1+1+1=1

 

images

 

AKP diktatörlüğünün karşısında yer alan üç temel örgüt, HDP, CHP ve BHH, gerek genel olarak özgürlükler, gerekse bununla yakından bağlantılı olan Kürt sorunundaki program, öneri ve duruşlarını açıkladılar. Elbette, HDP milletvekilleri tarafından Dolmabahçe’de okunan 10 maddelik bildirge tam bir program sayılamaz. Bu daha çok, hükümetle yapılacak barış görüşmelerinin bir çerçeve programı gibidir ama yine de bu partinin programı hakkında bir fikir vermektedir. CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun Kürt sorunuyla ilgili 19 maddelik “çözüm önerileri”nde ise, “Kürt” sözcüğünün bir kez bile geçmemesi, bizleri ne kadar güldürmüş olursa olsun, CHP açısından acıklı bir durumdur. BHH’nin merakla beklenen, seçimlere ilişkin tutumuna gelince, bu açıklama da hiçbir somut öneri içermemesiyle, CHP’nin Kürt sorununda gösterdiği mahareti bir anlamda tekrarlamaktadır. Dolmabahçe’de okunan 10 maddeyi incelediğimizde de, soyut demokrasi sözcüğünün bol bol kullanılması (tam 8 kere) dışında pek bir şey bulamadığımızı burada belirtelim.

Sonuç olarak, benim bu üç metinden çıkardığım sonuç şudur: Klasik anlamda her örgüt (ister parti olsun, ister hareket ya da bileşenlerden oluşan bir ittifak örgütlenmesi) yuvarlak laflar etmekte epeyce usta ama somut ve net öneriler sunmakta o kadar korkak, birer yarı felçli filden farksızdır.

Aşağıya her üç örgütlenmenin açıklamalarını alıyorum. Bundan sonra da, “sineğin kanadından yağ çıkarma” yöntemiyle bu üç program ya da açıklamanın bazı madde ve cümlelerini aktarıp, kendimden de bir şeyler ekleyerek, eldeki malzemenin elverdiği ölçüde net bir program ortaya çıkarmaya çalışacağım. Anlayacağınız, 3 örgütün programının toplamından, zor zoruna 1 program çıkmaktadır.

 

                                                           ***

 

Kılıçdaroğlu Kürt sorunu ve demokratikleşme konusundaki çözüm önerilerini şöyle sıraladı:

 

1.   Yüzde 10 seçim barajını kaldıralım.Yüzde 10 seçim barajı  oy hırsızlığıdır. Bu 12 Eylül’ün eseridir. Terör  de PKK da 12 Eylül’ün eseridir.

2.   Milletin vekillerini liderler değil, millet seçsin.

3.   Düşünceyi ifade ve inanç özgürlüğünü güvence altına alalım.

4.   Toplantı, gösteri ve örgütlenme özgürlüğü bir haktır, güçlendirelim.

5.   Din ve vicdan özgürlüğü tartışılamaz. İnançlar arası farklılık gözetilemez. Bunu gerçekleştirelim.

6.   Demokrasi ve insan haklarının önündeki engelleri temizleyelim.

7.   Basın hürdür sansür edilemez. İletişim özgürlüğü esastır. Bunu sağlayalım.

8.   Tutuklu siyasetçi, bilim adamı, gazeteci ve öğrenci ayıbına son verelim.

9.   Özel yetkili mahkemeleri kaldıralım.

10.   Özel yetkili mahkemelerin 2005 yılından bu yana verdikleri kararlar için yeniden yargılama yolunu açalım.

11.   Milletin iradesi hapsedilemez. Meclis, milletvekillerinin tutukluluğuna son verecek yolu açmalıdır.

12.   Faili meçhuller, yargısız infazlar cezasız bırakılamaz. Zaman aşımı engellenmelidir

13.   Gizli tanık ve yasadışı dinlemelerle yargılama olmaz, adalet dağıtılmaz. Türkiye bu yanlıştan kurtulmalıdır.

14.   Uludere’nin hesabı verilmelidir.

15.   Diyarbakır’a cezaevi değil, Diyarbakır cezaevi demokrasi müzesi yapılmalıdır.

16.    Mayınlı araziler temizlenip, topraksız köylüye verilmelidir.

17.    Nevruz resmi bayram ilan edilmelidir

18.    Üretim ve yaratıcılık eşitlikçi ve demokratik bir anlayışla desteklenmelidir.

19.    Toplumsal yaşamın bütün alanlarında tüm yurttaşlara fırsat ve olanak eşitliği sağlanmalıdır.

 

 

                                                                  ***

 

 

AKP ve HDP’nin ortak açıklamayla duyurduğu 10 madde şöyle:

 

1.    Demokratik siyaset; tanımı ve içeriği

2.    Demokratik çözümün ulusal ve yerel boyutlarının tanımlanması

3.    Özgür vatandaşlığın yasal ve demokratik güvenceleri

4.    Demokratik siyasetin devlet ve toplumla ilişkisi ve bunun kurumsallaşmasına dönük başlıklar

5.    Çözüm sürecinin sosyo-ekonomik boyutları

6.    Çözüm sürecinin yol açacağı yeni güvenlik yapısı

7.    Kadın, kültür ve ekolojik sorunların yasal çözümleri ve güvenceleri

8.    Kimlik kavramı, tanımı ve tanınmasına dönük çoğulcu demokratik ve eşit mekanizmaların güvenceleri

9.    Demokratik cumhuriyet, ortak vatan ve milletin demokratik ölçütlerle tanımlanması, çoğulcu demokratik sistem içerisinde yasal ve anayasal güvencelere kavuşturulması

10.  Bütün bu demokratik hamle ve dönüşümleri içselleştirmeyi hedefleyen yeni bir anayasa

 

                                                                  ***

 

Birleşik Haziran Hareketi tarafından yapılan açıklama şöyle:

 

Ülkenin dört bir yanında kurulan yerel meclislerimiz 15-28 Şubat 2015 tarihleri arasında yaptığı “seçim gündemli” forumlarda ortaya çıkan görüşleri Genel Yürütme Kurulumuza iletmiş; bu  görüşler ışığında toplanan Kurulumuz, Birleşik Haziran Hareketi’nin 7 Haziran 2015 Seçimleri’ne yönelik tutumuna ilişkin aşağıdaki açıklamayı kamuoyuna duyurma kararı almıştır.

Türkiye derin bir siyasal kriz yaşıyor; şiddetli bir ekonomik krizin patlaması an meselesi. Bu krizin sorumlusu, on üç yıldır talan ve yolsuzluklarını gericilik ve otoriterlikle iç içe geçirerek iktidarını sürdüren, bunu halka ağır bedeller ödeterek yapan AKP’dir.

Eğer AKP iktidarı, bütün tutarsızlık ve zaaflarına karşın bugüne kadar hala durdurulamamışsa bunun gerisinde başta Parlamento’da konumlanan muhalefet partileri olmak üzere, muhalefetin etkin, kararlı ve birleşik bir mücadele yürütememesi vardır.

Seçime giderken, bu tarihsel başarısızlığın AKP karşıtı her kesim açısından esaslı bir değerlendirmesinin yapılması gerekir. Önümüzdeki seçim AKP iktidarını geriletecekse, Gezi’ye katılan çok farklı kesimlerden gelen milyonların ifade ettiği sorun ve taleplere bakılması gerekmektedir.

Milyonların mesajı açıktır: AKP’yi durdurmak neoliberal-piyasacılık karşısında halkçı/kamucu ekonomik politikaları, gericilik karşısında özgürlükçü ve laik yaşamı, otoriterlik ve faşizm karşısında demokrasi, açıklık ve halk iradesini, emperyalizme karşı bağımsızlığı, mezhepçilik ve milliyetçiliğe karşı Kürt ve Alevi yurttaşların eşitliğini savunan bir siyasal hattın kurulmasını gerektirmektedir.

Birleşik Haziran Hareketi olarak bütün gücümüzü bu hattın kurulmasına adadık. AKP’yle mücadelenin altını çiziyor, sol ve toplumcu güçlerin kendi aralarında ve halkla diyaloğuna inanıyor; Türkiye’nin önündeki devasa sorunların, Kürt sorunundan demokrasiye, ekonomik krizden dış politikaya, ancak sol ve emek temelli değerlerin damgasını vurduğu bir iktidar tarafından çözülebileceğini biliyoruz.

Başta seçim barajı olmak üzere, seçim sandığı üzerine düşen gölgeler halk iradesinin sandıkta ifade bulmasını imkânsız hale getirmiştir. İktidarın işleyiş ve karar alma iradesinin parlamento dışında şekillendiği her geçen gün biraz daha açık hale gelmektedir. Bu nedenle seçime yönelik mücadelenin AKP iktidarını durdurmanın tek yolu olmadığını bir kez daha vurgulama ihtiyacı duyuyoruz. Bununla birlikte, seçimlerin AKP’ye karşı verilen mücadelenin bir parçası olduğunu da görüyor, önemsiyoruz.

Birleşik Haziran Hareketi’nin Seçimlere yönelik, başta CHP ve HDP olmak üzere, hiç bir kesimle parlamentoda temsiliyet kaygısı üzerinden bir müzakeresi söz konusu değildir. Birleşik Haziran Hareketi’nin kendi dışındaki sol kesim ve partilerle ilişkilerindeki temel duyarlılığı Gezi milyonlarının sorun, talep ve beklentileridir.

Birleşik Haziran Hareketi, seçim süreci ve sonrasında bu konumunu korumak konusunda kararlıdır. Ancak bu bağımsız duruşun bir gereği olarak, altını çizdiğimiz toplumsal talepleri inandırıcı biçimde sahiplenen güçlerle seçim sürecinde dayanışma içinde olacağımızı da kamuoyu ile paylaşıyoruz.

Çağrımız nihai olarak emekçi halkımızadır. Türkiye’yi yeniden inşa edecek kurucu bir iradeye ihtiyaç vardır. Bu görev önümüzdeki seçimin ötesindedir. Seçim bu sürecin bir parçasıdır. Bizler, Birleşik Haziran Hareketi olarak, bu görevi önümüze koyduk. Dün laik eğitim için sokaklara çıkıp, gericiliğe karşı mücadele ateşini yaktık. Bugün gündemimizde İç Güvenlik Yasası,  faşist düzenin en önemli yapı taşı olan Başkanlık sistemi var. Bu düzenlemelere karşı mücadeleyi 7 Haziran’a bırakmadan, yaşamın her alanında yükselteceğiz.

Haziran Meclisleri bu mücadelelerin örgütleneceği ana odaklar olarak, sadece faşizm ve gericiliğin durdurulmasının değil, içi boşaltılmış temsili demokrasinin yerine gerçek halk egemenliğini kurmanın da ana nüveleri olacaktır.

İçine itildiğimiz karanlıktan rahatsızlık duyan geniş halk kesimlerini, seçim ve ötesine geçen bir mücadeleyi birlikte vermek için, Haziran Meclislerimize davet ediyoruz.

 

***

 

Üç örgütün açıklamalarından hareketle ve onlardan alıntılarla benim önerdiğim program da şöyle:

 

Önümüzdeki seçim AKP iktidarını geriletecekse, Gezi’ye katılan çok farklı kesimlerden gelen milyonların ifade ettiği sorun ve taleplere bakılması gerekmektedir. (BHH)

Yüzde 10 seçim barajını kaldıralım.Yüzde 10 seçim barajı  oy hırsızlığıdır. Bu 12 Eylül’ün eseridir. (CHP)

Kürt meselesi, kimlik kavramı, tanımı ve tanınmasına dönük çoğulcu demokratik ve eşit mekanizmaların güvenceleri sağlan(HDP)arak çözülmelidir.

AKP’yle mücadelenin altını çiziyor, sol ve toplumcu güçlerin kendi aralarında ve halkla diyaloğuna inanıyor (BHH) ve buradan hareketle;

Gerek Kürt sorununun çözümü ve gerçek bir barışın sağlanması, gerekse özgürlüklerin savunulması ve geliştirilmesi için, AKP diktatörlüğüne karşı, hem seçimlerde hem de seçim sonrasında HDP-CHP-BHH bloku öneriyoruz. Bu blok, aynı zamanda Alevi-Kürt-sol kesimler temel olmak üzere, özgürlükten yana olan tüm halk kitlelerinin özlem ve taleplerinin bir ifadesi olacaktır.

 

Gün Zileli

6 Mart 2015

www.gunzileli.com

gunzileli@hotmail.com

 

 

 

 

 

 

Hakkında Gün Zileli

Okunası

Tarih Felsefesinde Liderlerin Rolü ya da Kılıçdaroğlu Meselesi

Artıgerçek Tarih Felsefesi’nde son derece önemli bir konu olan “Tarihte bireyin rolü” ya da “önderlerin …

67 Yorumlar

  1. Robespierre'in yeğeni

    Madem Gün Zileli program öneriyor, ben de kendimce ittifak koşulları önereyim. Bendenizin BHH içinde herhangi bir özgül ağırlığı yoktur, ama BHH’nin bu iki partiyle ittifak yapabilmesi için gerektiğini düşündüğüm optimal koşulları sıralayayım:

    1. CHP’ye:
    a) Fethullahçılarla ilişkili isimler tasfiye edilsin.
    b) TÜSİAD ve “Beykoz konakları” ile ilişkili isimler tasfiye edilsin.
    c) Adı herhangi bir yolsuzluğa karışmış olan isimler tasfiye edilsin.

    2) HDP’ye:
    a) DSİP ve YSGP komple tasfiye edilsin.
    b) İslamcı ve Barzanici unsurlar tasfiye edilsin.

    3) Hem CHP, hem HDP’ye: “Gerçek müslüman” edebiyatı yaparak gerici hegemonyanın izole edilebileceğini düşünen kesimlere acilen “Aydınlanma, Bilim ve Laiklik” eğitimi verilsin.

    Söylediklerimi ne CHP ne de HDP kaale alır, ama birilerinin bu koşulları söylemesi gerekiyordu. CHP ve HDP bu koşulları sağlamazsa, AKP’ye karşı bu iki partiyle doğru düzgün bir mücadele örgütleyemeyiz; tam tersine birbirimize ayak bağı oluruz.

  2. Mülayim Sert

    BHH’nin seçim tavrı bildirisini birkaç gün önce okuduğumda, sonuna geldiğimde ne okuduğumu unutmuş buldum kendimi. Açıkçası “tavır almıyoruz” tavrı duyurmuşlar.

    Barajın düşürülmesi ve kalkması (etkisini dengelemek için AKP’nin aşırı-temsilini koruyacak hatta arttıracak dar-bölge vb. sistem değişiklikleri yapılmaksızın) parlemento sistemini reforme etmek için yapılabilecek en somut şey olmayı sürdürüyor. Komik olan şu ki, AKP de, CHP de, HDP de darbe karşıtı ve barajı değiştirmek istiyor, ama bir türlü olamıyor. Tek sorumlusu AKP’dir. Bu konu gündeme alındığında AKP barajı değiştirmeyi kendi koltuklarını etkilemeyecek önlemlerle beraber paketleyerek önermişti (herşeyi torba yaptıkları gibi). Baraj olmasa veya %1 gibi bir seviyeye inse taktiksel yerine kendine en yakın gördüğüne oy verme olanağı olacak, başta AKP olmak üzere barajı aşan partilerin aşırı temsili ve bununla birlikte çoğunluk diktası ve tek parti rejimi imkanı büyük ölçüde ortadan kalkacak.

    Ya zaten AKP elle tutulur, kendi iktidarından ödün olabilecek hangi tavizi verdi ki? Hiç bir taviz vermedi. Bütün sözde demokratik görünen açılımları kendi iktidarının sürmesini destekleyecek şekilde yaptı. Bunu değiştirmesini beklemek saflıktır. Al sana baraj, 12 eylül ürünü, vesayeti darbeyi kaldır. Yok.. bu bile AKP’nin üzerini çizmeye yetmeli.

  3. Mülayim Sert

    HDP barajı aşarsa baraj konusundaki tavrını izleyin. Klişe deyimle turnusol işlevi görecektir. Bu baraj öyle bir illet ki, altındaki bütün partiler 7/24 bela okur ama zaten değiştirme güçleri yoktur, barajın üstüne geçen partiler ise nemalandıkları için değiştirme güçleri olsa da asla değiştirmekten yana çıkarları yoktur. Bu nedenle bu illetten bir türlü kurtulunamaz. HDP barajı aştıktan sonra meseleyi gündem yapmaz, “biz barajı yıktık geldik zaten” gibi demagojik goygoylar yaparsa büyük eksi puan. Baraj olmasa BHH tipi solcular da %1-2 olsun 4-5 MV de olsa girecek halbuki, ama CHP veya HDP güdümünde değilkendi başlarına girecek, onların yolunu açmak için kim ne yapacak acaba seçimlerden sonra..

  4. 1-Üretim-Kalite-Paylaşım Politikası,
    2-Özgürlüklerin korunması, geliştirilmesi ve güvencesi,
    3-Yaşam kalitesini artıracak somut alt başlıkların belirlenmesi.

    Bu 3 maddenin ayrıntılarını ana hatlarıyla programlayıp, tartışmaya açacak bir örgüte ihtiyaç vardır.

    Politikada kuralı ve genel çerçeveyi doğal gereksinimlere göre koymak gerekir. Yoksa, daha önceleri olduğu gibi %80 gibi bir çoğunluk, politik söylemlere trene bakar gibi bakacak. Sıtrateji ve taktiksel numaralardan hiç bir şey anlamayacağı için, önünde bulduğu güçlüye boyun eğecektir.
    Gezi dalgası kendine özel bir saman alevi parlayışı olduğunu düşünüyorum. Her zaman aynı performansı yakalayabilmek çok zor olacağa benziyor. İçinde politik bilinç olmayan, modavari romantik çıkışların içini dolduracak tek kültür, yukarıda dediğim 3 maddelik programın özetidir. Politika öylece elitlerin oyalanma aracı olmaktan çıkacak, sofralara yayılacaktır.

  5. BHH ‘nin Chp ve Hdp yi biraraya getirme şansı bulunmuyor, yaşanan bu süreç bunun pratik olarak mümkün olmadığını gösterdi.Chp veya Hdp den birini tercih etmek te , Akp’ye karşı en geniş toplumsal cepheyi oluşturma iddasındaki bir oluşum için doğru bir tutum olamazdı.Bu nedenle, seçime ilişkin tavırları doğrudur.Varsın seçimle Chp-Hdp gibi parlementerist düzen partileri ilgilensin. Her ikisi de örgütsel menfaatlerini içinde bulunduğumuz faşizm tehtidinden daha değerli bulmaktalar.

    Şu açıktır ki, Akp sandıkta yenilmez, Akp’nin de zaten seçimle ilgili bir kaygısı yok, tek kaygıları ikinci bir gezidir, tek kaygıları, ikinci bir Kobane eylemliliğidir, İç-güvenlik paketi denilen faşizm kanunlarını alelacele meclisten geçirmeleri de bu gerçeği gözler önüne seriyor.

    BHH kendi yolunda devam etmelidir, İkinci bir geziye hazırlanmalıdır, sokağı , muhalefeti örgütlemelidir, parlementerist muhalefete karşı bağımsız duruşunu korumalıdır…

  6. CHP tabanı budur, bunlarla ittifak intihardır, AKP’den çok daha tehlikeli olan bu adamın elinde güç olsa bizim gibi düşünen herkesi öldürür;

    http://www.cesmegunesi.com/yazarlar/makale/1863/akpkk-nin-10-emri

  7. Kürdlerde Meclis Aşkı Ve Barındırdığı Riskler

    Dört yıl önce yazılmış ve bu günü de anlatan bir değerlendirmeyi okuyucularımızla paylaşıyoruz.

    Her seçim sürecinde yaşanan klasik ayak oyunları ve “birlik” adı altında hem devletin hem de Yerel Ayağı PKK’nin meşrulaştırıldığı kirli ittifaklar yine gündemdedir. Birilerinin meclis aşkı Kürdlerin Ulusal Sorunu’nun önüne geçmiştir ne yazık ki. Bu konuda Kürdistanlı yasal politik partiler/kurumlar umut verici bir duruş sergilemiş değiller. Meclis aşkı sadece PKK/HDP’yi değil hemen hemen tüm politik kişi/kurumları sarmış durumdadır. Meclis aşkının barındırdığı riskleri işleyen ve Kürd politik çevrelerinin ikilemlerini ve gidecekleri yeri işaret eden aşağıdaki değerlendirme güncelliğini koruduğu için tekrar okuyucularımızla paylaşma gereği duyduk…

    NASNAME

    ****

    Kürdlerde Meclis Aşkı Ve Barındırdığı Riskler

    Her sistem, karşıtı üzerinde baskı uygulayarak varlık kazandığı için, karşıtını zararsız hale getirmek için belli önlemler alır. Baskı, yok etme, sindirme gibi kaba uygulamalar sonuç alıcı olmadığında daha ince politikalar devreye girer. Bu ince politikalarla karşıtını zarar vermeyeceği ya da en az zarar verebileceği şekilde biçimlendirmeye çalışan sistemin başvurduğu yollardan biri de, karşıtını temsil edecek, denetleyecek, kontrol edecek (kendisine benzer) yerel bir alt sistem kurmaktır. Bu alt sistemler zamanla özerkleşebilirler ama biçimlendirildiği ilk dönemden farklı özellikleri kendilerine katsalar da öz olarak kendisini yaratan sistemden tamamıyla farklılaş(a)mazlar.

    TC’nin kurulma aşamasında İngilterle-TC ilişkisi sistem-alt sistem politikalarına verilebilecek en sade ve anlaşılır örnektir. Bir alt sistem olarak kurulan TC’nin de zamanla bir alt sisteme gereksinim duyması, Devleti, Kürdleri denetleyecek, yönlendirecek bir alt sistem kurmaya sevk etti.

    PKK’nin bu kadar devlete/devleti kuran anlayışa (özellikle TC’nin kuruluş dönemi) benzemesine anlam veremeyenlerin anlamadığı şey, Devlet-PKK arasında var olan sistem – alt-sistem ilişkisidir.

    Bir alt-sistem olarak kurulan PKK, özerkleşerek Kürdistan’da bir sistem kurmayı başarmıştır. Bu gerçekliği kabul etmeden doğru politikalar üretmek olanaklı değildir. Kürdistan’da kendi sistemini kuran PKK’nin, diğer yapıları önce kaba yöntemlerle, şimdi de ince politikalarla kendisine benzeterek alt-sistemler yaratmaya çalışması sistemlerin yapısı gereğidir.

    HAK-PAR, KADEP ve BDP arasında yaşanan “ittifak” arayışı ve bu nedenle yapılan tartışmaları bu çerçevede değerlendirdiğimizde daha sağlıklı tahliller yapma olanağı yakalarız.

    Kürdistanlı politik aktörlerin/yapıların hemen hemen hepsi de, Devlet-PKK arasındaki sistem-alt sistem ilişkisini biliyor ve bunu değişik ifadelerle ayrı tonlarda dillendiriyorlar. Göremedikleri şey ise, kendilerinin de bir alt-sistem olarak varlık kazanmaya çalışması ve bu nedenle de alternatif olamayacaklarıdır.

    Farkında olsunlar ya da olmasınlar, birden çok sistemin etkisiyle biçimlenen Kürd hareketleri alt sistem olmanın ötesine henüz geçebilmiş değildir.

    Yeni ve yeniden ortaya çıkma çabasında olan Kürd hareketlerinde sıkça karşılaştığımız, ‘Biz her türlü şiddeti ret ediyoruz, demokratik zeminde mücadeleden yanayız,’, ‘silahlı mücadele miadını doldurmuştur’ türü açıklamalar düşündürücüdür.

    Sanki Kürdler şiddeti zorunluluktan değil de durup dururken tercih etmişler gibi bir algıya neden oluyor bu söylemler. Bu söylemlerde esas mesaj, hiyerarşide en tepede yer alan (başta ABD olmak üzere Batılı devletler) sisteme kendisini kabul ettirme, hoş görünme çabası vardır.

    Bu söylemin bir başka özelliği ise, direkt PKK’yi eleştirmekten kaçınmaya yaramasıdır. Oysa sorun Kürdlerin silahlı mücadelesi değil, PKK’nin, ulusal talep barındırmayan ve sadece entegrasyonu öngören karanlık/kör eylemleridir. Burada dillendirilmesi gereken şey, ‘PKK silahlı mücadele ile Kürdlerin özgürleşmesine değil, devletin egemenliğini sürdürmesine hizmet ediyor. Bu nedenle biz PKK’nin silahlı mücadelesine karşıyız’ olmalıdır.

    Bu söylemin başka bir handikapı da, sömürge bir ülkede devam eden işgale karşı meşru olan her türlü mücadele biçimini mahkûm ederek, mücadeleyi sadece bir tek alana sıkıştırmasıdır. İşgalin devam ettiği Kürdistan’da, koşullara göre farklı mücadele biçimleri benimsenebileceği gibi, bazen aynı anda birden fazla yöntem de kullanılabilir ve bunların hepsi de haklı ve de meşrudur. Sistemler nezdinde meşruiyet kazanma uğruna halkın meşru savunma/mücadele biçimlerini mahkûm etmek, düşünsel alanda sistem(ler)in bir alt sistemi olmaktan kaynaklanıyor.

    Kürd oluşumlarında, Kürdistan’da iktidar/özerk bir sistem olan PKK ile pratik ilişkilerde de sistem(ler)in etkisini fazlasıyla görüyoruz. PKK’yi “incitmeden”, ona dokunmadan örgütlenmeye çalışanlar olduğu gibi, PKK’den icazet alırcasına örgütlenmeye çalışanlar da vardır. PKK ile seçim ittifakı veya başka platformlarda birlikte olmak gibi sistemi aklayan davranışlar herkesçe çok doğal karşılanabiliyor…

    Sistem ile karşı karşıya gelmeden ve onu mahkûm etmeden yeni bir örgütlenme yaratılamaz; yaratılanlar ise sadece sistemin öngördüğü ve bir alt sistem olmaktan öteye gidemeyecek bağımlı yapılar olabilir ancak. Ve tam da bu nedenle alternatif olma şansına sahip değildirler…

    Sistem(ler)in etkisini kıramayan Kürdistanlı hareketlerin ortak noktalarından biri de, legal mücadele denilince akıllarına seçimin ve devamında da meclise gitmenin gelmesidir. Oysa sömürge bir halkın politik yapıları açısından legal alanda birçok mücadele aracı vardır ve seçim/meclis sadece bunlardan biri, belki de en sonda yer alması gerekendir. Bu noktada PKK’yi eleştirmek haksızlık olur; çünkü meclis aşkı hem bireysel hem de kurumsal olarak Kürdistanlı oluşumların ortak aşkıdır ne yazık ki.

    PKK’nin (1991’den beri) meclis hevesi, meclisi bir araç olarak görmekten ziyade, onu meşrulaştıran ve aynı zamanda tabanın ulusal taleplerini yavaş yavaş sistem içi taleplere dönüştüren bilinçli bir politikanın eseridir. Bu politikanın amacı, seçimi bir umut olarak sunmak, var olan ulusal potansiyeli seçimler vasıtasıyla eritmek ve tabanda oluşan tepkinin/enerjinin seçimler vasıtasıyla boşalmasını sağlamaktır.

    Kontrollü ve sisteme/devlete zarar vermeyecek ama var olan enerjiyi de dışa vuracak olan seçimlerin, Ulusal Demokratik Mücadele’ye katkı sunması beklenemez. Bu noktada PKK’nin seçim(ler)i bir ölüm kalım sorununa dönüştürmesi dikkat çekicidir. Seçimlerde alınacak başarılı(!) bir sonuçla taban belli bir süreliğine de olsa yatıştırılacak ve beklentilerinin karşılanmaya devam edileceği umudu tekrar aşılanacaktır. Bu taktik, yavaş yavaş ve fark ettirmeden tabanı sisteme entegre etmektir. PKK’nin bu noktada başarılı olduğu inkâr edilemez. PKK, misyonu gereği bunu bilinçli yapıyor ve bu taktik ‘Türkiyelileşme’ anlayışlarıyla/amaçlarıyla da örtüşmektedir.

    Anlaşılır olmayan PKK dışında kalan hareketlerin de aynı heyecanla seçime/meclise sarılmasıdır.

    12 Haziran Seçimleri’nin diğer seçimlerden farklı bir özelliği var. Bu seçim, merkez/büyük sistemden uzaklaşan/özerkleşen alt sistemleri tekrar merkeze çekme seçimidir. Egemenlerin neden olduğu ve kimi zaman bilinçli bir şekilde sağladığı toplumsal gerginliği bir süreliğine de olsa giderme seçimidir 12 Haziran.

    Üç “farklı’ sendika başkanının sistemin üç ayrı partisinden aday olması,

    Türkeş’in mirasçılarından birinin MHP, diğerininse AKP’den aday olması,

    M. Haberal, M. Balbay ve S. Aygün ile Sezgin Tanrıkulu’nun aynı çatıda buluşturulması,

    Partilerin aday belirlemede diğer partilere göre seçim yapması,

    Şerafettin Elçi, Altan Tan gibi farklı Kürd politikacıları ile sosyalist olduğunu iddia eden bazı grupların BDP çatısında buluşturulmaları ve var olan daha başka göstergeler, Seçimin, alt sistemlerin üst sistemi/devleti aklama, meşrulaştırma ve kendisini yeniden üretmesine olanak sağlama amacı taşıdığını yeteri kadar gösteriyor.

    Bu durum, birileri görmek istemese de, sistemin tepesinde ciddi bir uzlaşmanın olduğunu gösteriyor. Devletin tepesinde sağlanan uzlaşmada, TC’nin bir üst sistemi olan (ABD ve müttefikleri) güçlerin rolü mutlaka vardır. Bu durum, çelişkilerine, çıkar çatışmalarına karşın sistemlerin gerektiğinde uzlaşabilmesinin doğal sonucudur…

    Genel olarak egemen meclise mesafeli durması gereken Kürdistanlı politik oluşumların, sistemin bir parçası ve aklayıcısı olmamak için önümüzdeki seçimlere özellikle dikkat etmesi gerekiyor. Meclise girme çabası, hem yerel sistem olarak PKK’nin hem bir üst sistem olarak devletin hem de en büyük sistem olarak da ABD ve müttefiklerinin ortak politikasının bir parçası olmaktır.

    Ulusal demokratik hakların savunucusu olmak ile sömürgecilerin meclisine girme çabası arasında ters orantı vardır. Kürdistan halkının ulusal demokratik mücadelesinden/haklarından yana olduğunu iddia eden kişi ve oluşumların büyük çoğunluğu meclise gitmeye sıcak bakmakla kalmıyor, gidebilmek için özel bir çaba sarf ediyor. Bunun en büyük nedeni politikada öncülük etmeye kalkışan insanların politik olmaktan ziyade politikacı olmasıdır. Türkiye koşullarında politikacı olmada nihai amaç ise milletvekili olmaktır.

    Hem bireysel hem de kurumsal olarak, meclise girme olanağı olup buna hayır diyebilecek kimse var mı?

    Ne yazık ki bu soruya tereddütsüz evet diyemeyiz. Politikacılarımızda böyle bir zaaf, böyle bir meclis aşkı varken, ulusal taleplerin taşıyıcısı olduğunu iddia etmeleri hiç de inandırıcı olamaz.

    Bu durum, Kürdistan’da neden etkili bir muhalefetin bir türlü ortayaçıkmadığını da yeteri kadar gösteriyor.

    Sağlıklı Ulusal Demokratik bir muhalefetin ortaya çıkması, ‘Politikacıların, Kürdistan halkının Ulusal Kurtuluş Mücadelesi’nde politik bir güç olmasına fırsat vermeyecek yeni oluşumlarla/anlayışlarla’ olanaklı olur ancak. Bu ihtiyacı karşılamak ise, mevcut oluşumların ve bu oluşumları yöneten politikacıların aşılmasını gerektiriyor.

    Mücadele araçlarından biri olan meclis, amaç olmaktan çıkarılıp sadece ulusal taleplerin dillendirilmesine yarayan bir araç olarak görülür ve buna uygun davranılırsa, meclise girmek bir korku olmaktan çıkar o zaman.

    Meclise gidecek insanların başvurabileceği çok etkin yöntemler vardır. Bu yöntemler hem Meclisi aklamayacak hem Kürdistan halkının ulusal demokratik taleplerinin dünya kamuoyuna uygun şekilde duyurulmasını sağlayacak hem de kişisel hesap yapan politikacıların önü kesilecektir…

    Örneğin, Kürdler adına seçilen vekiller, ‘Milletvekili yemini’ni gerekçe göstererek seçildikleri halde meclise girmeyi ret edebilirler. Irkçı, tekçi ve kişiliği zedeleyici olan bu yemini ret etmek, hem devlete, ‘tekçi yapınız değişmediği sürece birlikte olmamızın koşulu yoktur’ kararlılığı gösterilecek hem de dünya kamuoyuna, ‘bu meclis sadece Türklüğe hitap ediyor, kendi kimliğimizle yer alabilmemizin koşulu yoktur’ mesajı verilecektir. Bu tavrın devamında Diyarbakır’da oluşturulacak bir yerel mecliste toplanacak olan Kürd vekiller, kısa sürede uluslararası politik güçlerin muhatap alacağı haklı bir konum elde etmiş olurlar. Ve bu yeni konumlarıyla devlet ile Kürd/Kürdistan sorununu görüşmeye başladıklarındaçok daha güçlü argümanlara sahip olurlar. Bu noktada devletin de yapabileceği fazla bir şey yoktur ve adım atmak zorunda kalacaktır…

    Başka bir yol ise, Kürdler adına meclise girecek vekiller, vekil olmaktan kaynaklanan tüm ayrıcalıkları ret ederler ve maaş almazlar. Bu vekillerin meclis mesaisi, Kürd/Kürdistan sorunuyla ilgili oturumlara katılmakla sınırlı olacaktır. Bu durum, mecliste bulunma nedeninin sadece Kürdistan halkının talepleri olduğunu göstereceği için bu sorunun sürekli gündemde kalmasını sağlayacak. Vekil olmaktan kaynaklı avantajlardan/ayrıcalıklardan yararlanma koşulu ortadan kalkacak olan fırsatçı politikacılar da ayıklanacak ve sadece samimi/dürüst/duyarlı politik insanlar vekil olarak kalacaktır…

    Kürdler adına meclise girilecekse, meclis bir araç olarak kullanılmalı ve bu iki yöntem veya benzer diğer yöntemler hayata geçirilmeli. Aksi bir tutumla meclise gidenler, halkın duyguları kullanılarak kişisel beklentilerin giderilmesi ve ulusal demokratik hakların pazarlanması dışında bir şey yaptığını iddia etseler de inandırıcı olamazlar. Ayrıca bu kişi ve kurumlar, sistemin bir alt sistemi olduklarını da belgelemiş olurlar. Sistemlerin parçası olmakla değil, sistemlere karşı çıkılarak özgürlükler elde edilebilir ancak.
    Görüldüğü gibi sorun sadece PKK’nin yanlış politikaları değil, Kürdistanlı politik oluşumların genel olarak sistemlerin etkisinden kurtulamamaları ve özgün bir düşünce ve örgütlenme geliştirememeleridir.

    Ne körü körüne PKK politikalarını savunmakla ne de PKK’yi eleştirirken onunla aynı yolu izlemekle Ulusal Demokratik Haklar elde edilebilir…

    Berzan BOTÎ

    15.04.2011

    http://www.nasname.com/a/kurdlerde-meclis-aski-ve-barindirdigi-riskler

  8. CHP tabanında bunlar da var, çok farklı düşünenler de var. Neden otomatikman hepsini aynı kefeye koyuyorsun arkadaş. Şimdi ben de kalkıp Leyla Zana’yı işaret ederek işte HDP tabanı budur desem doğru olur mu?

  9. devrim karasansar

    matematik esnetilemez

    hdp’nin oyu %9.6
    haziran hareketinin oyu %0.4
    hdp+haziran hareketinin toplam oyu : %10
    baraj: %10

    baraj patlarsa haziran hareketindeki “solcular” HDP’ye hucum edecektir.

    ama hazıran hareketı bugün hdp ıle ıttıfak yapmıyor.
    hdp %9.9 oy alırsa hazıran hareketı ne yorum yapacak?
    ulusacı hazirancılar (ki bunlar haziran hareketi içinde çoğunluktadırlar) HDP’yi pişkince CHP’nin oylarını bölmekle suçlayacaklardır!

    nedır sımdı bu?
    dar grupculuk mu?
    ulusalakcılık mı?
    yoksa objektıf ajanlık mı?

    dıger yandan hdp %6-7 de kalırsa
    ımralı/tc ıttıfakı akıllara gelecektir
    hdp barajı aşamayacağını bildiği halde neden seçime parti olarak girip akp ye 30 vekil armağan ederek akp yi güçlendirmiştir diye mutlaka sorulacaktır.

    solun legal bır partıyı meclıse sokamaması buyuk eksıklık.
    bunca entelektuele bunca kayba ragmen neden burjuva meclıse sızamıyor kurtlerle ıttıfak yapamıyoruz?
    dıger yandan tek kurtulus sokaklarda ıse neden sokaklarda degılız?

    not: beledıye secımlerını hatırlayın hdp ıstanbul ve ankara da chp ye kaybettırmıs akp ye kazandırmıstı.
    oysa yonetımı gerıcı olan chp sadece secımde akp yı gerıletmek ıcın hdp ıle ıttıfak yapsaydı ankara ve ıstanbul beledıyelerını alabılırdı. ıkı buyuk kentı kaybeden akp karızmayı cızecek bu durum cumhurbaskanlıgı secımlerını de etkıleyecektı.
    hadı chp gecmısın ıntıkamını alıyor pekı hazırancıların derdı ne?
    işin açıkçası Haziran Hareketi’nin ağababalarının gönlü ve gözü CHP’dedir.bunu bu hareketi örgütleyenlerden biri ile yaptıgım sırrı süreyya önder i savunma kavgamdan ıyı bılırım.

  10. Emep in Ihsan Caralan i buyurmuski, HDP ye destek vermemek CHP ye yada ulusalcilaradestek vermek anlamina gelir. Dediginin Dogru olmadigini Caralan da bilir. Buna ragmen böyle bir söylem in ne anlama geldigi, HDP ye destek vermiyen solu dolayli olarak Kandilden tehdit etmee varap bir ucuz tehdit oldugu acik degilmidir. En özgürlükcü Zileli bu kirli Politik söylemlere iki laf etmezmi???Caralani böyle konusmaya cüretlendiren kendi anlayislari oldugunu görmezmi. Tüm solun Ocalan in dogal önderliginde birlesmesinden baska hic bir anlam tasimayan bu naif ortayolculugun Politik sonuclari daha simdiden , HDP yi desteklemeyen fasist ulusalcidir söylemine destk olarak belirmiyormu. Demirtas inverilen rolü oynayan bir oyuncudan baska birsey olmadigini yillarin kurdu zileli bilmez olurmu??

  11. Dolmabahce aciklamasi önemli degilmis mis. Insan HDP ye ve Öcalan politikalarina yakayi böyle kaptirir ve yalan söylemeye baslar. Sonu Emep ve Mlkp nin geldigi yerdir…Dolmabahce aciklamasi önemli degilmis. peki ne önemli????

  12. devrim karasansar’a;

    BHH yapması gerken çağrıyı Chp-Hdp-Bhh bütün sol muhalefeti birleştirme çağrısını yaptı ama bu çağrıyı bu tekel partiler umursamadı. Bu partilerin tek yaptığı, BHH’nin desteğini alıp buna karşılıkta BHH’ye milletvekili kontenjanı açma teklifi oldu.

    BHH içinde Chp’ye sempati duyanlar olması bir yana Chp’li milletvekilleri bile var.Ama bütün bunlara rağmen BHH’nin “gönlü ve gözü chp’de” değildir.BHH ‘nin anahattı Akp rejimine karşı en geniş toplumsal muhalefet cephesini açmaktır.Bu hattın içinde ana muhalefet olan Chp elbette olacak, hdp de olmalı, ancak hdp akp rejimiyle uzlaşma – uzlaşamama arasında gidip geliyor. Son Dolmabahçe açıklaması da , Akp’yi seçimler yaklaşırken kurtarmaya yönelik bir hareket…

    BHH henüz emekleme aşamasında, bu haliyle parlementerist bir siyaset gütmesi , bu tür politik hesaplar içinde bulunması , harekete pek bir şey kazandırmaz, hatta kaybettirebilir de.

    Bir de parlementoda niye sol yok , meclise sızıp kürtlerle niye ittifak yapamıyoruz , diye sormuşsunuz.İyi hoş da , geçmişte, Hdp/Bdp çatısı altında meclise giren sol/sosyalist mvekilleri oldu, Ufuk Uras, Levent Tüzel, Ertuğrul Kürkçü, S.S. Önder aklıma gelenler.Sonuç? bu mv leri sol/sosyalizm, sınıf mücadelesi vs hakkında ne yaptılar? Ben pek bir şey göremedim de….

    Neden sokaklarda değiliz sorusu ise pek anlamlı değil, sokaklardayız, üstelik hdp ile de beraber yanyana eylemler de yapıldı, Laik eğitim ve İç güvenlik yasasını protesto etmek amacıyla eylemler yapıldı. Gerçi hdp’li arkadaşlar laiklik vurgusundan vazgeçip ,”laik ve anadilde eğitim ” eylemine dönüştürdüler hatta , hdp ‘nin güçlü olduğu illerde “laiklik” vurgusu hiç yapılmadı bile…

    Sonuç olarak, BHH Hdp ile köprüleri atmış değildir, hdp’yle karşı karşıya da gelmiş değildir, Hdp , baraja rağmen tek başına seçime parti olarak girme kararı almıştır, baraj altında kalırsa bunun sorumluluğu da kendine aittir, BHH ile ortak bir karar alınmamıştır ki, bunun sorumluluğu BHH’ne yüklensin.Kaldı ki, BHH Chp ye ya da başka bir partiye açık destek vereceğini de söylememiştir, BHH olarak ta bağımsız aday da çıkarmamaktadır, kanımca , BHH içerisindeki pek çok kişi de Hdp’nin barajın altında kalmasını istemeyeceği için oyunu Hdp ‘den yana kullanacaktır..

  13. benim böyle hile hurdalara aklım ermez. Ben söylenene bakarım.

  14. Mülayim Sert

    Sandığın karşısına “sokak” koydukça neden sandığın bu kadar ilgi görmeye başladığını anlayamayız. Sokak ile olsaydı Gezi’de bu hükümet devrilirdi. Bundan daha büyük bir sokak hareketi öyle kolay kolay oluşmaz, ileride ’68 efsanesine benzer şekilde belki 10 yılda bir, belki bir nesile bir kez nasip olacak bir şeydi o.

    Gezi’de ne eksikti, neden devrim olmadı veya en azından hükümet değişmedi.

    1) AKP’li kimse yoktu. Gezi parkında anketler yapılmıştı, gelenlerin %1-2’si sadece AKP’liydi. MHP’lilerin tek tük katılımı ve HDP’nin yarım katılımı ile tam anlamıyla TR’nin %30’unun en üst düzey militan katılımını temsil ediyordu Gezi. Bu güç yetmiyor. O AKP saflarını yarmak gerekiyor. 2 de bununla bağlantılı.

    2) Gezi’nin kimsenin vurguladığını görmediğim en büyük zaafı sokaktaki militan kesim dahil olmak üzere, insanların gündüz işe gidip gelip akşam polisle çatışmasıydı. Hatta patronu ile gelenler oluyordu! Yani sisteme ekonomik yönden darbe işyerlerinde vurulmuyor, salt müşterek kentsel mekanların korunması ile sınırlı kalıyordu. Dolayısıyla burjuvazinin AKP beslemesi kesimi dışındaki kesimi Gezi’ye nötr ile sempatik arasında bakabiliyordu. Sistem, bir miktar caddenin otomobil trafiğine kapanması, birkaç siyasi gaf nedeniyle özellikle hedef haline gelen işletmenin tarumar edilmesi, belli bir turist kaybı vb. önemsiz kalemler haricinde tıkır tıkır işlemeye devam ediyordu. Dolayısıyla burjuvaziden hükümete yönelik bir “çabuk çöz şu problemi para kaybediyoruz ne taviz vereceksen ver ya da çek git” baskısı oluşmadı.

    Bu iki zaafı onaracak birşeyler yapmadığımız sürece kuru sokak çağrısı sandığın alternatifi haline gelmeyecek. Şu an AKP karşıtı ilerici kitlelerin ruh hali açıkça sokağı dibine kadar denedik olmadı şeklinde. Haliyle bari sandığı zorlayalım da bunun bir sonucu.

  15. Mülayim Sert

    Daha da açık söyleyeyim, işyerlerini denememiz gerekiyor. İşyerlerinde bir şeyler yapınca AKP seçmenini yanınızda bulabiliyorsunuz. Tek tük ne kadar ufak olsa da grevlere vs. bakın. Türbanlı, takkeli insanları grev önlüğü ile görebilirsiniz. Veya Soma’ya bakın. İsyan halinde bir kent, yarısı AKP’li onların. Buralardan iğneyi alın elinize kazmaya başlayın. Bunu yaptıkça sokak da sandık da gelecek arkasından.

  16. Mülayim Sert

    Bu yapılmadıkça yani tek sayısal olarak ezici üstünlüğümüz olan işçi sınıfı vs. burjuvazi hattına gelemediğimiz sürece RTE-AKP her zaman avantajı koruyacak. Kürtler’e karşı Türkler’i, Aleviler’e karşı Sünni’leri, LGBT’lere karşı “düz”leri, laiklere karşı mütedeyyinleri temsil edecek. Hepsinde çoğunluğu temsil edecek. Bir tek kadın meselesinde %50 %50 dağılım var. Yani kadın mücadelesi ile dişe diş gideriz, fakat ancak sınıf mücadelesi ile avantaj elde ederiz. Diğer mücadelelerde kimliğe hapsolduğumuz sürece ancak defans yaparız. Gezi de en agresif defanstı.

  17. Doğru sokak alternatif değil. Çok doğru…

    Sandık da 12 yıldır çok iyi çözümler üretiyor gerçekten, bu sandıktan ha bire AKP çıkıyor. Ne kadar işe yarıyormuş bu sandık…Çok iyi bir alternatif gerçekten, ürettiği çözümlerden bunu anlıyoruz.:) Çözüm olarak AKP ve benzerlerini görürsek tabii sandığın çok iyi bir çözüm ve alternatifsiz olduğunu düşünebiliriz. Zaten AKP de benzer şeyleri söylüyor. Sandık da sandık diyor AKP.

    İkisini toparlarsak gerçekte görünen şudur: Türkiye çözüm üretebilmekten uzaktır. Sandıkta da sokakta da çözüm üretecek yeterli bir güç ve bilinç yoktur. Epey uzun bir sürede böyle gidecek gibi görünüyor.

  18. Devlet, derin devlet ve darbe

    “Derin devlet” ifadesi Latin Amerika’da, Yunanistan’da, bir de bizde var. Bildiğim kadarıyla başka ülkelerin siyasî söyleminde böyle bir ifade yok. İhtiyaç duyulmamış.

    Niye duyulmamış? Bizim “derin devlet” dediğimiz yapının kendisi mi yok dünyanın geri kalanında? Olmayan bir şeye isim takmak gerekmediği için mi ihtiyaç duyulmamış?

    Hayır, öyle değil? Devletin gizli kolları, yasal yollarla yapılamayan işleri yapmak için yaratılmış kurumları, “iç güvenlik” tehditlerini çaktırmadan ortadan kaldırmayı görev edinmiş silahlı “büroları” her yerde var.

    Doğu Avrupa ülkelerinde, Ortadoğu’da, egemen sınıfın istikrarsız ve kendine güvensiz olduğu ülkelerde zaten var, ama İngiltere, Fransa gibi “hukuk devletleri”nde de var.

    İngiltere’de 1960’larda İrlanda sorununu çözmeye yeltenen İşçi Partili Başbakan Harold Wilson’u devirmek için gizli servisin darbe planları yaptığı biliniyor örneğin. (Düşünün, Wilson alt tarafı Tony Blair’den azıcık daha radikal bir Başbakan’dı!)

    Fransa’da, Cezayir’deki kurtuluş mücadelesine verilen destek özellikle aydınlar arasında büyüdükçe, gizli devlet örgütlerinin yaptıkları biliniyor.

    İngiltere’nin sömürge İrlanda’yla, Fransa’nın sömürge Cezayir’le ilişkileri “devlet meselesi” olarak görülüyor, gelip geçici hükümetlerin bu meselelere el atması devlet aygıtı tarafından hoş karşılanmıyordu.

    Ama İngiltere ve Fransa’da “derin” denmiyor, çünkü biri derin, biri de sığ olmak üzere iki ayrı devlet olmadığı, sadece tek bir devlet olduğu biliniyor.

    Türkiye’de (ve dünyanın bütün ülkelerinde) de durum aynı.

    Deriniyle sığıyla tek bir devlet var.

    Ve bu devlet başka bir şey, hükümet başka.

    Devlet aygıtı kalıcıdır, değişmez, seçilmemiştir. Albay ve generallerden hakimlere, emniyet müdürlerinden valilere, kaymakamlardan rektörlere, müsteşarlardan büyükelçilere, aynı ideolojik eğitimi görmüş, aynı “yüce devlet” anlayışıyla yoğurulmuş dev bir kadrodan oluşur. Personel değişir, ama yapı değişmez.

    Bu devlet aygıtı, gerekli gördüğünde, “devletin âli çıkarları” için, “devletin bekası” için hükümetlerden habersiz işler yapar, hükümetlere müdahale eder.

    Bu yapının en üstünden birkaç önemli ismin değiştirilmesi, örneğin MİT’in başına Hakan Fidan’ın getirilmesi, HSYK’nın başkanlığına Rezalettin Asarkeser’in atanması hiçbir şeyi değiştirmez.

    AK Parti artık devleti kontrol ettiğini sanıyor galiba. Sanıyorsa yanılıyor.

    Başka herkes AK Parti’nin devletleştiğini sanıyor. Yanılıyorlar.

    AK Parti belki de devleti kontrol etmediğini biliyor, ama Ergenekoncuları, Balyozcuları salıvererek devletle bir anlaşmaya vardığını sanıyor. Öyleyse, yine yanılıyor. AK Parti devletle barışabilir, ama Kemalist devlet aygıtı AK Parti ile hiçbir koşulda barışmaz.

    Bu nedenledir ki, darbe tehlikesi hiçbir zaman gündemden düşmüş değildir, olamaz.

    Ve bu nedenledir ki, AK Parti’ye karşı mücadelede darbeciler, Silivriciler, Cumhuriyet mitingcileri, CHP gibileri hiçbir zaman müttefiğimiz değildir, olamaz.

    Roni Margulies

  19. Roni, DSEP’in çöken paradigmasını ayağa kaldırma gayreti içinde.

  20. AKP hükümeti gerçekte hiç de CHP kuyrukçularının iddia ettiği gibi “her şeye hâkim” olmuş değildir. Tam tersine arkasındaki yerel ve uluslararası sermaye desteğinin azaldığını, böylece altının gittikçe boşaldığını hissettikçe paniğe kapılmakta, öfkelenmekle ve hırçınlaşmaktadır. Aynı zamanda efendilerini memnun ederek, onların kendilerini bir süre daha “deliğe süpürmemeleri” için işçilere, emekçi yığınlara, ezilen halklara karşı en gözü kara saldırıları, en halk düşmanı tutum ve söylemleri göze alır hale gelmektedir. Çünkü o çok iyi bilmektedir ki tekelci sermaye çevrelerinin ve emperyalist merkezlerin desteğini tamamen yitirdiği noktada, ne kadar oy alırsa alsın bir gün dahi hükümette kalamayacaktır. Her şeyden önce çok çeşitli menfaat çevrelerinin bir toplamı görünümündeki parti (içinden çıktığı Milli Görüş gibi) kendi içinden parçalanıp dağılma tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktır. MİT krizinde olduğu gibi şimdiden bu parçalanmanın ilk belirtileri en gürültülü biçimde ortaya çıkmaya başlamıştır. Tam da bu yüzden AKP önümüzdeki ilk önemli ekonomik ve/veya siyasî bunalımda kendinden önceki hükümet partileri gibi sıfırı tüketerek yok olup gitmemenin yollarını aramaktadır; elbette en az önceki hükümet partilerinin benzer arayışları kadar umutsuz bir çabadır bu. Zira tekelci kapitalistlerin egemenliğinde kontrol onlardadır, onların gelip geçici hükümetlerinde değil. Ve sermayenin çıkarları gerektiğinde harcanmayacak hiçbir sermaye hükümeti olamaz.
    http://www.sorunpolemik.com/SP/485/odp_ve_tkp_misyonlarini_yeniden_belirliyor_burjuva_politikasinda_copcatanlik/

  21. Amaç ne? AKP yerine başka bir partinin hükümet olması ya da Erdoğan’sız veya Davutoğlu’suz bir AKP ise, bu sistemi değiştirmez. Gezi türü hareketler ise bunun seçimlerle bir ilgisi yok.

  22. Iddia ediyorum, Demirtasin Cumhurbaskanligi secimi, vesikesiyle Halk Cephesine, yapilan saldiri, bir duzen operasyonudur, APO denen itirafci ile Kurt Hareketinin silahli gucleri tasfiye edilmekle kalinmiyor, APO ve mit gorusmelerinden dogan, tum solu APO nun dogal onderliginde toplayip sisteme entegre edilmesini ön görüyorlar, Boyle bir durumda, karsida Perincegin Vatan partisi var diye dogruyu soyleyeni ulusalci diye yaftalayan, hainin tekidir… Mesle aktuel AKP tehdidini durdurmak falan degildir, mesele ideolojik beyinlerinizi kaptirmamaktir. HDP Demirtas sovalir bundan ibarettir, . : Ne yazikki Egemenler sizleri Dogru durus bi Adam degil, bir yari feodal agayi yaglayip yikarak, ve ustelik size hic saygi gostermeden, 8 bu anlasiliyor bunlar apoy ya uyarlar uymayani demirtasla baglariz olmadi sirri abe veriris) herkese oy verilir, hdp ye asla iste bu yuzden sirf bu yuzden, anla artik onu zileli, nasil mesele gezi de agaclar degilse, bhh 80 meclisinde sakin ha hdp ye kaymiyalim tavri budur, yoksa oyle kurt dusmanligi falan degil, anla artik, yoksa sen coktan anladinda rolunumu oynuyorsun……varsin akp yuzde 70 alsin…….

  23. Sokak mı? Sandık mı? Sınıf Mücadelesi mi?

    Bu soruların cevabı bana kalırsa 31 Mayıs 2013 tarihi itibariyle değişmiştir.Bundan önce sosyalistler, sınıf mücadelesi eksenli siyaset yapar, Kemalistler ve Aleviler de , (Cumhuriyet Mitinglerini saymazsak) sandığı zorlarlardı.

    2002’den bu yana , Akp hiç seçim kaybetmedi, sandıktan umudu kesilen kitleler, gittikçe otoriterleşen ve saldırganlaşan iktidara karşı sokağa çıktılar.Yani zaten sandık tükendiği için sokak ortaya çıktı.Sokağın yenilgisi ise örgütsüz ve spontane olmasından kaynaklanmıştır.

    Sınıf mücadelesine gelince, kapitalizm şartlarında her daim, bu mücadele devam ettirilmelidir, ancak, Akp rejimi, İslami Faşizm’e evrilirken , Seküler burjuvayla da hatta emperyalist güçlerle bile yanyana gelinebilir.”Kimlik” siyaseti kısa vadede tamamen rededilemez , Sekülerizm vurgusu özellikle yapılmalı, Akp’nin Yeni Türkiye’sinin istenmeyen unsurları sekülerler ve alevilerdir. Gezi direnişi de temelde kimlik ve hayat tarzı savunmasıdır zaten…

    Akp’lilerin ya da Mhp’lilerin muhalefete kazandırılması konusu ise, şu şartlar altında çok zor. Böyle bir şeyin olabilmesinin tek olasılığı , Yunanistan’daki gibi büyük bir ekonomik kriz sonucu , ülkeyi yönetemeyen , itibar kaybeden bir sağ ile olur.Kanımca böyle bir durumda bile, ikinci güçlü sağ parti güç kazanır, sol yine sağdan çok fazla seçmen kazanamaz.

    Aslında, Türkiye’de siyasal bölünme, zaten kimlik üzerine, bu nedenle de yıllardır değişim göstermiyor, Sol-Sağ dengesi 1’e 2 olarak yıllardır değişmemiştir.Kaldı ki, Akp iktidarına hiç bir sağ partiye olmayan bağlılık söz konusu, 30 mart seçimleri bunu yeterince gösterdi.Bu kültürel bağlılık o kadar güçlüdür ki, Soma ‘da bile Rte %47 ‘ler civarında oy alabilmiştir, her şeye rağmen….

    Şu aşamada toplumun 2/3 ‘ünden bir beklenti içinde olmak zaman kaybı, hedef kitle olan 1/3’ü örgütlemek ve sıkı tutmak gerekli, bu bile fazlasıyla yeterlidir, bu bile iktidarın pervasızlığına dur der, defansif değil, ofansif muhalefeti sağlamaya yeter, etkin ve örgütlü bir kitleye karşı hiç bir iktidar başarı sağlayamaz, Bunun en güzel örneği %7’lerdeki KÖH’ün iktidarı masaya oturtması, ve pazarlık gücüdür.

  24. ben soylenenee bakarim????? bende karl marxim hadi bak soyledigime:)

  25. Bu önemli iste bundan kurtulmaliyiz, Hemde cok sert bir sekilde kurtulmaliyiz, bana ne ne olmus ben soylenene bakarim8 Ulan zaten soyleneni aktardik) ona bakmam buna bakmam, ben her istedigimi carpitirim, , secimde ahlak sorunumuz yok, TURKIYE SOLUNDA AHLAK SORUNUMUZ VAR. Soylenenee bakarsan sana Emep ve HDP ve Ocalan adina soylenmis o Kadar sey yazarim ki, o zamanda, diyeceksinki, o soylemlere bakmam buna bakarim… Aynaya namusluca bakabiliyormusun Zileli???

  26. ihanetten suc ustu yakalanmis adamin onurunu kurtarmak icin tek sansi vardir, herkesi ihanete bulastirmak, herkes hain ise hic kimse hain degildir‏. Apo HDp dizgesi bundan ibarettir

    son soz‏

  27. ihanetten suc ustu yakalanmis adamin onurunu kurtarmak icin tek sansi vardir, herkesi ihanete bulastirmak, herkes hain ise hic kimse hain degildir… Apo HDp turkiye solu olayi budur, Ihanet ettiklerinin hepsi yaninda ise , sana hain diyecek adam kalmaz.

    Direnecegiz. Biz AKP ye degil MIt iyle Aposuyla Duzene direne direnecegiz, Hatta biz en ok Zileli gibilerine tum teorik donanimsizligimiz ama prtik deneyimimizle direnecegiz. HDP haric hersey iyidir………

  28. Robespierre’in yeğeni, devrimciliğe gerek yok, burada büyük güçlere yönelik siyaset yapılıyor, anlamadın mı?

  29. gun Zileli nin Ultra özgürlükcu oprtunist pragmatizmine nedense anarsizmi hep anti leninist uzerinden anti devrimciligi anarsist(anarsistler itiraz etmiyorsa bize lafmi duser) kadinlar gununde Ulrike Meinhof u anmak , Uygun bir yerde biriktirdigim tum balgami yuzune tukurmek isterim….
    gercekten sormak istiyorum, turkiye anarsizmi bumu, bu adamin yuune tukurmek isteyen turkiyeli bir anarsist yokmu, hadi ben leninistim…

  30. son uc yazinda yazdiklarin, yaptigin seylerin ne anlama geldiggini bilmene ragmen bilincli devam etmen, hic bir ozelestri yahu ben ne diyorum, diyememen, naif ligine verilemez…yaptiklari asla ve asla affetmeyecegim zileli sen veysiyi bile gectin onunki ayyuka cikti sen basladin, bence devam et cunki geriye dondugunde beni bulacaksin, seni, aci cekmis iskence gormus tum Anadolu mezoptamya insanlarinin en Uyanik kkesimlerini kandirmkata yeteneksizlesmis adamlarinin ve kadinlarinin imdadina, bilincli bir sekile kosan insan olarak, anacak ve animsatacagim, anarsist liberaller bile suratina tukurecek….

  31. Adam ihanete Boyle gider Zileli , tum taktiklere kufrederken, en buyuk taktikci olursun, gunahkar zaten gunahkar ama bizim niyet baska buyuk felaketleri engellemek dersin, , isin bitmistir, felaketle gunahkarin ortagi ayni seydir, ve hele kibrin, ki eski sin bok yedim demeye el vermezse, yedigin boku savunmaya baslarsin, ve APO seni cozer, APO ve mit akli seni hepten cozer, ordasin artik….

  32. kendine anarsist diyen bir Adam, hizla pratik Politik olarak, ve blinlcli bir sekilde eger Apo hainse lutfen devam etsin diyen tslmtrt ile ayni tartisma platformunda karsit bile olarak dusuyorsa, sorun ciddidir…

  33. Bir topluluğun iktidarda olması çoğunluk olmalarının ve aralarındaki birliğin sağladığı güçten, karşıtlarının muhalefette olması ise azınlık olmalarının ve bölünmüşlüklerinin neden olduğu güçsüzlükten kaynaklanır. Bunu anlamadığımız sürece akıntıya kürek çekeriz.

  34. devrim karasansar

    Iconoclast dost;

    isminin anlamı tabu kıran ama düşünce ufkun hdp ile sınırlı.
    “neden meclise sızmıyoruz ? ‘ soruma ufuk uras,sırrı süreyya önder ağabeylerden örnek vererek cevap veriyor, girdik de ne oldu ? diyorsun.
    ben radikal solun bağımsız bir parti yaratamamasını kasdetmiştim.
    radikal sol kobane de neden bağımsız bir tabur kuramadı?
    bhh’ ye yeni bir oluşum dıyorsun, ama “solu birleştirme çagrısı yaptık kımse kabul etmedı ” lafı yenı bır yapının mutevazılıgıne ters degıl mı? bhh oyu hassas dengelerı degıstırebılecek bır pozısyonda ıse naza ne gerek var?
    hdp-akp kavgalı flortunun sagır sultan bile farkında. buna ragmen hdp barajı aşarsa akp ye karsı elı kuvvetlenecek.en cok kandıl ın elı guclenecek. kar zarar hesabı yaparak (madem akp karsıtısınız) hdp yi desteklemenız hdp yı daha sola ıtmeyecek mıdır?
    ustelık sıze ılkelerınızden tavız verın demıyorum.
    bu stratejk bır yaklasımdır.
    bence temelde tek kurtulus sokaklardadır.
    neden sokaklarda degılız? derken kasdettıgım tamda senın ıfade ettıgın gıbı bhh nın laık egıtım eylemıydı.
    koklerı musluman kaportalı sermaye kesımı karsıtı ıttıhatcılara dayanan zıhnıyetın ıcı bos laık egıtım vurgusu ıcın sokallara cıkması da, hdp nın gelıp laık egıtım yerıne anadıl vurgusu yapması da cozum degıl.
    radıkal sol anadılde egıtımı de ıster laık egıtım de ıster ama bu ıkı yaklasımı paralı parasız kapıtalıst egıtıme hayır sloganı altında toplar.
    boyle bır yaklasımı savunanalar sokaklarda yoktur, varsa da seslerı cılızdır.
    ben bhh den bır cok ınsaın hdp ye oy verecegını bılıyorum.
    kızdıgım bunun farkında olan ulusalcı bhh cılerın cıkıp delıkanlı gıbı “secımde hdp ye oy verelım dostlar” dıyememesı. sorun dıl zıhnıyet sorunu , bhh nın beyın takımının dılı bunu demeye varmıyor.

  35. ​HDP Ve Nurculuk!

    Sömürgeci sistemin iç hesaplaşması dönem dönem kızışsa da, Kürdlerin devletleşme hakkı söz konusu olduğunda tüm çelişkiler bir yana bırakılır ve sistemin tüm aykırı bileşenleri ortak bir refleksle Kürdlere karşı birleşir.

    Sistemn iki güçlü kanadı ve temel direkleri olan Türk-İslam ve Kemalizm, İslamı araçsallaştırarak/afyonlaştırarak ve Sosyalizmi soysuzlaştırarak/nasyonalleştirerek sömürgeci sistemi ayakta tutmaya çalışıyorlar. Sistem, Ümmetçilik ve enternasyonalizm adı altında Kürdleri ulusal mücadeleden uzaklaştırırken, bu karşıt düşüncelerin birliğini sistemin içinde gerçekleştirir. Tabanda Laik-Şeriatçı, sosyalist-faşist kavgası yaşanırken; tepede bu anlayışlar sistemin bütünlüğü ve devamı için mutlak bir uzalaşı ve işbirliği içindedirler. Sistemin ayakta kalması ve bekası, Kürdlerin devletleşmesini engellemeye bağlı olduğu için tüm farklılıklar sistemin tepesinde eritilerek sistemin hizmetine sokulur.

    Sömürgeci sistem, gelişen Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesinin önünü kesmek için bir alt sistem olarak PKK/HDP’yi kurdu. Bir alt sistem olarak HDP, tıpkı üst sistem(devlet) gibi çok farklı kesimleri bünyesinde toplayama başladı. Tabandakilere tuhaf gelse de, sosyalist ve Şeriatçı, anarşist ve devletçi, LPGT ve muhafazakar, Soykırım mağdurları halklar ve soykırım savunucuları, ateist ve dindarı, feminist ve anti feminist, evlilik karşıtları ve dört eş savunucuları, doğa katliamcısı ve ekolojisti aynı anda HDP çatısı altında bir araya gelebiliyorlar/getirilebiliyorlar. Bu kadar karşıtı bir araya getiren ortak nokta, Kürdlerin olası devletleşmesinin önüne geçmektir.

    Görünüşte, ideolojik olarak, Ertuğrul Kürkçü ile Altan Tan ve HDP ile Nurculuk arasında hiçbir bağ kurulamaz; ama derin ilişkilere ve işin özüne bakınca devletin/sistemin bekası için bu karşıtlar sorunsuz bir şekilde birlikte hareket edebiliyorlar…

    Kürkçü ile Tan arasındaki karşıtlık diğer tüm bileşenler arasında da vardır ve hepsini ortaklaştıran tek nokta “Kürd anasını/devletini görmesin” derin düşüncesidir.

    Sistem, Kemalizm vasıtasıyla Atatürk ile Ali’nin posterlerini aynı karede buluşturuyordu; Türk-İslam vasıtasıyla da Osmanlı ile Saidi Nursi’yi bir karede buluşturuyordu. Sömürgeci sistemin bir alt sistemi olan HDP, üst sistemden daha cüretkar davranarak tüm farklılıkları(!) bir kardede buluşturmaya çalışıyor. HDP, Atatürk-Ali ve Saidi Nursi’yi aynı kareye yerleştirerek Türk(iyeli)leşme amacını gerçekleştirmeye çalışıyor.

    Altan Tan’ın bugün gazetesine verdiği açıklamada “Ben de Said Nursi gibi düşünüyorum. Ulus devlet düşünmüyorum. Ortadoğu’daki bütün halkların birlikte yaşayabilecekleri bir eyalet sistemini savunuyorum. Kürtler de bu eyaletlerden biridir.” demesi, hem HDP’nin misyonunu çok iyi açıklıyor hem de tüm karşıtların hangi amaçla HDP içinde bir araya getirilmeye çalışıldığını…

    Ortaçağ barbarlığının hüküm sürdüğü Ortadoğu’da devetsiz bir yaşamın ‘tecavüz-katliam-barbarlık ve sürgün’ olduğunu IŞİD çeteleri çok net olarak bir kez daha ispatlamışken; “kanton” hikayesi Kürdlerin trajedisiyle sonuçlanmışken “ulus devlete karşıyım” demek akıl, hak, adalet ve ahlak ile açıklanamaz. Olsa olsa sistem hizmetkarlığı ile açıklanabilir.

    Hem “enternasyonalistlerin” hem de “Ümmetçilerin” farklı argümanlarla Kürdlerin devletleşmesine karşı çıkması; buna karşın egemen devletleri kutsamaları hiçbir ideoloji ve inançla açıklanamaz. Sadece sistemin ve yaratılan alt sistemin kirli projesiyle açıklanabilir.

    Tabanı, Laik-Şeriatçı, Alevi-Sünni ve sosyalist-faşist kavgasına tutuşturanlar Tepede bu karşıtları sistemin devamı adına uzlaştırıyorlar.

    Yaşananlar “filler tepişir çimenler ezilir” ve . “Atla katır tepişir, olan eşeğe olur.” Sözlerini hatırlatıyor.

    Çimen ve eşek olmak istemiyorsanız, hem sistemden hem de alt sistemden uzak duracaksınız. Aynı şekilde onurlu bir Kürd/Kürdistanlı olarak yaşamak istiyorsanız, yine bu bağlantılı iki sistemden uzak duracaksınız…

    Haber/Yorum

    08.03.2015

    http://www.nasname.com/a/hdp-ve-nurculuk

  36. BHH neden 80 meclisininin kararini kitlelere aciklayamiyor?

  37. devrim karasansar

    baraj aşılacak. aşılamaz ise akp oy çalmıştır. %9.5 da kalınırsa suçlu haziran hareketidir.

    http://demirden-kapilar.blogspot.com.tr/

  38. Gün bey, daha belediyede bir oyu çok gören ve hakaret ederek” chp ile akp suriye’de aynı sorumluluktadır” yalanını “baas çatırdarsa”,kürtlere fırsat doğabilir demekten çekinmeyen,lazkiye’yi alalım büyük kürdistan için dendikten sonra söyleyen hareketten olumlu tavır beklenemez.

    Bu kafa adam öldürür,öldürdüğünü suçlar. İşbirliği yapar,işbirlikçilikle suçlar. antiemperyalist değilsiniz diye laf atar, esad “silah verelim dedik, abd için reddettiler.” der.Bu insanlar aniden en büyük halk taraftarı olurlar. Gezi’ye küfrederler,gezi’ye gider apo resmi açarlar, apo aylar sonra iktidarı gezi’de ben kurtardım derler.

    Siyaset çıkara ve yalana dayanmıştır. Ve sizin önerdiğiniz bloğun çıkarı blok içinden bile aynı görülmemektedir.

    komik bir şekilde hdp artık düzen soludur. sol,ona bırakılmaktadır. sağ da başkanlık isteyen akp’ye. körler sağırlar birbirini ağırlar.

    sizin de mart’ta yediğiniz hakaretler gözünüzü açar sanmıştım ancak öğrenilmiş çaresizliği yaşıyorsunuz.

  39. “Bununla beraber halkın ulusal duyguları kullanılmış ve savaşa yön veren örgütlerin politikaları, bir Esadla ittifak yapmak, bir ABD, AKP ile uzlaşmak şeklinde gelişmiştir. Bu direnişin içine adım adım ABD ve diğer emperyalist güçlerin de dahil olması nedeniyle; savaş uçakları ile vurarak, silah vererek bu savaşın parçası olmaları nedeniyle bağımsız değildir. Sınıfsal bir niteliği yoktur. Ekonomik, politik, siyasi, kültürel, ideolojik olarak, eski toplumu değiştirip, yeni bir toplum kurma iddiası taşımamaktadır. Yani emperyalizme karşı bağımsızlık, Kapitalizme karşı Sosyalizm iddiası taşımamaktadır. Ki Kobanede de, Rojovav’da da savaşan ve yöneten örgütlerin böyle bir iddiaları yoktur. Sosyalizm kurma iddiaları yoktur. Bu nedenle bu direniş Marksizm-Leninizme göre ‘devrim’ olma özelliği taşımamaktadır.”

    https://www.facebook.com/grupyorum1985/posts/795939987156899

    bu kadar hijyenik suya sabuna dokunmayan bir açıklamaya bile dayanamadan saldıran kafayla blok olunmaz. Ancak biat edersiniz.

    işte bu yüzden iktidar ile hdp şimdilik iyi geçinmektedir. ikisi de biatçı gelenekten gelmektedir.

  40. Emperyalizm ile uyumlulasma:
    Bugün liberalizmi sosyalizmmiş gibi takdim edenlerin anlamadıkları budur: esas olarak burada ordunun hükmü yürümektedir. Ordu, esas olarak Ergenekon, Balyoz süreçlerinde kendi safralarını atmıştır. Denize “halk” üşüşmesin diye, belirli sol ya da sağ siyasi öznelere rol dağıtımı yapılmaktadır. Sahil kenarlarına seslenip duran bir solun ideolojik yönelimi bu gerçekle ilgilidir. İç kesimlere seslense bile, ancak tatil yapma imkânı olanlar saflara çağrılabilmektedir. Bu ülkede feminizm, sahilde erkeğe cazip gelen, daha çok sayıda çıplak kadın görmekle; anarşizmse suda deve güreşi yapıp dipten kum çıkartmakla ilgilidir. Bu ülkede sol-sosyalist kesimin CHP-fuatavni çizgisine yakınlaşması, yaşamak değil, hayatta kalabilmek içindir.
    Bugünün sorusu ise şudur: 2007’deki Dolmabahçe mutabakatı ile 28 Şubat 2015’teki açıklama arasında belirli bir rabıta var mı? İkincisini “İkinci Dolmabahçe mutabakatı” olarak nitelemek mümkün mü? Grup Yorum üzerinden kopartılan fırtınanın bununla (gene) ilgisi var mı?
    Fırtına, nedense Berkin Elvan için boykot eyleminin örgütlendiği, Yorum’un Van’da konser vereceği momentte kopartılıyor. Manidar mı?
    Geçen yaz Halkevciler, Gazi Mahallesi merkezli bir röportaj dizisi kaleme alıyorlar. Herkesle görüşüyorlar ama “mahallede görüşecek bir tek Cepheli bulamadık” diyorlar. Yapılan görüşmelerde ideolojik olarak öne çıkartılan husus ise şu: “Halk gece-gündüz her gün sokaklarda çatışmalar yaşanıyor olmasından rahatsız.” Demek ki Halkevleri, Okmeydanı, Gazi gibi yerlere yönelik kentsel dönüşümden pay almak, oradan tatil planları yapabilmek isteyenlere sesleniyor. Başka yerlerde yaptıkları gibi, belediyelerle, inşaat firmalarıyla vatandaş arasında kurulacak pazarlık masasında asli güç olmayı devrimcilik zannediyorlar. Bugün Halkevleri’nin HDP’ye destek çağrısı yapması tesadüf mü?
    Berkin Elvan boykotunda polis eylemcilere saldırıyor, internet âleminde devrimcilerin halka yakaran, “kapılarınızı açın, sıkıştık” çağrılarına tanık olunuyor. Üzücü değil mi?
    O devrimcilerin IŞİD’le, gericilikle, ergenlikle, cahillikle özdeşleştirildiği bir momentteyiz. Bu tepkilerin üzerindeki yaldızı kazımak gerekmiyor mu? Neye ikna ediliyoruz?
    Yüz yıl önce II. Enternasyonal’de bir tartışma yaşanıyor. Solcular-sosyalistler, “ait olduğumuz ülkelerin sahip olduğu sömürgelerden vazgeçemeyiz. En fazla ‘sosyalist sömürgeler’ talebinde bulunabiliriz.” diyorlar. O gün bu lafı eden Fransız sosyalistinin önerisini dinleyen Cezayirli bir sosyaliste ne demek düşüyor?
    Aradan yüz yıl geçtikten sonra ABD denilen emperyalist güç, Avrupalı ortaklarıyla Ortadoğu’ya geliyor ve buradaki kimi solcular-sosyalistler “sosyalist federasyonlar” talebinde bulunuyorlar. Oturduğu yerden “Ortadoğu Manifestosu” yazanlar, o manifestoda “tüm imam-hatipler kapatılsın” diyorlar! Çünkü ABD, federatif, küçük kent devletçiklerine bölünmüş bir Ortadoğu öngörüyor. Yüz yıl önce emperyalist ülkelerin sosyalistleri “sömürgeler kalsın, oralara sosyalizmin aydınlığını götürelim” diyorlardı. Bugün de “verili emperyalist gidişatta, rotada bir sorun yok, ona uyum sağlayalım, kızıl bayrağımızı dalgalandırdığımızda otomatikman orası sosyalist olur” deniliyor. Kitaptaki, kâğıdın üzerindeki, bilişsel alandaki kapitalizm ve/veya emperyalizm öznel bir yerden anlaşılıyor, o, abrakadabra ile üstesinden gelinebilecek bir şey zannediliyor.
    Yani kapitalist restorasyona uyum sağlayanlarla emperyalist restorasyona uyum sağlayanlar sadece yöntemlerde anlaşamıyorlar. Yoksa restorasyona uyum sağlama, varlığını muhafaza etmek için sürecin rengini alma konusunda arada bir fark yok.
    Uyum sağlamayı öğrendiğimiz bir odak da İngiliz menşeli DSİP. “Yetmez ama evet” tavrıyla Tayyip Erdoğan’ın selamına, tebrikine mazhar olmuş bu yapı, bugün HDP içerisinde. Söylem konusunda diğer sol yapıları tayin eden, şekillendiren belirli bir ağırlığa sahip. Onların Mısır’daki uzantıları da benzer refleksler gösteriyorlar. Emperyalizmin her adımına uyumlu hamleler gerçekleştiriyorlar.

  41. Grup Yorum aciklama:
    HALKIMIZ, KÜRT HALKIMIZ!
    Yalanlarla, Kışkırtmalarla, Hilelerle
    SİZİ GRUP YORUMA KARŞI KIŞKIRTMAYA ÇALIŞIYORLAR.
    Bu Yalanlara Aldanmayın!
    Son birkaç gündür Kürt halkının bize karşı özel ve kasıtlı olarak kışkırtıldığını ve yalan yanlış bilgilerle yönlendirildiklerini görüyoruz. Bunu yapanlar Kürt Milliyetçileridir… Bunu yapanların amacı açıktır. Kürt halkını bizden uzaklaştırmak istemektedirler. Kürt halkı bu oyunu elbette ki bozacaktır. Çünkü tüm mazlum halklar gibi Kürt halkının mücadelesine bakışımız da, bu mücadeleye katkılarımız da, ödediğimiz bedeller de herkes tarafından bilinir. Kürt halkıyla çok güçlü temellerimiz bağlarımız vardır… Tıpkı Anadolu’daki diğer halklarla olduğu gibi…
    Daha hiç kimse Kürtçe şarkının adını ağzına alamazken Kürtçe şarkılar söyleyen, 1980 faşist cuntasının ardından albümünde ilk Kürtçe şarkı okuyan, bunun için hapis yatan biziz. Kimse daha şarkısını söyleyemezken albümüne Kürtçe isimler veren (Cane, Ey Hevalo) biziz… Bugüne kadar tüm albümlerinde Kürtçe şarkılar da okuyan, bugün hala tüm konserlerinde Kürtçe şarkılar da söyleyen biziz…
    Lice katliamından Cizre’ye; Halepçe’den Roboski’ye Kürt halkına yönelik tüm katliamları lanetleyen, onların yanında olan, onlar için şarkılar yazan biziz… Ülkemiz ve dünyadaki tüm halklarla olduğu gibi Kürt halkı ile de güçlü bağlarımız ve dayanışmamız bugün aynen devam ediyor…
    Bu tarihi yok sayanlar tarafından Tekirdağ’da yaptığımız bir söyleşide ‘Kobane’de yapılanı devrim olarak görmediğimizi’ söylediğimiz bir video yayınlandı önce… Bu söyleşide söylediğimiz bazı cümleler Kürt Milliyetçilerince cımbızla ayıklanmış, çarpıtılmış, öncesi ve sonrasından koparılarak servis edilmiştir. Bu videoyu yayınlayanların niyetinin ne kadar kirli olduğunu, bir sonraki soruya verdiğimiz cevabı yayınlamamaları göstermektedir. Bir sonraki soruda arkadaşımız ‘Kürdistan Kürt Halkınındır’ dediği için salonda bulunan ulusalcı gençler protesto ederek salonu terk etmiştir. Videoyu yayınlayanlar sanki böyle birşey yaşanmamış gibi davranmış, halkı kandırmıştır.
    Kobani’ye bakışımız son derece açık ve nettir. Oradaki IŞİD çetelerine karşı Kürt halkı kadını erkeğiyle, genci yaşlısıyla kahramanca direnmiştir. Bu uğurda büyük bedeller ödenmiş ve şehitler verilmiştir. Halkın topraklarını savunmak için verdiği bu mücadeleye büyük saygı duyuyoruz. Bunu Kobane direnişinin ilk gününden itibaren ifade ettik.
    Bununla beraber halkın ulusal duyguları kullanılmış ve savaşa yön veren örgütlerin politikaları, bir Esadla ittifak yapmak, bir ABD, AKP ile uzlaşmak şeklinde gelişmiştir. Bu direnişin içine adım adım ABD ve diğer emperyalist güçlerin de dahil olması nedeniyle; savaş uçakları ile vurarak, silah vererek bu savaşın parçası olmaları nedeniyle bağımsız değildir. Sınıfsal bir niteliği yoktur. Ekonomik, politik, siyasi, kültürel, ideolojik olarak, eski toplumu değiştirip, yeni bir toplum kurma iddiası taşımamaktadır. Yani emperyalizme karşı bağımsızlık, Kapitalizme karşı Sosyalizm iddiası taşımamaktadır. Ki Kobanede de, Rojovav’da da savaşan ve yöneten örgütlerin böyle bir iddiaları yoktur. Sosyalizm kurma iddiaları yoktur. Bu nedenle bu direniş Marksizm-Leninizme göre ‘devrim’ olma özelliği taşımamaktadır.
    Bu tespitimizde bir küfür, aşağılama, hakaret, küçük görme yoktur. Şehitleri görmeme, Kürt halkındaki vatan savunması duygusunu görmeme yoktur. Halkın direnişi çok değerlidir ama örgütlerin politik tercihleri nedeniyle bir devrim değildir.
    Hadi diyelim ki bu tespitimizde hatalıyız; bunun karşılığı oturup siyasi olarak tartışmak, ideolojik olarak tartışmak ve eleştirmek olur. Devrimciler böyle yapar. Böyle gelişmemiştir. Benim tespitime katılmak zorundasın, aksi halde linç ederek, hakaret ederek, tehdit ederek sana zorla kabul ettiririm denilmektedir. İşte milliyetçilik budur. Çünkü bu kampanyayı örgütleyenlerin niyeti başkadır. Kürt halkına gerçekleri açıklamamızdan rahatsız oluyorlar. Bunun için de linç ederek, ağza alınmayacak küfürlerle, seviyeyi en aşağı çekerek saldırıyorlar. Bir yandan Kürt Milliyetçi ideoloji ile hareket edenler linç etmeye çalışıyor, Kürt Milliyetçi Hareketin kuyrukçuları ise, kraldan daha kralcı kesilerek yangına körükle gidiyorlar.
    Biz yalan yanlış bilgilerle yönlendirilen, özgürlük isteyen Kürt halkına sesleniyoruz.
    Onbinlerce insanı katledenlerle, işkencedene geçirenlerle UZLAŞMAYACAĞIZ…
    Hırsız Katil AKP ile UZLAŞMAYACAĞIZ…
    AKP ülkeye barış getirecek diyerek aldatanlara karşı, Kürt Halkına sesleniyoruz…
    6-7 ekimde 50 kürt gencini, çocuğumuzu katleden AKP’den hesap sorulsun istiyoruz.
    Biz doğru bildiğimiz ne ise hep onu söyledik, hep onu söyleyeceğiz…
    Ne ulusalcıları küstürüp uzaklaştıracağız diye ‘Kürdistan Kürt halkınındır’ demekten vazgeçeriz; Ne birileri bize hakaret edecek diye barış politikalarını destekleriz, Ne Amerika’yla uzlaşıp, ‘Kobani’de devrim oldu’ deriz…
    Bağımsızlık, Özgürlük ve Sosyalizm için, Amerika’ya ve AKP’yle uzlaşma değil MÜCADELE diyoruz.
    Dünyanın ezilen ve direnen tüm halklarıyla nasıl hep dayanışma içinde olduysak, bundan sonra da öyle olmaya devam edeceğiz…
    Yaşasın Kürt ve Türk Halkının Kardeşliği!
    Kürdistan Kürt Halkınındır!
    Halkız Haklıyız Kazanacağız!
    Grup Yorum

  42. 1.Akp yi Gezi eylemlerinde ben/biz kurtardik. (HDP ve turkiye solunun baskani Apo) 2 Akp yi durdurmak icin HDP yi desteklemek lazim Demirtas in cizgisi desteklenmelidir. (Zileli) eskiden liselerde Mantik dersleri verirlerdi…

  43. İsrail’deki Kibbutzlar

    ozgur gundem..

    Berfin Roza

    Alternatif ekonomi modellerinden biri olan Kibbutzlar İsrail’de yaşam bulmuş alternatif bir modeldir. Genel olarak 100 ila 2000 arasında değişebilen, ancak çoğunlukla 300 ila 700 arasında ailenin yaşadığı yerleşimlerdir. Kibbutz’un tüm üyeleri genel meclisi oluşturur. Topluluğun yaşamı ve çalışmalarla ilgili tüm sorunlar ve ihtiyaçlar, genel mecliste seçilen komiteler yoluyla çözülür. Sağlık, eğitim, mali, kültür gibi alanlara ilişkin komiteler ve Kibbutz’un yönetimi, tüm üyelerin katılımıyla genel mecliste belirlenir ve görevlendirilirler. Haftada bir toplantı yapılır. Aynı yöntem, Kibbutz’un ekonomik işletmesi için de geçerlidir. Tüm çalışanlardan oluşan işçi meclisinde komiteler belirlenir, genel yönetici dışındaki tüm görevliler seçilir. Komiteler ve yönetim, meclis tarafından denetlenir. Kibbutzíun yönetim kurulu; işletmelerin en üst düzey yöneticileri, işçi temsilcileri ve Kibbutz temsilcilerinden oluşur.

    Kibbutzlarda yaşam ortaklık, dayanışma, paylaşım ve eşitlik üzerinde tesis edilir. Yeme-içme, temizlik, çocuk bakımı gibi konularda oluşturulan ortak yaşam alanlarından Kibbutz’un tüm üyeleri eşit biçimde yararlanırlar. Bu işler aile ortamından çıkarılarak kadınların ve erkeklerin kolektif olarak gerçekleştirdikleri faaliyetler olarak düzenlenirler. Çocukların bakımı, eğitimi ve yetiştirilmesi kolektiftir. Kibbutzlarda 12 yıllık kesintisiz eğitim mecburidir. Tüm ekonomik faaliyetler, ortaklaşa ve Kibbutz kolektivizmi içinde gerçekleşir. Tüm yapılar ve üretim araçları, Kibbutz’un kolektif mülkiyetindedir. Ekonomik faaliyetler sonucunda elde edilen ürünler, Kibbutz maliyesine aktarılır. Bunların bir kısmı Kibbutz’da yaşayanların ihtiyaçlarına göre dağıtılır, büyük kısmı ise satılır. Elde edilen gelirin bir bölümü, topluluğun değişik ihtiyaçları için oluşturulan fonlara aktarılırken geri kalanıyla da çalışanların ücretleri ödenir. Kibbutz’a yerleşen birisi, oturduğu evi satamaz ve kiraya veremez. Bununla birlikte Kibbutz’da yaşayıp da dışarıda çalışanların maaşları doğrudan Kibbutz kasasına girer. Haftanın 6 günü çalışma vardır. Çalışabilecek tüm üyeler, Kibbutz’un belirlediği kolektif çalışmalarda yer almak zorundadır. Ancak bununla birlikte her ailenin küçük ölçekte bahçesi de vardır. Kibbutzlarda yaşayan topluluk, kendi ekonomik ihtiyaçlarını Kibbutz genelinde oluşturduğu örgütlenmeler yoluyla merkezi olarak karşılar. Barınma, beslenme, sağlık, eğitim, giyecek gibi temel konularda herkes eşit düzeyde faydalanır. Ayrıca, Kibbutz ile ailenin maddi koşulları ve ihtiyaçlara göre, bireyler veya aileler kendi bireysel ihtiyaçlarını bağımsız olarak da temin edebilmektedirler. Kibbutzlardaki üretim ve paylaşımda ‘Herkese kabiliyetine göre, herkese ihtiyacına göre’ ilkesi esas alınır. Kibbutzlardaki ekonomik faaliyetlerde eğitime, araştırma inceleme ve geliştirmeye dönük mühendislik ve teknolojiye büyük önem verilmesi, nihayetinde tarımın endüstriyalistleşmesine yol açmıştır.

    1970’li yıllarla birlikte tarım ağırlıklı olmakla birlikte tarıma dayalı imalat, plastik, balıkçılık ve metal gereçler gibi diğer üretim dalları da Kibbutz’ların faaliyetleri arasına girmiştir.

    Kibbutzlar, sosyalizmi Siyonizm’e eklemleyerek İsrail ulus-devletinin en önemli temeli haline getiren siyasal, sosyal, kültürel ve ekonomik model olmuşlar, bununla birlikte İsrail kapitalizmine de çok büyük katkı sağlamışlar; son on yıllarda, hızla kapitalistik şirket olma yoluna girmişlerdir. Günümüzde çoğu kibbutz’da, dışarıdan getirilen ücretli yöneticiler ve işçiler çalıştırılmakta olup ücret eşitliği de ortadan kalkmıştır. Birçok kibbutz’da evler özel mülkiyet haline gelmiş veya yemek, çamaşır, kültürel ve sportif hizmetler ticarileştirilmiştir.

    Moşavlar: İsrail’de kırsal alanda kurulmuş kooperatif köyleridir. Bu kooperatifler entegre üretimi kullanmasalar da teknoloji ve bilimci yöntemlerden yoğun biçimde faydalanmaktadırlar. Moşavlar, kolektif çiftlikler olmasına rağmen belli oranda bireysel mülkiyet ve ekonomik faaliyete de yer verilir. Moşavlarda aileler sadece burada satın aldıkları toprakları işleyebilirler.

  44. bu grup yorum kürtçe konuşmanın yasak olduğu hapislerle eşdeğer olduğu zamanlarda kürtçe şarkı söylemiş, kasetlerine kürtçe şarkı koymuş, cemo yu gel ki şafaklar tutuşsun albümlerini yapmış bir gruptur.
    bu şimdinin kürt yalakaları o zamanlar “ne kadar türk olduklarını” anlatıyorlardı. meydanda grup yorum vardı o zamanlar. bir sürü bedel ödediler. bölücülükle suçlandılar, hapse girdiler, işkence gördüler. şimdi de mertçe eleştiriyorlar.
    grup yoruma haksızlık etmeyin.

  45. Kemalist Aleviler: Atatürk’ten Vazgeçmeyiz!

    Aydınlık Gazetesi Avrupa Alevi Kültür Derneklerinin seçimlerde HDP’yi destekleme kararını “Alevi örgütlerinden sert çıkış: Atatürk’ten vazgeçmeyiz” manşetiyle eleştirdi.

    Aydınlık Gazetesinin Haberi:

    Türkmen Aleviler olarak bilinen Tahtacıların Ege Dernekleri Genel Başkanı Bilginç, basında çıkan ‘Aleviler seçimde HDP’yi destekleyecek’ haberlerinin gerçekle ilgisinin olmadığını söyledi

    Ağırlıklı olarak Ege ve Akdeniz bölgelerinde yerleşik Türkmen Aleviler olarak bilinen Tahtacıların Ege Dernekleri Genel Başkanı Yolcu Bilginç, basında çıkan “Aleviler HDP’yi destekliyor” haberlerine tepki gösterdi. Alevilerin böyle bir ortak kararı olmadığını kaydeden Bilginç, “gerçek öyle değil” dedi.

    ‘ALEVİLİKTEN ÇOK KÜRTÇÜLÜK’

    Bu konuda bir basın açıklaması yapan Bilginç, 7 Haziran seçimlerinde Alevi Kültür Dernekleri (AKD) ve bazı Alevi dernek yöneticilerinin HDP’yi destekleyeceklerini açıklamalarına ilişkin “Yaptıkları açıklamaların çoğu Alevilikten çok Kürtçülükle ilgilidir” dedi.

    Bilginç açıklamasında şu ifadeleri kullandı: “Biz, Tahtacı Türkmen Alevileri olarak, Mustafa Kemal Atatürk’e saygı duymayan hiçbir kurumla yan yana gelmedik, gelmeyiz de. 9 Kasım günü Ankara’da Büyük Alevi Mitingi düzenleyenlerin aklına Anıtkabir’e ziyaret akıllarına bile gelmemektedir. Yaptıkları açıklamaların çoğu Alevilikten daha çok Kürt sorunuyla ilgilidir. Söz konusu dernek ve federasyonlar Alevilikten daha çok Kürtlükleriyle ön planda durmaktadırlar. Türkiye kamuoyu lütfen Tahtacı Türkmen Alevilerini ayrı bir kenara koysunlar, o kenarda Atatürk’ün ve Cumhuriyet’in tarafı olsun. Çünkü biz Tahtacılar olarak HDP’yi desteklemeyi hiç düşünmedik, düşünmemiz de mümkün değildir.” “Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün devrimlerine ve ilkelerine kim sahip çıkıyorsa onun yanında yer aldık, yer almaya da devam etmekteyiz” diyen Bilginç, açıklamasını şu sözlerle tamamladı: “Alevilikte gönül kırmak dahi günahken, adı terör örgütüyle anılan bir partiyi desteklemek rüyamızda bile görmeyi istemeyeceğimiz bir durumdur. Tahtacı Aleviler, Mustafa Kemal’in Askerleriyiz diye haykıran Cumhuriyet sevdalılarıdır.”

    ‘ALEVİLERİ ŞEYH SAİD’LE BİRLEŞTİREMEZLER’

    Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu’nun (AABK) seçimlerde HDP’yi destekleme kararına Alevilerin tepkisi büyüyor. Çankaya Cemevi Yaptırma Derneği Başkanı Hüseyin Öz, “Alevileri Şeyh Said’le birleştiremezler” dedi. Alevi Dedesi, Cemevi Derneği Başkanı Hüseyin Öz, Aydınlık’a yaptığı açıklamada, Alevi örgütlerinin bir kısmının tepesinde neo liberal ve bölücülerin olduğunu bildirdi. Geçtiğimiz Nevruz’da okunan Abdullah Öcalan’ın açıklamasında İslam birliğinden bahsedildiğini hatırlatan Öz, Tayyip Erdoğan’ın da yeni Osmanlıcılık peşinde olmasına dikkat çekti.

    ‘TABANLA İLGİLERİ YOK’

    Bu birlikteliği İdris-i Bitlisi’nin Yavuz’la birlikte Alevileri katletmesine benzeten Öz, “Şeyh Said ve İdris-i Bitlisi’nin heykelini dikmek ne anlama gelir. Alevileri Şeyh Said’le birleştiremezler’
    Aleviler bunların yanında olabilir mi?” diye sordu. Aleviler için Atatürk ve laiklik ilkesinin vazgeçilmez olduğunu savunan Öz, “Cumhuriyet ve Atatürk ile eşit yurttaş olmuşuz” ifadesini kullandı. AABK Başkanı Turgut Öker gibi kişilerin başında olduğu örgütlerin Alevilerin bütününü temsil edemeyeceğini belirten Öz, “Bunlar Alevi örgütlerini ele geçirmişler. Tabanla ilgileri yok. Bizim cemevlerimize girdiğinizde dikkat ederseniz Hz. Ali, Hacı Bektaş Veli ve Atatürk’ün resimleri yan yanadır. Şeyh Said’le, onların bayrağı altında Alevileri birleştiremezler” diye konuştu.

    AVRUPA ALEVİLERİ KARŞI DEKLARASYON HAZIRLIĞINDA

    HDP’yi destekleme kararı aldıklarını duyuran Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu Başkanı Turgut Öker’e Avrupa Alevilerinden sert tepki geldi. Avrupa Alevi Birlikleri Federasyonu’nun (AABF) eski Genel Sekreteri Dursun Arı, Öker ve söz konusu konfederasyonun Avrupa’daki Alevi toplumuna değil Avrupa devletlerine bağlı olduğunu söyledi. Arı, “Avrupa’daki Alevi toplumu Cumhuriyeti, laikliği, Atatürk’ü savunur. Biz Avrupa’daki Alevi önderleri olarak karşı deklarasyon yayınlamaya hazırlanıyoruz” dedi.

    http://www.haksozhaber.net/kemalist-aleviler-ataturkten-vazgecmeyiz-58561h.htm

  46. Neden CHP’yle değil?
    Gerçek
    Mart 15, 2015

    Solun bir kısmının, AKP’ye karşı CHP’yle birlikte hareket edilmesi, beraber bir mücadele hattı örülmesi konusunda istekli olduğunu biliyoruz. Devrimci İşçi Partisi ve geleneği, CHP ve onun dönem dönem rolüne soyunan DSP ve SHP gibi burjuva partileriyle seçim işbirlikleri yapmayı ilkesel olarak reddetmiştir, hala da aynı noktadır. Sorun bizce ilkeseldir. İlkelerimiz tüm burjuva kamplarından bağımsız, işçi sınıfının kendi politikasını öne çıkartır. CHP, bu siyasal ufkun dosdoğru karşısında yer alan bir düzen partisidir. Başta seçimler olmak üzere CHP’nin savunduğu politikalar, burjuvazinin ihtiyaçları doğrultusunda belirlenmekte, emperyalizmin ve siyonizmin Ortadoğu’daki gelecek planlarının bir parçası olarak Amerikan muhalefetinin belkemiği olarak karşımıza çıkmaktadır. Siyasal ufkunu burjuva düzeninin sınırlarıyla hapsedenler, pek tabi CHP şemsiyesini en uygun adres olarak görürler.

    CHP’nin solun gönlünü çalmak için taktik hamleler yaptığını görüyoruz. Özellikle Birleşik Haziran Hareketi’nin toplantı ve konferanslarında baş köşede boy gösteren CHP’liler bu taktiğin başrol oyuncuları. BHH’li kardeşlerimiz CHP tabanını etkileyeceklerini zannededursun, CHP’nin Ekmeleddinlerle, Mehmet Bekaroğlularla, Mansur Yavaşlarla sağa doğru yaptığı açılımın soldaki simetriği olmanın önüne geçemediler. Yani BHH, her toplantıda CHP’lileri baş tacı yapıp onur konuğu olarak ağırladıkça, ister istemez CHP’nin tabanını kazanacağına CHP’nin solun tabanını etkileme çabasının zeminini oluşturdu.

    Solun adeta bir fobisi var. CHP’den koptukça kitleden de kopacağına inanıyor. Her fobi gibi bu da boş bir inançtan, bir saplantıdan ibaret. Gerçek ise CHP’den kopmadan emekçi kitlelerle gerçek bir buluşmanın mümkün olmadığıdır. En başta ve en önemlisi CHP ile birlikte işçi ve emekçi kitlelerle nasıl buluşulabilir? Tüm CHP belediyeleri taşeron patronuna cennet, işçiye cehennem olmuşken hangi taşeron işçisine AKP’yi bırak bize gel denebilir? MESS patronları AKP’ye grevi yasaklattırıyor, sonra da grev yasaklamanın halkla ilişkiler kısmını Kılıçdaroğlu ile basına poz vererek yapıyor! Kılıçdaroğlu, MESS patronlarını baş tacı etmişken CHP metal işçisinin adresi olur mu? İş Bankası’nın ortağı, Bank Asya’nın fedaisi konumundaki CHP’nin, boğazına kadar yasal tefeci olan bankalara borçlanmış emekçilere sunacak bir şeyi olabilir mi? Ya Aleviler. Aleviler CHP’ye oy veriyor ama yokluktan, siyasal İslam, DAİŞ korkusundan… Yoksa Alevilerin kendi varlıklarına tehdit olarak gördükleri cami cemevi projesinin mimarı olan Gülen cemaati ile ittifak içindeki bir CHP, Aleviler için nasıl gerçek bir alternatif olsun? Kadınların sorununun, İslamcılığın karşısında modernlik olduğunu zannedenler için CHP bir alternatifmiş gibi gözükebilir ama emekçi kadınlar için CHP’li patronla AKP’li arasında bir fark yok… AKP kreş yapan huzurevi biçer diyor ama Batılı modern şirketler de kadınlar için kreş kurmak yerine cezasını ödeyip yoluna devam ediyor. TÜSİAD’ın başkanının kadın olması erkek patronların imajını düzeltiyor ama işçi kadınlara fayda etmiyor.

    Kısacası solun ve sosyalistlerin işçi ve emekçi kitlelere ulaşması için CHP’den kopmasından başka çare yok!

    Bu yazı, Gerçek gazetesinin Mart 2015 tarihli 65. sayısında yayınlanmıştır.

    http://gercekgazetesi.net/ulusal-sorun/neden-chpyle-degil

  47. Erdoğan Doğru Söylüyor: “Kürt Sorunu” Yok! Ama Türk Sorunu Var

    Yukarıdaki başlığa bakarak kelimelerle oynadığımız sanılmasın. Gerçekten de sorun “Kürt Sorunu” değildir. Sorunun böyle tanımlanması ne demokratiktir ne de bilimseldir. Sorunun bilimsel olarak doğru tanımlanması, onu Türk Sorunu olarak tanımlamaktan ve buna uygun somut bir programdan geçer.
    Sorunların nasıl tanımlandıkları ve adlandırıldıkları ile nedenleri ve çözümleri arasında her zaman derin ve zorunlu bir ilişki vardır.
    Örneğin sorunu “Doğu”, “Güneydoğu” veya “terör” olarak tanımlama veya adlandırma sadece basit bir adlandırma sorunu değil, aynı zamanda nedenlere ilişkin bir tanımlama ve sonunun çözümüne ilişkin bir program anlamına gelir. Örnekteki adlandırmaların temel yanılgısı, politik bir sorunu ekonomik, idari, hukuki veya asayiş sorunu olarak kategorize etmesindedir. Ama politik bir sorunu politika dışı bir sorunmuş gibi tanımlamanın ve adlandırmanın kendisi bizzat bir politik tavra, çizgiye ve programa karşılık düşer.

    Erdoğan’ın “Kürt sorunu yoktur” demesi, aslında sorunu politik bir sorun olarak tanımlamaktan; sorunu ekonomik, idari veya kriminal bir sorun olarak tanımlamaya, yani doksanların anlayışına bir geri dönüş anlamını taşımaktadır.
    *
    Ancak sorunun politik bir sorun olarak tanımlanmasını kabul etmek, bu politik sorunun nasıl çözüleceğine ilişkin aynı programda anlaşıldığı anlamına da gelmez.
    Sorunu “Kürt Sorunu” olarak tanımlamak, iki farklı açıklama ilkesi ve iki farklı programa denk düşer.
    Birincisi, Kürt Sorunu’nu ulusun tanımına ilişkin bir sorun olarak değil; bireysel özgürlükler sorununa ilişkin bir sorun olarak tanımlamaktır.
    Yani bu yaklaşımda ulusun Türklükle tanımlanması sorun olarak görülmez; sorun olarak görülen, bireysel özgürlüklerin darlığıdır.
    Bu yaklaşımla, çözüm: ulusun (politik olanın; devletin) Türklükle tanımlanmasına devam edilmesi; resmi dilin Türkçe olması ama devlet hizmetlerinde insanlara gerekirse ana dillerinde hizmet sunulması; ana dilin ek ders olarak okutulması; ama okullarda Türk tarihi veya Türklük açısından yazılmış tarih kitaplarının okutulmaya devam edilmesidir. Keza aynı şekilde özelden veya ek olarak, Kürt tarihi okumak da serbest olur.
    Avrupa Birliği’nin çözümü budur. Örneğin Almanya’daki Türklerin durumu ve hakları aşağı yukarı budur.
    Bu yaklaşıma göre, bu haklar tanındığında, “Kürt sorunu” hallolmuş sayılır ondan sonra hala “Kürt Sorunu”ndan söz etmek, sorunun örneğin artık bir “Terör sorunu” olduğu noktasına tekrar bir geri dönüş hakkını verir. Türkiye hukuken ve uygulamada, Avrupa Birliği’nin bulunduğu bu noktadan çok uzak olmakla birlikte, Erdoğan ve AKP, uygulamada sorunlar olabileceğini kabul etmekle birlikte, esas olarak bu hakların sağlandığını düşünmekte ve bu nedenle de “Kürt sorunu yoktur” demektedir.
    *
    Sorunu Politik olarak görme ve “Kürt sorunu” olarak tanımlamanın programatik olarak tamamen farklı sonuçlar veren ikinci bir biçimi daha vardır.
    Bu ikinci anlayışın dayandığı gizli varsayım, ulusların dillere göre (kültür, tarih, din, ırk bile de olabilir) tanımlanmış politik birimler olduğu ve her ulusun bir devleti yani bir politik birim olması gerektiği varsayımıdır.
    Bu politik birim başka bir politik birimle bir arada yaşamayı seçebilir. Ama bu seçim hakkı kendisinindir.
    Kürt Özgürlük Hareketi ve Türk Sosyalistleri sorunu böyle koymaktadırlar.
    Örneğin Türk sosyalistleri “Ulusların kendi kaderini tayin hakkı” derken veya sorunu “Kürt Sorunu” olarak tanımlarken, Türkiye’de ulusun Türklükle tanımlanmasında bir sorun görmemektedirler; sorunu; Kürtlerin de bir ulus olarak tanımlanmaması ve tanınmamasında görmektedirler.
    Yani Türk sosyalistleri ve Kürt Siyasal Hareketi, aynı ulus anlayışına sahiptirler: uluslar esas olarak dillerle (dinlerle, tarihle vs.) tanımlanan birimlerdir ve her ulusun bir devleti olması veya bir politik birim olması gerekir. “Statü” veya “Tanınma” derken bu kast edilmektedir. Kürt Ulusal hareketi ile Türk Sosyalistleri’nin Kürt Sorunu’nun çözümünden anladığı budur.
    Dolayısıyla programı da böyledir: Kürtlerin veya Kürt ulusunun, bir politik birim olarak Türkler ve onların devleti tarafından tanınması.
    Ve her ikisi de Türklere, “tanımaktan korkmayın, Kürtler (Kürt ise, “bizler”) ayrılmayı zaten düşünmüyor (“düşünmüyoruz”); ama korkar da tanımazsanız bu durumda Kürtlerin ayrılmasını isteyenler güç ve ağırlık kazanır; “Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olursunuz” diyorlar.
    Dikkat edilsin, bu program ve anlayış, Türk milliyetçiliği ile çelişmez.
    Milliyetçilik, yine bizzat milliyetçiler tarafından, başka milletlerin varlığının veya haklarının tanınmaması, reddedilmesi olarak tanımlanır.
    Ama bu milliyetçilerin milliyetçilik tanımıdır. Çünkü bu tanım aracılığıyla akıllı ve uzun vadeli düşünen milliyetçiler (yani fiiliyatta sosyalistler) bu tanım aracılığıyla, inkârcıları ve faşistleri milliyetçi olarak tanımlayıp; kendilerinin milliyetçi olmadığını söyleme imkânı bulurlar. Milliyetçilik kavramının pejoratif anlamından kendilerini soyutladıklarını düşünürler.
    Hâlbuki başka milletlerin varlığını ve haklarını tanıma milliyetçilikle çelişmez, aksine tam da milliyetçilik bunu gerektirir. Çünkü milliyetçilik, ulusal olanla politik olanın çakışması ilkesini kabul etmek ve savunmaktan başka bir şey değildir. Marks’ın “ezen bir ulus özgür olamaz”; Lenin ve Wilson’un “ulusların kendi kaderini tayin hakkı”, özetçesi her millete bir devlet, tam da milliyetçiliğin ilkeleridir.
    Yani Kürtlerin ayrı bir ulus olarak tanımlanması ve tanınması, ne genel olarak milliyetçilikle ne de Türk milliyetçiliği ile çelişmez, hatta aksine, akıllı ve uzun vadeli çıkarlarını düşünen ve savunan bir Türk Milliyetçisi Kürtlerin ayrılma hakkını savunur. Savunur ki, araya kan davası girmesin ve iki ayrı birim (ulus) olarak birlik oluşturabilsinler.
    O halde, Türk sosyalistleri aslında akıllı Türk milliyetçileridirler. Çünkü ulusların dillere (dinlere, kültürlere de olabilir) göre oluşan birimler olduğu ve olması gerektiği ve her ulusun bir politik birim oluşturduğu noktasında Kürt milliyetçileriyle kategorik olarak aynı kavrayıştadırlar.
    O halde bunların programı, çok açıktır: Kürtlerin ve Türklerin birer ulus, dolayısıyla da her ulusun devlet hakkı olduğundan ayrı politik birimler olarak var olması; ama bu ayrı politik birimlerin kendi kararlarıyla birlikte olmaları.
    Bugün Türkiye’de yukarıdaki iki programın mücadelesi görülmektedir.
    “Barış Süreci” denen şey yukarıdaki iki farklı programın diğerini tecrit etme ve köşeye sıkıştırma mücadelesinden başka bir şey değildir.
    *
    Ama bizim savunduğumuz bir üçüncü program daha vardır.
    Bu programın henüz hiçbir politik ifadesi ve örgütü yoktur. Şimdilik kendini sadece teorik ve programatik olarak ifade edebilmektedir; bir düşünce akımı haline bile gelememiştir. Diğer programlar ve ulusçuluklar, bu program ve ulusçuluğa karşı mücadelede, stratejik çıkar ortaklığı içindedirler. Çünkü bu onların var oluş temelini; dayandıkları temel paradigmayı sorgular.
    Bu anlayışı ve programı kısaca açıklayalım.
    Bu anlayışla, ulusçuluk, ulusal olanla politik olanın çakışması ilkesini savunmak veya kabul etmek olarak tanımlanır.
    Ulusçuluk böyle tanımlandığında, Sosyalistlerin savunduğu Enternasyonalizm’in bile bir ulusçuluk olduğu ortayla çıkar. Çünkü Enternasyonalizm, ulusal olanla politik olanın çakışması ilkesini sorgulamadığı gibi savunur.
    Ama ulusçuluk ulusal olanla politik olanın çakışmasını kabul etmek ve savunmak olarak tanımlandığında (ki bu ulusçuluğun bilimsel ve sosyolojik tanımıdır denebilir) ulusal olanın ve politik olanın ne olduğu ve nasıl tanımlandığı gibi bir soru ortaya çıkar.
    Politik olan esas olarak devleti tanımlar.
    Ulusal olana gelince işler orada karışır.
    Gerek Kürt Siyasal Hareketi gerek Türk sosyalistleri ulusal olanı, bir dille, dinle, tarihle, kültürle tanımlarlar veya ulusların böyle birimler olduğu veya olması gerektiğini düşünürler ve savunurlar.
    Ama bu tam da gerici ya da karşı devrimci ulusçuluğun ulus ve ulusçuluk anlayışıdır.
    Çünkü ulusu böyle tanımlamayan ve böyle tanımlamayı reddeden uluslar ve ulusçuluklar da vardır.
    Örneğin Amerikan ulusu böyle bir ulustur. Dil, din, tarih, ırk, soy, bunların Amerikan ulusunda hiç bir politik anlamı yoktur. Ulus bir takım yurttaşlık haklarıyla, hukuki haklarla tanımlanmıştır ve bu hakların başında da bunların politik bir anlamının olmaması gelir; yani devletin bunlarla tanımlanmaması; kimsenin dili, dini, soyu nedeniyle eşitsiz bir durumda olmaması gelir.
    (Şimdi böyle bir demokratik denebilecek Amerikanvari bir millet anlayışını ve milliyetçiliği savunmayıp da milletlerin dili, dini, tarihi vs. olan birimler olduğunu savunmak karşı devrimci ve gerici bir milliyetçilik anlamına gelir. O halde, bu anlayışı savunan bütün Türk sosyalistleri sadece milliyetçi değildirler; aynı zamanda karşı devrimci, gerici bir milliyetçiliği kabul ederler ve savunurlar.)
    Bu daha demokratik, ulusu bir dille, dinle, soyla, ırkla tanımlamayı reddeden; böyle tanımlamaya karşı tanımlayan milliyetçilik şöyle bir programa tekabül eder: ulusun Türklükle veya Kürtlükle tanımlanmasını reddetmek ve buna son vermek. Yani ister Kürtlük, ister Türklük olsun, bunların herhangi bir politik anlamının olmasının reddi; ulusun ya da politik olanın Türklük veya Kürtlükle tanımlanmasının ve tanınmasının reddi.
    Bu somut olarak şu anlama gelir: herkesin istediği dili ana dil olarak seçme ve ana dilinde eğitim hakkı (dikkat edin ana dili öğrenme hakkı değil, ana dilinde eğitim hakkı). Ama herkesin ana dilinde aynı tarih kitabını okuması. Yani ne Türk, ne Kürt tarihi olmayan Kürtlerin ve Türklerin tarihi olmadığına dair anı tarih kitabını okuması. Bunun mantıki bir sonucu da dil politik bir anlama sahip olmadığından ve olamayacağından, bir köyün bile isterse ayrılabileceği bir âdemi merkeziyetçilik; ama bu ayrılabilenin kendisini bir dille, dinle vs. ile tanımlama hakkının reddi. Yani herhangi bir özerk bölge veya köy, biz bu köyde herkes Türk’tür o halde Türk tarihi okutacağız diyemez. Dediği an Demokratik Cumhuriyet’in orduları oraya girer ve politik olanı bir dille tanımlamaya kalkan bu karşı devrimci girişimi ezer. Tıpkı Amerika’da güney eyaletlerinde, biz siyahlara beyazların haklarını tanımıyoruz diyenlere ABD federal ordusunun yaptığı gibi.
    Tabii böyle bir program ve anlayış, sorunu “Kürt sorunu” olarak değil, Türk Sorunu olarak görür. Çünkü “Kürt Sorunu” denen sorun, “Türk sorunu” olduğu için vardır. Çünkü ulusun Türklükle tanımlanması esas sorundur.
    Ulus Türklükle tanımlandığı için, yani bir dil, tarih, hatta ırk ile tanımlandığı için başka diller böylece baskı altına alındığı için “Kürt sorunu” vardır.
    Örneğin herkesin ana dilinde eğitim hakkı olduğu; okullarda Türk Tarihi değil de tüm dillerden, dinlerden kültürlerden vs. insanların bir araya gelerek yazığı bir tarih kitabı okutulan; Türklüğün hiçbir politik anlamının olmadığı; bir takım taraftarlığı gibi politika dışı bir anlamı olduğu bir demokratik cumhuriyette Kürt Sorunu da olmazdı. Öyle bir ülkede Kürt Sorunu, ulusu bir dille tanımlama sorunu olurdu ki, bu karşı devrimci bir hareket olarak var olabilirdi.
    Peki, sorun Türk sorunu, (yani ulusun bir dille, tarihle, dinle tanımlanması sorunu) olarak tanımlanınca bunun çözümüne nasıl bir stratejiyle ulaşılabilir?
    Bu programa ise ancak, bugün var olan Türk ulusunun yani Türklerin çoğunluğunun ulusun Türklükle tanımlanmasını reddetmeleri ile ulaşılabilir. Yani Türklerin ulusu Türklükle tanımlamayı reddeden birer demokrata dönüşmeleri gerekmektedir. Ancak böyle Türk sorunu çözülebilir.
    O halde bu program, yani Türk sorununu halletmeye yönelik bir program; stratejik olarak, Türklerin Türklükle mücadelesini hedefler; Türkleri birer Türk milliyetçisi olmaktan çıkarıp; ulusun Türklükle veya benzeri bir şekilde tanımlanmasını reddeden demokratlara dönüştürmeyi hedefler.
    Dikkat edilsin bu program, birinci ve ikinci program ve anlayıştan temelden farklıdır.
    · İnkârcı ve doksanlarda egemen olan program, sorunun politik olduğunu reddeder. Adlandırması buna uygundur. Doğu sorunu, Terör sorunu vs.
    · Bugün egemen olan programlar, sorunun politik olduğunu kabul ederler. Buna uygun olarak adlandırmaları Kürt Sorunu’dur.
    · Ama bizim savunduğumuz program, sorunun politik bir sorun olmasını sorun eder. Yani sorun bir politik sorun olmaktan çıkarılmalıdır der: Dolayısıyla sorunu ulusun nasıl tanımlandığında görür. Bunu vurgulamak için de Türk sorunu olarak adlandırır.
    Sorunu “Kürt sorunu” olarak tanımlayan programlar ulusun örneğin bir dille tanımlanmasında sorun görmezler. Ama bu program tam da sorunu burada görür.
    *
    Bu iki farklı adandırma ve programın iki farklı milliyetçilik anlamına geldiği açıktır.
    Ulusu bir dille, dinle, etniyle, tarihle, soyla, ırkla tanımlamayı ve böyle tanımlanmış politik birimleri reddedenler de ulusçudurlar ama bunlar var olan en ileri biçimi ABD’deki gibi “demokratik ulusçu”durlar. Çünkü bu, ulusçuluğun ilkesi olan, politik olan ile ulusal olanın çakışması ilkesini reddetmemekte, savunmakta, ama ulusal olanı dille, dinle, soyla, ırkla, vs. tanımlamayı reddetmektedirler. Biz buna diğerinden farkını koymak ve nispeten ilerici yanını vurgulamak için “demokratik ulusçuluk” diyoruz.
    Şimdi Türkiye’deki politik akımlara ve olaylara böyle bilimsel kavramlarla baktığımızda, örneğin Türk sosyalistlerinin demokratik bir ulusçuluğu bile savunmaktan uzak olduğu; her birinin karşı devrimci bir ulusçuluk anlayışını savunduğu ortaya çıkar.
    O zaman Türk sosyalistlerinin, sorunu “Kürt sorunu” olarak tanımlarken, “ulusların kendi kaderini tayin hakkı” için Kürtleri desteklerken; “ezen bir halk özgür olamaz” deyip Kürt hareketini desteklerken; bugünün Türkiye’nin politik mücadeleleri içinde, muhalif ve ilerici bir pozisyonda bulunmakla birlikte, aslında gerici, karı devrimci bir ulusçuluğun savunusunu yatıkları; daha akıllı ve uzun vadeli çıkarları savunan bir Türk ulusçuluğu yaptıkları; izledikleri program ve politikanın sosyalist olmak bir ana gerici bir milliyetçiliğe karşılık düştüğü görülür. (Kişi olarak çoğunun demokratik özlemleri olması başka bir sorundur)
    Peki, karşı devrimci ulusçuluğu savunmayan; yani akıllı bir Türk milliyetçisi olmayan bir politika ne olabilir?
    Ulusu Türklükle tanımlamayı reddeden, buna karşı mücadele eden; sadece Türklükle değil, aynı şekilde bir dille, dinle, tarihle tanımlamayı reddeden bir program demokratik sıfatına layık olur. Bu da bir ulusçuluktur ama Türk ulusçuluğu değil demokratik bir ulusçuluktur.
    Böyle bir ulusçuluk veya program, elbette sorunu Kürt sorunu değil, Türk sorunu olarak tanımlayacaktır.
    Demek ki, “Kürt Sorunu yoktur” önermesi, “Kürt Sorununu” politik bir sorun olarak görmeyi reddetme anlamına geldiği ve gelebileceği gibi; ulusun, yani politik olanın Türklükle, bir dille, tarihle, tanımlanmasını sorun olarak görme, yani Türk Surunu öne çıkarma anlamına da gelebilir ve gelmelidir.
    O halde demokratlar, sorunu “Kürt Sorunu” olarak değil; Türk sorunu olarak tanımlamalıdırlar.
    Hemen buradan anlaşılacağı gibi, Türkiye’de henüz demokrat yok ve demokratik bir hareket de yok.
    Kürt Siyasal Hareketi. Sorunu Türk Sorunu olarak tanımlayamaz. Böyle yapmaya kalkması, yanlış anlamalara yol açar.
    Ama sorunu Türk sorunu olarak tanımlayan, Türkleri Türklükle mücadeleye çağıran bir hareket Türkler arasından çıkabilir ve çıkmalıdır.
    Buna en yakın insanlar sosyalistlerdir. Ama var olan sosyalist örgütler, yapılar, çevrelerin hepsi, bu programın, bu anlayışın, böyle bir tartışmanın gündeme gelmesinin önünde bir engeldirler. Çünkü bu programın ve anlayışın tartışılması kendi var oluşlarını tehlikeye düşürür. Yüzlerindeki bütün sosyalist ve demokratik makyajın akmasına ve gerçek karşı devrimci niteliklerinin görülmesine yol açar
    Böyle bir hareket çıktığı takdirde, demokratik bir ulusçuluğa doğru evrim geçirme potansiyeli taşıyan Kürt özgürlük hareketinin kendini aşmasının kapısını açabilir ve ona bir örnek oluşturabilir.
    Buradan tüm Ortadoğu’nun hatta dünyanın kurtuluşuna giden bir yola girilebilir.
    Ulusu bir dille, dinle tarihle, soyla tanımlamayı reddettiğinizde, elinizde tanımlamak için, kala kala bir coğrafya ya da toprak parçası kalır.
    Ama bu da pek ala bir refah şovenizminin aracı olabilir. Demokratik bir ulusçuluğun yeryüzünden imtiyazlılığı yok etmek değil; imtiyazlılar arasına katılmak gibi bencil bir sonucu da olabilir.
    Ama böyle bir ulusçuluk, pekâlâ, ulusu bir toprak parçasıyla tanımlamayı reddetmeyi de içerir. Çünkü bir tek köy bile ayrılabiliyorsa, dünyanın herhangi bir yerindeki bir tek köy bile sizin demokratik ilkelerinizi kabul ettiği takdirde birleşebilir de. Onun birleşme isteğini reddetmeniz, sizin imtiyazlarınızı korumanız anlamına gelebilir.
    Son aylarda, dünyanın farklı yerlerindeki IŞİD benzeri örgütlerin, Bağdadi’nin halifeliğini kabul etmeleri, tamamen ters biçimde de olsa bunun mümkün olduğunu ve artık dünyanın bunun için olgun olduğunu da göstermektedir.
    Yani gerçek bir demokratik Ortadoğu cumhuriyeti, bir dünya Cumhuriyeti kuralım; ulusları ve ulusal sınırları yok edelim çağrısı yaparsa, bunun bir yangın gibi tüm yeryüzünü bir anda sarıp bütün ulusları ve ulusal devletleri yıkma olasılığı çok güçlüdür.
    Yani ulusu bir dille, dinle tanımlamayı reddetme, sorunu Türk sorunu olarak tanımlama; nasıl tanımlanırsa tanımlansın ulusal olanın politik olanla çakışmasını reddetmeye; bir tek yeryüzü cumhuriyeti kurmaya da varabilir.
    Yani Demokratik bir Ulusçuluğun varacağı yer “vatanım yeryüzü milletim insanlık” olabilir.
    Bir dünya cumhuriyetinde kapitalizme karşı mücadele bir çocuk oyuncağı olur.
    Dolayısıyla demokratik bir ulusçuluğu savunmak aynı zamanda sosyalist hareket içinde bambaşka bir dünya devrimi ve sosyalizm anlayışını ve stratejiyi savunmak anlamına da gelmektedir.
    Demokratik ulusçuluğa dayanan sosyalist strateji, kapitalizme karşı mücadelenin önüne, en acil sorun olarak gerici ulusçuluğu ve ulusları koyar; oradan da demokratik bile olsa, ulusları ve ulusal sınırları.
    Yani örneğin Ortadoğu’da bir Ortadoğu Demokratik Cumhuriyetini ve buradan giderek bir Dünya Cumhuriyeti’ni savunur.
    Artık ulusal devletler olmadığı için orduları olmayan; hiçbir hududu olmayan; dünyayı nasıl düzenleyeceğine en geniş demokraside karar veren; tüm medyanın sermayenin ve devletlerin elinden alınıp kitle örgütlerine verildiği; tüm organların seçimle geldiği; tüm şirket, kurum, devlet karar ve toplantılarının herkese açık olduğu; şirket, devlet sırrı tanımayan bu dünya cumhuriyetinin kapitalist mi sosyalist mi olacağına üreticilerin karar vermesinin ve bu kararlarını gerçekleştirmesinin önünde hiçbir güç bulunamaz.
    Dolayısıyla sosyalist devrim son derece barışçıl olarak gerçekleşebilir.
    Esas zor ve sancılı olan karşı devrimci ulusları ve genel olarak ulusları yok etmek ve ulusçuları birer demokrata ve insana dönüştürmektir.
    Demokrata dönüşmek, ulusun bir dille, dinle, Türklükle tanımlanmasını reddetmekle olur.
    İnsana dönüşmek ise, ulusal olanın politik olanla çakışmasını reddetmek ve buna karşı savaşmakla.
    O halde sorunu Türk sorunu olarak tanımlamak, Türklerin birer demokrata dönüşmesinin; birer demokratik Ulusçuya dönüşmesinin ilk adımıdır.
    Öcalan, Kürt ulusal hareketine başlarken, Kürtleri kendi köle ve düşkün Kürtlüğüne karşı savaş çağırıyordu.
    Şimdi Türklerin de kendi düşkünlüklerine, köleliklerine karşı, yani Türklüklerine karşı savaşa girmesi; ulusun Türklükle tanımlanmasını reddetmesi gerekiyor.
    Ulusu kurma ve bunu Türklükle tanımlama temelinde bu ülkedeki tüm demokratik gelenekler kazındı; Ermeni katliamları, Rum soykırımları yapıldı.
    Türklük bir dilin, tarihin, soyun, ırkın adı bile değildir. Demokrasinin en küçük bir kalıntısını bile tasfiye eden bir karşı devrimin adıdır.
    Türk ulusunun ortaya çıkışı ve inşası tarihi bu karşı devrimin ortaya çıkışı ve yerleşmesinin tarihidir.
    Bu nedenle Türklüğe karşı Türklerin savaşı, ama tıpkı Hazreti Muhammet’in kendi nefsiyle savaş savaşların en kutsalıdır anlamında savaşı, aynı zamanda bu karşı devrime karşı mücadele olacaktır.
    Demir Küçükaydın
    18 Mart 2015 Çarşamba
    http://demirden-kapilar.blogspot.com.tr/2015/03/erdogan-dogru-soyluyor-kurt-sorunu-yok.html

  48. Sakık: Mustafa Kemal’in generali olsanız ne yazar? İt sürüleri
    Geçen yılki nevruzda batıda ‘Mustafa Kemal’in askerleriyiz’ diyenlere, “Generali olsanız ne yazar, it sürüleri” dediği için hakkında dava açıldığını söyleyen Ağrı Belediye Başkanı BDP’li Sırrı Sakık, “Buradaki polisler, çekim yapanlar, not tutanlara aynı şeyi tekrarlıyorum. Onlar it sürüsüdür, onlar bu halka düşmandırlar” dedi.

    Ağrı Hani Baba Caddesi’ndeki belediye otoparkında bugün öğleden sonra düzenlenen nevruz kutlamalarına DBP Eş Genel Başkanı Kamuran Yüksek, DBP’li Belediye Başkanı Sırrı Sakık ve yaklaşık 5 bin kişi katıldı. Nevruz ateşinin yakılmasından sonra konuşan Sırrı Sakık, “Bugün 18 Mart Çanakkale’de kurtuluş savaşında yaşamını yitiren yiğitlerin anma günüdür. Buradan Ağrı’dan Çanakkale’de yaşamını yitiren bütün kahramanları saygı ile selamlıyoruz. Onlar Çanakkale’ye giderken Ağrılıydı, Muşluydu, Edirneliydi, Tekirdağlıydı. Ortak bir vatan için gittiler. Kürt, Türk, Abaza, Çerkez herkes el ele tutuşarak o topraklarda kurtuluş savaşını verdi ve o topraklardan bir daha geri dönmediler. Ey sayın Cumhurbaşkanı sizin bu ülkeyi yöneten atalarınız Çanakkale’de bu mücadeleyi verenlerin ruhuna ihanet ettiler” dedi.

    Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın müzakereler devam ederken Kürt sorunu olmadığı yolundaki açıklamalarını değerlendiren Belediye Başkanı Sırrı Sakık, bu konuda şunları söyledi: “Sayın Cumhurbaşkanı, Kürt sorunu yoksa ne sorunu var? Size göre Kürt sorunu yok. Size göre şimdi bir seçim sorunu var. Eğer Kürt sorunu yoksa HDP neden her gün Kandil’de, İmralı’da Sayın Öcalan ile görüşüyor? Kürt sorunu yoksa neden HDP’nin aktörleri her gün sizinle görüşüyorlar? Vallaha bence sizde bir vicdan sorunu var? Sayın Cumhurbaşkanı sen hangi haklara sahipsen biz Ağrı’da, Kürdistan’daki bütün Kürtler aynı hakka sahip olmak istiyor. Bizim 30 yıllık mücadelemizi görmüyorsanız, körsünüz. Bizim zora, zulme boyun eğmediğimizi siz çok iyi bilmelisiniz. Bu ülkede yeni bir inşa dönemi başlamalı, herkesin ortak bir vatanı olmalı, bütün diller, bütün dinler birleşip demokratik bir Türkiye oluşturmalı ve demokratik bir Cumhuriyet oluşturulmalı. Sayın Öcalan başta olmak üzere bütün gerilla birlikleri cezaevinden ve Kandil’den herkes gelip demokratik siyasete katılmalı ve barış sağlamalıdır.”

    Ağrı’da daha önce yaptığı konuşmalardan sonra cumhuriyet savcılarının soruşturma açtıklarını anlatan Sırrı Sakık, geçen yıl nevruzda batıda Kürt mahallelerine yönelik saldırılar olduğunu ileri sürdü.

    Batıda ‘Mustafa Kemal’in askerleriyiz’ diyenlere mesaj yollayan Sakık, “Demiştim ki ey oradaki çeteler. Siz Mustafa Kemal’in askeri değil generali olsanız ne yazar. İt sürüleri. Bundan dolayı ve 30 Mart, 1 Haziran seçimlerindeki o yenilgiden dolayı Adalet Bakanı bizzat talimat veriyor ve hakkımda dava açılıyor. 1 Nisan’da adliyede olacağız. Buradaki polisler, çekim yapanlar, not tutanlara aynı şeyi tekrarlıyorum. Onlar it sürüsüdür, onlar bu halka düşmandırlar” diye konuştu.

    http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/232340/Sakik__Mustafa_Kemal_in_generali_olsaniz_ne_yazar__it_suruleri.html

  49. Kemalist-faşist muhalefetin tehlikesini küçümsemeyelim;

    http://www.cesmegunesi.com/yazarlar/makale/1879/ne-kurt-sorunu-ya-

  50. Yaklaşan Seçimler ve Birleşik Haziran Hareketi’nin Tutumu
    Oktay Baran
    21 Mart 2015

    Birleşik Haziran Hareketi (BHH) 3 Martta seçimlere ilişkin tutumunu açıkladı. Bu açıklama, sol hareketin tarihine bir muğlaklıklar manzumesi olarak geçmeyi hak ediyor. BHH’nin bildirisi, muğlaklığın, her paragrafa yerleştirilmiş emniyet sübabı niteliğindeki cümlelerin, oportünist tutumların sol lafazanlıkla sarılıp sarmalanmasının yetkin bir örneğini oluşturuyor.

    Aylar süren iç tartışmaların, yapılan onlarca “Meclis” toplantılarının, sözümona “aşağıdan yukarı karar alma süreçlerinin” ardından varılan nokta, kendilerinin de paylaştığı “aşağının” Kemalist önyargılarının ve CHP’yi destekleme tutumunun üstünü örtmekten ibarettir. Bu tutum, elbette ki parlak cümleler ve cilâlarla gizlenmeye ve birtakım gerekçelere dayandırılmaya çalışılmıştır.

    Önce bildirinin ilgili bölümünde ne dendiğini hatırlayalım: “Birleşik Haziran Hareketi’nin Seçimlere yönelik, başta CHP ve HDP olmak üzere, hiç bir kesimle parlamentoda temsiliyet kaygısı üzerinden bir müzakeresi söz konusu değildir. Birleşik Haziran Hareketi’nin kendi dışındaki sol kesim ve partilerle ilişkilerindeki temel duyarlılığı Gezi milyonlarının sorun, talep ve beklentileridir. Birleşik Haziran Hareketi, seçim süreci ve sonrasında bu konumunu korumak konusunda kararlıdır. Ancak bu bağımsız duruşun bir gereği olarak, altını çizdiğimiz toplumsal talepleri inandırıcı biçimde sahiplenen güçlerle seçim sürecinde dayanışma içinde olacağımızı da kamuoyu ile paylaşıyoruz.”

    Muğlaklığa bağımsız tutum cilâsı

    BHH’nin seçim tutumunu dayandırdığı gerekçelerden biri, bağımsız bir tutum geliştirme gereğidir. BHH sözcülerinden Fatih Yaşlı, bunu şöyle açıklıyor: “Hazirancılara göre … bağımsız bir politik özneye henüz dönüşememiş bir hareketin herhangi bir seçim ittifakı içerisine girmesi, Haziran’ın doğar doğmaz ölmesi anlamına gelecekti ve bu nedenle Haziran herhangi bir ittifaktan da, bir partiyi işaret etmekten de kaçınmalıydı. … İçerisinde çeşitli siyasi partiler, örgütler, bireyler bulunan ve siyasi bir parti olmayan bir hareketin 8 Haziran gününe kendi iç bütünlüğünü koruyarak girebilmesinin yolu, bu parti, örgüt ve bireylerin seçime dair asgari bir müşterekte buluşmasını gerektiriyordu. O asgari müşterek ise mevcut durumda ittifak ya da bir partiye destek ya da boykot değil, kime oy verilmeyeceğini, kimle mücadele edileceğini söylemek[ti] … Bu ise Birleşik Haziran Hareketini bağımsız ve etkin bir siyasi özne haline getirmek için mücadele anlamına geliyordu.”

    BHH, açık, net, kitleler tarafından kolaylıkla anlaşılacak bir tutumu ortaya koyamıyor ve bunun üzerini bağımsız tutum örtüsüyle kapatıyor. “Kime oy verilmeyeceğini, kimle mücadele edileceğini” söyledik bu yeterlidir şeklinde bir yaklaşım sergiliyorlar. Ama hayır, o bile açıkça ortaya konmamaktadır. AKP’ye oy verilmeyeceği kesindir de, meselâ CHP’ye oy verilebilir mi? “Haziran direnişinin taleplerini” savunanları destekleyeceğiz demek, CHP de desteklenebilir demektir. Çünkü CHP bu talepleri savunduğu iddiasındadır ve BHH’nin kuruluşunda kimi CHP milletvekilleri de bizzat yer almıştır. Öte yandan, BHH’nin HDP’yi Haziran direnişine destek vermemekle eleştirmesi ile birleştirildiğinde, bu söylemden HDP’ye oy yok sonucu da bal gibi çıkmaktadır.

    Sokak mı, sandık mı ikilemi

    BHH, seçimlere ilişkin bildirisinde, mücadeleci bir dil kullanmaya özen gösteriyor. Bildiri, seçimleri, oluşacak Meclisin profilini, bu Mecliste Kürt hareketinin ve sosyalist vekillerin bulunmasını küçümser bir havayı yansıtıyor. “AKP’ye karşı mücadele”nin yolu sokak olarak gösteriliyor: “Başta seçim barajı olmak üzere, seçim sandığı üzerine düşen gölgeler halk iradesinin sandıkta ifade bulmasını imkânsız hale getirmiştir. … Bu nedenle seçime yönelik mücadelenin AKP iktidarını durdurmanın tek yolu olmadığını bir kez daha vurgulama ihtiyacı duyuyoruz. Bununla birlikte, seçimlerin AKP’ye karşı verilen mücadelenin bir parçası olduğunu da görüyor, önemsiyoruz.” Son cümledeki “önemsiyoruz” vurgusu, BHH’nin tutumuna gelecek eleştirileri önlemeye dönük bir çabadır. BHH, bizim için önemli olan sandık değil sokaktır demekle, aslında CHP’yi desteklediği gerçeğini devrimci lafazanlıkla örtmeye çalışmaktadır.

    Hangi devrimci, sokağın ve mücadelenin vurgulanmasına itiraz edebilir ki? Parlamenter reformlar yoluyla kapitalist toplumun yıkılamayacağını bilenler, elbette kitlelerin öz-örgütlülüğüne, devrimci eylemliliğine işaret ederler. Ne var ki devrimin nasıl olacağını tasvir etmekle, normal ya da olağan dönemlerde ne tür taktikler izlemek gerektiğini ortaya koymak aynı şeyler değildir. Geniş kitlelerin devrimci bilinç ve örgütlülükten yoksun oldukları, burjuva ideolojisinin derin etkisi altında ve sağlı sollu burjuva partilerin kuyruğunda dolaştıkları normal dönemlerde, esas görev, mümkün olan tüm araçlarla sınıfın öncüsünü geleceğe hazırlamak, bilinçlendirmek ve örgütlemektir. Bu araçlar arasında elbet seçimlerin de belli bir yeri vardır.

    Ama iş burada bitmiyor. BHH’nin bu vurgusunda bir tuhaflık göze çarpıyor. Türkiye sosyalist hareketinde, AKP’yi durdurmanın “tek yolunun” sandık mücadelesi olduğunu savunan mı vardır ki BHH bildirgesi aksini “vurgulama ihtiyacı”nı duymaktadır.

    Aslına bakılırsa, onlar tarafından dile getirildiğinde bu vurgu, kendi ayıplarını örtmenin bir aracı durumundadır. Zira, ÖDP ve SİP-TKP geleneği gibi BHH’nin temel bileşenleri, bu topraklarda, parlamentarizm, reformizm ve legalizm eleştirilerini en çok hak eden siyasal çevrelerdir. Daha düne kadar, bu çevreler, kazandıkları muhtarlıklarla ya da belde-ilçe belediye başkanlıklarıyla övünmüyorlar mıydı? “Belediye sosyalizmi” çeşitlemeleri olan anlayışlarla seçim “zaferleri” için CHP gibi bir burjuva partisiyle pazarlıklara girişmiyorlar mıydı? “Halk iradesinin sandıkta ifadesini bulması imkânsız” ise, bu durum geçtiğimiz yıl mı ortaya çıkmıştır ki, bundan önceki tüm yerel ve genel seçimlerde bu çevreler kendi adaylarıyla seçime girmiş ya da öyle görünmeyi tercih etmişlerdir?

    Mevcut koşullarda saçma bir ikilem yaratarak sokağa yapılan bu atıflar, aslında işçi sınıfına inançsızlığın üstünü sol lafazanlıkla örtme çabasıdır. Bunlar bugün işçilerin önemli bir bölümünün AKP’yi desteklemesi olgusundan hareketle AKP’nin sandıkta geriletilemeyeceği düşüncesindedirler. Öte yandan bunlar izledikleri siyaset ve örgütlenme ile de ortaya koydukları gibi, işçi sınıfının geniş yoksul kesimlerine güvenmemekte, onun barındırdığı devrimci potansiyele inanmamakta, onun içinde sabırlı ve kahırlı bir devrimci örgütlenme faaliyeti yürütmeye yanaşmamaktadırlar. Geriye, sol adına ulaşabildikleri küçük-burjuva tepkiselliğin damgasını bastığı toplumsal kesimler kalmaktadır ki, bunlar düpedüz küçük-burjuvazinin bir kesiminin yanı sıra, başta okumuşlar olmak üzere işçi sınıfının ayrıcalıklı, farklılaşmış, sınıfına yabancılaşmış kesimlerinden oluşmaktadır.

    Geleneksel olarak CHP’yi destekleyen bu kesimleri arkasına takmaya çalışan BHH, bu tabandan yalıtılmamak için Kürt hareketiyle arasına giderek kalınlaşan bir çizgi çekmektedir. BHH’nin Kürt hareketine ilişkin önyargıları ve şoven tutumu o denli güçlüdür ki, bugün Erdoğan ve AKP’nin otoriterleşmeye hız veren gidişatını durdurabilecek mevcut yegâne seçeneğin HDP’nin barajı aşması olduğunu göremeyecek kadar körleşmişlerdir. BHH’nin seçim bildirisindeki muğlaklığın ve oportünist yaklaşımların arkasındaki gerçeklik işte budur.

    Temel motivasyon: Kemalist tabanı kaybetmemek

    BHH bildirisindeki muğlaklığın üzeri kazındığında, alttan çıkan şey, CHP’ye destek, HDP’ye oy yok tutumudur. Bu bizler açısından hiç de şaşırtıcı olmamıştır. BHH bileşenleri de dahil küçük-burjuva sosyalist çevrelerin etki alanındaki kitlenin çoğunluğunun ve hatta aktivistlerinin önemli bir bölümünün her seçimde CHP’ye oy verdikleri bilinen bir gerçektir. Geçtiğimiz yılki yerel seçimler, bunun matematiksel kanıtlarını da yeterince ortaya koymuştu.

    BHH’nin oturduğu toplumsal taban CHP tabanından başkası değildir. BHH bildirisinin gerekçeli kararı niteliğindeki yazısında Fatih Yaşlı bunu “Haziran sosyolojisi” kavramıyla dürüstçe ortaya koyuyor: “Haziran İsyanı, AKP’nin kurmak istediği siyasal rejime ve toplumsal yaşayışa bir reddiyedir. … Sokağa çıkanların ezici çoğunluğunu, «Cumhuriyetin kazanımları»nı sahiplenen, laikliği içselleştirmiş, kendini bayrak ve Mustafa Kemal üzerinden ifade eden bir toplam oluşturmaktadır.”

    Uzun söze ne hacet, bu satırlar, BHH’nin temel kaygılarını yeterince çıplak bir şekilde ortaya koyuyor. BHH sol-Kemalizm kulvarındakilerin birliğini temsil ediyor. Kendi tercihleridir. Yeter ki sosyalist jargonu kullanıp gölge etmesinler.

    BHH sözcüleri, kendilerine dönük HDP’yi destekleyin çağrılarından duydukları rahatsızlığı, “bizi basınç altına sokmak istiyorlar” şeklinde dillendiriyorlar. Oysa ezilen Kürt halkının demokratik siyasal taleplerini destekleme görevi, bizleri rahatsız eden dışsal bir basınçtan değil, her şeyden önce sosyalizmin ilkelerinden kaynaklanan içsel bir yönelimden doğar. Ezilen ulusların özgürlüğünü ve kendi kaderini tayin hakkını savunmanın, sosyalistler için bir turnusol kâğıdı özelliğini taşıdığı boşuna söylenmemiştir.

    http://marksist.net/oktay-baran/yaklasan-secimler-ve-birlesik-haziran-hareketinin-tutumu.htm