Yayın Kolektifi ile Röportaj (1 Aralık 2012)

Takılıyoruz işte… sitesinden alınmıştır.

(Not: Yayın Kolektifi ardında birçok değerli çalışma bırakarak faaliyetini sonlandırmış durumda. Sorularımın Yayın Kolektifi adına Gün Zileli ve Melih Dalbudak tarafından cevaplandırıldığı bu yazılı röportaj 1 Aralık 2012 tarihini taşıyor. Röportaj bir kitap çalışmasının parçası olarak düşünülmüştü. Kaybolmasın, bulunsun burada.)

Barış Akkurt

* Yayın Kolektifi hangi ihtiyacın sonucu olarak doğdu? Bugün geldiğiniz noktada kendinizi nerede görüyorsunuz; başarılı olduğunuz ve eksik kaldığınız yanlar nelerdir?

YK yayıncılık piyasasındaki tekelleşmeye, kitap hazırlama süreçlerindeki sorunlara, kapitalizmin tüm alanlarda olduğu gibi yayıncılıkta da yarattığı çöküntüye karşı olma ihtiyacının sonucu doğdu. Bir yayınevi olarak değil, yayınevlerine kitap öneren ve “normal şartlarda” yayınevlerinin basmaya karar vermeyebileceği dosyaları onlara öneren, okur gözüyle editörlük yapan bir gönüllü birliktelik olarak iki yıl önce ortaya çıktı. Geldiğimiz noktada YK önerisiyle basılan 14 kitap başarı olarak görülebilir. Eksik kaldığımız nokta ise, tanıtım ve dağıtım konusudur. Bu bildiğiniz gibi dev tekellerin, medyanın elindedir. Örneğin reklam. Örneğin kitap eklerinde tanıtma yazıları yazılması. Büyük yayınevleri, tanıtma yazıları yazacak olanlara para veriyorlar. Yani iş yine para ve piyasa ilişkilerine gelip dayanıyor. Tanıtım ve dağıtımda yeni kanallar yaratmalıyız.

* Ülkemizde Yayın Kolektifine benzer girişimlere rastlıyor muyuz? Varsa bu girişimleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Yayın Kolektifi’nin özgünlükleri nelerdir?

Yayıncılık alanında YK özgün bir birlikteliktir. Çünkü YK içindeki herkes gönüllü olarak çalışır ve kitap hazırlamaktan herhangi bir çıkar elde etmez. Bunun yanı sıra YK’nin herhangi bir politik katılığı da yoktur. İçinde bulunmak isteyen herkes mail grubuna üye olarak çalışmaya başlar ve istediği zaman da çalışmalarına son verebilir. Mutlaka benzer başka girişimler de var. Ne yazık ki, bu tür oluşumlarla bağlarımız istediğimiz boyutlarda değil.

* Önerdiğiniz kitaplardan hangileri basıldı? E-kitap meselesine nasıl yaklaşıyorsunuz?

Yeniden eskiye doğru sıralarsak: Ve Zamanın Çoğunda Hiçbir Şey Olmadı (Emre Altındağ); İktidarın Mekansal Örgütlenmesi (Emrah Tuncer); Gece Evleri (Kemal Cemgil); Demokrasi Komplosu (Ali Rıza Gelirli); “Hayatsız Kadın” AYŞE (Alper Uruş); Leninnâme (Arkadi Averçenko; Haz.: Mustafa Yılmaz); Dünyanın Her Yeri Sahne Erkan Yücel anışı (Gün Zileli, Şula Ayaz); Halk Silahlanınca (Abel Paz); Komün Bilgeliği (Sedat Eroğlu); Yitik (Ali Murat İrat); Efendisiz Demokrasi (Ali Rıza Gelirli); İmlasız Bahçe Şiirleri (Nesrin Kültür Kiraz); Peşime Verdi (Hülya Tarman); Türler ve Cinsler (Can Başkent).
E-kitap konusuna olumlu yaklaşıyoruz. Yayın Kolektifi Seçkisi adlı e-kitabımız web sayfamızdan indirilebilir. Bu konuda Propaganda Yayınlarının da çok desteğini gördük.

* Şöhretli yazarların, çok satan kitapların bu güce ulaşmasında niteliğin yeri nedir?

Duruma göre değişir, çok satan sıfatı kitabın niteliği ile doğrudan ilgili değildir. Piyasanın ihtiyaçları, tüketim olgusunun yayınevleri tarafından algılanması, kitabın “ürün”e dönüşmesi çok satılan kitapların durumunu etkiler. Ama çok satan tüm kitapların niteliksiz olduğunu söylemek de çok saçma olur. Örneğin Yaşar Kemal.

* Büyük sermaye gücüne sahip yayınevleri ve banka yayınevleri ne derece estetik, insani değer kaygıları taşıyor? Yayın çizgilerini ve amaçlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu durum sermayenin, girebildiği her sektörde kontrolü kaybetmemek istemesi ve rakip sermaye grubunu dengelemeye çalışmak istemesi ile ilgili. Kapitalizmin kuralları yayıncılık sektörü için de birebir geçerli. Bu bakımdan özellikle büyük sermaye gruplarının yayıncılık anlayışı insani, edebi kaygıları ön plana almaz. Bu yüzden çok ciddi para kazandıkları halde, yanlışlarla, eksikliklerle dolu kitaplar çıkarırlar. Yayın çizgileri piyasa koşullarına göre değişir, dağıtım ağının tekelini ellerinde tutarlar ve en acısı da kıt kanaat geçinen ve gerçekten edebi kaygıları olan küçük yayıncıların da varlıklarını yavaş yavaş bitirirler.

* Metropollerdeki (Ankara, İstanbul, İzmir) ve metropoller dışındaki egemen yaklaşımın ve tarzın uzağında yayınevlerinin varoluş koşullarını nasıl görüyorsunuz? Başarılı bulduğunuz yayınevleri var mı, isim verebilir misiniz?

Bu tür yayınevleri elbette var, hem de çok. Ama yaşamla ölüm arasında bir yerdeler, piyasa ve para ilişkileri yüzünden. İsim vermemek daha doğru olur ama YK ile bağlantılı yayınevlerinin adlarını verebiliriz: Kibele (ki YK’nın önerdiği kitapların büyük kısmını bugüne kadar basan bu yayınevidir), Yaba, Kaos (bu yayıneviyle ortak bir kitabımız var), Dipnot, Sosyal İnsan Yayınları, Propaganda Yayınları (e-kitap yayınlar). (Aman unuttuğumuz olmasın. G:ZJ)

* Küçük yayınevlerinin bastığı nitelikli eserlerin okurla buluşma imkânları ve imkânsızlıkları nelerdir? Tanıtım ve dağıtım sorunlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Öncelikle tanıtım büyük bir sorundur, gazetelerin kitap ekleri, dergiler hep görmezden gelebilir nitelikli eseri. Ama internetin bu anlamda olumlu işlevi var, sosyal paylaşım sitelerinde bu engellemeyi kırabilirsiniz. Dağıtım da ayrı bir sorundur. Birçok büyük kitabevi, elden kitap almaz, kendi dağıtımcısının dışında kitap satmaz ve kitabınızı satacak kitabevi bulamayabilirsiniz.

* Estetik düzeyi yüksek bir eserin popüler olma koşulları var mı?

Bu da piyasa koşullarına göre değişir. Eser yayımlandığında herkes burun kıvırırken, koşullar o kitabın popülerleşmesini sağlayabilir. Ya da çok acı bir örnek olarak Hanımın Çiftliği dizisini izleyip, “Aaa, bunun kitabı da varmış” diyerek Orhan Kemal’i popüler hale getirebilirsiniz.

* Kültür-sanat alanında verilen ödüllerin bir kastlaşma yarattığını düşünüyor musunuz? Bu ödüller ne derece yeni değerler ile tanışmamızı sağlıyor?

Her türlü ödül manüplasyon amaçlıdır.

* Popüler ürünlerin yarattığı bilinci estetik ürünlerin algılanmasında bir engel olarak görüyor musunuz?

Daha doğrusu, bilinç körleşmesini diyelim. Popüler kültür estetiğin düşmanıdır.

* Edebiyat eleştirmenliğinin durumunu popüler üretimlerin ele alınışı açısından nasıl değerlendiriyorsunuz? Yaygın medyada popüler ürünlerin eleştirisine neden pek rastlanmıyor?

Türkiye’de edebiyat eleştirisi diye bir şey yok. Tut beni tutayım seni ilişkilerine göre yazılmış taze suya tirit yazılar söz konusu. Bunu anlamak için Radikal gazetesinin kitap ekini açıp bakmak yeterlidir. Ciddi bir eleştiri yoktur, sadece boş övgüler vardır. Orada köşelere yerleşen “büyük eleştirmenler” de ısmarlama yazılar yazarlar çoğunlukla. Eleştiri yazısı yazan biri olursa derhal sansüre uğrar. Bunun sosyal medyaya yansıyan örneklerini bulabilirsiniz.

*Kültür-sanat ve iktidar-sermaye ilişkisi nasıl olmalı? Mevcut durumu nasıl görüyorsunuz?

Böyle bir ilişki olmamalı. Yani gerçek kültür ve sanat ancak sermayenin ve iktidarın uzağında gelişebilir ve yaşayabilir. Sermaye, nitelikli sanat eserlerini ürün haline getirerek onu öldürür.

* Edebiyatçının toplumsal bilinç yaratma, toplumsal dönüşümlere katkı sunma gibi bir misyonu var mıdır? Edebiyatçının bir misyonu olmalı mıdır ya da ne olmalıdır?

Misyon kelimesi oldukça sorunlu. Misyoneri hatırlatıyor. Edebiyatçının tek misyonu, her türlü misyonu gömmek olmalıdır. Toplumsal bilinç yaratmak diye bir misyon da olamaz. Toplum, eğer ihtiyaç duyarsa kendi bilincini yaratır. Edebiyat ve sanat, gerçekten sanatsal kaliteye sahip olduğu sürece toplumun hücrelerine taze kan pompalar.

* 1984 yılında ortaya koyduğu “Sanatta Star Sistemi” kavramsallaştırmasıyla, kültür-sanat alanında piyasacılıkla mücadeleye girişen Cengiz Gündoğdu’nun yaklaşımıyla Yayın Kolektifi’nin yaklaşımı arasında ne gibi benzerlikler ve farklılıklar var?

Özdeşlik olduğu bile söylenebilir.

* Fanzin eylemi kültür-sanat endüstrisinin neresinde duruyor? Özgünlüğü ve sınırlılıkları nelerdir?

Fanzinleri çok önemli görüyoruz. Bunlar, piyasanın ve kapitalizmin üzerine yüklendiği toplumun küçük nefes alma hücreleridir.

* Sokak şairlerinin, sanatçılarının varlığını nasıl değerlendiriyorsunuz? Sokakta oluş, mevcut kültür-sanat düzeni içinde yer bulamamaktan kaynaklı bir zorunluluk mu, yoksa bir varoluş şekli mi? Sokak şairleri, sanatçıları ve fanzincilerin ortak yönleri konusunda ne dersiniz?

Sokak sanatı da çok önemlidir. 1968 devrimci yükselişinde sokak tiyatroları çok önemli bir rol oynamıştır. Ortak yön, bir tür doğrudan eylemdir ve çok gereklidir.

* Popüler ürünlerin yarattığı bilince karşı fanzinler nasıl bir imkan sunuyor?

Fanzinler birer anarşist çağrıdır, Emeğin, dayanışmanın, kendi yağı ile kavrulmanın somut göstergeleridir. Önemle izlenmesi ve desteklenmesi gerekir.

16 Temmuz 2014, Barış Akkurt tarafından yayınlandı.

Hakkında Gün Zileli

Okunası

Fikret Başkaya / Eleştirel düşüncenin vazgeçilmezliği…

“Hiç düşmanın yok mu? Bu nasıl mümkün oldu? Her halde ya gerçeği hiç söylemedin ya …