Faşizme Karşı Omuz Omuza Adalet Yürüyüşü…

 

15 Temmuz 2016 darbesinin ardından AKP, faşizmi kurumsallaştırma yönünde önemli adımlar attı. Faşizm, baskıdan çok kurumsallaşma demektir. Polis, ordu ve yargı faşist bir diktatörlük için ele geçirilip düzen altına alınmadan faşizm kurulmuş sayılamaz.

AKP, son bir yılda bu yolda epey ilerleme kat etti. Özellikle, ele geçirdiği yargı organları ve üniversite yönetimleri aracılığıyla, toplumsal muhalefetin entelektüel gücünü oluşturan akademisyenler ve gazeteciler ağır bir baskı altına alındılar. Sıra HDP milletvekillerinden sonra CHP milletvekillerine, hatta belki de Kılıçdaroğlu’na gelmişti. Kısacası bıçak kemiğe dayandı, hatta ucu kemikten içeri girdi bile. CHP milletvekili, gazeteci Enis Berberoğlu’nun, MİT tırlarıyla ilgili haber dolayısıyla 25 yıla mahkûm edilip tutuklanması, olayın sadece görünürdeki kısmı. Artık doğrudan doğruya CHP yönetimi faşizmin tehdidi altındadır ve AKP girdiği bu yolda yeni hamleler yaparak tam anlamıyla kapalı bir rejime doğru ilerlemek zorundadır.

Kılıçdaroğlu ve CHP yönetiminin, mücadeleyi, artık kilitlenmiş ve hiçbir sonuç alınma şansı kalmamış parlamentodan alıp halkın katılımına ve sokağa yayması çok doğru bir davranıştı. CHP, uzun yıllardan beri ilk kez özgürlük rüzgârıyla yelkenlerini doldurarak niteliksel bir değişime yol açtı. Aynı zamanda AKP’nin yıllardır kullandığı “demokrasi” ve “halkın oyu” demagojisine de son vermiş oldu.

Bu, AKP diktatörlüğüne karşı Gezi’yle başlayan “özgürlük koşusu”nun yeni bir etabıydı. 2013’te Gezi’yle başlayan “koşu”, 7 Haziran 2015 seçimleriyle bir aşamaya ulaşmış ve AKP 13 yıldır ilk kez parlamentodaki çoğunluğunu kaybetmiş; daha sonra 16 Nisan referandumunda “HAYIR” kampanyasıyla yeni bir etaba girilmiş ve hemen ardından da Adalet Yürüyüşü’yle bu etap yükselerek devam etmiştir. Elbette mücadelenin her aşaması hem birbiriyle bağlantılıdır, hem de kendine özgü özelliklere sahiptir. Birini diğerine benzetmek, örneğin Adalet Yürüyüşü’nde Gezi’yi aramak ya da bunu göremeyince tukaka ilan etmek yanlıştır.

 

Adalet Yürüyüşü’nün Sınıfsal Konumu

 

Bu başlık altında, sabahın 9’undan akşamın 7’sine kadar, yaklaşık 10 saat boyunca yaptığım gözlemleri sıralamaya çalışacağım. Öncelikle, fotoğraflarda görünen, alandaki o muazzam kalabalık, mitinge giden kitlenin yaklaşık olarak ancak dörtte biridir. Çünkü kitlenin büyük kısmı alana girmeye bile fırsat bulamadı. Ben bir arkadaşla telefonla saat 18.00 sıralarında konuştuğumda yukarıdaki Maltepe minibüs yolunun bile hınca hınç insan dolu olduğunu ve insanların yol aralarından aşağıya, sahildeki miting alanına inmeye çalıştığını söylüyordu. Bu bakımdan İstanbul Valiliği’nin yaptığı 160 bin tahmini sadece gülünçtür. Bir kere valiliğin katılım tahmini yapmak gibi bir görevi yoktur, yapsa bile bu kadar yanlış bir tahmin valiliğin başka konulardaki görüş ve tahminlerine ne kadar güvenilebileceğini ortaya koymaktan başka bir şeye yaramaz. Kaldı ki, bu tür tahminler metrekareye düşen insan sayısıyla yapılamaz. Bu tahmin sadece kurşun askerler için doğruya yaklaşır ama kanlı canlı, bir noktada çakılıp kalmayan insan kalabalıkları açısından geçerli değildir.

Hemen baştan söyleyeyim, oraya gelen en az 1 milyonluk muazzam kitlenin Gezi’de gördüğümüz kitleyle çok az benzerliği vardı. Bir kere Gezi kitlesi çok daha genç ve sınıfsal olarak daha üst orta kesimlerdendi. En azından İstanbul ve Taksim açısından bunu söyleyebilirim. Dolayısıyla kültürel olarak da daha gelişkin bir kesimdi. Dünkü katılımcıların ise en az yarısı İstanbul dışından gelmişti. Gözlemleyebildiğim kadarıyla bu, Anadolu kasaba ve şehirlerindeki seküler-CHP’li tabandı. Üst-orta Gezici kitleden oldukça farklı olarak Anadolu’nun alt-orta kesimlerinden geliyorlardı. Çoğunlukla kadındı, fakat bu kadınlar, giyimleriyle ve davranışlarıyla şehirlerde gördüğümüz modern-seküler kadın kesiminden oldukça farklıydı. Anadolu’dan gelen bu kesim emekçi kesimlere, hatta işçi sınıfına daha yakın bir görüntü veriyordu ve CHP’nin geleneksel tabanının daha yayılmış, aşağıya doğru genişlemiş halini temsil ediyor gibiydi. Katılımcıların yaş ortalaması oldukça yüksekti. Gençler, orta yaşlı kadın ve erkeklerin içinde kaybolmuş gibiydiler. Katılımcıların arasında başörtülü veya türbanlı kadınlara ilk kez bu kadar az rastladım. Sonuç olarak, orada gördüğümüz bu kitle, olumlu ve olumsuz bütün özellikleriyle birlikte, yükselen toplumsal muhalefetin geniş tabanını oluşturuyordu. Ersen Olgaç’ın deyişiyle bu, “bir miting değil, dipten gelen bir dalgaydı”. Bence, tahlil edilmeyi bekleyen, ortaya çıkmış yeni bir toplumsal olgu ile karşı karşıyayız.

Daha emekçi bir kesimdi ve o ölçüde de kültürel olarak daha şablonlara yatkındı. Türk bayrağına ve Atatürk’e özel bir antipatim olmamakla, hatta bugün Kemalizmi de faşizme karşı önemli bir barikat olarak görmekle birlikte insan bu kadar bayrakçı bir ortamda baygınlık geçirebilirdi. Tek sloganları “hak, hukuk, adalet”ti, bu gayet doğaldı, çünkü yürüyüşün ana teması buydu, fakat alternatif ya da farklı sloganlara pek hoş bakmıyorlardı. Nitekim, iki kadın, “faşizme karşı omuz omuza” sloganı atan arkadaşlara, “o sloganı atmayın, provokasyon olur” diye müdahale ettiler. Açlık grevindeki Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’ya ilişkin pankartlar ya da Gezi’de görmeye alışık olduğumuz ekolojist slogan ya da pankartlar çok azdı. Hele HDP tabanı da katılmayınca bu tür sloganlar iyice görünmez olmuştu.

 

HDP’nin Tutumu

 

Bu yürüyüş, katılmak konusunda titrek bir tutum almamış olsaydı, HDP’nin kendini topluma anlatması açısından, 7 Haziran seçimlerinden bile büyük bir şans olabilirdi. Ne yazık ki HDP yönetimi de, tabanı da bu konuda, özellikle başlangıçta ikircimsiz bir tutum takınamadı. Geleneksel CHP karşıtlığı veya CHP’ye karşı geçmişten gelen haklı kuşku ve kaygılar HDP’nin elini kolunu bağladı. Hele bir de, nereden çıktığı belli olmayan “Edirne’ye yürüme” önerisi kafaları iyice karıştırdı. En “ileri” öneriler, en atak teklifler her zaman iyi sonuçlar vermez. Böyle bir öneri aslında CHP’yi “açığa düşürmeye” yönelik bir tuzak izlenimi vermiştir. Edirne’ye yürümeyeceği belli olan adama, “Edirne’ye yürü” diye ısrar etmek, aslında “yürümezsen bu yaptığın yürüyüşün de bir değeri olmaz” demektir ve sonuç olarak, ne kadar sol gösterirse göstersin, bu tutum AKP’nin ekmeğine yağ süreceği için sağ vurmak anlamına gelir. Nitekim Selahattin Demirtaş, yürüyüşün sonlarına doğru, “Edirne’ye yürümenin” şart olmadığını, yürüyüşün desteklenmesi gerektiğini açıklayarak doğru bir tutum sergilemiştir.

Sonuçta HDP yönetimi, oldukça geç de olsa yürüyüşü destekleme kararı alarak ve katılarak, Kılıçdaroğlu ile aynı fotoğraf karesinde görünerek nihayet atılması gereken adımı atmıştır. Elbette Kılıçdaroğlu’nun bu konuda bir hayli çekingen olduğu ve HDP’lilerle birlikte görüntü vermekten kaçındığı bilinmektedir. Zaten neredeyse bir kilometre uzunluğundaki Türk bayrağı abartması da CHP tarafından adeta bir “sineksavar” olarak kullanılmıştır. Evet ama bu “sineksavar”dan kaçmaya ne gerek vardı ki? Tam tersine, bu durumda daha fazla katılıp “sineksavar”ın hiç de etkili olmadığını göstermek gerekmez miydi? HDP yönetimi katılma görüntüsü verdi ama gerisini getirmedi. Her neyse, sonuçta hayat galip gelmiş ve ortak mücadelede yer alması güç gözüken CHP ve HDP, kısa süre için de olsa bir ittifak içinde gözükmüşlerdir. Bu kadarı bile önemlidir.

Geçerken, bu noktada HDP yönetiminden ayrı olarak, HDP taraftarı gözüken oldukça kalabalık keskin ve konformist bir şehirli kitleyi de ele alayım. Facebooktaki paylaşımlardan gördüğüm kadarıyla bu kesim bende, aslında rahatını bozmak istemediği ve faşizme karşı göğüs göğse bir mücadeleden kaçındığı için keskinliğe başvurduğu izlenimi yaratmıştır. Bir de eskiden tanıdığımız “yetmez ama evetçi” liberal-sol kesim var. Onların da ikircimli bir tutum içinde olduğu gözden kaçmıyordu. Bir yandan artık AKP’ye karşı direnmek gerektiğini düşündükleri halde geleneksel CHP karşıtlığından kurtulamıyor, diğer yandan da sağ-ulusalcıların saldırısı karşısında yürüyüşe sempati duyuyorlardı. Bütün bu nedenlerle ortada sallanıp durmaktaydılar. Böyle bir arkadaşa yolda rastladım. “Yürüyüşe katılacak mısın?” diye sordum. Aynen yukarıda anlattığım ikircimli tutumu yansıttı ve katılmayı bir yandan düşündüğünü ama “bayrakların altında yürümek istemediğini” belirtti. Ben de, “bayrakların altına girip yürümeyeceksin ki. Bayrakla yürüyen yürüsün, sen de bayraksız yürürsün” dedim. Kısacası bayrak fetişizmi de anti-fetişizmi de aynı kapıya çıkıyordu. Bazıları bayrağı, bir sembol olmanın ötesinde “sinek kovucu” niyetine kullanıyordu, doğru. Evet ama sen de oraya git ve sinek olmadığını kanıtla!

 

Sağ-Ulusalcıların Tutumu

 

Gerçi ulusalcılık genelde sağ bir akımdır bence ama bir kere daha sağ ve sol kesimlere ayrılmıştır. Sol kesim CHP’nin Adalet Yürüyüşü’nü desteklemiş, Doğu Perinçek’in başını çektiği sağ-ulusalcılar ise Adalet Yürüyüşü’nü neredeyse AKP’den bile daha keskin ifadelerle “Fetöcü” ve “PKK’cı” ilan etmiştir. Sağ-ulusalcıların sözcüsü Doğu Perinçek, Ulusal Kanal’da kendi taraftarlarını bile hayrete düşüren bir şekilde, bugünkü yargının “altın devrini” yaşadığını söylemiştir. Taraftarlarını ikna edebilmek için muhayyel bir “vatan savaşı” ilan eden Doğu Perinçek, AKP işbirlikçiliğini, bu “vatan savaşında” AKP’nin “anti-emperyalist” safta olduğu türü safsatalara dayandırmıştır. Öte yandan, bazı sağ-ulusalcılar da yine muhayyel bir “turuncu devrim”den söz etmeye başlamış, hatta Kılıçdaroğlu’nun taşıdığı “Adalet” yazılı pankartın turuncu renkte olduğunu ileri sürecek kadar akıl ve mantık yoksunu, paranoyakça görüşler ileri sürmüşlerdir. Hadi, diyelim ki, Doğu Perinçek iktidar hırsı nedeniyle aklını kaçırdı ve böyle saçma sapan şeyler söylemeye başladı, peki aklı başında birisi olarak tanıdığım, bu tür zırvalıklara yüz vereceğine rüyamda görsem inanmayacağım, Aydınlık yazarı,  eski Troçkist Yavuz Alogan’a ne demeli? Son yazısında üstelik rüzgârı göğüsleyen lider figürü olarak Doğu Perinçek’i cilalamaya kalkıyordu. Sen elli yıl boyunca en güzel sol teorik kitapları Türkçeye çevir, sonra da kalk, AKP’ye yanlamış ve artık en yakınındakilerin bile köşe bucak kaçıp kendilerini kurtarmaya çalıştığı birini rüzgâr göğüsleyen lider olarak öv! İnsan yaşadıkça neler görüyor!

Eski İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal, Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu ile ilgili olarak da birkaç söz etmek istiyorum. Bu iki önde gelen hukukçu şahsiyet, özel olarak yürüyüşe karşı olduklarını ve katılmayacaklarını açıklamışlardır. Gerekçeleri elbette “vatan, millet, Sakarya”dan öteye gitmemiştir. Geçmiş dönemde AKP’ye karşı birer hukukçu olarak kazandıkları prestiji bir çırpıda harcamışlardır.

 

Solun Tutumu

 

Toplamda solun tutumunun iyi olduğunu söyleyebiliriz. En azından solun geneli sağ-ulusalcılar gibi bir tutum almadı ve yürüyüşün genel yönelimini destekledi. Elbette CHP’nin kimi tutumlarını eleştirerek yaptı bunu ki, bu eleştiri de gerekli bir şeydi. CHP de kendini dikensiz gül bahçesinde zannetmesin!

Bir ara “Haziran Hareketi” ile birlikte yürüdüm. Yukarıda sözünü ettiğim küçük bir slogan tartışmasından dolayı arkadaşlarla birlikte “daha sol bir kesimi” özlemiştik doğrusu. Bu yüzden bir süre Haziran’cılarla birlikte yürümeyi tercih ettim ama orada da diğer yerlerde olduğu gibi “İzmir’in Dağlarında Çiçekler Açtığı” söyleniyor ve çoktan ölmüş “Mustafa Kemal Paşa”ya “yaşa” denip duruluyordu. Bu benim için bir hayal kırıklığı oldu. Bunu, Haziran Hareketi’nden bir arkadaşa da ifade ettim.

Miting alanında Emep İstanbul örgütünün ve Kaldıraç’ın iki bildirisine rastladım. Akıl verir havalarda yazılmış iki bildiriydi ve sonuçta bir şey söylemiyorlardı. Sonrasında da internetten bazı sol sitelerin yorumlarını okudum. Okuduklarım, genelde solda hep görüldüğü gibi, yine “her şeyin en doğrusunu biz biliriz” havasında yazılmışlardı, “doğruları” göstererek bizleri irşat ediyor ve solun misyonuna uygun olarak “sınıf mücadelesi” açısından yorumlar getiriyordu olaya. Örneğin bu mücadelede işçilerin düşmanı emperyalist ülkelerin ve patronların örgütü TUSİAD’ın hedef alınması gerektiğini ileri sürüyorlardı. Elbette emekçilerle sözü geçenler arasında önemli bir sınıf çelişkisi mevcut olmakla birlikte faşizme karşı ölüm kalım savaşı verilen bir dönemde bu çelişkileri ön plana çıkartmanın pek de doğru bir şey olmadığını birileri söylemeli bu arkadaşlara. Aksi halde, günün birinde kendilerini Kanal-a’nın, veya Kanal24’ün ya da Ulusal Kanal’ın konuşmacısı olarak ekranlarda bulurlarsa hiç şaşırmasınlar!

 

CHP’nin Tutumu

 

CHP, kritik bir mücadeleyi esasen bir ay boyunca başarıyla götürdü diyebiliriz. Bunu saptadıktan sonra ne gibi hatalar yapıldığı üzerinde kısaca duralım. Bir kere polisle ve içişleri bakanlığıyla fazla içli dışlı bir görüntü verildi. Buna gerek yoktu. Hele arada bir polisin “sağduyulu” tutumuna övgüler düzmek tamamen gereksizdi. Bu tutum, CHP’nin aslında kazara iktidara gelecek olsa bu polis teşkilatıyla nasıl canciğer kuzu sarması olacağının çok iyi bir göstergesi. Evet, ne de olsa sonuç olarak establişmentin içinde yer alan bir güç CHP yönetimi.

İkincisi, Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşün son etabını, Dragos’tan Maltepe’ye kadarki 3 km’lik yolu tek başına yürüme kararı da saçmaydı. Bu kararı açıklamakla kalmadı Kılıçdaroğlu, bir ay boyunca kendisine maddi ve manevi destek veren insanları şaşırtacak ve karışıklığa sevk edecek şekilde, “beni orada beklemesinler” falan gibi laflar etti. Böylece insanlar ne yapacaklarını şaşırdılar. Acaba Dragos’a mı gidip yürüseydiler, yoksa Maltepe’ye gidip mi bekleseydiler, bilemediler. Bir lider, o sıcakta her türlü zorluğa katlanarak Türkiye’nin dört bir yanından gelmiş insanları küçümseyen bir ifadeyle ve kafalarını karıştıracak şekilde böyle laf etmez. Kısacası, Adalet gibi, izan ve tevazu da herkese lazım!

Her neyse, bu yazdıklarım, o meydanda aşırı taraftar birileri farklı slogan atmamızı “provokasyon” olarak nitelendirse de, “faşizme karşı omuz omuza” olduğumuz dostlarımıza yönelik eleştirilerdir. Eleştiri yoksa gerçek dostluk da yoktur!

 

 

Gün Zileli

11 Temmuz 2017

www.gunzileli.com

gunzileli@hotmail.com

 

 

Hakkında Gün Zileli

Okunası

Toplumsal Mücadele ve Uzlaşma…

Artıgerçek Türkiye solunun en uzun erimli ve değişmeyen sloganlarından biri “Kurtuluşa kadar savaş”tır. Bir kararlılık …

80 Yorumlar

  1. Bana en ilginç gelen gözlem Gezi gençliğinin yokluğu oldu. Solun, ulusalcilarin, kadinlarin tavirlari cok şaşırtıcı degil (her ne kadar
    alt sınıflardan kadınların baskın olduğu bir eylemi ben kendi adıma hatırlamıyor olsam da) ama gençliğin ilgisizliği beklenmedik bir şey. Bunun nedeni ne Gün abi?

  2. Bunun üzerinde biraz durmak gerekir sanıyorum. Gençlik siyasi mücadeleye yatkın değil. Gezi’ye de siyasi mücadeleye alternatif bir mücadele gördüğü için katılmıştı. Siyasi mücadeleye girmeyi siyasi partilerin cenderesine girmek olarak görüyor. Sanırım durum bundan kaynaklanıyor. elbette bu benim ilk tespitim, doğru da olmayabilir. Daha derin bir sosyolojik araştırma gerekiyor sanırım.

  3. Gürsel Demirtopuk

    Sayın Zileli, bence, gençliğin Gezi’yi –bütün akımlarıyla– geleneksel siyasete alternatif bir mücadele biçimi olarak gördüğü için katıldığı, o tür siyaseti anımsatan eylemlere uzak durduğu saptamanız çok yerinde ve doğru. Bunun neden böyle olduğu üzerinde düşünülmeli.

  4. Bence CHP’nin son 30 yılda yaptığı en baba eylemdi. Ve çıtayı epey yukarı koydu.

    Yok son 3 km’yi yanlız yürüdüydü, yok farklı sloganlar, yok bayrak devede pire arama. Ben bunları birazda Aydınlık geni olarak görüyorum. Her devrimci eylemde bir eleştiri bulmak gerekmiyor. Her devrimci eyleme sis bombası atıp hedef saptırmak bir Aydınlıkçı geleneği. Buna gerek yok. Karnımız tok.

    Bütün hatlarıyla başarılıydı. Ben başlangıçta bir kamyonun yürüyüşcülere dalıp facia yaratacağından çok korktum. Çok şükür olmadı, ve bu da başarıda bir etkendi.

    HDP analizi çok doğru. Ama bir konu daha var. Metropollerdeki seçmen artık HDP’den uzaklaştı. HDP gereken güveni vermedi. PKK endeksine düştü ve kayıp edenler klübüne girdi.

  5. Düzeltme isterim. “Rüzgârı göğüsleyen lider” ifadesini hiçbir yazımda kullanmadım. Bence geçmişten çağrışım yapıyorsun: “Revizyonist rüzgârları göğüsleyelim” vs gibi. İnsan Troçkizm’e teğet geçip Anarşist de olsa PDA’cılığın özel ifadelerinden kurtulamıyor. Selamlar ve sevgiler.

  6. CHP, VP, ulusalcılar, ETÖ gibileri “herkesin bildiği kemalistler”dir.
    RTE, FETÖ (ve Necip) gibileri ise “az kişinin bildiği süper kemalistler”dendir:

    az kişinin bildiği süper kemalistler
    https://eksisozluk.com/az-kisinin-bildigi-super-kemalistler–3383266

    Söylemeye gerek yoktur. Kemalist “devlet”i savunan, meşru veya mazur görenler [çünkü bugün devlet = RTE/AKP demektir] ne derlerse desinler Kemalist’tirler.
    Böyle olmamaları sadece iki şekilde mümkün olabilir:
    1) Almanya’daki Entnazifizierung [Nazi akımının kökünün kazınması] sonucu Nazizm’in ortadan kalkması gibi, gerçek bir Dekemalizasyon ile Kemalizm’in ortadan kalkması.
    2) Adı geçenlerin iktidar ve rejim karşıtı olmaları.

  7. “Kaldı ki, bu tür tahminler metrekareye düşen insan sayısıyla yapılamaz. Bu tahmin sadece kurşun askerler için doğruya yaklaşır ama kanlı canlı, bir noktada çakılıp kalmayan insan kalabalıkları açısından geçerli değildir.”

    Tebessum etmemek zor.

    Evet, insanlar, bir noktaya cakilip kalmaz. Bu dogrudur.

    Ama, ‘tap burada, tap kapinin’ arkasinda misali, oradan oraya da ziplamaz insanlar.

    Yani, cekilen bir fotograftaki bir insan (ya da topluluk), 10 saniye sonra aniden birkac katina filan da cikmaz.

    Bunun aksinin iddiasini duyunca, ister istemez, tebessum etmek durumunda kaliyorum.

    “Gözlemleyebildiğim kadarıyla bu, Anadolu kasaba ve şehirlerindeki seküler-CHP’li tabandı. Üst-orta Gezici kitleden oldukça farklı olarak Anadolu’nun alt-orta kesimlerinden geliyorlardı. Çoğunlukla kadındı, fakat bu kadınlar, giyimleriyle ve davranışlarıyla şehirlerde gördüğümüz modern-seküler kadın kesiminden oldukça farklıydı. Anadolu’dan gelen bu kesim emekçi kesimlere, hatta işçi sınıfına daha yakın bir görüntü veriyordu ve CHP’nin geleneksel tabanının daha yayılmış, aşağıya doğru genişlemiş halini temsil ediyor gibiydi. Katılımcıların yaş ortalaması oldukça yüksekti. Gençler, orta yaşlı kadın ve erkeklerin içinde kaybolmuş gibiydiler. Katılımcıların arasında başörtülü veya türbanlı kadınlara ilk kez bu kadar az rastladım. Sonuç olarak, orada gördüğümüz bu kitle, olumlu ve olumsuz bütün özellikleriyle birlikte, yükselen toplumsal muhalefetin geniş tabanını oluşturuyordu. Ersen Olgaç’ın deyişiyle bu, ‘bir miting değil, dipten gelen bir dalgaydı’. Bence, tahlil edilmeyi bekleyen, ortaya çıkmış yeni bir toplumsal olgu ile karşı karşıyayız.”

    Bu gozlemlere katlirim.

    Bu kitle, benim baktigim yerden, CHP’yi, ‘kabal’ tarafindan isgal edilmis bir dernek olmaktan cikarip, bildigimiz bir siyasi parti haline getirmek potansiyeli tasiyor.

    Yani, dinazorlardan arindiracak, fosilleri de muzeye yerlestirecek; yerine, halkin gercek ihtiyaclarini ve gundemini siyasete yansitacak bir parti…

    Bu, tabii ki, aksamdan sabaha olacak bir sey degil. Ama, Kilicdaroglu, sebebi her ne idiyse, biraz da can havliyle, boyle bir seyi baslatmis gibi gorunuyor.

    Bu bence, iyi bir sey. Ilgiyle takip edecegim.

    Ha, bu arada, eminim, ‘halk meydani doldurdu, vatandas minibus yolunda takildi kaldi’ turunden baska coook yazi daha yazilacak.

  8. “Bu yüzden bir süre Haziran’cılarla birlikte yürümeyi tercih ettim ama orada da diğer yerlerde olduğu gibi ‘İzmir’in Dağlarında Çiçekler Açtığı’ söyleniyor”

    Izmir’in dagi var mi?

    Varsa, ismi nedir?

  9. ben böyle bir laf ettin demedim. Sadece son yazdığın lider yazısının ilk bölümünde bu anlatılıyordu. Cümle şudur: Son yazısında üstelik “rüzgârı göğüsleyen” lider figürü olarak Doğu Perinçek’i cilalamaya kalkıyordu.

    Read more: http://www.gunzileli.com/2017/07/11/fasizme-karsi-omuz-omuza-adalet-yuruyusu/#ixzz4maohGJ4r

  10. Tırnak içine alınca benim lafımmış gibi duruyor. Ben şunu yazdım:.
    Burada belirleyici olan “empati” (eşduyum: başkalarının hissiyatını içselleştirme) duygusudur.
    Gerçek liderlerde bu duygu yoktur ya da çok zayıftır. Onlar herkesin göremeyeceği kadar ileriye bakarlar; siyasi hipotezlerini tarih ve gelecek zaman boyutunda oluşturdukları için şimdiki zamanın içinde debelenen insanları anlamazlar; özellikle zor ve karmaşık süreçlerde yaptıkları çıkışlarla kitlenin algı ve bilinç düzeyinin çok ötesine geçerler ve sıradan insanda tepki uyandırırlar. Kimseyle empati kurmazlar ve görüşlerini kendi taraftarlarında bile tepki uyandıracak sözlerle ve tavırlarla savunabilirler. Gerçekliği çarpıttıkları için değil, gerçekliği daha berrak biçimde görebildikleri için böyle yaparlar. Başkalarının duygularını, kitlenin hissiyatını sürekli içselleştirenler liderlik yapamazlar. Gerçek liderin başarısı, bizzat oluşturduğu politik hipotezin iç ve dış güçler dengesinde bir yer bularak olayların gidişatı içinde doğrulanmasıyla gerçekleşir. Bunun hiçbir güvencesi yoktur. Gerçek lider güvence aramaz; doğru bildiği yolda yürür. Güvence arayan adamdan zaten lider olmaz.

  11. Peki tırnağı kaldırıyorum.

  12. Yetmez ama teşekkürler

  13. Hdp konusunda söylenen tam bir akp ağzı. Yani kara propaganda. Hdp kitlesi hdp’den kopmuş olsaydı Maltepe mitingine akın ederdi.

  14. “O gün meydanda olan biri olarak söyleyebilirim ki kurgulamaya çalıştığın matematikle orada bulunmuş insanları kandırma şansın yok.”

    Kandirmaya ugrasmiyorum. Benim derdim KandirILMAmak…

    Daha once de yazdim: Insan, kalbaligin icindeyken, en cok etrafindaki 10-20 kisiyi gorebilir. Ondan otesi de ‘umman’ olur.

    “Orada çok büyük, kalabalık bir kitle vardı”

    Ona ne suphe. Evet, orada “çok büyük, kalabalık bir kitle vardı”.

    Ama, kiminin sallayisina gore (ki, buna CHP TV de dahil) 3 milyon, kimininkine gore 2 milyon. Zileli’ye gore de “en az 1 milyon” [ http://www.gunzileli.com/2017/07/11/fasizme-karsi-omuz-omuza-adalet-yuruyusu ] olunca, konu acik artirmaya donusmus gibi gorunuyor.

    Bunun, sallamalardan arindirilmis, saglikli bir cevabi olmali. Ben onu ariyorum.

    “ve sende keşke orada olabilecek kadar gayret gösterebilseydin.”

    Guruhlara katilmak gibi bir aliskanligim yok benim.

    “Gerçekleri bilgisayar ekranından değil çıplak gözlerinle görebilirdin.”

    Cok merak etseydim, evet, bir helikopter veya drone kiralayip bakabilirdim.

    Polis izin verir miydi, bilmem; ama, o kadar da ilgimi cekmedigini soyleyebilirim.

    “En azından adalet gibi herkesin sahiplenebileceği bir kavram temelinde düzenlenmiş böyle bir mitingi, senin gibi sosyal ağmaların dahi tespit edebileceği bu kadar ağır-sarih hukuk ihlallerinin olduğu böyle bir dönemde küçük göstermeye çalışmanın kimseye, sana bile faydası yok inan.”

    Kucuk gostermek nasil mumkun olabilir?

    O sayida insan ya oradadir; ya da degildir.

    Orada iseler, goruntuye girmis olmalilar –aniden ucup bir yerlere gitmediyseler.

    Ayrica; ben, hem metodumu, hem de kullandigim yazilimi acikca yazdim.

    Dogru olup olmadigi konusunda tek laf eden yok. Varsa yoksa, ‘simdi pismis asa su katmanin zamani mi’ turunden serzenisler.

    Bunlarin, malesef ciddiye alinacak tarafi yok bence.

    “Sen google üzerinden yaptığın sanal mitinglerinle mutlu olmaya devam et o gün alanda ve o bölgede olan her insan kendi tespitini, gözlemini yaptı zaten.”

    Yani, herkes, etrafinda gordugu 10-20 kisi uzerinden extrapolasyon yapti. Bunu da, benim ciddiye almami bekliyorsunuz.

    “Kaldı ki halihazırda tutuklamaların asıl olmasından başlayarak en temel hukuk kavramlarının yok edildiği böyle bir ortamda sen bile ‘yaşasın ne kadar az insan adalet için sokağa çıktı’ diyecek kadar küçülmemelisin bence.”

    ‘Adalet’, ziyadesiyle geniz ve bir o kadar muglak bir kavram.

    Biraz ugrassaniz, eminim, cennetlerde bile insanlari ‘adalet’ diyerek sokaklara dokebilirsiniz.

    Yani, ‘adalet’ yazili posterler tasimak, bunu talep etmek yetmez. Icini nasil doldurmak istediginiz onemli.

    “Orada olan insanlardan ve kalabalık olmalarından mutlu ol necip.”

    Mutsuz oldugumu soylemedim.

    Keske –otuz kirk yilda bir degil– her hafta, her ay benzer bir miting duzenlese CHP.

    Boylece, CHP’nin ‘kabal’ini tasfiye etmek daha bir kolaylasir.

    Ote yandan, benim bu rakamsal abartmalara itirazim su:

    Bunu daha onceleri de yasadik. ‘Biz kac kisiyiz’ mitinglerini filan hatirliyor musunuz? ‘Milyonlar katildi’ filanlardan gecilmiyordu.

    Sonuc?

    Fos!

    Sandiga hicbir sekilde yansimadi.

    Ismet Pasa’nin “Halk beni alkisliyor; oyunu Demirel’e veriyor” serzenisinin bir baska tekrari daha yani.

    Bu ihtimal yok degil.

    Ikincisi de su: [Yukarilarda da degindim.] Bu tur abartmalar, CHP secmenini rehavete sevkederken, AKP secmenini konsolide ediyor.

    Bir de, secimler yapilip ak-kara onune dokulunce, CHP secmeninde ‘bizden adam olmaz’larla dile getirilen husranlar okuyoruz.

    Bu tur husranlara yol acmaga gerek yok.

    Rakamsal fetisizme kapilip abartmaya (yalan demeye) gerek yok.

    Zarari var; faydasi yok.

    “Sen adalet temalı mitinglerin insan sayısına takılma necip,”

    Bunlar ucuz mugalata.

    Mitingin ‘tema’sinin ne oldugu degil; karildi denen insan sayisinin dogru olup olmadigini konusuyoruz.

  15. Sondan girersek; Sarayın “kanun dışılık olursa müdahale edilir” tehdidinden korkularak, son 3 km yalnız yüründü. Başa dönersek, “yürüyüşümüz Maltepe’ye kadar olsa da salt Berberoğlu ile sınırlı değil, iktidarın bugüne değin tüm adaletsizliklerini kapsamaktadır. ‘Berberoğlu’ son damladır” denmedi, denemedi. Dahası, Maltepe meydanında okunan 10 maddelik ‘manifesto’ya benzer bir metin Güvenpark’da okunmadı, okunamadı. Eğer yürüyüş, “benim için adalet” yerine “herkes için adalet” ile başlasaydı, bu hareket Gezi’yi aşabilirdi.

    Ne ise ki, Eylem sürecinde yapılan eleştirilerin de etkisiyle yürüyüşün görkemli bir mitingle ve içerikli bir konuşmayla taçlandırılması olumlu. Ancak, demokrasi güçlerinin yoğun katılımına mesafeli kalınması nedeniyle sesi kısık kalmıştır. Eksik kalmıştır.

    Ayrıca ve ne yazık ki, yine akp kurnazlığının tuzağına düşülmüştür. Mitingde kaç kişi vardı tartışması, Kılıçdaroğlunun konuşmasının ve okuduğu manifestonun içeriğini gölgelemiş bulunuyor. Maltepe’de söylenenler Maltepe meydanında asılı kaldı. Eğer Kılıçdaroğlu ve partisi meydanda dile getirdiklerinin arkasındaysa, beklentiler adına yasak savulmamışsa, yani bu yürüyüş Kılıçdaroğlu ve ekibinin istikbaliyle sınırlı değilse, Maltepe manifestosu imkan bulduğu tüm ortamlarda yazılıyor, okunuyor, konuşuluyor, seslendiriliyor olmalıydı.. Umarız, kulaklarda kalan kırıntılar da 15 Temmuz gürültüsünün toz ve dumanında kaybolup gitmez.

  16. bana mı dediniz? Ben öyle bir şey söylemedim.

  17. hani hastaydı bu yahu

    recep tayyip erdoğan’ın ahmet türk’ü hedef alarak yaptığı çıkış.

    bu adamın dili beni öldürüyor.

    https://eksisozluk.com/hani-hastaydi-bu-yahu–5410366

  18. Zileli’nin yazısı, gözlemleriyle gerçekçi, yorumuyla devrimci. Bence, atladığı, yanıldığı bir nokta yok.
    Ancak yorumlara baktığımda, kimilerinde bir tür havailik, bir de Necip adlı bir kişide de fesat bir ruhla biat ettiği bir yere kapılanmışlık gördüm. Havailiklerin nedeni, moral bozukluğu; fesatlığın nedeni de moral bozukluğu, bir de tutucu zihin.
    Ben yukarıdaki yazıyı çok güzel, bilinçli ve dengeli bir beynin ürünü olduğu için, nice gazetedeki yüz yazarın yazısına değişmem. Teşekkürler.

  19. Devrim yolcusundan şoför Zileli'ye

    Şoför bey, devrim yolunda müsiad bir yerde inecek var. Tabii tüsiad bir yerde de durabilirsiniz isterseniz.

  20. Evet, bence üzerinde önemle durulması gereken bir durum bu.

  21. ““Tek millet, tek devlet, tek bayrak, tek ülke” sloganı aslında sosyalistlerin ve gerçek demokratların savunması gereken bir slogandır.
    CHP’nin de, Erdoğan’ın da, Askeri Bürokratik Oligarşinin de nasıl bir kandırmaca içinde olduklarını gösterecek, onların ideolojik egemenliğine son verecek; ipliğini pazara çıkaracak olan slogan budur.”

    “O halde gelin bu şiarı kendi demokratik içeriğimizle bizler yükseltelim.
    Ulusu bir dille, dinle, soyla, etniyle, tarihle, toprak parçasıyla tanımlamanın nasıl bölücülük olduğunu gösterelim.
    Tek Bayrak: hiç bir dile, dine göndermesi olmayan beyaz bir bayrak.
    Tek Millet: Hiçbir dile, dine, tarihe dayanmayan bunların körü bir millet
    Tek Ülke: Hiçbir dille, dinle, tarihle, bölgeyle vs. kendini sınırlamayan, tüm insanların eşit yurttaşlar olduğu tek ülke, tüm yeryüzü.
    Tak Devlet: Tüm yeryüzü ölçüsünde insanların ortak yaşamaktan doğan ihtiyaçlarını karşılayacakları, artık kelimenin yaygın anlamıyla devlet olmayan, tek bir devlet.
    Sosyalistler bu sloganı yükselttikleri an, Türkiye’de ve dünyada içinde bulundukları programsızlık ve stratejisizlikten çıkmak için ilk adımı atmış olurlar.”

    Demir Küçükaydın

    Evet, “Tek Millet, Tek Devlet, Tek Bayrak, Tek Ülke”yi Demokratlar ve Sosyalistler Savunmalı

    https://demirden-kapilar.blogspot.com.tr/2017/07/evet-tek-millet-tek-devlet-tek-bayrak.html

  22. “Ancak yorumlara baktığımda, kimilerinde bir tür havailik, bir de Necip adlı bir kişide de fesat bir ruhla biat ettiği bir yere kapılanmışlık gördüm. Havailiklerin nedeni, moral bozukluğu; fesatlığın nedeni de moral bozukluğu, bir de tutucu zihin.”

    Evet, bu Necip denen fesatci ve dahi munafik mendeburun surekli materyalist takilip maddi delil aramasi insanin sabrini zorluyor.

    Oyle yapmak yerine, mehdi/mesih arayislarini destekleyecek sekilde, olmayana ergi yontemleri de kullanarak, insanlara umit pompalayacak ‘sweet nothings’ fisildamasi gerekir.

    Boyle yaparsa, ‘tutucu zihin’ sergilemek yerine, hepimizin gormegi arzu ettigi turden ‘birakici zihin’ sergilemis olur.

    Gorursem soylerim.

  23. Gençlerin olmamasının sebebi ailesi chp’li olan solcu gençlerin hdp’li olmalarıdır.

  24. kitlelerden kopukluk

    Toplumsal devrim, sadece “AKP diktatörlüğü”nün yıkılmasıyla değil, “Gezi’ci gençlik” ile “AKP tabanı işçi sınıfı”nın el ele gerçekleştireceği geniş bir kitle hareketi ile mümkün olabilir.

    “Reformist olsun devrimci olsun bu akımların temel sorunu işçi sınıfından, yoksul emekçi kitlelerden kopukluk ve tutarlı bir proleter devrimci fikriyattan, anlayıştan yoksunluktur.
    Bunda, Türkiye sol hareketinin başlangıçtaki birkaç yıllık kısa bir dönem dışında neredeyse bütünüyle Stalinist bürokrasinin yönlendiriciliği altında Kemalizmin bir sol eklentisi olarak gelişmesinin büyük bir rolü vardır. Bu zeminde Batıcı-laik Kemalist seçkincilik daima sola da sirayet etmiştir. Bunun görünümleri zaman içinde ve grup ve kişiler bakımından farklılık arz etse de öz değişmemiştir. Bu sol kesimler kendilerini ruhen, toplumun Batıcı-laik yaşam tarzını benimsemiş orta ve üst sınıflarına yakın hissederler. Lafzen aksi söylense de, halkçılık pozları kesilse de bu böyledir. Kaldı ki zaten bir tarihsel-siyasal eğilim olarak “halkçılık” bizatihi seçkinci bir akımdır. CHP’nin adında bile halk kelimesinin olması zaten yeteri kadar uyarıcı olmalıdır.”
    Beyaz Türk Sosyalizmi
    Marksist Tutum, Mayıs 2014
    http://marksist.net/node/3458

  25. Muhalefetsiz rejim mi istiyorsunuz?

    Gerçek
    Temmuz 13, 2017

    AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, parlamentoda yer alan iki muhalefet partisinin, başka şekilde söylersek ülkenin ikinci ve üçüncü büyük partilerinin liderlerini siyasetten men etme hevesini itiraf ediyor.

    Önce HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş’a “terörist” dedi. İktidar partisi genel başkanı ve yürütme erkinin başı olmanın dışında herhangi bir yetkisi olmayan Erdoğan’ın bu nitelemeyi neye dayandırdığı belli değil. Almanya’da yaptığı konuşmada Demirtaş’ın (“Kobani düştü düşecek” sözüne karşı) halkı sokağa çağırdığı iddiasını tekrarlıyor ve olaylardan onu sorumlu tutuyor. Halkı protesto için sokağa çağırmak bir siyasi lider için bir haktır. Olayların nasıl yaşandığını bilenler, bir milyon Diyarbakırlı’nın demokratik protesto haklarını kullandığı bir ortamı Hizbullah unsurlarının bir silahlı çatışma ortamına çevirdiğini, ölümlerin bunun sonucunda ortaya çıktığını da biliyor. Kaldı ki, Demirtaş’a ne bu eylemiyle ne de başka nedenlerle “terörist” olarak nitelenmesine yol açan hiçbir mahkeme kararının olmadığı bir bağlamda, ülkenin en güçlü konumunda olan siyasinin böyle bir açıklama yapması düpedüz yargıya talimat vermeye girer.

    Erdoğan şimdi de Kılıçdaroğlu’na “sokağa çıkamaz hale gelirsin” diye hücum etmiştir. Böyle bir sözün ne anlama geldiğini düşünmek bile durumun vahametini ortaya koyar. Ya devlet engelleyecektir Kılıçdaroğlu’nu. Ana muhalefet partisinin başkanının demokratik haklarını kullanmasının engellenmesi demektir bu. Ya da birtakım ne idüğü belirsiz çeteler. Yani sokak şiddete teslim edilmiş demektir. Bir ülkenin cumhurbaşkanının böylesine savunulamaz tehditler savurması iki nedenden birine atfedilebilir: Ya AKP iktidarı gerçekten muhalefeti toptan ortadan kaldırmaya yönelecektir. Ya da durum öylesine sıkışıktır ki Tayyip Erdoğan artık arkasında duramayacağı şeyleri bile söylemektedir.

    Biri diğerinden daha az tehlikeli değil. İstibdadın yüzü gittikçe belirginleşiyor. Temel demokratik haklarını teslim etmek istemeyen herkes siyasi alana bütün gücüyle girmelidir. En çok da işçi sınıfı. Tayyip Erdoğan artık açıkça itiraf etmiştir: AKP iktidarı sadece genel olarak demokratik hakları değil, işçi sınıfının zaten sınırlı olan haklarını da ortadan kaldırmak için çalışmaktadır.

    İşçi sınıfı muhalefete bir başlarsa, o zaman kimse muhalefeti susturamaz.

    http://gercekgazetesi.net/karsi-manset/muhalefetsiz-rejim-mi-istiyorsunuz

  26. Gerçek Gazetesi’nin yazısındaki şu paragraflar çok önemli:

    “CHP’nin istibdada karşı yaslandığı güçler, Adalet yürüyüşünün çeşitli boyutları göz önüne alındığında çıplak biçimde ortaya çıkıyor. Kılıçdaroğlu Adalet yürüyüşünü istibdadın uygulamalarını “dünyaya duyurmak” olarak açıklamıştı. Bu dünyanın emperyalist dünya olduğunu bilmek için kâhin olmaya gerek yok. Yürüyüşe çıkarken çektirdiği, Anıtkabir fonu önünde yüzlerce, binlerce subayın olduğu resim ve yürüyüşe katılan emekli subayların özellikle öne çıkarılması ise güvendiği bir başka gücün TSK olduğunu açıkça gösteriyor. Üçüncü güç büyük burjuvazidir. Kılıçdaroğlu yürüyüş sırasında sadece TÜSİAD’a bile değil, MÜSİAD’a ve TOBB’a da çağrıda bulunmuştur. Burada bütünüyle hâkim sınıf güçleriyle birlikte iş yapma, düzenin sahiplerine seslenme yönelişini pratik olarak görüyoruz.”

    “CHP’nin TÜSİAD burjuvazisine hizmet eden politikası aynı zamanda istibdada karşı mücadelede güvenilmez bir aktör olduğu anlamına gelir. Şayet istibdadın karşısında gerçek bir kitle hareketi, özel olarak da işçi sınıfı mücadelesi yükselecek olursa, TÜSİAD burjuvazisi istibdadı tercih eder. Bunun bir örneği yakın geçmişte yaşandı. Gezi ile başlayan halk isyanı ve 17-25 Aralık gelişmeleri Erdoğan’ın konumunu sarsınca AKP kanadıyla Ergenekoncuları uzlaştırma işini Mustafa Koç üstlendi. Çünkü TÜSİAD burjuvazisi bir hükümet boşluğu doğduğu takdirde yeni bir halk isyanının kendi düzeni için tehlikeli olacağından korkmuştu. Yarın güçlü bir işçi sınıfı hareketi ya da başka bir kitle mücadelesi doğarsa, TÜSİAD burjuvazisinin Erdoğan ile benzer bir işbirliğine girmeyeceğini kimse garanti edemez.”
    [“Ergenekoncular” ifadesine takılmayalım lütfen. Sözkonusu askerlerin ve ulusalcıların -ki kimler olduğunu söylemeye gerek yok- AKP iktidarının hizmetine girmesi şeklinde okunmalı.]

    “Bütün bunlardan önemlisi, halk kitlelerinin CHP’nin peşine takılmasının, 2019 hayalleri ile oyalanarak gerçek bir mücadele hazırlığını ihmal etmesi anlamına gelmesidir. AKP’nin iktidardan gidişini gerçekleştirmek, öyle bir seçim kazanmakla başarılacak bir şey değildir. 7 Haziran AKP’nin seçim kaybettiğinde gitmeyeceğini herkese göstermiştir. Üstelik 15 Temmuz’dan bu yana silahlanma ve milisleşme tam hız devam etmektedir. Sosyalist hareketin ve işçi sınıfının stratejisini buna göre belirlemesi gerekir. CHP kuyrukçuluğu bu stratejik ihtiyaca aykırıdır.”

  27. “İşçi sınıfı muhalefete bir başlarsa, o zaman kimse muhalefeti susturamaz.”

    ‘İşçi sınıfı’na (nerede ve ne zaman hic var idiyse) bahusus selamlarimi iletin lutfen.

    Yapay zeka ve karmasik/robotik otomasyon sayesinde, 10-15 seneye kalmaz, calisacak bir is bulmak baslibasina bir ayricalik haline gelecek.

    ‘Muhalefete baslayacaklarsa, acele etsinler’ demek istiyorum.

  28. Aleyküm selam!

    “‘İşçi sınıfı’na (nerede ve ne zaman hic var idiyse) bahusus selamlarimi iletin lutfen.”

    Her şeye (örneğin Soma ve Ermenek’te, ya da mültecilerin boğuldukları denizlerde olanlara) katlanmalarını, bunların değiştirilemez bir kader olduğunu, dünyadaki değişmez doğal düzene boyun eğip susarak hiçbir şeye itiraz etmemeleri gerektiğini de ekleyeyim mi?

    Bunu söylemeyi unutmanız çok ayıp oldu! Alınacaklar!

  29. “bunların değiştirilemez bir kader olduğunu,”

    ‘Kader’ kelimesi zaman icinde ne kadar degisti boyle.

    Halbuki, ‘kader’ ‘olup bitmis’lere verilen isimdi; dolayisiyla da –tanimi geregi– ‘degistirilemez’ anlamina geliyordu.

    Simdi, az kaldi, ‘plan’ ya da ‘kehanet’ yerine ‘kader’ diyecegiz, neredeyse.

    “dünyadaki değişmez doğal düzene boyun eğip susarak hiçbir şeye itiraz etmemeleri”

    Itiraz etmek, boyun egmemege calismak da dogal duzenin parcasi.

    “gerektiğini de ekleyeyim mi?”

    Olur. Ama, lutfen boyle romantisize etmeyiniz.

  30. Sunu da eklemeliyim:

    Olur da, gercekten, ‘İşçi sınıfı’ ile karsilasirsaniz, derhal en yakin Marxist taifesini haberdar ediniz lutfen.

    Nice zamandir ariyorlar; bulabilmis degiller.

    Sevindirmis olursunuz bu garip gurebayi.

  31. Cumhurbaşkanı, hükümet ve bütün siyasetçiler, komutanlar ve bütün askerler, bütün polisler, TÜSİAD burjuvazisi (ve diğer ülkelerde oralardaki muadilleri), kısaca bütün egemenler gitsinler. İnsanlar (halk, toplum, millet, “işçi sınıfı ve emekçiler”, adına ne derseniz deyin) bu egemenlerin kararlarıyla değil, kendi kararları ve özyönetimleriyle yaşasınlar. Bu iş bu kadar basit. “Bu imkansız” denilerek de mücadeleden geri kalınmasın. “İşçi sınıfı yok”, “kapitalizm diye bir sistem yok” diyenlerin de kelime oyunlarına gelmeyelim.

  32. Guncel baglamiyla kapsamli derinlikli bir uvriyerizm elestrisi gerekiyor sol a. Isci sinifi emekci soylemi guncel mucadeleden kacmak isteyenlerin manastiri degildir.

  33. Uvriyerizm Latin amerikada ki görece ilerici iktidarlara karsi ABD ile ayni cepheye dusme sonucu vermistir incelenmelidir

  34. kim tespit edecek bunu diyordum biri yazmis nihayet AKP rejimine disaridan degil iceriden adeta`yapici`elestiriler getiren bir cizgi gözle görünür elle tutulur oldu. Hatta bu cizgiyi Kemalistlerden bile ayirmak gerekir diye dusunuyorum. 12 Eylul Atatürkculugudur bu cizgi, Ifadesini Aydinlik ve Sözcü de bulur. AKP nin Baris surecini bitirmesiyle aslinda temelde AKP rejimiyla bir antagonizmalari kalmamistir.
    http://www.abcgazetesi.com/adalet-mitingine-katilmamanin-dayanagi-12-eylul-anlayisinda-7930yy.htm

  35. 'Gezi gençliği' nerede mi?

    ‘Bunun üzerinde biraz durmak gerekir sanıyorum. Gençlik siyasi mücadeleye yatkın değil. Gezi’ye de siyasi mücadeleye alternatif bir mücadele gördüğü için katılmıştı. Siyasi mücadeleye girmeyi siyasi partilerin cenderesine girmek olarak görüyor. Sanırım durum bundan kaynaklanıyor. elbette bu benim ilk tespitim, doğru da olmayabilir. Daha derin bir sosyolojik araştırma gerekiyor sanırım.’

    Sizin yaşınıza yakın biri olarak izah edeyim.

    Kılıçdaroğlu’nun öncülük ettiği ‘adalet’ yürüyüşünde, ‘Gezi gençliği’nin var olsa bile görünürlüğünün yok denecek kadar az olması, sadece ‘siyasi partilerin cenderesi’ne girmeyi isteMEmeleri, ‘siyasi partilerin arenası’nda gözükmeyi isteMEmeleri gibi tespitlerle, dar kapsamlı ele alınamaz, ki, siz de bu durumun sosyolojik analizler gerektirdiğini belirtmişsiniz.

    ‘Gezi protestoları’; yukarıdan birilerinin buyurması ile değil, tabandan başlayıp büyüyen bir kitle hareketiydi. Eğer Kılıçdaroğlu ve çevresindekiler, 2017 yaz mevsiminde ‘adalet’ yürüyüşü yapma kararını alabilecek cesareti kendilerinde bulmuş ve bunu gerçekleştirebilmişlerse, bunun fitilinin ateşlendiği olaylar, cesaret kaynaklarının asıl yeri; en yakın tarihteki, ‘Gezi protestoları’dır. Bu, yadsınamaz bir gerçek. ‘Gezi protestoları’; 12 Eylül 1980 darbesinin getirdiği 33 yıllık ölü toprağını kaldırıp atan, en etkili kitle hareketidir.

    Mayıs-Haziran 2013’te ‘Gezi protestoları’na katılan kitlenin içinde, gençlerin çok yer kapladığı aşikâr. Taksim Gezi Parkı’ndaki ağaçların sökülme olasılığının gündeme gelmesi ve o ağaçları korumak amacıyla parkta birkaç çadır kuran kişinin çadırlarının, bizzat AKP kurmaylarından gelen talimatla 27 Mayıs 2013’ü 28 Mayıs 2013’e bağlayan saatlerde yakılması; bardağı taşıran son damla sayıldı, ve ‘mesele’nin sadece birkaç ağaç meselesi sınırında tutulmayıp, aslen Recep Tayyip Erdoğan’ın yükselen otoriter politikalarına karşı protesto dalgaları 15 Haziran 2013 geceyarısına kadar sürebildi. O saatten sonra, protesto dalgaları seyrekleşerek de olsa haftalara yayılarak devam etti, ve zaman geçtikçe, iyiden iyiye sönümlenerek neredeyse sona erdi.

    Biçim değiştirerek ‘Gezi ruhu’ denen tabir, bugün de devam ediyor olabilir. ‘Her an, hep aynı formatta, hep aynı şekillerde protestolar olmalı’ gibi bir şart da yok. Kılıçdaroğlu’nun öncülük ettiği ‘adalet’ yürüyüşü de; başka formatta olan bir protesto tarzı, bir protesto stili idi.

    Şimdi, şu ‘Gezi gençliği’nin, ‘adalet’ yürüyüşünde neden olmadığı, sorusuna gelelim.

    Önce şu tespitleri yapmak gerekir.

    ‘Gezi protestoları’na katılan kitle içinde, insanları ‘ömür-yaş’larına göre kategorize ederek, sonra analizlere yönelmek; bir analiz tarzı olsa da, eksiktir. Fakat konuyu uzatmamak adına, ‘adalet’ yürüyüşünde gençlerin olup-olmaması başlığı altında konuyu ele almak için, kategoriyi belli ölçülerde yapmanın sakıncası yoktur.

    ‘Gezi protestoları’na katılan gençlerin azımsanamayacak bir kısmı; bugün, ‘kafa karışıklığı’ yaşıyor. Sebebi şu. 17-25 Aralık 2013’de Fetullah Gülen cemaati mensuplarının yargıdaki ayaklarının kalkışmasıyla, direkt Erdoğan’a ilk ciddi hamleyi yapmaları, hemen ardından, YouTube üzerinden Erdoğan ve AKP mensuplarının ses kayıtlarının yayınlanması, son olarak da, ‘15 Temmuz 2016 darbe tiyatrosu’nun oynanması, (biz anarşistler, her ne kadar, bütün bu yaşananları ‘Erdoğan iktidarının kasten yarattığı kumpaslar’ olarak kabul etsek de) ‘Gezi protestoları’na katılan gençlerin azımsanamayacak bir kısmında; ‘acaba, Mayıs-Haziran 2013’de, biz de, Fetullah Gülen cemaatinin kripto-mensupları tarafından kandırılmış olabilir miyiz?’ soru işaretini doğurdu. Eğer, Kılıçdaroğlu’nun öncülük ettiği ‘adalet’ yürüyüşünde, ‘Gezi gençliği’nın olmadığı iddiası ortaya atılıyorsa; ‘Gezi gençliği’nin az önce bahsettiğim ‘kafa karışıklığı’ mutlaka dikkate alınmalıdır. Tek sebep bu ‘kafa karışıklığı’ değildir, ama önemli yer tutuyor. ‘Gezi protestoları’ gibi devasa bir kitle hareketindeki unsurların ‘15 Temmuz 2016’ tarihinde şüpheye düşmeleri ile, biz anarşistlerin yaptığı analizler; daima uyuşmayabilir. ‘Siyaset’in ne demek olduğunu, 2013 Mayıs-Haziranında, biber gazı dumanı altında, polise karşı çarpışa çarpışa, yeni yeni öğrenen genç nesil, bugün ‘adalet’ yürüyüşüne yok denecek kadar az katılıyorsa; ‘daha en başta, kandırıldık mı?’ diye soruyor olabilirler kendi kendilerine. Bunu göz ardı etMEmelisiniz Gün bey. Stalin’in taktikleriyle Erdoğan’ın taktiklerinin örtüştüğünü; her zaman, her an hatırlayabilecek insanların olMAyabileceğini dikkate almanızı öneririm Gün bey.

    Detaya girelim.

    ‘Gezi protestoları’, asıl olarak hedefe; Erdoğan’ın otoriter politikalarını koydu. Hedef bu olunca; protestoya katılan ana kitlenin ‘sosyo-ekonomik statü’leri ile asla uyumlu olmayan diğer pek çok ‘statü’deki insan da protestoya katıldı. Örneğin, ‘Boyner Holding’in sahibi Cem Boyner’in elinde ‘ben de çapulcuyum!’ yazan bir karton parçası ile protestoya katılması; protestonun asıl hedefinin ‘Erdoğan karşıtlığı’ olması sebebiyle normaldir. Fakat, protestonun asıl hedefi ‘kapitalizm karşıtlığı’ olsaydı, Boyner ve onun gibilerin protestoya asla yaklaşMAmalarını geçelim; protestonun derhâl bastırılması için ‘devlet’e kucak açacağı da, ‘polis müdahalesi’ne kucak açacağı da göz ardı edilemeyecek bir gerçek.

    Önceki yıllarda, pek çok ülkede, pek çok popüler (ünlü) şehirde yaşanmış olmasına rağmen, en dikkat çekici protesto; kapitalist sistemin kemikleşmiş merkezi olarak kabul gören ‘ABD – New York – Wall Street’in yakınlarındaki ‘Zuccotti Park’ta, 2011 sonbaharında, ‘Occupy Wall Street (OWS) & Wall Street’i İşgal Et’ ismiyle anılan protesto dalgasıydı.

    Bu protesto dalgası, iki sene sonra ‘Gezi protestoları’nda yaşanacak olan dalgadan; süre olarak da ‘kısa’ydı, hedef olarak da ‘farklı’ydı.

    Önce şu saptamayı yapalım. Farklı coğrafyalarda yaşanmış protestolardan bahsediyoruz.

    Kültürel normlar farklılık gösterebilir,

    Günlük değer yargıları farklılık gösterebilir,

    ‘Devlet’in, hayata ne derece müdahale ettiği farklılık gösterebilir,

    ‘Özel mülkiyet’ kavramına yüklenen anlamlar farklılık gösterebilir,

    ‘İfade özgürlüğü’ kavramına yüklenen anlamlar farklılık gösterebilir,

    ‘Din’in (orada ‘Hristiyanlık’, burada ‘İslamiyet’) günlük hayatta kapladığı yer ve baskıcı iklim yaratıp-yaratmadığı farklılık gösterebilir,

    Siyasi partilerin otoriter & ‘tepeden inmeci’ mi olduğu, yoksa, tabandan gelen kıpırdanmalarla partiyi yukarı doğru değiştiren yapılara mı sahip olduğu…

    gibi başlıklar birbirinden farklılık gösterebilir.

    ‘OWS’ hareketi, çok kısa sürede sönümlendi. ‘1968 Fransa-Sorbonne Üniversitesi olayları’ ile yapılan kıyaslama; sadece, ‘gençlerin çoğunlukta olması’ çerçevesinde kaldı. OWS; ‘1968 Sorbonne’ etkisini, 2011’de yaratmadı.

    Peki, ‘OWS protesto dalgası’na ne oldu? Nereye gitti şu ‘OWS gençliği’?

    Tam 5 yıl sonra, 2016 ABD başkanlık seçimlerinde, aday belirleme turlarında, OWS’ye katılmış gençler arasından çok büyük bir kitle; ‘Bernie Sanders’ın adaylığını destekleme kararı aldı. Çünkü Sanders, özetle, şunu söylüyordu; ‘Ben, aslında, Hillary Clinton’a karşı mücadele etmiyorum. O, küçük bir lokma. Ben, Clinton’ı paraşütle Demokrat Parti’nin başkan adayı gösterme planlarını yapan parti otoritesine, ve Wall Street’de Clinton’ı satın almış para baronlarına karşı mücadele ediyorum!’

    İşte Sanders’ın söylediği bu söz; 2011’de sönümlenmiş OWS gençliğindeki büyük bir kitleyi, 5 yıl sonra, Sanders’a destek olmaya yöneltti.

    ABD’de ‘özel sektör’ün gücü, Türkiye’deki ile kıyaslanamayacak kadar fazla. Türkiye’de ‘devlet’, bütün hayata hükmedebiliyorken; ABD gibi bir ülkede ‘devlet’ ve ‘şirketler’, dengeli bir hegemonya politikası ile, omuz omuza vererek hayatı şekillendirebiliyor. Tam da bu sebeple, Demokrat Parti’nin içindeki ‘otorite’ (buna, isterseniz, Sovyet jargonuyla ‘politbüro’ da diyebilirsiniz), Sanders’ın arkasında toplanan halk desteğini önemsemeden, Wall Street hegemonyasının da yardımı ile Hillary Clinton’ı aday gösterdi. Sanders; Demokrat Parti içindeki ‘otorite’nin sahte propagandası olan ‘Trump’ın yükselişini engelleyebilmek için, Hillary’yi aday göstermeliyiz!’ cümlesine öfkeyle boyun eğdi, ve Hillary’nin adaylığını kabul etmeye mecbur bırakıldı.

    Eğer, Demokrat Parti Bernie Sanders’ı aday gösterseydi; Sanders, Donald Trump’ı açık ara geçip, başkan seçilmişti. Bugün yapılan analizlerde, Sanders; hâlâ, ABD’de başkan olması istenen en önemli siyasetçilerden biri. 2020 için henüz herhangi bir işaret vermedi.

    Avrupa’daysa, iki etkili hareket var.

    Biri, İngiltere’den ‘Jeremy Corbyn’.

    Diğeri, önce Yunanistan’da (Tsipras) Çipras kabinesinde maliye bakanlığı yapıp, Çipras kabinesinin ‘Avrupa Birliği’nin yaptırımları karşısındaki korkaklığını gördükten sonra istifa eden, ve ‘DiEM25 & The Democracy in Europe Movement 2025’ hareketini başlatmak için Berlin’e yerleşen ‘Yanis Varoufakis’.

    İspanya’dan, İtalya’dan ve pek çok ülkeden de örnekler var; ama ağırlık, ‘Corbyn’ ile ‘Varoufakis’te.

    Bernie Sanders
    Jeremy Corbyn
    Yanis Varoufakis

    Daha pek çok isim sayılabilir.

    Bu üç ismin ortak özelliği; ‘kapitalizme karşı’ farklı şiddette de olsa mücadele etmeleri. Tony Blair’da ve Bill Clinton’da simgeleşmiş ‘kaypak sosyal demokratlık’ sularına yelken açMAmaları; bu üç ismin ortak özelliği.

    Türkiye’ye gelelim.

    Türkiye’de ‘özel sektör’ hayatta kalmak istiyorsa, iktidarda hangi parti (veya ‘koalisyon’) varsa; o partinin çizdiği sınırların dışına çıkMAmaya dikkat etmek zorunda. Eğer çıkmaya yeltenirse, ‘devlet’in gözünde; ‘katli vacip’ olur, ve ‘devlet’ katleder de. Kimse de kolay kolay sesini çıkaramaz. Türkiye’deki ‘özel sektör’; yeri gelir ‘sosyal demokrat’ olur, yeri gelir ‘muhafazakâr demokrat’ olur, yeri gelir ‘liberal demokat’ olur, yeri gelir ‘askeri darbeleri destekler’, yeri gelir ‘askeri darbelere karşı olur’, çeşitlendirebilirsiniz.

    Şimdi,

    ‘Gezi protestoları’, eğer devam edebilseydi, varma ihtimali olan son istasyonlardan biri ‘kapitalizm karşıtlığı’ olurdu. İstiklal Caddesi’nin arka sokaklarındaki esnafın; hınçla, protestoya katılan insanlara saldırmasının tek sebebi Erdoğan’a sahip çıkmak değildi. ‘Ekmeğimizle oynamayın, moskofun uşakları!’ ifadesinde birleşen bir esnaf topluluğu idi. Erdoğan’ın bu ‘tür!’ esnafa aşıladığı ‘saldırı motivasyonu’nu da göz ardı edemeyiz.

    Varma ihtimali olan son istasyonlardan biri ‘kapitalizm karşıtlığı’ olacağından, ilk günlerde destek veren Cem Boyner, ‘hata yapmışım, asıl hedef benim de şirketimmiş, benim de holdingimmiş!’ deyip; ‘Gezi protestoları’na desteğini geri çekebilirdi.

    ‘Gezi gençliği’ arasında; kapitalizm karşıtı olMAyıp, sadece ‘otoriter devlet’i protesto etmek amacında olanlar da vardı. Ki bunların çoğu, protestoların ilerleyen günlerinde mücadeleyi ilk terk edenler arasındaydı.

    Türkiye ekonomisi, 2011’in ikinci yarısından günümüze yavaşlıyor. Asıl yavaşlama, 29 Ekim 2014’te ABD Merkez Bankası’nın (Federal Reserve & FED’in) ‘parasal gevşeme programı’nı sonlandırması ile daha da arttı. Şu anda, Türkiye’de özel sektör oyuncuları arasında; önünü görebilenlerin sayısı geçmiş yıllara nazaran daha az. Yüksek sesle dillendirilmeyen bir ‘ekonomik kriz’in içinde olduğumuz aşikâr. Gelir seviyesi orta & yüksek olanlar, krizi, daha az hissederken; düşük gelir seviyesinde olanlar, krizi, en ağır hissediyor. ‘Sessiz kanser’, ‘gizli kanser’, ‘sessiz tümör’ gibi düşünebilirsiniz; Türkiye’deki ekonomik krizi.

    Bu ‘ekonomik yavaşlama’ya bel bağlamak mantıklı mı? Bu soru; daha uzun sürecek bir tartışmanın konusu.

    Türkiye’deki kültürel normlar ‘çalışmak’ eylemini dar kapsamda değerlendirir ve oldukça fazla ‘kutsiyet’ atfeder. ‘Çalışmak’ eylemi; daha çok, ‘bir işte, para kazanma amaçlı çalışmak’ olarak kabul görür, kutsiyet atfedilen tarz budur. Genellikle ‘İslam’ referans gösterilir; ‘çalışMAmak, günahtır!’ denir Türkiye gibi bir ülkenin kültür ikliminde.

    Kılıçdaroğlu’nun veya bir başka siyasi figürün, ‘kapitalizm karşıtlığı’nı hedefe koyarak bir akım yaratması; en azından şimdilik, pek mümkün gözükmüyor. Eğer, hemen şimdi başlatmak isteseler, yukarıda bahsettiğim ‘kültürel norm’; önlerine dikilecek ilk duvar olacak. ‘Kapitalizm karşıtlığı’nı bizzat desteklemesi umulan kitleler, daha en başta, sırt çevirmeye eğilimli olacak. (Ekonomik buhran derinleştikçe; bu kitlelerin kaygılı tavırları, belki, değişiklik gösterebilir, protesto dalgaları yaratabilirler.)

    3 Kasım 2002’de AKP’yi iktidara taşıyan kitlelerin motivasyonu arasında ağırlığı en çok olan; seçimlerin öncesinde yaşanan ekonomik krizin bıraktığı çile dolu yıllardı. ‘Muhafazakârlık’, ‘türbana serbestlik’, ‘ötekileştirilenler’, ‘çevrenin merkeze yürümesi’, ‘Zenci Türkler’ gibi tabirler; ikinci planda kalan motivasyonlardı.

    Bugün, sadece Türkiye ile sınırlı kalmayacak, yeni bir ‘ekonomik buhran’ dönemi geliyor.

    15 Eylül 2008’de, ABD’de ‘Lehman Brothers’ adlı yatırım bankasının iflasıyla başlayan kriz; önce kendi toprağı ABD’yi vurdu.

    2009’un başlarında krizin ikinci halkası; İzlanda, Yunanistan, Portekiz ve İspanya’ya sıçrayarak, Avrupa geneline yayıldı.

    2008-9’da FED’in başlattığı ‘parasal genişleme programları’ ile, piyasalarına oluk oluk para ve sermaye girişi olan (‘yüksek faiz’ = ‘sıcak para’ girişi) Türkiye gibi ülkeler; yıllarca, içlerinde ‘sessiz kanser’ büyüttü. Çünkü, yıllardır ülkeye gelen ‘sıcak para’; ‘beton & inşaat ekonomisi’ denen, kısa dönemli refah vaat eden sektörlerde kullanıldı. Uzun dönemli yatırım planları; ya sürekli ertelendi, ya toptan vazgeçildi Türkiye dahil pek çok ülkede.

    2017’nin 6 ayında; ‘FED’, ‘Avrupa Merkez Bankası (ECB)’ ve ‘Japonya Merkez Bankası (BOJ)’, önümüzdeki aylarda, dünya genelinde ticari faaliyetlerin yükselmesi neticesinde enflasyonun artışa geçeceği, enflasyonu kontrol altında tutabilmek için ‘faiz’ yükseltmeye başlayacakları, ve 2008-9’dan beri dağıttıkları ‘likidite (parasal genişleme)’nin yavaş yavaş toplanması için ‘parasal sıkılaştırma programlarına başlayacakları’ uyarılarını yaptılar.

    Bugün, yukarıda bahsettiğim ‘kanser’; sessizliğini bozmaya başladı. 2008-9’dan beri, özellikle gelişme yolundaki ülkelerin piyasalarına (‘Türkiye’ dahil) akan oluk oluk para, artık, kendi topraklarına dönme hazırlığında. Krizin üçüncü halkası; ‘gelişme yolundaki ülkelerde (‘Türkiye’ dahil)’ şiddetle hissedilmek üzere. Eli kulağında..

    ‘Gezi protestoları’ devam edebilseydi, varma ihtimali olan son istasyonlardan biri ‘kapitalizm karşıtlığı’ olurdu, diye yazmıştım. ‘Gezi gençliği’, daha 2013’teyken, bunun farkında mıydı peki; emin olamayız.

    Türkiye gibi, ekonomisi yavaşlayan ülkelerde, ‘istihdam edilememe’ sorununda en ağır cefayı çeken kesim; şu an, içinde, ‘Gezi’ye katılan gençler de dahil, genç nesil oluşturuyor.

    Kılıçdaroğlu veya bir başka siyasi figür, şimdi olmasa bile, ilerleyen yıllarda; ‘Bernie Sanders – Jeremy Corbyn – Yanis Varoufakis çizgisi’ne yaklaşmak zorunda kalabilir. Hayatın akışı, böyle bir haritayı çiziyor olabilir daha şimdiden.

    İlerleyen yıllarda, çekecekleri cefanın getirdiği tecrübelerle, ‘Gezi gençliği’; işte o an, ‘parti siyaseti’ de olsa, ‘siyasi parti arenası’ da olsa, yine, tabandan kıpırdanmalar yaratarak, ülkedeki siyasi ve ekonomik iklimi değiştiren unsurların itici gücü olabilir. ‘Yeni’ protesto dalgaları; farklı tarzlarda, farklı stillerde oluşabilir.

    Hedefi sadece ‘Erdoğan karşıtlığı’ sınırında tutmak; Türkiye’deki muhalefet unsurları için (sadece ‘Kılıçdaroğlu & CHP’nin öncülüğü ile yetinmeden), daha nereye kadar işe yarayabilir? Bütün muhalefet unsurlarını, daha ne kadar diri tutabilir?

    Erdoğan’ın bizzat kendisinin ve yandaşlarının dillerine yapıştırdığı ‘FETÖ’ denen şey, biz anarşistlerin analizlerinden farklı olarak; halk nezdinde adeta ‘paranoya’ya dönüştürüldü. ‘Şu FETÖ’yü temizleyelim de, vatan-millet-sakarya kurtulsun da, ben ekmeğimden, işimden-aşımdan olsam da olur!’ algısı ülke genelinde epey yaygın. Bu da, aklınızın bir köşesinde bulunsun Gün bey.

    Ülkedeki bazı ‘kültürel norm’ların yarattığı baskıcı iklim, bazı ‘kutsiyet’lere herkesin boyun eğdiğinin en baştan kabul edilmesi, ‘FETÖ’ denen bir paranoyanın insanların beynine enjekte edilmesi, gibi sebepler; ‘Gezi gençliği’ni, protestolara yaklaştırmakta zorluklar çıkarıyor, ‘Gezi gençliği’ni şüphelere düşürüyor.

    ‘Materyalist’ perspektifen bakacak olursak; ekonomi, en temelde, ‘açlık’ ve ‘tokluk’ meselesine dayanır.

    Tek ‘çıkış yolu’, Türkiye’deki ekonomik yavaşlama olamaz. Fakat, ‘açlık’ endişesinin yaygınlaşması, bir süre sonra; ‘FETÖ’ gibi paranoyaları, bazı ‘kültürel norm’ları, bazı ‘kutsiyet’leri ikinci planda bırakabilir.

    3 Kasım 2002’de, ‘Recep Tayyip Erdoğan’ isimli diktatörü ve onun ‘maskotu AKP’yi iktidara taşıyan temel sebep; 2002 öncesi yıllarda yaşanan ekonomik krizin insanlara çektirdiği eziyetlerdi.

    Bugün,

    2018’e doğru, ülke, yeniden ‘ekonomik buhran’a yaklaşırken, ‘Erdoğan & AKP’nin gidişini tetikleyen temel sebep; yine, ‘ekonomik kriz’ mi olacak?

    ‘Gezi gençliği’, işte o an; tıpkı Bernie Sanders’ı (Jeremy Corbyn’i & Yanis Varoufakis’i) desteklemek için 2011-2016 arasında bekleyen bir tür rezerv kuvvet gibi, şu an, ‘bekle ve gör hâli’nde mi?

  36. "yeni bir "tatava yapma" kampanyası"

    Kılıçdaroğlu’ndan 2019 için Abdullah Gül’e yeşil ışık

    Gerçek
    Temmuz 16, 2017

    CHP lideri Kılıçdaroğlu, Alman Der Spiegel dergisinin 2019 seçimleri ile ilgili “aday olacak mısınız” sorusuna “hayır” cevabını verdikten sonra “ben partiler üstü erkek ya da kadın aday istiyorum” diyerek yeni bir çatı aday arayışı içinde olduğunu gösterdi. Der Spiegel muhabiri Abdullah Gül ismi hakkında ne düşündüğünü sorunca Kılıçdaroğlu’nun verdiği cevap “Abdullah Gül kendi geleceğine kendisi karar vermelidir ancak seçimlere iki yıl varken şimdi bir isim verme yanlışını yapmam” oldu.

    Olası bir çatı aday için “partiler üstü” şartını koyan Kılıçdaroğlu’nun AKP kurucusu, ilk genel başkanı ve ilk AKP hükümetinin Başbakanı olan, Erdoğan tarafından Cumhurbaşkanlığı’na aday gösterilip AKP’lilerin oylarıyla bu makama seçilen Abdullah Gül’ün kendi kriterlerine uygun olmadığını belirtmesi mantık kurallarına uygun olurdu. Ancak bunu söylemek yerine topu “kendi tercihidir” diyerek Abdullah Gül’e atan Kılıçdaroğlu’nun bu isme yeşil ışık yaktığı gayet açık.

    Baykal’ın Abdullah Gül’ün adını zikretmesinin ardından CHP tabanından ciddi tepkiler yükselmişti. Aslında Kılıçdaroğlu daha o zamandan Abdullah Gül ismine açıktan karşı çıkmamıştı. Yine benzer ifadelerle şöyle demişti: “Kişileri yıpratmaya, alıp hedef tahtasına koymaya hakkımız yok. Sayın Gül ister mi istemez mi onu bilmem ama bugünden kalkıp belli isimleri vererek o isimleri öğütmek gibi bir şey doğru olmaz.” Belli ki Baykal ile Kılıçdaroğlu arasında bu konudaki fark, Baykal’ın Gül’ün adını derhal anmaya başlayarak onu yıpratmak istemesi, Kılıçdaroğlu’nun ise tam tersine Gül’ün adına zarar gelmesinden kaçınmaya çaba göstermesi.

    Katılan yüz binlerce insanın haklı talepleri ve öfkesi bir yana, CHP açısından adalet yürüyüşünün 2019 projesinin bir parçası olduğunu söylüyoruz. Şimdi bu projenin ana hatları da yavaş yavaş ortaya çıkmakta. Abdullah Gül’ün yeni çatı aday olup olmayacağı belli değildir. Ancak CHP ve Kılıçdaroğlu’nun “partiler üstü” sıfatıyla burjuvaziyi ve emperyalizmi tatmin edecekbir adayın peşinde olacağı açık. Baykal’dan Kılıçdaroğlu’na, Abdullah Gül ismi üzerinde bu kadar durulması, emperyalizmin ve yerli işbirlikçilerinin emekçi kitleleri kontrol etmek için (AKP tabanını etkilemek adı altında) dini siyasete alet etmekten vazgeçmeyeceğini gösteriyor.

    Meral Akşener öncülüğünde kurulma hazırlıkları hız kazanan merkez sağa meyleden faşist, NATO’cu, TÜSİAD’cı yeni parti de Kılıçdaroğlu’nun çatı aday konusunda yalnız kalmayacağının bir işareti.

    Kılıçdaroğlu’nun peşine takılanları sürüklediği yer belli. Yol yakınken sosyalist hareket CHP treninden inmeli ve 2019’da 16 Nisan’ın tekerrürüne razı olmamalı, zincirsiz bir Kurucu Meclis için güçlerini birleştirmelidir. Aksi takdirde milyonların haklı talepleri ve istibdada karşı öfkesi yeni bir “tatava yapma” kampanyası içinde sönüp gidecektir.

    http://gercekgazetesi.net/karsi-manset/kilicdaroglundan-2019-icin-abdullah-gule-yesil-isik

  37. İtirazı olan?

    Solun (ve emperyalistlerin, ve alt-emperyalist bölge devletlerinin) nefret ettiği gerçek bir anti-emperyalist lider: Barzani
    Bölgede emperyalistlerin ve alt-emperyalistlerin düşmanı tek önemli güç: Güney Kürdistan yönetimi
    Türkiye, Suriye ve İran’daki Kürt özgürlük hareketine büyük güç verecek, dolayısıyla emekçilere kan kusturan bu devletlere en büyük darbeyi vuracak hareket: Güney Kürdistan’ın bağımsızlığı

    * * *

    İran’dan Barzani’ye sert tepki

    İran Genelkurmay Başkanı Tümgeneral Muhammed Bakıri, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin Iraktan ayrılmasını öngören bağımsızlık referandumunu “kabul edilemez” diye değerlendirdi. ABD’nin eski Ankara ve Bağdat Büyükelçisi James Jeffrey ise ABD’nin Irak’ın toprak bütünlüğünden yana olduğunu söyledi.

    Devrim Muhafızları Kara Kuvvetleri komutanlarının hazır bulunduğu bir toplantıda konuşan Tümgeneral Bakıri, Irak’ta referandum konusunun gündeme getirilmesinin bölgede yeni sorunların ortaya çıkması için bir başlangıç olacağını öne sürdü.

    İranlı General, Bu asla Irak’ın komşuları tarafından kabul edilebilir değildir. Irak’ın bağımsızlık ve toprak bütünlüğünün korunması ülkedeki tüm mezhep ve etnik grupların yararıdır” diye konuştu.

    Tümgeneral Bakırı, “Referandum konusunun DEAŞ’ın Irak’ta büyük yenilgiye uğraması ve toprak kaybetmesinin hemen ardından ortaya konulması, normal bir olay değildir” değerlendirmesinde bulundu.

    “ABD IRAK’IN BÜTÜNLÜĞÜNÜ DESTEKLİYOR”

    ABD’nin eski Ankara ve Bağdat Büyükelçisi James Jeffrey ise Rudaw’a verdiği mülakatta, “Referandumu bağımsızlık ilanından ayrı tutuyorum. ABD, birleşik demokratik federal Irak’tan yana siyaseti savunuyor. Bu siyaset yıllardır yürütülüyor. Bunun uğurda 4 bin 500 Amerikan askeri can verdi. Irak ve Kürdistan halkı için en iyisinin, Irak’ın bütünlüğü olduğuna inanıyoruz” ifadesini kullandı.

  38. “YouTube üzerinden Erdoğan ve AKP mensuplarının ses kayıtlarının yayınlanması”

    https://www.youtube.com/watch?v=I3l4XLZ59iw
    http://gfx.cs.princeton.edu/pubs/Jin_2017_VTI/

    [Sansure mi ugradigini gormek icin tekrar gonderiyorum.]

  39. 'Nikolai Yezhov'a ne oldu?

    ‘( https://www.youtube.com/watch?v=I3l4XLZ59iw )
    ( http://gfx.cs.princeton.edu/pubs/Jin_2017_VTI/ )

    [Sansure mi ugradigini gormek icin tekrar gonderiyorum.]’

    Stalin’in ‘çarpıtma’ taktiği ile, Erdoğan’ın ‘çarpıtma’ taktiği benzer (çoğu zaman da, ‘aynı’) özelliklere sahip.

    Eğer, o ses kayıtlarının, Fetullah Gülen cemaatinin mensupları tarafından ‘edit’ edildiğini, sonra YouTube’da yayınlandığını iddia ediyorsan; aynı taktiğin ‘Diktatör Erdoğan cephesi’ tarafından uygulanabileceğini de olasılık dahilinde tutman gerekir. ‘Diktatör Erdoğan cephesi’; sanıldığı kadar, keriz değildir.

    Şu an, BTK tarafından, ‘wikipedia’; Türkiye genelinde kapatıldı. Orada, SSCB’deki sansür örneklerini anlatan uzun bir sayfa var:

    ( https://en.wikipedia.org/wiki/Censorship_of_images_in_the_Soviet_Union )

    Stalin’in, kendi haşmetine gölge düşürMEmek için, bazı fotoğraflarındaki insanları sansürlediği, sonra SSCB geneline bu ‘sansürlenmiş’ fotoğrafların yayılmasına onay verdiği; ispatlandı.

    Örnekler:

    Bu fotoğrafta, Stalin’in yanındaki ‘denizci subay’ olan NKVD’nin liderliğini de 2 yıl yapmış Nikolai Yezhov, Stalin’in emriyle sonradan sansürlenmiş:

    Not: Yezhov, Stalin’in emriyle 1940’da öldürüldü.

    ( http://iliketowastemytime.com/sites/default/files/imagecache/blog_image/soviet-censorship-naval-commissar-vanishes.jpg )

    Bu fotoğrafta, Mao’nun yanındaki (4. sırada), Çin Komünist Partisi lideri Bo Gu, Mao’nun emriyle sonradan sansürlenmiş:

    ( http://static5.businessinsider.com/image/52af7f81eab8eaf20465faca-1131-649/2758968454_7bb9e43ea6_o.jpg )

    Bu tür örnekleri, şu adresten detaylı incele:

    ( http://www.businessinsider.com/people-who-were-erased-from-history-2013-12 )

    Aynı taktiği, şu ‘ses kayıtları’ meselesinde; Diktatör Recep Tayyip Erdoğan uyguluyor olabilir.

  40. Sayın Zileli’nin de dahil olduğu, toplumsal muhalefetin önemli bir bölümünde gözlemlediğim, ve yanlış olduğunu düşündüğüm bir tutum:

    AKP/Erdoğan iktidarına karşı doğru ve net bir tavır alırken, bu iktidarın yıkılması durumunda ortaya çıkacak boşluğu doldurabilecek düzen aktörlerinin gücünü küçümsemek.

    Veya, bu tehlikenin farkında olmakla beraber, sadece AKP/Erdoğan karşıtı mücadeleye odaklanma nedeniyle bu konuda ihmalkar olmak. Ve bu ihmalin nelere yol açabileceğini düşünmemek.

    Bir yanlışa karşı tavır alırken, başka yanlışların ortaya çıkmasına meydan vermemek de aynı derecede önemli değil midir?

  41. “Eğer, o ses kayıtlarının, Fetullah Gülen cemaatinin mensupları tarafından ‘edit’ edildiğini, sonra YouTube’da yayınlandığını iddia ediyorsan; aynı taktiğin ‘Diktatör Erdoğan cephesi’ tarafından uygulanabileceğini de olasılık dahilinde tutman gerekir. ‘Diktatör Erdoğan cephesi’; sanıldığı kadar, keriz değildir.”

    Ben, herhangi bir sey iddia ediyor degilim.

    Cogumuzun farkinda olmadigi yeni bir teknolojinin ortaya ciktigina isaret etmek istiyorum.

    Linklerini verdigim (baska linkler de var Youtube’da) uygulamanin bir laptopta calistirildigini dikkate alirsak, bunun tuketici (‘consumer’, ‘user’) seviyesine inmeden once cok daha guclu bilgisayarlarda calistirildigini, cok daha guclu ve yetenekli oldugunu farzedebiliriz.

    [DARPA tarafindan desteklenen/yurutulen projelerin karakteristigi budur. Bu teknolojiler, zaman icinde tuketici seviyesine inebilirler; ama, birincil amac, tabii ki, bu degildir.]

    Yakin zamana kadar, hepimizin bir onkabulu suydu: Goruntu ile oynanabilir, sahtesi peydahlanabilir; ama, ses kayitlari oyle degil; ‘kuvvetli delil’ sayilirlar.

    Oyle olmadigini, olmak zorunda olmadigini, yukaridaki linkler gosteriyor.

    Bu, biz siradan insanlara, artik ses kayitlarina da itibar etmemek gerekebileceginin uyarisidir.

    Suradaki linkte bunun baska yansimalarina da degiliniyor.

    https://www.theregister.co.uk/2017/04/24/voice_stealing_lyrebird/

    Simdi, gelelim, ‘Diktatör Erdoğan cephesi’nin sanıldığı kadar, keriz olup olmadigina.

    Hemen soyleyeyim: Bu ‘keriz’likten cok, herhangi bir teknolojiye erisimin olup olmadigina, onu kullanacak kisilerin ‘takim’da olup olmadigina, ve –daha da onemlisi– onu kullanmak icin sebeplerinin olup olmadigina bakar.

    ‘Diktatör Erdoğan cephesi’nin, bence, bu baslik altinda sayabilecegimiz pek bir seyi yoktu.

    Yani, ses kayitlari yaratmak teknolojisine erisimleri yoktu.

    Dolayisi ile, kullanacak kisiler ‘takim’da mevcut degildi.

    Dahasi, ‘blissful’ bir savunma halindeydiler, kullanmak icin sebepleri yoktu.

    Kisacasi o akil yoktu.

    Bunlar olsaydi, cikan/yayinlanan ses kayitlarinin ne kadar kolay yaratilabildigini gosteren benzer –fakat, komik– baska ses kayitlari yayinlarlar ve bunlarin etkilerini sifirlayabilirlerdi.

    Bunu yapamadilar; cunku, ‘takim’da, ne o yetenek ne de o akil vardi.

    Ama, bu tur tufalara sadece AKP/Erdogan baglaminda dusuluyor degil ki.

    Hatirlar misiniz, bir ‘islak imza’ konusu vardi…

    Imzanin iddia edilen kisi tarafindan atilip atilmamis oldugunu uzun zaman konustuk.

    Bunun boyle olup olmadigini da, Adli Tip ve baska yerlerdeki grafologlara filan danismakla aylar harcadik.

    Halbuki, Adli Tip veya grafologlar (durust olsalar bile), herhangi bir insanin imzasini mukemmelen atabilen bir makina karsisinda hicbir ise yaramaz.

    Ve, biz, en az yirmi sene onceki teknoloji ile dahi bunun yapilmasinin mumkun oldugunu bilmiyorduk.

    ‘Biz’ derken, ‘basta TSK olmak uzere, devlet ve adli sistem’ demek istiyorum.

    Hukuk sisteminizi ele gecirmis ya da paralize etmis bir ‘Cemaat’, bir de bu tur teknolojilere erisimi varsa, tabii ki, sizin basiniza her turlu corabi orebilir.

    Nitekim ordu de.

    Basini da, onemli derecede, elinde tutan (ya da etkileyebilen), ayni ‘Cemaat’, yarattigi ‘kullanisli aptal’ taifesinin salakca duyarliligindan da istifade eder; ve ‘shock’ taktikleri ile, aklinizi basindan alir.

    Nitekim, aldi da.

    Son olarak, baska pek kimsenin uzerinde durmadigi bir baska seye isaret etmek istiyorum.

    Bu da, bizim –hesapta ‘aydin’larin ve siradan halkin– aklimizla ‘Cemaat’in nasil dalga gectigine iyi bir ornektir.

    Hatirlar misiniz (yine), RTE’nin konutunda 1 milyar dolar nakdinin oldugunu, polisin bu binayi cevirdigine dair laflarin dolandigi gunleri.. O para, polisin cevirdigi binadan cikarilip kacirilmisti filan.. [Ayakkabi kutulari, Halk Bankasi Gn Md filan da bu senaryonun yan unsurlari idi.]

    http://www.gazetevatan.com/-basbakan-in-evinde-bir-milyar-dolar-ne-geziyor—613755-gundem/

    Ben de, iddianin dogru olup olmadigindan oteye, bunun fiziken mumkun olup olmadigini merak etmistim.

    Basit bir hesapla, 1 milyar dolar nakit, her biri en buyuk banknot olan 100 dolar olsa, 26 metrekup civarinda bir hacim tutar.

    Bu hacim de, bir TIRa ya da birkac kamyona veya panelvana ancak sigar.

    Bu kadar sayidaki araclari, sehrin gobegindeki bir konuttan, ustelik polisin cevirdigi bir konuttan, kimseye caktirmadan cikartip baska bir yere tasimak mumkun degil.

    Mumkun degil; ama, akli basinda olmasi gereken bir suru insan buna inanabildi, inandirildi. Cikip, ciddi ciddi, konustular.

    Benim 1 milyar dolarim olsa, bunu evimde mi saklarim? Ya da, banknotlar halinde bir yerde mi muhafaza ederim. Bu kadar ‘keriz’ birisi mumkun mudur?

    Asil ‘keriz’, bence, 1 milyar dolari olan birisinin bu kadar ‘keriz’ olabilecegini zannedenlerdir.

    Fakat, cok sukur, hem ses kayitlari konusunda, hem islak imza konusunda (buna, ‘hipnozla iskence etmek’ filani da ekleyebiliriz), hem de konutta 1 milyar dolar konusunda, rahatca gorebilecegimiz uzere, ortalikta ziyadesiyle ‘keriz’ var.

    Bu yuzden, kendisine aydin diyen mektepli salaklarin dediklerine zerre kadar itibar edemiyorum.

    Bu taifenin onemli bir kismini da, kendisine ‘solcu’ diyenler olusturuyor, malesef.

  42. Sahibinin sesi, gerçek kimliğini ortaya koydu: sadece ”fesat” değil, ”ajansı-yandaş-biatçı-teşkilattan” olduğunu da ayan etti. Ya 1984/Orwel doğru değil, ya Nazi propaganda ekibi yanlış: Fesatlık bu toplum için en büyük tehlike olduğu gibi, icraatıyla da artık sınırlarını aşıyorsa yapılacak bir şeyler var. Bu da bilinçle ve bazı kulakları kesmekle başlar.

  43. ‘Linklerini verdigim (baska linkler de var Youtube’da) uygulamanin bir laptopta calistirildigini dikkate alirsak, bunun tuketici (‘consumer’, ‘user’) seviyesine inmeden once cok daha guclu bilgisayarlarda calistirildigini, cok daha guclu ve yetenekli oldugunu farzedebiliriz. [DARPA tarafindan desteklenen-yurutulen projelerin karakteristigi budur. Bu teknolojiler, zaman icinde tuketici seviyesine inebilirler; ama, birincil amac, tabii ki, bu degildir.]’

    Bahsettiğin ‘cok daha guclu bilgisayarlar’a ulaşmak, sadece birkaç kişiye & teşkilata mahsus değil. Günümüzde, pek çok kişi & teşkilat da, bahsettiğin ‘cok daha guclu bilgisayarlar’a ulaşabilir, ses kayıtlarında ‘edit’lemeyi bizzat kendisi (‘cephesindeki askerler’, ‘yandaşlar’) yapıp, ‘sahte mağduriyet’ler icat ediyor olabilir. ‘DARPA’ dediğin şeyi, senden öğrenecek değilim. ‘DARPA’ hakkındaki bilgileri, sen, nasıl internet üzerinden topladıktan sonra buraya gelip döküyorsan; ben de aynısını yapabilirim. Hiç bilinmeyen bir şeyi, sanki, ilk sen açığa vuruyormuşsun gibi bir görüntü vererek; kendini daha fazla küçültme.

    ‘Hemen soyleyeyim. Bu ‘keriz’likten cok, herhangi bir teknolojiye erisimin olup olmadigina, onu kullanacak kisilerin ‘takim’da olup olmadigina, ve (daha da onemlisi) onu kullanmak icin sebeplerinin olup olmadigina bakar. ‘Diktatör Erdoğan cephesi’nin, bence, bu baslik altinda sayabilecegimiz pek bir seyi yoktu. Yani, ses kayitlari yaratmak teknolojisine erisimleri yoktu. Dolayisi ile, kullanacak kisiler ‘takim’da mevcut degildi. Dahasi, ‘blissful’ bir savunma halindeydiler, kullanmak icin sebepleri yoktu. Kisacasi o akil yoktu. Bunlar olsaydi, cikan-yayinlanan ses kayitlarinin ne kadar kolay yaratilabildigini gosteren benzer (fakat, komik) baska ses kayitlari yayinlarlar ve bunlarin etkilerini sifirlayabilirlerdi. Bunu yapamadilar; cunku, ‘takim’da, ne o yetenek ne de o akil vardi. Ama, bu tur tufalara sadece AKP-Erdogan baglaminda dusuluyor degil ki.’

    Hemen söyleyeyim: Sen, o esnada, orada mıydın, Erdoğan’ın yanında mıydın? ‘Bu yoktu’, ‘Şu yoktu’, ‘O yoktu’ diye yazarak, emin olduğuna göre, oradaydın galiba.

    Ben, mesela, Fetullah Gülen cemaati gibi it-kopuk sürüsünün, ses kayıtlarını YouTube üzerine yüklemeden önce ‘edit’leme yaptıklarına veya yapmadıklarına %100 kesin deMEdim, ve ‘Diktatör Erdoğan cephesinin bizzat kendisi, ‘sahte mağduriyet’ler icat ediyor olabilir’ gibi bir ihtimal olabileceğinden de bahsettim.

    Bir örnek daha vereyim:

    Donald Trump, başkanlığı elinden kaybetMEmek için, oy tabanının eriMEmesi için; ‘Rusya’nın, 2016 seçim sürecine müdahale etmiş olabileceği’ haberlerinin, sürekli gündemde kalması talimatını veriyor olabilir. Hatırlarsan, en son, bizzat oğlu; seçim (öncesi ve sonrası) sürecinde, Trump cephesinin, Clinton’a karşı hamleler yapmak için, Rus bir avukatla görüştükleri bilgisini duyurmuştu. Bu haberin duyurusunu oğlunun yapmış olması; ‘acaba, Donald Trump’ı sırtından hançerleyen bizzat oğlu mu?’ sorusunu gündeme getirdi. ‘Kemal Kılıçdaroğlu’nun ağabeyi Celal Kılıçdaroğlu, nasıl Erdoğan’ın ekmeğine yağ sürüyorsa; Donald Trump’ın oğlu da, Clinton cephesi tarafından satın mı alındı?’ sorusu da gündeme geldi.

    Sanki Erdoğan’ın dibindeymişsin de; ‘yoktu’, ‘yoktu, ‘yoktu’ peş peşe sıralamışsın.

    ‘Hatirlar misiniz, bir ‘islak imza’ konusu vardi… Imzanin iddia edilen kisi tarafindan atilip atilmamis oldugunu uzun zaman konustuk. Bunun boyle olup olmadigini da, Adli Tip ve baska yerlerdeki grafologlara filan danismakla aylar harcadik. Halbuki, Adli Tip veya grafologlar (durust olsalar bile), herhangi bir insanin imzasini mukemmelen atabilen bir makina karsisinda hicbir ise yaramaz. Ve, biz, en az yirmi sene onceki teknoloji ile dahi bunun yapilmasinin mumkun oldugunu bilmiyorduk. ‘Biz’ derken, ‘basta TSK olmak uzere, devlet ve adli sistem’ demek istiyorum. Hukuk sisteminizi ele gecirmis ya da paralize etmis bir ‘Cemaat’, bir de bu tur teknolojilere erisimi varsa, tabii ki, sizin basiniza her turlu corabi orebilir. Nitekim ordu de. Basini da, onemli derecede, elinde tutan (ya da etkileyebilen), ayni ‘Cemaat’, yarattigi ‘kullanisli aptal’ taifesinin salakca duyarliligindan da istifade eder; ve ‘shock’ taktikleri ile, aklinizi basindan alir. Nitekim, aldi da.’

    ‘Sahte ıslak imza’ atılmasına; Diktatör Erdoğan, onay vermiş olabilir. Bu ihtimali, istersen, sen göz ardı edebilirsin. Diktatör Erdoğan ve cephesi; sanıldığı kadar keriz değildir, diye uyarmıştım seni. Sanki ‘Fetullah Gülen ile Diktatör Erdoğan’ el ele, kol kola, omuz omuza hiçbir zaman olMAmış gibi, boş boş kelimeler yazarak bu siteyi işgal etme. Stalin, kendisine yardım edenleri kullandı ve attı. Erdoğan da, kendisine yardım edenleri kullanmış ve atmış olabilir. Sen, ‘Erdoğan kandırıldı’ diye yaza yaza; yandaşlığını bir kez daha kanıtlıyorsun.

    ‘Hatirlar misiniz (yine), RTE’nin konutunda 1 milyar dolar nakdinin oldugunu, polisin bu binayi cevirdigine dair laflarin dolandigi gunleri.. O para, polisin cevirdigi binadan cikarilip kacirilmisti filan.. [Ayakkabi kutulari, Halk Bankasi Gn Md filan da bu senaryonun yan unsurlari idi.] ( http://www.gazetevatan.com/-basbakan-in-evinde-bir-milyar-dolar-ne-geziyor—613755-gundem/ ) Ben de, iddianin dogru olup olmadigindan oteye, bunun fiziken mumkun olup olmadigini merak etmistim. Basit bir hesapla, 1 milyar dolar nakit, her biri en buyuk banknot olan 100 dolar olsa, 26 metrekup civarinda bir hacim tutar. Bu hacim de, bir TIRa ya da birkac kamyona veya panelvana ancak sigar. Bu kadar sayidaki araclari, sehrin gobegindeki bir konuttan, ustelik polisin cevirdigi bir konuttan, kimseye caktirmadan cikartip baska bir yere tasimak mumkun degil. Mumkun degil; ama, akli basinda olmasi gereken bir suru insan buna inanabildi, inandirildi. Cikip, ciddi ciddi, konustular. Benim 1 milyar dolarim olsa, bunu evimde mi saklarim? Ya da, banknotlar halinde bir yerde mi muhafaza ederim. Bu kadar ‘keriz’ birisi mumkun mudur? Asil ‘keriz’, bence, 1 milyar dolari olan birisinin bu kadar ‘keriz’ olabilecegini zannedenlerdir. Fakat, cok sukur, hem ses kayitlari konusunda, hem islak imza konusunda (buna, ‘hipnozla iskence etmek’ filani da ekleyebiliriz), hem de konutta 1 milyar dolar konusunda, rahatca gorebilecegimiz uzere, ortalikta ziyadesiyle ‘keriz’ var. Bu yuzden, kendisine aydin diyen mektepli salaklarin dediklerine zerre kadar itibar edemiyorum. Bu taifenin onemli bir kismini da, kendisine ‘solcu’ diyenler olusturuyor, malesef.’

    Yine, hatırlatmak zorundayım:

    Geç, 1 milyar doları; istersen, 1111 milyar doların, ‘ayakkabi kutularina’mı, ‘banka depoları’na mı, TIR’a mı, ‘birkac kamyon’a mı, transatlantik gemiye mi, antrepolara mı sığıp – sığmayacağını ölçmeye devam edebilirsin.

    ‘Sahte mağduriyet’ler yaratmak için; senin gibi ölçüm yapmaya meraklı ‘yandaş’ları toplamak pek zor bir şey değil Necip. ‘Keriz’liğini daha fazla açığa vurmak istersen, devam edebilirsin.

    Stalin, kendisine yardım edenleri kullandı ve attı.

    Erdoğan da, kendisine yardım edenleri kullanmış ve atmış olabilir.

    Senin kullanım süren dolunca, seni de atabilir Necip.

    Senin evine, bizzat Erdoğan tarafından talimat gelmez; ‘Necip, kullanım süren dolmuştur.’ diye. ‘Yandaş’lar dağılmaya başladığında, sen de, dağılanlar arasında olabilirsin. Yakın geleceğin Abdullah Gül’ü, yakın geleceğin Bülent Arınç’ı, yakın geleceğin Hüseyin Çelik’i, yakın geleceğin Sadullah Ergin’i, yakın geleceğin Ömer Dinçer’i, yakın geleceğin Ahmet Davutoğlu’su, yakın geleceğin Cihangir İslam’ı; ‘Necip’ olabilir.

  44. Necip, kulaklarını affettim: serbestçe gezinebilir, tökezlediğin yere kadar gidebilirsin; değmez!

  45. “Bahsettiğin ‘cok daha guclu bilgisayarlar’a ulaşmak, sadece birkaç kişiye & teşkilata mahsus değil. Günümüzde, pek çok kişi & teşkilat da, bahsettiğin ‘cok daha guclu bilgisayarlar’a ulaşabilir, ses kayıtlarında ‘edit’lemeyi bizzat kendisi (‘cephesindeki askerler’, ‘yandaşlar’) yapıp, ‘sahte mağduriyet’ler icat ediyor olabilir.”

    1) Lafi yanlis yerin(iz)den anlamissiniz: Mesele cok daha guclu bilgisayarlara ulsamak degil tek basina (ki, eger ‘cloud’dan degil de, gercek ‘supercomputer’lerden bahsediyorsak, evet, o kolay degil; ama gecelim).

    Yazilimin cok daha sofistike halindeki versiyonunu cok daha guclu bilgisayarlarda calistirmaktan bahsediyorum. [Bu sizin icin yeterince anlasilir bir aciklama degilse; daha fazla detayina girmekle vakit kaybetmek niyetinde degilim.]

    2) ‘Edit’lemekten bahsetmiyoruz. Olmayan bir cumleyi, paragrafi, sifirdan yaratmaktan bahsediyoruz. Yani, ‘uydurmak’tan –buna ‘yaratmak’ da diyebilirsiniz.

    3) Durduk yerde, en azindan siyasi puan kaybina yol acacak seyleri yayinlayip ‘sahte mağduriyet’ yaratmak cok zekice olmus. Hep boyle zeki misiniz, yoksa aradabir mi nuksediyor?

    “‘DARPA’ dediğin şeyi, senden öğrenecek değilim.”

    Ben ogretmek pesinde degilim. Bahsedip gectim.

    “‘DARPA’ hakkındaki bilgileri, sen, nasıl internet üzerinden topladıktan sonra buraya gelip döküyorsan; ben de aynısını yapabilirim.”

    Internet uzerinden topladigimi nereden biliyorsunuz?

    Ote yandan, evet, elinizi de tutan yok.

    “Hemen söyleyeyim: Sen, o esnada, orada mıydın, Erdoğan’ın yanında mıydın? ‘Bu yoktu’, ‘Şu yoktu’, ‘O yoktu’ diye yazarak, emin olduğuna göre, oradaydın galiba.”

    Orada olmaga gerek yok. ‘Olsaydi, ne yapar(lar)di?’ sorusu, ellerinde nelerin olmadigini da gosteriyor.

    “Ben, mesela, Fetullah Gülen cemaati gibi it-kopuk sürüsünün, ses kayıtlarını YouTube üzerine yüklemeden önce ‘edit’leme yaptıklarına veya yapmadıklarına %100 kesin deMEdim, ve ‘Diktatör Erdoğan cephesinin bizzat kendisi, ‘sahte mağduriyet’ler icat ediyor olabilir’ gibi bir ihtimal olabileceğinden de bahsettim.”

    Biraz daha dikkatli okumalisiniz: O kayitlari ‘Cemaat’in olusturdugunu soylememdim ben. O teknolojiye erisimleri oldugunu soyledim.

    “Sahte ıslak imza’ atılmasına; Diktatör Erdoğan, onay vermiş olabilir.”

    Tabii ki, olabilir. Hatta, uzaylilar da isin icine karismis olabilir. Nasilsa hersey mumkun, hersey de muhtemel.

    “Erdoğan da, kendisine yardım edenleri kullanmış ve atmış olabilir.”

    Tabii ki, mumkun.

    Dahasi, siyasette, yola ciktiklarinin en azindan bir kismini satmamis, onlarin bir kismiyla olsun, yollarini ayirmamis bir tek kisi ben bilmiyorum.

    “‘Sahte mağduriyet’ler yaratmak için; senin gibi ölçüm yapmaya meraklı ‘yandaş’ları toplamak pek zor bir şey değil Necip.”

    Sallamaksa butun marifet, herhangi bir seyi herhangi bir sekilde yoksaymak (ya da varsaymak) ve o sallamalarin uzerine kelalaka argumanlar bina etmek, evet, hic de zor degil.

    “Erdoğan da, kendisine yardım edenleri kullanmış ve atmış olabilir.”

    ‘Olabilir’ degil sadece; ben, herhangibir siyasetci gibi, bunu yaptigina eminim.

    Kullanip atmak hem mesrudur, hem de zorunluluktur.

    Insanlar buyuk asklarla, yeminlerle hayatlarini birlestirdikleri kisilerden bosaniyor ve ayrilabiliyorlarsa, siyaset gibi cok daha degisken ortamlarda bunun olmayacagini mi dusunuyorsunuz?

    Faydasi kalmayanlara vefa borcu diye bir sey yoktur siyasette.

  46. Cemil Çiçek’in, 12 Mart 1971 muhtırasından sonra, orduya teşekkür ettiği bildiride şunlar yazıyor:

    MUHTEREM MEMDUH TAĞMAÇ
    GENEL KURMAY BAŞKANI
    ANKARA

    ‘Aylardan beri anarşist ve komünist militanların silahlı tecavüzleri yüzünden derslere devam edemeyen, hayatları ve okuma hakları tehdit altında bulunan, Türkiye’mizin istikbalinden endişe duyan milliyetçi ve vatan sever talebeler olarak bayram mesajınızı ümid ve takdirle karşıladık.

    Milliyet, devlet ve milli ordu düşmanları karşısında kahraman ordumuzun mert sesini duymaktan büyük sevinç ve kıvanç duyduk. Bağlılıklarımızı bildirir, saygılar sunarız.’

    MÜCADELE BİRLİĞİ
    İSTANBUL SANCAĞI İDARE HEYETİ ADINA
    CEMİL ÇİÇEK

    Bildirinin aslı:

    ( https://pbs.twimg.com/media/DFFJZoYXkAAFdK7.jpg:large )

    Detay:

    ( http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/594330/Melih_Gokcek__Cemil_Cicek_ve_Huseyin_Gulerce_darbeci_cikti.html )

  47. “Kıvırmaktan bir türlü vazgeçmiyorsunuz.”

    Sahneye konmak oncesi safhalardaki bir piyesin provasinda degiliz –su, her oyuncunun, kendisine dusen kismi metinden okudugu provolardan birinde..

    Yani, ben (onceden yazilmis bir metinden aktarir gibi) sizin beklediginiz cevabi yazmakla mukellef degilim.

    Cevap, beklediginiz gibi gelediyse, ya da hosunuza gitmediyse, sorumlusu ben degilim.

    “Neden herkesin bildiği, herkesin birbirlerine köpek muamelesi yaptığı bir dünya da bu propagandaya gerek duyuluyor?”

    Bu tur sorular, bana, vaktiyle TV kanallarinda gosterilen bir reklami hatirlatiyor: Cocuk, babasina hitaben, ‘Yildirim duserse sen tutar misin? diyordu.

    ‘Yildirim’ guzel bir secimdi. Bir insandan mi; yoksa, bir doga olayindan mi bahsettigi belli degildi ve reklamin bence en guzel, esprili, kismi oydu. Sigorta sirketlerinden birisinin reklamiydi.

    Sizin sorulariniz da boyle. Hem ucu acik, hem de oznesi filan muphem/karmakarisik.

    Espri mahiyetinde soruyorsaniz, guzel, de; ciddi ciddi soruyorsaniz, bu tur sorulara cevap verecek zamanimin olmadigini size daha once niye soylemedim diye hayiflandigimi vurgulamak isterim.

    “Sizler gibi bilmeden konuşanlara daha henüz 19. yüz yılda ‘koltuk filozofları’ adı takıldı.”

    Bir. Ayaykustu konusmak da cok matah degil. Iki. Isteyen herkes herkese bir isim takabilir; bundan kacis yok. Uc. Bunlari muhatap almak zaman kaybidir.

    “İktidar ebedidir, evrim teorisi, vahşi çıplaklar ve benzeri sayısız kesin konularda cahil olduğunuzu söyledim. Cevap vereceğinize hep laf oyunlarıyla siz ebedileştirerek ve soyutlaştırarak kıvırdınız. Kesin ve belirli konu yerine kelimelerle oyuna sokmakla sadece soyutlama değil, kaçamaklık ettiniz.”

    Ben cahil oldugumu biliyorum. Ama, sizin bana cahil diyecek kadar arif oldugunuza hic de emin degilim.

    Dolayisi ile, birbirimize bir faydamiz olmak yerine, birbirimize etiketler takmakla zaman kaybeden iki ahmak oluruz.

    O yuzden cevap vermedim.

    “Peki, en azından klasik iktidarlarda, sorumluk, anayasayla kısıtlanıp belirlenmiyor mu?”

    Konunun ozu ile bunun alakasi yok.

    ‘Iktidar’ anayasalardan filan cooook onceleri vardi. Yasalar, cok olsa, toplumca kabul edilen uygulamalarin kodifikasyonudur.

    Bu bakimdan, Yurttaslik Bilgisi filanlar konunun magazin tarafi olabilir en cok.

    “Azınlıkları kırımdan geçirmekle ve iktidar istemeyenleri hapislere atma ve idam etmeyle iktidar sizler gibi çoğunluğun iradesi icra etmiyor mu”

    Bu da alakasiz bir baglam.

    Cunku, bu dediginiz, ister cok daha kucuk, isterse de cok daha buyuk olceklerde olsun, her zaman mevcut olmustur.

    Bunlari yapmak icin, kimse, sosyologlarin, filozoflarin, din adamlarinin –sunun bunun– vaftizine muhtac olmamislardir.

    “Bak ne güzel, efendilerimiz sorumluluk omuzlamışlar.”

    Soyle bir duvar yazisi hatirliyorum: “Imagine, generals gave a war; and nobody turned up”..

    Sunu demek istiyorum: Siz, oyle saniyorsunuz galiba, ‘efendiler’ karar verir ve vasallar/koleler/havas filan uygular…

    Alakasi yoktur. Toplumun geneli o havaya girerse, olur. ‘O havaya’ girmesini de, tek basina, ‘efendi’ler saglayamaz.

    “Yemin ederim, yeteneğim olsa sizin fasa fisolarınızı didik didik edip 5-6 yüz sayfalı bir kitap yazabilirim. Ama çabama değmez.”

    Bana sorsaydiniz, ben de tavsiye etmezdim.

    Omrunuzun geri kalanini baskalarinin biraktiklari izeri taki etmekle harcamak cok dogru degil cunku.

    You ain’t a hound dog.

    “Bilgi artıyor diyenleri dinle.”

    Almayayim.

    Dinleyecek olsaydim, onlarin dediklerini kes-yapistir yapar; yorulmazdim.

    “kuran ıq’ra, oku, kelimesinden türer.”

    Yanlis. Yani, kismen yanlis.

    ‘Ikra’nin bugunku Turkcedeki en iabetli karsiligi ‘soyle’dir (Ingilizcesi ‘recite’). Tipki, ‘kalk bir sarki soyle; bir siir soyle’ filanda oldugu gibi –yani, ‘metinden oku’ degil; ‘anladigin, aklinda kaldigi, sekliyle soyle/oku’. ‘Maval okumak’taki ‘oku’ da diyebiliriz.

    [Bizdeki tatlisu muslumanlari da, zaten, bu kelimenin anlamini dogru durust bilmediklerinden, “madem okuyabiliyordu, neden hala daha ‘ummi’ oldugunda israr ediyorsunuz?” sorusu karsisinda dut yemis bulbul olurlar. Ote yandan, devrin Arabistaninda, ‘ummi’ demek ‘okur yazar olmamak’ demek degildi; siirin cok onemsendigi bir zamanda, siir yazacak kalibrede olmamak anlamina geliyordu. O da ayri bir konudur. But, I digress.]

    “Benim için bilgi nesilden nesle olduğu aktarılan bilgidir.”

    Bu dediginiz, bilginin evrim surecine isaret eder. Yanlis bir yaklasim degildir; ama, her durumda dogru olacaginin da garantisi yoktur.

    “Not: Laf oyununa başlarsınız diye değişmelerle birlikte demek istedim, aslında siz insanı bu kadar bıktırıyorsunuz!”

    Eh.. bu kadar da olsun.. Sizi daha detayli dusunmege ya da kendinizi ifade ederken dahi sorgulamaga sevkediyorsam, bu benim kabahatim degil –bilakis, bir katkim sayilmalidir.

    “Dedesi şaman, gezegenler arası bedava seyahat eden kozmik turist. Tabii sizin gibi salt gördüğüne, örneğin atomlar, inanan cin Türkler böyle bir saçmalığa inanır mı?”

    Inanmam, tabii ki. Ama, ‘neden olmasin?’ hanesinden de kovmam.

    “Bana gelince, benim için en önemlisi anlamak.”

    Ben de bu ‘anlamak’ dediginiz seyin pesindeyim. Ama, lanet olasi kelime yaziya dokuldugunde, tipki muz gibi, her turlu anlama cekilebiliyor. Benim ‘anla’digimi, siz ‘anlaMAmis’ sayabiliyorsunuz –vice versa.

    “Sizin çok kesin ve özel konularda atıp tutmalarınızı alaylarla, espri vari mantık yoksunurluğuyla, düzeltmelerle, size hatırlattım.”

    E, iyi ettiniz. Ben de, hep, bu tur nunaslarimin gume gidiyor oldugundan endise ederdim. Cok sukur oyle degilmis.

    “Neden o zaman bu kesin kes, mantık, fizik, modern bilim, paleontoloji, hatta şempanzeler üzerinde iktidar konusunu yazan ve bu alanda yıllarını vermiş bir insanı küstahlık ve ukalalık ederek hiçe saydınız.”

    Iki temel sebebi var –hatta uc, ya da daha cok 😉

    Bir. Her yazilana cevap veremiyorum. Vakit meselesi.

    Iki, ifade edilis sekline (yani tarzina, yani ambalajina) katilmamis olabilirim. Benim soyleyecegim sekliyle yazmak icin vakit harcamak da mumkun olmamis olabilir.

    Uc. Bu tur konular, pratik bir sonuca varmak icin cok fazla nefes/byte tuketmege ihtiyac duyarlar. Elde edilecek faydaya degmeyebilir.

    Daha da saymak mumkun, ama o da faydadan ari olur.

    “İlgilinizi çeken bir konuda bile bilmeden konuşmanız bana sadece sık sık rastladığım yobaz kara cahilleri hatırlattı.”

    Sorun degil. Uryan/cahil geldim; uryan/cahil gidecegim.

    “Sizin gerçekten öğrenmek istediğinize inansam, en azından son 40-50 yıldır araştırıcı antropologların yazdıkları kitapları sıralardım.”

    Lutfen yapmayin –yani, zamaninizi bu tur seylerle israf etmeyin.

    Okumam. Okuyacak degilim.

    Bir dirhem bal icin bir ceki odun yemek niyetim yok, demek istiyorum.

    Dahasi, onca kitap, su bu, bugun geldigimiz noktada birer ‘veri’ (‘data’) ya da ‘malumat’ (‘information’) mertebesindedirler. O kadar vaktim yok.

    Fakat, bunlardan edindiginiz ‘knowledge’ (galiba, bu baglamda, ‘hikmet’ diyebiliriz) yazarsaniz, onlar uzerine –karsilikli vakit oldugunca– konusabiliriz ve gereginde (itiraz halinde) ‘veri’ (‘data’) ya da ‘malumat’ (‘information’) deyatina gireriz.

    Ama, yok. Sadece kitap adi, yazar adi filan yazacaksaniz (baska herkes icin de soyluyorum bunu) hic zahmet etmeyin. Malumatfurusluk sayarim sadece.

    “Antropolog görüp anlamadığı bir olgudan yola çıkar.”

    Fizikci ya da antroplog –veya baska bir konuda calisan herhangi birisi–.. benim bunlara karsi bir hincim yok. Hepsi, bir seyleri anlamaga calisiyor sonucta.

    Ama, suna itiraz ediyorum: Hicbirisi butunun tamamini anlamis olamaz. Dolayisi ile, soyledikleri ‘hikmet’ degil, ‘veri’ (‘data’) ya da ‘malumat’ (‘information’) sayilmalidir.

    [Bu baglamda, ‘hikmet’ yerine, ‘aksiom, ‘postulat’, ‘dogma’, ‘tabu’ filan kullanmak daha isabetli olurdu belki.]

    “Hayatta kalmak için hayattan vazgeçenlersiniz.’

    Boyle ‘buyuk’ bir laf etmek, aforizmik seyler soylemek, guzel de; bunu bir gunah gibi konumlandirmak hem muthis bir kibir hem de realiteden kopukluk anlamina geliyor –benim baktigim yerden.

    Tabii ki, ‘hayatta kalmak’ birinci oncelik olmak zorunda. Bunun icin de, ‘hayat’ dediginiz utopyadan –en azindan bir nebze; onemli bir nebze– vazgecmek zorundasiniz.

    Yani, ‘ya hep ya hic’ diye rest cekerseniz, ‘hayat’ blofunuzu gorur ve ‘hic’le kalirsiniz.

    Dolayisi ile, ‘hayat’ ile pazarliga cik olmak zorundasiniz –eli kuvvetli olan siz degilsiniz cunku.

    “Bence siz boyun eğme mecburiyetini, verdiğiniz ödünü fazilet etmişsiniz.”

    Yine ayni sey: ‘Ya hep ya hic’ diye rest cekiyorsunuz; ve, ‘hep’ olmuyorsa, ‘boyun egmis’ sayiyorsunuz. Bu dogru degil.

    Bence, pazarlik/muzakere olarak bakmak daha dogru.

    “‘Dışardan bakma’, ‘olanları olduğu gibi, nesnel görme’ gibi bilim çıkalı başımıza bela olan hakikatle gerçek dünyayı karıştırıyorsunuz.”

    Yok. Karistirmiyorum. ‘Bilimsel’ iddiasi olanlari, ‘bilimsellik’ kriterleri ile tartiyorum. Ona uymayanlari da, bilimsel olmadigi icin, elestiriyorum.

    Yani, benim fetislerim arasinda ‘bilimsel’lik yok. Ama, birisi bu tur iddia ile ortaya cikiyorsa, en azindan o kriterleri saglamasi lazim.

    “Gerçek Müslüman yobazlara göre bunlar Allah’ı kandırmaya çalışıyorlardı.”

    Şamanist gelenekten bahsediyorsunuz, zannedersem. Cocuklari olen ailelerin, kotu ruhlar dadanmis olduguna inandigi; bunu bypass etmek icin de cocuklarin kendilerine ait olmadigini (baskasina satilmis oldugunu, yani baskasinin mulku oldugunu) vurgulamak icin, kizlara ‘Sati’, erkeklere de ‘Satilmis’ isminin verildigi gelenek.

    Iyi de, bunun konuyla ilgisi ne? Dunyanin her yerinde, her inanis icinde/etrafinda syncretic renkler/tonlar olur. Kimisi uyar, kimisi reddeder.

    “Bakın bilgi zamanımızda son derece ucuz. Sizin gibi biri hala anlamadığı konularda çene düşüklüğü yapabiliyor.”

    Olsun.. Cok sukur ki, aramizda, sizin gibi, her konuyu anlayan birisi var.

    Kiymetinizi bilmekten de aciziz; ama, o kadari Kadi kizinda bile olur.

    “Ama burada da konuyu pek bilmediğiniz, çok önemli farkları görmemeniz sizde çok yükseklerden atma alışkanlığı yaratmış.”

    Ben yukseklerden atmiyorum. Kendi kanaatimi soyluyorum.

    Ote yandan, neyin yanlis oldgunu, neden yanlis oldugunu, dogrusunun ne oldugunu soylemeden, sizin bu tur laflari ediyor olmaniz, sizin daha iyi bildiginiz anlamina gelmiyor malesef.

    Benim baktigim yerden, siz, okuduklariyla kafasi karismis; hafizasi da kuvvetli oldugu icin (bazan bu bir ‘bela’dir, ‘lanet’tir; bir ‘curse’dir), kendi icinde surekli kapisan bir suru isimle/fikirle cebellesen birisi goruntusu veriyorsunuz.

    Buna, ‘cok okumus; fakat, olgunlasamamis’ demek durumundayim.

    Baska bir deyisle, ‘okumus’lugunuz –harcadiginiz emek ve zaman– takdir edilesi bir gayret olmakla beraber, ‘semere’ baglaminda baktigim zaman uzuluyorum.

    Samimiyim.

    “Sayısız defa denedim ve sizin meşhur tümevarım safsatasıyla kanıtladım.

    Ne zaman sizin gibi ilahilerle yaftalar takılsa, konuyu değiştirip aradan bir zaman geçtikten sonra, bütün varlığımla inandığım ‘hayat eşsiz güzel’ desem, bu ikiyüzlüler hemen bana, aynı sizin gibi, hayatın boktan olduğunu söyleyip benim ne kadar cahil ve saf olduğumu ‘gördüler’.”

    Belli bir derecede vurdumduymazlik gelistirmek gerekiyor. Her negatif yorumu, lafi kaale alirsaniz, hicbir yere varmak mumkun olmaz. Kendi acimdan benim dusturum budur.

    “Benim için dünyayla veya yaşamla aramıza sayısız pezevenkler girmiş. Siz pezevenkleri incelemeler peşindesiniz.”

    Kisisel deneyimlerimize, zorunlu olarak, ‘anekdotal’ diyoruz.

    Bunlarin uzerine cikmak gerekiyor. O yuzden, ben, benim hayatimda karsilastigim pezevenkleri –genelleme amaciyla– gundeme getirmiyorum.

  48. 43 noda ‘Yorumunuz incelendikten sonra yayınlanacaktır.’ statusunde bekleyen bir yorumum var.
    Epeyi zaman da oldu.
    Galiba atlandi. Yayinlanmaycaksa siler misiniz lutfen

  49. bulamıyorum, yeniden yollayabilir misiniz.

  50. [“bulamıyorum, yeniden yollayabilir misiniz.”
    Ilgilendiginiz icin tesekkur ederim.”

    “Bahsettiğin ‘cok daha guclu bilgisayarlar’a ulaşmak, sadece birkaç kişiye & teşkilata mahsus değil. Günümüzde, pek çok kişi & teşkilat da, bahsettiğin ‘cok daha guclu bilgisayarlar’a ulaşabilir, ses kayıtlarında ‘edit’lemeyi bizzat kendisi (‘cephesindeki askerler’, ‘yandaşlar’) yapıp, ‘sahte mağduriyet’ler icat ediyor olabilir.”

    1) Lafi yanlis yerin(iz)den anlamissiniz: Mesele cok daha guclu bilgisayarlara ulsamak degil tek basina (ki, eger ‘cloud’dan degil de, gercek ‘supercomputer’lerden bahsediyorsak, evet, o kolay degil; ama gecelim).

    Yazilimin cok daha sofistike halindeki versiyonunu cok daha guclu bilgisayarlarda calistirmaktan bahsediyorum. [Bu sizin icin yeterince anlasilir bir aciklama degilse; daha fazla detayina girmekle vakit kaybetmek niyetinde degilim.]

    2) ‘Edit’lemekten bahsetmiyoruz. Olmayan bir cumleyi, paragrafi, sifirdan yaratmaktan bahsediyoruz. Yani, ‘uydurmak’tan –buna ‘yaratmak’ da diyebilirsiniz.

    3) Durduk yerde, en azindan siyasi puan kaybina yol acacak seyleri yayinlayip ‘sahte mağduriyet’ yaratmak cok zekice olmus. Hep boyle zeki misiniz, yoksa aradabir mi nuksediyor?

    “‘DARPA’ dediğin şeyi, senden öğrenecek değilim.”

    Ben ogretmek pesinde degilim. Bahsedip gectim.

    “‘DARPA’ hakkındaki bilgileri, sen, nasıl internet üzerinden topladıktan sonra buraya gelip döküyorsan; ben de aynısını yapabilirim.”

    Internet uzerinden topladigimi nereden biliyorsunuz?

    Ote yandan, evet, elinizi de tutan yok.

    “Hemen söyleyeyim: Sen, o esnada, orada mıydın, Erdoğan’ın yanında mıydın? ‘Bu yoktu’, ‘Şu yoktu’, ‘O yoktu’ diye yazarak, emin olduğuna göre, oradaydın galiba.”

    Orada olmaga gerek yok. ‘Olsaydi, ne yapar(lar)di?’ sorusu, ellerinde nelerin olmadigini da gosteriyor.

    “Ben, mesela, Fetullah Gülen cemaati gibi it-kopuk sürüsünün, ses kayıtlarını YouTube üzerine yüklemeden önce ‘edit’leme yaptıklarına veya yapmadıklarına %100 kesin deMEdim, ve ‘Diktatör Erdoğan cephesinin bizzat kendisi, ‘sahte mağduriyet’ler icat ediyor olabilir’ gibi bir ihtimal olabileceğinden de bahsettim.”

    Biraz daha dikkatli okumalisiniz: O kayitlari ‘Cemaat’in olusturdugunu soylememdim ben. O teknolojiye erisimleri oldugunu soyledim.

    “Sahte ıslak imza’ atılmasına; Diktatör Erdoğan, onay vermiş olabilir.”

    Tabii ki, olabilir. Hatta, uzaylilar da isin icine karismis olabilir. Nasilsa hersey mumkun, hersey de muhtemel.

    “Erdoğan da, kendisine yardım edenleri kullanmış ve atmış olabilir.”

    Tabii ki, mumkun.

    Dahasi, siyasette, yola ciktiklarinin en azindan bir kismini satmamis, onlarin bir kismiyla olsun, yollarini ayirmamis bir tek kisi ben bilmiyorum.

    “‘Sahte mağduriyet’ler yaratmak için; senin gibi ölçüm yapmaya meraklı ‘yandaş’ları toplamak pek zor bir şey değil Necip.”

    Sallamaksa butun marifet, herhangi bir seyi herhangi bir sekilde yoksaymak (ya da varsaymak) ve o sallamalarin uzerine kelalaka argumanlar bina etmek, evet, hic de zor degil.

    “Erdoğan da, kendisine yardım edenleri kullanmış ve atmış olabilir.”

    ‘Olabilir’ degil sadece; ben, herhangibir siyasetci gibi, bunu yaptigina eminim.

    Kullanip atmak hem mesrudur, hem de zorunluluktur.

    Insanlar buyuk asklarla, yeminlerle hayatlarini birlestirdikleri kisilerden bosaniyor ve ayrilabiliyorlarsa, siyaset gibi cok daha degisken ortamlarda bunun olmayacagini mi dusunuyorsunuz?

    Faydasi kalmayanlara vefa borcu diye bir sey yoktur siyasette.

  51. “Kullanip atmak hem mesrudur, hem de zorunluluktur.”
    “Faydasi kalmayanlara vefa borcu diye bir sey yoktur siyasette.”

    Necip gibilere ihtiyacı kalmayan RTE’lerin onları içeri atması da hem meşrudur, hem de zorunluluktur.
    Faydası kalmayanlara vefa borcu diye bir şey yoktur siyasette.

  52. Kahramanmaraş, Kahramankazan, KahramanRTE

    ‘Hero’ yazılı tişörtle duruşmaya gelen sanık yakını tutuklandı

    Ankara Batı Cumhuriyet Başsavcılığından Polatlı darbe girişimi davasının görüldüğü Sincan Cezaevi’ndeki duruşma salonuna “Hero” yazılı tişörtle girmek isteyen sanık yakınının “silahlı terör örgütü propagandası yapmak” suçundan tutuklandığı bildirildi.

    Başsavcılıktan yapılan yazılı açıklamada, bazı terör örgütü FETÖ/PDY mensuplarının yargılandıkları duruşmalara, üzerinde “kahraman” anlamına gelen İngilizce “Hero” yazan tişörtle katıldıklarının kamuoyuna yansıdığı anımsatıldı. Açıklamada, şu ifadelere yer verildi:

    “17 Temmuz günü Sincan Ceza İnfaz Kurumu’nda Ankara 13. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından Polatlı darbe girişimi davasının görüldüğü duruşma salonuna sanık yakını olan E.B, üzerinde ‘Hero’ yazılı tişört ile gelmesi üzerine Başsavcılığımızın talimatı ile ‘silahlı terör örgütü propagandası yapmak’ suçundan gözaltına alınmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığımız tarafından yapılan soruşturma işlemleri sonrasında şüpheli, tutuklanma talebiyle Ankara Batı Sulh Ceza Hakimliğine sevk edilerek tutuklanmıştır.”

  53. “Necip gibilere ihtiyacı kalmayan RTE’lerin onları içeri atması da hem meşrudur, hem de zorunluluktur.
    Faydası kalmayanlara vefa borcu diye bir şey yoktur siyasette.”

    Insanin, onun akibeti hakkinda endiseler serdeden –hic tanimadigi, mechul– dostlarinin olmasi cok hos, tabii ki.

    Fakat, endise ya da merak buyurmayiniz:

    RTE ile benim aramda –onun bana, ya da benim ona– ‘ihtiyac’ ya da ‘cikar’ baglaminda (ya da baska herhangi bir baglamda) bir iliski sozkonusu olmadigi icin, kendinizi gereksiz yere uzuyorsunuz.

    Iciniz musterih olsun.

    Kendinize, illa lazimsa, baska endise kaynaklari bulmanizi oneririm.

  54. – AKP (öbür partiler ve bağlantılı ülkücü, kemalist vb kuruluşlar)

    – TSK (MİT, Emniyet, Jandarma, Sahil Güvenlik, korucular vb)

    – Yargı, YÖK, Diyanet vb

    – T(M)ÜSİAD burjuvazisi ve medyası

    lağvedilsin.

    Bunlar zaten ülkeyi bir arada tutamıyorlar.

    Veya tutuyorlar tutmasına da, büyük çatışmalar, krizler, kaoslar pahasına.

    15 Temmuz darbe girişimi, başkanlık referandumunda eşit çıkan Evet ve Hayır’lar, Gezi olayları, 7 Haziran seçim krizi, 17 Aralık’ta ve MİT tırları davasında görülen yargı/yürütme çatışmaları, FETÖ, Ergenekon, Balyoz gibi davalar ve yarattığı etkiler vb.

    Daha öncesinde hükümet, koalisyon ve cumhurbaşkanlığı seçimleri (12 Eylül öncesindeki gibi) krizleri, darbe ve muhtıralar, post-modern darbe ve e-muhtıralar, eğitimdeki (bazıları hala çözülememiş, toplumda yarattığı kutuplaşmalar bitmemiş) sorunlar (anadilde eğitim, türban, imam-hatipler, 8 yıllık öğrenim, din dersleri) vb.

  55. Yine gitti

  56. e-darbe

    e muhtıranın verilmesinden sonra olması muhtemel darbe şeklidir.
    hele hele kişilere özel muhtıraların da yollandığını düşünürsek e darbe geleceğin darbe teknolojisidir.
    tutuklamalar ve yıllarca süren işkenceler, dayaklar, tecritler, yasa dışı faaliyetler, siyaset yapmayı bilmeyenlerin siyasileşmesi, demokrasi ve cumhuriyet katilleri … hepsi yeni teknoloji içerisinde farklı bir yer bulacaklar kendilerine..
    mesela tutuklamalar yerine sistem göçertmeler, işkenceler yerine virüs yollamalar veya msn de sürekli titreşim yollamalar, kişisel iletilere zorunlu yazıların yazılması cezası, “ordu görevde ülke güvende”, “en büyük asker bizim asker” gibi (çoğaltmak mümkündür. ayrıca kişiye özel iletiler de olabilir tabii ki).
    e darbe, turk mucit yarışmasında da yarışabilir ve patenti alınırsa katma değer olarak bizlere dönebilir.
    https://eksisozluk.com/e-darbe–1687764

    e-muhtıra

    penguen dergisinide çok güzel karikatürize edilmiştir.
    – abi ihtilal olmuş duydun mu?
    + yok, daha maillerime bakamadim..
    https://eksisozluk.com/e-muhtira–1685407

  57. ‘Hero’ tişörtü giyen sevgililer gözaltına alındı

    ANTALYA’da üzerinde İngilizce ’Hero’ yazılı tişört giyen üniversiteli sevgililer 22 yaşındaki Çisem G. ve aynı yaştaki Esen E. gözaltına alındı. Polis merkezine götürülen ikili, “Yasak olduğu bilmiyorduk” diye ifade verdi.

    Antalya’nın Kepez İlçesi Ulusoy Caddesi’nde sabah saatlerinde seyreden 35 ZTJ 40 plakalı motosikletin üzerindeki biri kız iki gencin tişörtlerinde ’kahraman’ anlamına gelen ’Hero’ yazılı tişört olduğu yönünde polise ihbar geldi. Harekete geçen ekipler, bölgede arama çalışması başlattı. Mobese kameralarından izi sürülen motosikletin Akdeniz Üniversitesi Kampüsü’ne girdiğini belirleyen polis, alarma geçen ekipleri buraya yönlendirdi. Kampüs içinde el ele gezen ve üzerlerinde ’Hero’ tişörtü bulunan iki sevgili, polis tarafından gözaltına alındı.

    Manavgat İlçesi nüfusuna kayıtlı Çisem G.’nin Akdeniz Üniversitesi Sosyal Bilimler Meslek Yüksek Okulu 2’nci sınıf öğrencisi, İzmir nüfusuna kayıtlı Esen E.’nin de mühendislik fakültesi 2’nci sınıf öğrencisi olduğu belirlendi. Sevgililerin kullandığı motosiklet de park halinde bulundu.

    Konyaaltı İlçe Emniyet Müdürlüğü’ne götürülen ikiliden Esen E., “Tişörtü Antalya’daki bir alışveriş merkezinde bulunan mağazadan satın aldık. Yasak olduğu bilmiyorduk” dedi. Çisem G. de “Yasak olduğu bilmiyorduk” diye ifade verdi. Yapılan bilgi taramasında haklarında hiç bir kayıt bulunmayan sevgililer, ifade işlemleri sonrasında adliyeye sek edilecek.

    AYNI TİŞÖRTÜ SUİKAST TİMİ SANIĞI GİYMİŞTİ

    Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a yönelik FETÖ mensuplarının suikast girişimi ve 2 polisin şehit edildiği saldırıya ilişkin Muğla 2’nci Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davanın sanıklardan astsubay Gökhan Güçlü, üzerinde ’Hero’ yazan tişörtle duruşmaya girmişti. Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’nce, yaşanan tartışma üzerine Cumhuriyet başsavcılıklarına, FETÖ/PDY üyesi tutukluların davaları etkilemeye yönelik mesajlar içeren kıyafetlerinin toplatılmasıyla ilgili genelge gönderilmişti.
    http://www.hurriyet.com.tr/hero-tisortu-giyen-sevgililer-gozaltina-alindi-40527933

    hero tişörtü giyen sevgililerin gözaltına alınması

    geri zekalılığın dik alasıdır.
    hoca efendi rezil orospudur anlamına da gelebilir:)
    böyle bir sebep de uydurabilirsiniz.
    eskiden puşi giyene terör örgütü muamelesi yapılırdı.
    çok ilerledik insan haklarında.
    allahtan baskılı t-shirt sevmiyorum, yoksa bulur bir tane alırdım.
    bakali ne olacak diye.
    delirdi ülke amk.
    https://eksisozluk.com/entry/69672254

  58. NOT: Gördüğüm kadarıyla; yorumlar ya moderatör tarafından siliniyor, ya da sitede problem var bu nedenle yorumlar kendiliğinden siliniyor. Yorumumu birkaç paragraf ekleyerek, işaretlerin daha dikkatli değerlendirilmesi için yeniden gönderiyorum.

    ‘Bunun üzerinde biraz durmak gerekir sanıyorum. Gençlik siyasi mücadeleye yatkın değil. Gezi’ye de siyasi mücadeleye alternatif bir mücadele gördüğü için katılmıştı. Siyasi mücadeleye girmeyi siyasi partilerin cenderesine girmek olarak görüyor. Sanırım durum bundan kaynaklanıyor. elbette bu benim ilk tespitim, doğru da olmayabilir. Daha derin bir sosyolojik araştırma gerekiyor sanırım.’

    Sizin yaşınıza yakın biri olarak izah edeyim.

    Kılıçdaroğlu’nun öncülük ettiği ‘adalet’ yürüyüşünde, ‘Gezi gençliği’nin var olsa bile görünürlüğünün yok denecek kadar az olması, sadece ‘siyasi partilerin cenderesi’ne girmeyi isteMEmeleri, ‘siyasi partilerin arenası’nda gözükmeyi isteMEmeleri gibi tespitlerle, dar kapsamlı ele alınamaz, ki, siz de bu durumun sosyolojik analizler gerektirdiğini belirtmişsiniz.

    ‘Gezi protestoları’; yukarıdan birilerinin buyurması ile değil, tabandan başlayıp büyüyen bir kitle hareketiydi. Eğer Kılıçdaroğlu ve çevresindekiler, 2017 yaz mevsiminde ‘adalet’ yürüyüşü yapma kararını alabilecek cesareti kendilerinde bulmuş ve bunu gerçekleştirebilmişlerse, bunun fitilinin ateşlendiği olaylar, cesaret kaynaklarının asıl yeri; en yakın tarihteki, ‘Gezi protestoları’dır. Bu, yadsınamaz bir gerçek. ‘Gezi protestoları’; 12 Eylül 1980 darbesinin getirdiği 33 yıllık ölü toprağını kaldırıp atan, en etkili kitle hareketidir.

    Mayıs-Haziran 2013’te ‘Gezi protestoları’na katılan kitlenin içinde, gençlerin çok yer kapladığı aşikâr. Taksim Gezi Parkı’ndaki ağaçların sökülme olasılığının gündeme gelmesi ve o ağaçları korumak amacıyla parkta birkaç çadır kuran kişinin çadırlarının, bizzat AKP kurmaylarından gelen talimatla 27 Mayıs 2013’ü 28 Mayıs 2013’e bağlayan saatlerde yakılması; bardağı taşıran son damla sayıldı, ve ‘mesele’nin sadece birkaç ağaç meselesi sınırında tutulmayıp, aslen Recep Tayyip Erdoğan’ın yükselen otoriter politikalarına karşı protesto dalgaları 15 Haziran 2013 geceyarısına kadar sürebildi. O saatten sonra, protesto dalgaları seyrekleşerek de olsa haftalara yayılarak devam etti, ve zaman geçtikçe, iyiden iyiye sönümlenerek neredeyse sona erdi.

    Biçim değiştirerek ‘Gezi ruhu’ denen tabir, bugün de devam ediyor olabilir. ‘Her an, hep aynı formatta, hep aynı şekillerde protestolar olmalı’ gibi bir şart da yok. Kılıçdaroğlu’nun öncülük ettiği ‘adalet’ yürüyüşü de; başka formatta olan bir protesto tarzı, bir protesto stili idi.

    Şimdi, şu ‘Gezi gençliği’nin, ‘adalet’ yürüyüşünde neden olmadığı? sorusuna gelelim.

    Önce şu tespitleri yapmak gerekir.

    ‘Gezi protestoları’na katılan kitle içinde, insanları ‘ömür-yaş’larına göre kategorize ederek, sonra analizlere yönelmek; bir analiz tarzı olsa da, eksiktir. Fakat konuyu uzatMAmak adına, ‘adalet’ yürüyüşünde gençlerin olup-olmaması başlığı altında konuyu ele almak için, kategoriyi belli ölçülerde yapmanın sakıncası yoktur.

    ‘Gezi protestoları’na katılan gençlerin azımsanamayacak bir kısmı; bugün, ‘kafa karışıklığı’ yaşıyor. Sebebi şu. 17-25 Aralık 2013’te Fetullah Gülen cemaati mensuplarının yargıdaki ayaklarının kalkışmasıyla, direkt Erdoğan’a ilk ciddi hamleyi yapmaları, hemen ardından, YouTube üzerinden Erdoğan ve AKP mensuplarının ses kayıtlarının yayınlanması, son olarak da, ‘15 Temmuz 2016 darbe tiyatrosu’nun oynanması, (biz anarşistler, her ne kadar, bütün bu yaşananları ‘Erdoğan iktidarının kasten yarattığı kumpaslar’ olarak kabul etsek de) ‘Gezi protestoları’na katılan gençlerin azımsanamayacak bir kısmında; ‘acaba, Mayıs-Haziran 2013’te, biz de, Fetullah Gülen cemaatinin kripto-mensupları tarafından kandırılmış olabilir miyiz?’ soru işaretini doğurdu. Eğer, Kılıçdaroğlu’nun öncülük ettiği ‘adalet’ yürüyüşünde, ‘Gezi gençliği’nın olmadığı iddiası ortaya atılıyorsa; ‘Gezi gençliği’nin az önce bahsettiğim ‘kafa karışıklığı’ mutlaka dikkate alınmalıdır. Tek sebep bu ‘kafa karışıklığı’ değildir, ama önemli yer tutuyor. ‘Gezi protestoları’ gibi devasa bir kitle hareketindeki unsurların ‘15 Temmuz 2016’ tarihinde şüpheye düşmeleri ile, biz anarşistlerin yaptığı analizler; daima uyuşmayabilir. ‘Siyaset’in ne demek olduğunu, 2013 Mayıs-Haziranında, biber gazı dumanı altında, polise karşı çarpışa çarpışa, yeni yeni öğrenen genç nesil, bugün ‘adalet’ yürüyüşüne yok denecek kadar az katılıyorsa; ‘daha en başta, kandırıldık mı?’ diye soruyor olabilirler kendi kendilerine. Bunu göz ardı etMEmelisiniz Gün bey. Stalin’in taktikleriyle Erdoğan’ın taktiklerinin örtüştüğünü; her zaman, her an hatırlayabilecek insanların olMAyabileceğini dikkate almanızı öneririm Gün bey.

    [Ek paragraflar]

    Türkiye’deki (ve pek çok ülkedeki) muhalefet unsurlarının (‘Gezi gençliği’ dahil pek çok unsurun), çeşitli protestolara (örneğin ‘adalet’ yürüyüşüne) katılmaktan çekinmesinin bir başka sebebi de; özellikle IŞİD gibi örgütlerin yaptığı bombalı saldırılar neticesinde, insanların hafızasında çeşitli düzeylerde bıraktığı korkudur, şüphedir, protestolardan uzaklaşmaktır, bıkkınlıktır, protestoları ertelemektir.

    ‘Acaba protesto yürüyüşümüz esnasında, şu ünlü meydana yaklaştığımızda, bir canlı bomba kendini patlatır mı? Şu A.V.M.’de yemek yemek istersek, bir canlı bomba gelir mi? Şu caddedin kaldırımında yürürken, bir IŞİD üyesi, minibüsünü üzerimize sürüp bizi ezer mi?’ gibi en temel korkular; insanları, protesto yürüyüşlerinden uzaklaştırmaya ve ‘devlet’in söylemlerine yaklaştırmaya çoğu zaman yetebiliyor.

    ‘Devlet’, bu ‘korku makinesi’ni kullanmayı çok iyi bildiğinden, ‘sahte terör ihbarları’ icat edip, bunları basın – yayın – TV – sosyal medya aracılığı ile yayıp; hâlihazırda yürüyüşte olan insanları vazgeçirmeyi, yürüyüşe katılmaya hevesli olanları da daha en başta caydırmayı çoğu zaman başarabiliyor.

    Hatırlarsanız; ‘adalet’ yürüyüşü sırasında, 5-6 Temmuz’da, AKP’nin yandaş gazetecisi ‘Abdülkadir Selvi’ şu ihbarı yaymıştı: Suriye’deki IŞİD yöneticilerinden biri, ‘adalet’ yürüyüşüne katılanlara saldırması için, Türkiye içinde hücrelenmiş üyelerinden birkaçına, bir minibüs bulmaları ve bu minibüsü, yürüyüş konvoyundaki insanların üzerine sürüp onların ezilmesi emrini vermiş. ‘Kahraman!’ istihbarat birimlerinin ve ‘kahraman!’ polis teşkilatının gayretleri neticesinde; örgüt üyeleri, saldırı öncesi kıskıvrak yakalanmış.

    Abdülkadir Selvi’nin yazısının tamamı:

    ( http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/abdulkadir-selvi/eylem-talimati-nereden-geldi-nokta-hedef-kimdi-40510888 )

    Gün bey, biz anarşistler, ‘devlet’in ve ‘yandaş medya’nın; manipülatif haberlerle, insanlara korku enjekte etmesini gözlemleyebiliriz. Fakat, protestolara katılan ve katılmaya hevesli olan pek çok insanın; bizler gibi daima gözlem yapMAdığını da dikkatinize sunmak isterim.

    IŞİD gibi örgütler üzerine; her ne kadar kendi amaçları çerçevesinde analizler yapılıyorsa da, bu tür örgütlerin yaptığı katliamların, pek çok ‘devlet’in güvenlikçi politikalarını, vatandaşlarına kabul ettirmesinin yolunu açtığını da unutMAyınız Gün bey. İnsanlara ‘zorla’ yaşatılan can korkusu; insanları ister – istemez, ‘özgürlük’lerini kısıtlayıp, ‘güvenlik’lerini arttırmaya yöneltiyor olabilir. İnsanlar, bu ‘güvenliği’ sağlayacak yegâne garantörün de ‘devlet’ olduğu savını en baştan kabul ediyorlar Gün bey.

    2 Eylül 2015’te, Bodrum kıyısına vuran ‘Aylan Kurdi’nin bedeni; dünya genelinde, mülteci akımlarına sempatiyi perçinlemişti ve Suriye’de süren savaşa karşıtlığı yükseltmeye başlamıştı. Üstünde ‘Refugees welcome’ yazan kartonları ellerinde taşıyan pek çok insan (özellikle ‘Avrupa’da), Aylan Kurdi’nin ölümünden sonra; sokakları doldurmaya başlamış, muhtemel bir büyük protesto dalgasının önünü açmak üzereydiler. Ama ne yazık ki; kısa sürdü.

    Çünkü:

    13 Kasım 2015’te, Paris’te, ‘Stade de France’ futbol stadyumunun önünde ve ‘Bataclan’ konser salonunda, IŞİD üyelerinin yaptığı katliamlar; Avrupa’da yeşerme eğilimi gösteren mülteci sevgisini çok çabuk erozyona uğrattı, mültecilere yönelik şüphe çok çabuk arttı, adeta sempatide durgunluk çok çabuk başladı. Suriye’de süren savaşla ilgiliyse, Avrupa’daki insanlar, ‘savaş karşıtlığı protestoları’nı azaltmaya başladılar, ve ister – istemez, Avrupa’daki ‘devlet’lerin söylemlerine yaklaşma eğilimine girdiler.

    Bir, ‘2 Eylül 2015’te yaşananlara bakın; bir de, ‘13 Kasım 2015’te yaşananlara bakın Gün bey. 2 ay gibi çok kısa bir sürede; ‘devlet’ler, insanların beyinlerini manipüle edebilecek kudrete ne yazık ki sahipler. Tıpkı, ‘7 Haziran 2015’ seçim sonuçlarından memnun kalmayan Diktatör Recep Tayyip Erdoğan’ın, tehditlerle, şantajlarla, topluma korku yayarak; ‘1 Kasım 2015’ seçimlerine giden yolu ‘paranoya tohumları’yla döşemesi gibi. 20 Temmuz ‘Suruç patlaması’ ve 10 Ekim ‘Ankara Garı’ önündeki patlama; 1 Kasım’daki seçim sonuçlarını etkileyen en mühim olaylardan ikisidir.

    Detaya girelim.

    ‘Gezi protestoları’, asıl olarak hedefe; Erdoğan’ın otoriter politikalarını koydu. Hedef bu olunca; protestoya katılan ana kitlenin ‘sosyo-ekonomik statü’leri ile asla uyumlu olmayan diğer pek çok ‘statü’deki insan da protestoya katıldı. Örneğin, ‘Boyner Holding’in sahibi Cem Boyner’in elinde ‘ben de çapulcuyum!’ yazan bir karton parçası ile protestoya katılması; protestonun asıl hedefinin ‘Erdoğan karşıtlığı’ olması sebebiyle normaldir. Fakat, protestonun asıl hedefi ‘kapitalizm karşıtlığı’ olsaydı, Boyner ve onun gibilerin protestoya asla yaklaşMAmalarını geçelim; protestonun derhâl bastırılması için ‘devlet’e kucak açacağı da, ‘polis müdahalesi’ne kucak açacağı da göz ardı edilemeyecek bir gerçek.

    Önceki yıllarda, pek çok ülkede, pek çok popüler (ünlü) şehirde yaşanmış olmasına rağmen, en dikkat çekici protesto; kapitalist sistemin kemikleşmiş merkezi olarak kabul gören ‘ABD – New York – Wall Street’in yakınlarındaki ‘Zuccotti Park’ta, 2011 sonbaharında, ‘Occupy Wall Street (OWS) & Wall Street’i İşgal Et’ ismiyle anılan protesto dalgasıydı.

    Bu protesto dalgası, iki sene sonra ‘Gezi protestoları’nda yaşanacak olan dalgadan; süre olarak da ‘kısa’ydı, hedef olarak da ‘farklı’ydı.

    Önce şu saptamayı yapalım. Farklı coğrafyalarda yaşanmış protestolardan bahsediyoruz.

    Kültürel normlar farklılık gösterebilir,

    Toplumun günlük değer yargıları farklılık gösterebilir,

    ‘Devlet’in, hayata ne derece müdahale ettiği farklılık gösterebilir,

    ‘Özel mülkiyet’ kavramına yüklenen anlamlar farklılık gösterebilir,

    ‘İfade özgürlüğü’ kavramına yüklenen anlamlar farklılık gösterebilir,

    ‘Din’in (orada ‘Hristiyanlık’, burada ‘İslamiyet’) günlük hayatta kapladığı yer ve baskıcı iklim yaratıp-yaratmadığı farklılık gösterebilir,

    Siyasi partilerin otoriter mi & ‘tepeden inmeci’ mi olduğu, yoksa, tabandan gelen kıpırdanmalarla partiyi yukarı doğru değiştiren yapılara mı sahip olduğu…

    gibi başlıklar birbirinden farklılık gösterebilir.

    ‘OWS’ hareketi, çok kısa sürede sönümlendi. ‘1968 Fransa – Sorbonne Üniversitesi olayları’ ile yapılan kıyaslama; sadece, ‘gençlerin çoğunlukta olması’ çerçevesinde kaldı. OWS; ‘1968 Sorbonne’ etkisini, 2011’de yarat(a)madı.

    Peki, ‘OWS protesto dalgası’na ne oldu? Nereye gitti şu ‘OWS gençliği’?

    Tam 5 yıl sonra, 2016 ABD başkanlık seçimlerinde, aday belirleme turlarında, OWS’ye katılmış gençler arasından çok büyük bir kitle; ‘Bernie Sanders’ın adaylığını destekleme kararı aldı. Çünkü Sanders, özetle, şunu söylüyordu; ‘Ben, aslında, Hillary Clinton’a karşı mücadele etmiyorum. O, küçük bir lokma. Ben, Clinton’ı paraşütle Demokrat Parti’nin başkan adayı gösterme planlarını yapan parti otoritesine, ve Wall Street’de Clinton’ı satın almış para baronlarına karşı mücadele ediyorum!’

    İşte Sanders’ın söylediği bu söz; 2011’de sönümlenmiş OWS gençliğindeki büyük bir kitleyi, 5 yıl sonra, Sanders’a destek olmaya yöneltti.

    ABD’de ‘özel sektör’ün gücü, Türkiye’deki ile kıyaslanamayacak kadar fazla. Türkiye’de ‘devlet’, bütün hayata hükmedebiliyorken; ABD gibi bir ülkede ‘devlet’ ve ‘şirketler’, dengeli bir hegemonya politikası ile, omuz omuza vererek hayatı şekillendirebiliyor. Tam da bu sebeple, Demokrat Parti’nin içindeki ‘otorite’ (buna, isterseniz, Sovyet jargonuyla ‘politbüro’ da diyebilirsiniz), Sanders’ın arkasında toplanan halk desteğini önemsemeden, Wall Street hegemonyasının da yardımı ile Hillary Clinton’ı aday gösterdi. Sanders; Demokrat Parti içindeki ‘otorite’nin sahte propagandası olan ‘Trump’ın yükselişini engelleyebilmek için, Hillary’yi aday göstermeliyiz!’ cümlesine öfkeyle boyun eğdi, ve Hillary’nin adaylığını kabul etmeye mecbur bırakıldı.

    Eğer, Demokrat Parti Bernie Sanders’ı aday gösterseydi; Sanders, Donald Trump’ı açık ara geçip, başkan seçilmişti. Bugün yapılan analizlerde, Sanders; hâlâ, ABD’de başkan olması istenen en önemli siyasetçilerden biri. 2020 için henüz herhangi bir işaret vermedi.

    Avrupa’daysa, iki etkili hareket var.

    Biri, İngiltere’den ‘Jeremy Corbyn’.

    Diğeri, önce Yunanistan’da (Tsipras) Çipras kabinesinde maliye bakanlığı yapıp, Çipras kabinesinin ‘Avrupa Birliği’nin yaptırımları karşısındaki korkaklığını gördükten sonra istifa eden, ve ‘DiEM25 & The Democracy in Europe Movement 2025’ hareketini başlatmak için Berlin’e yerleşen ‘Yanis Varoufakis’.

    İspanya’dan, İtalya’dan ve pek çok ülkeden de örnekler var; ama ağırlık, ‘Corbyn’ ile ‘Varoufakis’te.

    Bernie Sanders
    Jeremy Corbyn
    Yanis Varoufakis

    Daha pek çok isim sayılabilir.

    Bu üç ismin ortak özelliği; ‘kapitalizme karşı’ farklı şiddette de olsa mücadele etmeleri. Tony Blair’da ve Bill Clinton’da simgeleşmiş ‘kaypak sosyal demokratlık’ sularına yelken açMAmaları; bu üç ismin ortak özelliği.

    Türkiye’ye gelelim.

    Türkiye’de ‘özel sektör’ hayatta kalmak istiyorsa, iktidarda hangi parti (veya ‘koalisyon’) varsa; o partinin çizdiği sınırların dışına çıkMAmaya dikkat etmek zorunda. Eğer çıkmaya yeltenirse, ‘devlet’in gözünde; ‘katli vacip’ olur, ve ‘devlet’ katleder de. Kimse de kolay kolay sesini çıkaramaz. Türkiye’deki ‘özel sektör’; yeri gelir ‘sosyal demokrat’ olur, yeri gelir ‘muhafazakâr demokrat’ olur, yeri gelir ‘liberal demokat’ olur, yeri gelir ‘askeri darbeleri destekler’, yeri gelir ‘askeri darbelere karşı olur’, çeşitlendirebilirsiniz.

    Şimdi,

    ‘Gezi protestoları’, eğer devam edebilseydi, varma ihtimali olan son istasyonlardan biri ‘kapitalizm karşıtlığı’ olurdu. İstiklal Caddesi’nin arka sokaklarındaki esnafın; hınçla, protestoya katılan insanlara saldırmasının tek sebebi Erdoğan’a sahip çıkmak değildi. ‘Ekmeğimizle oynamayın, moskofun uşakları!’ ifadesinde birleşen bir esnaf topluluğu idi. Erdoğan’ın bu ‘tür!’ esnafa aşıladığı ‘saldırı motivasyonu’nu da göz ardı edemeyiz.

    Varma ihtimali olan son istasyonlardan biri ‘kapitalizm karşıtlığı’ olacağından, ilk günlerde destek veren Cem Boyner, ‘hata yapmışım, asıl hedef benim de şirketimmiş, benim de holdingimmiş!’ deyip; ‘Gezi protestoları’na desteğini geri çekebilirdi.

    ‘Gezi gençliği’ arasında; kapitalizm karşıtı olMAyıp, sadece ‘otoriter devlet’i protesto etmek amacında olanlar da vardı. Ki bunların çoğu, protestoların ilerleyen günlerinde mücadeleyi ilk terk edenler arasındaydı.

    Türkiye ekonomisi, 2011’in ikinci yarısından günümüze yavaşlıyor. Asıl yavaşlama, 29 Ekim 2014’te ABD Merkez Bankası’nın (Federal Reserve’ün & FED’in) ‘parasal gevşeme programı’nı sonlandırması ile daha da arttı. Şu anda, Türkiye’de özel sektör oyuncuları arasında; önünü görebilenlerin sayısı geçmiş yıllara nazaran daha az. Yüksek sesle dillendirilmeyen bir ‘ekonomik kriz’in içinde olduğumuz aşikâr. Gelir seviyesi orta & yüksek olanlar, krizi, daha az hissederken; düşük gelir seviyesinde olanlar, krizi, en ağır hissediyor. ‘Sessiz kanser’, ‘gizli kanser’, ‘sessiz tümör’ gibi düşünebilirsiniz; Türkiye’deki ekonomik krizi.

    Bu ‘ekonomik yavaşlama’ya, Diktatör Erdoğan’ın ve maskotu AKP’nin çöküşünü hızlandırması amacıyla; ülkedeki muhalefet unsurlarının (‘Adalet’ yürüyüşüne katılanların, ‘Gezi gençliği’nin ve benzerlerinin) bel bağlaması mantıklı mı? Bu soru; daha uzun sürecek bir tartışmanın konusu.

    Türkiye’deki kültürel normlar ‘çalışmak’ eylemini dar kapsama sokar ve oldukça fazla ‘kutsiyet’ atfeder. ‘Çalışmak’ eylemi; daha çok, ‘bir işte, para kazanma amaçlı çalışmak’ olarak kabul görür, kutsiyet atfedilen tarz budur. Genellikle ‘İslam’ referans gösterilir; ‘çalışMAmak, günahtır!’ denir Türkiye gibi bir ülkenin kültür ikliminde.

    Kılıçdaroğlu’nun veya bir başka siyasi figürün, ‘kapitalizm karşıtlığı’nı hedefe koyarak bir akım yaratması; en azından şimdilik, pek mümkün gözükmüyor. Eğer, hemen şimdi başlatmak isteseler, yukarıda bahsettiğim ‘kültürel norm’; önlerine dikilecek ilk duvar olacak. ‘Kapitalizm karşıtlığı’nı bizzat desteklemesi umulan kitleler, daha en başta, sırt çevirmeye eğilimli olacak. (‘Ekonomik buhran’ derinleştikçe; bu kitlelerin kaygılı tavırları, belki, değişiklik gösterebilir, protesto dalgaları yaratabilirler.)

    3 Kasım 2002’de AKP’yi iktidara taşıyan kitlelerin motivasyonu arasında ağırlığı en çok olan; seçimlerin öncesinde yaşanan ‘ekonomik krizin bıraktığı çile dolu yıllar’dı. ‘Muhafazakârlık’, ‘türbana serbestlik’, ‘ötekileştirilenler’, ‘çevrenin merkeze yürümesi’, ‘Zenci Türkler’ gibi tabirler; ikinci planda kalan motivasyonlardı.

    Bugün, sadece Türkiye ile sınırlı kalmayacak, yeni bir ‘ekonomik buhran’ dönemi geliyor.

    15 Eylül 2008’de, ABD’de ‘Lehman Brothers’ adlı yatırım bankasının iflasıyla başlayan ekonomik kriz; önce kendi toprağı ABD’yi vurdu.

    2009’un başlarında krizin ikinci halkası; İzlanda, Yunanistan, Portekiz ve İspanya’ya sıçrayarak, Avrupa geneline yayıldı.

    2008-9’da FED’in başlattığı ‘parasal genişleme programları’ ile, piyasalarına oluk oluk para ve sermaye girişi olan (‘yüksek faiz’ = ‘sıcak para’ girişi) Türkiye gibi ülkeler; yıllarca, içlerinde ‘sessiz kanser’ büyüttü. Çünkü, yıllardır ülkeye gelen ‘sıcak para’; ‘beton & inşaat ekonomisi’ denen, kısa dönemli refah vaat eden sektörlerde kullanıldı. Uzun dönemli yatırım planları; ya sürekli ertelendi, ya toptan vazgeçildi Türkiye dahil pek çok ülkede.

    2017’nin 6 ayında; ‘FED’, ‘Avrupa Merkez Bankası (ECB)’ ve ‘Japonya Merkez Bankası (BOJ)’, önümüzdeki aylarda, dünya genelinde ticari faaliyetlerin yükselmesi neticesinde enflasyonun artışa geçeceği, enflasyonu kontrol altında tutabilmek için ‘faiz’ yükseltmeye başlayacakları, ve 2008-9’dan beri dağıttıkları ‘likidite (parasal genişleme)’nin yavaş yavaş toplanması için ‘parasal sıkılaştırma programlarına başlayacakları’ uyarılarını yaptılar.

    Bugün, yukarıda bahsettiğim ‘kanser’; sessizliğini bozmaya başladı. 2008-9’dan beri, özellikle gelişme yolundaki ülkelerin piyasalarına (‘Türkiye’ dahil) akan oluk oluk para, artık, kendi topraklarına dönme hazırlığında. Krizin üçüncü halkası; ‘gelişme yolundaki ülkelerde (‘Türkiye’ dahil)’ şiddetle hissedilmek üzere. Eli kulağında..

    ‘Gezi protestoları’ devam edebilseydi, varma ihtimali olan son istasyonlardan biri ‘kapitalizm karşıtlığı’ olurdu, diye yazmıştım. ‘Gezi gençliği’, daha 2013’teyken, bunun farkında mıydı peki; emin olamayız.

    Türkiye gibi ekonomisi yavaşlayan ülkelerde, ‘istihdam edileMEme’ sorununda en ağır cefayı çeken kesim; şu an, içinde, ‘Gezi’ye katılan gençler de dahil, genç nesil oluşturuyor.

    Kılıçdaroğlu veya bir başka siyasi figür, şimdi olmasa bile, ilerleyen yıllarda; ‘Bernie Sanders – Jeremy Corbyn – Yanis Varoufakis çizgisi’ne yaklaşmak zorunda kalabilir. Hayatın akışı; böyle bir yol haritasını, mücadele haritasını çiziyor olabilir daha şimdiden.

    İlerleyen yıllarda, çekecekleri cefanın getirdiği tecrübelerle, ‘Gezi gençliği’; işte o an, ‘parti siyaseti’ de olsa, ‘siyasi parti arenası’ da olsa, yine, tabandan kıpırdanmalar yaratarak, ülkedeki siyasi ve ekonomik iklimi değiştiren unsurların itici gücü olabilir. ‘Yeni’ protesto dalgaları; farklı tarzlarda, farklı stillerde oluşabilir.

    Hedefi sadece ‘Erdoğan karşıtlığı’ sınırında tutmak; Türkiye’deki muhalefet unsurları için (sadece ‘Kılıçdaroğlu & CHP’nin öncülüğü ile yetinmeden), daha nereye kadar işe yarayabilir? Bütün muhalefet unsurlarını, daha ne kadar diri tutabilir?

    Erdoğan’ın bizzat kendisinin ve yandaşlarının dillerine yapıştırdığı ‘FETÖ’ denen şey, biz anarşistlerin analizlerinden farklı olarak; halk nezdinde adeta ‘paranoya’ya dönüştürüldü. ‘Şu FETÖ’yü temizleyelim de, vatan-millet-sakarya kurtulsun da; ben ekmeğimden olsam da olur! İşimden-aşımdan olsam da olur!’ algısı ülke genelinde epey yaygın. Bu da, aklınızın bir köşesinde bulunsun Gün bey.

    Ülkedeki bazı ‘kültürel norm’ların yarattığı baskıcı iklim, bazı ‘kutsiyet’lere herkesin boyun eğdiğinin en baştan kabul edilmesi, ‘FETÖ’ denen bir paranoyanın insanların beynine enjekte edilmesi, gibi sebepler; ‘Gezi gençliği’ni, protestolara yaklaştırmakta zorluklar çıkarıyor, ‘Gezi gençliği’ni şüphelere düşürüyor. Ve, IŞİD gibi örgütlerin bombalı saldırıları; protestolara katılmaya hevesli insanları daha en başta uzaklaştırırken, hâlihazırda protesto eden, aktif kitleleri de eritmeye başlıyor. ‘Korku’, ne yazık ki; çok güçlü bir caydırma aracı!

    ‘Materyalist’ perspektiften bakacak olursak; ekonomi, en temelde, ‘açlık’ ve ‘tokluk’ meselesine dayanır.

    Tek ‘çıkış yolu’, Türkiye’deki ekonomik yavaşlama olamaz. Fakat, ‘açlık’ endişesinin yaygınlaşması, bir süre sonra; ‘FETÖ’ gibi paranoyaları, bazı ‘kültürel norm’ları, bazı ‘kutsiyet’leri ikinci planda bırakabilir.

    3 Kasım 2002’de, ‘Recep Tayyip Erdoğan’ isimli diktatörü ve onun ‘maskotu AKP’yi iktidara taşıyan temel sebep; ‘2002 öncesi yıllarda yaşanan ekonomik krizin insanlara çektirdiği eziyetler’di.

    Bugün,

    Özellikle ‘15 Temmuz 2016 darbe tiyatrosu’ndan sonra, ‘kandırılmışlık hissi’; ‘Gezi gençliği’nde de yaygın mı?

    IŞİD gibi örgütlerin yaptığı bombalı saldırıların hafızalarda tazeliğini sürdürmesi, ‘Gezi gençliği’ni de; ‘adalet’ yürüyüşü gibi protestolara katılmaktan uzak tutuyor mu? (‘11 Mayıs 2013 Hatay-Reyhanlı saldırısı’, mesela, İstanbul, Ankara veya İzmir gibi şehirlerde olsa idi; muhtemelen, ‘Gezi Parkı protestoları’ ya hiç yaşanmayacaktı, ya da çok kısa sürecek ve gündemde hiç yer bulmayacaktı.)

    2018’e doğru, ülke, yeniden ‘ekonomik buhran’a yaklaşırken, ‘Erdoğan & AKP’nin gidişini tetikleyen temel sebep; yine, ‘ekonomik kriz’ mi olacak?

    ‘Gezi gençliği’, işte o an; bir zamanlar ‘OWS gençliği’nde görüldüğü üzere, tıpkı Bernie Sanders’ı (Jeremy Corbyn’i & Yanis Varoufakis’i) desteklemek için 2011-2016 arasında bekleyen bir tür rezerv kuvvet gibi, şimdi, yeni protesto dalgalarını mı bekliyor? Kaypak olMAyan siyasi figürlerin yavaş yavaş ortaya çıkmasını mı bekliyor? ‘Gezi gençliği’, şimdi; ‘bekle ve gör hâli’nde mi?

  59. 1 emperyal militer bir fasist yayilmacilik,(nazizm) devami olan Nato culuk otomatikman, askeri , hiyerarsik sol orgutlenmelir gerektirir,
    2 otomatikman Boyle orgutlenmeleri yerden yere vuran bir, Adam, orgut anlayis
    3 niyeti ne olursa olsun emperyalizmin askeridir.

    ozgurlukcu sol emperyalizmin askeridir, amerikanin fethinde yerlilere hristiyanligi tasiyan papazlardan farklari yoktur

  60. Gün bey, yorumlar kısmı için bir teknik destek almalısınız zira sadece 13 yorum görünüyor geriye kalan 50 yorum ekranda yok. Ayarlar kısmına bir bakar mısınız lütfen?

  61. haklısınız fakat benim yapacağım bir şey yok. ilgili arkadaşa ilettim, o da bir başka arkadaşın bakacağını söyledi. fakat problem çözülemedi ne yazık ki.

  62. Sus artık Zileli

    Milyonlarca Ermeni’nin, Rum’un, Asuri-Süryani/Nasturi’nin, Yahudi’nin, Levanten’in, Kürd’ün, Zaza’nın, Arap’ın ve daha nicelerinin katili, soykırımların, katliamların, sürgünlerin, asimilasyonların uygulayıcıları ittihatın kalıntısı tek gerçek faşist kemalistlerle ‘omuz omuza’ yolun açık olsun zileli. Ama bu yolunda anarşiyi kirletme olur mu zileli? Keza anarşi, hiç bir zaman geçmişin otoriter-totaliter diktatörleriyle -taktiksel olarak dahi- yanyana gelmezler. Hayalini kurduğun İspanyol sendikalistleri falanjistlerle, alman federalistleri nazilerle, italyan isyancıları faşistlerle asla omuz omuza gitmedi.
    Babasına kızıp eve küsen ergen misali öyle kırmış kalbini ki bu kemalistler, devlete içlemişsin. Ama sen anarşist falan değilsin zileli ve bu yazılarınla sadece anarşiyi aşağılıyorsun. O çok tartıştığın reformist-pasifist itaatsiz sosyal ortamı bile senden anarşist, en azından bilinç sahibiler, referandum adlı saçmalıkta 3 kuruşluk oy uğruna, yazılarınla ‘ders ve akıl’ verdiğin isyancıları hiç anma bile. Sen bu hızla önce sahiplendiğin ve kirlettiğin anarşiyi serbest bırak sonra da kılıçtarcının kapısını çal, yaşına hürmeten entel kadrosundan bi vekillik alırsın, küsler barışır, ömrünün son deminde yüreğin ferahlar anarşide senden kurtulur. Yoksa gerçekten bir gün onurlu bir anarşiste çatacaksın tatsızlık yaşanacak…

  63. Olur, tavsiyelerini tutarım. Yalnız “anarşide” derken “de” ayrı yazılacak!

  64. diktatörlüğün yenilgisini görmek

    https://www.youtube.com/watch?v=fpKk-slhau8

    – You cannot see. But I can.

    + What? What do you see?

    – I see your defeat. Like many arms surrounding you in a cold embrace.

  65. Feyzioğlu’ndan tek tip kıyafet itirazı…

    Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı Metin Feyzioğlu, FETÖ sanıklarına tek tip kıyafet uygulaması getirilmesi için yürütülen çalışmalara ilişkin “Mahkeme salonuna uygunsuz bir kıyafetle gelinmesi durumunda, mahkeme başkanı verir talimatı; çıkarttırır o kıyafeti. Yeni bir düzenleme yapılmasını gerektiren bir durum yok ortada” dedi.

    TBB Başkanı Feyzioğlu, yazılı bir açıklama yaparak, Adalet Bakanlığı tarafından bir süredir yürütülen tek tip elbise çalışmalarını eleştirdi. Feyzioğlu, “Haddini bilmezin biri, duruşmaya üzerinde ’Hero’ yani ’kahraman’ yazan bir t-shirt ile gelmiş. Bu densizliğin bir yaptırımı var zaten mevcut kanunda. Mahkeme başkanı verir talimatı, çıkarttırır o kıyafeti. Yenisini giydirtir, giyinmezse de salondan atar. Yeni bir kanun yapılmasını gerektiren, daha önce hiç görülmemiş bir durum yok ortada” açıklamasında bulundu.

    “AT İZİ İT İZİNE KARIŞIR”

    Söz konusu uygulamanın, FETÖ’ye uluslararası alanda destek kazandıracağını da ileri süren TBB Başkanı Feyzioğlu, şöyle devam etti:
    “Sorun, suçlu olup olmadıkları ortaya çıkarılsın diye yargılanan kişilere, yani sanıklara peşinen suçlu muamelesi yapılıyor görüntüsü verecek tek tip elbise ya da tulum giydirilme uygulamasına geçiliyor olmasından bile daha vahim. Sorunun büyüğü, devletin en üst makamının bu kararı “müjdelerken”, yargılanan kişilerin peşinen suçlu olarak görüldüğü anlamına gelecek cümleler kurması. Gerçek suçluları da toplumun gözünde zaman içinde mağdur sınıfına sokar. Tabiri mazur görün, at izi it izine karışır. Sap ile saman birbirinden ayrılamaz. Yargı elinden gelenin en iyisini yapsa bile, kimseyi doğru yaptığına inandıramaz. Türk Milleti hak etmiyor bu yanlışlıkları”

  66. Şanlı 15 Temmuz Destanı

    Aziz milletimizin kazandığı 15 Temmuz zaferi Kurtuluş Savaşı, Çanakkale, Malazgirt ve hatta Bedir zaferlerinden daha büyüktür ve insanlık tarihinin en büyük destanıdır. Dünya tarihinin gelmiş geçmiş ve de gelecek bütün zaferleri onun yanında cüce kalır ve de kalacaktır.

    Bu şanlı ve olağanüstü zaferi bize kazandıran aziz şehitlerimizin, gazilerimizin, ve en başta insanlık tarihinin en büyük ve aşılamaz adamı olan yüce liderimizin önünde saygıyla eğiliyoruz.

  67. Duygularını inkâr ettiren ideolojilere kanma! Seni özel kılan şey duyguların.

  68. Gün Zileli yazılarını yaklaşık 3-4 yıllardır takip edip okumaktayım.Keyifle merakla ve okurken heyecan duyduğum Türkiyenin ender yorumcu ve analistlerinden biri olarak görüyorum.Geçmiş yazılarına baktığımda günümüzde nasıl da herşeyin yerine oturduğunu anlıyorum..

  69. Bir yönde bir aşırılık varsa ters yöndeki bir aşırılık ile dengelenmelidir. Her yöndeki aşırılığa karşı olmak bunun önünde engeldir.

    Otoriter AKP iktidarı fanatik bir AKP düşmanlığı ile,

    Kürt devletleşmesi önünde engel olan ulus-devletler devletleşmeyi hedefleyen radikal bir Kürt milliyetçiliği ile,

    Kendileri bağnaz ideolojiler olan İslamcılık/Kemalizm/Kim-İl-izm/Stalinizm/Apoculuk bağnaz bir Anti-İslamcılık/Kemalizm/Kim-İl-izm/Stalinizm/Apoculuk ile,

    Politik olmayan toplumsal bunalımlara yol açan başka dengesizlikler de ters yöndeki aşırılıklar ile dengelenmelidirler.

  70. Muhalefet partileri ve muhalif sermaye medyası sözcülerinin beyanları en az iktidar ve yandaş sermaye medyası sözcülerinin beyanları kadar yalan, sahtekarca, ikiyüzlüce ve iğrenç (örneğin K.Kılıçdaroğlu ve A.Hakan’a bakın).

    Bunlardan birine karşı diğeriyle ittifak kurmak zorunlu mudur? Dahası, bunlar düzenin doğası gereği birbirlerine mahkumlar. Aralarında çıkan ufak-tefek sürtüşmeler nedeniyle bunu unutmanın ne kadar yanlış olduğu ortada değil mi?

    Şu an, daha önceki 27 Mayıs veya 15 Temmuz gibi, özgürlüklerin önünü açabilecek bir hareket de yakın gelecekte görünmüyor. Sadece dış politikadaki yeni krizlerin içeriye yansımaları iktidarı biraz olsun zayıflatabilir. İçerideki Kürt hareketine yeni bir ivme kazandırabilecek olan Irak Kürt yönetiminin bağımsızlık referandumu var önümüzde. İktidarın tek sorunsuz müttefiki diyebileceğimiz Katar’ı zayıflatan son kriz var bir de.

  71. Sayılarının çokluğu ve böbürlenmeleri kendilerine bir fayda vermeyen kavimlerden birinin içinde yaşıyoruz.

  72. türkiye nasil bir gelecege sahip olacaga yaklasi iki sene icinde belli olur buna tabii büyük bir analist olmak gerekmiyor bunu görmek icin.
    halk biliyor ne oldunu ve döndüne sadece insanlar nasil bir tepki verecegini bilmiyor ve korkuyor aslinda cepheler kurulmus bile,diger tarafta bir islami fasizimi benimseyen arzulayan bir kitle öbür ise cogulcu ,demokratik cumhuriyeti benimseyen yurtdaslar.
    ana muhalefet genel baskani acik ve net tehdit ediliyor yani sesini kes anlamina geliyor artik keser mi bilemeyiz ama bir tutuklma yurtu bir atese sokacaga kesin.
    galiba sözün bittigi nokta o olacak rte kaos ve gerilimden besleniyor o konuda söyledi ne yapilacagini…….
    durum kritik!
    günlük hayatina bakan yurtdasa seslenmek gerek cünkü bir gün sira sanada gelecek! artik öyle rahat daha mini etekli rakini ictin günler gecdi! hergün bir saldiri haberi geliyor elbette gecmiste vardi bugün dayandiklari rte var!
    bu fasizime karsi büyük bir organizasyon ve kararlik gerek korkuyu mutlaka dahatmak ilk is olmali.öyle bir durum olustu ki insan secme lüksü kalmadi yani kim aydinlik bir türkiyede varsa gelsin ve katilsin.dünya halklari fasizimi yenmistir sira türkiyede.

  73. asik mahzuni dedi gibi dost uyan kardas uyan ne olur uyan birgün sira sanada gelir!

    cok güzel bir özet ve tam bu ülkenin karakterini acikca gösteriyor dost aci söyler,konusmayi cok seven bir ülke icrati sifir.
    adamlar devleti degistirdi(yargi,basin ve ordu) her sey bir adamin eline verildi ama sanki birsey yokmus gibi davranan büyük bir sesizlik…….cok garip ve anlamizi zor bir ülke.
    kendini cok m.kemal sevgisi ida eden bir halk nerede o sevgi??? bu tarihi aktöre küfür edilmedi birgün kalmadi…..
    evet gecmistede vardi ama bugün yukarda belirtim gibi onlarin artik bir devleti var ya sizin neyiniz var???
    bu toplum hep düsmanlarla yatip kalkdi kendini dünya toplumu ille barisik görmedi irkcillik günlük hayatinda daima vardi ama buna karsi aydin cagdas insanlara neden kulak verilmedi???
    simdi cikip fasizme karsi omuz omuza diyoruz…..kiminle???
    bir coban eger kendisi icin mücadele eden birini ihbar ediyorsa daha ne olsun….evet karamsar bir tablo umut icin bir gidis görmedim icin malesef böyle bir yazi yazdim.umarim ben yanilirim ve türkiye gercekten fasizim yener

  74. Eski Ve Yeni Paraleller

    [Eski] Paralel Devlet: FETÖ

    [Yeni] Paralel Ordu: AKP Polisi

  75. Yukarıdakine bir ilave ve düzeltme:

    [Yeni] Paralel Ordu: AKP Polisi, [ve “Polisleştirilerek” doğrudan İçişleri ve hükümete bağlanan] Jandarması, Sahil Güvenlik’i

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir