Kına Yakmak veya Kınamak…

Çarşı iznine diye bindikleri halk otobüsüne adım attıkları an bombalı saldırıyla katledilen 20-21 yaşındaki gencecik insanlara içim yandı. Askerlikten muaf tutulmak için gereken bedeli ödeyecek mali olanakları olmayan yoksul halk çocuklarıydı onlar.

Diğer saldırılarda öldürülen insanlarımızdan sonra olduğu gibi, bu saldırıdan sonra da gizli gizli kına yakanlar olduğunu tahmin etmek zor değil. Böyle bir kin ve intikam ortamı, böylesine bir kan banyosu karşısında kılları bile kıpırdamayan, her iki taraftan milliyetçiler olduğunu tahmin etmek de. Bir tarafın insafsız milliyetçileri tamamen sinik ve intikamcı bir tavırla, eminim şu anda, “bize de az mı yapıldı” diyorlar içlerinden, açıkça pek yazamasalar da. Sanki bir tarafın yaptığı insafsızlık, yaptığı katliam, karşısındakilere aynı insafsızlığı ve katliamcılığı yapma hakkı tanırmış gibi. Kaldı ki, bir yerde yapılan zulmün sorumluları tamamen ilgisiz bir yerde bulunan, emir-komuta zincirinin en altındaki, zorunlu askerliğe tabi insanlar olabilir mi? Bu, intikamcılık ve kısasa kısas mantığı açısından bile yanlıştır, mantıksızdır. Diğer tarafın milliyetçileri ise, emin olun ellerini oğuşturuyorlar, kendilerine, HDP binalarına saldırma fırsatı doğduğu, milliyetçi “vatan savaşı” propagandalarına altın bir fırsat çıktığı için. Çarşı iznine giderken ölen askerin ya da maç çıkışında görevini tamamlayıp evinin yolunu tutmaya hazırlanan polisin ölümüne gerçekten, içten üzüldüklerini hiç sanmıyorum. Umurlarında olduğunu da.

Kına yakıcılar böyle. Bir de kınayıcılar kalabalığı var. Ellerinden bir şey gelmediği için kendi kısıtlı olanaklarıyla katliamları kınayanlara değil sözüm. Ne yapsınlar ki kınamadan başka, ellerinden ne gelir ki? Kınayıcı kalabalığı derken sözüm, esasen iktidarı ve muhalefetiyle “önde gelen şahsiyetler”. Bunlar her katliamdan sonra kınama, lanetleme vb. görevlerini yerine getirirler ve sonrasında normal hayat onlar için akıp gider. Bir dahaki bombaya kadar. Kınamalarının, ellerinden kınamaktan başka bir şey gelmeyen sıradan insanlar kadar, halk kadar etkisiz olduğunu, hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini onlar da bilir aslında. Zaten bomba onlara patlamamaktadır ki. Aileleriyle ve üst düzey yaşamlarıyla aslında başka bir ülkede yaşar gibidirler. Bu yüzden akan kanın nasıl durdurulacağı üzerinde asla ciddi bir şekilde düşünmezler. Oysa, bugün bir tweetimde belirttiğim gibi, “bugün dünyanın en kolay şeyi kınamaktır, akan kanı kınamak değil, akıl önler.” Aklı devreye sokmak yerine hele bir de “dik ve onurlu duruş” ya da “kararlılık”, “sonuna kadar üstüne gitmek” gibi boş ve hamasi laflar edenler, aslında bir akıl tutulmasını da kanıtlar gibidirler.

Akıl derken ne demek istiyorum? Akıl yoluyla akan kanın gerçek nedenlerini bulmak ve bu nedenleri radikal bir tutumla, popülist ve milliyetçi gösterilere kalkışmadan ortadan kaldırmak mümkündür. Kanımca bu şiddet ortamının ve katliamların en belirleyici iki nedeninden biri; 20 Temmuz 2015 Suruç bombalamasından sonra içeride başlatılan savaş; ikincisi ise, 2011 yılından bu yana Ortadoğu’daki savaşa dahil olunmasıdır. Türkiye devleti, PKK’nin böyle bir savaş ilanına cevap vereceğini bile bile, sırf AKP’nin tek başına iktidarının sağlanması için iç cephede böyle bir savaşa girişmekle büyük hata etmiştir. Öte yandan, aynı Türk devleti, dönemin iktidarının Osmanlıcı yayılma hayalleri çerçevesinde Ortadoğu ve Suriye’deki savaşlara bizzat müdahil olmakla korkunç bir bataklığa saplanmış ve sınırları dışındaki savaşı kendi elleriyle sınırların içine taşımıştır. AKP iktidarı bu iki savaşla uçuruma kendisiyle birlikte Türk devletini de sürüklemektedir. Uçuruma giden bir araçla siz de yuvarlanmak istemiyorsanız aradaki bağlantı kablosunu koparmak zorundasınız.

Gerçi devlete akıl vermek benim işim değil, hiçbir zaman da olmadı. Hatta devletin de AKP ile birlikte uçuruma yuvarlanması işime bile gelebilir. Çünkü ben devlet denen aygıtın ne menem bir şey olduğunu çok iyi biliyorum ve bu yüzden anarşistim. Fakat bugün işin ucunda insan unsuru var. Yanlış savaş politikaları sadece devlete değil, hatta esas olarak halka zarar veriyor. Bütün bu çatışmalardan, devletin başındaki efendilerden çok daha fazla zarar gören gariban, yoksul insanlar oluyor. Bu insanlar ne yazık ki kör bir vatanperverlik edebiyatının etkisiyle uçuruma ilerleyenlerin peşinden gidiyorlar ve şu anda bu gidişe dur diyecek durumda değiller.

Kısa vadede, zayıf da olsa bir umut var mı?

Gün Zileli
17 Aralık 2016
www.gunzileli.com
gunzileli@hotmail.com

Hakkında Gün Zileli

Okunası

Yerelden Yenmek!

Artıgerçek YEREL MÜCADELELER Merkeziyet-âdemimerkeziyet tartışması son 200 yılın en önemli tartışmalarından biridir. Marksist sol, her …

42 Yorumlar

  1. Yok. Umut yok.

  2. PKK, solun toplumsal muhalefetin kökünü kazi(t)maya yemin etmis gibi. Sanirim basaracak.

  3. hiç umut görmüyorum; toplumun en az dörtte üçü miliyetçi, dinci önyargılarla zehirlenmiş… (Bu sebeple de CHP hemi-plejik, yani yarı-felç gövdeyle yaşıyor.. Akıl, Adalet ve insaf taşıyan politika üretemiyor..)

    Korkarım bu meseleye sosyolojik bir çözümleyici akıl; vicdan, insaf ve hümanistik duygularla bakan kitle “aktif nüfusun” yüzde 15’ini geçmez…

    Herkes kendi ölüsüne ağlıyor… En çok da Batı… Bu riya dolu ülke daha çok ağlayacak…..

    Şehitliğe övgü; özetle “viva la muerte” ideolojisi geleceğin ipuçlarını veriyor… Daha sırada Irak ve-veya Suriye ve-veya İran cephesinde öldürtülecek yüzbinlerce delikanlı var.

    Bu felaketi önleyecek bir akıl ve birlik henüz yok.. Trump çizecek yolu! ABD Ortadoğu siyasetinde yeni bir hamle yapacaksa…
    Türkiye’yi yönetemeyen, ekonomiyi toparlayamayacak, iç savaşı kışkırtarak iktidarını sürdürenler, daha büyük bir savaşa, sahte-uyduruk da olsa “zaferciklere” ihtiyaç duyuyor.. Hatta buna zorunlu! Şansını deneyecektir; kaybedecek bir şeyi yok! Şu anda bile kesilecek ceza ile felaket sonrasındaki hükmü aynı değil mi?
    Denemeye değer!

    ***
    Biz.. Ortadoğuda kırdırılmış yüzbinlerce insanı, milliyetçi gerici siyasetin enkaza döndüreceği bir ülkede, o zaman ne yapılacak.. Bunu konuşalım!
    (Çok mu kötümserim… ama başka bir senaryom da yok..)

  4. Irmak Doktoroğlu

    Söz bitti….Yoksul halkların,yoksul askerlerin kanları dışında en çok bizim yaklaşımlarımızı,söylemlerimizi boşa düşürdüler…Ne söyleyeceğiz yanıbaşımızdakilere,ne anlatacağız?…Yüzümüz düştü ve evet söz bitti…

  5. Buna ilkel Milliyetçilik, köylü intikamciligi bile denemez. Birde ödp yi demokrasi cephesine çagirmazlarmi? Alismislar, sol üzerinde kurduklari hegemonya ile elestirisiz herseyi kabul ettirmeye. Alistiranlar utansin.

  6. Ben Gezi ayaklanmasi durudurulmali, Darbeci ulusalcilara karsi AKP korunmali, baris süreci korunmali diyorsam, bütün sol bana uymalidirrrrrrrrrrrrrrr.
    Ben AKP ye karsi savas ilan etmissem herkes benim kurdugum cepheye gelmelidirrrrrrrrrr.
    ben katliam yaparsam herkes benle empati yapmalidirrrrrrrrrrrrrrrr.

    Bu ne kendine tapinctir arkadas.

  7. Katliamlara bir kez gerekçe aramaya başlarsak, “Batı’nın katlettiği Müslümanların intikamını alan” IŞİD’i de anlamak zorunda kalırız. Bazı şeylerin “ama”sı olmaz, katliam, katliamdır.
    Bu karanlıkta umut aramak kolay değil ama aklıma şu geliyor: Marks’ın haklı olduğunu varsayarsak, yani altyapı “son tahlilde” gerçekten de üstyapıyı belirliyorsa, iktidarın dayandığı kapitalistler ittifakının desteğini çekmesi sonun başlangıcı olabilir. Trump’ın seçilmesi ve Doların uzun sürecek yükselişinin başlamasıyla, böyle bir fırtına kopacak bence. Tabii eğer Marks haklıysa.

  8. ABD başkanlığındaki koalisyondan 14 subayın Halep’te bir sığınakta Suriye Özel Kuvvetleri tarafından yakalandığı duyuruldu.
    Söz konusu olay, iddiaya göre 16 Aralık 2016 sabahı gerçekleşti. Koalisyon subaylarının Doğu Halep’te bir sığınakta bulundukları, yakalanan subayların Halep’te gözaltında tutulduğu aktarıldı.
    Suriye Parlamentosu üyesi ve Halep Ticaret Odası başkanı olan Fares Şehabi, Facebook sayfasından gözaltında tutulduğu ileri sürülen askerlerin isimlerini yayınladı.
    O isimler arasında Türkiye’den bir ismin de yer alması dikkat çekti. Şehabi’nin paylaştığı isimler şu şekilde: 
    Mutaz Kanoğlu – Türkiye
    David Scott Winer – ABD
    David Shlomo Aram – İsrail
    Muhamad Tamimi – Katar
    Muhamad Ahmad Assabian – Suudi Arabistan
    Abd-el-Menham Fahd al Harij – Suudi Arabistan
    İslam Salam Ezzahran Al Hajlan – Suudi Arabistan
    Ahmed Ben Naoufel Al Darij – Suudi Arabistan
    Muhamad Hasan Al Sabihi – Suudi Arabistan
    Hamad Fahad Al Dousri – Suudi
    Amjad Qassem Al Tiraoui – Ürdün
    Qassem Saad Al Shamry – Suudi
    Ayman Qassem Al Thahalbi – Suudi
    Muhammed Ech-Chafihi El Idrissi – Fas

  9. Yardim ve koalisyon.

    PKK solun kökünü kazimiyor. Sol kendi kendini kazidi. Yok oyle birileri. Iyi kide yok. Var olanlarin bir kismi suriye ve irak ta, obur bir kismi milliyetci ve devletci cizgide, geri kalan solcu gibi gozukuyor. Sol kendi bitmisligini kimseye yuklemesin. Gelelim son surece. AKP iktidari dunya ve turkiye kamuoyunda ne zaman zora girse bu TAK midir PKK midir ne yaptigi bilinmeyenler ortaya cikiyor ve RTE nin iktidarina kan veriyorlar. Tutuklana HDP icin dunya ve turkiye de kinamalar ve AKP yi her yonden mahkum etmeler baslanmisti. HDP mebuslarinin ozgurlugu icin AB bir cok uyari yapti. AKP ic ve dis politikalari salantiya gidiyordu. PKK ne yapti? AKP ye cansimiti oldu. Ya bunca yildir siyasetle ugrasiyorlar, daglarda geziyorlar, uluslar arasi politikayi biliyorlar, peki ne demeye boyle bir eylem yapiyorlar. Evet AKP ye calisiyorlar. Turkiyenin bundan sonra Suriye ve irakdaki isgalci durumlarina kimse karsi cikamaz, Adamlar hakli oldular. AB , Rusya ve ABD turkiyenin sinirindaki bolgeyi turklere birakiyorlar ki PKK sinir olmasin, bomba patlatmasi. . Yarin DAIS bitme noktasina gelsin , top yekun PKK ve PYD yi bitirmeyi dusunecekler. PKK teror listesinden cikmak istiyor biryandanda tersini yapiyor. . PKK nin Tc ile gorusenleri, iyi calisiyorlar.

  10. zorunlu askerlik köleliktir

    Bu çağda zorunlu askerlik saçmalık ötesi bir şey. Adı konulmamış bir kölelik düzeni.

    Tabii ki bu durumun hala devam etmesinin bir sürü ekonomik, sosyal, tarihsel, kültürel vb. nedeni var. Bu açıdan bakıldığında saçmalık olmayıp anlaşılır bir şeydir.

    Ama eğer bazı insanların bunu saçma bulabildiği koşullar ortaya çıkmışsa artık bir şeyler değiştirilebilir demektir.

  11. hepsi öyle mi?

    “Kaldı ki, bir yerde yapılan zulmün sorumluları tamamen ilgisiz bir yerde bulunan, emir-komuta zincirinin en altındaki, zorunlu askerliğe tabi insanlar olabilir mi? Bu, intikamcılık ve kısasa kısas mantığı açısından bile yanlıştır, mantıksızdır.”

    Haberlere göre ölen askerlerden Kenan Döngel’in özel harekat polisi olmak için başvuru yaptığı, Ahmet Taş’ın ise uzman erbaşlık sınavına girip sınavı kazandığı ortaya çıkmış.

    Bu nedenle bu durumdaki askerlerden bazılarının sadece “zorunlu askerliğin” bir parçası olduğu söylenemez.

  12. marxist argüman

    “Aşk Yüksekova ve bodrumda bir başka yaşanıyor,” demiştiniz

    Hasan Bildirici – rojeva kurdistan sitesi

    Bodrum kelimesi, Kürtlerin haftalarca aç susuz Cizre bodrumlarında kıstırılıp topluca öldürülmesini anlatıyordu. Özel Harekat timleri, ellerinde Türk bayrakları katliamın gerçekleştirildiği kurşun yaralı bodrum katlarının önünde şu pozu vermişlerdi:

    “Aşk bodrumda yaşanıyor güzelim!”

    Yüksekovalı kadının yatak odasında, rujla yazılmış makyaj anyasının önünde Gonyalı asker şu pozu vermişti:

    “Aşk Yüksekova’da bir başka yaşanıyor!”

    Yıkık şehirleri ve ölü bodrumlarının travmasıyla kavrulan Kürtler şimdi Türk gaddarlığından aldıkları sözcükleri her bombalı saldırıda sahiplerine iade ediyorlar.

    “Aşk İstanbul’da bir başka yaşanır!”

    Dünkü bombalı saldırıdan sonra böyle onlarca mesaj aldım, onlarca mesajla karşılaştım. Rozerin adlı Kürt kızı şöyle demiş:

    “Vicdanımı Hacı Lokman Birlik’in sürüklendiği zırhlıda bıraktım. İstanbulda’ki patlamada hayatını kaybeden hiç bir polis için üzülmüyorum.”

    Türkler nasıl PKK’lilerin öldürülmesine seviniyorlarsa, Kürtler de polis ve askerin öldürülmesine seviniyor. Büyük bir Kürt çoğunluğu da asker ve polis ölümlerine ne seviniyor ne üzülüyor.

    Büyük bir kopuş ve büyük bir uçurum yaşanıyor.

    İstanbul’daki bombalı saldırıdan söz ediyorum. Bu saldırıyı büyük bir ihtimalle, PKK’ye bağlı fedai Kürt gençleri tarafından gerçekleştirildi. Gençlik yaşlılık gibi değildir, onların hayatıyla, eviyle, köyü ve kasabasıyla canının istediği gibi oynamayamazsın; nasıl yaşayacağına ve ne kadar Kürtçe konuşacağına karar veremezsin; neyi sevip neyi sevemeyeceğini zorla dayatamazsın; böyle davranırsan bunun bir karşılığı olacaktır.

    Televiyonda bazen belgeseller izlerim. Kafkaslar, Himalya Dağları, Afrika Ormanları, Amazonlar… Yıllardır şehir ve başka insanların yüzünü görmemiş kabileler yaşar oralarda. Öyle sakin ve dinginler. Birer kartal veya martı gibi süzülürler oralarda. Kapıları kiltili değildir. Amazon ve Afrika ormanlarında kıçı başı açık kabileler yaşar. Kimse onları huzursuz etmez, diline, kültürüne karışmaz, götünüz başınız niye açık demez kimse onlara.

    Allah hakkı için söyleyin, Türkler ve Türk devleti Kürdün neyine karışmadı? Hangi hanesini kirletmedi? Hangi köyünü vurmadı?

    En son yatak odalarına girdi ve: “Aşk Yüksekova’da bir başka yaşanır,” dedi.

    Bir insanın, bir halkın da onur ve şerefinin olabileceğini hiç düşünmedi, onur ve şeref üzerine bir gün kafa yormadı.

    İstanbul saldırısından sonra Erdoğan ve çetesi dünyayı suçluyor:

    “Terör örgütlerini desteklemekten vazgeçmelerini beklemiyoruz,” diyor.

    Bir insan ancak bu kadar yüzsüz olabilir. Erdoğan ve ekibi sadece Kürt şiddetinin değil, IŞİD terörizminin de yaratıcısıdır.

    ask yuksekovada yasaniyor

    Türk devleti ve onun terörist yöneticilerinden Türkiye’yi rahatlatacak, Kürtleri kendi topraklarında özgür bırakacak bir adım ve anlayış beklemiyorum. Aksine Sünni Türk ırkçılığının iki temsilcisi Erdoğan ve Devlet Bahçeli dinci ve ırkçı Türk devletinin yeni inşaası konusunda anlaşmışlar. İşte tam da bu devlet terörizmin yeni yaratacısı, şiddetin artırıcısı, yıkım ve yok oluşun mezar kazıcısı olacaktır.

    Bir kaç gündür 81 ilde hava, deniz, kara kuvvetleri; köpekler, polisler ve özel tim elemanlarıyla kendi evlerinin dışındaki bütün haneleri basıyorlar. Sadece kendilerine güvenlik, sadece kendilerine yaşam için.

    Adaletle ilgili şaşmaz bir söz var:

    “Ya herkes için adalet ya herkes için çöküş”

    Erdoğan ve çetesi, sadece kendileri için adalet, başkaları için çöküş istiyor ama bu mümkün değil. Böyle bir dünya, böyle bir sistem ve böyle bir sisteme boyun eğecek bir insanlık yok.

    Türkler, Kürt şehirlerini yıkarken ne demişlerdi:

    “Şırnak’ta, Cizre’de, Silopi ve Yüksekova’da aşk bir başka yaşanır.”

    Kürtler Türklere ait olan bu sözü şimdi şöyle iade ediyorlar.

    “İstanbul’da aşk bir başka yaşanır.”

    Kaç Türk bundan acı duyar bilmiyorum, ama ceset yarıştırma işinde olan Türk devletinin devletliğini yitireceğinden çok eminim.

  13. marxist argüman

    1. kemalist/anarsist zileli bugün eski yol arkadaslari perincek tayfasi gibi kürt hareketine karsi devleti acikca desteklemiyorsa bunun tek bir sebebi var: iktidarda islamci akp’nin olmasi. fakat zileli “aydinlikci” özüne dönme isaretleri vermeye basladi: “Türkiye devleti, PKK’nin böyle bir savaş ilanına cevap vereceğini bile bile, sırf AKP’nin tek başına iktidarının sağlanması için iç cephede böyle bir savaşa girişmekle büyük hata etmiştir.”

    2, zileli’nin yazisindan sunu anliyoruz: zileli’nin olan biteni analiz edip anlama gibi bir derdi yok; ulusalcilik/milliyetcilik ideolojisi ile de ciddi bir sorunu yok; batici bir laik olarak o’nun asil derdi “siyasi islam.”

    zileli’nin diger bir derdi de, kerameti kendinden menkul bir “ahlak timsali” oldugunu dünya aleme ispatlamaya calismak: zileli öyle bir ahlak timsalidir ki, hic ayrim yapmadan herkese “ici yanar”; buna karsilik diger insanlar zileli gibi “ici yanacak” kadar “erdemli” degildirler, olamazlar da, cünkü bu durum peygamberlik mertebesi gibi cok az sayida insana özgü bir durumdur; o nadir insanlardan biri de “anarsist” zileli oluyor.

    “ahlak timsali” ayni zileli askeri darbeleri mesrulastiran ve “kurtulus” olarak sunan yazilar yazmaktan da geri durmaz.

    bu yazida elestirilecek cok sey var ama benzer elestirileri zileli’nin daha önce ki yazilarinin altina yazdigim icin burda tekrarlamiyorum.

  14. arguman aizde ceset yaristirmissiniz ceset yaristirici devletin ceset yaristi^riciligini yuksekova ile karsilastirirken. alt bir ID de siniz , devletle ayni duzeyde dusunuyorsunuz.

  15. Cemil Meriç ve Devlet Bahçeli

    -Şu anda muhtaç olduğumuz şey, merhum Cemil Meriç’in ifadesiyle söyleyecek olursam; ölçüdür, dengedir, soğukkanlılıktır. Gerisi maceradır.
    http://www.hurriyet.com.tr/mhp-lideri-bahceliden-provokasyon-uyarisi-40310659

  16. 14 ve 15…
    ilgili yazılar
    herkesi sersem ve kör sanan bir zihnin salgıları…
    Gülünç iddialar.. AKP ile ortak olunca kendilerinin ciddiye alınacağını sanıyor olmalılar..
    İnsan bu tuhaf zihin faaliyeti karşısında kahkaha atar ama zamanın rezaletine uygun değil..
    *
    Demek bu saçmalıkları da ciddiye alanlar çıkabilirmiş..

  17. Argümanın zileleli eleştirisine katılıyorum argümanın devletçi Marksist olması gerekip zilenin anarşist özgürlükçü olması gereken görüşleri yerine sanki argüman anarşist gibi tahlil yapmış zileli ise millici ulusalcı devletçi dile düşmüş
    Son olayları yorumlayışı devlet güçlerinin kürdistanda ahlak dışı iğrenç ”cizrede aşk başka yaşanır”’örneklerinin yarattığı travma ve sonuçları olmuştur ama kürt hareketinden bu tarz cümlelerle yaptıklarını savunan ahlak dışı iğrenç ırkçı cümle duymadım
    Bu sitede Necip gibi akp kapitalizm sistem devlet savunucuları ve zileli gibi millici ulusalcı zihni okulda öğretilen ırkçı şöven kürt ve diğerleri düşmanlığı ile zehirlenenler nerde bu kadarmısınız yoksa siz de HDP binalarına saldırıp yakmaklamı meşgulsünüz yakında efendi rojowa ya açık savaş açacak siz de askerlik şubesinde kuyruğa girecekmisiniz!!!!
    Vallahi sitenin anarşistliği tırıçka çıktı
    Sitede Marksist argüman hepinizden anarşist çıktı

  18. “Bazılarının anlattığı gibi ABD çizgisi, döneklik değildir. Bunu söyleyenler aşağılık kimselerdir, güç olmayan kişiliklerdir. Ucuz değerlendirmelerdir.” (A. Öcalan, İmralı Görüşme Notları)

    “ABD’nin Tel Abyad’da PYDPKK’lı savaşçılara kişi başı 300 dolar verdiği eğitim kampı kuruldu. Suriye’de IŞİD’e karşı savaştığı gerekçesiyle ABD tarafından ‘müttefik’ olarak görülen PKK-PYD için kamp kurulduğu bildirildi.” (Mepa Haber Merkezi 22.11.2016

    Kürt milliyetçiliği ve onun kuyrukçuluğunu yapan oportünizm, ABD işbirlikçiliğini sıradanlaştırarak, masum bir politika gibi sunmak istiyor. “Kürtlerin de devlet kurma hakları var”, “Amerika’dan destek almasınlar da ne yapsınlar, kendilerini nasıl savunsunlar?” içeriğinde değerlendirmelerle gerçeklerin üzerini örtüyorlar. Oysa, emperyalizmin işbirlikçiliği hiç de öyle masum ve zararsız bir şey değildir. Emperyalizmin işbirlikçiliği demek, emperyalist çıkarlar için, kendi halkına ve dünya halklarına karşı savaşan bir güç olmak demektir. Bunun sayısız örneği vardır, ki en yakın örneklerden birisi Türkiye oligarşisinin ordusudur.

    Kimse halkı Kürt milliyetçiliğinin geliştirdiği ilişkinin bu işbirlikçilik ilişkilerinden farklı olduğunu söyleyerek kandırmaya çalışmasın. Emperyalizmin işbirlikçiliğinin anlamı her yerde aynıdır. İşte birkaç örnekle Amerikan işbirlikçiliğinin anlamı: – 1921: İşgal ettiği Nikaragua’da Somoza’nın başını çektiği Ulusal Muhafızlar adlı işbirlikçi örgütü kurdu, bu örgüt, anti-emperyalist direnişin başını çeken Sandino ve 300 kişiyi katletti. 40 yıldan fazla sü̈recek bir terör devrini başlattı. – Kolombiya’da 1948 ile 1957 arasındaki cuntalar sırasında 300 bin kişi, 1957 ile 1963 arasında ise 20 binden fazla insan öldürüldü. – Guatemala’da 1954’teki ABD işgali ve cuntası döneminde 200 binden fazla insan katledildi. 1966’da 8 bin, 1976-1977 döneminde 20 bin kişi işbirlikçi cuntalar tarafından kaybedilmiş ve gizli mezarlıklarda gömülmüştür. -1956-59 yılları arasında Küba’da 60.000 kişiyi, ABD’li danışmanları ve işbirlikçisi Batista katletti. – 1952-1967 arasında Bolivya’da çoğu madenci ve tarım işçisi 30 bin kişi ABD destekli cuntalar tarafından katledildi. 1980 yılına kadar tam 189 hükümet darbesi yaşanan Bo
    livya’da katledilen insanların sayısını bilmek neredeyse imkansızdır. – 1964; Brezilya’da kurulan ABD işbirlikçisi “Ölüm Filoları” iki binden fazla kişiyi katletmiştir. – 1965’te işbirlikçi Suharto, 1 milyon komünist ve ilerici Endonezyalıyı katletti. – 1973’te Şili’de CIA’nin düzenlediği darbe sonucu, işbirlikçi ordu eliyle 35 bin kişi katledildi. – Arjantin’de faşist işbirlikçi generaller eliyle 30 bin kişi “kaybedildi”. – El Salvador, 1979 yılından sonra CIA tarafından oluşturulan ölüm mangaları, toplam 70 bin insanı katletmiştir. Katliamlarda yer alan “Atlacalt Taburu” ABD tarafından eğitilmiştir. – Türkiye’de Amerikan işbirlikçisi ordu, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980’de iki cunta örgütlemiş, yüzbinleri işkencelerden geçirip, hapishanelere doldurmuş, çok sayıda devrimciyi katletmişler, idam etmişlerdir. Suriye’de, Libya’da, Afganistan’da, Irak’ta Amerika’nın işbirlikçi güçlerinin yaptıkları katliamlar ise daha yakın tarihimizdir.

    “ABD’nin Tel Abyad’da PYDPKK’lı savaşçılara kişi başı 300 dolar verdiği eğitim kampı kuruldu. Suriye’de IŞİD’e karşı savaştığı gerekçesiyle ABD tarafından ‘müttefik’ olarak görülen PKK-PYD için kamp kurulduğu bildirildi.” (Mepa Haber Merkezi 22.11.2016)

    Kürt milliyetçiliğinin kuyruğundan ayrılmayanlar bu durumu değerlendirmelidirler. En çok onlar konuşmalılar. Evet, bu tabloyu da savunun. Öyle ya, emperyalizmle girilen ilişkileri savunuyordunuz. Emperyalizmin silahını almak akıllılıktı. Şimdi emperyalizmin paralı ordusu olmak daha fazla akıllılık, ayrıca yeni fırsatlar sunuyordur, değil mi? Şimdi bunları yazın, bunları savunun……

  19. Cemil Meriç kimdir?

    Cemil Meriç,

    Recep Tayyip Erdoğan ve muadillerinin ‘mentorluğunu’ yapmış bir şahıstır.

    Necip Fazıl Kısakürek ne ise, Cemil Meriç odur.

    Özellikle ‘Türkiye sağı’nda Kısakürek’in daha yaygın tanınmasının sebebi, edebiyatçı geçmişinde ulaştığı şöhret, Nazım Hikmet’in zıt-kutbu olarak kabul görmesi, geçmişinde ilişki kurduğu şahıslarla [özellikle ‘Beyoğlu cemiyet’leriyle] bağını en aza indirgeyip, ‘din kardeşliği’ alanına kayması, ve, onların İslamcı tasavvurlarını besleyici hamlelere yönelmesidir.

    Cemil Meriç ise, ‘hükümetlere yanaşmayan’ bir profil çizmeye uğraşmışsa da, hiçbir ‘sağcı entelektüel’e pabuç bırakmayacak kadar, sinsi sinsi, ‘kerim devlet, sen hep yaşa, ben ölem sen yaşa’ diye diye devleti [daha çok yönetim mekanizmalarındaki ‘sağcı hükümetleri’] yüceltmiştir. Meriç, daha çok, yobazlıkta ısrarcı olmayan sağcılara hitap eden bir karakterdir. Bu nedenle, Kısakürek’ten daha az bilinir, ve bilinse bile, daha az anlaşılır.

  20. marxist argüman

    TAK’ı mı merak ediyorsunuz-Hasan Bildirici

    Sadece Türkler değil, Kürtler de son eylemleri gerçekleştirdiğini bildiren TAK’ın (Teyrêbazên Azadîya Kurdistan) kimliğini ve nasıl bir örgüt olduğunu merak ediyor. PKK, TAK’a mesafeli olduğunu söylüyor, ama bağlantıyı tümden reddetmiyor. TAK genellikle çatışmaların şiddetlendiği zaman, Türkiye metropollerinde ortaya çıkıyor. Eylemin cinsine, eylemin konumuna ve eylemin sonuçlarına bakarak bir sonuca varılması gerekirken, kasıtlı bir kafa karışıklığı, bir bilgi kirliliği yaratılıyor. TAK’ın eylemlerinde genellikle eylemici de hayatını kaybediyor. O zaman TAK’ı şöyle tarif etmek gerekiyor. TAK, PKK içinde ve çevresinde hayatını feda etmeye hazır olanların örgütüdür. Hem PKK içinde hem PKK denetimi dışındadır. Bu nasıl oluyor diye soracak olursanız, hayatını mutlak olarak vermek için yola çıkmış ve bir süre sonra ailesiyle ilişkisini kesmiş birini ailesi ne kadar kontrol edebilirse PKK merkezi TAK’ı o kadar kontrol edebilir. TAK eylemlerini ancak genel bir şiddet azalmasında, karşılıklı ateşkeslerde ve PKK’nin bu ateşkeslere uyacağı açıklamalarıyla birlikte durdurur. Onun dışında TAK her zaman bir Türkiye şehrinde, asker ve polis birlikleri içinde patlayabilir. TAK eylemlerini genellikle gerilla hakimiyetinin bulunmadığı alanlarda yapar.

    Şiddete karşı olmak, şiddet hareketlerini durdurmaya yetmiyor. Şiddetin ortamını ortadan kaldırmak gerekiyor. Ancak Türk kibiri buna el vermiyor. Türk devleti ben istediğimi vurur, istediğim şehri yıkar, istediğim Kürt siyasetçiyi tutuklar, istediğim an sığınaklarını PKK yöneticilerinin kafasına yıkarım diyor. Sür git böyle bir hayat, sadece Türklerin vuracağı şekilde düzenlenmiş bir dünya yok.

    PKK birlikleri Türk siyasetçilerine hiç yönelmedi. İyi ki de yönelmedi. Asker ve polise eylem düzenlemek siyasilere yönelik eylem düzenlemekten daha zordur. Türk devleti 30 senedir, son iki senedir de günlük düzenli olarak PKK yöneticilerinin sığınaklarını hava saldırılarıyla vuruyor. Ama Kürtler bir kez bile Türk siyasetin tepe isimlerine ve parti binalarına yönelmediler. Askeri birlikleri vuranlar herhalde bu tür yerleri daha kolay vururdu. Türk kibiri sürekli “Son terörist yok olana kadar bu mücadele sürecek” diyor. Şiddeti asıl bu anlayış besliyor. Hergün sığınakları vurulan insanlar insan değil mi? Bunları yasaklarınız, cinayetleriniz ve toplu katliamlarınızla siz çıldırtıp dağlara çıkarmamış mıydınız? Dağda da rahat yüzü göstermiyorsunuz. Sonra bunlardan biri ortanızda patladığı zaman kıyameti koparıyorsunuz.

    O gün Kandil’i bilen bir arkadaş, Türk uçakları sığınaklarımızı günlük vuruyor diyor. Yoksul sofraları toz toprak içinde. Uçak saldırıları arada bir tedbirini almamış bir-iki gerillanın kafasında patlıyor. İki senedir hergün sabah akşam bombaladıkları Kandil’de kaç PKK yöneticisi öldürebildiler? Başka bir ülkeyle savaş halindeyken en üst düzeyde kullanılması gereken uçak saldırılarında Kandil’e verdirdikleri kayıp sayısı 20 civarında. Evet iki yıl gece gündüz vurdukları Kandil’de öldürdükleri gerilla sayısı bu kadar.

    Ama bununla sürekli övünüyorlar.

    Türk kibiri, arkadan gelen savaşın korkunçluğunu görmeye izin vermiyor.

    Kürtler savaşçı bir halktır halbuki. Ortadoğu’da IŞİD’in belini Kürtler kırdı.

    Sana tek bir kurşun sıkmamış Suriye Kürtlerine düşmanlığını ne ile açıklayacaksın?

    Dünden beri basmadıkları HDP binası bırakmadılar. Metropollerdeki Kürt öğrencilerin bir kısmı kaçtı, bir kısmı linç edildi, sosyal medyada bir tutuklama kampanyası başlatmışlar. Kürt aileler, Kürtçe isimli çocuklarını okula göndermeye korkuyor. Türklere her şey serbest, küfür, hakaret, saldırı. Kürde gülümsemek bile yasak.

    TAK işte bu muamelelere maruz kalmış ve hayatından vazgeçmişlerin örgütü.

    İnsanların sırları dışında bugünü ve geleceği açık yazan bir insanım. Türk şiddetinden nefret ediyor, ama buna karşı gelişen Kürt şiddetiyle mutlu olmuyorum. Kürtler ölürken attığınız göbek atışlarını, asker ve polis ölürken ben atmıyorum. İnsanların ölümünden mutluluk duymuyorum. Asker veya polis, bir anne ve babanın çocuğunun cesedini öpmesini istemiyorum. Sayenizde saçımızın son teline kadar kana boğulmuş durumdayız.

    Ama bir şeyden söz ediyorum, Kürtleri şiddetle, zulümle, baskıyla yenemezsiniz. Şiddet, baskı ve zülümle ancak geçici bir süre tereddütlü insanları ürkütebilirsiniz. Askeri saldırılarınız karşısında kışı TAK’la idare eder, baharla birlikte Kürt şehirlerinde YPS, kırsal kesimde ve ıssız yollarda HPG ile kanlaşıp durursunuz.

    TAK da sizin eserinizdir efendiler. Deyim biraz Atatürk’ün Nutuk kitabındaki hitap biçimine benzedi, ama durum aynen bundan ibarettir. TAK’ın kimliğini mi merak ediyorsunuz?

    TAK; çıldırtıp hayatından vazgeçirdiklerinizin intikam örgütüdür.

  21. Necip ve avenisi nerde HDP binalarını yakıp yıkmayamı gitti yoksa en ileri demokrasi danışmanımı oldi
    Anarşist sitenin millici ırkçı şövenleri yakında efendiniz rojowa ya savaş açıp işgale gidecek siz de askerlik şubelerindeki kuyruğa girersiniz
    Site anarşizmden sınıfta kaldı marksiz argüman sizden daha anarşist çıktı

  22. marxist argüman

    genel olarak “ulusal sorun” özel olarak da kürt-kürdistan sorununun üredigi kaynagi tespit edip tartismak ayridir, zileli’nin yaptigi gibi kendini bütün taraflarin üstünde gören bir “ahlak yargici” pozlariyla “hümanist” laflar etmek ayridir.

    sayin zileli, “ben söyle hümanistim, böyle duyarliyim; icim yandi” gibi duygusal laflar olan biten hic birseyi aciklamaz; kaldi ki o “hümanist” duygular sadece size özgü degil; duygularinizi, hümanist kibrinizi kendinize saklayin.
    kürt-kürdistan sorunu T.C. denilen ulus devletin kurulusuyla baslar; zileli, 2015 yilinda suruc katliamindan sonrasini tarih olarak veriyor.

    kürt-kürdistan sorunu ile ulus devletin/cumhuriyetin kurulusu
    arasinda ki iliskiyi görmek zileli gibi kemalistlerin isine gelmez. T.C. ile kürt ulusalcilari arasinda ki savas siddetlendikce zileli gibileri yüzlerinde ki anarsist maskesini atip, “vatansever” yurttaslar olarak devletlerinin yaninda saf tutmakta tereddüt etmeyecekler. yasayip görecegiz.

  23. Ümraniye’de HDP binasını basan kalabalığı ikna etmeye çalıştığı sırada çatıdan düşerek ölen polis memuru hakkında;

    yakıp yıkan “öfkeli kalabalığı” ikna etmeye çalışacağına, “barışçıl protesto” edenleri dağıttığı gibi dağıtsa pisi pisine ölmeyecek olan polis. sonuçta tomalarla su sıkarken, hedef gözeterek gaz bombaları atarken çatıdan düşme riski pek yok.
    https://eksisozluk.com/entry/64818608
    http://www.hurriyet.com.tr/kalabaligi-sakinlestirmek-icin-catiya-cikan-polis-duserek-sehit-oldu-40310763

  24. [Bir blog yazısındaki şu bölümler ilginç. Sayfa artık açılmadığı için önbellekten kopyaladım.]

    Sorun şu. Nişanyan, Cumhuriyet ile Yeni Şafak’ı birbirine eşitlerken (Cumhuriyet ile kastım kesinlikle Cumhuriyet gazetesi değil), birbirine düşman bu iki zihnin formal yapısından bahsediyor belli ki… Yani, eğer formal yapı olarak Cumhuriyet ile Yeni Şafak aynı ise, bunun nedenini, Cumhuriyet rejiminde değil, çok daha büyük bir resmin (Cosmos’un?) içinde… aramak gerekir. Bu geniş diyalektik içinde, Atatürk ve Cumhuriyet yalnızca bir surettir.
    İşte benim Nişanyan’a olan eleştirim de tam olarak bu: Nişanyan, Yanlış Cumhuriyet ile öylesine meşgul ki, Yanlış Medeniyet’i göremiyor. Yani, Nişanyan etrafındaki ağaçlarla o kadar meşgul ki, içinde yaşadığı ekosistemi atlıyor. Şunu iddia edebilirim: Yanlış Cumhuriyet yok; eğer bir yanlış varsa, (1) İslam medeniyetinin zihnen ve ahlaken cılız bıraktığı Ortadoğu’nun özünde (2) Kültürel çeşitliliğin (relativity) önemine ancak dünyayı mekanikleştirip kolonize ettikten sonra farkına varan Batı’da var (Heidegger’in “seinsvergessenheit” atfen).
    Nişanyan bunu göremiyor, görse şu satırların nedenini Cumhuriyet’te değil, yukarıda saydıklarımda, büyük resimde arardı: “1930’ların Çankaya’sından etrafa saçılan ve bugünkünden zerrece eksik olmayan biat, dalkavukluk, çanak yalayıcılık, zorbalık, ırkçılık ve hırsızlık kültürüne bir şeyler borçluysan bilemem, ama kastettiğin şey sorgulayıcılıksa, cılız da olsa bir hakikat aşkıysa, bin yıllık hurafelere kulak asmama cesaretiyse, o dediklerin buraya Cumhuriyet’le gelmedi.”
    Benim bu satırlardan anladığım, “biat, dalkavukluk, çanak yalayıcılık, zorbalık, ırkçılık ve hırsızlık kültürünün” Cumhuriyet ile Ortadoğu’ya geldiği, zamanla da hiç değişmeden bugünlere ulaştığı. Burada sorulması gereken şu: Tüm bu azgelişmişlik, ahlaksızlık “kültürü” Cumhuriyet’in mi eseridir, yoksa Cumhuriyet bu kültür üzerine kurulmuş, kurulmak zorunda kalmış, başka çaresi bulunmayan “yapay” bir oluşum mudur? Yüzlerce yıl padişahlıkla yönetilmiş, kefşetmek nedir bilememiş, ancak fethemiş, adalet, hak-hukuk olmayan, Hegel’in son derece haklı bir şekilde gözlemlediği gibi, özgürlüğün bilincinin dahi gelişmediği bu coğrafyada, tüm bu sefaletin suçunu Cumhuriyet’te aramak ne kadar doğrudur? Dahası, bu milletin özü olarak pazarlanan bu sefil ahlak sistemini değiştirememenin suçunu Atatürk’te aramak ne kadar doğrudur? Atatürk, Allah mıdır? Nişanyan, Cumhuriyet rejiminden ne beklemektedir, içten içe, Batılı olmayan herkesi kırıp geçirmesini mi? O halde, aynı Nişanyan’ın, kılık-kıyafet inkılabını takip eden dar ağaçlarını desteklemesi gerekmez mi? Yoksa kılık-kıyafet “şov” amaçlı olduğundan (“Vitrin yap, ama özünü kaybetme”) bunu “yetersiz” mi bulmaktadır?…
    …Nişanyan, Yanlış Cumhuriyet ile bunu yapmaya çalıştı; ne var ki, ironik bir şekilde, İslamcılar, onun Yanlış Cumhuriyet’inden de yanlış bir şeyin varlığını bize anlattı. Demem o ki, Post-Yetmez-ama-evet döneminde, maalesef ki, Nişanyan’ın Yanlış Cumhuriyet’i, Atatürk’ten nefret eden Batı düşmanı İslamcılara argüman sağlamaktan başka kimseye ulaşamamaktır. Nişanyan bu bağlamda, yanlışı Cumhuriyet’te görerek bir kumar oynamış ve ne yazık ki, bir zamanlar özgürleşmeyi İslamcılarda görebilecek kadar saf olan hepimiz gibi kaybetmiştir. Bu bağlamda, Nişanyan’ın “Birikimsiz bir otodidaktın açlığıyla o devirde Türkiye’de çıkan her şeyi okumuş,” diyerek aşağıladığı Atatürk gibi, ileride bizleri de “Birikimsiz bir Batılının özgürlüğe olan açlığı ile Türkiye’de İslamcılara destek vermiş” şeklinde aşağılayacaklarından benim şahsen kuşkum yok. Başka bir deyişle, Nişanyan da kendini bu diyalektikte Atatürk kadar suçlu bulmalıdır; zira bu çıkmazda, hakikat adına doğru bir adım atmak mümkün değildir. Şunu demek istiyorum: Bu coğrafyada hiçbir bireyin üzerine yıkılamayacak kadar büyük bir yanlış var: tarih kimisine Avrupa Birliği’ni, kimisine ise Ortadoğu’yu bıraktı; bu durumun suçunu sende, bende, Atatürk’te aramak saçmalıktır; bu yanlış Cumhuriyet’ten çok daha derindir. Adorno’nun dediği gibi, yanlış hayat doğru yaşanmaz. Tarih bizimki kadar yanlış bir hayat görmediğinden, burada doğru bir şey yap mümkün değildir. Nişanyan eğer bir suçlu arıyorsa, o Atatürk veya cumhuriyet rejimi değil, bizzat Tarih’in kendisidir. Ama Nişanyan, Atatürk’ü yeteri kadar samimi bulmuyorsa, onun bu ülkenin, bu insanların 30 yılda ontolojisini değiştirebilecek kadar kudretli olmasına rağmen, yeteri kadar Batılı olmadığı için bunu yapmadığına inanıyorsa, kendisine katılmıyorum: (1) Atatürk, yaşadığı “şartlar altında olabileceği kadar” Batılı idi; (2) Atatürk, bir milletin ontolojisini (ontoloji derken “varlık mantıktır”, diyen Hegel’i kastediyorum) değiştirebilecek kadar kudretli değildi.
    Ne var ki, burada da Nişanyan, yine yanlışı yanlış yerde araması nedeniyle, denklemi doğru okuyamıyor. Şöyle. 19. yüzyıl sonları 20. yüzyıl başlarında Batılı olmaktan bahsediyoruz. Dünya’da Batılı olmak, her zaman şu an olduğu kadar olumlu bir anlama sahip değildi, hele hele Atatürk’ün yaşadığı dönemde, herkesin birbirini kestiği, soykırıma varacak olan dönemde hiç değildi – gelgelelim, zaten bunu dillendirecek, bu duruma karar verecek bir global bilinç/farkındalık da (eğer kolonileri saymaz isek) yoktu. Şunu söylemek istiyorum: eğer Atatürk, 19. yüzyıl sonları 20. yüzyıl başlarında “yeteri kadar Batılı” olsaydı, Enver Paşaların yaptığı gibi Türkiye’yi kan gölüne çevirirdi (Ermeni soykırımının ardındaki Alman işbirliği/hayranlığını kastediyorum). Burası çok ince bir nokta, bilhassa da Türkiyeli bir Ermeni için; öyle ki, mesela bu hassaslık Markar Esayan’ın Yeni Şafak, Etyen Mahçupyan’ın ise AKP tercihinin özünü oluşturuyor. Dahası, Nişanyan’ın tek başına tüm tezimi çürütebileceğini iddia ettiği, “Batılılığın bu ülkedeki ışıldağı olan yabancı okullara Cumhuriyet rejiminin gösterdiği düşmanlığı”nda nedenini de açıklıyor. Şöyle.
    Batılı olmak 19. yüzyıl sonları 20. yüzyıl başlarında, pozitivist olmak, milliyetçi olmak, dahası faşist olmak anlamına geliyordu. Çağın parlayan değerleri arasında demokrasi, insan hakları, birlikte yaşama kültürü yoktu. Bu durumda o şartlar altında Batılı olmuş bir Atatürk’ün ulus devlet kurmasında şaşılacak bir durum olduğunu sanmıyorum. Zaten bu sıradanlık, Atatürk’ü, olağanüstü değil, çağının gereklerini yerine getirmiş alelade bir lider kılıyor. Bu şartlar altında, uluslaşan/Batılılaşan ve bunu yüzyıllarca “geri bırakılmış” olmanın hıncıyla yapan bir ülkede, Atatürk’ün yabancı okullara “siz yeterince Batılısınız, öylece kalın” demesinin gerçekçi olmadığı ortadadır. Atatürk, bir devrimcidir ama Atatürk’ten (1) İslam medeniyetine, Osmanlı’ya kendi özüne isyan etmesini; (2) bu isyanın ertesinde vardığı Batılılığa da daha Batılı olmak için isyan etmesini beklemek ne kadar gerçekçidir? Yine sormak gerekiyor: Atatürk, Allah mıdır? Başka bir deyişle, Nişanyan, Atatürk’ten ne bekliyor? Belli ki, Nişanyan için Atatürk’ün tarihin çöplüğüne ait, ne bilimde, ne sanatta, ne felsefede – kısacası hayatın hemen hemen hiçbir alanında hiçbir şey üretememiş bir medeniyetten, Batılı bir medeniyet yaratmak için çabalaması, bükemediği bileği öpecek kadar tevazu gösteriyor olması yetmiyor. Nişanyan, Atatürk’ü, yaşadığı dönem itibariyle Batılılardan daha Batılı olmadığı için suçluyor. Nişanyan, Atatürk’ten bir Hannah Arendt olmasını mı bekliyor? Atatürk bir Batılı ise, şunu kabul etmek gerekiyor ki, Atatürk Cumhuriyet’in başlarında, o “Geist” içinde Batılılık neyi gerektiriyorsa onu yapmıştır. Hatta şunu iddia edebilirim ki, Nişanyan’ın dediği gibi, Atatürk, Batı’nın orijinaline değil de, cafe kültürüne aşina olduğu için, çok daha vicdanlı bir insandı. Belki de bu “yeterince Batılı olamama” hali nedeniyle, Ermeni soykırımında aktif bir rol almadı. Atatürk, tüm şartlara sahip olmasına rağmen, çözümü her seferinde Dersim’de olduğu gibi, silahla, şiddetle, katliamla değil de içtiği alkolde aradıysa bu Atatürk’ün yeterince (günün şartlarında) Batılı olamamış olmasının nedenidir. Zira bugünkü anlamda Batılı olmak, ikinci dünya savaşı ertesinde oluşan bir zihinselliktir. Ve eğer Atatürk’ü bu post-ikinci-dünya-savaşı zihinselliğine ulaşamadığı için yargılayacaksak, adil olmak adına, kendisinin, bu mahkemede Batı’dan etkilenmiş tüm liderlerden daha Batılı olduğunu ilan edebiliriz. Zira bana Atatürk’ün bir Stalin gibi, Mao gibi, Hitler gibi milyonlarca insanı öldürmemesi için günün şartlarında ihtiyaç duyduğu tek bir neden söyleyin? Söylemezsiniz.
    Amacım rejimi aklamak, Atatürk’ü savunmak değil. Eğer mesela hakikatse, bunlar aklıma takılan sorular. Gelgelelim, bir nokta daha var. Nişanyan diyor ki:
    “[…] ama kastettiğin şey sorgulayıcılıksa, cılız da olsa bir hakikat aşkıysa, bin yıllık hurafelere kulak asmama cesaretiyse, o dediklerin buraya Cumhuriyet’le gelmedi. Şayet birilerinin eliyle geldiyse, bir avuç cesur ve idealist insanın binbir zorluğa göğüs gererek kurdukları yabancı okullarla geldi. Okul yoksa kim nereden duyacak Sokrates’i, Rousseau’yu, Galile’yi? Modernize edilen yerli okullarda sana öğretilenler, o okullarda tedrisat görmüş insanların suyunun suyudur.”
    Burada, Nişanyan’ın argümanı, iyiyle, güzelle, doğruyla ilgili olan ne varsa Cumhuriyet’ten soyutlayıp, tüm mükâfatı yabancı okullara yüklemek. O halde yine sormak, zemini yoklamak gerekiyor: Eğer Cumhuriyet’in bu süreçte hiçbir payı yoksa, o halde ben de şunu iddia ederim, eğer, yine, Atatürk yerine Cumhuriyet’i kuran Erdoğan ve şürekası olsaydı, o okullar, o Batılı eğitim, o Sokrates, Rousseau ve Galile yine de bir avuç cesur ve idealist insanla bu kültürde yer edinebilir miydi?
    http://mechulmuhayyil.blogspot.com/2014/11/nisanyan-yanls-yanls-yerde-aryor.html

  25. HDP nin tüm sol, demokratik, özgürlükçü, vaveylasi( özgürlük türküleri), retorigi bunun içindi, bunun içindir, bunun için olacak. Yiyenlere afiyet olsun

    K24 televizyonuna konuşan HDP Siirt Milletvekili, mecliste görüşülmeye başlanacak olan anayasa değişikliği ile ilgili düzenleme konusunda açıklamalarda bulundu. HDP’li Yıldırım, 7 Haziran’dan bugüne kadarki duruşlarının 2 temel hak üzerinde şekillendiğini ifade ederek, bunlardan bir tanesinin anadilde eğitim hakkı diğerinin ise, üniter yapı içinde kalmak şartıyla Kürtlere bir statü hakkı verilmesi olduğunu söyledi. Yıldırım, bu iki temel hak güvenceye alınırsa ve şuan da görüşülmekte olan anayasada da bir şekilde yerini alırsa, kendilerinin böyle bir anayasaya ve bu anayasa gereği oluşacak bir başkanlık sistemine hayır demeleri için hiçbir neden olmayacağını belirterek, “Ama Kürt halkının anadilde eğitim hakkı ve üniter yapı içerisinde kalmak kaydıyla Kürtlere bir statü hakkının yer almadığı bir anayasa veya sistemin adı ne olursa olsun parlamenter sistem olsun, bizim ona evet dememiz mümkün değil. Makul da değil, o zaman kendi kendimizle çelişiriz” diye konuştu

  26. siirt milletvekili hdpli değil akpli çıktı

  27. Marxist Arguman demissinizki, savas tirmandikca Gun Zileli ve onun gibiler Devletin yaninda saf tutacaklar. bu cok bildik ve artik kabak tadi veren bir Kürt Milliyetci baskilandirma söylemi. (nasil bir marxistsiniz ayrica merak ediyorum) Zileli ne yapar bilmem ama, Ben ABD nin ortadogu/Suriye de kara gücü olmak icin cirpinan iki güvcünden birini neden tutayimki, mecburmuyum. Ama siz ABD nin kara gucu olan bir gucun yaninda coktan saf tutmussunuz zaten. Kurt ulusal kurtulusculuguna mi ilistirilmis `Marxistliginiz`yoksa Marxizminiz Kurt ulusalciliginda mi erimis anlamak guc.

  28. “Sitede Marksist argüman hepinizden anarşist çıktı”

    Yok, yahu, sadece bildiginiz turden bir ‘Abdurrahman Celebi’ ikamecisi.. 🙂

  29. PKK bombacılarını Amerika PYD bölgesinde eğitiyor
    Ülkemizde bombalı eylem yapan PKK’lıların tamamı PYD kantonlarında ABD Özel Kuvvetleri’nden eğitim aldı.

    Emniyet kaynaklarının açıkladığına göre:

    17 Şubat Ankara Merasim Sokak bombacısı Abdülbaki Sömer

    13 Mart Ankara Kızılay bombacısı Seher Çağla Demir

    27 Nisan Bursa Ukucami bombacısı Eser Çali

    7 Haziran İstanbul Vezneciler bombacısı Eylem Yaşa

    18 Ağustos Elazığ Emniyet bombacısı Kamil çelebi

    10 Aralık Beşiktaş bombacısı Burak Yavuz

    PYD kamplarında bomba eğitimi aldıktan sonra ülkeye gizlice girdiler.

    ABD Özel Kuvvetleri, Suriye’de PYD’nin kontrolündeki bölgelerde kurdukları üslerde PKK-PYD’li teröristlere sabotaj ve bomba yapımı eğitimi veriyor.

    Bu eğitimlere İngliz ve Fransız Özel Kuvvet elemanları da katılıyor.

    https://www.aydinlik.com.tr/turkiye/2016-aralik/egitim-abd-den-canli-bomba-pyd-den

    Beşiktaş saldırısında patlatılan bombanın yapımında kullanılan RDX maddesi

    İngiliz yapımı. Askeri kaynaklar, İngiltere’den habersiz bu kadar fazla miktar-

    da RDX maddesinin PYD’ye verilemeyeceğini belirtiyor.

    Çünkü, RDX maddesinin dünyadaki kontrolü İngiltere tarafından yapılıyor.

    İstanbul Emniyet Müdürü Mustafa Çalışkan “Bu saldırının arkasında bir devletin desteği var” demişti bu yüzden.

    Eğitimler daha önce Kandil’de veriliyordu. Ancak jetlerimizin sürekli bombalamaya başladığı Kandil’de bu eğitimler yapılamaz hale geldi.

    Bunun üzerine ABD, eğitimleri bölücülerin Kobani adını taktıkları Ayn el-Arab’da vermeye başladı.

    https://www.youtube.com/watch?v=qUK1qT0J4Mk

    http://www.ulusalkanal.com.tr/gundem/pkk-canli-bombalarini-abd-ussunun-bulundugu-ayn-el-arap-ta-egitiyor-h134226.html

    ABD güdümlü teröre karşı birlik olmak zorundayız

  30. tayyip kürdlere hakkını versin de ister padişah, ister halife isterse peygamber olsun.

    bize ne?

    tirkler düşünsün. sonuçta tirkîye onların ülkesi (aslında rumların ülkesi ama şimdilik bunu unutalım).

    tirk solcusundan biz ne fayda gördük? düşün artık kürd halkının yakasından…

  31. Tipik Türk ulusalcısı görüş.

  32. Tipik Kürt ulusalcısı görüş.

  33. Askerlik doğrudan anayasal bir hak ya da ödev değildir. Yasalar vatan hizmeti hak ve ödevini 20 yaş üstü erkeklerin zorunlu askerlik yöntemiyle yapacağını belirtmiştir.

    Ben vatan hizmetinin zorunlu tutulmasında bir sakınca görmüyorum. Hatta sadece erkeklere değil, kadınlara da zorunlu olmalıdır. Vatandaşlık bilincinin ve vatanseverliğin kökleşmesi için gereklidir. Ancak bunun tek ve zorunlu yolu askerlik olmamalıdır.

    Bu bağlamda, askerlikten para karşılığı muaf olmayı doğru bulmuyorum. Total redde karşı olmakla birlikte, vicdani reddi bedelli askerlikten onurlu buluyorum.

  34. hükümet, askerlik tecillerini iptale hazırlanıyor

    askerlik tecillerinin geri çekilmesi

    19 aralık 2016

    ortalıkta ciddi bir iddaa dönüyor öyle ki bugün büyük bir firmada çalışan arkadaşım bu sebepten dolayı birsürü insanın işine son verildiğini söyledi.

    e-devlet üzerinden askerlik tecillerinizi kontrol etmenizde fayda var. 2 ay geri çekilmiş görünüyor. özellikle 2 yıllık teciller üzerinde uygulanan bu uygulama yüzünden bugün , aslında 1 aralıkta askere gitmesi gerektiği öğrenen insanlar olmuş.

    bilgilendirme benden yorumlar sizden. şu konunun gerçeklik payını bir öğrenelim arkadaşlar yorumları esirgemeyin.

    https://eksisozluk.com/askerlik-tecillerinin-geri-cekilmesi–5254514

  35. “Değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene…”

    Azınlık, mazlum, ezilmiş Meksika Chiapas yerlilerinin gaspedilmiş haklarının savunucusu; eski felsefe profesörü, hem de elinde tüfeğiyle “silahı olanın iktidarda bulunamayacağını” bildiren gerilla önderi “Subcomandante Marcos”, 90’larda “sözümüz silahımızdır” demişti.

    Avrasya’nın iktidar tapınıcısı, darbeci “sol” zihniyeti ve hümanizmasını yitirmiş ırkçı sosyal demokrasi geleneği yazık ki, bu coğrafyada yaşayanlardan yüz kat fazla haksızlığa uğramış; bin kat daha çok acı çekmiş Latin Amerika halkları isyancılarından hiç bir şey öğrenemiyor.

    Burada da “söz” artık kendi başına bir silah bile değil; en haklı, en namuslu, en fedakârane cümleler kimsesiz; çakaralmaz! “Silah taşıyanlar” da iktidarı öncelemiş hırsları, korkunç yalanları ve gururlu cinayetleri, sevinçli katliamlarıyla birbirinin kopyası!

    Uzun zamandır, 400 yıl önce ölmüş ve bir şarkıya da ilham olmuş W. Şekspir’in dizeleri bizim de siyasal, sosyal halimizi özetliyor…

    “…Değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez.
    Değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini,
    Değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz,
    Değil mi ki ayaklar altında insan onuru,
    O kızoğlan kız erdem dağlara kaldırılmış,
    Ezilmiş, horgörülmüş el emeği, göz nuru,
    Ödlekler geçmiş başa, derken mertlik bozulmuş,
    Değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın,
    Değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene,
    Doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın,
    Değil mi ki kötüler kadı olmuş Yemen’ e
    Vazgeçtim bu dünyadan… ”

    Demek ki, yaşadıklarımız hiç de “orijinal” değil; nice toplum, yüzlerce yıldır benzer bunalımlardan geçmiş… geçmekte. Bu tıpkıbasım “sosyo-ekonomik diyalektik” sebepleri belli felaketlerin neden yinelendiği üzerine bilimsel bir dürüstlükle kafa yormayanların yaşayacakları artık bir kader olarak görülebilir mi? Yoksa “taammüden rezillik” sınıfına mı girer?
    ***
    Son iki yüzyılda defalarca kanıtlandı; bilim ve sanat emeğini; horgören bir toplum; yolsuzlukları, rüşveti olağanlaştıran yığınlar çürür. Anılan toplum, aslında bir doğal felaketle mahvolmuşsa da “Kutsal” denilen kitaplar iddia eder. “… halkı ahlaksızdı; bencil, adaletsiz; acımasız, merhametsiz. İyiyi, kötüyü bilmez. Yolunu şaşırmış, parlak taşlara, altına, paraya tapıyorlar… Allah onları helak etti…”
    “Meali” şu; öncelikle “seküler” anlamda da “ahlâksız; bencilliği denli adaletsiz; şiddete tapanların egemen olduğu; hırsızların, acımasız zalimlerin sevilip sayıldığı; zayıfları-acizleri-cahilleri-çocukları ve kadınları iktidarına meze yapanların şakşakçısı yığınların hükmünde yaşayan halklar, büyük acılar çeker…” Metafizik bir paradigma dünyası içinde yaşayanlar, verili bilgileri sosyolojik, analitik, diyalektik yöntemlerle değerlendiremeyenlerin bir şekilde
    sezdiği “hakikatler”, böylesi “soyut” neden-sonuç ilişkileri içinde görülür, bu dille anlatılırdı. “Allah -mutlaka- onları helak edecektir! Nereden geldiğini anlayamayacakları felaketler üzerlerine yağdırılacak… Biz size demedik mi…”

    Ve günümüzde “hakkatten”, ” çiğnenmişse inancın en seçkini, çılgınlık sahip çıkmışsa düzene ve kötüler de kadı olmuşsa Yemen’ e” toplumsal felaket hem fizik hem de metafizik bir yasa olarak kendini gerçekleştirecektir.

    “Allahın sopası yok!” Örneğin kimi önderler bir halkın ödülü, kimileri de cezasıdır; “günah keçilerini” kurban ederek kendini aklama geleneğine sığınanlar, gün gelir, o inatçı keçinin kurbanı olur. A. Menderes, K. Evren, Hitler, Stalin… aynı zamanda birer günah keçisidir. “Kurnaz” halklar, işler ters gittiğinde, “günahlarını”, kendi içlerinde yaşayan kötülüklerin temsilcisi “önderlerinin” sırtına yükleyerek arınmayı denerler; çok kez başarırlar da! Kendini önderliğe taşıyanların bu “uyanıklığını” anlayan, günahların yalnızca kendi sırtına yükleneceğini gören kimi çok hırslı, inatçı, önder “kurban keçiler”, atılacağı o korkunç karanlık uçuruma çok insanı da beraberinde sürükleyiverir. Kendine acınmayacağını bilen Hitler, savaş kaybettiğini anladığında halkını suçlamış; o da halkına hiç bir zaman acımamış; sonunda halkının hem de “yeterince savaşmadığı için” bu felaketleri hakettiğini söylemiştir.
    ***

    Bir kuşak düşünür; sonraki kuşak yapar. 1900’lerin Siyasal İslam’ı, AKP ile; 1848 Manifestosu, 1917 devrimiyle; 19. yy sonu Türkçülüğü, 1920’lerin Türkiye’siyle; 1870’lerin Alman milliyetçiliği de Hitler ile taçlandı… Ve ne acı; bugün bizim, “elle tutulur” bir düşüncemiz bile yok!

    Ceza ve ödül de geçmişin mirası; toplumlar, her rezil yıkım sonrası yeniden adalet, hakkaniyet, barış, dayanışma gibi insanlığın kadim arzularını anımsar. İçlerindeki bencilliğin, budala hırsların, aptal hayallerinin enkazı üzerinde geçmişi ve bu geçmişi temsil eden karakterlerle hesaplaşır. Bu, burada 1920’lerde yapılmıştı. “Büyük” halklar çektikleri ve çektirdikleri acının büyüklüğü denli güçlü bir yeniden doğuş imkânını da içinde taşır. Bu “imkânı” taşıdığımızı düşünüyorum.

    Birey ya da toplumsal arınma, “kurtuluş”, günahlarıyla yüzleşenlere yakındır; hesap günü geldi, çattı; coğrafyamızın son yüzyılı kayıtlı “amel defteri” açılıyor. N. Hikmet “bu cehennem… bizim” demişti; “bu cehennemden” hepimiz sorumluyuz; yaptıklarımızdan; yapamadıklarımızdan. “Günah keçileri” çok fazla; önce kendimizden başlayalım!

    Ne tuhaf ve ne adaletsiz! En masumlarımız çocuk ve gençler; “günahkâr” toplumun da ilk harcadığı insanlar. “Durun, yapmayın; savaş yararsız” diyenler de linç edilmeye kalkışılıyor. Korkarım, geri dönüşsüz bir yoldayız. (**) “Günler ağır. Günler ölüm haberleriyle geliyor. … En güzel dünyaları yaktık ellerimizle” (Nazım H. 1941)

  36. Rus elçisini öldüren polise bakıyorum.. Temiz yüzlü birisi. Ve hedefine yönelik.. Başka kimseye zarar vermiyor…

    Bu insanları böylesi canavarlaştıran, Suriye, Halep, Müslümanlık üzerine dezenfermasyonla iğfal edenler üzerine konuşulmalı…

    Irak katliamcısı ABD için dua edenlerin farkında değil mi? Halep’i kim teslim etti? Müslüman dünyaya en büyük zararı ABD mi, Rusya mı verdi? Halep saldırısını Rusya mı başlattı? Daha 22 yaşında bir genç… Bu ve benzerlerini korkunç yalanlarla katil yapanlar kimler…

    Dilerim, bu insanları bu hale getirenler üzerine de konuşulur.

  37. Orman Kanunu değişmelidir

    Bütün ordu, polis ve özel güvenlik güçleri lağvedilmeli ve herkes kendi güvenliğinden sorumlu olup başının çaresine bakmalıdır. Çünkü söz konusu kuruluşlar zaten güvenliği sağlamaktan acizdirler.

    Böyle bir durumda “Orman Kanunu”nun geçerli olabileceği söylenebilir. Ancak bu kanun zaten her zaman yürürlükte olmuştur ve maddeleri de devlet tarafından belirlenmiştir. Örnek olarak neredeyse bütün Kürdistan’a ve çok sayıda şirket, gazete, kanal ve üniversiteye kayyumlar yoluyla zorla el konulmaya çalışılması, Roboski katliamı ya da başarısız olmakla beraber 15 Temmuz darbe girişimi verilebilir.

  38. Orman Kanunu değişmelidir

    Örneklere devam edebiliriz:

    Türkiye’de K. Evren, T. Erdoğan ve M. Kemal (son ikisinin durumu tartışılabilir) gibi cumhurbaşkanları, Osman Gazi’den itibaren bütün Osmanlı padişahları, Süleyman Şah’tan itibaren bütün Selçuklu sultanları,

    İran’da Humeyni, baba-oğul Pehlevi’ler, Şah İsmail’den itibaren bütün Safevi şahları,

    Rusya’da Lenin, Troçki ve Stalin ile onlardan önceki bütün Rus çarları

    Devletin başına “Orman Kanunu”yla geçmemişler midir?

  39. Düsün artik Kürt Halkinin yakasindan diyen kürt schovenisti Arkadas. Türkiye ve Dunya solunun Kürt Milliyetci hareketine kazandirdigi uluslarasi algi olmasa, Kürt Milliyetci hareketi kendi pratigi ile , uluslarasi Politik arenada iki günde mesruiyet algisinin yarisindan fazlasini yitiriverir. O yuzden kimin kimin yakasindan dusmesi gerektigi tartismalidir. Ama ben size katiliyorum. Sol hareket Kürt milliyetci hareketinin yakasindan dusmelidir.Ki ak…… kara………. acik olarak belli olsun.

  40. İşinize gelmeyen yorumlar sansürleniyormu?
    Tv ler çok enteresan resmen katil tekbirle halepteki ölümlerin intikamı diyor açıkça eyleminin gerekçesinin ajitasyonunu yapıyor bizim tv ler bunu gizleyip adam fetocüymüş diyor???
    Bre gafil fetöcü ne için kendini öldürecek seviyede eylem yapar kendiyle mücadele edip fetöyü kendince mağdur edenin hükümet olduğunu bilmezmi?Rus elçisimi fetöye zarar vermiş neden onu öldürmek için ölsün madem ölecek bakanları başbakanı cumhur başkanını hedef alan eylem yapamazmı polis kıyafeti ile bunların yanına sokulamazmı?
    Neden rus elçisini vursun fetöcü olsa bakanları hükümeti vururdu adam bağırıyor ben halepte tahliye etmediğiniz el-nusrayım bi demediği kaldı tv ler ne anlatıyor
    Bu olaydan önce hükümetin bakanları başbakan cumhur başkanı yandaş medya her gün halepte rusya ve esat iran halkı öldürüyor sivilleri öldürüyor diye bağırıp katliam yapılıyor diye bunlar kimi hedef gösterdi Rusyayı eeeee
    Halepte tahliyede rusya ile görüşen hükümetimiz bu görüşmede kimi temsil etti rusya kimi temsil etti t.c hükümeti halepte rejimle savaşan muhalif el-nusra dahil öso ve benzeri cihatçıları temsilen görüşüp anlaşmadımı???
    Anlaşmada t.c hükümeti el-nusra hariç savaşçılar ve aileleri tahliye edilecek deyip sahada desteklediği el-nusrayı anlaşmada satmadımı????
    el-nusra buna cevap ankarada rus elçisini öldürüp vermiş olmasını gizlemek için türk televizyonları bin takla atması enteresan!!!!!!
    Hükümetin geçmiş cihatçı ilişkileri eline ayağına dolanmaya başladı KÖRLE YATAN ŞAŞİ KALKAR hdp ne dediyse çıkıyor salih müslim ne açıkladı ankara bizden ösö-el-nusra
    ve benzer cihatçılarla birlikte esat ile savaşın dedi pyd kabül etmedi ne esatçı ne de cihatçılarla değiliz 3.yol özgür demokratik suriye projemiz var deyince t.c hükümeti pyd yi terörist ilan edip çözüm sürecini savaş imha sürecine çevirdi???
    Tvlerin hali bu sitedeki millici kendini solcu devrimci sananlara çok benziyor açık suikasti bile tersine çevirdiler bu bana egemen efndinin son marifetini hatırlattı milli gelir 8 binlerden 12500 dolara çıktı dedi hükümet meğer zengin olmişizde haberimiz yok evde aradım 4 kişilik aileyiz 50 bin dolar eder bulamadım adam matamatiğe bile takla attırdı siz milliciler efndiye çok benziyorsunuz açık suikastı bile takla attıran tv ler gibisiniz marksiz argüman hariç!!!!