AKP İktidarı, Gülen Cemaatinin Tüm Suçlarına Ortaktır

 

 

Reelpolitikerler, özgürlüğü, vicdanı ve etik değerleri ön plana çıkaran anarşizmi tutarsızlıkla suçlarlar. Oysa dünya siyasi ve dünya tarihinin son iki yüz yılına baktığımız zaman en tutarlı düşünce akımının anarşizm olduğunu görürüz. Anarşistlerin tutarsız olduğu anlar, ilkelerinden ayrılıp reelpolitikanın izinden gittikleri anlardır. Örneğin İspanya İç Savaşı sırasında ilkelerini bir yana bırakıp hükümete katılmak gibi.

Türkiye tarihinin son on yıllık döneminde Türkiye’deki anarşistlerin genelde pek de iyi bir sınav verdiğini düşünmüyorum. Örneğin devletin ve polisin hiçbir operasyonun hiçbir koşulda desteklenemeyeceği ilkesini bir yana bırakan çok sayıda anarşist, Ergenekon, Balyoz, Odatv vb. operasyonları sırasında ya sessiz kalmış ya da liberallerin peşine takılarak polis operasyonlarına mahcup bir onay vermişlerdir.

Anarşizm, devlet ve polis operasyonlarının her türlüsüne karşı çıkarken neden tutarlıdır? Çünkü terör başta olmak üzere temel suçların kaynağı esasen devlettir. Halk ve özgürlük düşmanı eylemlerin devlet savcılarıyla ve terörle mücadele polislerince kovuşturulabileceğini düşünmek ya saflıktır ya da reelpolitik alçaklıktır. Reelpolitikerler “iti ite kırdırma” politikasında usta olduklarını düşünürler ve böyle anlarda hinoğlu hin sırıtışlarla ellerini oğuştururlar ama sonunda devletten darbeyi yiyen yine kendileri olur. Bunun en iyi örneği İP adlı partidir. Geçmişte orduya oynadılar. Ordu AKP’den darbeyi yiyince ordu mensuplarıyla birlikte içeriyi boyladılar. Şimdi AKP’ye oynuyorlar. Uyarmak zorundayım ki, bu sefer de AKP mensuplarıyla birlikte içeriyi boylayacaklardır. O zaman onları savunmak da bize düşecek.

Bugünkü AKP-Fetullah Gülen Cemaati çatışmasında da reelpolitik bakışla mutlak özgürlükçükçü bakış birbirinin tam zıddıdır. Reelpolitizm, AKP polisinin operasyonlarına açık ya da gizli bir memnuniyetle destek vermektedir. Özgürlükçüler ise, özgürlük düşmanı polis ve savcı güçlerine hiçbir zaman destek vermezler. Tüm özgürlük düşmanlarının komplolarını toptan teşhir etmeleriyle devlete destek vermeyen bu tutum birbirini tutarlı bir şekilde tamamlar.

Son yıllarda yaşananlarla, polis teşkilatının (elbette savcı ve hâkimlerle işbirliği halinde) sahte delil üreticisi olduğu ve bu sahte delillerle insanları yıllarca hapis yatırdığı net bir şekilde ortaya çıkmıştır. Ortaya çıkan bir başka gerçek ise, ağır bir suç olan belge ve delil sahtekârlığının ötesinde, bu teşkilatın cinayet ve şiddet eylemlerine de karıştığıdır.

Sahte delil üreticisi bu suç teşkilatının arkasında, yaklaşık bir buçuk yıl öncesine kadar kader ve işbirliği içinde olan, Anadolu sağcılığının iki temel bileşeni AKP iktidarı ve Fetullah Gülen Cemaati’nin olduğu açıktır. Bugüne kadar işlenen bütün suçlarda ortaktırlar.

Ergenekon ve Balyoz davaları sahte delillerle üretilmiştir.

Odatv ve Devrimci Karargâh davaları sahte delillerle üretilmiştir.

Ahmet Şık ve Nedim Şener, daha kitapları yayınlanmadan sahte delil ve suçlamalarla içeri alınmıştır. Keza Soner Yalçın, Hanefi Avcı ve diğerleri de öyle.

KCK davası sahte delil ve suçlamalarla yürürlüğe konmuştur.

Bugünlerde öğrendiğimiz Tahşiyeciler davası sahte delillerle yürütülmüştür.

Bunlara benzer bütün davalar sahte delillerle tezgâhlanmıştır.

Hrant Dink cinayeti, AKP-Cemaat işbirliğiyle, polis ve MİT tarafından gerçekleştirilmiş ve yine polis ve MİT tarafından deliller karartılarak gerçek failler gözlerden saklanmıştır.

Davaların örgütlenmesinde, sahte delil üreticiliğinde bir hayli cüretkâr olan Fetullah Gülen Cemaatinden polis ve savcılar başı çekmiştir. Ancak Gülen Cemaati’ne mensup polis ve savcıların ürettikleri sahte delil ve suçlardan bugünkü AKP iktidarının sorumluları tamamen haberdardılar. “Ah biz ne safmışız” söylemi sadece bizleri saf yerine koymaya çalışmanın bir ürünüdür.

Bu durumda, bugün AKP iktidarının, bir buçuk yıl önce anlaşmazlığa düştüğü ve 17 Aralık 2013 yolsuzluk operasyonundan sonra kanlı bıçaklı olduğu Gülen Cemaati’ne karşı yürüttüğü ve yürüteceği polis ve savcı operasyonları, geçmişte işlenen sahtecilik suçlarını kısmen ortaya çıkarsa bile, aslında suçun faillerinden birini, hatta suçun bütününü veya esasını gözlerden saklamaya hizmet eder. Bu yüzden, bugün AKP iktidarının yürüttüğü ve yürüteceği hiçbir operasyona destek verilmemeli, geçmiş on yılda yürütülen davalardaki bütün polisiye sahtekârlıkların toptan açığa çıkarılması ve Gülen Cemaatiyle birlikte, onun suç ortağı AKP iktidarının ve sorumlularının da (başta Cumhurbaşkanı olmak üzere) halkın önünde teşhir edilmesi ve yargılanması savunulmalıdır.

 

Gün Zileli

18 Aralık 2014

www.gunzileli.com

gunzileli@hotmail.com

 

 

 

 

 

Hakkında Gün Zileli

Okunası

Darağacında 15 Kadın: “Ah Dünya!”

Artıgerçek Bu yılın başından beri, bugün artık tamamen anakronik olarak görülebilecek bir konuyla ilgili kitap …

106 Yorumlar

  1. Yok, her anarşist devletin komplolarına, balyozuna falan onay vermedi aslında :))

    http://canbaskent.net/politika/82.html
    2012de yazmış idim…

  2. Doğu Perinçek 12 Mart’ta içeri girer, 12 Eylül’de girer, Özal döneminde girer, Çiller döneminde girer, Erdoğan döneminde girer, daha da girebilir. Siz de blog yazılarınızı tatlı tatlı yazmayı sürdürürsünüz. Dedem de sever böyle anarşisti, devlet niye sevmesin?

  3. “AKP vs Cemaat” saflaşmasında sol açısından asıl sorun, AKP diktatörlüğüne karşı hangi mevzilerde mücadele edileceğidir. Savaş mevzisini, Ortaçağ’ın çöplüğüne ait olması gereken (ve takiyyecilik dışında olumlu bir dönüşüm geçirme olasılığı olmayan) bir yapıyı (cemaati) savunarak mı kuracağız? Yoksa, dinci-gerici hegemonyayı, Ortadoğu’daki emperyalist savaşı, işçi cinayetlerini, eğitim sorununu, MİT-devleti inşasını, kadın cinayetlerini, taşeronluğu vb. alanları bütüncül ve kendi içinde tutarlı olarak karşılayan ileri bir mevzinin üzerine mi kuracağız? Cemaati savunan bir öznenin bu mevzilere uzanması, burada güç toplaması ve karşıt-hegemonya kurması mümkün değildir (eldeki kaynakların verimli kullanımı açısından da mümkün değildir; ileri ve geri mevzilere yapılacak salınımların yaratacağı şizofrenik hal açısından da mümkün değildir). Yeni-reaksiyoner CHP’nin son 4 yıllık pratiği bunu acı bir şekilde kanıtlamıştır. Mao’nun çocuklara diyalektik öğretmek(!) için yazdığı “Çelişki Üzerine” kitabını ezberleyip sınıf mücadelesi yerine bunu ikame edenlerin anlamadığı mesele budur.
    Vicdan solculuğu yapmayın demiyorum, hobi olarak yapın. Ama bunu doğru bir politikaymış gibi dayatmayın!

  4. Can, ben her anarşist destek verdi demedim ki. Seninki gibi istisnai durumlar vardı elbette. Örneğin Kürşat Kızıltuğ’da bu konuda sağlam tutum alanlardandı. Daha birçokları vardı. ama destek verenlerin ya da sessiz kalanların da bir hayli olduğunu biliyoruz.

  5. Dedenizle devletin ilişkisini anlayamadım doğrusu. D. Perinçek’in her dönem içeri girdiği doğru. Ama her dönem bir başka egemen güce oynadığı da doğru. Egemenler arasındaki kapışmalarda yanlış ata oynadığı için böyle oluyor. Bu sefer de AKP’ye oynamakla hata ediyor bence.

  6. Politika olarak dayatmıyorum, isteyen istediği tutumu takınır. Cemaati savunmadığım bu yazıdan da anlaşılıyor diye umut ediyorum. Yazdıklarınızla hemfikirim. Ben sadece polis operasyonlarından medet umanları eleştirmiştim ki sanırım siz de bu eleştiriye katılırsınız.

  7. Bir önceki yazınızla birlikte gayet güzel bir bütün ve tavır özeti oluşturuyor. Kutlarım.

    Ancak yazının kenarında köşesinde pek aklıma yatmayan detaylar var:

    1. “Çünkü terör başta olmak üzere bütün suçların kaynağı devlettir.” Bu retorik bir söz mü, abartı mı, gerçekten böyle mi düşünüyorsunuz? Ben terör dahil kaynağı devlet olmayan bir çok suç gözlemleyebiliyorum. Yoksa onların da dolaylı olarak kaynağı devlet mi diyorsunuz ki o zaman zaten yanlışlanması çok zor, çok geniş bir iddia.

    2. “Anadolu sağcılığının iki temel bileşeni AKP iktidarı ve Fetullah Gülen Cemaati”. “Anadolu sağcılığı” ifadesini sık sık kullanıyorsunuz bu tam olarak ne demek? Anadolu, şehirleşme (endüstrileşme, proleterleşme, eğitim..) düzeyi düşük bölgeler anlamına mı geliyor? Böyle ise bile Cemaat bence tam tersine bu ittifakın eğitimli, özellikle batı eğitimli, modern-protestan-islam ruhlu elit kanadıydı. Bunlar hep “ileride mevkilere gelecek gençler”i avlayarak ilerlediler tipik komplocu gizli tarikat tarzıyla. Entellektüel roller oynadılar, ithal liberal entellektüeller ile temas kurdular. Cemaat’in kitle desteğinin, oy potansiyelinin olmadığını da bariz gördük seçimlerde çünkü Anadolu’dan ziyade beynelmilel sağcılıktı Cemaat’in alanı. AKP’nin “Anadolu sağcılığı”nın temsilcisi olması da ayrıca tartışılabilir. Ama yine bunun için Anadolu sağcılığı tam olarak neyi kast ediyor anlamak lazım önce.

  8. Bu nasıl bir akıl tutulması… İP çetesi “içeriyi boylayınca” niye onları savunmak zorundasınız… Eski yoldaşlarınızın yanlış ata oynamasından size ne!!! Eski kayınbiraderinizin siyasi ya da kültürel sermaye birikimine niye katkı sunmak istiyorsunuz??? Bu, ne tür bir nepotizme hizmet etmekte??? İP çetesiyle ortak kupon yaptığınız günleri özlüyor gibisiniz… E tabi; günümüzde tek yazılan beygiri politik doğruculuk ne de olsa. Katiller ile kurbanların aynı teraziye sığamayacaklarını ne zaman öğreneceksiniz. Hayır, yeterli tecrübeniz de var; allah yukarıda… İnkar edemeyiz. Buyurun, İP çetesinin anarşistleri itibarsızlaştırma kampanyalarına da katılın… Anarşistlerin hiç olmayan şeflerine yara vermekle övünen İP çetesine, tek cayır cayır türk islamcı cemaate, ve büyük diktatöre anarşist ilkeleri kılavuz edip vicdan burkmak sizin gibi eski/yaşlı bir teorisyene ya da yeni/genç bir anarşiste kalmamalı… İzan lütfen…

  9. anarşist isyan...

    kendi aralarında iktidar savaşı veriyorlar bizim taraf olacağımız bir durum yok…ahlak olarak doğu perinçek içeri alındı gideyim dayanışma göstereyim demem zaten öyle bir platform oluşmaz…saflar belli onlar faşist biz anarşistiz…içeri alındığımda da onlardan destek beklemem…bizim görevimiz hayatı örgütlemektir elimizden geldiğince bunu yaparız…iktidar kavgalarında ahlak arayıp nerede saf tutsam diye kafa patlatacağıma kendi doğrum ve ahlakım üzerinden gündem belirlerim…

  10. bu ieki noktayı biraz düşüneyim yazacağım mülayim. Güzel sorular.

  11. Geçmişte orduya oynadılar. Ordu AKP’den darbeyi yiyince ordu mensuplarıyla birlikte içeriyi boyladılar
    gunzileli.com

    .)) iyi itiraf ediyorsunuz.. Akp nin basarisindan bahsediyorsunuz.. Herifler orduyu susturdular…

    Dün Heycanla okudugum bir haber vardi; Diyarbakirda kürdistan bayraklari asildigindan,anadilde egitim yapilacagindan,ve kenid mahkemeleri icin yasalar olusturulacagi üzerine..
    Almanlar 100 uzman askerle pespermeye 70 milyon euroluk silah yardiminda bulunuyor. vede Cok güvenilir partner olarak niteliyor onlari..

    Biraz böyle olumlu,tatli haberlerden bahsedinde icimiz acilsin..
    Birakin su dinci,millici pislikleri savunmalari..

  12. İşte şimdi oldu Gün Zileli. Son iki yazıda açık bıraktığınız boşlukları doldurmuş oldunuz. Üstelik de İP’i ulusalcılıkla özdeş göstermeyerek yanlış anlamaları gidermiş oldunuz. Zira ulusalcı düşüncenin yegane temsilcisi İP değil. Bu konudaki tutumlarını ben de doğru bulmuyorum. Mülayim Sert’in sorularına vereceğiniz yanıtları merak ettiğimi belirtmek isterim. Bu arada Yalçın Küçük’ün oda tv’de yayınlanan röportajında İP’i bu siyaseti nedeniyle eleştirdiğini gördüm. Aynı konuda Nihat Genç’in yazısı da güzeldi. Bir önceki yazınızda olduğu gibi “Ulusalcıları günahım kadar sevmem” türü dışlayıcı, genelleyici açıklamalar yapmazsanız sevinirim. Birbirimizi sevmezsek ilerleyen süreçte baskılara karşı birlikte mücadele edemeyiz. Zaten durum özgürlükçü güçler açısından yeterince vahim. Bakın ben sizi seviyorum. “Bu kitapları yazan adam iyi bir adamdır.” dedim ve sitenizin sadık takipçilerinden biri oldum. Ömrümüz yettikçe okuyacağız, bazen katılacağız, bazen eleştireceğiz. Sağlıcakla…

  13. Zileli düsünüyor düsünüyor bir noktaya variyor. sonra bekliyor, güncel pratik bir sey olsada soyut düsüncelerini pratik önerilere cevirebilin. buraya Kadar normal. Yanlis olan su: Haber kanali hizinda daha olay tüm yönleriyle olusmadan, tavrini koyan yazisini yaziyor. Ve cok somut belirlemelerle yapiyor bunu. Sonra sürec ilerleyince, genel tutumunu olmasa bile , pek cok seyi degistirmek zorunda kalan ikinci bir yazi ile, artik herhalde söyle anlasilmamam gerek diye bir yazi daha yaziyor. Biraz sabir diyecegiz ama yakistirmaz kendilerine bu 68 liler, zart diye kavrarlar pat diye yazarlar.

  14. Hala Zileli egemenler arasi catismanin tarafi olmadan egemenlerin tümünü karsiya alacak bir teshir faaliyetinin tek dogru tavir oldugunu anlayamiyor. Cok elestirdigi Marxist reel politikerler bile daha dogru bir tavir icinde oysa.

  15. Bir tek ben miyim acaba böyle düşünen:
    “Devlet birinci düşmandır, gerisi teferruattır”

    Devletin içeri attıklarıyla dayanışırım, ama onlar dışarı çıkınca bu dayanışma ödevim biter.
    Birçok siyasi tutsakla yazışıyorum, ama hiçbiriyle siyasi ortaklaşmam yok. Dışarıda yoldaş olmayabilirim, ama tutsaklarken yoldaşım.

  16. ben de böyle düşünüyorum aşağı yukarı.

  17. @Gun
    fakat benim kafamı karıştıran tek nokta şu:
    eğer “gerisi teferruatsa”, kapitalizmden önce devlete mi saldırmak lazımdır?
    Bu kapitalizm, aslında devletçi kapitalizm olduğu için mi kötüdür?
    ***
    neyse, alakasız biraz, ama paylaşmadan edemedim.

  18. Tamamdır Selim Uslu arkadaşım, anlaştık.

  19. Tabii ki bütün suçların kaynağı devlettir demek çok kestirmeci bir cevap olur ama şu da bir gerçek ki, devlet bütün suçların ürediği döl yatağıdır. Bu bakımdan devletin ve devletle ilişkili güçlerin her daim hedef alınması gerekiyor. Devlete yakınlaşan bir güç bizden uzaklaşmış, devletten uzaklaşmış bir güç bize yakınlaşmış olur.

    Anadolu sağcılığı deyimi yeniden gözden geçirilmeye ve açımlanmaya gerçekten muhtaç. Açıklamalarına aşağı yukarı katılıyorum. Ne var ki, Cemaatin ideolojik temeli yine de anadolu sağcılığıdır gibi geliyor bana. Evet, amaçları entelektüel alemi ve devlet düzlemini ele geçirmek ama kökleri hâlâ Anadolu sağcılığında bence. O modern görünümler falan hep takiye. altına kazıyın, her zaman altından takunyalı ve takkeli Fetullah çıkar.

  20. Devlet in her iceriye attigi ile dayanismak zorunda degilim.

  21. Devlet in her iceri attigi ile dayanismak zorunda degilim. Devlete karsi olmak onunla mucadele etmek zorundayim….Gezi direnisinde öldürülen genclerin katillerinin yargilanmasi icin mücadele ediyoruz, mahkemelere gidiyoruz, diyelimki istemiyerek te olsa AKP nin mahkemeleri bu katillere ceza lar verip iceri atti, dayanisacakmisiniz? deneekki ayni sey degil. Evet ayni sey degil , Daha vahim. Her iceridekini neden savunayim…Icerideki Politik tutsaklarla cemaat benzesmesi kuran arkadas en azindan ayip etmis , vernsiz ruhsuz bir vicdan bu . Renksiz tarafsiz ruhsuz bir vicdan haksizligin ve adaletsizligin ta kendisidir…

  22. Bir zamanlar , biri Agar a bisey yapsa uzerine iki kadeh icerim diyen Zileli den ayaklarindan asilan Mussolini ye bile merhamet ederim diyen Zileliye Saf vicdanindan degil duruma göre degisen Pragmatik samimiyetsiz vicdan edebiyatindan söz edilebilinir ancak…

  23. Kibirliyiz de anlaşılan… Yazılara yorum yapmayı kapayabilirsiniz. Anarşist ilkeler uğruna kendi sinirleriniz de bozulmaz böylece…

  24. 8. yoruma Zileli nin verdigi yanit… igrenc….

  25. bana pek öyle gelmiyor. Daha fazla laf etmemek için kısaca öyle yazdım. Gündem belirlermiş. Bu kadar dünyadan kopukluğa verilecek cevap budur. Üç-beş anarşist kendi kendine oturup gündem belirleyecek, herkes de onları izleyecek öyle mi? Kardeşim, gündem belirlemek için devasa bir güce sahip olman lazım. Sen ispanya’daki CNT-FAİ miesin de gündem belirliyorsun. Sana kim kulak asar. Sübjektivizmin bu kadarı görülmemiştir. Çocukça ilüzyonlarla anarşizm yapılmaz.

  26. Doktosof da ne demek?

  27. Arada bir illiyet bağı kuramadım. Ağar’ın mahkum edilmeyeceğini bildiğim için öyle yazdım. Ama diyelim ki, günün birinde birileri Ağar’ı tutup Mussolini gibi ayağından assa buna da karşı çıkarım. Bu iki tutum arasında neden çelişki olsun ki. Nitekim, yakın yıllarda Saddam ve Kaddafi’ye yapılanlara da karşı çıkmıştım.

  28. Devlet kapitalizmden bağımsız bir şey değil ki. İkisine birden saldırmak gerekir.

  29. Sanıyorum 8. yorumda anarşist isyan’ın kast ettiği ülkenin gündemini belirlemek değil kendi faaliyetlerinin gündemini belirlemekti.

  30. o zaman kendi kendilerine kumda oynarlar. Gezi gündemin nasıl oluşacağını gösterdi. Anlıyorum, çok genç arkadaşlar bu şekilde düşünenler. ama gündem bilgisayar programlarıyla yaratılmıyor.

  31. Ne demek devleti düşman görmek, devletin içeri attıkları ile dayanışmak. Bu nasıl bir bakış açısıdır. Kaostan kimseye yarar gelmez. Adaleti ve güvenliği kim sağlayacak. İçeri giren herkesi iyi insan mı sanıyorsunuz siz? İt kopuk takımının egemen olacağı bir toplumda mı yaşayalım. Böyle öngörüsüzlük olmaz. Ciddi olmak lazım. Bu saftirik söylemlerle oyalanacak vaktimiz mi var. Atı alan üsküdarı geçmiş. Dinci bir faşizm ülkenin üstüne kabus gibi çökmüş. Bu marjinal gevezeliklerinize gülerler ancak. Ciddiye bile alınmazsınız. Sayın Zileli bu okumuşluk seviyenizle buralardan farklı noktalarda olmanızı beklerdim. Üzüldüm.

  32. Iki olgu iki yön:
    AKP Cemaat operasyonu ile sadece Cemaat i tasfiye etmiyor, Cemaat üzerinden her türlü muhalefete , hatta basbakanin kizina düsük not veren ögretmene bile sopa salliyor. Cemaat demokrasi lafzina siginirken , asil teror uygulanmasi gereken kesimlerin teroristler oldugu fasizan söyleminden vazgecmiyor. Oyle ise ne yapmali, ikisinide teshir etmeli , birisinin savunulmasindan öte, kendini gundem yapmaktan bu anlasilir diye dusunuyorum. yoksa uzaydan yokluktan gundem yaratilmaz, zileli anliyor bunuda isine gelmiyor..yukarida yazan arkadas adina konusmak istemem ama, guncel gelismeler cercevesinde kendini , alternatifini gundemlestirmek kapsamli gorevi ile, varolan celiskiler arasinda savunulacak aramak arasinda bir fark vardir diye okudum ben yazilani.. kurulamayan illiyete gelince; vakti zamaninda söyle yazmistim, biri ol meshur fasist katile bir sey yapsa ne yaparsin zileli diye: yaniti iki kadeh icerim ustune idi, simdi ise Ultra Humanist renksiz bir vicdan var herkesi savunuyor. al sana illiyet. o Zaman bu Kadar Ultra degildin simdi savunacak Mazlum ariyorsun zalimde.

  33. Devletin her iceriye attigi ile dayanisan arkadas , git yunanistanda oldurulen alexandrosun katili Polis ile dayanis yunan Polis teskilati da plaket versin sana.

  34. bhh’den soğumuş, ümidi kesmiş gibi bir havan var gün zileli. haksız mıyım? son görüşlerin ve değerlendirmelerin ne yönde?

  35. mikail firtinaci

    8. yorumcunun “Kendi gundemimiz” ile kast ettigi sinif gundemi olabilir. Malum tarihin sadece zenginler ve egemenler tarafindan belirlenmedigine inananlar da var. Biliyorum garip gelicek bazilarina ama bir goruse gore egemen sinif ile isci sinif arasindaki mucadele tarihi belirliyor. E haliyle bu yaklasimdakiler AKPnin devrilip yerine “demokrasi” gelmesi gerektigini savunan “reel siyasi” tavirlari bokta boncuk aramacilik olarak degerlendiriyorlar.

    Bu radikallere gore esas sorun burjuvazinin hangi fraksiyonun yonetimde oldugu degil. Ya da burjuvazinin iktidari kendi arasinda demokrat ya da diktatoryel yollarla dagitmasi da degil. Esas sorun isci sinifinin demokratik ya da degil burjuva devlet aygitini tumden ve acilen ortadan kaldirmasi sorunu. Naparsin iste MHPye oy verecek stratejik zekadan yoksunlar…

    Genclik hastaligi bunlar tabi kimilerine gore… Cunku sinif hareketi kimilerine gore yeterince sasali degil, tvlerde gelisimini izleyemiyorsun ve uzerine disaridan taktikler ya da stratejiler gelistiremiyorsun. Zor ve yogun KOLEKTIF bir caba ile ancak mudahil olabiliyorsun sinif mucadelesine. etkisini anlik gozlemleyemedigin, oz-disiplin, inat, sabir, kararlilik, teorik cesaret ve caliskanlik gibi yenik devrimci kusaklara ait eski ve demode degerleri savunan, bu yuzden de “hasta” genclerin fikirleri tabi tum bunlar… ah ne yazik…

  36. Sanırım Birleşik Haziran Hareketi’ni kastediyorsun. Bu hareketin siyasi duruşunu esasen doğru buluyor vce destekliyorum. Yani heim ulusalcılığa, hem de liberalizme ve akp’ye karşı bir tutum benim yönelimime de uyuyor. Fakat bu harekette Gezi ayaklanmasında olan çok önemli bir şey eksik. O da özgülükçü ruh eksikliği gibi geliyor bana. Toplantılarda herkes boşluğa konuşur gibi bir hava var. Bu tipik monolotik partilerin havasıdır. Canlılık yok, çatışma yok. Çatışma derken özgürlük içinde açık tartışmayı kastediyorum. Tartışma ve çatışma olmayan yerden (birbirinin gözünü oymayı kastetmiyorum elbette) hiçbir şey çıkmaz. Diğer yandan CHP kesiminden katılımlara önem verildiği için laiklik ve gericilik vurgusu fazla yer almaya başladı duyurularında. Bu da katılmadığım bir nokta. Son bir nokta ise, Kürt hareketiyle daha geniş bir blok kurma konusunda gereğince motivasyon olmaması. Bunu belirten bir demecimi Birgün’de kırptılar örneğin. Buna rağmen BHH bugün bu ülkede görece en doğruya yakın yerde bulunuyor.

  37. Gün Bey,

    Ara sıra anarşist tandanslı göndermeler de geliyor şunun gibi:

    20 Aralık 2014:

    “2. Bu zulmü Tiran kim için yaparsa aynı şekilde yazacağıma kimsenin şüphesi olmasın. Masum insanları savunmaktan korkmuyorum, korkmayacağım”

    Adres: https://twitter.com/fuatavnifuat/status/546347340228198400

    Yoksa “fuat avni” siz misiniz Gün Bey?

  38. devrimci bilimci ve sanatci

    akp & feto

    dünya sanatla da, bilimle de, siyasetle de değişir…
    en hızlı değişimi politika sağlar.
    devrimin bir anlami da; köklü ,ani,radikal değişikliktir.
    bilimde olgu,sanatta duygu siyasette ise güç muhimdir.
    edebi bir kafa yapisiyla iyi bir sanatci olunur lakin büyük politik sorunlar çözülemez.
    bilimde de duygulu olmak çok islevli degildir,aslolan olgulardir.
    bu minvalde dün akp ile yanyana halkın anasını ağlatan fethullahçılara bugün magdur edildiler diye üzülmek etik bir yaklasim olmakla birlikte siyasi olarak bize cok sey kazandirmaz.

    bunun yerine dusman cephesinin birligini dagitacak sekilde hareket etmek daha mantiklidir(sun tzu)

    osmanlı gecmisde ,kürt idamlık mahkumlara ermenileri kestirerek buna “iti ite kırdırma” politikası demistir.
    stalin’in polonya nin yarisini( diğer yarısını hitler isgal etti) işgal etme nedenlerinden biri de batinin destekledigi polonyalilarin 1919-1922 sscb ic savasinda sscb ye karsi savasmalaridir.
    stalin katyn ormaninda binlerce polonyali anti komunist subayi kursuna dizmese ,o subaylar sscb askerlerini kursuna dizecekti.

    naziler olmasaydi bu kez bati polonya uzerinden eninde sonunda rusya ya saldiracakti.

    batının nazilere karşı ikinci cepheyi açmayi tam 18 ay geciktirmesinin tek nedeni anti komunizmdir…
    buda meshur iti ite kırdırma politikasiyla alakali bir tavirdir.
    sonradan amerika başkanı olacak bir senatör nazi-sscb kavgasi icin ; “bırakalım birbirlerininden öldürebildikleri kadar çok adam öldürsunler”demisti.

    devrimci insan elbette duygulu olup etik davranmalıdır.
    ama gucu varken kelleni kopartmak isteyen adam belasini bulmusken ona acimak dogru olmaz.
    devrimci insan karınca ezmez şevki değildir kalbi ile beynini ayırabilen insandir.
    düşmanımın düşmanı dostum olmayabilir ama iki düşmanımın birbirini yemesi her zaman benim hayrimadir.

  39. bu “devrimci insan” neymiş yahu böyle!

  40. Tahşiye!
    Gerçek
    Aralık 20, 2014

    Tarihte istilacı güçlerin istila edilenin kültürünün izlerini silmek için yaptıkları arasında en sık tekrarlananı, toprağı istila edilenin dinine ait tapınağın üzerine istila edenin dininin tapınağının inşa edilmesidir. Burada, istilacı uygarlığın askerlerinin ve sivil halkının kendi tapınağında dua etmesinden daha önemli olan, öteki kültürün tapınağının görünmez hale getirilmesidir. 14 Aralık operasyonunun yapmaya çalıştığını en iyi böyle anlayabiliriz: getirdiği sesle, yaptığı gürültüyle, yarattığı görüntülerle 17 Aralık operasyonunun üzerini örtmek! Onu görünmez kılmak!

    Bu ışık altında bakıldığında, 17 Aralık tarihli gazetelerde tuhaf bir durum var. AKP’nin yolsuzluklarının yanında durması düşük olasılık olan gazetelerde (Hürriyet, Milliyet vb.) 17 Aralık’tan neredeyse söz edilmemiş. Ağırlık ya 14 Aralık’ta, ya da başka bir konuda (Pakistan’daki vahşet Hürriyet’e yardım etmiş, ama Milliyet buna bile ihtiyaç duymamış, Sare Davutoğlu ile röportajını bula bula 17 Aralık’ta manşetten veriyor!) Yani amaç bir ölçüde yerine gelmiş. Ama havuz basınında durum değişik. Onlar 17 Aralık’a referans yapıyorlar, ama 14 Aralık’ı kullanarak, 17 Aralık’ı bir cinayet şebekesinin darbe girişimi olarak gösterme yöntemiyle. Denebilir ki, bunlar 17 Aralık yıldönümünü saklamıyorlar, tam tersine öne çıkarıyorlar, ama aşağılayarak, kötüleyerek, gayri meşru hale sokarak. Belki de Hürriyet tipi gazetelerin 17 Aralık’ı bir yolsuzluk vakası olarak öne çıkaracağını düşündükleri için cevap olsun diye böyle yapıyorlar. Ama ötekilerden çıt çıkmayınca bu taktik geri tepiyor! Gereksiz savunma telaşı bazen kendi kalesine gol atma ile sonuçlanır!

    Telaş

    Tayyip Erdoğan ve başyaver Ahmet Davutoğlu’nun cemaate bu saldırıyı düzenlemelerini bir güç gösterisi olarak görenler yanılıyorlar. Aslında bu ciddi bir zaafın, kendini emniyette hissetmemenin ürünüdür. Erdoğan ve şürekâsı, büyük toplum kesimlerinin kendi altlarını oymaya istekli olduğunu, bunun Abdullah Gül ve Bülent Arınç gibi bir zamanlar partinin 2 ve 3 numaralı liderleri olan şahsiyetleri de kapsadığını, 2015 genel seçiminden sonra sert bir fırtınanın AKP saflarını sarsacağını biliyorlar. Bu yüzdendir ki aslında çok riskli bir operasyon olmasına rağmen cemaate saldırıyorlar.

    Neden riskli? Birincisi, saldırının bir aşamasında Fethullah Gülen’in umudu kesilirse en çirkin ses ve görüntü kayıtlarını piyasaya çıkarabilir. Hayat memat sorunu ile karşı karşıya kalan bir hareketin önderinin elini bugüne kadar olduğu gibi ikna çabasıyla durdurmak mümkün olmayabilir. İkincisi ve daha da tehlikelisi, cemaat aleyhine yargı operasyonlarının bir aşamada ister istemez Tayyip Erdoğan ve AKP’yi de içine çekmesi riskidir. Sitemizde 15 Aralık günü yayınlanan “karşı manşet” yazısında da belirtildiği gibi (http://gercekgazetesi.net/karsi-manset/ortagin-ne-zaman-terorist-oldu-tayyip-erdogan), cemaat suç örgütü ise, AKP de suçludur.

    İşte bu riski göze alamadığı için AKP iktidarı cemaate yönelik, ucu doğrudan kendisine dokunmayan bir suçlama bulmakta zorlanmıştır. Şimdi soruşturmanın amacının “Tahşiye” adlı bir dini gruba düzenlenen bir operasyon olduğu anlaşılıyor. “Tahşiye”, hâşiye koymak demek. Hâşiye ise esas olarak “derkenar” anlamını taşıyor. Yani kitaplarda bugünün dipnotuna karşılık gelen kenar notu. Şaka gibi! Cemaatin o kadar çok ciddi suçu varken, saldırının konusu gerçekten de dipnotu kadar ikincil bir konu. Bakalım orada durabilecekler mi?

    Karartma

    14 Aralık operasyonu, sadece 17 Aralık’ın üzerini örtme amacıyla, tarihe onun değil bu operasyonun kalması için yapılmış bir operasyon değil elbette. Cemaate yakın polis şefleri hükümetin zaten saldırı alanı içinde. Bunlar arasında işkenceciler, soğukkanlı olarak suikast planlamış olanlar, suikast hazırlıklarını bildiği halde istihbaratını gizlemeyi marifet bilmiş olanlar olması ihtimali son derecede yüksek. Hrant Dink suikasti konusunda bilinen olgular dahi bunlardan bir bölümünün açıkça Hrant’ın katili sıfatını taşıyabileceğini düşündürtüyor. Bu bakımdan polislerin gözaltına alınmasını şayet Hrant’ın katili Ogün Samast’ın son günlerde tanık olarak ifade vermesi ile bağlantılı olarak ele alırsak, emniyet güçleri içinde bir iç savaş olarak niteleyebiliriz. Hrant Dink davasında Ali Fuat Yılmazer ya da Ramazan Akyürek gibi cemaatçi polisler yargılanmaya başlarsa, aklı başında tek bir sosyalist ya da demokratın bunların masumiyetine kefil olması düşünülemez. Salt AKP bu adamlara saldırıyor diye Hrant’ın katili olması ihtimal yüksek olan birtakım polis müdürlerini savunmak kimseye düşmez!

    Ama gazete ve televizyona saldırı başka bir şeydir. 14 Aralık operasyonundan önce birçok polis müdürü gözaltına alınmıştı. 14 Aralık’ın ayırıcı yanı basına saldırmasıdır. Bu, son derecede dikkatle üzerinde durulması gereken bir konudur. İşin bu yanını biraz daha iyi anlamaya çalışmak gerekir.

    Meselenin birinci boyutu, AKP iktidarının bu taarruzla Zaman gazetesinin ve Samanyolu televizyonunun kendisine yönelik eleştirilerini durdurmaya çalışmasıdır. Bu açıdan, 14 Aralık, bir yıla yayılan karartma operasyonlarının şimdilik son halkasıdır. Bu olayda da söz konusu yayın organlarına saldırının karşısında yer almamızın nedeni AKP’nin devleti bir delil karartma devletine dönüştürmesine cepheden karşı çıkmamızdır.

    Özgürlük

    İşçi sınıfı açısından burjuva demokrasisinde en önemli iki hak ifade ve örgütlenme özgürlükleridir. İlki hâkim sınıfların düşüncelerinin dışındaki düşüncelerin yayılabilmesi, yani işçi sınıfının siyasi sınıf bilincine kavuşabilmesi açısından hayati önem taşır. İkincisi ise daha da önemlidir. Sendikalarda ve işçi sınıfının partilerinde örgütlenmek işçi sınıfı için burjuvaziye karşı mücadelesinde su gibi, hava gibi önemli bir şeydir. (Gösteri ve toplanma özgürlüğü de çok önemlidir, ama aslında ifade özgürlüğünün kolektif bir biçimi olarak ele alınabilir.) Bu yüzden ifade ve örgütlenme özgürlüklerine dokunmaya kalkışan iktidarlara karşı işçi sınıfının siyasi örgütlerinin çok dikkatli olması gerekir.

    İfade özgürlüğünün büyük kitleler açısından başlıca alanı medyadır, yani gazete, radyo, televizyon ve internettir. (Başka birtakım alanlarda ifade özgürlüğü de önemlidir: bilim öğrenme ve öğretme özgürlüğü, sanat ve kültür alanlarında özgürlük vb. Ama bunlar önem bakımından en geniş kitleleri ilgilendiren medyanın arkasından gelir.) İşçi sınıfı açısından ifade özgürlüğünün bu mecralarının savunulması, sendika ve partilerin örgütlenme özgürlüğünün savunulmasının hemen ardından gelir.

    Bu yüzdendir ki, tamamen karşı devrimci, hatta gerici ve ezilen Kürt halkının düşmanı olmasına rağmen, Zaman gazetesine ve Samanyolu televizyonuna karşı taarruzun karşısında yer almak gerekir. Zira basın ve ifade özgürlüğüne yönelik saldırıların ceremesini esas olarak işçi sınıfı ve ezilen kesimlerin çekeceği açıktır. Bugüne kadar da sayısız kısmi baskılar görülmüştür bu alanda. Bu yüzden epeyce yaralı olan basın özgürlüğünün cepheden yıkılmasına izin vermemek gerekir.

    Bu yaklaşım, Devrimci İşçi Partisi’nin Ergenekon adıyla anılan davada ve benzeri davalarda tuttuğu yol ile de bütünüyle tutarlıdır. Orada talebimiz Veli Küçük gibi emekçi ve ezilen halka zulüm uygulamış olan kontrgerilla mensuplarının sadece AKP’ye karşı darbecilik gerekçesiyle değil, esas Kürt halkına ve emekçilere yönelik işlenmiş suçlar dolayısıyla yargılanmasıydı. Ama orada bile iki kategori sanığın cinayet ve baskılarda ciddi örgütleyici rolü olduğuna dair çok kuvvetli deliller ileri sürülemediği takdirde salıverilmelerini savunduk. Kategorilerden biri İşçi Partisi’nin yöneticilerinin davanın sanıkları arasında yer alması dolayısıyla parti faaliyetinin savunulmasıdır. Öteki ise yazar, gazetece ve aydınların savunulmasıdır. Bu durumda da gazeteci ve televizyoncular için aynı yaklaşımın benimsenmesi gerekir.

    “Mazlum”!

    Ama ne “Ergenekon” olarak anılan davaların sosyal kontrgerillacılarına en ufak bir sempati gösterdik, ne de bugün Ekrem Dumanlı ve şürekâsı gibi gerici, karşı devrimci, Kürt ve Alevi düşmanı kadrolara en ufak bir yakınlık hissederiz.

    CHP Genel Balkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun başlattığı bir yaklaşım AKP karşıtları arasında hızla yayıldı. Kılıçdaroğlu ilk gün “mazlumun kimliği sorulmaz” dedi. Bundan sonra sayısız siyasetçi ve yazar gözaltına alınanlardan “mazlum” olarak söz etmeye başladı. Bunların “mazlum” kategorisine Ramazan Akyürek, Ali Fuat Yılmazer ya da Yurt Atayün gibi polis şeflerinin girip girmediğini bilmiyoruz. Ama bizim de haklarını savunduğumuz Ekrem Dumanlı ve çalışma arkadaşı gazetecilerin dahi “mazlum” olarak anılamayacağından eminiz. Bu insanlar mazlum Kürt halkına karşı her zaman zalim bir tavır içinde olmuşlardır. Bu insanlar, daha önce kendileri gibi saldırıya uğrayan, en azından bir kısmı uydurma deliller temelinde daha ceza bile yemeden yıllarca hapis yatan başka aydınların çektikleri karşısında bütünüyle zalim bir tavır almışlardır. Şimdi onlara “mazlum” demek de ne oluyor?

    CHP’lilerin ve onların yolundan gizli gizli yürüyenlerin cevabı muhtemelen “bir taraf zalimse ezdiği de mazlumdur” olacaktır. Hiç de öyle değil! Hitler Varşova gettosunu ezdiğinde ezdikleri mazlumdu. Ama Fransız burjuvazisini ezdiğinde onlar mazlum değildi, onu Sovyetler Birliği’ne saldırması için kışkırtmış olan zalimlerdi. Zalimler yeri gelince zalimleri de ezer! Sırf o anda eziliyorlar diye bazı zalimleri “mazlum” olarak anmak son derecede kötü politik çıkarsamalarla sonuçlanır.

    Ne var ki, bu argüman aslında başka bir şeyi gizlemek içindir. Kılıçdaroğlu’nun ve ötekilerinin cemaatin adamlarına “mazlum” demesinin altında onlarla ittifak etme telaşı yatıyor. Ekmeleddin İhsanoğlu stratejisidir bu. Biz ise Ekrem Dumanlı’nın ve şefi Fethullah Gülen’in sonuna kadar karşısındayız.

    “Ergenekon”

    Türkiye solunun “Ergenekon” adıyla anılan davada ve onunla akraba bir dizi başka davada tavrı birkaç gruba ayrılıyordu. Bir yanda bu davalara demokrasi misyonu atfeden, vesayetin sona ereceğini, bununla birlikte Türkiye’ye demokrasi geleceğini düşünen akımlar ve kişiler vardı. (Tayyip Erdoğan demokrattı ya! Ordu ehlileştirilince bütün sorunlar hallolacaktı!) Öbür yanda AKP’nin gericiliğine askeri bir yönetim aracılığıyla set kurmak isteyen, kontrgerillayı aklamaya çalışan, komutanlara saygılarını sunan bir anlayış vardı. Bunların her ikisi de burjuvazinin Batıcı-laik kanadı ile İslamcı kanadı arasında yaşanmakta olan kansız iç savaşta burjuva kanatlardan birinin ya da ötekinin kuyruğuna takılmayı benimsemiş bir siyasi hattın farklı ifadeleriydi. Bu ikisinin dışında “yesinler birbirlerini” tavrı vardı. Bu, burjuvazinin iki kanadından da bağımsız bir tavır gibi duruyordu, ama aslında Batıcı-laik burjuvazinin üstünlüğünün askeri yöntemlerle ayakta tutulmasına karşı olmakla birlikte sivil örgüt ve kadrolarına çok daha sıcak yaklaşıyordu. Ayrıca bu pozisyon ülkedeki somut gelişmelerden uzak duran, politika dışı kalmaya yol açabilecek bir soyutluğu ifade ediyordu aynı zamanda.

    Bugün Ekrem Dumanlı’yı “mazlum” ilan edenler, dün Ergenekon davasının avukatı kesilenlerle aynı doğrultuyu izliyorlar. Tuhaftır, bir kısmı aynı siyasi hareketlerin (mesela CHP’nin) temsilcisidir! Oysa savunulan hareket ve kişiler birbirinin neredeyse düşmanıdır. Tuhaf ama gerçek! Erdoğan’ı demokrat gördüğü için bu gözaltı dalgasını destekleyen artık yok. “Yetmez ama evet” yaklaşımının büyük iflası buradan da bellidir. Ama başka birileri “evet ama yetmez” diyor. Erdoğan’ı demokrat görmüyorlar muhtemelen; zaten bunun önemi de yoktur, çünkü onlar için demokrasinin önemi yoktur. İşçi Partisi’nden ve geniş “ulusalcı” çevrelerden söz ediyoruz. Onlar, kontrgerillanın cemaatten orduya iadesi için mücadele eden ve dolayısıyla cemaate düşman olan bir ekiptir. Bu yüzden de geçmişin Devrimci Sosyalist İşçi Partisi’nin Erdoğan destekçiliği bayrağını bugün İşçi Partisi devralmıştır. Erdoğan referandumdan sonra “Pensilvanya”nın yanı sıra iki ayrı parti imişçesine “Devrimci Sol …[bir süre duraklama]…İşçi Partisi”ne teşekkür etmişti. Neredeyse İşçi Partisi’ne teşekkür gibi olmuştu bu. İçine doğmuş! Şimdi de 2015 genel seçimlerinden sonra doğrudan ve tek başına İşçi Partisi’ne teşekkür eder belki!

    Devrimci İşçi Partisi’nin tutumu, devletin emekçiler ve ezilen Kürt halkı ve Aleviler üzerinde baskı uygulamış, cinayetler işlemiş, bütünüyle demokrasi düşmanı kadrolarını ve devletin kontrgerilla olarak bilinen çelik çekirdeğini fırsat doğduğunda teşhir etmek, davaların esas bu alanlara yönelmesi gerektiğini savunarak AKP’nin demokrat falan olmadığını halkın gözünde teşhir etmekti.

    Bugün cemaate yapılan saldırıda yaklaşımımız bir ölçüde, ama sadece bir ölçüde farklıdır. O gün somut olarak ülke politikasına hâkim güç olan kontrgerilla ve darbecilere hücum etmenin ön plana çıkması olağandı. Bu hücum, yükselen güç AKP’yi de köşeye sıkıştırmayı hedefliyordu. Oysa bugün cemaat o zaman kontrgerilla ve darbeci güçlerin konumundan farklı olarak hâkim güç değildir. İktidar bir bütün olarak AKP’nin elindedir. Amacı da kendisine karşı olan bütün güçleri ezmek, ezemeyeceklerini de sindirmektir. Bugün iki güç çarpışmıyor. AKP Türkiye’nin geleceğine karşı çarpışıyor!

    İsyan

    Cemaate saldırıya karşı çıkıyorsak bu CHP ve Türkiye’yi AKP’den kurtarma görevini CHP’yle birlikte sağlayabileceğini uman güçler gibi, cemaatin bir potansiyel müttefik olduğu düşüncesiyle değildir. AKP’nin genel olarak saldırma kapasitesini köreltmek içindir. Bizim için Türkiye’yi halkın var olan koşullara boyun eğmemesi, yani isyan etmesi kurtaracaktır. Gezi ile başlayan halk isyanının devamı olan bir mücadele. Ekim ayındaki serhildanın devamı olan bir mücadele. Sakarya komününü kuran Tekel işçilerinin mücadelesini yepyeni doruklara taşıyarak masaya yumruğunu vuracak ve böylece daha önce mücadeleye girmiş bütün kesimleri kendi etrafında toparlayacak işçi sınıfının mücadelesi.

    Bütün hazırlığımızı bu mücadele yönelişinin toplumsal muhalefete hâkim olması üzerine inşa ediyoruz.

    http://gercekgazetesi.net/gundemdekiler/tahsiye

  41. sakin sovenizmime yormayin, kürt hareketi ile iliskilendigi nda biter bhh . akilli bir kürt siyasetcisi bile artik kurt hareketi ile iliskilenmeyen bir sol hareketinin guclenmesini , kendilerine alternatif degil kendilerinin guclenmesi olarak algilamali, yoksa gerisi hdp ye siginmak…

  42. Ocalan ve onun etegindekileri nin turkiye solunu asagilayan aciklamalarini cikarin, geriye guclenince , kurt hareketinin disindan ona destek olabilecek bir turkiye sol hareketi gelisebilir. ekiki ekiki tirk solunu sirtimizda tasiyoz ekiki ekiki mantigi ne ki, birak bir turkiye solu gelissin, sana alternatifmi, ama kurt hareketi turkiye solundaki her dinamigi kendini tasfiye etmeye aday rakip goruyor. sonucta herseye ulusal gozle bakan bir hdp cumhurbaskani adayi trabzon sporun otekilestirmesinden bahsederek akli sira turk halki ile iliski kuruyor.mantik bu soylem bu….bazen ayrilik iyidir, her ayrilik rakip olmak anlamina gelmez biri bunu kurt hareketine anlatsa..?

  43. Hali hazirda Kürt hareketi ile iliskilenmeyi birakin , kürt hareketinin eteklerinde kendini var eden solla iliskilenmek ne anlama gelir; söyleminizi ve eyleminizi imrali mit görüsmelerine göre ayarlayacaksiniz, sokaga kürt halki icin cikacaksiniz, girin iceri diyecek baris sureci mimarlari, eve gideceksiniz…

  44. böyle bi sürecte bhh hareketine Kürt hareketi ile daha fazla iliskilenmedigi icin elestri getiren kafa HDP HDK ya gidebilir, yani kizmasin kimse, hdp hdk ya elini veren kolunu alamiyor, git iliskilen hadi…

  45. Gülencilere Operasyon: Kayıkçı Dövüşünün Yeni Perdesi

    Serhat Koldaş
    18 Aralık 2014

    AKP’nin Gülen Cemaatine yönelik operasyonunun yeni perdesi, 14 Aralık Pazar günü, bu siyasi hareketin medya organları olarak bilinen Zaman gazetesi ve Samanyolu TV’ye yönelik operasyonla açıldı. Bu seferki operasyonun, Cemaatin polis ve yargı içerisindeki kollarına uzanan önceki operasyonlardan farklı olarak medya organlarına uzanması, operasyona Zaman gazetesi genel yayın yönetmeninin, Cihan Haber Ajansı’nın ve Samanyolu TV’deki bazı dizi yapımcıları, yönetmenleri ve senaristlerinin de dâhil edilmesi, tüm burjuva medyada tartışma ve kamplaşmalara neden oldu. AKP karşıtlığı temelinde yan yana dizilen burjuva kesimlerin medyası, operasyonları “AKP faşizminin” göstergesi olarak lanetlerken, AKP’nin yandaş medyası, operasyonları, “milli iradeye karşı darbe yapmaya girişen yasadışı bir paralel örgütlenmenin kirli tezgâhlarının dağıtılması” olarak tanımladı ve sahiplendi. Yandaş medya, Gülen örgütünün “inlerine girildiğini” zafer edasıyla ilan etti.

    Algı operasyonları ve karşılıklı hamleler

    14 Aralık operasyonuna yaklaşılırken Erdoğan ve AKP sözcüleri Gülencilere yönelik saldırgan vurgularını arttırmaya başlamıştı. Erdoğan’ın fedailiğine soyunmuş bazı köşe yazarları, Erdoğan ve ekibine yönelen her muhalefeti darbecilikle ilişkilendirmek için elinden geleni ardına koymadı, koymuyor. Bu kalemşorlar, şu süreçte parti içerisinden çıkabilecek çatlak seslerin dahi ihanetle özdeş olacağını işleyip duruyor bir süredir. AKP Gülenci avına yargı ve polise yönelik operasyonlarla başlamış, böylelikle yargı ve polis içerisinden kendisine yönelebilecek hamlelerin önünü kesmişti. Ancak AKP’nin polis ve yargı bürokrasisi içerisindeki Gülenci kadroları temizleyemediği ortadadır.
    Son operasyon 14 Aralıktan birkaç gün önce dışarıya sızdırıldı ve twitterda “fuatavni” hesabı üzerinden ifşa edildi. Bu ifşaatta operasyonun Bugün ve Taraf gazetelerini de hedef alacağı iddia edilmişti. Bu ifşaat üzerine operasyonun kapsamının daraltıldığı da iddialar arasında.
    Gülenciler Pazar günü başlayan operasyonu, gerçekleştirdikleri basın açıklamaları ve hamasi nutuklar eşliğinde protesto ederek hükümetin saldırısını teşhir etmeye ve AKP propagandasının etkisini zayıflatmaya çalışıyorlar. Demokrasiye ve basın özgürlüğüne darbe yapıldığını ileri sürüyor, özgür basının ve demokrasinin savunucusu pozları takınıyorlar.
    Beri yandan, Erdoğan ve Davutoğlu kamplaşmayı derinleştirecek, gerilimi arttıracak açıklamalarla AKP tabanını tahkim etmeye çalışıyor. Karşıt cephedeki burjuva güçler de yaptıkları açıklamalarla gerilimi tırmandırıyor. 2015 seçimlerine yaklaşırken burjuvazi içerisindeki yarılma ve cepheleşme giderek tırmanıyor. AB’yi, basın özgürlüğüne ilişkin uyarıları üzerine “kendi işlerine baksınlar” diyerek tersleyen Erdoğan, “onlara muhtaç değiliz, kendi göbek bağımızı kendimiz keseriz” sözleriyle de AB’ye açıkça rest çekti. Bu yaşananların ardından 15 Aralık Pazartesi günü borsa düştü, döviz fırladı. Merkez Bankası müdahalelerinin TL’nin değer kaybını daha ne kadar süreyle frenleyebileceği belirsizdir. Türkiye içerisindeki siyasi gerilim, ekonomide biriken çelişkiler ve uluslararası alandaki (Rusya’da patlayan ekonomik kriz gibi) gelişmelerin üst üste binmesiyle başlayan Türk lirasından kaçış, ekonomik durumun ne denli kırılgan olduğunu ortaya koyuyor. Kısacası önümüzde her açıdan belirsizliklerle dolu bir süreç uzanıyor.

    Operasyon neden Tahşiyeciler meselesi üzerinden geliştirildi?

    Gülen Cemaatinin geçmişten bu yana devlet bürokrasisi, özellikle de polis-yargı-medya örgütlenmesi üzerinden giriştiği onca operasyon ve kumpas varken, hükümet, Gülencilere yönelik hamleyi neden Tahşiyeciler meselesi üzerinden geliştirmeyi tercih etti? Çünkü Gülencilerin AKP’yle can ciğer kuzu sarması oldukları dönemde gerçekleştirdiği diğer tüm operasyonlarda ve kurduğu kumpaslarda AKP doğrudan işin içindeydi.
    Örneğin gazeteci Ahmet Şık, Gülencileri konu alan “İmamın Ordusu” kitabını yazdığı için Gülencilerin ve Erdoğan’ın hışmına uğramıştı. Ahmet Şık, kitabı henüz yayınlanmadan gözaltına alınmış, sahte delillerle Ergenekon operasyonuna dâhil edilmiş, Gülen ve AKP medyasının iftiralarıyla karalanmış ve bir yıldan fazla cezaevinde tutulmuştu. Ahmet Şık’ın, haksız yere hapse atılmasına ve kitabına yayınlanmadan el konulmasına yönelik eleştirilere Erdoğan şöyle yanıt veriyordu: “Bomba hazırlandığı bilgisini alan polisin hazırlık sırasında buna el koyması ne kadar doğru ise, tehlike arz eden bir kitaba polisin aynı muameleyi yapması doğaldır…” Gazeteci Nedim Şener ve daha nice medya çalışanı Gülencilerin kumpasına kurban edilip cezaevine yollanırken Erdoğan ellerini ovuşturuyordu. Dolayısıyla AKP, kendi de işin içinde olduğundan, Gülencileri kurdukları bu kumpaslardan ötürü yargılayamazdı.
    KCK operasyonlarında ve tutuklamalarında da AKP Gülencilerle birlikte hareket ediyordu. 8 binden fazla Kürt siyasetçi, onlarca Kürt gazeteci, haklarında bıraktık delili, iddianame bile olmadan yıllarca hapis yatırıldı. Gülencilerin başını çektiği operasyonlara sadece Erdoğan ve AKP değil, bugün demokrasi havarisi kesilen ulusalcı burjuva kesimler de tam destek vermişti. Belediye başkanlarından ve meclis üyelerinden üniversite profesörlerine ve gazetecilere kadar binlerce insan haksız yere hapse tıkılırken, burjuva medyanın (birkaç dürüst gazeteci hariç) hemen hepsi toplumu bu tutuklamaların haklılığına inandırmak için yırtınıyordu. Demek ki Gülenciler, Kürt hareketine yönelik kumpaslarda üstlendikleri roller yüzünden yargılansalardı, işin ucu yine Erdoğan’a ve AKP’ye, hatta rejime dokunacaktı.
    Askeri darbe örgütlemeye çalışanlara yönelik Ergenekon ve Balyoz davalarını başlatan da Gülen Cemaatinin yargı ve polis içerisindeki kadrolarıydı. Türkiye içinden ve dışından gelen bavullar dolusu belge ve istihbarat Gülen’in polis-gazetecileri üzerinden medyaya servis edilmişti. Askeri darbe hesaplarına ve başarısız kalmış girişimlere karşı haklı gerekçelerle başlayan davalar, dalga dalga genişletilirken cadı avına dönüştürüldü. Darbe örgütlenmesinin içerisinde yer almamış insanlar da tutuklama furyasına dâhil edildi. Kendisini Ergenekon davasının savcısı ilan eden Erdoğan, yapılan haksızlıklara ve hukuksuzluklara hep sahip çıktı.
    Yargı, polis, istihbarat ve medya organizasyonları Gülenci örgütlenmeyi etkili bir silah haline getirmişti. Deniz Baykal’dan MHP’li üst düzey yöneticilere kadar, rakiplerinin yatak odalarında şantaj ve ayak kaydırma malzemeleri toplanırken Erdoğan, Gülencilerin faaliyetlerinden hiç şikâyetçi olmadı. Bu silah kendisine döndüğü anda işler değişti ve AKP Gülencilerin yasadışı faaliyetlerini keşfediverdi!
    Gülenciler 17 ve 25 Aralık operasyonları yüzünden yargılansalardı ucu yine fena halde Erdoğan’a ve AKP’ye dokunacaktı. Gülenciler bu operasyonları AKP hükümetini ve Erdoğan’ı devirmek amacıyla yaptılar. Ancak bunu yapmak için topladıkları yolsuzluk ve rüşvet delilleri gerçekti. Kutulara istiflenen paraları ya da kola takılmış 700 bin liralık saati “montaj” diyerek geçiştirmek o kadar kolay değil. Tam da 17-25 Aralık yolsuzluk soruşturmaları takipsizlikle sonlandırılıp yolsuzlukların üzeri örtülmüşken, Gülencilerin topladığı “yasadışı” delilleri yeniden tedavüle sokmanın hiç gereği yoktu!
    Erdoğan, 2002’de hükümeti kurarken de, 10 yıl boyunca faaliyetlerinden faydalanırken de, Gülen Cemaatinin ne olduğunu, nasıl çalıştığını gayet iyi biliyordu. Muarızlarına karşı silah olarak kullanabildiği yıllar boyunca, işine geldiği sürece Gülencilerle sıkı işbirliği içerisindeydi. Burjuva siyasi liderlerin oportünizmi kimi zaman döner kendilerini vurur. Rakiplerini alt ederken elzem saydıkları araç ve yöntemler gün gelir kendi ayaklarına da dolanır. Elbette burjuva siyasetçilerden ikiyüzlülüğü bırakıp ilkeli siyaset yapmalarını bekleyemeyiz. Çıkarcılık, ilkesizlik, fırsatçılık burjuva siyasetin doğasına içkindir.
    Erdoğan ve AKP yöneticileri, Gülencilerin tüm tezgâhlarını, kumpaslarını, komplolarını, iftiralarını, yargı ve polis operasyonlarını destekledi, bunlardan faydalandı. Gülenci ekibin işlediği suçlar malûmdur, dosya kabarıktır. Ancak bu ekibin 2002’den 2013’e kadar işlediği tüm suçların siyasi sorumluluğuna Erdoğan ve AKP hükümeti de ortaktır. Gülencilerin bugüne değin kurduğu tüm kumpaslar ayrıntılarıyla açığa çıkartılmalı, bu kumpaslara destek olan, teşvik eden, işbirliği yapan, çıkar sağlamak için göz yuman tüm siyasiler de yargılanmalıdır!
    AKP’nin Gülencilere yönelik saldırgan retoriğinin şiddetine aldanmamak gerekiyor. AKP, Gülencilerin bugüne değin kurduğu tüm kumpasları ayrıntılarıyla açığa çıkaracak yargı operasyonları yürütmekten kaçınacaktır. Çünkü her seferinde kendi suç ortaklıkları ya da siyasi sorumlulukları açığa çıkacaktır.
    Gülen’in, Nurcu Risale gruplarından biri olan Tahşiyeciler ile çekişmesi üzerine, Gülenci örgütlenmenin bu gruba komplo kurduğu, 122 kişinin haksız yere hapis yatırıldığı iddiasıyla başlatılan 14 Aralık operasyonu uzun süre daha gündemde yer tutacak. Cemaate yönelik operasyon, Gülencilerin AKP ile doğrudan ilişkilendirilemeyecek ya da ucu Erdoğan’a dokunmayacak kumpasları üzerinden geliştirilecek. Erdoğan’ın liderliğinde otoriterleşme sürecinin ilerlemesinden endişe duyan dini cemaatlere de, “sizi Gülencilerin ya da başka derin yapıların saldırılarından biz koruruz; diğer cemaatlerle sorunumuz olmaz” mesajı verilmek isteniyor. Gülencilerin kabarık suç dosyası içerisinden Tahşiyecilere kurdukları kumpasın seçilip, Gülen medyasını da kapsayan operasyonun bunun üzerinden kurgulanmasının sebeplerinden biri de budur. Tahşiyeciler sorununun seçilmesinin bir başka önemli sebebi ise, AKP’nin, başta kendi tabanı olmak üzere, tüm dindar kesimlere Gülencilere karşı başlatılan saldırıyı kabul edilebilir göstermektir. Gülencilerin generallere, Kemalistlere, Kürtlere, sosyalistlere yönelik saldırılarının dava konusu yapılmasının, dindar kesimler için meşruluğu ve ikna ediciliği sınırlı kalabileceğinden, işe bu kesimler açısından daha elverişli bir noktadan başlamak uygun görülmüştür.

    Basın özgürlüğü üzerine

    Burjuva düzende basın ve genel olarak medya araçları sahiplerinin sesidir. Hemen hemen tüm medya büyük sermayenin tekelindedir. Kamuoyunu kendi çıkarları doğrultusunda etkilemek, algı operasyonlarıyla ulaştığı kitlelerin zihinlerini manipüle etmek burjuva medyanın gündelik işleri içerisinde yer alır. Büyük medya kuruluşları sermaye sınıfından; gazeteciler ve yazarlar da sınıflar mücadelesinden bağımsız olarak “özgür gazetecilik” yapamazlar. Televizyon dizileri ve filmler de burjuvazinin kitlelerin zihnini ve algısını manipüle etmek için kullandıkları etkili araçlardır. Samanyolu TV’de siparişle ve Gülencilerin politik yönlendirmeleriyle şekillendirilen Tek Türkiye, Şefkat Tepe/Sungurlar gibi diziler olduğu gibi, AKP’nin kontrolündeki medyada da Kızılelma, Reaksiyon gibi hükümetin politik amaçlarına hizmet etmesi için kurgulanmış diziler yer alıyor. Kısacası burjuvazinin hiçbir kliği diziler, filmler konusunda masum değil. İktidarın kitlelerin zihninde oluşturmak istediği Osmanlı imajı zedeleniyor diye, Erdoğan’ın Muhteşem Yüzyıl dizisine müdahalesi üzerine gelişen tartışmalar hatırlardadır.
    Burjuvazinin basın özgürlüğü ile ilişkisi, demokrasiyle olduğu gibi ikiyüzlü bir ilişkidir. Türkiye’de sosyalist basının ve Kürt medyasının bugüne kadar yaşadıkları karşısında egemen sınıfın ve organik aydınlarının çoğunluğunun nasıl tutumlar geliştirdiğine bakıldığında, burjuvazinin basın özgürlüğü konusunda ne denli ikiyüzlü davrandığı da görülür. Bugün Zaman gazetesinin önünde “özgür basın susturulamaz” sloganlarının atılması da tam bir ikiyüzlülüktür. Burjuva medyanın hiçbir kesimi “özgür basın” olarak adlandırılamayacağı gibi gerçek bir basın özgürlüğünü de savunmaz.
    Öte yandan, bugün yaşananları basın özgürlüğüne saldırı olarak lanse etmek ne denli ikiyüzlülükse, bir otoriterleşme sürecinin yaşandığı ve demokratik hakların gasp edilmekte olduğu da o denli gerçektir. AKP, Gülencilere karşı operasyonu bahane ederek, Gezi eylemcilerinden Kürt hareketine kadar, kendisine karşı tehlike olarak gördüğü her tür muhalefeti darbecilik çuvalına tıkıştırmaya çalışıyor. Darbeciliğe karşı “milli iradeyi” savunma bahanesi ile giderek saldırganlaşıyor, otoriterleşiyor. Erdoğan Bonapartlaşma yolunda ısrarla ilerliyor. Bu gidişatı durdurmak ve tüm bu pisliği tarihin çöp tenekesine göndermek için işçi sınıfının devrimci mücadelesini yükseltmekten başka bir yol bulunmuyor.

    http://marksist.net/serhat-koldas/gulencilere-operasyon-kayikci-dovusunun-yeni-perdesi.htm

  46. ocalan ve onunla ayni dili kullanan(genellikle ve nedense kurt hareketinin en sagci kesimi) türkiye devrimci hareketine ettigi hakaretlerin tutarli ikna edici bir ozelestrisini vermedikce, …..

  47. Adam imralida sadece kurt hareketi degil turkiye solunu onunuze sererim diyor, emep gibi kraldan kralcilar hdp nin karar alma sureclerine itiraz ediyor, , zileli iliskilen diyor, git iliskilen…imralidan selam alirsin…

  48. dikkate almazsin ama zileli, dostca ama hakaretamiz bir uslupla katkida bulunayim, nede olsa ocalanin tirk soluna ettigi haKERETLERDENalinmayanlardansin, sende soyut seyler cogaldi, pratik yasami hic algilamak niyetinde degilsin,teori hayatin soyutlanmasidir deyecem ama, ilmim yetismez sana.bi arkadas yazmis , kibir, evet kibirlisin zileli, ve hep ust seylerde sey etmek istiyorsun, gittikce elestri Kabul etmez hale geliyorsun, sirri sureyya nin solculugu gibi bir anarsizm sozculugumu aradigin, bir takim kanallarda ..?
    bazen susmak iyidir, anlamak icin, her boka musalllat olma…

  49. 29. yorumcu, arkadasa , vakti zamaninda Ultra PROLETERCI tikb li arkadasima Lenin den ne yapmali onermistim, bu zileli sayfalarinda yusuf cemal denen bi arkadasa da kendi ytersizligim olcusunce bu uvriyerizm elestrisini yapmaya kalkistim, kitleler degil onculerle devrim yapmak istedigi gibi bir iftiraya ugramis bir gelenegin efradi olarak, yeni somurge bir ulkede sanayi proletarya si, yani hali Hazir iscilerle devrim yapmak isteyenleri , ekonomizmle suclamistim, suclarim, elinde emeginden baska bisey olmayana genislemistir proletarya, yusuf cemal in cani cehenneme , gidip istedigi sendikada emep lilerle kapisabilir, proletaryaya bilinc. taksimde isyan varken isyerlerindeki orgutlenmeden bahseden insan , derin bir entelektuel birikime sahip bir (çıkarıldı. admin) olmalidir..
    gundem, e etkimek, gundemin egemen taraflarindan birine angaje olmak degil bu zileli elestrisi, zileli aydinliktan ayrilmis ama, Mantik hala Windows doss sistemi gibi, alltta calisan sistem o.

  50. Ağır küfür nedeniyle yayınlanmadı.

  51. reelpolitikerler ne demek ? bir kaç dil karışımı olsa gerek 🙂 pek anlayamadım da ….

  52. politikanın genreklerine göre ilkesiz bir şekilde günlük taktikler izlemek demek. Bugün yaptığını yarın reddeder.

  53. Sosyal Ontoloji Forumları ve Demokrasi
    Mehmet YILDIZ

    Oturduğu yerden ayağa fırlayan mütedeyyin adam “Sen var ya çok terbiyesiz, ahlaksız, namussuz, karaktersiz bir adamsın. Benim olduğum yerde Fetullah Gülen’e hakaret edemezsin” dedi ağlamaklı bir sesle. Fetullah Gülen’e “emekli vaiz” demiş olmak suretiyle ayaktaki adamın tüm öfkesini üstüne çeken oturan mütedeyyin adam da, “Benim olduğum yerde sen de Tayyip Erdoğan’a hakaret edemezsin” dedi. Zatı muhteremlerin her ikisi de hükümet yanlısıdır.

    Ajandalarında demokrasi ve hukuk devleti diye bir şey olmayaniktidardaki titanların çarpışması başladı mı gerçekten? Yoksa işgüzar taraftarlar bir dokunulmazlık, bir yücelik kazandırdıkları liderleri adına fevri çıkışlarda mı bulunuyorlar?

    Maximilian Popp Der Spiegel dergisine bu hafta İstanbul’dan yazdığı bir yazıda WikiLeaks’in 2010’da açıkladığı ABD’nin Ankara kaynaklı diplomatik yazışmalarına dayanarak Abdullah Gül ile Tayyip Erdoğan arasındaki “kardeşçe sevginin” tükenmek üzere olduğunu, özellikle Erdoğan her yurt dışı seyahatine çıktığında, cemaate yakınlığıyla bilinenGül’ün fırsattan yararlanarak onun altını oyduğunu, daha fazla güç kazanmaya gayret ettiğini söylüyor.

    Cumhurbaşkanı Gül’ün bir grup Türk gazeteciyi kabul ederek hükümetin Gezi politikasını eleştirdiği de açıklandı.

    AKP’nin 11 yıllık seçim başarısı ve sürmekte olan büyük, boğucu kitle desteği karşısında umutsuzluğa kapılan insanlar AKP’yi olduğundan da uyumlu, homojen bir parti olarak görme eğilimindedirler. İktidar olmanın meyvesini yiyen bir partinin iç çelişkiler yüzünden iktidarını asla tehlikeye atmayacağını söylüyorlar. İslami bir partideki politik kurnazlığın her zaman parti içindeki kişisel hırslara, sürtüşmelere ve ideolojik farklılıklara baskın çıkacağını iddia ediyorlar. Pragmatist, takkiyeci bir partide bir bölünme beklemeyi hiç gerçekçi bulmuyorlar. “Mutlaka bir yolunu bulur uzlaşırlar” diyorlar.

    Bir yolunu bulup uzlaşmaları ve mevcut kitle desteğinin sürmesi halinde demokrasi ve hukuk devleti için yapılabilecek sokak eylemleri,“açık forumlar”olarak adlandırılan sosyal ontoloji forumları devlet yapısında ilerici değişimlere yol açamayan sonuçsuz eylemler olarak kalmaya mahkum olur.

    Demokrasi, hukuk devleti talep eden insanlar mevcut sokak gösterilerini, Ethem Sarısülük cinayetini protesto etme gösterilerinden doğan açık forumları (Parklarda yapılan bu forumların “sosyal ontoloji forumları” olarak adlandırılmalarının neden daha doğru olacağını aşağıda açıklayacağım) kendi başına bir amaç haline getirmediler. Bu eylemler sayesinde yasal ve kültürel bir değişim sağlayarak cinayet işleyen kolluk kuvvetlerinin cezalandırılmasını, demokrasinin, hukuk devletinin kurulmasını arzuluyorlar. Bu arzunun seçmen desteğinden yoksun kalması durumunda özlemi duyulan yeni sosyal kurumlar yaratılamaz.

    Mevcut devlet bir ucubedir; ne olduğu, siyaset veya kurumlar literatüründe nereye konulması gerektiği bilinmemektedir. 12 Eylül rejimi veya Çiller döneminin devlet aygıtı bir ucube sayılmazdı. Bu nedenle askeri faşist bir vesayet rejimini benzer rejimlerle birlikte bir gruba dahil etmekte herhangi bir zorluk yoktu. AKP hükümeti bu rejimi olduğu gibi sürdürmedi, orasından burasından değiştirerek onu bir ucubeye çevirdi. Tüm anti-demokratikliğine, Başbakan Erdoğan’ın diktatörlük hevesine rağmen AKP hükümetini kategorize etmekteki zorluk ortadan kalkmıyor.

    2002 yılına kadar devlet polis, MİT, Jitem, ölüm mangaları, ordu gibi kurumları aracılığıyla feci bir terör estiriyordu. Yargısız infazlar, gözaltında kayıplar, siyasi tutukluların topluca katledilmeleri, polis ve jandarma tarafından sorgulanıyorken işkence edilmek, tecavüze uğramak vb. günlük bir rutin haline gelmişti. Sokağa çıkan göstericiler 50 metre yürüyemeden kurşun yağmuruna tutuluyorlardı. En önemsiz, en barışçı gösteriler vesilesiyle 15-20 kişi birden öldürüyordu.

    Bu suçları işleyen kolluk kuvvetlerinden bugüne kadar hemen hemen hiç kimse yargılanmadı. Kurumlar ve failler yerlerini koruyorlar. Ancak durduruldular. (Bir istisna olarak Dersim bölgesinde karanlık dönem varlığını koruyor. Siviller kaçırılarak kurşuna diziliyorlar. Köyler ve şantiyeler basılıyor. Failler karanlık devlet güçleri, PKK ve TİKKO’dur.) 2002 yılı öncesindeki yargısız infazlardan, gözaltında kaybolmaktan, sistematik işkence ve tecavüzden bugün genel olarak bahsedilemez. Son eylemler sırasında 4 kişi öldürüldü, bir kişi kaza sonucu öldü, 12 kişinin gözü çıkarıldı ve 60’ı ağır olmak üzere 700 kişi yaralandı. “Emirleri ben verdim” dedi Başbakan Tayyip Erdoğan. Ancak bu ağır bilanço bile Başbakan Tayyip Erdoğan’ı Kenan Evren, Tansu Çiller, Veli Küçük, Mehmet Ağar, Hayri Kozakçıoğlu gibi devlet yöneticileriyle tamamen aynılaştırmıyor. Erdoğan’ın yerinde onlardan biri olsaydı binlerce kişi öldürülmüştü.

    Durdurulan terör kuvvetleri tekrar aktif hale getirilebilirler mi? Bu gibi reel bir tehlike yok mu? Demokrasi isteyen yurttaşların kabusu budur.

    Başbakan Tayyip Erdoğan Maraşlı, Sivaslı, Pakistanlı, Afganistanlı, Endonezyalı Müslümanların binlerce insanı kolaylıkla parçalayabilecekleri, ateşte yakabilecekleri hakikat dışı kışkırtıcı beyanlarda bulundu. Müslümanların genellikle çok hassas, çok duygusal, çok tez canlı, kolay ikna edilen, küfre ve kafire karşı çok hınçlı olduklarını biliyordu. Buna rağmen ısrarla “Dolmabahçe Bezm-i Alem Valide Sultan Camisi’nde içki içildi ey müminler!” dedi. Caminin müezzini “Hayır içilmedi” dedi. Başbakan Tayyip Erdoğan yine ısrarla “Dolmabahçe Bezm-i Alem Valide Sultan Camisi’nde içki içildi ey müminler!” dedi. Caminin müezzini “Din adamıyım, yalan söyleyemem, camide içki içilmedi” dedi.

    Maraş Katliamı da benzer hilafı hakikat beyanlarla başlatılmıştı. Bereket versin hassas Müslümanlar bu sefer harekete geçmediler.

    Melih Gökçek Başbakan’ın beyanlarının etkili olamadığını görünce hemen yardımına koştu. O da başarılı olmadı. Televizyona çıkarak ağladı. Kimse “Neden ağlıyorsun?” diye sormadı. “Hele bir sorun neden?” dedi. Sorduğu soruyu kendisi yanıtladı;meğer Melih Gökçek hırsından ağlıyormuş.

    Siyaset sahnesinde millet 10 yıldan fazladır Kuran, Hadis, hoca, Burak, cennet, cehennem, gavur, kafir, şeriat gibi kavramlarla yatıp kalkıyor. Türkiye entelektüel olarak 8. yüzyıl Arap toplumlarının düzeyinde sayılır. Siyasi İslam’ın entelektüel düzeyi budur. İslami cephede bugünlerde tartışılan en önemli konu Hıristiyanların ve Yahudilerin cennette gidip gitmeyecekleridir.

    En büyük düşünürlerin Fetullah Gülen, Tayyip Erdoğan, Kadir Mısıroğlu, Cüppeli Ahmet Hoca, Adnan Hoca, Cemalettin Hoca gibi şahısların olduğunu görüyoruz.

    Toplum İsmailağa Cemaati mensubu insanlardan oluşursa demokrasiyi kuracak kolektif bir niyet, rıza asla oluşmaz. Türkiye’de hukuk devleti ve demokrasi isteyen geniş bir seçmen kitlesi yoktur. Sadece AKP seçmeni değil, MHP ve CHP seçmeni de hukuk devletini ve demokrasiyi arzulayan bir seçmen değildir. Bunun da ötesinde devlet kuvvetlerinin yargısız infazlarının ve sistematik işkencenin engellenmesini isteyen geniş bir seçmen kitlesi de yoktur. AKP bunu kendi arzusuyla kendi başına yaptı. Bu AKP yöneticilerinin bir lütfudur. Toplumun geniş kesimleri devlet terörüne hep kayıtsız kalmışlardır. Devlet terörüne son verilmesi hiçbir zaman ana akım (Türk ve Sünni) seçmen kitlesi tarafından önemli bir seçim mevzusu olarak görülmemiştir.

    Başbakan Erdoğan 2010 yılında Sakarya’da yapılan bir miting sırasında 1937-1938 yıllarında dönemin CHP hükümetinin Dersim’de 50 bin silahsız savunmasız sivili katlettiğini açıkladı. Alanı dolduran partililer bu açıklama karşısında donup kaldılar. Nasıl bir tepki göstermeleri gerektiğini bilemediler. Meydana derin bir sessizlik çöktü.

    Dersim katliamını itiraf etmek de nereden çıkmıştı? Buna ne gerek vardı? Bu konu kimin aklına gelmişti? Dini, sınıfı, ideolojisi vb. ne olursa olsun bir Sakaryalı neden 2010 yılında Dersim’de üç çeyrek asır önce yaşanan bir olayı katliam olarak tanımlayacak ve onu açığa vuracaktı?

    Ana akım Türk seçmeni bakımından hukuk devleti ve demokrasi Dersim Soykırımı’nın tanınması kadar yabancı bir konudur. Ekonomik sorunlara çözüm bulmak her zaman başta geliyor. Kazlıçeşme’de çok kaba sözler sarf eden AKP yanlısı kadın seçmen genel seçmen profilini aslında çok iyi temsil ediyor. Gönüllü olarak Başbakan’ın sindirim sisteminin en uç noktasındaki bir kılı olmak isteyen yurttaşların demokrasi ve hukuk devleti gibi konseptleri yoktur. Varsa bile bu konseptler açık forumları düzenleyen gençlerinkinden çok farklıdır.

    Demokrasi ve hukuk devletinin sosyal bir gerçek olabilmesi için kolektif olarak tarif edilmeleri ve kabul görmeleri gerekir. Bir hukuk devletinde polis protestocu vatandaşları öldürmez. Öldürmesi halinde ağır bir suç işlemiş olur ve ağır bir biçimde cezalandırılır. Hukuk devletinde başbakan dini inancını siyasi referans çerçevesi olarak kullanmaz; mezhepçi bir sosyal mühendisliğe soyunmaz, kimseye ahlaki üstünlük taslamaz. Politikalarını protesto edenleri ayak takımı, çapulcular olarak adlandırmaz.

    Açık forumları düzenleyenler hukuk devletinin ve demokrasinin evrensel prensiplerini bilfiil tarif ve kabul ederek ülkenin ihtiyaç duyduğu sosyal kurumların neler olduğunu gösteriyorlar. Demokrasi ve hukuk devleti böylece soyut veya Avrupai konseptler olmaktan çıkarak Kadıköylüleşiyor. Bu konseptlerin geniş bir seçmen kitlesi tarafından benimsenmesi halinde toplum yeni sosyal kurumlarını yaratmış olur. Desteklenmemesi halinde bir azınlık hareketi olarak kalır.

    Forumu yöneten gençler mevcut küresel sistemi AKP hükümetinden daha iyi anlıyorlar. Çağdaş bilgi birikiminden yararlandıkları için AKP yöneticilerinden çok daha bilgililer. Sosyal felsefeleri AKP felsefesiyle kıyaslanmayacak kadar ilericidir. Hiçbir devlet tecrübeleri olmadığı halde forumları yöneten gençler ülkeyi Başbakan Erdoğan’dan çok daha iyi yönetirler.

    Gezi Parkı eylemleriyle başlayan yeni süreçte demokrasiyi, hukuk devletini ve insan haklarını olmazsa olmaz bir zorunluluk olarak gören gençlerle kışla-cami ikilemi içinde ne yaptığı, neyi savunduğu belli olmayan “kıl” seçmen kitlesi arasındaki büyük fark açığa çıktı. Demokrasi, hukuk devleti, insan hakları parklarda da olsa ilk kez Türkiyeli oldu.

    http://www.duzceyerelhaber.com/Mehmet-YILDIZ/16677-Sosyal-Ontoloji-Forumlari-ve-Demokrasi

  54. anarşist isyan...

    AZ olman haksız olduğun anlamına gelmez…üç beş anarşist kendi kumunda oynuyor falan fistan diye de aşağılamak gerekmez…elinden geleni yaparsın…sadece tv izleyip gazete okuyarak mı ‘gündem’tanımı yapılıyor…gündem den kastım burjuva medyası odaklı bir şey değil…açıkcası bir anarşist-komünist olarak diyorum ki gün zileli kadar anarşistlere haksızlık yapan çok az anarşist oldu…bir anarşist çıkar vicdani reddini yapar başka bir anarşist mezbahalara saldırır başka bir anarşist fabrikada grev örgütler sayıca az olabilir ama etkili eylemlerdir…ben egemenlerin kavgasını ağzım açık salyalarım akarak izleyeceğime giderim kendi’gündemimi’belirler ona göre örgütlenirim…açıkcası hülya avşar iki kalça kıvırdığında da gündem oluyor…roboskiye giden anarşistlerde var,hayvan özgürlüğü için mücadele anarşistlerde var yayıncılık yapan anarşistlerde var punk anarşistlerde var ve bu anarşistlerin hepsinin bu topraklarda ki özgürlük kültürüne katkısı var…yapılan işlere verilen mücadeleyi küçümsememek gerekir…bu topraklarda herkes rap rap bir mayıslarda asker gibi yürürken anarşistler dağınık kortej kurmuştur vicdani reddi tartıştırmıştır hayvan özgürlüğü ekolojik sorunlar kimsenin gündeminde yokken bunlar küçük burjuva hezeyanlar denilirken anarşistlerin gündeminde vardı…neyse dediğim şudur gidip içeri giren faşistlerin çetelesine tutacağımıza kendi örgütlenmelerimize bakmalıyız kimi fabrika da örgütlenir kimi kırda dağ da bayır da kimi de bireysel kalır kendi inancına göre pasif ve ya aktif eylem yapar…

  55. Destekliyorum bu çabayı elbette. Bu şekilde anlatırsan katılırım. ama “^biz kendi gündemimizi belirleriz” dediğin zaman toplumdan kopuk, fazlasıyla marjinal bir görüntü veriyorsun. Yaptığım eleştirinin içeriği buydu. Kusura bakma, belki de gereğinden fazla sert çıktım.

  56. anarşist isyan...

    bir de gün zileliye şunu belirteyim birincisi bilgisayar programı ile gündem belirlenilmiyor demişsiniz haklısınız mesela benim bilgisayarım yok internetim yok…ikincisi anarşist komünistim ve faşist bir şehirde elimizden geleni yapıyoruz yeri geliyor anti-kapitalist müslümanlarla bir şeyler yapmaya çalışıyoruz yeri geliyor hayvan özgürlükçüleri ile yeri geliyor sokak çocukları ile…gençler falan diyip gene tepeden buyurmuşsunuz keşke sizde genç olsanız hayal kurabilseniz umudunuzu korusanız gençlik salt yaş ile değil sokakta olmak hayatta olmak ile ilgilidir malatesta yoldaşın kropotkin yoldaşın bir yığın yaşsız anarşistin eylemleri örnektir bize…ha bu arada ben kırk 38 yaşındayım 17 yaşında yoldaşlarım var ve ben onlardan öğreniyorum bilginiz olsun…

  57. anarşist isyan...

    bende sert yazdıysam özür dilerim gün abi…

  58. Ben de senin yaşlardayım 🙂

  59. böylece tanışmış olduk. Sevgilerimle.

  60. peki kürt hareketi %10’u aşar mı

  61. Bu, önümüzdeki dönem açısından çok kritik bir soru. Eğer bağımsız olarak girer ve barajı aşamazsa çok kötü olur. Bütün milletvekilliklerini AKP alır ve sonuçta anayasayı tek başına değiştirecek çoğunluğa kavuşur. Tek kişi diktatörlüğünün yolu böylece açılır. Bu konuları tartışmamız gerekiyor.

  62. Kürt hareketi yüzde onu aşamaz…
    Böylesi iddialı laflar adamı rezil de eder.. Göze alıyorum!
    *
    Son CB seçimlerinde yüzde onu geçemeyen, sinekten yağ çıkarma derdinde BHH küçük hesapları içinde yaşayan özgüvensiz solun ve gündelik hesaplar peşindeki yığınların şaşkınlığı göz önüne alındığında % 8 i de geçemez.
    *
    Yazık… Politik körlük bu olmalı.. Son bir kaç yıldır ekonomik, siyasal, konjonktürel ne değişti ki? Gelecek 6 ay içinde olağanüstü bir şey olmazsa .. ki olabilir de! AKP % 40 ın altına inmez.. HDP % 9 u geçemez. CHP % 30 u geçemez… En korkuncu MHP yükselişe geçebilir… Bu da bu ülkede “yeni bir siyaset” üretemeyenlerin kabahati olacaktır…
    ***
    HDP bunu göremiyorsa.. Bilerek görmüyordur!

  63. Bu anonim 41 hala mı konuşuyor? Adama SSCB yıkıldı diyoruz, adam emperyalist ajanlar majanlar diye geveliyor. Adama senin gibilerin saçma sapan “üç beş kişiyle devrim” takıntısı yüzünden Gezi heba oldu, geleneği toprağa sızdı, kim bilir ne zaman çıkar diyoruz, adam hala aynı saçmalıkta ısrar ediyor. Şimdi Gebze’de işçi mitingi diye yırtınıyoruz, eğer Gezi sırasında isyanı işyerlerine taşıyabilseydik neler olurdu diyoruz, adam romantizme bel bağlamış boş boş konuşuyor.

    Ben tanıyorum abicim senin gibileri. İşçi hareketi geldiğinde, işyerlerinden, fabrikalardan tek tek isyan haberleri geldiğinde, senin gibiler bizim emeğimizi hiçe sayıp, “Bak biz demiştik” deyip en işçici kesilirler. Kendiliğinden patlıyormuş bak, derler. Oradaki çaba, oradaki emek onlar için “Zaten öyle olacak” olur. Hatta bazılarınız daha da ileri gider ve “Onu da biz yaptık!” derler.

    Gösterilen çaba işe yarasın, çalışan sınıf hareketinin patlamasına azıcık da olsa yardımcı olalım, sırf zevk için giderim cehenneme, sırf maymunluk yapmak için en işçici, en devrimci seni ilan ederim, sen meraklanma.

    Bana bu pası vermişken, Gün Zileli’nin yazısıyla alakasız da olsa, reklamasyona gireyim. Şu yazıyı oku, biraz daha küfret, küçük burjuva tükkancığında biraz daha sinirlen, çakraların açılsın.

    http://dazayn.org/2/post/2014/12/17-25-aralik-gndemi-yolsuzluk.html

  64. Gelecek genel seçimlerde öncelikli derdim AKP’nin 367’ye ulaşmaması.

    2011 seçimlerinde durum şöyleymiş hatırlamak gerekirse:
    http://www.radikal.com.tr/secim2014/2011-genel-secim-sonuclari/

    AKP %49,9 – 327 MV
    Bağımsızlar %6,6 – 35 MV (Sanıyorum hepsi proto-HDP bağımsızları)
    AKP + Bağımsızlar = 362 MV

    Bağımsızların 1. olduğu illerin hepsinde AKP 2. sırada ve geri kalan partilerin oyları çok düşük, hiç MV çıkaramamışlar. Bağımsız aday çıkan İstanbul, Adana, Mersin gibi diğer illerde de AKP 1. sırada. Bu durumda HDP baraj altında kalırsa bağımsızların kaybettiği neredeyse bütün MV’leri AKP mi çıkaracak?

    AKP Yerel seçimlerde %44 CB seçiminde %52 almıştı.
    HDP Yerel seçimlerde %6,1 CB seçiminde %9,8 almıştı.

    Size bir facia senaryosu: AKP yine %52 oy ve %49,9’a kıyasla +5 MV alıyor, üstüne HDP yüksek oyla baraj altında kalıyor ve AKP’ye +35 MV oradan geliyor toplam 367.

    Zor ama imkansız değil. Böyle bir fiyasko görmek istemiyorum. Sırf bunun için bile baraj altında kalmasın diye HDP’ye oy istemek mi lazım.. Yoksa HDP’nin iyimser oy hesabı buna mı dayanıyor?

    Tersinden bakarsak, HDP’nin barajı aşması demek de söz konusu illerde tamamen AKP’den MV çalması demek. HDP’nin telaffuz ettiği 45-50 rakamları da bu hesaba dayanıyor.

    Atladığım parametreler olabilir, ilk yerel seçimlerden beri dediğim gibi yine dertli bir seçim muhabbeti bizi bekliyor bu 3. round’da..

  65. Yani öyle ki, HDP parti olarak girerse, barajın altında kalmasın diye desteklemek zorunda kalacağız. Ama bir de şu var: diyelim ki, bizlerin desteğiyle barajı aştı ve 50 mv ile meclise girdi. ondan sonra da tuttu AKP ile anayasa’nın tek adam diktatörlüğü yönünde değiştirilmesi için anlaştı (olmayacak şey değil), o zaman ne halt edeceğiz?

  66. 53’e yazdığın cevap senin büyük çaresizliğindir gün zileli. her olayda bir taraf tutma, ittifak kurma ihtiyacı hissetmenin sonucu. her mevzuya atlayarak kendini bir iktidar odağı haline getiriyorsun ama bu önemli değil senin için. alışkanlık olmuş artık. nasıl olsa eleştirilere de kulağın kapalı.

  67. İktidar odağı olmakla falan ilgisi yok. Bu toplumda yaşayan insanlarız, elbette her dönemeçte bir tutum alacağız. bundan doğal ne olabilir. insani bir sorumluluğun gereğidir bu.

  68. basbayagi bir devrimci durum yasaniyor, mudahale edebilecek tek güc pkk, onlarda, universitelerde grup yorum dövmekle mesguller… eyi bu eyi, tanri herkese akp ye tevcih ettigi gibi devrimci muhalefet nasip eylesin…

  69. yusuf cemal ben 41. arkadasim, bunu sevduuuum. ben hala yaziyorum:)))bunuda zilelinin demokrasi anlayisina borcluyum, ve ayni erk elimde olsa ayni sekilde davranmazdim, hadi coz celiskiyi?

  70. iktisadi somurunun belirli bir noktaya erismesi ile, komunal toplumda bile varolan kamu gorevinin, devlete donusebilecegini anlamayan, yusuf cemal, Devlet in son tahlilde kamu gorevi ile siyasal icerigi offffff, ogret bunlara zileli:)))yusuf cemal e gore insanin tukkettigi her varligin uretim surecinde katki saglamayan insan , kamu gorevlisi olarak sourucu, bu kafa ile, yusuf cemal in pol pot u neden sevmedigini anliyamiyorum:)???oda emekci disi herseyi somurgen goruyordu…marxizmi tarihsel materyalizmden ayrik, bi iscicilik olarak algilamak, ne cahilim, hala yaziyorum, oysa yusuf cemale göre ..herkes kol gucu ile calisanlara indirgenmelidir, ben terisini dusunuyorum….pol pot mao ile yusuf cemal in marxizmi????

  71. her yenilgide her basarisizlikta, meseleyi fabirkaya fabrika iscisinin sendikal mucadelesine indirgeyen Adam/kadin hala bana kufrdiyor ya ben ona yaniyorum:)

  72. Gün, o ihtimali hesaba katınca işler karışıyor çok fazla bilinmeyen değişken var üstelik ihtimaller dallanıyor. Yani o kaygıyla gidip CHP’ye verirse Gezici seçmen bu sefer ilk dediğim facia riskini de göze almış oluyor. Bu bilinmeyenler içinde rasyonel davranışın ne olduğunu tespit etmek pek mümkün değil oyun teorisi gerektiren tarzda bir durum var ortada.

    Zamanı gelince yakından incelenir mesela anket görebilirsek yardımcı olur. AKP %50’lere dayanmadıysa sorun yok zaten. %50’lerdeyse HDP MV’leri AKP’den mi CHP’den mi çalacak o önemli. Kürt illerinde zaten HDP ile AKP yarışıyor sadece. Batı’daki birkaç büyük ilde söz konusu olabilir HDP’nin CHP’den MV çalması. Onlara il il bakıp incelemek lazım.

  73. Keşke baraj %7’ye, %5’e filan indirilse veya tamamen kalksaydı. Bunu bile yapmıyor AKP. Süreçte samimiyetin çok temiz bir göstergesi olurdu üstelik, bunu bile elde edemeyen sürece nasıl güvenilir o da hayret verici.

    HDP’den şöyle net bir açıklama gelse hiç bir şekilde AKP ile birlikte yeni anayasa yapmayacağız diye bu da çok iyi olurdu.

    Ama hiç beklemiyorum böyle bir şey, hatta şüphem beraber anayasa yapmaları, RTE başkanlık sistemi karşılığında Öcalan’a bir güzellik ve HDP’ye minimal bir iktidar alanı ve Kürtler’e kozmetik reformlar verilmesi yönündedir. Bunu elde ettikten sonra bir daha da HDP’nin, sürecin yüzüne bakmaz RTE. Alttaki açıklamada da AKP’nin anayasa yapmasını engellemek yerine, tek başına anayasa yapmasını engellemek şeklinde kurulmış bir cümle var.

    Konuyla alakalı:

    http://www.radikal.com.tr/politika/demirtas_hdp_akp_anlasti_iddialari_iftira-1256020

    “Artık bizim için yüzde 10 seçim barajı sıkıntı değildir. Baraj getiren Kenan Evren ve savunan iktidar başta olmak üzere barajı üstlerine yıkacağız. Birileri (HDP ve AKP anlaştı, barajın altında kalıp 30-40 milletvekilini AKP’ye verecek) diyor. Hiç böyle alçaklık olur mu? Elinde en küçük delil olmadan partimize iftira atmak, ucuzluktur.”

    http://www.hdp.org.tr/haberler/orgut-haberleri/7-aralik-2014-tarihli-parti-meclisi-sonuc-bildirgesi/5626

    “Partimiz, hem örgütsel, politik ve kadrosal özellikleriyle, hem de geniş toplumsal muhalefet kesimleriyle bir araya gelme yaklaşımıyla, 2015’te hükümet oluşturma dengelerinde değişiklik yaratabilecek ve AKP’nin tek başına anayasa yapma çoğunluğunu elde etmesini engelleyebilecek durumdadır.”

  74. 2015 Genel Seçim anketleri:
    https://tr.wikipedia.org/wiki/2015_T%C3%BCrkiye_genel_se%C3%A7im_anketleri

    Şimdilik AKP %45-50 arasında gözüküyor. Yani durum belirsiz. Şirketler içinde son CB seçiminde RTE’yi gerçekten yüksek göstererek tepki alan KONDA yok henüz.

  75. Ayrıca bir anket hariç HDP’nin %10’u geçtiğini gösteren sonuç da yok. HDP %7-9 arası gözüküyor.

  76. Malum çetin altan klişesidir: “enseyi karartmayalım” HDP parti olarak katılıp %10 u aşarsa diktatörlük biter denemese de bitiş sürecine girer..anayasa vesaire kurtarmaz zira toplumsal muhalefet gücü, rüşdünü ispat etmiş ve toplumsal meşruiyetini sağlamış demek olacaktır. artık eğer samimi olarak isterse gündemi de belirler hale gelmiş olacaktır ve “leninistçe” konuşursak, nesnel koşullar yerleşmiş demektir bence…

    bu arada “anarşist isyan” arkadaşın “gündem belirleme” konusunda söylediklerine ilaveten, dünya anarşist hareketleri Kobané ve Rojava konusunda kafa patlatırken, bizim pek de kaale almış görünmüyor olmamız ve hatta düpedüz ilgisizliğimiz hayret bişey değil de ne?

    .

  77. secim, secim, secimde oy verecek insanlar,,, insanlar a gideydik az bisey, hani uzde altmisi yoksulluk sinirinda yasiyan. insanlara gideydik….?

  78. yusuf cemal in eline topuz verin, olmayan beynim ezsin, eline bi beyin krintilari kalirsa, teori yapsin:) ne dedigini bilmiyor..

  79. küfür nedeniyle yayınlanmadı.

  80. küfürlü mesaj yayınlanmadı.

  81. entelektuel yetkinliginin ona verdigi yetke ile, zati sahanelerininin, kadinlar uzerindeki tahakkumunu neden yadirgayayimki, ki 4 murat bu kadinlardan uzak durmustu:)

  82. http://www.halkinsesi.tv/index.php/haberler/21459-gazide-cepheliler-19-aralk-katliamnn-hesabn-sormak-cin-akrep-tarad-.html#.VJsSnd0MBg….
    Cephe Milisleri Okmeydanı AKP Teşkilatını Taradı

    19-22 Aralık katliamının hesabını sormak için 21 Aralık, 00.00-01.00 saatleri arasında Kulaksız Okmeydanı AKP mahalle teşkilatını taradık.

    19-22 Aralık 2000 tarihinde hapishanelerde hayata dönüş operasyonu adı altında 28 devrimci tutsağı katledip 6 kadın yoldaşımızı diri diri yaktılar. Yoldaşlarımızın kanı yerde kalmayacak. Hesap soracağız ve karargâhlarında vuracağız. Yine geleceğiz, nereden, ne zaman geleceğimiz belli olmaz, bekleyin bizi halk düşmanları. Bundan sonra her yerde karşısına çıkacağız. Vurmaya devam edeceğiz. Hiçbir devrimcinin kanı yerde kalmayacak.
    Korkun bizden halk düşmanları İbrahim Çuhadar gibi Alişan Şanlı gibi beyninizde patlayacağız. Ağlayan analarımızın acısı kadar acımasız olacağız.
    19-22 Aralık Katliamının Hesabını Sorduk

    Katil Devlet Hesap Verecek
    CEPHE MİLİSLERİ
    Cephe Milisleri Ekip otosu taradı

    19-22 Aralık Bitmeyen Kinimiz Sorulacak Hesabımızdır

    20 Aralık gece 01.30 aralarında sultangazi Yunus Emre mahallesinde Gazi karakoluna ait ekip otosu savaşçılarımız tarafından uzun namlulu silahlarla yoğun ateş saldırısına alındı. Halk düşmanları sadece şans eseri kaçabildiler. Bir sonraki eylemde böyle şansınız olmayacak… 19 Aralık katliamının hesibını soracağız!

    Cephe Milisleri

    hesabi sorulmayacak halk kani olmayacak,

  83. gucumuz yettigince, halkin, devrimcilerin kanini akitanlarin kanini akitmaksak, , varsin bizim varolusumuza kufretsinler,…. gayri yeter…

  84. Cephe Milisleri Ekip otosu taradı

    19-22 Aralık Bitmeyen Kinimiz Sorulacak Hesabımızdır

    20 Aralık gece 01.30 aralarında sultangazi Yunus Emre mahallesinde Gazi karakoluna ait ekip otosu savaşçılarımız tarafından uzun namlulu silahlarla yoğun ateş saldırısına alındı. Halk düşmanları sadece şans eseri kaçabildiler. Bir sonraki eylemde böyle şansınız olmayacak… 19 Aralık katliamının hesibını soracağız!

    Cephe Milisleri

  85. http://www.dha.com.tr/selahattin-demirtas-hdpnin-akp-ile-ittifak-yaptigini-soylemek-alcakliktir_834317.html

    Demirtaş:

    “CHP’lilerin, AK Parti ile ittifak yapacağı söylentilerini sert bir dille eleştiren Demirtaş, “Şimdi bir kısım CHP’li arkadaşlarımız diyor ya; ‘efendim baraj altında kalıp 40-50 milletvekilini AKP’ye’ verecekler. Bu oyun, bu tezgah eğer bizim tarafımızdan planlanmışsa, bu CHP’li kardeşlerime bu oyunu bozmaları konusunda çağrı yapıyorum. HDP’ye oy verin, oyunu bozun. Siz de gelin CHP’li kardeşlerim siz de gelin HDP’ye oy verin, barajı rahat rahat aşalım bozalım oyunu. Formül ortada. Bu senaryoyu tutturamayanlar da başka bir şey yazıyorlar. Diyorlar ki, ‘bunlar barajı aşsa bile, barajı aştıktan sonra zaten AKP’yle pazarlık yapmışlar, anlaşmışlar birlikte anayasa yapıp başkanlık sistemini getirecekler.’ Şimdi barajı aşsanız bir dert, aşmasanız bir dert. Bunları inandırmak mümkün değil. Kafaları tüccar kafası ya, pazarlığa alışmışlar. Bütün hayatları pazarlık ya. Bir kez daha açık net tekrarlıyorum Halkların Demokratik Partisi ve partimizle birlikte yürüyen dostlarımız; dost, kardeş partilerimiz ve toplumsal kesimler dışında hiç kimseyle ittifak arayışımız yok, ittifak görüşmemiz yok, olmayacak. Hiç kimseyle seçim öncesi ucuz pazarlığımız yok, olmadı, olmayacak. Hele hele AKP gibi bir partiyle. Yarın buradan çıkıp Roboski’ye gideceğiz. Roboski’nin hesabını vermemiş bir partiyle oturup milletvekilliği pazarlığı yapıp, onlara milletvekilliği armağan edeceğimizi düşünenler kusura bakmasın alçaklık yapıyorlar. Tek kelimeyle alçaklık yapıyorlar. Böyle muhalefet olmaz.”

  86. Bu sarmalı kırmamız gerekmektedir

    M.Şükrü HANİOĞLU

    Sabah GAZETESİ

    Türkiye, önceki yazılarımızda da dile getirdiğimiz, “baskıcı iktidar- komplocu muhalefet” sarmalındaki savruluşunu sürdürmektedir.

    Siyasal ve toplumsal tarihimiz göz önüne alındığında bu durum şaşırtıcı olmayıp, âdeta olağan siyaset yapma biçimimizin devamlılığını kanıtlayan bir gelişmedir. Siyaset, toplumsal hafızanın hatırlayamadığı dönemleri de kapsayan sürelerden beri bu eksende yapılmaktadır.

    Kendisini sürekli biçimde yeniden üreten bu siyaset yapım biçimi sadece iktidar-muhalefet ilişkilerini belirlemekle kalmayarak değişik alanlar arasındaki etkileşimi de şekillendirmektedir.

    En önemlisi siyaset ve hukuk olan bu alanların söz konusu sarmal etkisinde şekillenmesi, Türkiye’nin iki temel toplumsal hedefi olan “liberal demokrasi” ve “hukuk devleti”ne ulaşım konusunda sürekli olarak aynı noktaya geri dönen Sisifos’unkine benzer bir kısır döngü yaşamasına neden olmaktadır.

    Önceliğe indirgeme

    Bu sarmalın önemli özelliklerinden birisi tarafların söz konusu kısır döngüden bir “tavuk- yumurta” sorunsalı çıkarması, meseleyi “öncelik”e indirgemesidir. Baskıcı iktidar, bu niteliğinin “komplocu muhalefet”in tehditlerinden kaynaklandığını savunmakta, bunlar bertaraf edilerek “olağanüstü şartlar” ortadan kaldırıldığında demokratik ve hukukun bağımsız biçimde işleyeceği yapıya dönüleceğini belirtmektedir.

    Buna karşılık “komplocu muhalefet,” “baskıcı iktidar”ın yasal yolları tıkadığını ileri sürerek, “iktidar düşürülüp, özgürlük ortamı yeniden tesis edildikten sonra” normal siyasetin egemen olacağını savunmaktadır.

    Sorun hangisinin diğerini tetiklediğine indirgenen bir ilişkinin yapısal nedenlerden dolayı sürekli biçimde yeniden üretilmesidir. Bu nedenle içindeki savruluşumuzu artan bir ivme ile sürdürdüğümüz bu sarmala başlangıç noktası aramadan yaklaşmak gerekmektedir. Bunun yanı sıra onu kişiler değil kavramlar temelinde ve tarihî bağlamında ele almak ve onu yeniden üreten yapısal nedenleri ortadan kaldırmak lâzımdır.

    Güncel sıcak gelişmelerin bunun yapılmasını fazlasıyla zorlaştırdığı ortadadır. Ama konunun somut kişilik ve örgütlenmeler üzerinden tartışılması, onun yapısal özelliklerinin ortaya çıkarılması önünde önemli bir engel oluşturmaktadır.

    Tarihî bağlam

    Sadece Tanzimat sonrası dönem göz önüne alındığında (bu onun daha önce varolmadığı anlamına gelmez) söz konusu sarmalın siyasetimizin temel özelliklerinden birisi olduğu görülebilir. Tanzimat ricâli ile Yeni Osmanlılar, Sultan Abdülaziz ile anayasacı hareket, Sultan II. Abdülhamid ile Jön Türkler, İttihad ve Terakki ile muhalifleri, Erken Cumhuriyet rejimi ile karşıtları “baskıcı iktidar-komplocu muhalefet” ekseninde yapılan siyaseti değişik bağlamlarda yeniden üretmiş ve sürdürmüşlerdir.

    1950 seçimlerinin yüz yıllık bir sarmalın sonlandırılması konusunda yarattığı beklenti boşa çıkmış ve Türkiye onu yeniden üretmiştir. Çok partili yaşamın kısa süreli molaları dışında siyaset hep bu ilişki çerçevesinde yapılmıştır. Günümüzde de bu alanda büyük bir değişim yaşandığını söyleyebilmek mümkün değildir.

    Tarihî bağlam ele alındığında soruna kişisel boyutta yaklaşılmasının anlamlı olmadığı daha iyi anlaşılabilir. Âlî ve Fuad Paşaların otoriter yönetimleri, Sultan Abdülaziz’in “Saray iktidarı,” II. Abdülhamid’in “neo-patrimonyalizmi,” İttihad ve Terakki’nin “Cemiyet terörü,” Tek Parti’nin tektipleştirici baskıcılığı sona ermiş, ama sarmal kırılmamıştır.

    Sarmalın diğer ucundaki muhalefet yapılanmalarına bakıldığında ise gelişmelerden etkilenmeyen benzer bir devamlılığın varlığını görmek mümkündür.

    Anayasal rejime geçiş, “hürriyetin ilânı,” siyasal partilerin doğuşu, cumhuriyet, çok partili yaşamın başlaması, yeni anayasa, bürokratik vesayetin geriletilmesi benzeri gelişmeler bu alanda yeni bir başlangıç oluşturmamış, sarmal tüm yeni bağlamlarda kendisini yeniden üretmiştir. Ana kırılma noktalarında kısa süreli balayı dönemleri yaşanmış, sonrasında ise eski ilişki biçimine geri dönülmüştür.

    Neden üretiyoruz?

    Toplumdaki siyaset yapımının temel ekseni olan “baskıcı iktidarkomplocu muhalafet”in yapısal karakter ve sürekliliği “öncelik” tartışmasını anlamsız hale getirmektedir.

    Baskıcı iktidarın sonlandırılarak “özgürlük ortamının tesisi” ya da “eşhâs-ı muzırra,” “erbâb-ı fesad” ve “hain dimağlar”ın değişik yöntemlerle siyaset sahnesinden indirilmesi sarmalın işleyişinde farklılık yaratmamaktadır. “Hürriyeti ilân” eden İttihad ve Terakki’nin istibdadı II. Abdülhamid dönemini aratmış, Erken Cumhuriyet ise çoğulculuk yerine otokratik baskıcılığa yönelmiştir.

    Sarmalın böylesi farklı bağlamlarda yeniden üretilmesinin iki temel nedeni bulunmaktadır. Bunlardan birincisi “iktidar” alanının kapsayıcılığıdır. “İktidar merkezli” olarak tasarlanan siyaset, muhalefete son derece sınırlı bir alan bırakmaktadır.

    Tarihî geleneğimiz, güçlü merkeziyetçilik eğilimleri, ilhamını Rousseau’dan alan “hakimiyet-i milliye” yorumu ve sivil toplumun görece zayıflığı “iktidar”ın her konuda fazlasıyla belirleyici olduğu bir siyaset yapısı yaratmaktadır.

    Toplumumuzda “iktidar,” kontrol alanı genişliği ve nüfûz gücü nedeniyle, sadece siyaset üzerinde ezici bir egemenlik kurmakla kalmayarak tüm özerk alanları yutmakta ve işlevselleştirmektedir. Dolayısıyla “iktidar,” onu eline geçirenin kimliği ve ideolojisinden bağımsız olarak “baskıcı” karakter taşımaktadır.

    Sarmalımızın kendisini sürekli biçimde yeniden üretmesinin ikinci temel nedeni ise siyasetin “toplum mühendisliği” biçimini almasıdır.

    Büyük bir toplumsal mühendislik projesi olan Tanzimat’tan itibaren, “siyaset,” kısa aralıklar dışında, talepleri karşılama, varolan ilişkileri düzenleme, iyileştirme ve kaynakların dağıtımında dengeyi sağlama benzeri unsurları hafife alan “dönüştürme temelli” toplumsal mühendislik olarak kavramsallaştırılmıştır.

    “Yeni bireyler, farklı nesiller” yaratarak toplumu dönüştürmeyi amaçlayan bu “büyük” projeler “siyaset”i bir mühendislik faaliyeti olarak kavramsallaştırarak çatışmayı körüklemişlerdir. Böylesi siyaset anlayışı, “muhalefet”in iktidar alternatifi işlevini görmesini de güçleştirmektedir.

    Bunun neticesinde iktidar, muhalefeti yaşamsal, gelecek nesilleri etkileyecek bir “dönüşüm”ü engellemeye çalışan “fesatçılık” olarak görürken, muhalefet de her ne yolla olursa olsun toplum mühendisliği projesini sabote etmeyi hedeflemektedir.

    Dolayısıyla içinde savrulduğumuz sarmalın kırılarak “liberal demokrasi” ve “hukuk devleti” kayalarının tepeye ulaştırılabilmesi için iki temel adımın atılması gerekmektedir.

    Bunlar “siyaset”in farklı şekilde kavramsallaştırılması ve iktidarın “paylaşımı”dır.

    Bu yapılmadığı taktirde bir “baskıcı iktidar”ın yerini diğeri alacak, “hürriyet” parolasıyla işe başlayan her yeni yönetim de karşısında “komplocu muhalefet” bulacaktır. Bu sonu gelmeyen süreçte “olağanüstü şartlar” ortadan kalkmayacak, yaratıldığı düşünülen “özgürlük ortamları” ise kısa ömürlü olacaktır.

    Türkiye’nin yapısal nedenlerden dolayı sürekli biçimde yeniden ürettiği “baskıcı iktidar-komplocu muhalefet” sarmalını kırması gereklidir

    http://duzceyerelhaber.com/msukru-hanioglu/30967-bu-sarmali-kirmamiz-gerekmektedir

  87. Hrant Dink Cinayetinin Gerçek Sorumlusu AKP İktidarıdır!
    Aylin Dinç
    19 Ocak 2016

    Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink, 19 Ocak 2007 tarihinde gazetesinin önünde kurşunlanarak katledilmişti. Katliamın tetikçisi Ogün Samast ve Yasin Hayal tutuklanmış, ortada örgütlü suç olmadığı, Dink’i vuranların bu suçu örgütlü işlemedikleri, yalnızca iki kendini bilmez oldukları yönünde değerlendirme yapan mahkeme kime hizmet ettiğini göstermiş, perde arkasındaki sorumlular yıllarca ellerini kollarını sallaya sallaya dolaşmışlardı. AKP’nin statükocu-ulusalcı kesimle hesaplaşma içinde olduğu yıllarda, Dink cinayetinde tek sorumlunun kaos ve askeri darbe koşulları yaratmak isteyen ulusalcı kesimler olduğu algısı yaratıldı. Oysa bu algı ancak kısmen doğruydu, resmin bütününü içermekten uzaktı. Bu sayede sahne gerisindeki birçok kilit sorumlu gözlerden saklanmıştı. Dink ailesinin tüm çabalarına rağmen, AKP ile Cemaat arasında iktidar kavgası çıkıncaya kadar, yıllarca emniyet teşkilatı içindeki sorumlulara soruşturma açmak mümkün olmamıştı.
    Dink ailesi ve avukatlarının, 15 Mart 2007 tarihinde, cinayette ihmali olan polisler hakkında soruşturma açılması için İstanbul Cumhuriyet Savcılığına verdikleri dilekçenin gereği yerine getirilmemiş, ama bu dilekçeden üç ay sonra Yasin Hayal’in avukatı Dink cinayetinde polisin rolünü ortaya koyan bir ihbar mektubuyla soruşturma açılmasını istemişti. Cinayet ihbarı yapılan Jandarma personelleri hakkında soruşturma açılıp yargılanmaları sağlanmış ama sıra emniyet müdürlerine gelince savcılık gerekeni yapmamıştı.
    Dink cinayetinden sonra Emniyet içindeki Fethullahçılarla ilgili her rapor hasıraltı edilirken, son birkaç yıldır süren davalarda gelinen son durumda Emniyet içinde üst düzey yöneticilerin de dâhil olduğu 26 görevli hakkında çeşitli soruşturmalar açıldı, yargılamalar devam ediyor. Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı Engin Dinç, eski İstanbul İstihbarat Şube Müdürü İlhan Güler gibi üst düzey görevliler hakkında “kasten adam öldürmenin ihmali davranışla işlenmesi, görevi kötüye kullanma” suçlarından 15 yıl 6’şar aydan 22’şer yıla kadar hapis cezası isteniyor. Dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah ve eski İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun hakkında “görevi kötüye kullanma” suçundan 6’şar aydan 2’şer yıla kadar hapis cezası isteniyor. Cinayetten sorumlu olan polisler, Dink’in içinde bulunduğu tehdit ortamını bildikleri halde ellerinde yeterli kadro olmasına rağmen cinayeti engellememiş olmak, görevi kötüye kullanmak, tasarlayarak adam öldürmeye yardım etmek, resmi belgeyi gizlemek, yok etmek, resmi belgede sahtecilik yapmak, suçu işleyenlerin yargılamasını yapan mahkeme başkanını ve yargılamayı kontrol altında tutmak, silahlı terör örgütü üyesi ve yöneticisi olmak gibi suçlardan yargılanıyor. Dink’in katliamından sorumlu olan polisler aynı zamanda FETÖ/PDY (Paralel Devlet Yapılanması) silahlı terör örgütü kapsamında da soruşturuluyor.
    İddianamede dönemin Emniyet İstihbarat Dairesi Başkanı Ramazan Akyürek, İstihbarat Dairesi C Şubesi Müdürü Ali Fuat Yılmazer ve Şube Müdür Yardımcısı Coşkun Çakar’ın Fethullahçı Terör Örgütü’nün yöneticisi oldukları ileri sürülüyor. Bu üçünün örgütün Emniyet içinde yapılanmasını sağlamak üzere bu cinayeti araç olarak kullandıkları, “cinayete yol verildiği” iddia ediliyor. Cinayetten sonra suçu İstanbul İstihbarat Şubesi’ne yıkma yönünde davrandıkları savunuluyor.
    Haziran 2006’ya kadar Trabzon Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şubesi Müdürü olan Engin Dinç, İstanbul İstihbarat Şube Müdürü İlhan Güler’i arayarak Dink’in öldürüleceğini ve ona koruma gerektiği yönünde bilgilendirdiğini, Güler ise bu yönde bir görüşme yapılmadığını iddia ediyor. Devlet kadroları Osmanlı’nın oyunlarını birbirine oynamaya devam ediyor. Her fırsatta Osmanlı geleneğinden geldiğini, ona sahip çıktığını iddia eden AKP hükümeti, bu iktidar için birbirini boğazlama geleneğine de sahip çıktığını gösteriyor.
    Haklarında soruşturma açılan, yargılanan polisler Gülen cemaatine yakınlığı ile bilinen ünlü polisler ve şefleri. AKP hükümeti için Emniyet teşkilatında Fethullahçı kadrolaşma bir sır değildi. 2006 yılında dönemin Emniyet Genel Müdür Yardımcılarından Dr. Necati Altıntaş ve Personel Daire Başkanı İbrahim Selvi tarafından, içinde Fethullahçıların listesi olan “Emniyet’te F-Tipi yapılanma” başlıklı bir rapor hazırlanmıştı. Bu raporu hazırlayanlar hakkında soruşturma açılmış, görevlerinden uzaklaştırılmışlardı. Rapor ise işleme konmamıştı. AKP, Fethullahçı kanadın iktidardan daha fazla pay istemesi üzerine, bir zamanlar uzmanlığına ihtiyaç duyduğu bu kadroları temizlemeye girişti.
    Yapılan “suçlamalar”la ilgili detaylara bakıldığında, devletin istihbarat birimlerinin çok açık bir şekilde Hrant Dink’e bir suikast yapılacağı bilgisine sahip oldukları görülüyor. Dink cinayeti, AKP’nin ulusalcı-statükocu kesimle hesaplaşmasına ve devleti ele geçirmesine ciddi katkıda bulunmuştu. Dink cinayetinden sorumlu görülen polis şefleri aynı zamanda Ergenekon soruşturmasını yürütüyordu. AKP, sivil ve askeri bürokrasiye karşı iktidar kavgasında, tüm yeteneklerini sergileyen (çeşitli şantaj malzemeleri hazırlama, ortam dinleme, devletin en gizli bilgilerine ulaşacak her türlü yöntemi başarabilme vb.) Fethullahçı kadrolardan sonuna kadar faydalanmış, bunlar kendisine tehdit oluşturmaya başladıklarında ise iplerini çekmiştir.
    AKP, Dink davasında beklenen adaleti yerine getiriyormuş gibi bir tablo çizmeye çalışıyor ama burada yine diş bilediği Gülen cemaatine faturayı kesiyor. Katliamdan sorumlu olanlar arasında dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah ve İstanbul Valisi Muammer Güler gibi isimler de var. Bunlar AKP ve Erdoğan’a yakın isimler. Fethullahçı oldukları bilinen polisler tutukluyken, AKP’ye yakın olduğu bilinenler korunuyor! AKP, bir dönem iktidar koltuklarına kırmızı halılarla taşıdığı Gülen cemaatini, terör örgütü ilan edip, devlet kademelerinden indirip zindanlara göndermek için uğraşıyor. Geçmişte eli eteği öpülen, “ruhani önder” Fethullah Gülen, bugün, kırmızı bültenle aratılan, Erdoğan’ın ancak hapse tıkıldığında huzur bulacağı “terör örgütünün başı” olmuş durumda. Son birkaç yıla kadar iktidarını perçinlemek için mücadele verirken can ciğer kuzu sarması iken bugün devletin tüm pisliklerinin tek başına sorumlusu ilan edilmiş olan Gülenciler de masumu oynuyor. Asıl sorun şu ki, bugün silahlı terör örgütü ilan edilen Gülen cemaati, geçmişte de sütten çıkmış ak kaşık değildi! AKP “terör örgütü” olduğunu keşfettiği bu örgütle yıllarca etle tırnak gibiydi. Nasıl bir iktidar ki, henüz aralarında bir çatışma yokken bir terör örgütüyle bu kadar can ciğer olabiliyor, çatışmıyor, çıkar ortaklığı için bütünleşiyor! Ama bu “terör örgütü” AKP’nin ipliğini pazara çıkarmaya kalktığında, tüm kamu kurumlarından, devletin tüm teşkilatlarından binlerce görevli zanlı haline geliyor! Tarih boyunca pek çok kez görüldüğü gibi, iktidar savaşlarında dostlar bir gün düşman oluyorlar ve kirli çamaşırlar ortaya dökülüyor!
    AKP Gülencileri “silahlı terör örgütü” ilan ederek aslında devlet denen mekanizmanın gerçek niteliğini ifşa etmiş oluyor. Emniyeti, ordusu, yargısıyla burjuva devletin işçiler, emekçiler ve ezilen halklar karşısındaki rolü tam da bu değil mi? Örgütlü bir şekilde mücadele eden kesimleri bastırmak, sindirmek, katletmek, her türlü şiddeti kullanmak, sonra da bunu manipüle etmek için her türlü aracı kullanmak…
    İktidar koltuğunu kimseyle paylaşmak istemeyen AKP’nin Emniyet teşkilatı içindeki kadrolarının şu ya da bu kanadının hatta tamamının haberi olmasına rağmen bu cinayeti izlemekten başka bir şey yapmadılar. Hrant Dink’in de, daha sonra katledilen binlerce insanın da hayatına zerre kadar önem vermeyen AKP iktidarı “adalet” adına, Dink cinayetinin sorumluları olarak yalnızca hesaplaşmaya bir türlü doyamadığı Gülencileri öne sürüyor. Bu katliamın bilgisine sahip olan ama AKP’ye hizmet etmekte kusur işlemeyen üst düzey sorumlulardan hesap sormuyor. Elbette maksat sorumluları bulmak değil, “Pensilvanya”yı kodese tıkmak, kökünü kurutmak!
    Dink cinayetinde görüldüğü gibi egemen sınıf, işçi sınıfından, halkların kardeşliğinden yana olan sosyalistleri katletmekten çekinmez. Her türlü kumpasla, toplumun gözünde sempati kazanmış insanları acımasızca katleder. İşçi sınıfı hesap soracak durumda olmadığında, genellikle iktidarların yaptıkları yanına kâr kalır. Dink cinayetinde AKP hesabı Gülen cemaatine kesiyor. Gülencileri öne sürerek bu işteki sorumluluğundan kurtulmaya çalışıyor. Bizler zaten egemen sınıfın hükümetiyle, polisiyle, yargısıyla, hiçbir zaman emekçiler için adalet getirmeyeceğini biliyoruz. Bu davanın da tüm “faili meçhullerin” de gerçek sorumlularının gün yüzüne çıkarılması, işçi-emekçi sınıfın her türlü adaletsizliğe, haksızlığa karşı ayağa kalkmasına bağlıdır.
    http://marksist.net/aylin-dinc/hrant-dink-cinayetinin-gercek-sorumlusu-akp-iktidaridir.htm

  88. Faşist Tırmanışta “Zaman”ı Doğru Okumak

    Yılmaz Seyhan

    Olağanüstü bir dönemden geçiyoruz. Dönemin olağanüstü karakterini, kapitalizmin ürettiği ekonomik, siyasal, toplumsal krizler ve kuşkusuz buna paralel olarak yürüyen 3. Emperyalist Paylaşım Savaşı oluşturuyor. Kapitalizmin adeta kronikleşmiş bu hastalık durumu, her anlamda bir yok oluşun kapısını da aralamış durumda.

    Böylesine ciddi boyutları bulunan sistem krizi ve emperyalist savaş, neredeyse tüm kapitalist ülkelerde otoriterleşme eğilimlerini güçlendirmekte, burjuva demokrasisinin giderek tozlu raflara kaldırılmasına sebep olmaktadır. Elif Çağlı’nın vurguladığı gibi, “Faşizm dünya genelinde otoriterleşen burjuva düzenin içinden yeniden başını uzatıyor, Türkiye’de ise fiilen tırmanmayı sürdürüyor. Kitleler kendi çıkarlarını savunacak bilinç ve örgütlülükten yoksun olduğunda, tarih, onlara vaktiyle savaş ve faşizm cehennemini yaşatan burjuvazi eliyle tekerrür ettiriliyor.” (Elif Çağlı, Faşist Tırmanışa Karşı Mücadeleye, marksist.com, 27 Ocak 2016)

    Türkiye’deki faşist tırmanış, Kürt halkına, sosyalistlere, demokrasi mücadelesi verenlere karşı yürütülen kanlı katliamlarda, baskı ve tutuklama dalgalarında somutlanırken, bilinç ve örgütlülükten yoksun olan kitleler korkutulup pasifize edilmekte, hatta faşist tırmanışa payanda edilmektedir.

    Burjuvazinin ideolojik tahakkümünü sürdürmesinin önemli araçlarından biri olan burjuva medya ise bu bağlamda uğursuz rolünü oynayarak emperyalist savaşın ve faşizmin kitle desteğinin yaratılması için ciddi bir çaba içerisinde. Örgütsüz kitlelerin manipüle edilmesi görevini canhıraş yerine getiren burjuva medya, yürüttüğü algı operasyonlarıyla, aşağılık yalanlar, karalama ve iftira kampanyalarıyla burjuva ideolojisinin kirini kitlelerin zihnine empoze ediyor.

    “Hiç kuşku yok ki bugün AKP, medya üzerinde geçmiştekinden çok daha büyük bir denetim kurmuş bulunuyor. En önemlisi AKP, devlet gücünü de kullanarak kendisi için çok güçlü bir medya oluşturmuştur ve onlarca kapıkulu kalemşor istihdam etmeye başlamıştır. «Havuz medyası» denen ve AKP’nin etrafındaki kapitalistlerin ihale karşılığında beslediği bu medya, AKP’nin basın ve propaganda bürosu olarak çalışmaktadır. Hükümet yanlısı medya, AKP’nin ve Erdoğan’ın kara propagandasını allayıp pullayarak geniş kitlelere yutturmaktan ve gerçekleri ters yüz ederek haber yapmaktan bir an olsun geri durmuyor.” (Utku Kızılok, Medyada Savaş Düzeni, marksist.com, 23 Ağustos 2015)

    Burjuva medya içinde güçlü bir kutbu temsil eden ve Erdoğan-AKP çanak yalayıcılığı yapan “havuz medyası” adeta Nazi Almanyası Propaganda Bakanı Joseph Goebbels’e atfedilen “basını, hükümetin kullanabildiği dev bir klavye olarak düşünün” sözünü hatırlatıyor. Böylesi bir klavyeyi kullanarak milyonlara hükmedebildiğinin, faşist rejimin kilometre taşlarını bu klavyeyle döşeyebileceğinin farkında olan Erdoğan ve şürekâsı, “medya tahakkümü” meselesine özel bir mesai harcayarak “havuz”u beslemenin yollarını da arıyor.

    Sermaye devletinin bir geleneği, faşist tırmanışın bir gereği olarak, ilerici, devrimci basının sesini kesmeye yönelik yayın durdurma, toplatma, sansür gibi uygulamalar, dozu artarak devam ediyor. Son olarak İMC TV Türksat uydusundan atılırken, Özgür Gündem çalışanlarının sarı basın kartları iptal edildi. Ayrıca toplumun tek elden (havuzdan) haber almasını sağlamak amacıyla muhalif burjuva medya da baskılardan nasibini alıyor. Bu minvalde gözaltı ve tutuklamalar, keyfi sansürler, ağır para cezaları ve kayyumlar eliyle muhalif medya tümüyle yok edilmeye çalışılıyor.

    Zaman’a atanan kayyum ve “başörtülü bacılar”

    Mart ayının başında muhalif basını susturma operasyonlarına bir yenisi daha eklendi. Gülen cemaatinin en köklü yayın organı olan Zaman gazetesinin de bünyesinde bulunduğu Feza Gazetecilik A.Ş.’ye, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın talimatıyla kayyum atanarak el kondu. Zaman gazetesinin “FETÖ/PDY örgütünün yayın organı haline geldiği” iddiasıyla gerçekleştirilen bu operasyonda, Feza Gazetecilik A.Ş.’ye atanan kayyumla birlikte, şirkete bağlı olan Zaman gazetesi, Today’s Zaman, Cihan Haber Ajansı, Aksiyon Dergisi, Zaman Kitap, Cihan Medya Dağıtım ve Irmak TV siyasi iktidarın eline geçti.

    Hatırlanacağı üzere Kanaltürk, Bugün TV, Bugün gazetesi, Millet gazetesi ve Kanaltürk Radyo’yu bünyesinde barındıran Gülenci Koza-İpek Grubu’nun yönetimine de geçtiğimiz dönemde “Paralel Yapı’ya mali kaynak sağlama” suçlamasıyla kayyum atanmıştı. Kayyum yoluyla içi boşaltılan bu medya organları geçtiğimiz günlerde kapatılmışlardı. Bu durum Feza Gazetecilik’in bünyesindeki medya organlarının akıbetinin ne olacağına da ışık tutuyor. Gerçi, Zaman gazetesi operasyon sonucu AKP’nin parti bültenine dönüştürüldü bile. Gazete kayyum yönetimindeki ilk gününde, Erdoğan’ın katılacağı üçüncü köprü törenini, “Köprüde tarihi heyecan” başlığıyla manşetine taşıdı. Bahçeli’nin HDP milletvekilleri için söylediği “Dokunulmazlıklar kaldırılsın” sözlerini ise sürmanşetten gördü.

    AKP hükümeti ve Saray’ın, 2012 yılından beri iktidar savaşı yürüttüğü Gülen cemaatinin medya gücünü tarumar ettiğini ve savaşı neredeyse bitirdiğini söyleyebiliriz. AKP’li Bakan Yardımcısı Abdurrahman Boynukalın’ın, kayyum atamasının yapıldığı sıralarda, Erdoğan’ın 17-25 Aralık operasyonlarından sonra sarf ettiği “İnlerine gireceğiz” tehdidine gönderme yaparak Twitter’dan “İnlerine girmişiz?” yorumunu paylaşması son vuruştan alınan hazzı ortaya koyuyor.

    Kayyum atanmasına tepki için Zaman gazetesi önünde toplanan kalabalığa ise polis çok sert müdahalede bulundu. Biber gazlı ve TOMA’lı saldırının ardından çoğunluğu kadın ve çocuk onlarca kişi hastaneye kaldırıldı. Polis şiddetine maruz kalan kadınların neredeyse tamamının başörtülü olması akla Erdoğan’ın Kabataş yalanını getirdi. Erdoğan, Gezi Parkı eylemleri sırasında İstanbul Kabataş’ta başörtülü bir kadının dövüldüğü ve bununla da yetinmeyip üzerine işendiği yalanını “Bununla kalmadılar, benim başörtülü bacılarıma, başörtülü kızlarıma saldırdılar” sözleriyle ortaya atmıştı. Daha sonra bu olayın uydurma olduğu mahkemece belirlenmişti. Mütedeyyin kesimlerin dini duygularını istismar ederek toplumu kutuplaştırmak isteyen Erdoğan’ın “başörtülü bacılarına” ne kadar değer verdiği, Zaman gazetesi okuru başörtülü kadınlara gösterilen muameleden belli!

    Gazete binası önünde “Özgür Basın Susturulamaz!” sloganıyla protesto gerçekleştiren Zaman çalışanlarının, polis müdahalesine “Biz terörist miyiz, Kürt müyüz, vatan haini miyiz?” karşılığını vermesi ise Gülencilerin sözde demokratlığını ortaya koyuyor. Biliyoruz ki Cemaat’in “sabıka dosyası” temiz değil! Şimdi demokratlık taslayanlar Saraylı’yla zamanında iktidar ortaklığı yapıyorlardı. İktidarın nimetlerinden faydalanıyor ve sola, işçi hareketine, Kürt hareketine karşı operasyonlar gerçekleştiriyorlardı. Bir zamanlar en sevdikleri şarkı “Beraber yürüdük biz bu yollarda” olanlar şimdi demokrasi havarisi! Alın size burjuva ikiyüzlülük!

    2012 MİT kriziyle başlayan kapışma sonucu AKP’ye muhalif bir çizgi izleyen Cemaat’in medya organlarına anayasayı ihlal ederek el konulması faşist tırmanış sürecinin bir halkasını oluşturuyor. AKP ve Saray, düzen içi olsun olmasın tüm muhalif odakları temizleme gayreti içerisinde. Çember daralıyor ve AKP kalemşorları “şimdi sıra Cumhuriyet’te” diyorlar (Akit, Ersoy Dede). Faşizmin ayak seslerinin yeniden duyulduğu günümüzde mücadeleyi büyütmek hayati önem taşıyor.

    Sınıflar mücadelesinden ibaret olan tarih, sayfalarına gerici ve karanlık günleri de yazdı, işçi sınıfının şanlı mücadelelerini de! Tarih, sayfalarına faşizmi de yazdı, devrimi de! Ve tarih, bugünkü faşist tırmanışa karşı mücadele etme cüreti gösterenleri de yazacaktır, sermaye düzenini yok ederek mutlu günlere kulaç atanları da. Dememiz o ki, dağ ne kadar yüce olursa olsun, yol onun üzerinden aşmayı bilir.

    http://marksist.net/yilmaz-seyhan/fasist-tirmanista-zamani-dogru-okumak.htm

  89. Yukarıdaki yazının son paragrafına tarihten buna benzer bir örneği ekleyebiliriz; II. Mustafa’nın devrilmesine yol açan Edirne olayı.
    Padişahın [AKP’nin Gülen cemaatini desteklemesine benzer şekilde] kayırdığı hocası Şeyhülislam Feyzullah Efendi ve yakınlarının adaletsiz yönetimine tepkiyle başlayan olaylar şeyhülislamın görevinden alınmasıyla yatışmamış, padişahı da hedef alarak devrilmesiyle sonuçlanmıştır [AKP’nin sonu da böyle olacak] ve Feyzullah Efendi ile oğlu Fethullah Efendi [Gülen’in adaşı olması da ilginç benzerlik] Edirne’de linç edilmiştir.