İnsanlık İfade Özgürlüğü İçin Ayakta…

Tüm dünya insanlığının Charlie Hebdo katliamına gösterdiği tepkinin (dünkü Paris yürüyüşü de dâhil) tek bir anlamı vardır: İnsanlığın en duyarlı olduğu konu ifade özgürlüğüdür.

Dünkü yürüyüşle ilgili olarak medyaya “terörle mücadele” sloganı servis edildi ama bu kesinlikle yanlış. 11 Eylül başta olmak üzere sayısız terör eylemi gerçekleşmesine rağmen insanlar neden bu kadar birlik halinde ve bu kadar büyük tepki göstermediler de Charlie Hebdo saldırısına karşı tepki gösterdiler? İfade özgürlüğünün sembolü olan kalemin tüm yürüyüşlerin başında gelmesi de mi apaçık gerçeği göstermiyor?

Elbette devletler ve hükümetler (ki çoğu ifade özgürlüğünün şu ya da bu ölçüde düşmanıdır) bu tepkiyi “terörle mücadele” mecrasına saptırmak isteyeceklerdi ve öyle de yaptılar ama ne yaparlarsa yapsınlar tepkilerin işaret ettiği gerçeği gizlemeleri mümkün değildir. İnsanlık ifade özgürlüğünü savunmak üzere ayağa kalkmıştır. Ve aslında bu, bütün devletlerin temeline yerleştirilmiş en güçlü patlayıcıdır.

Nedir ifade özgürlüğü? Bu, insanın yaşama hakkından bile daha önemli bir yaşam ve var olma ilkesidir. Voltaire tarafından en güzel bir şekilde ifade edilmiştir: “Fikirlerinize sonuna kadar karşıyım. Ama bu fikirlerinizi ifade etmeniz için gerekirse canımı veririm.” İfade özgürlüğünü savunmak, kendi fikrinizi savunma özgürlüğünden çok, size en karşıt ve sizi en çok rahatsız eden, hatta rencide eden fikrin ifade özgürlüğünü savunmaktır. Bu bağlamda, ifade özgürlüğü için ayağa kalkan insanlar, aslında bugün teröre yönelmeyi teşvik eden fundamentalizmin ya da radikal İslamın ifade özgürlüğünün de savunucusudurlar. Teröre karşı olmak başka şeydir, teröre yol açtığı düşünülen fikirlerin yasaklanmasını ya da bastırılmasını savunmak yine başka şeydir. Bu yüzden, devletçi bastırma hareketlerinin şu ya da bu eğilimdeki savunucularına fazla sevinmemelerini tavsiye ederim.

Bu sitede İhsan Eliaçık’ın, İslami bağnazlığı içeriden eleştiren güzel bir röportajını yayınladım. Tweeterden bazı arkadaşlar itiraz ettiler. “Biz onu okumayız” dediler. Elbette okuyup okumamak onların bileceği şeydi ama okumadan karar vermenin doğru olmadığı cevabını verdim. Bir kadın arkadaş, “O, plajda kadınlara ‘kapanın’ diye bildiri dağıtmanın özgürlük olduğunu savunuyor” mealinde bir twit attı ve linkini de yolladı haberin. Okudum. İhsan Eliaçık, bu fikri savunan bir bildiri dağıtmanın özgürlük kapsamı içinde olduğunu söylüyor ama hemen ardından da ekliyordu: “Bunu zorbaca bir fiile dönüştürmediği sürece.” Kadın arkadaşa, İhsan Eliaçık’la bu konuda aynı fikirde olduğumu, böyle bildiri dağıtmayı özgürlük kapsamı içinde gördüğümü belirttim. Anında kesti tartışmayı. Bu olayı neden anlatıyorum? Laik düşüncede olanların da ifade özgürlüğü konusunda pek parlak bir konumda olmadıklarını anlatmak için. İslami bağnazlık nasıl seküler görüşleri ya da eleştirileri zor yoluyla (eğer iktidardalarsa elbette devlet zoru yoluyla) bastırmak istiyorsa, bir kısım laiklik yanlıları da esasen devlet zorunu anında yardıma çağırmaktan yanadırlar. Aslında özünde ikisi de ifade özgürlüğüne karşı aynı baskıcı ve zorbaca tutumda birleşmektedir.

İnsanlığın ifade özgürlüğü konusunda gösterdiği büyük tepkiden herkesin öğreneceği çok şey var. Örneğin Paris yürüyüşüne katılan Başbakan Davutoğlu ve diğer hükümet erkânı, yürüyüşün gerçek içeriği üzerine gerçekten iki dakikalığına düşünmüşler midir? Hiç sanmıyorum. Evrensel gazetesi, yürüyüşün bu kadar “devletsel” bir görünüm kazanmasından rahatsız olmuş, bir noktada haklı da görülebilir ama bence o yürüyüşte yüz kadar “devlet büyüğü”nün yer alması hiç de yürüyüşün ana yönelimini değiştiren bir etki yapmış değil. Tam tersine, Türkiye’nin başbakanı da dâhil oraya katılan devletsel şahsiyetlerin bu yürüyüşte yer almaları, bir anlamda ifade özgürlüğü konusunda bir taahhüt olarak da görülebilir. Elbette hiçbiri bu taahhüde uygun hareket etmeyecektir ama olsun. Bundan sonra her fırsatta kendilerine hatırlatılacaktır ifade özgürlüğü için yapılmış bir yürüyüşte yer aldıkları. Bu bakımdan, olaya kötümser bakmaya gerek yoktur. Yalnızca, insanlığın tepkisinin terörden çok ifade özgürlüğüne saldırıya karşı olduğu her adımda vurgulanmalıdır bundan sonra.

Bence ifade özgürlüğü konusunda solun da (bütün eğilim ve fraksiyonlarıyla birlikte) takkesini önüne koyup biraz düşünmesi gerekiyor. İddia ediyorum ki, “liberal sol” da dâhil, radikal olanı ve olmayanıyla, hatta anarşistleri de katabiliriz buna, solun hiçbir kesimi ifade özgürlüğü konusunda tutarlı değildir. Toplumsal çapta ifade özgürlüğünü savunurlar ama kendi içlerine geldi mi ifade özgürlüğü anında rafa kaldırılır. Gerçi bu konuda hiç ilerleme olmadığını söyleyemem ama solun bu konuda alması gereken daha epeyce yol var. Umarım Charlie Hebdo saldırısından sonra ortaya çıkan büyük ayağa kalkış solu da bu konu üzerine bir parça olsun düşündürmüştür.

Gün Zileli
12 Ocak 2015
www.gunzileli.com
gunzileli@hotmail.com

Hakkında Gün Zileli

Okunası

Fikret Başkaya / Eleştirel düşüncenin vazgeçilmezliği…

“Hiç düşmanın yok mu? Bu nasıl mümkün oldu? Her halde ya gerçeği hiç söylemedin ya …

31 Yorumlar

  1. Katılıyorum.

  2. fikir özgürlüğü en önemli değerlerdendir. bu konudaki sözlerini ve daha önemlisi, pratikteki tavrını sonuna kadar destekliyor ve önemli buluyorum.

    solun ifade özgürlüğüne yaklaşımı ise artık iyice sorunlu hâle geldi. yasakçı, sansürcü, inkarcı, 3 maymunsu bir sol var artık ülkemizde.

  3. mikail firtinaci

    burjuva solununu elestirisine eyvallah. Ama bu komunist sol icin haksiz bir elestiri olur bu. Rus devriminden sonra, ic savasin hemen ardindan, monarsistinden anarsistine butun politik gruplara tam ifade ozgurlugunu savunanlar sol komunistlerdi. Yine bu tavirlari yuzunden sol komunistler Rusya komunist partisinden atildilar ve baskiya ugradilar. Oyle ki partiden politik elestirileri yuzunden atilan ilk sol kanat fraksiyon SKlar oldu:

    https://libcom.org/library/bolshevik-opposition-lenin-paul-avrich

    https://www.marxists.org/archive/lenin/works/1921/aug/05.htm

  4. ben bu konuda ki;başat olan fikirlerinize katılmıyorum!bence bu mevzu gerçekten tartışmaya değer!siz İngiltere’de uzun yıllar yaşamış bir devrimcisiniz!Batı Kıta Irkcılığının batı halklarınca ne denli içselleştirildiğine en yakından tanık olan, yaşayan,bilen ve gözlemleyenlerdensiniz…o milyonlar çıkarlarına içselleştirdikleri sömürgeci cıkarlarına dokunulduğunu hissettiler ve çok sevdikleri nükleer silahlı devletlerinin komutuyla sokaklara fırladılar!Ölenler eğer tabutlarından fırlayıp cenaze törenlerinin önderliğini yapan en ön saflarda yürüyen ”obama ve kırk haramilerini” görselerdi!alçaklar bizleri şimdi öldürdünüz diye bağırırlardı!bence komünistler,sosyalistler, ilericiler,anarşiştler ve ifade özgürlüğünden yana olanlar hiçbir zaman affedilmeyecek bir tarihsel hataya imza attılar!Dünya gericiliğinin yoksullara saldırı planlarına alet oldular ve sonuclarınada hep birlikte katlanacağız!kanımca makalenizin üstünde bir kez daha düşünmeleisiniz!

  5. yakında namaza da başlarsın sen şuursuz bunak

  6. tabii ki öyle ama ben bugünkü sol, komünist, anarşist hareketlerden söz etmiştim. Belki bugünkü sol komünistler istisnadır, duruma tam vakıf değilim. “Hiçbir” diyerek fazla kestirmeci davranmış olabilirim.

  7. Tabii ki düşünürüm ama neyin hata olduğunu tam kavrayamadım. Yani yürüyüşe katılmamak mı gerekirdi diyorsunuz?

  8. iltifat için teşekkürler ama bu beklentinizi yerine getiremeyeceğim ne yazık ki.

  9. Gün namaza Gün namaza

    Kıl 2 rekat da adamın gönlü olsun

  10. gönlünü yapmak için kılarım da nasıl kılınacağını bilmiyorum 🙂

  11. Bir inanç grubuna yönelik aşağılayıcı, alay edici, o inanç grubunu toplumsal olarak dışlanmasına, hor görülmesine zemin hazırlayacak yayınlarda bulunmak düşünce özgürlüğü kapsamında mı görülmelidir, en azından bu çizgide yayın yapmak yanlış değil midir?

    Tabi ki, olası yanlışların bu şekilde öldürerek veya benzeri fiziksel şiddet yollarıyla cezalandırılmasını onaylayan biri değilim.

  12. sanırım derdimi anlatamadım!ifade özgürlüğü konusunda yazdıklarınızı anlıyorum ve hak da veriyorum hatta daha fazlasınıda yazmak olanaklıdır!Şu soruyu da sormadan edemeyiz!?bundan yaklaşık ikiyüzyıl önce ortaya atılan ifade özgürlüğü kavramı o günün koşullarında ne anlama geliyordu, bu günün koşullarında ne anlama gelir!?tarzında sorularla yeni bir okuma yapmak da olanklıdır!benim tartışmak istediğim tam da bu değildir!şu konuda sizden kesinlikle ayrılıyorum:”İnsanlık İfade Özgürlüğü İçin Ayakta” Kesinlikle hayır diyorum ,bu yaklaşımınızı hatalı buluyorum,haddim olmayarak haddını hududunu bilen biri olarak ”kanımca hatalı yaklaşım içerisindesiniz”Her devlet kendi suretinde bir halk yaratıyor!”Başka bir deyimle devletler salt ekonomik zorla,salt askeri zorla ayakta durmuyorlar.Modernite ve modern demokrasiler aynı zamanda modern iletişim araçlarıyla kendilerine biat eden modern halklarda yaratabiliyorlar ve buna yurttaşlık bilinci diyorlar!Bu işi profı tarzda yapan modern sosyal bilimler ve sosyal bilimcilerdir!Fransa da ayağa kalkanların ve yürüyenlerin büyük çogunluğunun gizli ırkcılar olduğunu düşünüyorum!Kısaca şunu yazmak isterim!Tıpkı 11 Eylül de nasıl ki ABD ve müttefikleri yoksul dünyaya karşı tüm dünyayı büyüleyip uyumak istemeyenleri de uyuttular ise aynı şeyi Fransa da gerçekleştirdiler.modern batı yurttaşlarına siyasal islam karşısında tehlike altındasınız mesajını verdi ve dört milyon insan Paris sokaklarında göçmenlerin büyük bölümünüde arkalarına alarak yürüdüler!Bence sol orada olmamalıydı.Tamamıyla kalın çizgileriyle başka bir zamanda başka bir mekanda ve farklı protesto yöntemleiyle olmalıydı,sonuc olarak oratada ifade özgürlüğü için ayağa kalkan ne halk var nede hakllar var, siyasal islamla ve üçüncü dünyanın yoksullarının hesapsız ve kıtapsız korkularıyla korkutulan gizli sömürgeciliği ve modernitenin faşizan ırkcılığını içselleştirmiş orta sınıflar,esnaflar ve modernitenin modern unıversitelerinden mezun olmuş pozıtıvızm hastalığından muzdarip aydınlar vardı!bir de buna eklemlenmiş moderniteden tamamıyla kopamamış solcular, anarşiştler, sosyalistler ve devrimciler vardı!Unutmayalım ki siyasal islam ile modernitenin pozıtıvızmi siyamlı ıkiz kardeştirler!İkiside aynı ölçüde ifade hakkına farklı olma hakkına karşıdırlar.

  13. Evet, ifade özgürlüğü kapsamında görülmelidir, çünkü tersini düşünecek olursak herkes “bu beni rencide etti” diyerek görüş ve eleştirileri bastırma yoluna gider. Eğer rencide oluyorlarsa o dergiyi alıp okumazlar, çözüm bu kadar basittir.

  14. evet, bu da bir görüş ama katılmam mümkün değil. Tam tersine, belki de tarihte ilk kez devletler ifade özgürlüğünü tescil eden bir yürüyüşün peşine takılmak zorunda kalmışlardır.

  15. Burdada bizim solcu alkaidacilar..

  16. “Bir inanç grubuna yönelik aşağılayıcı, alay edici, o inanç grubunu toplumsal olarak dışlanmasına, hor görülmesine zemin hazırlayacak yayınlarda bulunmak düşünce özgürlüğü kapsamında mı görülmelidir, en azından bu çizgide yayın yapmak yanlış değil midir?”

    Yanlışsa İslam dini de ateistleri, çoktanrıcıları, putperestleri, dinsizleri aşağılayıcı, alay edici, bu inanç gruplarının toplumsal olarak dışlanmasına, hor görülmesine zemin hazırlayacak yayınlarda bulunuyor. Onun da ötesinde İslam’a göre zimmi sayılan Hıristiyan ve Yahudiler gibi dinler dışında kitapsız sayılanların katli vaciptir. Onlardan cizye alınmaz, İslam ya da ölüm teklif edilir. Ayrıca İslam’da dinden dönmenin (irtidad) cezası ölümdür. Her ne kadar günümüzde bazı reformcular bunları kabul etmese de yakın dönemlere kadar İslam böyle uygulanmıştır.

  17. 10. Gecenlerde ödül almis bir yazar düsünür Islamin igrenc bir din ,tiksindirici bir dinoldugu sölemesinedeniyle mahkeme edliler.
    Mahkemede Kimseye hakaret edilmedigini düsünceye,Fikire karsi gelindigi savunularak ceza verilememesti..

    Islam gercekten igrencin igrenci bir din..
    Siddete dayanir,asagilanmaga dayanir,uydururmaga dayanir korkutucu masaldir..
    Zavallilik,dilencilk ruhunu ifade eden arabesk müzigin ruhuda ordan gelmedir.. Tam itaatlik,kendini hic görmenin ruhudur,müzügüdür..
    Inananlara saygimiz var insan olduklarindan ötürü..Düsündüklerine degil insani olmadiklarindan..

  18. Hortlak…Sanırım bu haksızlık… Tüm dinler belirli bir bakış açısıyla bu sınıfa girebilir… ama “inanan” insanların çoğu, belki % 90’ı belki daha fazlası yeryüzünde “adalet” arayışı-arzusunun parçası.. o kalpsiz dünya…
    Bolşevik sosyalistler… ve benzerleri… asıl arzuları bu muydu? Bugün TİP, TKP, EMEP vd… tabandaki çoğu insanın… gerçek arzuları nedir? İnsan olarak “diyalektik süreçleri” göremeyerek “asıl arzumuza” karşıt dinsel, siyasal, toplumsal süreçlere sürükleniyoruz… Kötü olan Din değil; din de insanın kendi yaptığı bir şey ise… kötü olan “bencil arzular!” Örneğin peygamberin bencil arzuları orada görülür… ve bizim malum despotumuzun bencil arzuları… istiyor ki ülke onun şahsi malı olsun.. biz de kulları.. ve orta doğu.. buna sebep de inancının vs. leri… Yunus Emre de inanmıştı… Bakınız İhsan Eliaçık… İhsan Eliaçık’ın dedikleri “kitaba sığmaz” mı diyorlar… Malum adamlar… Değiştirin kitabı! Her “inancın” kendi içinde kusurları vardır… bence bir din’in nasıl olduğu umurum değil; yüreğinde, evinde ve ibadethanende kalma şartıyla!

  19. Bu dinin ortaya çıktığı coğrafyanın geçinme olanaklarının elverişsizliğiyle ilgili bir durum. Dört halife ve Emeviler dönemindeki fetihler ve kolonizasyon, daha sonra Osmanlı dönemine kadar diğer İslam devletlerinin Hicaz’ın tahıl ve gıdasını temin etmesi, su kemerlerini ve çeşmelerini yaptırması, Mekke ve Medine’yi imar etmesi, Medine surlarını ve Hicaz demiryolunu yaptırması, Osmanlı’nın yıkılışından sonra kurulan devletlerin de petrol ve hac gelirleri bölgenin geçimini sağlıyor.

  20. başka bir sitede bir yazıya şöyle bir yorum yapılmış;

    İslam 21. yy’la, uyumlu bir din değil. Bir sultanın mutlak iktidarını desteklemek üzere tarıma dayalı büyük coğrafi imparatorluklarda şekillenmiş bir din. Fazla baskıcı, fazla müdahil, fazla asık suratlı. Sanatın çeşitli dallarına, bilime, sosyal hayata sürekli itiraz ediyor. Bu hali ile kentte kabul görmesi imkansız. Kentteki 3. ya da 4. kuşağın müslüman kalması zor. Değişimi yönetebilen olacak, yönetemeyen olacak. Uyum sağlayan olacak, uyum sağlayamayan olacak. Yani kilit kavram diyalog değil, uyum. Diyalog bir uyum stratejisi olarak anlamlı olabilir. Ben uyum sağlamayacağım, değişime karşı bayrak açıp savaşacağım diyenle diyalog zor.

  21. Aaa.. Fikrime karsi geldi! Üstelik Marksi Karikature cevirdi!!
    Simdi hangi silahlari kullansakda…

    Dünyada dinler oldugu ölcüde insanlar birbirine ayrimci,düsman,kavgalar,savaslar ,sürtüsmeler olacaktir..
    Kaldirin dini.. Dünyada huzur olur..

    Marksin Dine indirgeme sini zaten marks karsitlarinin das Kapitali Incil olarak nitelenmesinden beri bildigimiz sey..
    Bunun yaninda Marksi dinci yapmak,papaz yapmak icin Ala turca fikirler hortlatmak gerek..
    Bir Fransiz filminde bir sahne aklima geliyor.. Kiza sen oruspumusun diyor biri kizda ama iyisi diye cevap veriyor..

    Marksizmin bir din olma yanlisligi tartisilabilir..ama marksin dine karsi gelmedigi elestirmedigini düsünmek tam bir zirvaliktir.. ölecek hastaya moral verenlerinlerin ruh halidir..

    Bu fikirlerle birakin maksi burjuvalardan bile geri kalmak demektir.. Onlar hic olmazsa Laikcilik,secular (her ikisde Fransizca) likle dini bertaraf etmisler..

    Marks dinsizlik,ateistlik propagandasina karsi gelebilir.vede dogru tutumda budur..

    Engels marksla birlikte büyük bir coskuyla feuebach ci kesildiklerini anlatir marksla birlikte…

    Feuerbachta Dini nasil yerden yere vurdugu bilinmektedir..

  22. gün bey konuyla alakasız olarak
    land and freedom’u izlemiştim ve çok beğenmiştim bu tarzda film önerisi yapar mısınız hatta kitaplık sayfasına benzer bir sayfa olsa harika olurdu bu konuda

  23. devrim karasansar

    Mizah dergisi ve market Katliamlarının bir araya gelinerek protesto edilmesi çok güzel.
    ( protestocular içinde roboski yi ört bas eden t.c nin başbakanı, kaddafi yi linç ettirenlerden fransa devlet erkanı, yemen’de binlerce sivili, insansız uçaklarla tavuk gibi bombalayan,japonya ya atom bombasi atan abd devlet memurları da vardı)

    Karikatüristlerin, markette alışveriş yapan insanların katledilmesi yanlış.
    Hemde en az Afganistan’da 7 kişilik ailenin kafasına el kaideci diye 7 tonluk amerikan bombası atmak kadar yanlış.
    Nedensiz sonuç olmaz.
    Batı emperyalizmi geçmişde Filistinlileri yurdundan çıkartmak için yapılan siyonist katliamda hamile kadınların karınlarının kesilip çıkarılan bebeklerin kayalara vurulmasını protesto etmediği için bugün bu terörist saldırılarla karşı karşıya kalıyor.
    Fransa bugün afrikadaki 5 ülkede sömürgecilik yapıyor.
    Bu katliamı protesto eden ab, abd, israil ,nato ve diğer tüm sermaye devletleri katildir.
    Merkeziyetçi silahlı yapılar deşifre olmamak için uyguladıkları agır illegalite nedeniyle manipülasyona son derece açık yapılardır.
    Sızma koşullarında olaydan habersiz militanlar Farkında bile olmadan kendi taraftarlarına zarar verecek bir eylemi seve seve yaparlar.
    Eylem tarzlarını kınamakla birlikte Eylemcilerin samimi olduğuna inanıyorum.
    ( mizah dergisini basan kardeşler kıstırıldıklarında ” teslim ol” çağrısına “şehit olmak istiyoruz” diye cevap verdiler. Ayrica Eylemcilerin Markette alışveriş yapan masum insanları rehin alan arkadaşlarının amacı yoldaşlarını kurtarmaktı)
    İntikam soğuk yenen bir yemek.
    Kaba intikamcılık ilkel bir yaklasimdir.nedeni cehalet.

    Bu eylemcileri sivillere yönelten ekip küresel gladyoya bağlı olabilir.
    Burada amaç özelde fransa’nın genelde batının ortadoğu’ya müdahalesine meşru bir zemin yaratma kaygisi olabilir.( abd istese 11 eylül ü engelleyebilirdi. Ayrica sscb ye karsi pakistan da taliban okullarını ilk destekleyenler ingilizlerdi)

    ” Işte islam bu ” serzenisleri gercegi aciklamiyor.
    zira Islamın son derece güzel yorumlari da var.(misal :ihsan baba)
    Niye bardagın yarısı boş diyelim ?
    Özetlersek bu katliamların temel nedenleri şunlar:

    -emperyalizmin kar için yaptığı sömürgecilik
    -cahil intikamcılık
    -emperyalist komploculuk
    -islamın gerici yorumu

  24. Dinciler dini politikaya dini sokarlarsa dini elestirmekte kacinilmaz olur..!
    Dinin uyusturucu hastaligi sola bulasmis!Ateistlere bulasmis!

    Din hicbir yönüyle politkada yeri yoktur.. Ilimlisi,milimlisi..Hepsinin cani ceheneme..

    Dini kalkan olarak kulanirsan Dininde allahinda foyasini ortaya cikarirsin.
    Dini agzina alarak politika yaparsan onu tartisma pazarina koyarsin.
    Dinlerle kimse ugrasmaz Charliler de ugrasmaz..Ama dinciler dini politika cirkefinde kullanirsa onun rezilliginide,komediliginide konu eder…

    Dincilerin dini poltik yapmasini mesrulastirmak onu kabul etmek yapilacak en büyük hatadir..!!Hele bunun solcu,ilerici,ateistlik adina yapiyorsan münafik olursun!

  25. Herr Professor Wilhelm Roscher

    (1) Söz konusu “ifade özgürlüğünün öneminin farkındaki” Avrupa ülkelerinin hemen hepsinde Yahudi Soykırımını inkar etmek/hafife almak kanunen suç. O halde ya ifade özgürlüğünün her şeyin üzerinde çalışan bir prensip olmadığını kabul edip, örneğin “Nazizm ne güzel bir projeydi” gibi fikirlerin beyanına tahammül edilmemesini onamak, ya orada bulunan insanların ülkelerindeki böyle bir kanundan haberleri olmadığına kanaat getirmek, ya da onların şiddetle tepki gösterdiği ihlalin “kayıtsız şartsız ifade özgürlüğü”ne olmadığını kabul etmek gerekiyor.

    İkinci seçeneği aşikar olan absürtlüğünden ötürü göz ardı edelim. İlk seçenek de sizin yazınızda “İfade özgürlüğünü savunmak, kendi fikrinizi savunma özgürlüğünden çok, size en karşıt ve sizi en çok rahatsız eden, hatta rencide eden fikrin ifade özgürlüğünü savunmaktır” şeklinde verdiğiniz ifade özgürlüğü tanımı ile uyuşmuyor. Besbelli “Nazizm ne güzel” demeye tahammül yoksa öyle denince aşılan bir rencide oluş eşiği var (veya “rencide olmak” türü kaygılar yerine (2)’de değineceğim açıdan bakılabilir, motivasyon çok mühim değil). Üçüncü seçeneğe kalırsak da yazınız, başlığından hareketle, geçersiz.

    Spekülatif soru: Saldırı insanları öldürmek yerine örneğin derginin basıldığı matbaayı kundaklamak şeklinde vuku bulsa idi “teröre değil ifade özgürlüğü ihlaline karşı” infial halihazırda olanla kıyaslanabilir çapta olur muydu?

    Spekülatif soru 2: Bu olay olmadan herhangi bir yayın tutup örneğin trans bireyleri aşağılayıcı bir karikatür çizseydi bunun infial uyandıracağı toplulukta olacak insanların ne kadarı mevcut durumda Je suis Charlie dövizleri taşıyanlardan çıkardı?

    Bunları yazıp kendim bir pozisyon belirtmemek zarif olmaz: Her toplumun ve toplumun içindeki kesimlerin bir takım değerler sistemleri var. Bu olaya verilen tepkinin en çok kaşıdığı değer de soyut ve genel bir “ifade özgürlüğüne saldırıldı”dan ziyade adamların yüzyıllar önce aştığı ve saçma sapan bulduğu peri masalları uğruna kıymetli gördükleri kültürel figürlerinin öldürülmesi. Zaten bir otorite figürü tarafından gelmeyen bir saldırıyı ifade özgürlüğü terimleriyle görmekte oldukça zorlanıyorum. Sistem devlet rejim vs. bir takım fikirleri yasaklayınca ona ifade özgürlüğünün kısıtlanması denir, farklı düşünen iki unsur arasındaki her çatışma (tanım gereği bütün çatışmalar) ifade özgürlüğü konusu mu olacak o zaman? Kaba ve ilk bakışta saçma bir analoji gibi duracak ama aslında gayet münasip:

    Ahmet ile Hüseyin bir konuda tartışmaktadır. Kendi “geniş” arkadaş grubunda bu tip ifadelerin fazla ağır karşılanmamasına alışmış olan Hüseyin, hararetin yükseldiği bir ara kendince fazla hakaretamiz görmeyerek, bir vurgu aracı olarak Ahmet’e o.ç. (küfür olunca sansür var bildiğim kadarıyla) diye hitap ettiği bir cümle kurar. Ahmet “anama laf etti” diye celallenir ve hiç tereddütsüz bıçağı takar. Hüseyin ölür. Adliyede polis Hüseyin’in akrabalarını zor zapt eder. Zira Hüseyin’in akrabaları ifade özgürlüğü konusunda çok hassastır.

    Bence olmadı.

    Elbette ifade özgürlüğü de infial içindeki insanların önemli bir değeri, ama ne sizin ifade özgürlüğü anlayışınız kadar sınırsız, ne de kendi anlayışınızın önemine örnek olarak gösterdiğiniz bu protestolarda belirleyici sebep.

    (2) İfadenin ötesinde eylemde kayıtsız şartsız bir özgürlüğün mümkün olduğunu düşünmediğinizi varsaymak sorun olmaz herhalde. Her toplumun müsaade etmeyeceği şeyler olacaktır, çizgilerin nereden geçeceği üzerinde durmayalım; kafasına göre insan öldürmenin sorun edilmeyeceği bir toplumu akıl sağlığı yerinde kimse tasavvur etmiyordur. Müsaade edilecek ve edilmeyecek şeyleri ayıran çizgiler hele politik pozisyonlar da devreye girince oldukça ayrıntılı bir hale gelecek de olsa nereden geçecekleri ile ilgilenmeyerek bir yerlerde o çizgilerin olmasının kaçınılmazlığını verili kabul ediyorum. Buradaki tartışma elbette bunların ne olacağı değil, “ifade” denen şeyin kayıtsız şartsız serbest olmasının makullüğü. İddiam söylem ve eylem arasındaki kategorik çizgilerin net olmadığı, dolayısıyla ahlaki bir genel geçer prensip olarak “herkes istediğini söylesin”in “ama herkes her istediğini yapamaz” ile uyumlu olacak şekilde tutulamayacağı. Aşağıda bir dizi “fikir ifadesi” ele alalım.

    “X’ten hoşlanmıyorum.”
    “X kötü bir şeydir.”
    “X yapanlar topluma zarar vermektedir.”
    “X yapanlardan temizlenmedikçe bize rahat yok.”
    “X yapanları temizlemek için bir strateji belirlemeli ve bunun için örgütlenmeye başlamalıyız.”

    Siz bu aşamaların hepsinin her X için özgürlüğünü savunuyorsanız (ki sanırım öyle) benim aklımın almadığı bir pozisyonda olsanız da tutarlısınız. Tahmin ediyorum ki bu özgürce yarışan fikirler dünyasında “iyi olanın kazanacağı”nı düşünüyor olmalısınız. Bunun serbest piyasanın tüm insanların faydasını maksimize edeceği tezine pek paralel durduğuna dikkati çekmek isterim.

    Bence fikirlerin eylemlere dönüşme potansiyeli ve dönüşecekleri eylemlerin vahameti dikkate alınarak durum bazlı değerlendirilmesi gereken bir konu bu. Nazizm gibi bir badire atlatmış olan Avrupa benzer şeylerin kıvılcımı olabilecek fikirlerin ifadesini bile elbette yasaklayacak. İfade ile propaganda, propaganda ile eylem arasındaki çizgiler bulanık ve zemin kaygan.

    Not: O söz Voltaire’e hatalı olarak atfediliyor. Helvétius’un insanın her davranışının hazzı arttırmak ve acıyı azaltmak ile motive olduğunu iddia ettiği De l’Esprit adlı kitabının dini duyguları ve genel ahlakı rencide ettiği gerekçesiyle yakılmasına karar veriliyor parlamento tarafından, Voltaire de sevmediği bir kitabı savunmak pozisyonunda buluyor kendini. Sonradan 1906’da Voltaire’in biyografisini S. G. Tallentyre mahlası ile yazan Evelyn Beatrice Hall adlı bir İngiliz yazar, Voltaire’in bu olaydaki tavrını tarif etmek için o cümleyi kullanıyor. Cümlenin kimin ağzından çıktığı elbette önemli değil, tavrının o cümlede vücut bulduğunu varsayalım. Gene de belirli bir olay karşısında alınmış ad hoc bir tavrın “her söylenmek istenen şeyin söylenebilmesi genel ve hayati bir prensiptir” şeklinde genellenerek alıntılanması bir bağlamından koparma hadisesi.

  26. şimdi adını hatırlamadığım (özgürlük olabilir) doğrudan iç savaştaki anarşistlaeri anlatan bir film var. Anarşist kitaplık kısmının altındaki yorumlara tek tek bakın, bier arkadaş linkini bile yollamıştı çoraya. Oradan izlemeyebilirsiniz. oldukça güzel bir filmdir

  27. Hec Stalinizm den bahsetmemis?

  28. Ben Charlie değilim…meydan gazetesinde şöyle bir yorum var…

    http://meydangazetesi.org/gundem/2015/01/ben-charlie-degilim-jose-antonio-gutierrez-d/

    devrim karasansar okuduğum yorumlar arasında en kapsamlı yorumu yapmış…bu cinayetleri sadece ifade özgürlüğü kapsamında ele almak naif ve tek boyutlu bir bakış getiriyor…

    bu avrupa merkezli özgürlük anlayışı ve anma yürüyüşünün ulusal birlik mottosu altında yapılması beni rahatsız etti…