüst” toplu taşıma ve bisiklet vb. için yolların yapımı ile yalnızca kentleri ve havayı kirleten otomobillerden kurtulmayacağız; tabiatı yüzlerce yıl mahvedebilecek Nükleer ve HE santraller de gereksiz hale gelecek.

Son Söz

Bookchin aynı kitabında “Yirmi birinci yüz yılın en radikal dönemi mi, yoksa en gerici dönemi mi olacağı (ya da acınaklı ölçüde vasat, kişiliksiz bir çağ mı olacağı) büyük ölçüde, toplumsal radikallerin, devrimci çağın son iki yüzyılı boyunca birikmiş olan teorik, örgütsel ve siyasi zenginlikten ne tür bir toplumsal hareket ve siyasi program yaratacaklarına bağlıdır” (11) yazıyor. Bu kehanet olasılıkları açısından “en gerici dönem” olabilecek bir yolda ilerlediğimiz söylenebilir.

“Solun siyasi düşünce tarihinde ideolojilerin bu kadar çılgınca ve sorumsuzca birbirine karıştırıldığı, ideolojinin bu kadar küçümsendiği, her ne şekilde olursa olsun “Birleşelim!” çağrısının bu kadar ümitsizce yapıldığı nadiren görülmüştür. Şüphesiz … meta üretimi ve değişimine dayalı kökleşmiş sisteme… karşı koymak … baskıcı hükümet ve toplumsal sistemlere karşı … kazanmış olduğu haklardan geriye kalanları savunmak için tüm Solun, tek bir cephede birleşmesi gereklidir.” (12)

Ülkemizde de kentleri, tabiatı, emeği ve emekçilerin hayatını da yağmalayan açgözlü insanların bir Azgın Kapitalist Parti içinde örgütlendiğini biliyoruz. Bu yağmacılığı bir dinsel çerçeve içinde “aklayacağına” inanan bu parti, topluma “Köleci Toplum” kültürünü dayatmaktadır. Yalnızca Sol’un değil, kentleri ve tabiatı yağmalayan sisteme karşı tüm halkın birliği amacıyla “acil olarak” bir ortak dil, bir ortak program, bir ortak duygu oldurulması zorunlu görünüyor…

—————————————————————————————————————

* 1921 yılında New York City’de doğdu. Çocukluk, gençlik yaşlarında Komünist harekete katıldı. 1939’da “Troçkist-Anarşist” sapma nedeniyle uzaklaştırıldı. 1944 de General Motors’da işe girdi. 1950’lerde … otoriter olmayan bir komünizmin ne şekilde kurulacağına dair arayışlara girdi… Bireyden ziyade toplumsal özgürlüğe yönelen komünalizm lehine Anarşizmden zaman içinde koptu. 1992-2003 arasında dört büyük ciltten oluşan, devrimci halk hareketlerini anlatan Üçüncü Devrimi yazdı… 2006’da öldü. (sf.4)

** Yanlış anlaşılmasın. M. Bookchin Marks üzerine olumlu düşünür; “Günümüzde geleneksel ideolojiler (özellikle de anarşizm) gençler arasında ne kadar revaçta olsa da özgürlükçü ve Marksist fikirlerden beslenen, ama aynı zamanda bu eski idolojilerin ötesine geçen gerçek anlamda ilerici bir sosyalizmin entelektüel liderliğine ihtiyacımız vardır.” (sf. 98)

1. Toplumsal Ekoloji Komünalizm. Murray Bookchin. Sümer Yayıncılık 2013 sf.98

2. agy. sf. 86               3. agy. sf.64                4. agy. sf. 83-84          5. agy. sf. 85

6. agy. sf. 29               7. agy. sf. 47               8. agy. sf. 68               9. agy. sf. 78

10. agy. sf.  99                        11. agy. sf. 77             12. agy. sf. 116

 

Hakkında Gün Zileli

Okunası

Halil İbrahim Özkurt / Devrim Ama Nasıl?

Olduk olmadık değişimlere, iktidar değişikliklerine hatta burjuva reformlarına bile “DEVRİM” dendi.  Zorunlu giysi gibi tek adamların dayatmaları …

2 Yorumlar

  1. çArşı’ya selam ve sevgi:

    “Yunus çün bu fikre daldı
    Hep cihanı arda saldı
    Vallahi hoş lezzet aldı
    Tatmıştım damağım anda”

  2. Ergin Yıldızoğlu’ndan alıntılar..
    Zaman, zaman andığım Yeni İşçi Sınıfını sonunda Ergin Yıldızoğlu’ndan okudum..
    http://www.abcgazetesi.com/laiklik-demokrasi-ozgurluk-ve-kultur-savaslari-17631h.htm
    *****
    YENİ EMEK BİÇİMLERİ VE YENİ SINIF FRAKSİYONU

    Sermaye tüm bu alanları kendi değerlenme süreçlerine bağlamaya başladı. Sermayenin simgesel üretim alanlarına girmesiyle, dijitalleşmenin sanayi üretiminde, ticarette, finansal alanda giderek daha hızlı yayılmasıyla, bu alanlarda yeni emek, çalışma biçimleri, bunun üzerinde de yeni bir işçi sınıfı (çalışanlar- orta sınıf proletarya gibi…) şekillenmeye başladı.

    Bu yeniişçi sınıfının en önemli özelliklerini kısaca şöyle sıralayabiliriz:

    1) İyi eğitimli (üniversite hatta lisans üstü- bu bağlamda üniversiteler bu sınıfın yeniden üretim mekanları olmaya başlıyor.) [4]

    2) Çoğunlukla bir hatta iki yabancı dil – İngilizce başta olmak üzere- biliyor. Yabancı dil bilmesi, kapitalizmin kültürünün en son biçimlerine, küresel kapitalizmin ortak dili olan İngilizcenin kaynaklarına kolaylıkla ulaşmasını sağlıyor.

    3) Bu özellikleri hem bilgi kaynaklarını, hem de en son teknolojiyi rahatlıkla ve büyük başarıyla kullanabilmesini getiriyor. Bu kapasiteler onun kaynaklarını hızla birleştirebilme, belli alanlarda “meydanlarda” yoğunlaştırma böylece fiziki yapısından çok daha büyük bir etki yapabilmesine olanak sağlıyor, siyasi gerçekleri toplumun geri kalanına açıklama gücünü arttırıyor.

    4) Sermayenin gerek artı değer üretiminde gerekse de değerlenme sürecinde giderek simgesel üretime, bilgiye, dijital verilere, teknolojiye daha fazla dayanmaya başlaması, bu yeni “orta sınıf” proletaryanın sermaye birikim süreci, sermaye ilişkisinin yeniden üretim süreci içindeki önemini, ama aynı zamanda süreci aksatma, hatta kırma kapasitesini arttırıyor.

    5) Bu sınıf fraksiyonu, sermaye birikim sürecinin gerek üretim, gerekse dolaşım devrelerinde, gerileyen sektörlerde değil esas olarak yeni gelişen sektörlerde yoğunlaşıyor.

    Sonuç olarak diyebiliriz ki, bugün hızla gelişmekte olan bu yeni işçi sınıfı fraksiyonu, 18. ve 19. yüzyılda sanayi proletaryasının sermaye birikim süreci ve toplumsal sınıflar içinde giderek artan önemine, kapitalizme muhalefet etme, üretimi aksatma kapasitesine benzer özellikler göstermeye başlıyor.

    Kapitalizmin yapısal krizi içinde özellikle 1990’lardan sonra bu gelişmelerin hızlanmasına paralel, bu orta sınıf proletaryanın hareketliliğinin eylemlerinin giderek arttığını görüyoruz. Bu eylemlerin ilk örneğini küreselleşme karşıtı hareketlerin birinci dalgasında, savaşa karşı genel protestolarda gördük. Bu sınıf fraksiyonu, bir süre eylemlerini sanal alanla sınırladıktan sonra, Arap İsyanlarında, İşgal Hareketinde, Gezi’de yeniden ortaya çıktı. Fransa’daki Mayıs ayaklanmasında da bu kesimin, proletaryanın diğer kesimlerinin yanı sıra son derecede aktif olduğunu gördük.

    Diğer taraftan bu kesimin, proletaryanın geleneksel kesimlerinden farklı olarak Avrupa ve ABD’de yeni sağ popülist hareketlere fazla ilgi göstermediği, buna karşılık İngiltere’de JeremyCorbin’i İşçi Partisi başkanlığına taşıyan dalganın en önemli, dinamik bileşenini oluşturduğu da söylenebilir………….”
    **
    ikincisi Laiklik meselesinin basit bir muhalefet söylemi olmadığı anlatılıyor…
    “Bugün laikliği savunmak, düşünce özgürlüğünün, demokratik hakların genişletilmesini savunmaktır. Düşünce özgürlüğünü, demokratik hakları savunmak, dinin kamusal alandan çıkarılmasını savunmaktır.

    Bu da bizi ister istemez, kültür alanına, solun, bir üst yapı kurumu – ekonomik çıkarlarla ve ekonomik haklar mücadelesiyle doğrudan bağlantısı olmayan, gayri maddi bir şey olarak kabul ederek dokunmaktan pek haz etmediği, “kültür savaşları” sorunsalına götürüyor.

    Bugün, artık, Sol’un gittikçe yoğunlaşan “kültür savaşlarını”, “üst yapı” sorunu diyerek önemsizleştirme lüksü yok….Türkiye koşullarında, kültür savaşları kavramını duyunca hızla kaçmanın özgün bir nedeni daha var. Bu da, devrimci popülizmin, halkla kurulacak ilişkilerin içeriğine ilişkin bir anlayışından kaynaklanıyor: Dilimizi ve kavramlarımızı halk anlamıyor. Onların diline ve değerlerine uygun bir çalışma tarzını ve devrimci söylemi benimsemeliyiz!

    İlk anda akla çok yakın görünen bu anlayış aslında çok çarpıcı bir ironiye açılıyor: Devrimci, değiştirmek istediği bir düzenin ürünü ve onu korumaya, yeniden üretmeye uygun bir biçimde şekillenmiş kültüre uyum sağlamaya çalışıyor. Kaçınılmaz olarak da kültür üzerinde şekillenmiş bilişşel haritaya teslim oluyor hatta yeniden üretiyor.

    Bu devrimci popülizm, özellikle dini söylemlerle ilişki kurmaya gelince, eleştirel bir tutum almak, önüne konan iddiaları sorgulamak yerine, ya bu söylemleri yok sayıyor; ekonomik çıkarları tekrarlayarak, bu söylemlerin etrafından dolaşabileceğini sanıyor. Ya da çok daha vahimi bu söylemlerle ortak noktalar bulmaya çalışıyor. Birincisinde ekonomik çıkarların, ancak simgeselden geçerek anlamını kazandığını, dinin simgesel evreninin, bu çıkarların algılanmasını çoğu kez bloke ettiğini unutuyor. İkincisinde de taban tabana zıt iki varsayımı (Bir vardır – Bir yok, çokluk vardır) aynı anda içeren bir söylemi kurmaya çalışıyor, sonunda, mesajını anlaşılmazlaştırıyor, siyasi çalışmasını etkisizleştiriyor.

    Türkiye sol hareketi en canlı ve kitlesel olduğu 1970’lerde dahi bu anlayıştan büyük zarar görmüş, zamanzaman trajikomik durumlara bile düşebilmiştir. Bugün ise Türkiye koşullarında bu kaçışın maliyeti son derecede yüksek olacaktır. Birincisi, kültür savaşları solun dışında zaten başlamış durumda. İkincisi solun dayandığı tarihsel değerleri de giderek daha fazla hedef alan bir kültürel saldırı söz konusu….”
    Ve
    “Bu gelişmeye, geleneksel sanayi proletaryası belli bir uyum gösterirken, kapitalizmin hazlara dayalı tüketim tarzına, teknolojik gelişmelere, ve uluslararası kültürüne çok daha açık olan “yeni orta sınıf proletarya”nın ise, uyum sağlamak bir yana, özgürlüklerini, ayrıcalıklarını korumak amacıyla şiddetle tepki verdiğini görüyoruz.

    Bağımlı Türkiye kapitalizminin, zayıf ve hegemonyasını istikrarlı biçimde kuramamış olan mali oligarşisine gelince, o bu gelişmeden, emeği daha kolay kontrol edebileceğini düşünerek, şimdilik pek şikayetçi görünmüyor. Bu mali oligarşi açısından ilk anda anlaşılır, ama Türkiye kapitalizminin orta ve uzun dönem çıkarlarına büyük zarar verecek bir yanılgıdır…”
    ..” Sol’un AKP ve Siyasal İslam’ın iktidarına karşı direnişinde, siyasi mücadelenin merkezine emekçi sınıfları, özellikle bunların Gezi Olayı ile ilk kez tarih sahnesine çıkarak varlığını ilan eden “yeni kesimlerini” koymak istemesi son derecede önemli bir tespittir. Ancak bunu, bu sınıfları çoktan kapsamına almış olan kültür savaşını kabul ederek, bu savaşa uygun taktikleri düşünerek gerçekleştirebilir.

    Bu kültür savaşında, İran ve Mısır deneylerini, AKP’nin ilk döneminde içine düşülen hataların gösterdiği gibi, karşı tarafın değerlerine taviz vermek, söylemini benimsemek hatta onu içerden etkileme hayallerine kapılmak, eğer bir korkaklığı, ya da “halkımız tarafından sevilme” saplantısını (popülist bir kuyrukçuluğu) gizlemiyorsa tam anlamıyla bir intihar olacaktır….”