CHP’nin Son İki Politikası Üzerine…  

 

Belki de “Kılıçdaroğlu’nun Son Politikaları Üzerine” demek daha doğru olur. Çünkü şu ana kadar bu politikayı onaylayan herhangi bir CHP’liyi görmedim. Belli ki bu akıldane politikaları CHP üst yönetimi belirlemiş. Bütün üst yönetimler gibi yanlış yaptıkları ortada. Peki ama onları buna sevkeden ne? Bunu tahlil etmeye çalışalım.

 

İslamcı-faşist iktidarın çok uzak olmayan bir gelecekte 27 Mayıs türü bir hareketle yıkılacağı artık aşağı yukarı belli olmuş durumda. Bunun göstergeleri çok açık:   Daha dün Avrupa Parlamentosu’ndan ve ABD hükümetinden üst üste iki açık veto yediler. Her ikisi de basın ve fikir özgürlüğü ile Kürt halkına karşı yürütülen savaş konusunda net bir tutum sergiliyor ve AKP iktidarını adeta köşeye sıkıştırıyordu. Bunun ötesinde, toplumda çok büyük bir sıkışma var. İslami projenin sonuçları bütün toplumun gözü önünde kendini çocuk tecavüzleri ile ortaya koymuş durumda. Kadın cinayetleri de öyle. Toplumsal sıkışmanın en yaygın belirtisi bir toplumsal depresyon hali yaşanması ve insanların çareyi anti-depresanlarda bulması. Artık insanlar tamamen banka kartlarına bağımlı olarak yaşar hale gelmiş ve hiçbir çıkışları yok. Bu listeyi sayısız ölçüde genişletmek mümkün.

 

Dahası, artık sokak hareketleri de yok. Daha önceleri çeşitli gösteriler, sokak hareketleri toplumun gazını alır, kısa süreli de olsa gerilimi azaltırdı. Artık insanlar sokağa çıkmıyor, özellikle Kürdistan’daki savaştan dolayı çıkmak da istemiyor. AKP iktidarı bundan memnun mu bilmiyorum ama ben onların yerinde olsam bu durumdan memnun olmaz, büyük bir sosyal patlama tehlikesi olarak görürdüm. Sokak hareketleriyle ve gösterileriyle belli ölçüde gerilimini atamayan kitleler, adeta düdüklü tencerenin içindeki buhar gibi sıkışıyor ve kitle, kütleye dönüşüyor. Bu sıkışmanın önünde sonunda bir patlamaya yol açacağını görmemek için salak olmak gerekir. Zaten 27 Mayıs türü bir hareket de bunun üzerine gelecek.

 

CHP yönetimi bunu gördü. Bunun üzerine, Kılıçdaroğlu’nun geçtiğimiz Perşembe akşamı Tarafsız Bölge programında açıkladığı iki politikayı kararlaştırdı. Bu iki politika da oy kaygısına değil, yaklaşmakta olan AKP iktidarının yıkılışına ilişkindi. Neydi bu iki politika? Birincisi, sertliğe sertlikle karşılık vermek. İkincisi, dokunulmazlıkların kaldırılmasına – Anayasa’ya aykırı olduğunu bile bile- onay vermek.

 

Önce birinci politikayı görelim. 27 Mayıs öncesi ortam CHP’nin sosyal ve politik hafızasında canlı bir şekilde yaşamaktadır. O zamanki CHP lideri İsmet İnönü de sertliğe sertlikle cevap verme politikasını ustaca yürütmüş, en son uyarısını “sizi ben bile kurtaramam” diyerek yapmıştı. Nisan 1960 hareketi günlerinde bir gün babamla (on üç yaşındaydım) Kızılay’a çıkmıştık. Aniden bir koşuşma oldu ve sloganlar atılmaya başladı. Meğer ismet İnönü “bankadan para çekmeye” gelmiş Kızılay’a ve onu tanıyan gençler etrafında toplanıp gösteri yapmaya başlamışlar. “İhtiyar kurt” ismet İnönü’nün öyle bir günde Kızılay’a inmesi elbette tesadüfi değildi. CHP, DP’nin sertleşmesine sertlikle karşılık verme politikasının ürününü kısa süre sonra alacaktı.

 

Bence Kılıçdaroğlu yönetimi, toplumda İslamcı AKP iktidarına karşı biriken öfkeyi gördü ve bunun sonucu, aynı 55 yıl önceki CHP gibi sertlik politikası yürütmeye karar verdi. Bu politikaya şahsen bir itirazım yok. Diktatörlere karşı sert duruş gereklidir. Ensar Vakfı’yla ilgili “önüne yatma” tartışmasında da CHP’yi haklı buluyorum. CHP’nin, yandaş medyanın ve AKP’nin yaygarasına hiç kulak asmaması doğruydu. Onların zihninin arkasındaki “önüne yatmak”la, Kılıçdaroğlu’nun sözünü ettiği “önüne yatmak” arasında hiçbir benzerlik yok. Fakat Kılıçdaroğlu’nun, bu haklı noktadayken sertlik politikası uğruna bir de “altına yatma” terimini kullanması yanlış olmuştur. Sertlik yapacağım derken karşı tarafa tam da arzuladığı kozu vermenin anlamı yoktur. Ayrıca “altına yatmak”, maço ve cinsiyetçi bir söylemdir, gayet insani bir cinsel edimi ayıplanacak bir davranış haline getirdiği için tam da İslamcıların bulunduğu noktaya düşmüş oldu.

 

Kılıçdaroğlu’nun açıkladığı ikinci taktiğe, yani “Anayasa’ya aykırı olduğunu bile bile dokunulmazlıkların kaldırılmasına onay verme” tavrına gelince… Bu taktiğin de oy kaygısıyla savunulduğunu sanmıyorum. Hatta bunun CHP’ye oy kaybettireceği bile söylenebilir. Zaten ne milletvekilleri ne CHP tabanı bu politikayı desteklemektedir. O halde bunu neden ortaya attılar. Bence bu da AKP iktidarının devrilişinden sonrasına bir hazırlık olarak görülmelidir. Bu davranışla, AKP’yi devirecek olan devletin tepesindeki güçlere güvence verilmek isteniyor. “Bakın, biz de ‘ülkenin bölünmez bütünlüğü’ konusunda MHP kadar duyarlıyız ve ‘teröre destek verenlerin’, HDP’lilerin dokunulmazlığının kaldırılmasına, bunun Anayasa’ya aykırı olduğunu bile bile, büyük bir fedakârlık yaparak Meclis’te oy verdik. Yani devrilecek olan AKP iktidarının yerine bize güvenmemeniz için hiçbir neden yok” demek istemektedirler.

 

Tabii ki bütünüyle yanlış bir politikadır bu. AKP iktidarını yıkacak, toplumun özgürlük isteğinin doğurduğu fırtına olacaktır. Özgürlük talebine sırtını dönenlerin, önce dokunulmazlık tanınmışken, ardından bu dokunulmazlıkları kaldırıp “dokunulmazlık” denen kurumu tamamen geçersiz bir oyun haline getirenlere destek verenlerin, kısacası HDP’yi köşeye sıkıştırıp onun oylarına el koyma planları içinde olanlarla aynı safta yer alanların da bu fırtına tarafından tarihin çöplüğüne atılacağına hiç kuşku yoktur. Henüz zaman varken bu politikayı terk edip Meclis’te bu garabete karşı çıkmak CHP için en akılcı tutum olacaktır.

 

Gün Zileli

15 Nisan 2016

www.gunzileli.com

gunzileli@hotmail.com

 

 

Hakkında Gün Zileli

Okunası

MHP Takozu! (ve Artı-Gerçek’teki yazılarımın Sona Erişine İlişkin Kısa bir Açıklama)

Bu yazı, her zamanki gibi cumartesi gecesi Artıgerçek’te yayınlanmak üzere yazılmıştı. Dün, (yani 10 Mayıs, …

60 Yorumlar

  1. marxist argüman

    sayin zileli,

    önce dostca bir uyari: toplumsal olaylarda hava raporu gibi tahminlerde bulunmak son derece yanlis bir davranis. toplumsal gelismeler meteorolojiye benzemez, yazani sonradan mahcup edebilir, ofsayta düsürebilir. zaten anarsist ya da marxist anlamda toplumsal analiz var olan, göz önünde olani anlayip tahlil etmektir. bunun disinda gelecek icin tahminlerde bulunmak yazani gülünc duruma düsürebilir. benden söylemesi.

    yazinizin özellikle sondan ikinci paragrafini dikkate alarak yaziyorum:

    tanriya iman etmis birisinin her nereye bakarsa baksin yaradani ve o’nun mucizelerini görmesi gibi siz de her siyasi gelisme de AKP’nin yikilisini ve sonra ki gelismeleri görmeye calisiyorsunuz.

    iktidar icin rekabet eden siyasi fraksiyonlardan kemalist fraksiyon yani muhalefet partisi CHP’nin HDPli milletvekillerinin dokunulmazliklarinin kaldirilmasinin önünü acacak degisiklige onay vermesi ne anlama geliyor? CHP bunu kendisi zaten 3 gerekce seklinde acikladi. bunlara inanmayip “AKP’nin yikilisi sonrasina hazirlik, devletin tepesindekilere mesaj” seklinde yorumlamak sizin kendi kurgunuz. genelkurmay eski baskani ilker basbug’un katildigi toplantilarda ki aciklama-önerilerini takip ediyorsaniz, kemalist fraksiyonun kürt sorunu-“bölücü terör” politikasini, ki bu ayni zamanda T.C.’nin milli güvenlik politikasi oluyor, acikca dile getiriyor. ne diyor basbug: “bölücü teröre” karsi milli politika izlenmeli, bölücü terör ile mücadele iktidar cekismelerine alet edilmemeli. CHP de buna uygun davraniyor, sözkonusu “bölücü terör” olunca T.C.’nin yüksek devlet cikarlari ve milli güvenlik stratejisi dogrultusunda mecliste ki üc parti AKP; MHP, CHP ortak strateji belirliyorlar. böyle gelismeleri bir devletin devlet rezonu, milli güvenlik stratejisi ile insanlara anlatmak yerine askeri darbe senaryolari-kurgulari da neyin nesi oluyor?

    sonra “devletin tepesinde ki gücler” diye esrarengiz, siradan insanlarin bilemeyecegi bir takim güclerden bahsetmek de neden? devleti yöneten siyasi partiler, politikacilar acik ortada. T.C. askeri bir devlet olarak kuruldugu icin eskiden beri ordu da siyasetin bas aktörleinden biridir. AKP hükümeti A.B.D ve AB’nin destegi ve istegi ile ordunun siyasette ki etkisini törpüledi. sormasi ayip olmasin, sizin “devletin basinda ki gücler” dediginiz kimler oluyor?

  2. neden mahcup olayım ki. Toplumsal gelecek tahminlerinin yanılma olasılığı her zaman vardır. Örgüt şefi değilim ki mahcup olayım (gerçi onlarda da surat yoktur ya mahcup olacak)

  3. sevgili zileli,şu anda parmaklarım kesli,yatakta yatıyorum.değerli anı kitaplarını, bazı çevirilerinive takma adla yazdığın yazılarınıda eskiden okumuştum.bir romanlarını okumadım.kitaplarım heybelide kaldı. sitendeki yazılarından yararlanıyorum. keşke gemide olup seninle tartışıyor olsaydım.ilerdeoda olur.yinede seni kışkırtayımSBKP nin17. kongresipartinin her yerde zafer kazandığını 1934 STALİN sosyalizmintek yönetimgücü olduğunu ilan etti.kongrede seçilen mk aday ve aday üyelerinin büyük çoğunluğu deleğelerin büyük çogunluğu , karşı devrimcilikle suçlandı , yargılandı tutuklandı , kurşuna dizildi.
    27 mayıs anayasasını savunalım , ama 27mayısı değil.
    kılıçdaroğlu geçende duydum, halkımızın eline alacağı güzel bir anayasa kitapçığından söz ediyordu. bunun hiç danışmanı yok mudur?her iyiliği her kötülüğü anayasadan beklemek niye.
    görünen karamsarlık sizin kadar iyimser değilim uzun dönemde tabiki iyimserim ölmezsem tabi , sevgier , saygılar. ahmet aslan heybeliada
    .

  4. a)bence Zileli’nin unuttuğu olgu Ordu’nun eski Ordu olmadığıdır!
    b)sovyetlerin yıkılmış olması,anlamı avrupa ve amerikanın adı islam ya da mislam olan bir Türkiye ile çalışabilir olması,burada taraflar arasında herhangibi bir sorunun olacağını sanmıyorum!
    c)akp’ye oy veren tabanın hayat tarzı ve istemleri arasında güçlü bir karşı karşıya gelişin olmadığı en azından görünürde bu böyle.

    ”Bu davranışla, AKP’yi devirecek olan devletin tepesindeki güçlere güvence verilmek isteniyor. “Bakın, biz de ‘ülkenin bölünmez bütünlüğü’ konusunda MHP kadar duyarlıyız ve ‘teröre destek verenlerin’, HDP’lilerin dokunulmazlığının kaldırılmasına, bunun Anayasa’ya aykırı olduğunu bile bile, büyük bir fedakârlık yaparak Meclis’te oy verdik. Yani devrilecek olan AKP iktidarının yerine bize güvenmemeniz için hiçbir neden yok” demek istemektedirler.”

    ”kast edilen Ordu ise” herşeye karşın Ordu en az akp’ye beş çekecek halk desteği olmadan kılını kıpırdatmaz…Orduyu oluşturanların akp’yi oluşturanlardan hayat tarzı olarak ne farkı var!???

  5. sevgiler Ahmet, geçmiş olsun. Ben de kınalıada’dayım. seni ziyaret etmek isterim

  6. hem sonra Ordu neden darbe yapsın!?
    ülkemizde Ordu hep halk uyanışına karşı darbe yaptı!?
    erdoğan hemen hemen her gün darbe yapmıyor mu?
    sorun nerede?
    cumhuriyet denilen şey erdoğan öncesinde farklı bir şem miydi!?
    ”erdoğanın yaptığı var olan türk devlet gerçekliğinin peçesini darman duman ettip,ortaya koydu ve toplu nezdinde meşrulaştırdı ve bunu arkasına aldığı güçle yaptı!devletin tepesini bence meşru ve kabul edilir kıldı,hakiki devletin hiç gıkı çıkıyor mu!?

  7. yazıyı ağzım açık okudum. çanlar romanının son sayfalarında anlattığınız gibi geçici devrimci hükümet mi kurulmasını bekliyorsunuz 2017 yılında?

  8. özgürlükçü

    Zileli çok üzülmüş!!!!
    Güzelleme yaptıklarının aslında nefret ettikleriyle aynı olduğunu görmek zileliyi öldürmese iyidir??????
    çok üzülmüş?????akp-mhp-chp nin aynı ahırın atları olmasına rağmen milli duygularıyla yaptığı güzellemelere mi yansa chp nin yaptığına mı?????
    HDP yi öldürmek başlıklı yazılar döşedin ama bu akp-chp-mhp gibi partilerin olduğu iklimde HDP nin ölmesi mümkün değildir bütün bu yapılanlardan Toplumsal Muhalefetin Politik Partisi HDP güçlenerek çıkacağını Zileli çok iyi bilir???????????

  9. O sadece romana ilişkin bir kurgu. Ancak 2017’de devrilecekler.

  10. Hendek operasyonlarına ve oradaki fotoğraflara, söylemlere baktığınızda, askeriyenin alt kademesinin akp-mhp’nin savunduğu dünya görüşüne yakın olduğunu görürsünüz. Bunlar niye darbe yapsınlar?
    Üst kademe ise onlara sınıf atlama imkanı sunan uluslararası kariyerlerini darbe macerasıyla riske atmaz. Üst kademe daha entelektüeldir. Duygularıyla hareket etmezler ve maceraya girmezler.
    Kısacası darbe için en ufak bir belirti, kıpırdanma, kaynama, göz dağı yok. Her şeyden önce darbeyi yapacak kadro yok. Yukarıda neden olmadığını analiz ettik.
    Darbe olabilir diye toto oynayanlar hangi zamanda ve ülkede yaşadıklarından haberdar bile değiller. Yazık. Koskoca Gün Zileli’nin geldiği yere bak.

  11. sevgili zileli, ben heybeliadada tek başıma yaşıyorum sizin kınalıda oturduğunuzu biliyorum. gemide iki üç kere konuşmuştuk. forumlardada gezi zamanı sizi görüyordum.fatih te kardeşimin evindeyim.parmaklarım kesildi,hareketsiz yatağa bağımlıyım , şekerden ayagım geç doluyor. eski kitap işiyle uğraşıyorum. kitaplarımın adada kalması ve uyduanteninin burda olmamasından dolayı biraz sıkılıyorum.imc tv , yol tv, halk tv , hayat tv vs kabloda yok. farklı tv olarak ulusal kanal var. onunda başında partininde yardımçılığına getirilen ismail hakkı PEKİN var.geçen bir yayında şehri yok edeceksin diyordu. demek soyadından dolayıgenel kurmay istihbaharattan buralara getirilmiş. gerçi ulusal kanal cnn den biraz daha özgür orda dengeler hep aynı molozlar vs. . ulusal kanal eleştirilmeli ama birazda farklı yinede.gerçi bilgisayardan izlenebilir ama kota var izleyemiyorum.bazı sitelerde eski kitap dergiler okumak mümkün işçin sesi , tüstav vs. sizin sitenizde önemli.görüşmek üzere teşekkürler.

  12. Yeterince gerildi cografyalar şimdi faylari kiracaklar. Gerilim azalsin. Azalsin ki yeniden pazar islesin.
    Gün hoca’nın ortaya attığı darbe tezini hafife almak için son 40 yıla dair hiç bir şey bilmemek yahut unutmuş olmak gerekir. Genellikle savaşın ve çatışmanın yani başında yaşadığımız için biz sıcak bir savaş var saniyoruz fakat çok soğuk hatta geçmişte ki soğuk savaştan daha soğuk bir savaş yaşandı. Yaşandı diyorum çünki yavaş yavaş sonu gelmeye daha doğrusu sonu geldi iluzyonu yaratilmaya çok yaklasildi.
    Türkiye’de ki darbe ihtimali bu yüzden çok gerçekçi. Ben bu noktada 3 olay olacağını düşünüyorum.
    Birincisi elbette darbe. Bu darbe ile suudi Arabistan, ıhvan gibi Petro dolarlar ile rejim imalatı yapan ingiliz destekli siyasal islama bir berlin duvarı hissi yasatilacak.
    İkinci olay Iran’da post modern bir liberal devrim ile “reformcularin” iktidarı ele geçirmesi. Suriye’ye yoğunlaşarak afganistan olayını tekrar eden Rusya’ya En güvendiği yerden vurularak daha da landlocked hale gelmesi sağlanacak.
    Son olayda kuzey Kore rejiminin son bulması ile olacak. Bati ile afrika’da ve Ortadoğu’da çıkar savaşına giren Çin’e ve Kabadayı Putin’e buralardan bir mesaj daha gidecek.
    Son 30 yıldır hep batıya rakip diye ortaya çıkan güç odakları batıya benzeyerek sakinleşti. Ruslar geliyorun yerini Japonlar geliyora son zamanlarda Çin geliyora bırakmıştı. Şimdi Çin’de ne kadar batılı toplumlara benzediği ile gündemde. Lüks araba satışları. Gereksiz pahali inşaatlar falan.
    Kapitalist gerçekliği örtmek adına pompalanan medeniyetler savaşı doktrini sona erdi. Yenı koşullara doğru yeni oyuncular( piyon) gerek

  13. Mesele AKP’nin ülkeyi yönetememesinden öte. Bu ülke böyle devam edemez. Bu üniter, katı merkeziyetçi elbise devlete ve topluma dar geliyor. Kendi kendini üretmeye elverişli değil.
    Ekonomisi de -siyaseti kadar olmasa bile- sürdürülebilir değil.
    Bu durum S. Arabistan gibi gerici müttefikleri için de böyle.

  14. Geçmiş olsun Ahmet. Bana mail adresinden yaz da bir gün buluşup şöyle bir sohbet edelim.
    gunzileli@hotmail.com

  15. Anarşizme Kenar Notları adlı bir kitap hazırlıyorum. senin de katkılarına ihtiyaç var. Bana mail atarsan sana kitabın ilk halini gönderirim. yakında bitecek ilk hal olarak. Kitapta senin de adın geçiyor.

  16. pekeke ulusal devletinin ordusu var mı?

    var!

    silahları batıdan mı alıyor?

    alıyor!

    yeraltı teşkilatları kirli işler yapıyor mu… eroin, afyon vs vs?

    yapıyor!

    örgütün üst kadrosu batı başkentlerinde lüks yaşamın içinde mi?

    içinde!

    tc ordusunu halk çocukları mı, burjuva çocukları mı oluşturuyor?

    halk çocukları oluşturuyor!

    o zaman halk çocukları arasında barış sağlanana kadar “darbe fenomeninden” korkmayınız..!!!!

  17. suudi arabistan kralıyla genelkurmay düzeyinde islam ordusu tatbikatı yapan ordu mu bir darbe ile siyasal islama berlin duvarı hissi yaşatacak? hayal kurmayın.
    ordu ile akp’nin düşmanları ortak: fethullahçılar ve hdp/ kürtler/ aşırı solcular.
    gün zileli’nin beklediği halk isyanları yaşanırsa ve olaylar kontrolden çıkarsa ordu hiç tereddütsüz akp’nin yanında yer alır ve sizin beklediğiniz darbe de akp’ye karşı değil, akp karşıtı blok’a karşı olur.
    gezi eylemlerinde bile polis panzerleri yetersiz kalınca jandarmadan takviye gelmişti.

  18. Demek ki hukuk denen şey halen güçlülerin elinde, tarafsız olması gerekirken!

    Demek ki hukuk, hakkaniyet dağıtmıyor!

    Demek ki bir sonraki hedef HDP’yi hukuk ile öldürmek!

    Demek ki HDP’den umudu kesenler darbe çığırtkanlığı yapanlara usul usul destek veriyor!

    Yazık oldu, hem de çok!

    7 Haziran öncesine dönmek artık tam bir hayal!

  19. CHP’de Kılıçdaroğlu dönemi bitmiştir. “5 yıl sonran nerede olmak istersiniz?” sorusuna “ayakkabılarımı ve çorabımı çıkarmış, güzel bir bahçe, güllerin altını çapalayan bir insan olarak doğanın bir parçası olarak yaşamak isterim.” diye cevap verdiğine göre emeklilik kararını zaten kendisi de almış. Siyasette kalan süresini memur zihniyetiyle durumu idare ederek geçirme niyetinde. Normalde parti içinden birilerinin, “5 yıl sonrası bir siyasi hedefin yoksa şimdiden o koltuğu terk et” demesi gerekiyor. Ama bu dokunulmazlık kararı üzerinden güya Kılıçdaroğlu’na karşı bayrak açanlar bunu söyleyemiyor çünkü kendi istedikleri kişiyi genel başkan seçtiremezler, bunu kendileri de iyi biliyor. Bu nedenle, uzun süredir olduğu gibi günü birlik adımlarla gittiği yere kadar böyle gitsin kafasındalar.

  20. Can Ataklı’nın Sözcü’deki yazısını okudunuz mu? Rasim Ozan Kütahyalı, Rus uçağını düşüren pilot da dahil havacıların yarısının cemaatçi olduğunu yazmıştı. Askeriye bunun üzerine ROK’u ifadeye çağırmış. Geçen hafta ROK Genelkurmay’ı ziyaret etmiş. İçerde tam dört saat kalmış. Can Ataklı’nın yazdığına göre “ifade vereceğini sanarak korka korka gittiği Genelkurmay’da görkemli biçimde karşılanmış, paşalar etrafında pervane olmuş, fotoğraf çektirmek için yarışmışlar.” Hadi belki Can Ataklı olayı abartarak aktarıyor ama yüksek komutanlıkta hava böyleyken nasıl 27 mayıs tarzı müdahale bekleyebiliyorsunuz?

    http://www.sabah.com.tr/yazarlar/kutahyali/2016/04/10/genelkurmayin-feto-ile-mucadelesini-gozlerimle-gordum

    http://www.sozcu.com.tr/2016/yazarlar/can-atakli/pasalar-rasim-ozan-beye-rus-ucagini-dusuren-f-16-pilotunu-anlatmadi-mi-1187961/

  21. Aşağıdaki haber darbe tezini çürütmez mi?

    2 teğmene gözaltı
    ANTALYA’da ‘Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması’na (FETÖ/PDY) yönelik operasyonun ikinci dalgasında aralarında 2 muvazzaf subayın da bulunduğu 16 kişi gözaltına alındı.
    Antalya Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele (KOM) Şube Müdürlüğü ekiplerince Antalya merkezli olmak üzere önceki akşam saatlerinde İstanbul, Gaziantep, Konya, Isparta, Ankara, İzmir, Kastamonu, Diyarbakır ve Van’da gerçekleştirilen operasyonda, aralarında 2 teğmenin de bulunduğu 16 kişi gözaltına alındı. Geceyi Emniyet Müdürlüğü’nde geçiren şüpheliler, sabah sağlık kontrolünden geçirildi. Yeniden KOM Şube Müdürlüğü’ne götürülen şüphelilerin ifade işlemleri devam ediyor. Polis, şüphelilerin ‘terör örgütü üyeliği’ ve ‘FETÖ/PDY kapsamında faaliyetlerde bulunmak’tan gözaltına alındığını belirtti.
    AVUKAT MOZAMBİK’E KAÇMIŞ
    İkinci dalga kapsamında aranan bir avukatın Mozambik’e kaçtığı tespit edildi. Antalya’da 6 Nisan’da ‘FETÖ/PDY’ soruşturması kapsamında 24 kişi gözaltına alınmıştı. Bu şüphelilerden 17’si çıkarıldıkları mahkemece tutuklanırken, 7’si ise adli kontrol şartıyla serbest bırakılmıştı. Operasyon kapsamında cemaatin ‘Antalya bölge imamı’ olduğu iddia edilen avukat Hasan Tarık Ş. ile birlikte 3 kişi daha aranıyordu.
    http://www.hurriyet.com.tr/2-tegmene-gozalti-40089609

  22. Anlamadığınız şu ki, sosyal olaylar komutanların keyfine göre belirlenmez. Ona bakarsanız 27 Mayıs’ı yapan MBK’nın yarısı faşistti.

  23. neden çürütsün ki? Tersine bu tür tutuklamalar iktidarın korkusunu yansıtıyor. 27 Mayıs’tan önce 9 subayın tutuklanması olayı vardı.

  24. Milletvekilleri Dokunulmazlığı ve CHP’nin “olağan” sürüklenişi

    M. Kemal 1923’de, o günün koşullarında Modernite devrimleri ile 1921 Anayasası arasında bir seçim yapmak zorunda kalsaydı hangisini seçerdi? “Modern” toplum ya da Kürt federasyonu; hangisinden vazgeçerdi! Günümüz “Kemalistleri” ilkinden vazgeçmiş görünüyor.
    Tarihsel koşullarını yitirmiş bir çok “olumlu” ideoloji gibi Kemalizm de tümüyle “reddedilerek” değil, “benimsenerek” aşılmalıdır ki, bence Kemalizm’in temel dünya görüşü “modernizasyon”, “mürşidi” de “ilimdir, fendir!” Günümüz “Atatürkçü’leri” ne utanç verici; Siyasal İslamcı iktidar “mürşidinin” peşine düşüyor.
    *
    Bilindiği gibi Milletvekillerinin “dokunulmazlıklarını” kaldıracak yasa teklifine CHP yönetimi de olumlu oy vereceğini bildirdi. İnsan şaşırıyor; neden?
    Ülkede milletvekillerini adil yargılayacak, bağımsız mahkemeler mi var?
    Adalete, insanların hakkına-hukukuna sahip çıkacak bir özgür basın mı var?
    Soruşturma, gözaltı, tutuklama mekanizmaları evrensel hukuka mı, keyfîliğe mi tabi?

    Deniliyor ki; “dokunulmazlık kalksın, bedel ödeyelim, biz de hapse girelim.” İnsan kuşkulanıyor; Kılıçdaroğlu, yoksa hapse giren Can Dündar’ın popülaritesini mi kıskanıyor?
    Oysa “dokunulmazlık” tam da Basının, Yargının, Üniversitelerin, halkın özgürlüğünün bulunmadığı koşullarda daha önemli hale gelmiş durumda. Parti başkanlarını “Sultan” yapan Siyasi Partiler Yasası yerine, millet vekillerine dokunmak, onları daha da etkisizleştirmez mi? Siyasal sefaletimizin bir nedeni de bu Siyasi Parti Yasasının ürettiği parti diktatörlükleri değil mi? Vekiller, seçmenlerinin taleplerini ve siyasal düşüncelerini, parti diktatörlerinden de korkmadan, mecliste, sokakta özgürce ifade etmeli! Sözlerden, düşünceden korkan bir ülke zaten mahvolmuştur!
    Siyaset dışı bir suç mu işlenmiş? Bu suç evrensel siyasal ahlaka aykırı mı? Milletvekillikleri biter ve yargılanırlar! Adalet, “acilen” gerçekleştirilecek bir şey mi? Anlamıyorlar mı; istenilen “acil” adalet değil, acil bir faşizm!

    CHP yönetimi “tarihsel sorunların” ağırlığını kavramış akla sahip değil!
    CHP’nin, “durun bakalım; 17-25 Aralık tapeleri yargılansın da adalete inanalım” diye yırtınması gerekmez mi? “Önce anayasayı çiğnemiş olanın dokunulmazlığı kalksın bakalım!” Sanki ortada bir hukuk devleti varmış gibi davranarak, nice adaletsizliklere, “tiyatro oyunlarına” meşruiyet sağlıyor?
    Görevinde “kasıtlı” ihmali bulunan, yüzlerce insanın ölümünde doğrudan ya da dolaylı suç ortağı olmuş kimi bürokratların yargılanmasını pazarlık masasına getirmiyor. Neymiş; “gerekirse bedel ödeyelim, biz de hapse girelim!” Bu ülkede bunun ne kadar kolay olduğunu görmüyor mu?
    Ya barışla çözülecek, ya “çözüleceğiz!”
    Elli, altmış bin insan öldüğüne göre, kabul etmeli! Bir Kürt Sorunu var!
    Hepimiz, Türk’ü, Kürt’ü şiddet sarmalı içinde sıkıştık kaldık. Birlikte kahroluyoruz!
    Demokrat, özgürlükçü, sosyal demokrat insanlar ve CHP ne düşünür? Ne yapmalı? Siyasetin öncelikli görevi insanların öleceği savaş politikaları yerine, her iki tarafı da ikna edebilecek uzlaşma projeleri üretmek, ikna etmek değil mi? AKP bir “kirli barış” ile yol almayı denedi. Görüldü; bu “barış”, PKK’nın askerî yığınağına göz yuman bir taktik ateşkesmiş. CHP ise ne o gün, ne de bugün bir “alternatif” uzlaşma projesi ortaya koyma cesareti gösterdi. Şimdi, savaşın arkasında sürüklenen bir ceset!
    R.T. Erdoğan kitlesini, birbiriyle çelişen politikalarına bile ikna ediyor! Risk alıyor! Liderlik yapıyor! CHP ise ülke “kaybolurken”, oy kaybetmekten korkuyor! Halkına “ülkenin bekası”, barış, adalet… adına önderlik edebilecek bir “hayal”, bir “proje”, bir “yol haritası” önererek, ikna etmeyi denemiyor. Bir kurum olarak liderlik yapamıyor. Bunun yerine milletvekillerinin de “hapse girmesini istiyor!” Haklı olabilirler! İnsan, en güzel hayalleri hapiste kurar.
    *
    Son 65 yıl kanıtladı; bu ülkenin “alaturka, görgüsüz” burjuvazisi bu ülkeyi yönetemiyor. Yağmacılığı ve beceriksizliği ortaya çıktıkça, iktidarlarını korumak için yurttaşlarını sürekli dövüyor, hapse tıkıyor; birbirine öldürtüyor; cahilleştiriyor; ahlâken yozlaştırıyor!
    Son 30 yıl kanıtladı; Kürtlerle barışmadıkça, bu ülkede huzur olmayacak!
    Hayal kuralım; demokratik içerikten vazgeçmeyen, tam laik siyaset, seküler bir akılla Irak, Suriye ve Türkiye Kürtleri ve Türkiye! Böylesi bir Federal Cumhuriyetler birliği bu topraklarda, Emperyalizmin uydusu, birbirine kırdırılan toplumlar yerine, Emperyal komplolardan kendini koruyabilecek güçte bir barış, refah toplumu yaratmaz mı?

  25. Hülagü Özalp

    Sayın Zileli, epeydir bu siteyi takip ediyorum, bu ilk yorumum. 2017’de darbe olacağına dair bir iddianız/tahmininiz var, saygı duyuyorum tabii ama bunun nedeni konusunda detaylı bir analizden kaçınıyorsunuz (gözümden kaçmadıysa). Mesela burada bu görüşünüze itiraz eden 10 numaralı yoruma tek kelimelik alaycı bir yanıt vermişsiniz. 21 numaralı yoruma verdiğiniz yanıttaysa tutuklamaların darbe olacağı iddiasını çürütmeyeceğini söylüyorsunuz ama bu da neden müdahale olacağına dair pozitif bir argüman değil.

    Dediğim gibi, görüşünüze saygı duyuyorum, istemiyorsanız detaylı bir açıklama yapmak zorunda değilsiniz ama sizin görüşünüze önem veren birçok insan var. Bu tavrınızın onları rehavete iteceğini düşünüyor musunuz? “Bir senelik ömrü kalmış bir iktidara karşı mücadele etmenin bir anlamı yok, hele bir askeri müdahale olsun da o zaman duruma göre hareket ederiz.” demezler mi? 6 numaralı yoruma “2017′de devrilecekler” diye yanıt vermişsiniz, bu artık tahminin de ötesine geçiyor. Bu kadar kesin konuşabilmek için tartışılmaz göstergeler lazım olsa gerek.

    Ayrıca ne kadar önemli bilmiyorum ama ben de ufukta bir müdahale göremeyenlerdenim. İsterseniz tartışabiliriz tabii.

  26. Klasik bir darbe olmayacağı kanaatindeyim.Akp ve lideri ilerleyen dönemlerde yolsuzluk ve kara para aklama,mit tırları i,Suriye iç savaşı gibi dosyalarından dolayı ABD ve Rusya nezdinde ciddi anlamda hırpalanacaktır.Tabi bu olayın içeriye yansıması Ordu destekli 27 Mayıs benzeri bişey olacağı düşüncesinde değilim.Akp içindeki ayrışmanın derinleşeceği ve siyasal islam tandanslı ama Erdoğansız bir döneme doğru bir rota

  27. özgürlükçü

    Zileliye göre yeterki iktidar düşsün darbeyle düşmesinede razıdır.işte millici zihinle özgürlükçü toplumsal devrimci zihni farkı budur?????
    en çok mu millici zillici kendini solcu zannedenler kendileri bu kadar millici akp karşıtı olmalarına rağmen akp ye bir türlü zarar veremeyip iktidardan düşürememelerine rağmen HDP nin zehirlenmiş millici zihinlerinde akp işbirlikçisi zannedip akp ye en büyük zararı ve akp yi iktidardan düşürebilecek olanın HDP olmasına deli olurlar en çok onları delirten durum bu olunca daha fazla HDP yi itibarsızlaştırma işine soyununca devlet-iktidar-akp ye hizmet etmeye devam ederler bakınız perinçek örneği????

  28. Hülagü arkadaşım,

    Toplumsal tahminler her zaman yanılma payı içerebilir. Ben toplumun durumuna bakıyorum, dış ilişkilere bakıyorum, tarihteki benzeri örneklere bakıyorum ve bu sonucu çıkarıyorum. Abdülhamit’de 1908’de böyle gitmişti; DP de 1960’da böyle gitmişti. Gittiler de ne oldu, özgürlük mü geldi? Bu ayrıca tartışılır ama bunların sonunun da böyle olacağı görülüyor. Neden;

    1. Toplumda, insanlarda büyük bir sıkışma var. Artık kitle hareketleri de yok ve biriken gaz korkunç bir sıkışmaya yol açıyor; insanlarda Gezi öncesinden de büyük bir öfke birikiyor;

    2. Toplumda tahammül edilmez bir yozlaşma var, daha doğrusu var olan yozlaşma su yüzüne çıktı. Ortalığı tahammül edilmez bir koku sardı. En sonuncusu çocuk tecavüzleridir;

    3. Türkiye Ortadoğu bataklığına gömülmüş durumda. Dış ilişkileri çok kötü. Suudiler dışında dostu yok. Zaten Suudi dostluğu AKP iktidarını bataklığa çeken en önemli etken;

    4. ABD Türkiye’yi çizmiş durumda. Devrilmesi için fırsat kolluyor. Avrupa da öyle. Hükümetlerin palyatif yaklaşımlarına (Merkel) kulak asmamak gerekir. AP son vetoyu çekti. İçerdeki baskılar dolayısıyla AKP diktatörlüğü sigaya çekilmekte ve Avrupa da AKP’yi uzaklaştıran bir müdahaleye muhalefet etmeyecektir.

    5. Burjuvazi, iktidarın vergi denetimleri vb. sopasıyla sinmiş durumda ama o da aslında böyle bir müdahaleye içten içe taraftardır.

    6. İslami proje iflas etmiştir. Onun yarattığı cürufun birileri tarafından acilen kaldırılması gerekiyor.

    7. Ordu şu anda iktidara tabi gibi görülüyor ama bu sadece aldatıcı bir görüntüdür. Hatta komutanlar bu tür girişimleri iktidara en fazla sadık gibi göründükleri anda yaparlar. Darbelerin mantığı biraz da böyledir.

    saygılar.

  29. 8. toplumu bunaltan bir iktidarın seçim yoluyla yıkılma şansı olmadığında başka yollarla yıkılmaları kaçınılmazdır: a. Halk ihtilali (Şubat 1917); b. Ayaklanma (Romanya 1990; Sovyetler Birliği 1992); c. İşgal (Irak 2004); d. Ayaklanma ve Askeri darbe karşımı bir durum (27 Mayıs 1960; 2011 Mısır; 2013 Mısır).

  30. ogürsel’in yorumuna, son paragrafı dışında katılıyorum. biz de bu evlat acısı,onlarda kuyruk acısı oldukça (bakın ötekileştirme yapmak istemiyorum) birlikte refah toplumu yaratmak şimdilik çok zor gözüküyor, uzun bir sürece ihtiyaç var… feodal yönetim-karşısında feodal toplum olgusu ancak ve ancak gezi ayaklanmasına benzer bir halk ayaklanması veya 27 mayıs benzeri geçici askeri darbe ile mümkün gözüküyor.

    keşke ogürsel arkadaş, HDP’nin yanlış ve dirayetsiz tutumuna da biraz değinseydi daha iyi olmaz mıydı acaba????

  31. özür dilerim, yazmayı unutmuşum… ve elbette özgürlükçü yeni bir anayasa elbette elzemdir.

  32. Küçük beyinler liderleri, orta beyinler partileri, büyük beyinler devletleri/sistemleri tartışır.

  33. AKP'NİN OY ORANI YÜZDE 56!

    Hükümete en keskin muhalif araştırma şirketi olan Gezici Araştırma son yaptırdığı anketi yayınladı. Ayşenur Aslan’ın Halk TV’de sunduğu Medya Mahallesi’nde yayınlanan son ankete göre; AK Parti tarihi rekor elde ederken, HDP ve MHP ise baraj altında kalıyor. CHP’nin oy oranını koruduğu görülüyor.

    Bugün seçim olsa partilerin oy oranları:

    AKP: %56

    CHP: %25,8

    MHP: %8,9

    HDP: %7,3

    KASIM AYINDA REFERANDUM

    Millet başkanlık sistemine de yüzde 56 oranında destek veriyor. Murat Gezici Kasım ayında iki sandıklı bir referandum olacağını bunun Anayasa ve başkanlık olacağını söylüyor.

    BAŞKANLIK SİSTEMİNE DESTEK: %55

    Anket kapsamında “başkanlık sistemini destekliyor musunuz” sorusu da soruldu. Katılanların yüzde 55.2’si olumlu yanıt verirken desteklemeyenlerin oranı ise yüzde 35,5 oldu.

    https://www.sadecehaber.com/gezicinin-anketinde-ak-parti-rekora-gitti

  34. akp nin yarrati cehalet ve yozlasma türkiyenin bas belasidir bence bizlerin yok böyle veya söyle gittsin diye bir lüksü yok.
    secimele gidemeceyi kesin…….cünkü mhp secmenide kaymalar yasaniyor ve en aci olani hdpden…….
    türk-kürt-islam sentezi yaratiliyor böylece kürt dindarlar akp kayiyor nasil bir anlayisa…….
    sultanin maskesi düsmüstür abd ve avrupa yaratti canavari nasil yok edebilir diye düsünüyor elbette burada merkes sag secmenin büyük katkisi var.o kesim olmaza akp yüzde 50 varamazdi,klasik merkez sag psikolojisi……dünya tarih bize cok örneklerle dolu.
    din ve güclü ülke hayalli ve müthis bir sol düsmanligi bu kitlelere her zaman asiri saga yöneldmistir.
    sora büyük felaktlerler olunca derler ki biz kandirildik……
    demek istiyorum ki secimle gidemez akp.
    darbe mi olur veya dis poltikada büyük bir kabadaylik yapilib büyük bir ekonomik kriz mi gelir onu zaman gösterecek.

  35. Liderleri, partileri kökten reddettiğim için ikisini de tartışmayı gereksiz buluyorum… Bütün dünyayı kana bulayan katiller onlar değil midir…

    “Devlet ve sistemler” derseniz, -hepsi- yukarıdakileri besleyen “güç” odaklarıdır. Güçten tiksindiğim için, bunu da reddediyorum, kendimden de…

    Ama her siteye bir “Necip” gerekir. Felsefi diyalektik için, evet, kesinlikle gerekir.

  36. cesi’ye
    HDP ne yapsın; devlete mi sığınsın? Bu ülkede sığınabilecekleri güçlü bir sol damar; blok yok; sol onlara sığınmış!

    Bu ülkede barışçı Kürt’ler her iki taraftan da topa tutuluyor.
    HDP, PKK’ya açık tavır alsa çoktan içeri atılmışlardı! Yok edilmişlerdi. Şiddeti, savaşı reddederken yalpalıyorlar; bu hoşumuza gitmiyor ama anlıyorum da!
    Zaman ne gösterir bilinmez; ama bu ülke geri zekalı önderler ülkesi…
    3-4 parça Kürt özerk yapıları (Irak, Suriye dahi..) ile tek ya da çok parça Türk özerk bölgeleri… (3-4 parça Kürt özerk yapısı da bu bölgelerin arasında iktidar savaşı olasılığı azalır..)
    Neden olmasın!
    Bizde zavallı, küçük hesapçı parti şefleri salı toplantılarında nutuk atmakla yetinebilecek çaptalar..
    Halk ise elinde sopası olanın kucağına koşuyor…

    Musul, Kerkük petrolleri ve Batı’nın imkanları…Gevşek sınırlar.. AB gibi…

  37. Sn. Zileli’nin “Mevsimler” adlı kitabı gerçekten çok değerli. Ellerine sağlık, çok teşekkürler… Bu ülkenin neden İslamcı faşizme teslim olduğunu anlamak açısından bizdeki Sol’un tarihini de iyi analiz etmek gerekiyor. Bu yüzden Mevsimler işini iyi yapıyor. Bir de şu açıdan kitap önemli: herşeyi “emperyalistler”, “siyonistler”, “batı ve işbirlikçileri”, “dış güçler”, “diğerleri” vb. belirliyor anlayışının ötesine geçerek özeleştiri yapması. Solcuların büyük bir kısmı dâhil bu ülkedeki tüm siyasi aktörlerin böyle bir bakış açısı var… Evet, yapısal politikalar ve önemli dönüşümler dışarıdan geliyor (12 Eylül de sadece bize özgü değil) ama bu ülkedeki politik aktörler ne yapıyor? Siyasal İslamcılar olmasa siyasal İslamcılık oluşturulabilir mi? Faşistler olmadan faşizm egemen olabilir mi? Cehalet yaygın olmasa cahiller iktidarı ele geçirip böyle bir rejimi sürdürebilir mi? Osmanlı’nın kapitalizmi (önceki rejimlerden farklı olan ve niteliksel bir dönüşümü) anlayamaması, yanlış teşhislerle yanlış tedaviler uygulaması ve kaçınılmaz çöküşünü bile tam olarak anlayıp, kabul etmiş değildir bu toplum… Cumhuriyetin sağlıklı analizleri de yapılamadı. Hamasetle kabul ya da tümüyle reddetme arasında sıkışan, bilimsellikten uzak bir anlayış egemen oldu. Kemalist ve İslamcı retorik, “başımıza ne geldiyse dışarıdan geldi, bizim suçumuz yok” anlayışını öyle bir işledi ki hala bu zihniyetten kurtulamıyoruz… Peki, solcular olarak ne yaptık ve yapıyoruz? Hatalarımız neler? Analizlerimiz doğru mu? Sol’un yeniden filizlenmesi ve örgütlenmesi için geçmişten hangi dersleri çıkarıyoruz? Kitap bu anlamda yeniden düşünmemizi sağlıyor. 1970’lerde devletçi, otoriter veya daha Stalinist bir anlayış egemen oldu. Sosyalizm sermaye birikiminin devlet eliyle gerçekleştirildiği, kapitalizmle bu anlamda rekabet eden, onun gibi meta biriktiren bir sistem miydi? Stalinist bir anlayışı sırf Nazi ilerleyişini durdurdu diye savunmak ne derece doğruydu? Bu ülkeye özgü diye orducu bir “Sol-Kemalist” pragmatizmi savunmak ve bunun solculuk olduğunu sanmak doğru muydu? Anti-kapitalizm (solculuk tanımı burada başlar) bu ülkede ne zaman toplumsal bir taban buldu? İşçi sınıfının yerine eğitimli orta sınıflar paradigmayı sorguluyor ve değişimi savunuyor. Türkiye’de işçi sınıfı İslamcı ve milliyetçi ideolojiyi savunuyor. Neden? Gezi eylemlerini de yeniden düşünmek gerekiyor.
    Devletçilik, 1929 iktisadi bunalıma çözüm olarak kapitalizmin Keynesçi çözümüydü. Kemalizm 1923 İzmir İktisat Kongresi’nde özel sektör öncülüğünde bir sermaye birikim modelini seçmişti. Liberal iktisadi model tercihi sonrasında yerini, büyük buhran sonrasında mecburen, “devletçi kapitalist” modele bıraktı. Bu devletçi kapitalizm, halkçılık ilkesi ile birleştirilince bunu sol veya sosyalizm sanan kitleler hala çoğunluktadır. Alman “korporatist” model, devlet-sermaye işbirliği, “dayanışmacı” bir milli devlet anlayışı bizdeki kapitalist modeldi. Anglo-Sakson liberal kapitalist modelden farklı olarak, kendi ulusal burjuvazisini yaratan, onu besleyip büyüten devletçi anlayış faşizme giden yolları hep kolaylaştırmıştır. Türkiye’de devleti ele geçirerek toplumu devlet üzerinden sopayla kendi hizasına getirmeye çalışan ideolojiler sermayeyi de kolay teslim alıyor. MHP, Milli Görüş, AKP ve Fetullahçı Cemaat devlette kadrolaşmayı bu yüzden istemiştir… Türkiye burjuvazisi, devlet teşvikleri, dış ticaret korumaları, rant dağıtımları, usulsüz özelleştirme ve sermaye transferleri, ücret bastırmaya dayalı anti demokratik politikalar ile sermaye biriktirmiştir. Bugün İslamcı faşizmin tüm uygulamalarına Türkiye sermayedarlarının ses çıkarmamasının nedenleri burada yatıyor. Rant dağıtımı dar kadrolara, belirli sermaye gruplarına indirgendi. Oyunun kuralları iyice terkedildi. Mülkiyet haklarından bile söz edilemez durumda. Şimdilerde yaşadığımız kapitalizm, yenilikçi ve katma değer yaratan bir girişimciliğe dayalı yapıya doğru ilerlemekten ziyade, “crony capitalizm” ya da “ahbap-çavuş kapitalizmi ”ne, nepotist bir yapılanmaya dayanıyor. Siyasal rejim 13.yy Magna Carta’sının gerisine düşmek üzere. Siyasal İslamcılar bununla da yetinmeyip 1400 yıl öncesine gitmek gibi akıldışı bir çaba içindeler.
    Zileli’nin içinden çıktığı Aydınlık hareketinin özeleştirisini yapması, yazılarında Doğu Perinçek ve ulusalcıların yeniden deşifresini yaparak, faşizme destek veren tüm unsurları ifşa etmesi de çok sağlıklı bir iş… Manipülatif ideolojilerin zararı büyük. Çözümsüzlük getirmek üzerine kurgulanmışlardır. Kemalizm’i savunarak İslamcı faşizme destek vermek böyle bir şey olsa gerek.
    Aslında bu ülkenin en büyük sorunu, sosyal bilimleri yeterince okumamak ve anlamamaktır. Çoğu üniversite mezunu bile ekonomi-politik ve sosyoloji alanlarında cehalet düzeyinde. Benim naçizane okunmasını tavsiye edeceğim bazı yazarlar ve eserler şöyle: Rosa Luxemburg (Sermayenin Birikimi), Wallerstein (Modern Dünya Sistemi), Samir Amin (çeşitli eserleri), Schumpeter (Kapitalizm, Sosyalizm ve Demokrasi), Karl Polanyi (Büyük Dönüşüm), Giovanni Arrighi (Uzun Yirminci Yüzyıl), Braudel (Medeniyet ve Kapitalizm, diğer eserleri), Foucault, Zizek, Negri, Gramschi, Althusser, Stiglitz, Tarık Ali’nin eserleri. Naom Chomsky kitapları ve röportajları, George Orwell (1984 ve Hayvan Çiftliği, bugün yeni tür bir faşizmi yaşıyoruz ve Orwell’in hayal ettiğine ne kadar da benziyor!). Son dönemlerdeki bazı önemli kitaplar da John Perkins (Bir ekonomik tetikçinin itirafları), Acemoğlu ve Robinson’un “Why Nations Fail” adlı kitabı okunması gereken eserler…Kitap okumak istemeyenler, bugünleri anlamak için Costa Gavras’ın Z, Etat- Siege, Amen, Missing, Le Capital gibi filmlerini izleyebilir.
    Yazıyla bağlantılı olarak benim analizlerim şöyle:
    Kapitalizm derin krizler sonrasında faşizmi doğurur. Genişlemeci dönemlerinde ise göreli olarak daha liberal ve uzlaşmacı bir sürece girilir. Şimdilerde “sarkaç” faşizme doğru yöneldi. Bu kötü dönemden diğer tarafa dönmesi ancak Schumpeter’in dediği bir “yaratıcı yıkım” süreciyle mümkün… Aksi takdirde daha büyük çaplı bir savaş, yıkım ve barbarlık yaşanabilir… Silah tüccarları ve petrolcülerin başını çektiği grup ile küresel finansal sermayenin stratejileri örtüşmüyor. Birisi küresel bir savaşı bile isterken diğeri yerel düzeydeki çatışmaların küresel ölçeğe taşınmasına karşı çıkıyor. Belki Türkiye’nin kaderini de hangi gücün baskın geleceği belirleyecek. Sosyalizm insanlığın umudu ve hala bir seçenek ama bunun nasıl inşa edileceği ayrı bir durum. Kapitalizm eleştirisi güçleniyor ama kapitalizm sonrasına ilişkin kolay bir reçete yok. Tarihsel Marksizm’in öngördüğü gibi doğrusal bir ilerleme, otomatik bir mekanizma söz konusu değil. Sosyalizme doğru bir ilerleme yakın gelecekte gözükmüyor…
    2008’den beri merkez bankalarının sistemi derin krizden kurtarma çabaları var. Aşırı finansallaşma, neo-liberal ve Washington Konsensüsü politikalarının toplumsal olarak sürdürülemeyişi, fazlasıyla bozulan gelir dağılımı nedeniyle eksik talep sorunu aşılamıyor… Bir türlü devasa boyuttaki parasal genişlemeye rağmen “deflasyon” sorunu çözülemiyor, borçlanmaya dayalı tüketim sona yaklaştı… İmparatorluk sancı içerisinde, açmaz büyüyor. Liberal görüşler yerine otoriter, faşizan, milliyetçi ve radikal İslamcı hareketler yükseliyor. New York Times yazarı Roger Cohen, “Liberalizmin ölümü” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Dediğimizi destekliyor… Sınıfsal mücadeleye dayalı gerçek bir siyaset kurgusu yerine hegemonyanın manipülatif ideolojilerine dayanan bir siyaset dizaynı çok uzun süre devam ettirilirse çatışma ve savaşlar kaçınılmaz oluyor. Bunun da bir sınırı var…
    Türkiye’de, ne sol ne de liberal düşünce siyasetin ana unsuru oldu. Kapitalizmin sorgulanmaması ve Sol’un yeniden ortaya çıkmaması adına devletin silahlı gücünün dışında rezerv sivil faşizm desteklendi. Bu da yetmedi dinci-faşist ideolojiler beslendi… Siyasal İslam’ın soğuk savaş stratejisi çerçevesinde bir çözüm olarak görülmesi ve buradaki devletin örgütleniş biçimini unutmamak gerekiyor. Ortadoğu politikalarının getirmiş olduğu yıkım sonrasında IŞİD’in doğması ve göç olgusu… Korkuyu beslemek adına desteklenen siyasal İslam projelerinin meyveleri alındı. Artık daha fazla desteklenmesi rasyonel değil.
    Mısır’daki geri dönüş, İran ile uzlaşma, YPG’nin desteklenmesi, Rusya’nın Suriye politikasındaki hamleleri ile AKP’nin dış politikasının çöküşü yaşanıyor. Amerika’nın eski Türkiye elçileri Morton Abramowitz ve Eric Edelman tarafından yazılan, “The Origins and Evolution of Authoritarianism and Islamization under the AKP” başlıklı raporda belirtildiği gibi bu iş artık tehlikeli boyutlara ulaştı diyorlar. İslamcılardan liberal demokrat bir siyasi yapı çıkarma fikrinin hatalı olduğunu söylüyorlar. İtiraf metni aslında….Türkiye’nin iç politikasının artık dış politika ile uyumsuzluğu söz konusudur. Aslında, “çizgiden çıkan” bu rejimden çok endişeliler. AKP ile ülkenin daha demokratikleşeceğini sanan, hatta meşrulaşmasına hizmet eden sözde liberallerimize de ayrı bir yer açmak lazım… Bahsi geçen raporda buna da yer verilmiş. Neyse, gelelim iki farklı senaryoya:
    Senaryo 1: Faşizm ve savaş koşullarının sürdürülmesi.
    Bu senaryo, hiçbir müdahale olmaksızın önce başkanlık sistemine geçişi sonra tüm muhalefetin sorgusuz sualsiz hapislere atılmasını, öldürülmesini, 12 Eylül’den daha beter sıkıyönetim koşullarının gelmesini beraberinde getirecek. Tüm muhalefetten kasıt muhalefete oy veren seçmen sayısı değil. Etkili ve ses çıkaran, eylemlilik düzeyine geçen, yazan-çizen, sendika temsilcileri, öğrenci önderleri, Alevi dernekleri, sosyalist parti yöneticileri, gazeteciler, sosyal medyada etkin kişiler vb. olacaktır. İç Anadolu merkezli bir İslam Devleti’nin kuruluşu gerçekleşebilir. Irak-Şam İslam Devleti burada kurulabilir. Hüsnü Mahalli’nin, “ana rahmi” Türkiye’dir tezini yabana atmamak lazım. Bu senaryo dış politika açısından Rusya ve Avrupa’ya sıçrayan bir kaos ve istikrarsızlık senaryosudur. Avrupa’da aşırı sağcı, islam karşıtı grupların ciddi yükselişini, sınırların kapatılmasını, demokrasi ve refah koşullarından tavizler verilmesini, işçi sınıfının kazanımlarının biraz daha budanmasını getirir. Şunu belirtmekte fayda var: İktisadi olarak, 1980’lerin koşullarında hiç değiliz. Pazar büyüklüğü ve kapitalizmin önemli dolaşım merkezlerinden birisini bir çırpıda gözden çıkarmak, keşmekeş ve savaşı yaymak dışında mantıklı geliyor mu? Batı’nın Ortadoğu kaosundan uzak tutulduğu tampon bölgenin yıkılması kuşkusuz dediğimiz sonuçlara gidecektir. Petrol fiyatlarının bu seviyede kalması Arap dünyasını bitirecek düzeydedir. Araplar açıkça savaş istiyor. IŞİD, Türkiye ile ilgili hedeflerini açıkça dile getiriyor. Savaşı başlatacak unsurlar hazır. Petrol ve silah tüccarlarının isteyeceği bu işin olgunlaşması için şartlar iki taraflı hazır….
    Senaryo 2: Restorasyon, Sekülerleşme, Avrupa yoluna dönüş
    Zileli’nin senaryosuna uygun bir senaryo bu. 1960’daki gibi bir müdahale veya başka bir operasyonla bu senaryo gerçekleştirilir. Siyasal İslam’ın tasfiyesi-güçlü bir kolu olan Cemaat zaten diğer kol tarafından zayıflatıldı, işlevselliğini yitirdi. Avrupa Birliği’nin kontrolünde onunla uyumlu bir siyaset izlenmesi için içerde eski tip bir merkez sağ-CHP koalisyonun oluşturulması gerekecektir. Bozulan ekonominin İran ve Rusya ittifakıyla canlandırılması için dış politika seyrinin tümüyle değişmesi… İran gibi büyük bir pazarın açılması, Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun canlandırılması ve pazarın genişlemesi kapitalizmin krizini çözmese de zaman kazandırma ve iyileştirme yönünde katkı sağlayacaktır. Nüfus büyüklüğü ve potansiyel açısından bunu küçümsememek lazım. Irak, İran, Suriye, Libya, Pakistan, Afganistan ve Mısır’ı bu açıdan yeniden değerlendirmek lazım. Türkiye’yi de bu listeye eklemek finansal sermayenin işine gelir mi? Kapitalizm kan akışının bloke edilmesini hele ki şu kriz döneminde asla tercih etmeyecektir. Siyasal İslam, iktisadi ve toplumsal çöküşü getirdi. Örnekler ortada…

  38. Teşekkürler. Çanlar’da dünya çapında ve 100 yıllık akış var.

  39. “Aslında bu ülkenin en büyük sorunu, sosyal bilimleri yeterince okumamak ve anlamamaktır.”

    Ben de, lafa “Aslında bu ülkenin en büyük sorunu” diye baslandiginda huylanirim. Hele de, devami, “sosyal bilimleri yeterince okumamak ve anlamamaktır” olarak gelirse.

    Yahu, “sosyal bilimleri okumak” ne demektir?

    Bunlar, nihayet, birer (eski dille) ‘nakli ilimler’dir. Yani, “o onu dedi, bu bunu dedi”..

    Eger derdimiz kimin ne dedigini, ne kadar isabetli oldugunu/olmadigini belirlemek degilse (yani, felsefe yapmiyorsak; ya da onlara not vermiyorsak), bunlari okusak ne, okumasak ne.

    Ote yandan, aktif bir seyler yapmak istiyorsak, tamam, elalemin dediklerinden ilham/ders almak da lazim; ama, yereldeki malzemeyi tanimadan butun bunlarin ne anlami var?

    Yereldeki malzemeyi tanimak icin ise, yerele (cok uzaga degil, oldugunuz yere) /inmek/, kendi insaninizi tanimaga tenezzul etmekle ise baslamak gerekmiyor mu?

    Anladigim kadariyla gerekmiyor.

    Oturdugumuz fildisi kuleden, baska diyarlara ait hikayeler uzerinden, kallavi kelamlar etmek kolayimiza geliyor.

    Ya da, ahir zaman filozoflarimizdan olan Ahmet Altan’in yaptigi gibi, “Soray Uzun Yolda”yi seyredip kanaat sahibi oluyoruz.

    [www.gazetem.net su anda calismadigi icin, orjinal linki veremiyorum; kopyasi surada okunabilir: http://www.haber7.com/medya/haber/130298-ahmet-altan-gercek-turkleri-gordu
    ]

    “Benim naçizane okunmasını tavsiye edeceğim bazı yazarlar ve eserler şöyle: — Rosa Luxemburg (Sermayenin Birikimi),
    — Wallerstein (Modern Dünya Sistemi),
    — Samir Amin (çeşitli eserleri),
    — Schumpeter (Kapitalizm, Sosyalizm ve Demokrasi),
    — Karl Polanyi (Büyük Dönüşüm),
    — Giovanni Arrighi (Uzun Yirminci Yüzyıl),
    — Braudel (Medeniyet ve Kapitalizm, diğer eserleri),
    — Foucault,
    — Zizek,
    — Negri,
    — Gramschi,
    — Althusser,
    — Stiglitz,
    — Tarık Ali’nin eserleri.
    — Naom Chomsky kitapları ve röportajları,
    — George Orwell (1984 ve Hayvan Çiftliği, [..]).
    — Son dönemlerdeki bazı önemli kitaplar da
    — John Perkins (Bir ekonomik tetikçinin itirafları),
    — Acemoğlu ve Robinson’un “Why Nations Fail” adlı kitabı […]
    — Costa Gavras’ın Z, Etat- Siege, Amen, Missing, Le Capital gibi filmleri[..]”

    Ne guzel.

    Ne kadar da derin bir entellektuel olmak cabanizin oldugunu anliyoruz boylece ve derin saygilar da duyuyoruz elbette.

    Fakat, keske, bu saygideger listeye en azindan “Soray Uzun Yolda” veya “Acun Firarda”yi da ekleseydiniz..

    Boylece, en azindan, bu topraklardaki insani/yapiyi anlamak yolunda, sathi de olsa, bir gayretinizin oldugunu vehmedebilirdik.

  40. Sevgili Necip, bu saydıklarımızı okusaydınız veya izleseydiniz bu adamların anlattıklarının başka diyarlara ait olduğunu söylemezdiniz. Aksine yaşadıklarımıza ne kadar benziyor derdiniz. Soray uzun yoldayı izledim. Tanıyoruz Anadolu insanını. İçinde yaşıyoruz. Bundan ne çıkarmalıydık peki? Neden bu iktidarı beslediklerini mi? Cehaleti mi? Anlatırsanız bizde bilelim. İroni mi bu? İkincisi bahsettiğiniz toplumsal doku kentlerin bizzat içinde. Anadolunun bağrına gitmeye gerek yok bunun için. Sanki Madagaskar adasında bir belgesel gibi olaya bakıyorsunuz. Kanal 7’den mi toplumsal analizi öğreneceğiz. Son söz: Her entellektüeli Ahmet Altan sanma!

  41. “Tanıyoruz Anadolu insanını. İçinde yaşıyoruz.”

    Ben, sizin tanimadiginiz anlaminda soylemedim.

    Ama, sizin, benim ya da baska birinin tanimasi hep –tanimi geregi– anekdotal olmak zorunda kaliyor.

    Dahasi, birey olceginde tanimak –gerekli olsa dahi– nispeten kolay da, gruplar olceginde tanimak pek kolay degil; halbuki, davranis bicimlerini cogu zaman (mahalle baskisi?) bu ‘daha yukaridaki’ olcekler belirliyor.

    BU olceklerde yapilmis yayinlanmis calisma(lar)dan benim haberim yok.

    Eger var da benim haberim yoksa, mesele degil; haberim oldugunda okur, cehaletimi gidermege calisirim.

    Ama, gercekten yoksa, ortada ciddi bir sorun var demektir: Soysal/siyasi konularda konusan (karar alan) hic kimsenin ayagi yere basmiyor demektir –daha dogrusu, en iyi ihtimalle, anekdotal bilgiyle konusuyor, hareket ediyor olabilirler.

    Bu sadece siyaset erbabinin problemi degil; sosyal konularda topluma yon/yol gosteren, ya da olan biteni elestiren herkesin handikapi.

    Bu arada, bahsettiginiz kitaplardan bir kismini okudum –hepsini degil, cunku ilgi alanlarimiz birebir ortusmuyor; bu da normal. Dolayisi ile, siteminizde bir nebze olsa da haklisiniz.

    Okuduklarim (bahsi geceler asindakiler ve/ya digerleri) arasindan isabetli buldugum analizleri dile getirenler var(di) tabii ki; ama, kitap yazmanin/yayinlamanin da –nihai analizde– bir piyasaya hitap etmek oldugunu dikkate alirsak, ne muhatap kitlesi, ne lehdari, ne de kesidecisi biziz.

    Uzerinde kafa yorulan problemler bize ait degil; cok olsa bize dolayli yansimis, yansiyan ya da yansiyacak olanlar.

    Bu da beni cidden rahatsiz ediyor. Bu kadar ithalatcilik yani..

    Azicik ithal ikamecilik hic de fena olmazdi; ama, pek olmuyor. Aydin dediklerimiz problemi de cozumu de ithal etmegi yegliyorlar.

    Bu baglamda hissettigim kizginlik ve caresizlik hic gecmeyecek galiba.

    Size de o duygularla tepki verdim.

    Galiba “Hz Isa’yi siz oldurdunuz” diye Musevi pataklamak gibi oldu biraz.

    Pardon.

  42. http://twitter.com/hitit9/status/184716201765765121
    bunlardan biri yine böyle konuşmuş;
    http://www.hurriyet.com.tr/basbugdan-ergenekon-karari-yorumu-40093171
    bu kişi içerdeyken iktidar mağduru olduğu gerekçesiyle savunulmuştu, dışarı çıkar çıkmaz -tıpkı bir partinin malum lideri gibi- iktidarın en büyük destekçilerinden oldu.
    demek ki onları savunmak hataymış.
    bugün savunulan birileri de yarın böyle olacaksa aynı hata şimdiden tekrarlanıyor demektir.

  43. Eğer HDP 7 Haziran’dan sonra, RTE’nin oyununa karşı mücadele etseydi, PKK’ye direnseydi, “sivil ve şiddetsiz” mücadelenin kıymetinden vazgeçmeseydi, “AKP-PKK Savaş Koalisyonu”nda taraf olmadığını ispat etseydi, muhtemelen 1 Kasım seçim sonuçları farklı olacaktı.

    Yukarıdaki sonuç gerçek olmuş olsa idi, yani HDP’ye 7 Haziran’daki başarıyı getiren “Seni başkan yaptırmayacağız.” çizgisi ivme kaybetmeden devam edebilse idi:

    http://odatv.com/images/resimler/20160423_200141.jpg

    http://odatv.com/kilicdaroglu-resepsiyonda-o-isimle-hic-konusmadi-2304161200.html

    Figen Yüksekdağ ile Kemal Kılıçdaroğlu’nun yukarıdaki fotoğraf karesinde biraraya gelişi, bir dönüm noktası olabilir miydi?

    (CHP’li değilim.)

  44. sevgili dostlar gönlümden positiv ve umut dolu bir yazi yazmak geciyor ama realite malesef tersini yazdiriyor.
    muhalif gezici anketinin cikardi sonuc nasil bir türkiye cikaca gözükyor,meclis baskanin aciklamalari nasil ülkeye dönecege
    türkiyenin aci bir gercek.ne yazik ki merkez secmeni akp den kopmuyor…….niye ve neden bir sosyolijik bir arastirma gerek.
    ben türkiye kendime göre bitirdim üzgünüm dostlar bu kadar
    etik anlayisi zayif bir toplum her türlü yozlasmaya ve belaya aciktir!!!
    sizlere mücadelenizde kalbim yaninda ama bir mucize ille ancak akp belasindan kurtul bu ülke.dis dinamikler devreye girmedikce merkez secmeni kipiltamas bu hep böyle olmustur.umarim yarinin türkiyesi ille tekrar bulusuruz…….

  45. Gün Abi en geç 1 yıl içinde giderler diye yazmış. Sorun şu ki, nasıl gideceği kısmına gelince retorik yapmaya başlıyor. Saygısızlık olmasın diye goygoy demedim. Toto oynar gibi, bir gezi gibi hareketle giderler diyor, bir darbe ihtimalinden bahsediyor, bir Amerika diyor, bir öbürü. Eee peki?

  46. Çanlar’da anlatılıyor 🙂

  47. Bunu yapar mısınız?

    1970’lerde yazdığınız kitapların baskıları bugün var mı? (Biri ‘Komün’ diğeri ‘Kaba’ydı hatırladığım kadarıyla.)

    Eğer bir sakıncası yoksa, ilk yazdığınız kitapları tarayıcıdan taratıp PDF formatında sitenizde yayınlamanız mümkün mü? Eğer evinizde tarayıcı yoksa, yayınevinde çalışan bir arkadaşınız bunu yapmayı kabul eder mi?

  48. selamlar, 1970 yılında TİKP çerçevesinde yazdığım broşürler var sadece. Komün’ün baskısı 2007’dir. İlk kitabı, 1990’da çıkan Bürokrasi ve Sosyalist Demokrasi’dir. Kaba diye bir kitabım yok. Kitaplarımın ve çevrilerimin tam listesi vikipedi’deki Gün Zileli maddesinde bulunmaktadır. Google’den girebilirsiniz. Sitede sadece E.H.Carr’dan çevirdiğim Mihail Bakunin bulunmaktadır. Başkaları bazı kitapları tarama yoluyla vermiş olabilir. Fakat benim bunu yapmam, yayınevleriyle yaptığım sözleşmeler nedeniyle mümkün değil. Sevgiler.

  49. Bugün yapılan laiklik temalı eylemleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Sadece örgütlü sosyalistlerin bir kesimi katıldı ve polis tarafından dağıtıldı. Halkın geniş kesimlerinin aşırı tepkisizliğini nasıl değerlendirmeli?

  50. marxist argüman

    BIRLESIK HAZIRAN HAREKETINE ELESTIRI:

    önce basindan alinti:

    “Aydınlanma Hareketi ve Birleşik Haziran Hareketi (BHH)’nin İzmir ve İstanbul’daki “Laikliği Yıktırmayacağız” eylemlerine polis biber gazı ve pllastik mermi ile müdahale ett.”

    kemalistler “laikligi yiktirmayacagiz” eylemi yapsalar benim acimdan anlasilir, fakat birlesik haziran hareketinin bilesenleri kendilerini sosyalist-komünist vs. olarak tanimladiklari icin bu arkadaslara sunu sorma hakkim var: laik devleti / laik devlet modelini islamci devlete / islamci devlet modeline karsi savunmanin sosyalizm davasi ile alakasi nedir? sizin derdiniz laiklikse neden mücadelenizi CHP de yürütmüyorsunuz da kendinize “sosyalist-komünist” gibi etiketler yapistiriyorsunuz? islamci T.C.’ye karsi laik T.C.’yi savunmanin sizin kendinize layik gördügünüz “anti-kapitalist, anti-emperyalist” etiketi ile alakasi nedir?

    laik-seküler devlet ne demek? bir devletin dini devlet-kamu alanindan dislayip özel alan ile sinirlamasidir. bilindigi gibi kapitalist burjuva devlet ile kilise arasinda ki güc mücadelesi sonucu, kilise modern ulus devletin otoritesini tanimak zorunda kaldi. devletin otoritesini kabullenme karsiliginda kilise burjuva hukuk devletinde otonom bir statü elde etti. günümüzde kapitalist rekabette kaybeden genis yiginlarin ya da paraci-maddiyatci kapitalist iliskilerden bunalan ve manevi-ruhani anlamda bir mana arayisina giren kitlelerin isyankar olmamalari icin kilise-din siginilacak liman islevi görüyor.

    laiklik bilindigi gibi kemalist devlet programinin-devlet resonunun belirleyici özelliklerinden biridir. simdi islamci AKP bunu degistirmeyi tartismaya acmis durumda. yalniz kemalist devletin laik olmasi demek, T.C.’nin din ile alakasi olmayan bir devlet oldugu anlamina gelmiyor. laik T.C. de diyanet isleri bakanliginin varligi ne anlama geliyor:

    1-) kemalist-laik devlet, toplumu yönetmek-yönlendirmek icin dinin-camii’nin önemli bir arac oldugunu farkinda ve bundan faydalaniyor.

    2-) kemalist-laik devlet, dinin-camii’nin dünyevi güc olan devlete rakip olmamasi icin dini düsünce ve akimlari diyanet araciligi ile kontrol altinda tutmaktadir. halk resmi olmayan dine-islama degil, resmi dine-islama iman etmeli.

    bugün “laikligi yiktirmayacagiz” diyerek kemalistler ve tüsiad ile omuz omuza AKP karsi mücadele eden sosyalistlerin durumu neden traji komiktir? cünkü dini gericiligin AKP sahsinda bu derece güclenmesine yol acan, zemin hazirlayan sebebin sosyalistler-komünistler ile dogrudan bir alakasi vardir. söyle ki: 1970li yillarda sosyalist blokun varligi, üstelik T.C.’ye komsu olmasi ve yine bu yillarda türkiye ve kürdistan da sol-sosyalist-sendikal hareketlerin kitleler icinde taraftar bulmasi T.C.’yi yöneten siyaset sinifi, isveren-kapitalist sinifi ve amerikali devlet adamlarini “türkiye de komünist devrim olabilir” endisesine sevketmistir. bu durumu önlemek icin din’den-camii’den daha fazla faydalanmak gerektigi düsünülmüs ve 12 eylül darbesi ile beraber toplumu komünizm tehlikesine karsi korumak icin islam-din asisi yapilmis, kemalist NATO generalleri toplumu dincilestirme-islamilestirme projesini uygulamaya koymus, bu arada sovyetler birliginin kendini feshetmesi ile komünist tehlike ortadan kalkmissa da, bu proje yillar sonra meyvesini AKP olarak vermistir. simdi kendisine sosyalist-komünist diyen bazi türkiyeli solcular kemalist NATO generalleri ile omuz omuza vererek siseden cikan bu cin’i tekrar siseye geri koymaya ugrasiyorlar.

    sonuc: dini gericilik ile mücadele ancak dogru bir din elestirisi ile, dini dogmalari-safsatalari “halkin dini duygularini incitmeme” gibi oportünist hesaplara tenezzül etmeden, elestirmekle olur. sosyalist anlamda din ile mücadele islamci fraksiyona karsi kemalist fraksiyona destek vermekle, burjuva laik devlet modelini idealize etmekle olmaz. nasil olur: dini gericiligin kaynagina yönelerek, o kaynagi kurutarak olur. 21. yüzyilda dini dogmalara karsi bilimsel argümanlarla mücadele etmekten aciz olanlarin sosyalistliginin bir kiymeti yoktur.

  51. Gerekli bir tepki olarak değerlendiriyorum. Adamlar din devletine doğru gidiyor. Bu bakımdan laiklik tepkisi -her ne kadar devletsel öğeleri içinde taşısa da- haklıdır ve bu öncü tepki yayılacaktır. Diktatörlük sonun başlangıcına adım attı bence.