Erdal Yıldırım / YAVUZ SELİM, ALEVİ KIZILBAŞLARIN KATİLİDİR!

İstanbul’un iki yakasında binlerce ağacı kesip, yeni rant alanları açmak, ve boğazın bağrına kanlı bir hançer gibi saplanan; tarihimizde yaşanmış olan en büyük Alevi soykırımının sorumlusu “Yavuz Sultan Selim”’in adının verildiği köprü, 26 Ağustos 2016 tarihinde trafiğe açılacak.

Üçüncü Boğaz Köprüsünün İstanbul’un doğasına, iklimine ve ekolojik dengelere verdiği zararın yanında, iktidarın yandaşları ve işbirliği yaptığı cemaatlere yeni rant alanları yaratması, İstanbul kentinin yeni beton yığınlarına dönüştürülmesinin yanı sıra başkaca da özellikleri var.

Bunlardan en belirgin olanı bu köprünün ismidir: Yavuz Sultan Selim Köprüsü

Yani yüzlerce yıl Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasında aşağılanan, horlanan, inkâr edilen Alevi Kızılbaşların uğradığı en büyük katliamlarından olan 1514 Çaldıran katliamına, bu büyük soykırıma adını yazdırmış bir katilin adının verildiği köprü.

Bir diğer belirgin özellik ise köprünün açılış tarihidir:  26 Ağustos 2016

Bu tarih yaklaşık 60 bin Alevinin yaşamını yitirdiği 1514 Çaldıran katliamının, büyük Alevi soykırımının sona erdiği tarihtir.

Köprünün açılışını bu tarihe göre tespit eden Yeni Osmanlıcıların bilinçaltlarında halen “Alevi-Kızılbaş düşmanlığı” büyük bir kin ve nefretle sürmeye devam etmektedir. Alevilerin yaşadığı tarihi büyük acıyı, katliamı bir kez daha anımsatan “Yavuz” isminin köprüye verilmesini savunanların “toplumsal barışı” istemediği çok bellidir. Ve bu ismin açıklandığı ilk günden beri Aleviler ve Alevi kurumlarının bu ismi protestoları, bu ismin verilmemesi, değiştirilmesi talepleri dikkate dahi alınmamış, Alevilere adeta gözdağı verilmeye, acıların anımsatılmasına devam ediyor.

Alevi düşmanlığı tescillenmişler bu zihniyetin temsilcileri salt bununla da yetinmiyorlar. Bunlar havaalanlarına Dersim soykırımı katillerinden Sabiha Gökçen’in ismini veriyorlar. Bunlar Yavuz, Fatih ve Kanuni gibi diğer Alevi katilleriyle, Alevi Kızılbaşların katledilmeleri için fetvalar vermiş İskilipli Ebu Suud (1), Müftü el Hamza (2) ve İbni Kemal (3) gibi şeyhülislamları överek “ecdat”ları olarak açıklıyorlar. Yetmiyor, ülkenin meydanlarına, cadde,, bulvar, hastane, üniversite ve köprülerine de bu kişilerin isimlerini veriyorlar.

O Yavuz, kaldı ki, salt bir Alevi-Kızılbaş düşmanı da değildir. O, aynı zamanda babasına karşı bir darbe düzenleyip tahta oturan ve babası II.Bayezid’i zehirleterek öldürtecek kadar gözü dönmüş, haris bir kişiliktir.

O Yavuz, kardeşleri Ahmet, Korkut, Abdullah, Şehinşah, Sahsultan, Alemşah, Mahmut ve Mehmet’i boğduran ve de tüm bu kardeşlerinin eş ve çocuklarını da öldürten biridir.

Tarihe, insanlığa karşı bu denli büyük suçlar işlemiş, toplu kıyımların, soykırımların sorumlusu bir katilin adını değil bir köprüye vermek, bu ismi tarihten, sözlüklerden silmek en doğru tercihtir. Ancak toplumsal barış gibi bir anlayışı olmayan iktidardan böyle bir tercihi beklemek de kesinlikle yanlıştır.

Bir diğer yanlış ise, kimi siyasi parti temsilcileri, milletvekilleri ve bazı Alevi kurum temsilcilerinin, 26 Ağustos tarihinde açılacağı yapılacak bu köprünün isminin Yavuz değil de,  köprüye “Pir Sultan Abdal”, “Hace Bektaş Veli” vb isimler önermesi asla doğru değildir. Doğru olmadığı gibi adı, projelendirilmesi ve yapımı baştan beri çeşitli yolsuzluk, çevre ve doğa katliamı şüpheleriyle dolu olan, çevreyi ve ekolojiyi, doğaya yapacağı zararların gelecekte daha iyi görüleceği bu köprüye Alevi inanç önderlerinin isminin verilmesi, Alevilerin de kabul edeceği bir durum asla değildir.

Sözün özü, “Yavuz Sultan Selim”, büyük bir Alevi-Kızılbaş katilidir. Alevi toplumunun daha fazla rencide olmaması, yaşanmış olan bu büyük soykırımın ve yeni travmaların her gün yeniden yaşatılmaması, anımsatılmaması, çok az bir olasılık bile olsa, toplumsal barış umuduna da daha fazla darbe vurulmaması için bu ismin derhal değiştirilmesi zorunludur.

Erdal YILDIRIM

26 Ağustos 2016

Dipnotlar:

 

1-) Şeyhülislam İskilipli Ebusuud, fetvası: “Kızılbaşların malının, canının ve namusunun helal olduğu, Kızılbaş katledenin gazi olacağı, Kızılbaşlarca öldürülenlerin şehit sayılacağı, Kızılbaşlar’ın topluca öldürülmeleri helal olup, bu din uğruna yapılan büyük savaştır. Bu savaşta ölmek de şehitliğin en ulusudur.” 

 

2-) Şeyhülislam Müftü El Hamza, fetvası:“Kızılbaşları öldürüp, toplumlarını darmadağın etmek tüm Müslümanlara vacip ve farzdır. Müslümanlardan ölen said ve şehid olup cennete girer. Kızlbaşların ölenleri ise aşağılık cehennemin dibindedir, bunların hâli kâfirlerin hâlinden daha fena ve çirkindir. Zira bunların kestikleri ve avladıkları murdardır ve nikâhları gerekse kendilerinden ve gerekse başkasından alsınlar bâtıldır.”

 

3-) Şeyhülislam İbni Kemal, fetvası:“Kızılbaşların erkeklerinin ve kadınlarının nikahı geçersizdir. Onların çocuklarının her biri zina çocuğudur.  Onlardan birinin kestiği hayvan murdar olur, Kızılbaş kadınlarının ve çocuklarının ırzına geçmek helaldir) 

 

Hakkında Gün Zileli

Okunası

Fikret Başkaya / Büyüme Değil (Küçülme)

“Sınırlı bir dünyada sınırsız büyümenin mümkün olduğuna inanan, deli değilse iktisatçıdır”                                                                                                           Kenneth Boulding Ekonomik …

5 Yorumlar

  1. Yazıya katılmamak mümkün değil elbette.
    Öte yandan bu ülkenin hemen her yerinde Atatürk, İnönü, Bayar, Çakmak, Talat Paşa, Menderes ve benzerlerinin adlarının olması kanıksanmış. Bunları eleştirmek [gerçi yazıda Sabiha Gökçen’e değinilmiş], bu isimleri kaldırmak neden kimsenin aklına gelmiyor? Kökten bir değişim için, burada olduğu gibi toplumun bir kısmının benimseyip öbür kısmının karşı olduğu isimlerden çok, asıl ezici çoğunluğun benimsediği isimlerle mücadele şart değil mi?
    Bir de şöyle bir durum var; örnek verdiğim bu gibi isimleri seküler kesimlerin ve Alevilerin çoğu genelde olumluyorlar, bazen eleştirseler de “ilerlemeci” mantıklarının bir sonucu olarak bunda pek ileri gid(e)miyorlar.
    Oysa aynı “ilerlemeci” mantık Osmanlı sultanları/devleti için de geçerli olabilir pekala. Onlar da kendi zamanlarının çoğunluğu köylü-göçebe toplumunun ve yerel-feodal egemenlerinin üzerinde o döneme göre “uygar”, “şehirli” bir imparatorluk kurup tarihi “ilerletmemişler” midir?

  2. “1514 Çaldıran katliamına, bu büyük soykırıma adını yazdırmış bir katilin adının verildiği köprü.”

    Son 500 yılda ne katiller geldi geçti. Tarihe bu bakış açısı ile bakmak yeni katliamların da meşruiyetini sağlıyor..
    Kabileci intikamın aklı çarpıttığı söylem bu… Kolayca kendini
    karşıtı ile aynı siyasette buluşturur…

    Tam da o sıralar Güney Amerika’da neler oldu? İnsanlık tarihi böylesi katliamlarla dolu; Alevi-Şii’lerin katliamları yok mu? Veya aynı gücü-iktidarı elde etmiş olsaydı burada, o çok hümanistik söylem Y. Sultan Selim’e mi övgüler düzerdi..

    Bu “mazlum” söylemi üzerinden “hümanistik” söylemler dürüstçe değil… Kendini düşmanı ile tanımlayanların fırsat bulduğunda düşmanı kadar zalim olduğu kaç kez kanıtlandı…

    Bu ülkede arasında en çok ” iyi” insan bulunduran topluluklar bence
    1. Kürt Aleviler
    2. Aleviler
    3. Kürtler
    4. Sünni Müslümanlardır …
    ama.. bu,
    yukarıda açıklamaya çalıştığım olgu ile çelişmez…

  3. “İşte tarihte ilk defa Safevîler’le birlikte, o da XV. yüzyılın ikinci yarısından sonra İmamiye Şîîliği İran’da hakimiyeti ele almağa başlamıştı. Şah İsmail’in dedesi Şeyh Cüneyd, ilk defa olmak üzere Şîîliğe sempati duymaya başlamış, siyasî emellerinin gerçekleşmesi konusunda bu inancın kendisine önemli bir avantaj sağlıyacağını farketmiştir. Fakat özellikle oğlu Şeyh Haydar’da bu çok daha açık bir şekilde belirmiştir. Onun oğlu Şah İsmail babasının yolunu takip etmek suretiyle nihayet İran’da Şîî bir devlet kurmak üzere yoğun bir siyasal mücadeleye girişmiş, Timur’dan sonra güçlü bir siyasal birlik ortaya koyamayan bu topraklarda kendi hakimiyetini kuvvetlendirmeyi başarabilmiştir. Şîîliği demografik olarak üstün bir hale getirebilmek için, ilk olarak yaygın bir Sünnî katliamına, özellikle sayısal olarak üstün bir konumda olan Şâfiî Kürtler arasında yoğun bir kıyıma girişmiş, arkasından, Anadolu’da Osmanlı merkezî yönetiminin yerleşikliğe zorlama ve vergiye bağlama yolundaki baskılarından fena halde yılmış bulunan Türkmen boylarından çoğunu İran’a çağırmıştır. Nitekim bu çağrı müsbet karşılanmış, Anadolu’daki pek çok Türkmen boyu burasını terkederek İran’a göç etmişti.”

    “Alevîler Sünnî İslâm’la muhasebelerini yaparken, Emevîler devrinden Osmanlılar’ın sonuna kadar siyasi iktidarların bir politik araç olarak kullandıkları siyasallaşmış Sünnî İslâm’la, daha doğrusu siyasi iktidarların Sünnî İslâm adına yürüttükleri siyasetle, Sünnîliğin birbirinden farklı şeyler olduğuna özenle dikkat etmelidirler. Bu, son derece nâzik ve gözden kaçırılmaması gereken bir noktadır. Bu noktaya dikkat edilmediği takdirde çok büyük yanlışlar yapılır ve yapılmaktadır. Çünkü, Sünnîliğin sözünü ettiğimiz bu uzun tarih süreci içinde siyasî iktidarlar tarafından nasıl politik bir araç olarak kullanıldığı tarihsel bir gerçekse, Fatımîler, Büveyhîler, kısmen İlhanlılar devrinde Şîîliğin, Safeviler devrinde de Alevîliğin aynı duruma getirildiği de o ölçüde tarihsel bir gerçektir. Bir kere daha vurgulayalım ki, burada özenle ayırdedilmesi gereken ince nokta, Sünnîlik, Şîîlik veya Alevîlik adına yapılan siyasetle halk arasında bir inanç sistemi ve hayat tarzı olarak yaşamakta olan Sünnîlik, Şîîlik veya Alevîliğin ayrı şeyler olduğudur.”

    Ahmet Yaşar Ocak / Türk Sufîliğine Bakışlar / s. 276, 277, 301, 302

    “XVI. yüzyılda Safevî propagandası, On iki İmam mezhebinde mevcut olmamasına, hattâ reddedilmesine rağmen, tenâsüh inancını kuvvetle işlemeye özen göstermiş, belki de bu propagandanın Anadolu’daki Türkmen çevrelerinde sağlam bir şekilde tutunmasında bunun önemli katkısı olmuştur.”

    Ahmet Yaşar Ocak / Alevî ve Bektaşî İnançlarının İslâm Öncesi Temelleri / s. 192

  4. Karakoyunluların aksine, Akkoyunlu Hasan, bölgedeki Kürt beyliklerini ortadan kaldırıp Türkmen beylikleri kurmaya özen gösterir. Bu, ırksal bir tutumun sonucu değildir. Hasan, Karakoyunlu vasali oldukları için Kürt bey soylarını yok eder. Nitekim Diyarbakır Kuzeyindeki Tercil ve Atak beyi Ömer, Uzun Hasan’ın çok saydığı ve kızınla evlendiği bir Kürt şefidir. Hasan bu beye ve oğlu Budak’a Bitlis yönetimini de verir. Eğil Kürt Beyi Kasım da Akkoyunlu komutanıdır. Akkoyunlular onu bir prense atabey yaparlar. Bu yüzden “Lala Kasım” adıyla tanınır. Ne var ki, Akkoyunlu Sultanı, bu beylerin dışında, sistemli izlenimini verecek biçimde, Kürt beyliklerini kaldırır, Türkmen sülâlelerini iktidara getirir. Şerefnâme, bu nedenle, Uzun Hasan’ın “Kürdistan hükümdarlarına karşı büyük düşmanlık ve öfke beslediğini” ileri sürer. Ama sonra bu yargısını, “Kürdistan beylerinin ve köklü ailelerinin, özellikle bunların Karakoyunlu ailesi sultanlarıyla eskiden dostluk kurmuş ve anlaşmış olanların köklerini kazımaya yöneldi” diyerek düzeltir.
    Doğu Anadolu’da Akkoyunluların yerini alacak olan Safevî’ler de Kürt beyliklerini kaldırıp Türkmen beylikleri kurma politikası izlerler. Safevî ve “Kızılbaş” Türkmen’e karşı Kürt beyleri ile ittifak eden Osmanlı gelince durum tersine döner.

    Karakoyunlu soyunun şiîliğine karşı, Akkoyunlu soyu sünnî görünür. Minorsky, bu sünnîliği, yakın komşuları olan Karakoyunlularla olan düşmanlığa ve onların “beşinci kol”larından çekinmelerine bağlar. Bu görüş doğru bile olsa, Akkoyunlular, militan bir sünnîlikten çok uzaktırlar. Şiî, sünnî çeşitli inançtaki kabileler konfederasyonuna dayanan devletin yapısı, dinsel alanda militan bir tutuma izin vermez. İlginçtir ki, silâhlı şiî eyleme kalkışan Safevî şeyhi Cüneyt ile sünnî Uzun Hasan akrabalık kurarlar ve savaş arkadaşlığı yaparlar. Şiî Cihan-Şah ise, Türkmen üzerindeki gücünden çekindiği Şeyh Cüneyt’i Erdebil merkezinden sürgün eder.
    Tarikatın şiî niteliğini geliştiren ve güçlendiren Şeyh Cüneyt, yandaşlarını çoğaltır. Cüneyt, Erdebil’de aile ve mallarıyla yanına gelen kalabalık sayıda mürit toplar. Hareket, kaygı verici ölçülere ulaşır ve şiîliğe yatkın Türkmen Sultanı Cihan-Şah, Şeyh Cüneyt’in Erdebil’den çıkartılmasını amcası Şeyh Câfer’den ister (1448). Erdebil, Câfer’e bırakılır.
    Şeyh Cüneyt, Diyarbakır’da yeni yeni yıldızı parlayan Akkoyunlu Uzun Hasan’ın yanına gider. Âşıkpaşazâde’ye göre, ilkin kötü davranan Uzun Hasan, Şeyh Cüneyt’in şu önerisi üzerine, onunla anlaşır :
    “- Cihan-Şah gibi düşmanın var, benim silâhlı 20 bin sufîye gücüm yeter, ben de sana yardımcı olayım”.

    Doğan Avcıoğlu / Türklerin Tarihi Beşinci Kitap / s. 2218, 2219, 2227, 2228, 2232, 2233

  5. “Tam da o sıralar Güney Amerika’da neler oldu?”

    Sadece o sırada mı? Avrupalıların kıyıma uğrattığı Aztekler, onlar gelmeden önce de başka halklara aynısını yapmıyor muydular? Hatta -insan kurban etme gibi- Avruplalıların bile yapmadığı şeyleri?
    Hatta bu yüzden Azteklere düşman bazı yerliler onlara karşı Avrupalılarla birleşmemiş miydi?