Politikanın Aklı ve Özgürlüğün Aklı

 

 

Politik aklın güdüsü iktidardır, özgürlüğün aklı ise adalet. Bu iki akıl her zaman birbirine zıt çalışır. Birinin doğru gördüğünü diğeri adaletsiz görür. Birinin tutarsız gördüğünü diğeri özgürlük için zorunlu görür. Birinin tutarlı gördüğünü diğeri reelpolitik alçaklık olarak görür. İkisinin aynı noktada birleştiği bir durum neredeyse hiç görülmez.

Hayatın kendi dengeleri vardır. Eğer bu dengeler olmasaydı dünya gerçekten yaşanmaz bir yer haline gelirdi. Politik aklın yarattığı cehennemî ortam özgürlüğün aklı tarafından dengelenir. Nasıl politik akıl en umulmadık özgürlük yanlısı insanları bile avucunun içine alıp yönlendirebiliyorsa, özgürlük ve adaletin aklı da hiç umulmadık iktidar odaklarının içine sızabilir ve en umulmadık anda bize elini uzatır.

Örneğin cezası bittiği halde Magadan adlı uzak sürgün bölgesinde yaşamını sürdürmek zorunda olan Eugenia Ginzburg, o sıralar on beş on altı yaşlarında bir delikanlı olan oğlu Aksyonov’u (sonradan ünlü bir romancı olacaktır) yanına getirtebilmek için umutsuz bir mücadele sürdürürken, Magadan’daki en üst NKVD görevlilerinden bir albayın desteğini alır. O mevkideki bir albayın, hem de Stalinist rejimin “halk düşmanlarını” amansızca ezdiği ve onlara yardım eden ya da sempati gösteren herhangi birini de anında onların yanına gönderebildiği koşullarda E. Ginzburg’a böyle bir yardımda bulunması için görünürde hiçbir neden yoktur. Üstelik çok tehlikeli bir şeydir bu. Buna rağmen albay bu yardımı yapar. Ginzburg’un on sekiz yıllık hapis ve sürgün hayatını anlattığı anılarında (Anafora Doğru, Anaforun İçinde, Pencere Yayınları) buna benzer çok ilginç olaylara rastlarız.

İnsanın adalet duygusu ve vicdanı en karanlık işkence hücrelerinde bile yaşamaya devam eder. Bizzat işkence yapan bir polis bile gizliden gizliye size yardımcı olmaya, yaralarınızın sızısını azaltmaya çalışabilir. Size sonuna kadar direnmenizi salık verebilir. Sıradan bir asker, hapishane hücrelerinde, yakalandığında hapı yutacağını bile bile ve hiçbir karşılık beklemeden size yardımcı olabilir, “idare”de ne olup bittiğini haber verebilir, yakında gerçekleşecek saldırı konusunda sizi uyarabilir. Bu tür olaylar, direnen insanlara büyük güç verir. Sonuç olarak, insan yaşadıkça dünyanın merhametten, vicdandan, erdemden tamamen arınmış bir çöl haline gelmeyeceğine olan inancımızı ayakta tutmak için çok neden vardır.

Politik akılla özgürlükçü aklın bu dengesi nedeniyledir ki, politik akıl tarafından baskı altına alınanlar (ki bunların çoğu da politik akılla hareket ederler ama o anda daha üstün bir politik akıl tarafından yenilgiye uğratılmışlardır) belli bir dönemde yenilmiş de olsalar insanlığın vicdanı tarafından koruma altına alınırlar. Geçmişteki suçlarına ve yaptıkları haksızlıklara rağmen üstelik. Özgürlüğün aklı onların geçmişteki suçlarını unutmasa da o anda daha üstün bir güce karşı savunur ve suçlarını yüzlerine vurmaktansa o andaki mağdur durumlarına yoğunlaşır.

Bunun tarihte pek çok örneği vardır. Tarih sırasıyla gidecek olursak, Kronstadt bahriyelilerinin devrimci isyanını ezen Troçki, bundan on yıl sonra Stalin tarafından dünyanın her tarafında kovalanır ve sığındığı ülkelerde bile barınamaz hale getirilerken, 1921’de zalim Troçki’ye karşı mücadele edenler 1930’larda aynı Troçki’yi mazlum olarak savundular. Böyle yapmaları, onların 1921’i unuttuğu anlamına gelmiyordu elbette. Gerçi o zaman da “oh olmuş” diyenler vardı ama bu tutum yanlıştı. “Oh olmuş” tutumu sonuçta bizi aktüel zalimin saflarına sürükler.

Daha da ilginç bir örnek verilebilir. Hitler tarafından ezilen, o zamanın en büyük komünist partilerinden Alman Komünist Partisi Stalinist bir partiydi. O sırada Stalinist rejim Sovyetler Birliği’nde Büyük Temizlik hareketini yürütmekteydi. Stalinizme karşı olan biri (örneğin bir Troçkist ya da anarşist) Almanya’da Stalinist Alman Komünist Partisi’nin kalan güçleriyle faşizme karşı direnmesine, sırf bu parti Stalinist olduğu için destek vermek istemezse büyük hata yapmış olurdu. Özgürlük düşmanı olan bir güç bir başka yerde ya da zamanda pekâla özgürlükçü bir rol oynayabilir.

Türkiye’den de örnek verebiliriz bu konuda. Atatürk tarafından ezilen Çerkes Etem’in Anadolu’daki direnişi zulüm yoluyla yürüttüğü bilinir. Gittiği her yerde önce darağaçları kuruluyordu. Kim bilir kaç zavallı insanın canını yakmıştır. Ama bunun böyle olması, Çerkes Etem’in merkezi ordu karşısında savunulmasına engel olmamalıydı.

Aynı şekilde, gençlere kurşun sıktıran, diktatörce önlemlere başvuran Adnan Menderes’i Yassıada yargılamaları sırasında savunmak özgürlükçü akıl açısından hiç de tutarsızlık değildir.

Veya ırkçı suçlara ve faşist cinayetlere karşı olmak, neden Nürnberg yargılamalarının o günün galip devletleri tarafından ortaklaşa düzenlenen bir tiyatro olduğunu söylememize engel olsun.

Bugüne gelecek olursak, cemaate karşı yapılan operasyonlara açık destek verenlerden tutun da (İP ve Aydınlık), bunu üstü kapalı bir biçimde yapmaya çalışanlar (örneğin, 14 Aralık operasyonundan yararlanmak gerektiğini düşünen Fatih Yaşlı) ne yazık ki, politik aklın temsilcisi konumundadırlar. Politik hesaplar nedeniyle adalet ve özgürlüğe sırt çevirmişlerdir.

Tabii bu durumda aklı karışmış çok sayıda iyi niyetli arkadaşımız da vardır. Örneğin “kötülük yapmış olan bir hareketi savunursak o kötülük bize de bulaşmaz mı” diye sormaktadırlar. Makul bir sorudur bu ama yanlış bir akıl yürütmenin ürünüdür. Çünkü biz o anda saldırıya uğrayanları savunurken onların geçmişte (hatta bugün) yaptıkları kötülükleri savunmuş olmuyoruz. Tam tersine, bugün onlara yapılanlara karşı çıkmak, bir anlamda ve sessizce onların kötülüklerini de dolaylı bir şekilde yüzlerine vurmak oluyor. Ayrıca kötüye iyilik elini uzattığımız zaman kötüden bize kötülük bulaşmıyor ama bizden kötüye iyilik bulaşıyor.

Tutuklama sabahı, geçmişte cemaatin en büyük gadrine uğramış Ahmet Şık’ın attığı tweet ve Zaman gazetesinin Washington temsilcisinin, “biz seni o zaman gereğince savunamamıştık” cevabi tweeti bunun en güzel örneğidir.

 

Gün Zileli

16 Aralık 2014

www.gunzileli.com

gunzileli@hotmail.com

Hakkında Gün Zileli

Okunası

Siyasi Davalar!!!

Artıgerçek Ömrümün 14 yılından sonraki 63 yılında çok sayıda siyasi davaya tanık oldum. İstisnasız hepsi, …

31 Yorumlar

  1. bu konuda güzel atasözlerimiz vardır: “etme bulma dünyası”, “alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste”, “eden bulur”, “falancanın ahı tuttu” gibi…

    bence bu kapsamdan pek ayrılmamak gerek. bunun ötesi doğal olanın dışına çıkmak olur. başkalarına ne kadar uygar ve empatik olduğumuzu kanıtlamaya çalışayım derken tuhaf durumlara düşürebiliriz kendimizi. tıpkı ahmet şık’ın düştüğü durum gibi…

    ayrıca ortada işlenmiş somut suçlar olduğunu, bu operasyonların biraz da bu suçların gecikmiş karşılığı olduğunu da unutmamak lâzım. cemaatin kumpaslarıyla içeri alınanların da hakkı var değil mi?

    ahmet şık, bir yazısında hitler’in s.a.’ları ortadan kaldırmasıyla günümüz arasında paralellik kurmuş. merak ettim, acaba o dönem yaşasaydı, s.a.’ları da mı savunacaktı?

  2. Fasistleri savunmak ne zamandan beri ozgurlugun akli oldu?

  3. Politik akıl / Özgürlüğün aklı yaklaşımınıza farklı bir açıdan daha dayanak bulunabilir. Bu da şudur, (devrimciler için) politikada bedeli ödenmemiş, ucuz zaferler yoktur, mümkün değildir. Kendinizin, yoldaş görebileceğiniz öznelerin veya sınıfın kendisinin kazanımı olmayan herhangi bir durumu gözlemleyip “oh olsun, beter olsun” gibi bir hisse kapılıyorsanız, yanılgı içinde olacağınız muhakkaktır. Bazen insan kişisel (bencil diyelim ona) perspektiften bu hisse kapılır, ancak kamusal ortamda bunu paylaşmaz, kendini tutar, çünkü toplumsal bilinci nedeniyle hisseder içten içe bunun gerici ve suçlu bir haz olduğunu. Ucuz yoldan sivri, aykırı ve cesur (atarlı ergen gibi) görünmek isteyenler ise dışarı saçar bu hisleri. Yanlıştır.

  4. İktidar birilerinin kucağına düşebilir, ama özgürlük asla kucağa düşmez, mutlaka ve ancak kazanılabilir.

  5. Basliga bak piskinligin bu kadari Politik egemenlerin kavgasinda taraf ol Politik akla karsi ozgurlugun aklindan bahset. Zileli ye kirlilik bulasmistir, cunki artik inanmadigi seyleri demagojik olarak savunuyor yazik……..

  6. Tarih i yazarken yargilarken Anarsizm in en doruklarinda kaf daginin basinda, ari bir Politika karsitligi,en özgürlükcü o devrimci eylemi elestirirken de öyle. ama pratik önermeleri hep egemenler burjuva Politik cekismelerin tam ortasinda taraf…Lise ogrencilerinin yazabilecegi hristiyan vari olsun biz onnarida savunuruz duzeysizligini erdem sanmak. anlayan beri gelsin….

  7. politikanin akil dedigin seyin tam ortasindasin su anda….

  8. tamamıyla katılıyorum. zaten öteki türden bir yaklaşım,bizi salt intikamcılığa sürüklüyor gibi. an itibariyle mağdur olanın üzerine,eski husumetin getirdiği öfkeyle yüklenmek, geçmişte uğradığımız haksızlığı, bu gün haksızlığa uğrayanın üstüne çullanarak giderme yolu sağlıklı bir yol değil.
    biz,bu dünyanın ne ilk mağdurlarıyız, ne de son..
    bizler gelip geçiciyiz,mağduriyet kalıcı. ve dünün zalimlerin de,mazlum konumuna çok sık düştüğü göz önüne alınacak olursa, el birliğiyle zalime ve zulme karşı mücadele etmek en mantıklısı. geçmişte yaşananları asla unutmamak koşuluyla tabii.

  9. Anlasilan , anarsistinden stalinistine kadar 68 artigi butun aydin sohretlerden suphelenmek gerek.

  10. En güzel cevabı oda tv’de ümit zileli vermiş. “Yazıları kimlerin eline düşmüş” değil mi?

  11. Fatih Yaşlı Hoca Sol Kemalist bir akademisyen ve yazar refklesleri ve yazılarını daha çok oda tv-yurt-sol vb yayın ve basın organlarının perspektifine ait bir bağlamda inşaa ediyor. Cemaat ve AKP çatışması noktasında tutarlı ve ilkeli bir tutum almamız gerekli bunun en iyi örneğini ahmet şık göstermiştir. Dinciliği ve gericiliği teşhir ederken bir tarihselleştirme yapmak ve basın özgürlüğünü bu bağlama yerleştirerek bir tutum ve politika geliştirmek önemli…

  12. Bu arda Kemalizmle olan gönül ilişkisini beğenmesem de fatih yaşlı iyi bir yazar ve aydındır.. Kitaplarını ve yazılarını mutlaka okuyunuz. tabii kemalizm mevzusunda şerh düşerek..

  13. Cemaatin kumpaslarıyla canı yananları geçmişte savunduk, bugün de savunuruz. Yarın da savunacağız. Ama bizim bu haksızlıklara karşı çıkmamız başka bir şeydir, iktidarın kolluk kuvvetlerinin arkasına saklanarak operasyon destekçiliği yapmak yine başka bir şeydir.

    Evet, bakın ben açıkça söylüyorum, o dönemde yaşasaydım, Hitler’in uzun bıçaklar gecesine karşı çıkar, onu teşhir ederdim. “SA’ları savunuyor” gibi görünmekten de asla gocunmazdım. Ahmet Şık’ın tutumu tamamen doğrudur.

  14. mikail firtinaci

    Ittifaklar vicdan uzerinden yapilmaz. Sizin politika dediginiz sey prensip, strateji, tarihsel perspektif, “ozgurlugun akli” dediginiz sey ise, aslinda akil ile alakasi olmayan bir vicdani tutum.

    Mazlumluk siyasetine inanmaniz sizin sorununuz sayin Zileli. Ama devlet icerisinde orgutlenip sermayeye hizmet edenler (Cemaat, AKP, CHP, MHP) bunun bir mucadele oldugunu biliyorlar. Bu mucadeleyi hem kendi siniflari icinde hem de isci sinifina karsi veriyorlar. Siz ise kendi vicdaninizin batakliginda kaybolmussunuz. Mucadelede yenilmek ve yenmek vardir ama yenilince aglamak olmaz. Burjuva liberalizminin bireysel haklar soylemine cok inanan sizin gibiler icin onerim onun tarihin calismaniz.

    Bu arada yeri gelmisken, tarihsel referanslariniz her zamanki gibi yanlis ve bastan savma. Baska turlusunu beklemiyorum artik zaten; cunku tarihsellik sizin soyut vicdansal iyilik ve kotulugun savasi seklindeki (a)politik akliniz acisindan kabul edilemez orasi belli.

    Stalinist KP ile is birligi yapmak gerekliymis yapmamak yanlismis vs. Toplama kamplarinda ya da gulaklarda kaybolmus binlerce komunistin anisina yapilmis cirkin ama alisilmis hakaretlerden biri daha! Sizin reel siyaset ahlakinizdansa Miasnikov gibi gercek devrimcilerin “etkisizligini” tercih ederim.

  15. 1933 Almanya’sında yaşamak gerekiyordu galiba benim dediklerimi anlamak için. Kızgın, öfkeli ve sertsin Mihail. Ama bu sertliğin zamana dayanıklı olmadığını söylüyor benim tecrübem.

  16. Birlikte yargılanacak olanlar birbirlerini yargılayamaz…

    Kuşkusuz ki Cemaat suçlu! Kuşkusuz ki çok can yaktı, korkunç iftiralar, düzmece deliller üreterek tümüyle masum insanları ya da kusuruyla orantısız verdirdiği cezalarla çok suç işledi. İnsanları haksız yere yıllarca hapis yatırdılar; çocukları eşleri kanlı gözyaşları döktü… Bu adamlar, tetikçiler, elbette yargılanmalı ve insanlık suçu sayılması gerekli komplolarından dolayı cezalandırılmalılar … Sorun büyük ama, bu “adaleti” kim sağlayacak?

    “Sınav sorularını çalmışlarmış”… Gülmeyin! Yeni öğrenmiştir mutlaka! “Ne istediyseniz vermedik mi?” Bu sınav dolandırıcılıklarına göz yumma veya yataklık etmek “istenilenler” arasında değilmiş demek ki?

    Her toplumsal “geleneğin” bir evveliyatı vardır; artık siyasi ya da mali en büyük ahlaksızlıkların “ustalık” olarak görüldüğü, gözünün önündeki hırsızlığı, korkunç komploları yarıya yakınının umursamadığı bir toplumdan söz ediyoruz.

    Çünkü bu toplum çok büyük insanlık suçlarına ortak edilmiştir. En az yarısının içleri “ahlaken” boşaltılmıştır.

    1980 ve 90’lı yıllarda devletin önce Türk, sonra Kürt yüzbinlerce insana işkence ederek, işkencecilere madalya verip milletvekili yaparak..yüzlercesini işkence altında öldürerek, evlerde, dağlarda kıstırarak binlercesini kurşunlattığı gençler… Köyleri yakarak, insanlara b.k yedirerek, evden alıp, kurşunlayarak yolun kenarına atanları kahraman sayarak, alkışlatarak… Tüm bu suçlara polis ve ideolojik terör ile korkutarak ortak ettiği bir toplumun çürütülmüş ahlakı üzerinden bugün bu iktidar şekillenmiştir. 1980 ve 90 lı yılların iktidar politikası nasıl ki TSK’nın çıplak askeri gücü üzerinden yapılmışsa, bugün de aynı yöntem giderek daha açık olarak devreye girmiştir. Bir mafya şefi bölgesindeki işletmelerden haraç aldığı için yargılanmalı mı? Halkın en az % 45’i “hayır” diyor… Ve bu “hayır” sözünün arkasında gerekçe olarak “Allah, Din, İman, Kitap” söylemleri gırla gidiyor… Bu durum böyle devam ettiğinde, on binlerce yıllık insan kültürünün yasakladığı hırsızlık, yalan, iftira, riya, cinayet suçları üzerinde oturan bir iktidara hem de “gerçeği” bilerek destek vermeyi sürdüren toplumda, psikopatoloji daha da derinleşecek; kim bilir toplum olarak ne çılgınca, “manyakça” süreçlere kaçınılmaz olarak sürükleneceğiz… Berkin Elvan’ın annesinin yuhalatılması ve yuhalanması bu olgunun kanıtıdır…
    **
    Hakimsiniz; eşinizi öldürtmek için kiralık katil tutuyorsunuz; katil yakalanıyor ve bu işi kendini yargılayacak Hakimin azmettirmesiyle yaptığını söylese de kimse dinlemiyor ve onu bu suça azmettiren hakim tarafından yargılanmasına karar veriliyor; hakim de elbette bu katilin ağzını kapatmak için uygun cezayı vermek üzere bekliyor…
    Tartışıyoruz.. Katilden yana mı, azmettiren hakimden yana mıyız? Tarihte korkunç suçlara azmettirici olduğu, yardım ve yataklık suçunu inkar bile etmeyen, bir zamanlar “ne istedilerse verilmiş” “tetikçilerini” suçlu olarak yargılayan bir iktidara çok örnek olduğunu sanmıyorum. Stalin’in standart uygulamasıydı ve sonuçta arkasında “şaftı kaymış” bir halk bıraktı arkasında… Örneğin 90’lı yıllarda yapılan bir anket sonucu; liseli kızların % 40’ının ideali, dövizli fahişelik yapmak…
    Görünen o ki, en az % 40’ımızın “şaftı kaymış”….
    ***
    Bu “ortakların” birlikte kotardıkları işlerden biri de muhalefet partilerinin önde gelenler, genel başkanı aleyhinde “yatak odaları” kasetleri imalidir… Ne olmuştur; gerçek ahlaksızlar oy kazanmıştır; DYP-ANAP ortaklığı seçime gidilirken son dakikada nasıl çöktü; bir parti genel başkanı partisinin böylece “yaşama fermanını” neden imzalamadı? Sonuç; komplocular kazandı…
    Bir siyaset ki, belden aşağı vurur da vurur. Bir siyaset ki sırttan hançerler; sol liberalleri, kendi “sağcı” yoldaşlarını, yetmez ama evetçi’leri ve “sevgili cemaatçilerini”… Ve hep o kazanır!
    *
    Sonuç olarak, Tarihsel bir bilanço olarak “bence” F. Gülen “hizmet hareketi” , memlekete iki büyük hizmeti sunmuştur. Birincisi Askeri Vesayetin ortadan kaldırılmasında birinci derecede “kahramandır”. (Evet, iftiralarla, düzmece delillerle ve çok masum insanı mahvederek… Demokratik ülkede sürekli suç işleyen bir resmi kurumu, kendi de suç işleyerek pasifize etmiştir.. “Dinsiz-İmansız diyalektiği!”
    İkincisi RTE’nin karizmasını fena çizmiştir. Öldükten sonra arkasında mistik, ulvi bir geçmiş bırakma şansını elinden almıştır. İktidarını salt havuç-sopa üzerine sürdürmek zorunda bırakmıştır. Bunca yıl sonra buldukları “önderin” ne denli “fani” işlerin adamı olduğunu teşhir ederek RTE’nin arkasındakileri de “manevi” öndersiz de bırakmıştır…
    Bunları “hafifletici sebep” olarak yazmıyorum… 50 yıl sonra meseleye böyle de bakılabilir anlamında anımsatıyorum… Cemaatin çok insana verdiği acılar çok taze… Yargılansınlar ama kim tarafından? azmettiriciler, tetikçilerini yargılayabilirler mi?

  17. Gün Zileli’nin tavrı daha çok ulvi ve aziz bir yerden konuşmasındandır. Evet Ahmet Şık’ın tutumu yerinde ama Ahmet Şık bunu yaparken Cemaati ve AKP’yi teşhir ederek yapıyor.. Burada önemli ilkesel davranmak ve ilkesel davranırken ilkeselli politika ve siyaset bağlamında kurmak önemli yoksa sadece ilkeselliğe bağlı bir tutum ve bakış gölgelerle savaşmaktır..

  18. Asılsız Taşbaş

    Şu an CNN Türk’te konuşan Aslı Aydıntaşbaş’ın yetişmesinde katkılarınız oldu mu? Bu hanımın sizin fikirlerinizi okuyarak büyüdüğüne kaniyim.

  19. Cocuklari öldüren talibanada dokunmayalim!..

  20. mikail firtinaci

    insan sevdigine kizarmis. Kabullenemiyorum burjuva liberalizmine bu kadar savrulmanizi.

  21. 1933 almanyasında yaşamıyoruz gün zileli. illa her şeyde taraf olmak zorunda mısın? böyle yaparak kendini bir iktidar odağı olarak inşa ettiğinin farkında değilsin. kendini tek kişilik parti olarak görüp sürekli ittifak, plan, proje, strateji, angaje olacak bir yer arayışı içinde olman, hem bir türlü kurtulamadığın eski aydınlıkçı zihniyetinden hem de hayatının son yıllarını yaşayan bir ihtiyarın hayata tutunma çabasından kaynaklanıyor.

  22. Bu günlerde Aydinlanma Aydinlanma paradigmasi Laiklik ve Marxizm üzerine o Kadar sacma sapan laf ediliyorki. Hatta Ileri gidip Aydinlanmaci Burjuva Fasist paradigmadan bahsedenler bile var. Tarihsel materyalizmi hic mi hic anlamamis bu darkafali tabu yikicilari .

    Bir örnek:
    ……………
    Revizyonizm ve reformizmin kökeninde Kemalist Aydinlanmaci Paradigma yatar deniyor ve devam ediliyor. :

    Bu Reformist Revizyonist egilimde de kendi halkin kültürünü ,yasam tarzini kücümseyen ve onu `ilerletmeyi´hedefleyen ´ögreticiler görüyoruz. Halkin dinsel inancini ,tamamen oryantalist tarza reddetmisler ,LAIKLIGIN SAVUNUCUSU olmuslardir….
    Partizan dergisi sayi Kasim 2014- 85

    Ve Lenin ne diyor.

    Sosyalistler, din konusundaki tavırlarını genellikle şu sözlerle belirtirler: “Din, kişinin özel meselesi olarak görülmelidir.” Ancak herhangi bir yanlış anlamaya yol açmamak için, bu sözlerin anlamı kesinlikle açıklanmalıdır. Devlet söz konusu olduğunda, dinin kişisel bir sorun olarak kalmasını isteriz. Ancak, Partimiz düşünüldüğünde, dini kişisel bir sorun olarak görmemiz söz konusun olamaz.

    ***

    Programımız tamamen bilimsel, daha net olmak gerekirse materyalist dünya görüşünü temel alır. Bundan ötürü programımızın açıklanması demek, din sisinin gerçek tarihsel ve ekonomik kökenlerini de açıklamamız demektir. Propagandamız, zorunlu olarak ateizm propagandasını içermektedir. Otokrat feodal hükümet tarafından bugüne kadar yasaklanan ve kovuşturulan ilgili bilimsel yayımların yapılması, parti çalışmalarımızın meselelerinden biri haline gelmelidir. Bir zamanlar Engels’in Alman sosyalistlerine verdiği öğüdü, muhtemelen şimdi bizim izlememiz gerekebilir: On Sekizinci yüzyılın ateist Aydınlanma edebiyatı tercüme edilmeli ve halk arasında yayılmalıdır.

    Yaşayın yaşayabildiğiniz kadar dininizi!

    Türban artık ilkokullara kadar girdi. “Kadınlar kahkaha atmasın, iffetli olsun” diyen açıkladı değişikliği.

    Artık bize konuşmak düşmez. Belki tekmili birden vazifelerimizi yapamadık ama diyeceğimizi dedik.
    Gücümüz, kalabalığımız elverdiği ölçüde okul önlerine biriktik, okulların imam hatibe dönüştürülmesine itiraz ettik, eğitim sisteminin gericileştirilmesine karşı çıktık.

    Yalnızlaştırıldık, dayak yedik. Ne de olsa dini hassasiyetlere “dokunan yanar” bu memlekette.

    Yanmak değil yalnızlık sorun. “Kadın özgürlüğü” ileri sürülerek meşrulaştırılan türbana dokunan aforoz edilir bu memlekette.

    Artık biz susuyoruz. Ne de olsa bizim gericilik “takıntımız” var, “laikçi refleks” bizimki.

    En masumumuz(!) “çocukluğumuzun o güzelim Müslümanlığını mahvettiniz” der en fazla. Bu sözleri bile “özgürlükçü solcuların” hışmına sebep olur. Dini gericiliğe, siyasal İslam’a dair ne söylesek ağzımızın payını verenler çıkar. Sünnilerin taleplerine methiye düzenler, bırakalım Alevilerin hassasiyetini, korkularını, endişelerini görmezden gelir. Ne de olsa Kemalist’tir onlar, hatta celladına âşıktır!

    Sivas’ta öldürülürüz, Maraş’ta öldürülürüz, Çorum’da öldürülürüz, Madımak’ta öldürülürüz.
    Turan Dursun katledilir, Uğur Mumcu katledilir, Bahriye Üçok katledilir, Muammer Aksoy katledilir.

    Bu memleket neredeyse 70 yıldır sağ iktidarlar tarafından yönetilir, bu memlekette solcular, Aleviler kıyıma uğrar ama yine de sağcılar, İslamcılar mağdurdur. Türkiye sağının mağduriyete sığınması önemli değildir, önemli olan “özgürlükçü solcuların” bu iddianın ateşli savunucusu olmasıdır.

    Dudağımız lâl olsun, bir daha söz söylersek; ağzımız kurusun, dilimiz dönmesin.

    Biraz da onlar konuşsun.

    “Özgürlükçü sol” ve “özgürlükçü laiklik” gibi garabetlerle sola onca yıl kaybettirenler, sol kavramının da, laiklik kavramının da içini boşaltanlarda söz sırası.

    Marks’ın “Din halkın afyonudur” sözüne karşılık, “Marks aynı zamanda dini, ‘kalpsiz bir dünyanın sıcaklığı’ olarak görür” diyenler, Latin solunun kilise ile kurduğu ilişkiyi ve kilisenin nasıl muhalif olduğunu ballandıra ballandıra anlatanlar, “durum kötüye gidiyor, dini gericilik bu toprakların büyük sorunudur” diyenlere, sosyoloji kavramlarıyla örülmüş süslü yanıtlar verip gerçekleri boğuntuya getirenler, gericilikle mücadeleyi temel alan sosyalistlere “solculuk” dersi vermeye kalkanlar kürsü alsın.
    Biz çekilelim ruhumuzun dinginliğine, onlar dizginleri ele geçirsin.

    “Türban, kadın özgürlüğünün simgesidir” diyenler konuşsun.

    ”Türban meselesinin TBMM altında çözülmüş olmasından dolayı memnuniyetimizi belirtmek istiyoruz.” diye söze başlayanlar, “Türbana özgürlük kadın mücadelesinin başarısıdır” diye devam edenler ve Meclis’te türban kararını hararetle alkışlayanlar konuşsun, biz dinleriz.

    Alkışladıkları kararla başlayan sürecin, türbanın ilkokullara kadar taşınmasına vesile olup olmadığıyla ilgili ne düşünüyorlar öğrenmek isteriz.

    Çıkıp konuşsun, 4+4+4 sistemine, Kuran’ı Kerim’in ve Muhammet’in hayatının ders olarak okutulmasına Meclis’te parmak kaldıranlar.

    İki çift laf etsin Kutlu Doğum Haftası düzenleyenler, Demokratik İslam Konferansı toplayanlar.

    Bir şey söylesin “Allah’ın dinini yaşamak istiyoruz” pankartının altında basın toplantısı düzenleyenler, Kuran okuyarak seçim çalışması başlatanlar.

    İslamcı partiyle, İslamiyet yarışına girenler, İslamcı adaylardan medet umanlar, gericilikle hesaplaşmak yerine gericilikle barışanlar da sözünü esirgemesin. Bilmek isteriz haldeki durumu nasıl değerlendirdiklerini.

    Mektubuna, “Mümin kardeşlerim” hitabıyla başlayıp, “İslam gerçekten din adına söylenebilecek en son evrenselliği temsil etmektedir. Hem dili hem de felsefesi sayesinde önemli bir evrensellik kazanmıştır. İslam’ın en adil, özgür ve demokratik geleneğini temsil ettiğimize dair en ufak bir şüphem yoktur.” diye bitirenler, “Saygı değer Türkiye halkı; Bugün kadim Anadolu’yu Türkiye olarak yaşayan Türk halkı bilmeli ki Kürtlerle bin yıla yakın İslam bayrağı altındaki ortak yaşamları kardeşlik ve dayanışma hukukuna dayanmaktadır.” diyerek gönderme yapanlar, “Şu anda bize dayattıkları Allah’ın ve onun peygamberi Hz. Muhammed’in bize tevdi ettiği din değil, diyanetin, devletin dayattığı dindir.” buyuranlar, “çok kimlikli, çok dilli, çok inançlı bir anlama sahip olan” Medine Sözleşmesi’ne atıfta bulunarak “ümmetin yeniden inşasının zorunluluk olduğunu” beyan edenler, Suriye ve Irak’ta İslam referans gösterilip sergilenen vahşetin “İslam’ın özüyle çeliştiğini” düşünenler ülkenin adım adım karanlığa sürüklenmesinde paylarının olduğunu düşünüyorlar mı açıklasınlar.

    Türban Meclis’le başladı, kamu ve üniversitelerle devam etti, şimdi de ilkokullara kadar girdi.

    Konuşmak kime düşerse düşsün. Bize düşen, Türkiye’nin ilerici, aydınlanmacı damarını harekete geçirmek, ön safa geçmektir.
    Inönü Alpat

  23. Burada yayınladığım, hemen yanda duran 1 yıl önceki yazımı okursanız orada Cemaatçiler hakkında söylediklerimi göreceksiniz.

  24. savunduklarımın burjuva liberalizmi ile alakası yok bence ama eğer burjuva liberalizmi buysa iyi bir şeymiş demek ki 🙂

  25. politik&özgür(lükçü) aklı karşıtlığı mı….yoksa şöyle de ifade edilebilir mİ?:

    pratik-politik aklın (yani “ahlak-etik-vicdan “engellerine” takılmadan politikanın) gereklerini yerine getirme zorunluluğuna teslim olmuş olan SORUMSUZ AKLIN

    karşısında,

    “her seçimin bir sorumluluk yüklediğinin farkında olma hali olarak VİCDANİ-ETİKAkıl

    ya da KURANın deyişiyle AKLEDEN KALP Mİ?

  26. 2o nolu yorumcu arkadasa: düsündüklerime tercüman olmussunuz. tsk ler.

  27. Igrenc bir vicdanin var Zileli ayaklarindan asilan Mussoli ye bile aciyabilirsin.