Tanıdığım ve Tanımadığım Yavuz Alogan!

 

 

Örtün, evet, ey facia… Örtün, evet ey şehir;

Tevfik Fikret, Sis, 1902

 

1974 Temmuz’unda Anayasa Mahkemesi’nin TBMM’nin çıkardığı kadük edilmiş af yasasını iptal etmesiyle dışarı çıkmıştık. Buna “1974 Affı” denir ama işin esası, “Karaoğlan” CHP’sinin koalisyon ortağı Erbakan’ın Milli Selamet Partisi’nin yan çizmesi üzerine “affın” Anayasa Mahkemesi’nin kararıyla de facto ilan edilmesidir. Çünkü halktan gelen özgürlükçü basınç çok büyüktü. Bir anlamda halk ve özgürlükçü güçler devlete zorla boyun eğdirmişti. O dönemin devleti bugünküne göre daha esnekti. Halktan gelen basıncı görünce devlet, Anayasa Mahkemesi gibi kurumlarını devreye sokardı.

Dışarı çıktığımızda gerçekten de büyük bir özgürlük rüzgârı esiyordu. Bütün gençler, 12 Mart rejimine inat saç uzatmıştı ve toplumda müthiş bir sola kayış vardı. Tabii ki, solun bütün fraksiyonları bu sola kayıştan nasibini bol bol almaktaydı. O zamanki Aydınlık hareketinin gençlik örgütü olan Devrimci Gençlik Birliği’nde (DGB) neredeyse her akşam seminerler ve konferanslar yapılıyordu. Uzun saçlı gençler DGB’nin salonunu hınca hınç dolduruyordu.

Bu seminerleri bir köşede sessiz sedasız izleyen gençler arasında, o sıralar yirmi dört yaşında olması gereken, gözlüklü bir genç de vardı. Bu genç, Troçkistti ve daha o yaşında hayatını çevirmenlik yaparak kazanıyordu. Adının Yavuz Alogan olduğunu öğreneceğim bu genç, 1980’li yıllarda tanışıp arkadaş olduğumuzda, o günlerdeki “bizi” şu sözlerle anlatmıştı bana: “Senin üstünde uzun kollu, beyaz bir gömlek vardı. Sen ve Aydınlık’ın Hasan Yalçın gibi diğer önderleri  azametli halinizle ve tavrınızla bana, Sovyet devriminin ilk günü  Petrograt’daki Smolni Enstitüsüne gelen Bolşevik Devrimi’nin önderleri gibi gözükmüştünüz.” İyi ki bu sadece bir görüntüden ibaret kalmış ve tarih o noktada tekerrür etmemiş. Yoksa, Bolşevik liderlerin çoğu gibi kırklarımızda toprağın altını boylamış olurduk! Tabii ki, bir kişi hariç!

Yavuz Alogan’la 1970’li yıllarda doğrudan tanışmamız mümkün olmamıştı ama onu isim olarak tanıyordum. Sol kitapları İngilizceden Türkçeye kazandıran iyi bir çevirmendi. Gerçi, 1970’li yıllarda okuma listemizin çok kabarık olduğunu söyleyemem. O zamanki partililerin kapalı devre bir okuma tarzı vardı. Daha doğrusu, bizim parti de, diğer sol parti ve örgütler de militanları için böyle bir okumaya yararlı görürlerdi örgütsel açıdan. Kısacası, sol partiler, bütün ebeveynler gibi, “kızı başıboş bırakırsan ya davulcuya varır ya da zurnacıya” mantığına sahiptiler. Kapalı devre okuma tarzı militanlar için gözbağcılık görevini yerine getiriyordu.

Bu yüzden, Yavuz Alogan’ın çevirdiği kitaplarla esas tanışmam 1980’li yılların başlarına rastlar. Artık partinin kapalı devre okuma tarzı yıkılmıştı ve yeni bir ideolojik uyanma ortamı içinde deliler gibi okuyorduk. Örneğin, Buharin ve Preobrejinski’nin Bolşevik devriminin ilk yıllarında birlikte yazdıkları Komünizmin Abc’si kitabını; o dönemki uyanışımızda çok önemli rolü olan, iki ciltlik Komintern’den Kominform’a kitabını Yavuz Alogan’ın çevirisiyle 1980’li ve 1990’lı yıllarda okumuştum. Böyle bir hummalı okumanın, partinin entelektüel kesimlerinde yerleşik ve genel geçer ideolojiyi sorgulamasına, sorgulamanın ilk durağı olarak da partinin temel taşlarından olan Stalinizmle kafa kafaya gelmeye yol açması kaçınılmazdı. Nitekim öyle oldu ve parti içinde, benim başını çektiğim anti-Stalinist bir muhalefet gelişti. Bu muhalefet 1980’lerin ortalarında kendini “Beş Perspektif” metniyle açıkça ifade etti.

Partideki tartışmalar canlı bir şekilde sürerken, parti dışından sol entelektüeller de bu tartışmaları ilgiyle izlemeye başlamışlardı. Örneğin, 68 döneminden arkadaşlarım olan ve Kıvılcımlıcı olduktan sonra o rotadan ilerleyip Troçkizme varan Ersen Olgaç, Ergun Aydınoğlu ve Demir Küçükaydın’ın, Aydınlık içindeki tartışma ve gelişmeleri dikkatle izlediklerini, hatta ülke dışında çıkardıkları Devrimci Marksist-Tartışma Defterleri adlı dergide Mehmet Salâh (Ergun Aydınoğlu’nun o dönem kullandığı ad) imzalı, “Çin Komünizmi ve 1980’ler Türkiye’sinde Aydınlık’çılığın Evrimi” başlıklı bir yazı (sayı. 3, Haziran 1986) yayınladıklarını, bu yazıda Mehmet Gündüz’ün yazılarını Aydınlık hareketinin klasik çizgisinden olumlu bir sapma olarak değerlendirdiklerini biliyorum. Partideki gelişmeleri dikkatle izleyen entelektüellerden biri de, o sıralar otuzlu yaşlarının ortalarında olan Yavuz Alogan’dı. Yavuz Alogan, kendisine büyük entellektüel tatmin sağlayan çevirmenliği sayesinde hayatını da kazanan bir insandı. Emeğine yabancılaşmayan bir yaşam tarzıydı bu ve bunu gerçekleştirebilen nadir insanlardandı.

Partinin çevresinde dolanmaya başlayan insanların kokusunu almak konusunda özel bir hassaya sahip olan Doğu Perinçek, kısa sürede Yavuz Alogan’ın da kokusunu almış ve onu partiye katılmaya davet etmişti. Bunu yaparken politikacıların dikkat çeken özelliklerinden biri olan reelpolitik yöntemlere başvurmuş ve Yavuz Alogan’ı ikna edebilmek için ona şöyle demişti (Yavuz Alogan’dan naklen): “Bizim içimizde muhalefet ve farklı kanatlar vardır. Örneğin Mehmet Gündüz (benim o sıralar kullandığım ad oluyor) senin fikirlerine yakın, anti-Stalinist bir muhaliftir. Partiye katılırsan birlikte bir muhalefet bile örgütleyebilirsiniz.” Bu “geniş görüşlülükten” ve “özgürlükçü” yönelimden fazlasıyla etkilenen Yavuz Alogan kısa süre sonra partiye katılmaya karar vermişti. Kısacası, Doğu Perinçek, parti içindeki muhalefetten bile iktidarı için yararlanmasını bilmişti. “Majestelerinin muhalefeti” değildik belki ama “majestelerinin vitrini”ydik bir bakıma!

Doğu Perinçek, beni ve muhalefeti olta olarak kullanmıştı ama dışarıdaki birinin bu olta sayesinde içeriye çekildikten sonra muhalefete katılması hiç de arzu edilir bir şey değildi parti yönetimi açısından. Nitekim, Doğu Perinçek’in davetiyle Aydınlık hareketine icabet eden Yavuz Alogan da muhalefetle birlikte hareket etmeye başladığı an merkezin salvolarından kurtulamadı. Bununla birlikte, Yavuz’a, dışarıdan “konuk” gelmiş biri olarak biraz ayrıcalıklı davranılıyor, biz “öz evlatlara” gösterilen haşin muamele Yavuz ve onun gibi sonradan “evlat edinilmiş”lerden az da olsa esirgeniyordu. Bu tür partilerin içiyle dışı veya içinden olanlarla dışından olanlar her zaman farklı muamele görür. Böyle partiler soba gibidir. Yakınındaysan ısınırsın, çok yaklaşırsan yakar!

Gerçi Yavuz çok yaklaşmış ve bu yüzden ne kadar “dışarıdan” muamelesi görüp “hoşgörüden” bizden daha fazla yararlansa da sonuç olarak bir muhalif olarak payına düşeni almış ve 1989 yılı başında, muhalefete katıldığı gerekçesiyle, 1980’lerin ikinci yarısındaki “sosyalistlerin birliği” “dağı”nın Doğu Perinçek sayesinde doğurduğu küçücük bir “fare” olan Sosyalist Parti’den (SP) (daha sonraki yıllarda İP adını alacaktır) bir yıl uzaklaştırma almış, fakat diğerlerinden farklı olarak partiden ihraç edilmemişti.

Yavuz henüz uzaklaştırma almadan söyleyeceğini de söylemişti doğrusu. Örneğin o yıllarda partinin entelektüel kesimlerinde Stalin iyice gözden düştüğünden Doğu da Stalin-Troçki mevzularında daha ihtiyatlı ve kendini daha geniş görüşlü göstermeye dikkat eden yazılar yazıyordu. Örneğin, Saçak dergisinde yayınlanan, Troçki’yi “değerli muhalif” olarak ele alan bir yazısında Stalin’in adını bir kere olsun zikretmeme becerisini gösterebilmişti. Yazısı, Saçak dergisinde, iki Troçkist, Ergun Aydınoğlu ve Yavuz Alogan tarafından çok temel noktalarda eleştirilmiştir.

1989 yılında parti dışına atılan veya kendini parti dışına atan muhalefetin kurduğu Sosyalist Birlik dergisinde Yavuz’la benim aramda daha yakın bir ilişki doğdu, çünkü bu dergi daha kurulduğu an içinde iki kesim olduğu ayan beyan ortaya çıkmıştı. Halil Berktay ve Oral Çalışlar Sosyalist Birlik’in görece sağ kesimini oluşturuyordu ve Sovyetler Birliği yanlısı TKP ile birleşme çabası içindeydiler. Ben, Yavuz Alogan ve diğer bazı arkadaşlar ise Sosyalist Birlik’in görece daha sol kesimini oluşturuyorduk. Yavuz Alogan başından itibaren açıkça Troçkistti, ben ise Troçkist olmamakla birlikte Troçkizan anti-Stalinist fikirlere sahiptim ve bu sol kesim TKP ile birleşmeye karşı çıkıyordu.

Bu çatışma 1990 yılı başında yeni bir bölünmeyle sonuçlandı ve ben, İngiltere’ye iltica etmeden hemen önce bazı arkadaşlarla birlikte “muhalefetin muhalefeti” denebilecek kısa bir bildiri yayınlayarak Sosyalist Birlik’ten ayrıldım. Bu bildiriyi duyan Yavuz Alogan Ankara’dan beni arayarak, “benim de imzamı koyun bildiriye” dedi. Bunun üzerine onun da imzasını koyduk. Bu bildiri, Sosyalist Birlik’in Ocak 1990 sayısında, arkalarda, mümkün olduğu kadar görünmeyecek bir yerde yayınlanmıştır.

Londra’da bulunduğum yıllarda Yavuz’la temasımız hiç kopmadı diyebilirim. İkimiz de birbirimizi izliyorduk. İlk romanım olan Deniz Orada’yı (Sel 1995), fikrini almak için ilk gönderdiğim arkadaşlardan biridir. Türkiye’de olup bitenler hakkında ara sıra ondan bilgi alırdım, bu konularda önceleri doğrudan el yazısı veya daktiloyla yazılmış mektupla, daha sonradan da internet aracılığıyla epeyce yazışmışlığımız olmuştur.

1990’lı yıllarda Yavuz Alogan, artık İP adını almış olan SP’den istifa ederek Sadun Aren’in başkanlığındaki Sosyalist Birlik Partisi’nin (SBP) Parti Meclisi’nde yer aldı; daha sonra da SBP’nin dönüşmesiyle kurulan ve başlangıçta Türkiye solunun önemli bir kesimini kucaklayan Özgürlük ve Dayanışma Partisi’nin (ÖDP) kurucu üyesi oldu ve Ankara İl Yönetim Kurulu’nda görev aldı. Ben İngiltere’de olduğumdan o yılları epeyce uzaktan izledim doğal olarak. Yavuz, 2003 yılında ÖDP’den istifa etmiş. Sanırım bunda ÖDP’nin başlangıçtaki kapsayıcılığını yitirmesinin rolü olmuştur.

Yaklaşık olarak 2006 yılında Aydınlık hareketinin hem paranoyaklığını, hem iftiracılığını, hem de ilkesizliğini ortaya koyan oldukça ilginç bir olay yaşadım. O sıralar kızım Irmak Zileli Ulusal Kanal’da redaktör olarak çalışıyordu. Bir gün, o sırada yaşamakta olduğum İsviçre’nin Zürih kentindeyken, Irmak’tan bir mail aldım. Şöyle diyordu: “Baba, önüme senin İngiliz ajanı olduğuna dair bir yazı geldi. Bunun üzerine ben de Ulusal Kanal’dan istifa ettim. Haberin olsun.” Güler misin, ağlar mısın! Tam Irmak’a cevap yazmaya hazırlanıyordum ki, ondan yeni bir mesaj geldi: “Baba, istifam üzerine yazıyı geri çektiler; bunun üzerine ben de istifamı geri çektim.” Irmak’a şöyle yazdım: “Irmak, sen onlara şunu söyle: Bir İngiliz ajanını tespit ettikleri halde bunu teşhir etmekten vazgeçmeleri, doğrudan doğruya MI5 ile işbirliği anlamına gelir!” Irmak bunu onlara söyledi mi bilmiyorum.

Bütün bu olayı anında Yavuz Alogan’a da yazmıştım. Ondan gelen cevap şu olmuştu: “Çok geride kalmışlar. Artık İsviçre ajanı da olduğunu yazmayı unutmuşlar!” Yavuz’un kendine özgü bir sense of humouru vardı. Gerektiği yerde ince bir şekilde taşı gediğine koyardı.

Bundan birkaç yıl sonra Yavuz’la Datça-Palamutbükü’nde karşılaştım. Her zamanki gibi, yüzündeki filozofça gülümsemesiyle piposunu tüttürüyordu. Hem denize giriyor hem de çeviri çalışmalarına tatilde bile aksatmadan devam ediyordu. O dönem Ergenekon davası bütün hızıyla sürmekteydi. Ergenekon’un düzmece bir dava olduğunda ikimiz de hemfikirdik. Yavuz AKP iktidarına ateş püskürüyordu haklı olarak. Bazı yorumlarında sanki biraz Kemalist tınılar hissettim ama o an ben de esas mesele olarak AKP’yi gördüğümden işin bu yönünü çok fazla kurcalamadım. Yavuz bir ara, “Doğu belki de bütün ömrü boyunca dışarı çıkamayacak” dedi. Bunu biraz aşırı bir yorum olarak gördüm. Zayıf bir şekilde de olsa buna pek katılmadığımı belli ettim diye hatırlıyorum ama çok da tartışmadım doğrusu. İçten içe, haklı olabileceğini düşünmüş olabilirim. Aslında Yavuz’un, her zaman dikkatimi çeken bazı egzantrik veya fazlasıyla sivri yorumları olurdu yer yer. Bu yorumlarında hep bir felaket beklentisi dikkatimi çekerdi. Sol aydınlarda zaman zaman ortaya çıkan biraz paranoyakça bir eğilimdi bu: “Büyük bir felaket geliyor.” Bu öngörülerin bazen doğru çıktığı olur ama onda dokuzu yanlış çıkar. Büyük iniş çıkışlara ve bazen felaketlere gebe olsa da hayatın kendi iç dengeleri vardır ve çoğunlukla o kadar da büyük felaketlere izin vermez. Neyse, Yavuz’un bu yönü, ihtiyatla karşılanmak koşuluyla, yine de olayların yorumuna hoş bir çeşni katardı…

 

Keşke bu yazı böyle hoşça anılarla sürüp gitseydi. Ne var ki, hayat denen şey, nasıl iç dengelere sahipse, aynı zamanda korkunç ve akıl sır ermeyen savrulmalara yol açan bir acımasızlığa da sahiptir.

Yavuz’da, 2010’lu yıllarda, eski Troçkist yönelimleriyle oldukça ters düşen bazı belirtiler ortaya çıkmaya başladığını fark ettim. Öncelikle, Stalin’e bakış açısında büyük bir değişiklik oldu. Artık Stalin’i eskisi gibi Sovyet devrimini yozlaştıran zorba bir figür olarak görmüyor, hatta onu birçok bakımdan takdir ediyordu. Bu yolda ilerleyerek Stalin’i Rus halkını birleştiren bir figür, kapitalist dünyaya kafa tutan önemli bir lider olarak görmeye, hatta “bugün Stalin’le Troçki yaşıyor olsalardı eski kavgalarını bir yana bırakır, el ele verip partiyi yeniden inşa etmeye başlarlardı” mealinde fikirler ileri sürmeye başlamıştı. Tam bir iflas noktasıydı bu! Her şey bir yana, elli yıldır izlediği Stalin eleştirisi çizginin iflasının ilanı!

Belki bununla eş zamanlı ve bağlantılı olarak Kemalizme eleştirel bakışı da bir yana attı ve laiklikten hareketle, “Cumhuriyeti kuran büyük lideri” o yaşında yeniden keşfetti. Ben bu ikisi arasında, yani Stalin’i benimsemekle, Mustafa Kemal’i yeniden keşfetmek arasında bir bağ olduğunu düşünmekle birlikte bugünkü durumuna baktığımda Mustafa Kemal’e ilişkin değişimin daha konjönktürel ve taktiksel olduğu sonucuna varıyorum. Eğer konjönktürel ve reelpolitik bir değişim olmasaydı bu, o zaman Yavuz Alogan’ın bugün AKP diktatörlüğüne karşı, aynı bizler gibi, Kemalist ana akımın mensuplarıyla ve sol-ulusalcılarla omuz omuza olması gerekirdi. Oysa tam tersini görüyoruz. Yavuz Alogan artık sağ-ulusalcılarla birlikte, Kemalist ana akıma karşı, Mustafa Kemal ve İsmet İnönü’ye daha dört yıl önce (Gezi’den hemen önce) “iki sarhoş” diye açıkça hakaret eden AKP Genel Başkanının, dinci-faşist AKP’nin, sarıklı ve cübbelilerin, “şeyhlerin, dervişlerin ve mensupların” yanında saf tutmuş bulunmaktadır. Demek ki, Yavuz Alogan’da meydana gelen değişimin esas muharriki Kemalizm değil, Stalinizme yönelmesiyle kesin bir iç bağlantıya sahip olan kör devletçiliğidir.

Bir kere bu yola girdiğiniz zaman her şeyin arkası çorap söküğü gibi gelir ve sonunda ortada çorap yerine sadece yün yığını kalır. Nitekim, kör devletçiliğe yönelen Yavuz Alogan’ın, hızını kesemeyip adeta Kürtleri ve tüm ezilen halkları kışkırtacak şekilde, ırkçı kitle katliamcısı Topal Osman Ağa’nın “manevi torunluğu”na soyunan bir noktaya kadar gitmesi (Sol dergisi, “Andımız”, 5. 11. 2013) (ki, Kemalistlerin çoğu asla böyle bir laf etmez) ortada bir yün yığını bile bırakmamıştır. Çoraklık, tam bir fikri çoraklık! Böylesi bir yönelişi görünce, 5 Mayıs 2009’da kurulan kişisel sitemde kendisine “Yavuz Alogan yazıları” diye yer verdiğim ve yazılarını düzenli yayınladığım Yavuz Alogan’ı, tüm yazılarıyla birlikte siteden çıkarmak zorunda kaldım. Onun Stalinizmine bile tahammül edebilirdim ama katliamcı Topal Osman’ın “manevi torunu”na tahammül edemezdim doğrusu!

Böyle bir yönelim kaçınılmaz olarak Yavuz Alogan’ın Stalinist ve milliyetçilerle tamamen ve ikircimsiz bir şekilde barışmasını, devrimci Marksizmi ve toplumsal devrimi bordodan aşağı yuvarlamasını, 2006 yılından 2010 yılına kadar çoğunlukla Troçkistlerin yazdığı Red dergisinden ayrılmasını getirdi. Artık Stalinist ve ulusalcı dergilerde bir köşe yazarı olabilirdi, buna hazırdı. Ancak bir sorun vardı. Stalinizmi ulusalcılığına göre daha ön planda olan TKP’nin yayın organı Sol’da mı bir köşe kapacaktı, yoksa Kürt düşmanlığı Stalinizmine göre daha ön planda olan İşçi Partisi (İP)’in yayın organı Aydınlık’ta mı? Önce ikisinde de değil, Aydınlıkçı TGB’den ayrılan ama eski yönelimlerini esasen devam ettiren bir grup gencin çıkardığı Yarınlar dergisinde, 2011 sonundan 2012 sonuna kadar yazdı bir yıl boyunca. Bunun ardından, tercihini TKP’nin  Sol’undan yana yaptı. Sanırım bu tercihte, Yavuz Alogan’ın 1980’lerdeki Aydınlık hareketi deneyiminin olumsuz anılarının da payı vardı. Veya Doğu Perinçek, Yavuz Alogan’ı henüz ikinci kez keşfedip Aydınlık’a davet etmeyi akıl edememişti.

Yavuz, 2013 yılının başından 2014 yılının ortasına kadar, 1,5 yıl bu dergide yazdıktan sonra, üç aylık bir aranın ardından, 2014 yılının Eylül’ünde Aydınlık’ta yazmaya başladı, üç yıldır bu gazetede yazmaktadır. Herhalde bu arada geçmişteki olumsuz anılarını unutmayı ya da bastırmayı becerebilmişti. Veya “Topal Osman’ın manevi torunu” olmaya en uygun yerin, artık Sabahattin Önkibar gibilerinin yazmakta olduğu Aydınlık gazetesi olduğunu keşfetmiş olabilir.

Şu andaki düşüncem şöyle: Yavuz Alogan’ın yazdığı gazetenin Sol veya Aydınlık olmasının o kadar da önemi yok. Çünkü en korkunç, sağcı ve ırkçı görüşlerini, yukarıdaki Topal Osman örneğinde görüldüğü gibi, Sol’da da ifade edebilmekteydi. Yavuz Alogan için önemli olan, şu veya bu Stalinist-ulusalcı gazetede yazması değil, pek değer verdiği ve beğendiği fikirlerini ifade edeceği bir mecra bulmuş olmasıdır. Bir genç kız düşünün. Yüzünün ve fizik güzelliğinin eşsiz olduğu kanısında, fakat bu güzelliğini sergileyeceği bir mecra bulamıyor. Bu, o genç kızı çıldırtır. Aydınlar da çoğunlukla böyledir. Hemen olmasa bile bir süre sonra fikirleriyle orgazm olmaya başlarlar ve bu orgazmlarını akıtacak bir mecra bulmak için çırpınırlar. Yavuz Alogan’dan hiç ummazdım ama demek onda da böyle gizli bir potansiyel varmış. Son zamanlarda, beni hayli şaşırtacak bir şekilde, beyinden orgazmın baş temsilcisi olarak gördüğüm Halil Berktay’ı bile geride bıraktı. Halil Berktay, yandaş mandaş ama hiç değilse kendini bir yandaş gazeteye atıp orada yancılık yapacak kadar onurunu satmadı. Şimdi yiğidi öldür, hakkını yeme!

Tamam, Yavuz Stalinist oldu, devrimci Marksizmi bıraktı, bunların hepsini anlıyor ve hazmediyorum da, artık tamamen AKP yancısı olan bir hareketin peşinden sürüklenmesine, hatta bu hareketin ismi olan VP ve Doğu Perinçek’le birlikte böyle bir yanlamanın teorisini yapıyor konuma gelmesine hâlâ akıl erdirebilmiş değilim. Belki biraz daha zaman geçtikten sonra buna da alışacağım ama son yazımda yazdığım gibi buna gerçekten aklım basmıyor. “Faşizme Karşı Omuz Omuza Adalet Yürüyüşü” yazısındaki şu satırları gerçekten samimiyetle yazmıştım: “Hadi, diyelim ki, Doğu Perinçek iktidar hırsı nedeniyle aklını kaçırdı ve böyle saçma sapan şeyler söylemeye başladı, peki aklı başında birisi olarak tanıdığım, bu tür zırvalıklara yüz vereceğine rüyamda görsem inanmayacağım, Aydınlık yazarı,  eski Troçkist Yavuz Alogan’a ne demeli?… Sen elli yıl boyunca en güzel sol teorik kitapları Türkçeye çevir, sonra da kalk, AKP’ye yanlamış ve artık en yakınındakilerin bile köşe bucak kaçıp kendilerini kurtarmaya çalıştığı birini rüzgâr göğüsleyen lider olarak öv! (abç)”

Yavuz Alogan, bu satırları ya yanlış anlamış ya da bilerek çarpıtmış ve şöyle yazmış “Vızıltılar” yazısında: “Fakaaat, ‘Herkes Aydınlık’a saldırıyor, şuna da bir tane çakalım’ diyerek  HOPkültür (aynen böyle!) sayfalarında  beni ‘AKP’ye yanlamış’ olarak gösterince, başka bir şey olur. O kadar kolay olmaz…  İnsan kuru sıkı sallamadan önce okuduğunu anlayacak sabır ve inceliğe sahip olacak. Anlamak ve anladığını çarpıtmadan aktarmak dürüstlük ve namus gerektirir.  Stalin’le kafayı bozmuş olabilirsiniz, ama dersinize iyi çalışacaksınız.”

Yukarıdaki, bold yaptığım satırlarım ortada. Ben orada Yavuz’u “AKP’ye yanlamış” olarak göstermiyorum, AKP’ye yanlamış Doğu Perinçek’i övdüğü için eleştiriyorum. Okuduğunu doğru anlamak bence bu durumda öyle anlaşılıyor ki, Yavuz Alogan için çok daha gerekli.

Öte yandan, AKP’ye yanlamış olanları övmek de bugün az buz bir suç değildir. AKP’ye yanlayanlardan da, yanlayanları övenlerden de, çok uzak olmayan bir gelecekte hesap sorulacaktır. Ve bilmiyorum, Yavuz Alogan bunun hesabını nasıl verecektir? Oral Çalışlar’ı haydi haydi ve Halil Berktay’ı oldukça geride bırakmış bir AKP muhipliğine soyunan Doğu Perinçek’in artık, eski Aydınlıkçı olmalarından yararlanarak AKP medyasının finansörü Ethem Sancak’la ve AKP medyasının silahşörlerinden  Kayahan Uygur’la (Ta 20 Ocak 2016 tarihinde Yavuz’a, “Kayahan Uygur’larla aynı saflarda gözükmek nasıl mideni kaldırmıyor, hayret ediyorum” diye yazmışım özel haberleşmemizde) somut bağlar geliştirdiğini, onlarla haberleştiğini Yavuz Alogan nasıl bilmez? Hadi anladık, Stalinist olmuş olabilir, devletçi olmuş olabilir ama bugün çok sayıda Stalinistin ve Kemalistin de çatışma içinde olduğu AKP iktidarıyla rezonansa girenlerin peşinden gitmenin doğrudan doğruya AKP cephesine katılmak anlamına geldiğini ve zaten bunun sonucu olarak “Adalet Yürüyüşü”ne saldırırken bunun artık tamamen Cem Küçük’lerle, Kurtuluş Tayiz’lerle saf tutmak anlamına geldiğini nasıl bilmez?

Laf buraya gelmişken şu “kimlerle omuz omuza olunduğu” meselesine de değineyim. Ben omzumun hizasında kimlerin olduğunu ve olabileceğini çok net bir şekilde görüyorum ve zaten bunu da “Toplumsal Bloklaşmalar” yazımda yazdım. Bugün AKP diktatörlüğüne karşı özgürlük mücadelesinde kimi yanımda görürsem onunla omuz omuza olurum. Yeter ki özgürlük düşmanı faşistlerle yan yana düşmeyeyim. Anlaşılan Yavuz Alogan, benim omuz omuza olduğumu iddia ettiği Michael Rubin’i, Graham Fuller’ı benden iyi tanıyor. Bu şahısların kim olduklarını pek bilmediğim gibi adları ve soyadlarıyla hatırlamam da imkânsızdır. Ne taraftan olurlarsa olsunlar, neyin nesi kimin fesi olurlarsa olsunlar, Aydınlıkçılardan farklı olarak üst düzeylerdeki şahsiyetlerle pek teşriki mesaim olmaz. Örneğin kendimi AKP Dışişleri Bakanlığı Ortadoğu temsilcisi falan sanarak Rusya’daki ya da İran’daki “devlet büyükleri”yle görüşüp onlardan politik destek sağlamaya kalkmam, Doğu Perinçek’in yaptığı gibi. İnsan birilerine bir laf ediyorken önce kendi yanladığı hareketin liderinin ne yaptığına bakmalı, öyle değil mi? Hayatım boyunca bu “yüksek çevreler”le temasım olmadı ve böyle şeylerden hiç haz etmedim. Bu nedenle ben sadece özgürlük için yürüyenlerle omuz omuza olurum. Bu arada, sözünü ettiği kişi ya da kurumlar bu özgürlük mücadelesine şu ya da bu nedenle destek veriyorlarsa eğer, ona da eyvallah. İçinde bulunduğumuz konjönktürde kim saray diktatörlüğünün düşmanıysa benim dostumdur.

Fakat acaba Yavuz Alogan, bana omuz hizama bakmamı tavsiye ederken kendi oturduğu yere dikkat ediyor mu? Mesela hemen arkasında bizzat AKP Genel Başkanı’nın, Devlet Bahçeli’nin, Ülkü Ocakları, Alperen Ocakları, Osmanlı Ocakları’nın, Süleyman Soylu ve Burhan Kuzu’nun, Ethem Sancak ve Kayahan Uygur’un, Cem Küçük ve Kurtuluş Tayiz’in ve bunlar gibi yandaşların, özgürlüğün yeminli düşmanlarının olduğunu görebiliyor mu? Hem dikkat etsin, omuz omuza olmakla kucak kucağa olmak arasında önemli bir fark vardır. Omuz omuza olduğunuzla yarın yollarınız ayrılıp başka yönlere gidebilirsiniz ama diğerinde durum oldukça farklıdır.

Hemen yeri gelmişken “vatan savaşı” verdiğini iddia eden çakma anti-emperyalizm tacirliğine de kısaca değineyim. Anti-emperyalizm, anti-kapitalizmdir. Anti-kapitalist olmadan, hatta bir kısım kapitalistin yandaşı olunarak anti-emperyalist olunamaz. Katar gibi emperyalizm işbirlikçisi reaksiyoner Arap emirliklerini anti-emperyalist ilan ederek anti-emperyalist olunamaz. Buna bağlı olarak, anti-emperyalizm, büyük ve küçük veya orta büyüklükteki devletler arasında bir atari oyunu değildir. Büyük emperyalist devlete karşı daha küçük veya orta boy kapitalist devleti desteklediğinizde belki milliyetçi olabilirsiniz ama gerçek anlamda anti-emperyalist olmazsınız. Hele hele bir emperyaliste karşı başka bir emperyalistin yanında yer alır, o devletlere diplomatik temsilciler gönderirseniz “zoraki diplomat” olursunuz ama bunun adı anti-emperyalizm değildir. Hele bir de muhayyel bir “Amerika’ya karşı vatan savaşı” uğruna her türlü özgürlük katlini, her türlü Kürt düşmanlığını, her türlü ezilen halk bombalamasını, her türlü hak ihlalini, her türlü ceberut devlet eylemini onaylar, destek verirseniz, iktidar güdümlü yargıyı “altın çağı”nda ilan eder, bu güdümlü yargının tutukladığı insan hakları savunucularına yandaş medyayla birlikte “casus” muamelesi yaparsanız, bunun adı anti-emperyalizm değil, Hitlerizm olur. Neden mi? Çünkü inanın ki, Hitler de birtakım emperyalist devletlere karşı “vatan savaşı” vermekteydi. Bütün ırkçı katliamlarını, hukuksuz tutuklamalarını, katliamlarını ve özgürlük düşmanı eylemlerini buna dayandırmıştı.

Yavuz Alogan şu satırları yazarken kendi gizli korkusunu dile getiriyor olmasın: “Stalin’e benzettiği Başkan’ın (nereden nereye gelinmiş. Bizim zamanımızda Doğu Perinçek’e bizler asla “başkan” diye hitap etmez, ondan bu şekilde söz etmezdik. Şimdi Yavuz Alogan bile böyle adlandırıyor. G.Z.), Buharin’e benzettiği beni, eninde sonunda kasap Vasiliy Blohin’e  teslim ederek Liyubliyanka’nın bodrumunda kulak arkasına üç kurşunla infaz ettireceğini bile iddia edebilir (ciddi söylüyorum!). Ne dese yeridir. Bir şey demedik.”

Yavuz, “iddia edebilir” diyerek orayı muğlak geçmiş. Acaba ben böyle bir benzetmede bulundum mu diye onunla yazışmalarımızı tekrar gözden geçirdim ve bir tek şu ifadeye rastladım: “İki ipte birden oynanmaz. İplerden birini seçmek zorundasın. Hele iki ip arasındaki gerilimin zirvesine vardığı bugün. Bunu Buharin denemişti ve kellesine mal oldu. Hem Stalin’in yanında durup hem de muhalefete göz kırpma oyunuydu bu. Olmayacak şey.” (2.11.2016)

Evet, o zaman böyle bir benzerlik kurmuşum ama benim Yavuz Alogan’ı Buharin’e benzettiğim aşama bundan 9 ay öncesine ait. Yavuz, Buharin’in 1920’lerdeki rolünden çok çok ilerilere gitti son bir yılda ve artık Buharin’in yaptığı gibi yeniden muhalefe geçme şansı yok. Bu yüzden de ileride kellesinden korkmasına gerek yok diyeceğim ama bunu da söyleyemiyorum. Biliyorsunuz, Stalin en sadık takipçilerini bile ölüme göndermekte bir an bile tereddüt etmemişti.

Tanıdığım genç ve orta yaşlı Yavuz Alogan’la başlayıp tanımadığım yaşlı Yavuz Alogan’a geldim. Onu artık gerçekten tanıyamıyorum. İnsanlar da kentler gibidir. Kentleri de tam iyice tanıdığınızı sandığınız bir noktada öyle bir çehreyle çıkarlar ki karşınıza o kenti aslında hiç tanımadığınızı fark eder ve sisler içindeki kente hüzünle bakarsınız. Aynı benim, 50 yıldır tanıdığımı sandığım Yavuz Alogan’ın, Adalet Yürüyüşüne katılan solcuları, “debelenen soytarılar” diye nitelendiren, Peter Marshall’ın Anarşizmin Tarihi- İmkansızı İste adlı dev kitabını çevirmiş bir çevirmen olarak “anarko-liberter” diye bir anarşist kategori olmadığını unutan, “entel-dantel” veya “‘cinsel tercihi farklı’ olanlarla birlikte münasip yerlerinize kınalar yakıp…” türü homofobik cümlelerini okuduğum zaman duyduğum hüzün gibi.

 

 

Gün Zileli

24 Temmuz 2017

www.gunzileli.com

gunzileli@hotmail.com

Yavuz Alogan’ın ilgili yazısı için:

http://www.gunzileli.com/2017/07/22/yavuz-alogan-viziltilar/

 

Yavuz Alogan’ın cevabi yazısı için:

http://www.gunzileli.com/2017/07/26/yavuz-aloganin-gun-zileliye-cevabi/

 

 

 

 

 

 

Hakkında Gün Zileli

Okunası

MHP Takozu! (ve Artı-Gerçek’teki yazılarımın Sona Erişine İlişkin Kısa bir Açıklama)

Bu yazı, her zamanki gibi cumartesi gecesi Artıgerçek’te yayınlanmak üzere yazılmıştı. Dün, (yani 10 Mayıs, …

35 Yorumlar

  1. “Anti-emperyalizm, anti-kapitalizmdir. Anti-kapitalist olmadan, hatta bir kısım kapitalistin yandaşı olunarak anti-emperyalist olunamaz. Küveyt gibi emperyalizm işbirlikçisi reaksiyoner Arap emirliklerini anti-emperyalist ilan ederek anti-emperyalist olunamaz… Büyük emperyalist devlete karşı daha küçük veya orta boy kapitalist devleti desteklediğinizde belki milliyetçi olabilirsiniz ama gerçek anlamda anti-emperyalist olmazsınız… Hele bir de muhayyel bir “Amerika’ya karşı vatan savaşı” uğruna her türlü özgürlük katlini, her türlü Kürt düşmanlığını, her türlü ezilen halk bombalamasını, her türlü hak ihlalini, her türlü ceberut devlet eylemini onaylar, destek verirseniz… bunun adı anti-emperyalizm değil, Hitlerizm olur.”

    “Ulusal kurtuluş hareketlerine boyundan büyük anlamlar yükleyen, onları toplumsal kurtuluş hareketiyle karıştıran, ulusal hareketlerin taleplerini sosyalist devrimin görevleri mertebesine yükseltenlere karşı Lenin, döne döne, ulusal hareketlerin özünde burjuva demokratik hareketler olduğunu vurgulamıştı. Bu berrak kavrayıştan hareketle, ulusal bir hareketin başında burjuva bir önderliğin bulunmasının ya da bu hareketin “büyük devletlerden” destek almasının, konunun özünü değiştirmeyeceğini, ulusal sorunun varlığını ortadan kaldırmayacağını ve ulusal taleplerin meşruluğuna halel getirmeyeceğini belirtmişti: “… bir emperyalist güce karşı ulusal kurtuluş mücadelesinden, bazı durumlarda bir başka «büyük» gücün aynı ölçüde emperyalist amaçları için yararlanması hali de, sosyal-demokratların ulusların kendi kaderini tayin hakkını reddetmelerine neden olmaz.”[2] Bu bakış açısı kaybedildiğinde, diyelim ki Avrupa ya da ABD’den destek alan ya da almaya çalışan ulusal kurtuluş hareketleri bir çırpıda “işbirlikçi”, “gerici”, “emperyalizmin uşağı” vb. ilan edilebilirken, konjonktürel olarak ABD dış politikasıyla ters düşen burjuva hükümetler ve hatta eli kanlı burjuva diktatörlükler bile anti-emperyalist ilan edilip bu gerekçeyle desteklenebiliyor. Bu durumda, diyelim ki, Çeçenler, Kosovalılar, Uygurlar, Iraklı Kürtler vb. “satılmış işbirlikçi halklar” olurken, Hizbullah, Hamas, Saddam Hüseyin, mollaların İran’ı, emperyalist Çin vb. de bir çırpıda anti-emperyalist oluveriyor!”
    [2] Lenin, Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı, Sol Yay., 1992, s.128-9
    Doğu Türkistan’da Ulusal Sorun / Marksist Tutum dergisi, no:53, Ağustos 2009
    http://marksist.net/oktay_baran/dogu_turkistan%E2%80%99da_ulusal_sorun.htm

  2. İhtiyar çoban

    yaşasın

    şimdi değilse de seslenişim bir sert haykırış
    yine de her şeye karşın bir susmayış çırpınıyor kalbimde
    çağlardan taşan bir zaferi yaşasın seslenişiyle
    kazanacak gibi olurdum ben de yapayalnız olmasaydım

    üç beş kişi ya da kalabalık
    o haykırışı bekleyen bir eylemde kolayca öldürülemez asilerdir
    ben de orada onların içinde ilk vurulanlardan biri mi olsaydım

    siz kalpteki isyan çiçeğini bütün topraklarda yurtlarda
    hiçbir zaman soldurmadanöyılmadan usanmadan
    nasıl ta o çok eskilerden bugünlere getirdiniz
    geleneksel paniğiyle zalimi
    bilinciniz özgürlüğünüz ve ateşinizle nasıl da binlerce kez ürperttiniz

    benim kalbimdeki gibi şimdi herkeste
    yine de en azından bir susmayış büyümektedir
    hey zapata yoldaş hey yiğit arkadaş
    zulme ve ölüme karşı her yerde yaşasın yaşasın hayat
    que viva ülkelerimiz

  3. Günümüzde ABD ve Rusya gibi emperyalist süper güçlerin çıkarları gereği bazı ezilen ulus hareketlerine destek vermeleri durumunun benzerleri uzak tarihte de görülmüştür.

    O çağın büyük devletleri de rakip devlete ayaklanan dini motifli (heterodoks) halk hareketlerini desteklemiştir. Örneğin Bizans Abbasilere ve resmi İslam’a direnen Hürremileri (Babek isyanını), Abbasiler de Bizans ve ortodoks Hıristiyanlığın sapkın sayıp ezdiği Paulusçuları (Pavlakileri) desteklemişlerdir.

    Egemen bir güce direnirken başka bir egemen gücün desteğini almakta yanlış bir şey olmasa gerek.

  4. Acıklı.. utançla sürmesi gereken bir hayat.. ne de guzel anlatılmış..

  5. “‘Irmak, sen onlara şunu söyle: Bir İngiliz ajanını tespit ettikleri halde bunu teşhir etmekten vazgeçmeleri, doğrudan doğruya MI5 ile işbirliği anlamına gelir!’ Irmak bunu onlara söyledi mi bilmiyorum.”

    Irmak hanima cevap hakki –hatta, zorunlulugu– dogmustur.

    Okuyucu da merak ediyor; demis mi, dememis mi?

    🙂

  6. sordum. Yönetimle yüz göz olmamak için gidip onlara söylememiş bu mesajımı. Zaten benim de böyle bir beklentim yoktu.

  7. “sordum.”

    Tesekkur ederim.

  8. d.perincek artik fasist olmustur!
    bu sürec senelerce kendini gösterdi ve bugünün mc sine katilarak kanitlanmistir.
    mussolini de sosyalist gecmisi var sonucu ordada,
    d.perincek niye ve neden solu hala rahtsiz ve sabotaj edebiliyor anlamis degilim.
    bugünün sultan mc perincek itifakki bir dönemin bittini isaretdir daha dogrusu muhafazkar toplum anlayisin bitti ilanidir.

  9. Benimde soruma cevap verseniz.

    Aydin cilar akp Yi destekliyor,onlarin yandasi
    Oluyorda AkP ler bunlara tenezul Ediyormu?
    Daha gecenlerde bahceli ve Erdogan asagilamasti.

    Birakalim AKP i, ayni safta gorunen Halil berktay,o.calislar simdi vatancilarla dostmu oldu? Yoksa onlardami tenezul etmiyor?
    Bunlardan herkes vebadan kacar gibiyken,sizin kopamayisinz?

  10. ahmet aslan Heybeliada

    sevgili gün, herşeyden önce çok uzun yazmışsın, yavuz alogan hakkında, çevirilerini okuduğumuz ve okuyacağımız bir çok kitabı bulunmaktadır kütüphanemde.çeviri için söylenen o meşhur söz çevirmenler hakkındada söylenebilir.hasan ali ediz, rasih güran , orhan suda vs bunlararın parti ile ilşkileri olmuştur,zeki baştımarda bir çevirmendir. ben zülfü dicleli ile tartıştığımı hatırlıyorum.salonda herkes benden yana olunca rahatsız olmuştum. maden iş ten messe gçebilmiş ve işçiler için adabı muhaşeret kitabı hazırlayabilmiştir bu arkadaşımız.yiğidi öldür hakkını yeme dediğiniz halil berktay a karşı sende bir komplesks olduğunu görüyorum.çökertmedeki halil ibrahimle karıştırıyorsun.bu arkadaş geçmişinden , soldan nefret ediyor proğramlarda akp ye nasıl yol gösterdiğini anlatıyor.oral çalışlarlada ilişkisine devam ettiğini söylüyordu.adalet yürüşü aydınlık- ulusal kanal çalışanları arasında bir çatlamaya yol açtığını görüyorum,bazı ucuz şöhretlerinde ne olduğu ortaya çıkmıştır.kabasakal mı ne zagor okumaya devam etsin.gerçi bir yerde halk tv yönetmeni şaban sevincid dinleyince böyle akp propandistlerinin nasıl buralara geldiğine şaşırdım yalçın küçük harikaydı , o memur nasıl yürürmüş, kendisi ögrenciydi 27 mayısı yaptı, memurdu 12 mart , 12 eylül vs tutarlı olmayı bıraktı. kılıçtaroğluna yapılacak muhalefet ileri muhalefet olmak zorunda. çalışmalarında başarılar dilerim.

  11. GÜN , BURADA BİR KARMAŞA VAR . 1970 Lİ YILLARDA TROÇKİST ÇEVRELERDE YAVUZ ALOĞAN DİYE BİR İSİM YOKTU. DÖRDÜRCÜ ENTERNASYONAL DAVASININ ŞU AN DA SÜRDÜREN DÖNEMDEN KALAN TROÇKİSTLERDEN BİRİSİ OLARAK ŞUNU BELİRTEYİM: YAVUZ İSİMİLİ SARIŞIN VE “HALKIN YOLU” GRUBUNDAN AYRILAN BİR YANDAN TROÇKİZME BİRAZ İLGİ DUYAN ANCAK TAMAMİYLE SOSYAL EMPERYALİZMİ VS SAVUNAN BİR KİŞİ TANIDIM ANCAK HİÇ BİR ÖRGÜTSEL İLİŞKİMİZ OLMADI…. AYRICA BANA HİÇ BİR ZAMAN HAYATINI ÇEVİRİ YAPARAK KAZANDIĞINI SÖYLEMEMİŞTİ. DAHA BAŞKADA YAVUZ İSMİNDE KİMSE DUYMADIM. EĞER BU KADAR ÖNDE BİR İSMİ BEN DE BİLMİYORSAM O ZAMAN MASİS VEYA MUHİTTİNE, FİKRET BAŞKAYA’YA SORMAK GEREKİR. TROÇKİST HAREKETİN NASIL GEÇMİŞİNİ SAVUNUYORSAM GELECEĞİNİ DE SAVUNUYORUM. EĞER BAHSETTİĞİM ARKADAŞLAR DA ÖYLE BİR İSİM TANIMIYORLARSA ORTADA BİR MUAMMA VAR DEMEKTİR.

  12. Kemal Kılıçdaroğlu’ndan Meral Akşener’in partisi için yorum

    CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, oğlu Kerem Kılıçdaroğlu’na röportaj verdi, 2019 seçimlerine yönelik olarak değerlendirmelerde bulundu. Meral Akşener’in yeni parti kurma çalışmalarına ilişkin soruya Kılıçdaroğlu, “Şöyle düşünmek lazım; demokratik parlamenter sistemi savunan ve bu bağlamda oy alacak bir siyasi yapılanma Türkiye’nin geleceği açısından iyi bir yapılanmadır. Başkanlık sistemini savunanlar ve ona destek verenler oylarının yönünü değiştirip Meral Hanım’a doğru bir eğilime girerlerse bundan, parti demiyorum, Türkiye kazançlı çıkar” dedi.

    CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, internet ortamında yayın yapan ve oğlu Kerem Kılıçdaroğlu’nun da Yayın Kurulu’nda yer aldığı ‘Nasıl Dergi’ye röportaj verdi.

    “HAYIR BİLEŞENLERİ OLARAK ARKA KAPI DİPLOMASİSİ…”

    2019 seçiminde ‘Hayır’ cephesinin stratejisine ilişkin soruya yanıt veren Kılıçdaroğlu, “Bugünden 2019’da seçilecek adayı tartışmak doğru değil. Bugünden 2019’un yöntemini tartışmak da doğru değil. Onu önümüzdeki süreç içinde göreceğiz. 20 Temmuz darbesinden sonra OHAL’le bütün yasaları değiştirme imkânına sahip hükümet. Bugünden biz şu yöntemi kullanacağız dediğimiz zaman onlar bir yasal değişiklikle o yöntemin kullanılmasını engelleyebilirler. Hayır bileşenleri olarak 2019 yaklaştığı zaman yine arka kapı diplomasisi yoluyla nasıl hareket etmemiz gerektiği, nasıl bir strateji uygulamamız gerektiği konusunda kendi aramızda konuşabiliriz. Sonuçta Hayır birleşenlerinin temel özelliği demokratik parlamenter sistemi savunmaları. Şimdi hepimiz bunu savunduğumuza göre bu bağlamda nelerin yapılması gerektiği konusunda oturup konuşabiliriz. Buna CHP hazır.” dedi.

    ‘SEÇİM SİSTEMİ’ TARTIŞMASI

    CHP lideri, seçim sistemine ilişkin olarak, “Elbette bu seçim yasasının değişmesi lazım. Bu adil bir yasa değil ve milli irade parlamentoya tam yansımıyor. Diyelim yüzde 40 oy alıyor bir parti ama parlamentoda yüzde 50’den fazla sandalyeye sahip. Bu tablonun değişmesi lazım. Nasıl bir model gelir? Elbette çalışılacak. İktidar cenahı çalışacaktır. Ancak metni görmeden yorum yapmak doğru olmaz. Daraltılmış bölge mi yoksa dar bölge mi? Hangisi önümüze gelecek onu bilmiyoruz. Geldikten sonra yorum yapabiliriz. Ama mevcut seçim sistemi zaten AKP’nin lehine çalışıyor.” diye konuştu.

    MERAL AKŞENER’İN YENİ PARTİ ÇALIŞMALARI

    Meral Akşener’in yeni parti kurma çalışmalarına ilişkin soruya Kılıçdaroğlu, “Şöyle düşünmek lazım; demokratik parlamenter sistemi savunan ve bu bağlamda oy alacak bir siyasi yapılanma Türkiye’nin geleceği açısından iyi bir yapılanmadır. Başkanlık sistemini savunanlar ve ona destek verenler oylarının yönünü değiştirip Meral Hanım’a doğru bir eğilime girerlerse bundan, parti demiyorum, Türkiye kazançlı çıkar. Başkanlık modelini Türkiye bağlamında düşünmek lazım. Milletvekilliği bağlamında Meral Hanım ayrı bir siyasi yapılanmaya gider ve parti kurarsa bunu bugünden yorumlamak çok doğru değil. Çünkü nasıl bir kadroyla kurulacak, kuruluş amaçları ne? Bunun görülmesi lazım.” yanıtını verdi.

    “MHP’NİN BİR KANADI VE HDP, HAYIR OYU KULLANMA KONUSUNDA BULUŞTU”

    Hayır cephesinde MHP ve HDP iç çelişkisine ilişkin soruya ise Kılıçdaroğlu şu yanıtı verdi: “Ortak payda bulundu aslında, demokrasi bağlamında bulundu. Parlamenter demokratik sistem konusunda bulundu. Ortak paydayı büyütebilir miyiz? Daha fazla unsurları katabilir miyiz? Bunu zaman gösterecek. HDP ve MHP’nin farklı uçlarda olduğunu biliyoruz. Ancak sizin de dediğiniz gibi MHP’nin önemli bir kanadıyla HDP, Hayır oyu kullanma konusunda buluştular. Ama bu buluşma onların aynı parti olacakları, aynı düşünceleri savunacakları anlamına gelmemeli. Bu da çok hayalci bir tavır olur. Bence demokrasi konusunda insanları bir araya getirebiliyorsak, farklı düşüncelerin özgürce ifade edildiği, farklı düşünceler dolayısıyla insanların baskı altına alınmadığı, medya özgürlüğünün olduğu bir ortamı yaratabilirsek… Bu ortamda herkes kendi siyasal düşüncesini aktarma, propagandasını yapma konusunda daha özgür bir ortam bulacak. Bizim de amacımız zaten bunu yaratmak. Parlamento içinde olabileceği gibi parlamento dışında da bu özgür ortamın olması lazım.”

  13. SANIRIM BENİM YAZDIĞIM NOT SANSÜRLENDİ. EDİTÖRDEN BİR AÇIKLAMA BEKLİYORUM

  14. hangi not? Yeniden gönderebilir misiniz?

  15. Bir noktaya ek yapalım Kayahan Uyguru bilmem ama Ethem-Doğu irtibatı daha önce de sürüyordu. AKP’nin iktidar olduğu, Ethem Sancak’ın hareketten koptuğu ve AKP’ye yaslandığı dönemde bile parti şerefine düzenlenen yardım yemeklerine gittiği (parasıyla), hatta Doğularla atıştığı Şule’nin Rüzgargülü köşesinde geçiyordu ama anlaşılan ona “dönek, hain” denmemiş hiç.

  16. Şu “başkan” lafına dair de birşeyler yazmalı: Özellikle yeni nesilde, iki partili Perinçek’ten bahsederken “başkan” hatta “başkanımız” diye anıyorlar. Ha, sizler oradayken harekette sık sık çocukların başarıları, Sadık amcanın oğlu için Demirel’den hastir yemesi, paşa dayının terfisinin yine Doğu için engellenmesi vs vs konuşulur muydu bilmiyorum. Ama bugün seçim çalışmalarında tüm bu olayların “Millete adanan aile” başlığıyla broşürleştirildiği vaki. Putlaştırılma dedikleri bu olmalı. Ha Irmak’la Yunus nedense bu “Millete adanmış aile” broşüründe yer almamış.

  17. mantıksal çıkarımlar

    “Zileli’ye göre, nasıl “Stalin’le Kemal [Mustafa Kemal] arasında benzerlik varsa, Lenin, Troçki ve Stalin arasında, benzerliğin ötesinde doğrudan ve kesintisiz bir devamlılık vardı. Stalin, Lenin’in de, Troçki’nin de mirasçısıydı.”… Zileli, kendi mantıksal çıkarımlarının sonuçlarını göremeyecek kadar da kör. Örneğin, Zileli “Stalin ve Kemal arasında nasıl bir benzerlik varsa”, aynı şekilde “Stalin, Lenin ve Troçki arasında da bir benzerlik var” diyerek; Lenin ve Troçki’yi, Mustafa Kemal’le aynı kefeye koyma gafletinde bulunuyor.”
    Şu Gün Zileli Meselesi…
    Can Öykü / 22.11.2010

    Benzer bir mantıksal çıkarım:

    Nasıl VP ile AKP muhalifi Kemalistler arasında bir benzerlik varsa, AKP, VP ve muhalif Kemalistler arasında, benzerliğin ötesinde doğrudan ve kesintisiz bir devamlılık vardır. AKP, VP’nin de, muhalif Kemalistlerin de mirasçısıdır.

  18. ilginç bir haber

    Bugünkü Yeniçağ gazetesinde bir köşe yazısında sizden bahsedilmiş Gün Zileli. Okuma fırsatınız oldu mu? Ne diyorsunuz konuyla ilgili? Dezenformasyon mu yapılıyor yoksa gerçeklik payı var mı?

    http://www.yenicaggazetesi.com.tr/kimmis-amerikanci-43680yy.htm

  19. Böyle demogojik yazılarda boşuna gerçeklik payı aramayın. Bu sefil şahsiyeti tanımam. anlattıklarından ve Yeni Çağ’da yazdıklarından faşist olduğu sonucunu çıkarıyorum. aslına bakacak olursanız, tam ne dediğini bile anlamadım. Anladığım tek şey, bir kilo kıymadan on tepsi imam bayıldı, 5 tepsi kol böreği vb. çıkartmaya çalıştığı. Yarın devam edecekmiş, rica etsem onu da gönderebilir misiniz yarın. Daha ne saçmalıklar yumurtlayacağını merak ettim de. Cahille muhatap olma derler de ben sadece ne diyor diye bakacağım, o kadar.

  20. Amerika Kemal Ilıcak’a rica etmiş, o da Amerika’yı kıramamış. Hikâye bunlar. Şimdilerde eski Amerikancı faşistler anti-amerikan oldular ya bol bol bu tür komplo hikâyeleri uyduruyorlar. Kemal Ilıcak gibiler Amerika’nın ricasıyla değil, paranın ricasıyla hareket ederlerdi, bunu herkes bilir. Adam parasını alıyor her gün, neden basmasın ki. Ticaret ticarettir.

  21. “Kemal Ilıcak gibiler Amerika’nın ricasıyla değil, paranın ricasıyla hareket ederlerdi, bunu herkes bilir. Adam parasını alıyor her gün, neden basmasın ki. Ticaret ticarettir.”

    Altin kacakciligi yaparak asil parasini kazanan birisi icin, para onemlidir, tabii ki. Fakat, bu ‘is’i surdurebilir kilmak icin yukarilarda bir yerlerden koruma da gerekir; ve o korumayi saglayanlarin ‘rica’lari da, haliyle, ’emir’ telakki edilir.

    Baska bir deyisle, ‘para’ aski insani, bazan, dogrudan dogruya ‘para’ anlamina gelmeyen faaliyetlere de surukler.

    Ote yandan, evet, “Ticaret ticarettir”.

    Bu, hem devletler, hem orgutler, hem de bireyler icin gecerlidir..

    Herkes bir seyler satar, karsiliginda birseyler alir.

    Bunu Turkiye ‘sol’u baglaminda degerlendirecek olursak; ilk yapmamiz sey, bizdeki ‘sol’un Rusya/SSCB baglantisinin sanal oldugunun farkina varmaktir.

    Yani, bu baglantinin var oldugu iddiasi, bir perdeleme amaci guder.

    Bizdeki ‘sol’ (yani, ‘muhalefet’) Fransiz Devrimi ile baslamis –yani, Fransa’nin kucaginda sekillenmis– gibi gorunse de; Jon Turk akimi filan Cumhuriyet’le birlikte tasfiye edilmis; onun yerine Londra ya da Berlin odakli bir (iki) yapi olusmustur.

    Ister –tasfiye edilen– Fransizcilar, isterse de onun yerine gecen Ingilizciler veya Almancilar olsun, esasen Avrupacilardan bahsediyoruz. Blok-ici bir mucadeleden yani.

    Ikinci Dunya Savasindan sonra, ABD’nin dunya jandarmaligini/polisligini devralmasiyla birlikte, Avrupacilarin kendi aralarinda al-gulum ver-gulum yapmalarina ABD’nin comak sokmasi –bu cercevede– son derece normal/beklenen bir gelismedir.

    Dahasi, nasil ki, Avrupacilar perdelemeyi, etkisiz bir eleman olan, SSCB/Rusya uzerinden yapiyorduysa, ayni sekilde ve derecede etkisiz eleman olan Cin (Maoculuk) uzerinden ABD’nin yapmasi da o kadar isabetlidir.

    Burada, hem trajik hem de komik olan, Avrupacilarin (Londra ya da Berlin muhiplerinin) karsi tarafi CIA ajani; ve, benzer bir sekilde, ABDci olanlarin da otekileri MI5 veya BND ajani olarak itham etmeleri ve herkesin de bunlari siddetle reddetmesidir.

    Komik olan, reddetmeleridir.

    Trajik olan ise, ithamlarin ayaga dusmus olmasidir.

    Ayaga dusmus olmasindan kasdim, bu kapmlarda o kadar cok ‘erat’ (er, onbasi, cavus) var ki, hicbir istihbarat teskilati bu kadar yuksek sayi ile dogrudan muhatap olamaz, olmak istemez. Hem cok pahali olur bu, hem de yonetilmesi cok mesakkatlidir.

    ‘Erat’la kimse vakit kaybetmez, yani. En tepedeki ilk 3 kademe/tabaka fazlasiyla yeter; cunku, baska herkes onlarin agzina bakar; ‘erat’ da gelir boyle sitelerde yazar, eylemler koyar filan..

  22. “Yarın devam edecekmiş, rica etsem onu da gönderebilir misiniz yarın.”

    Bu, o yazinin devami sayilir mi; bilmem. Ama, okumak isteyebilirsiniz.

    https://www.aydinlik.com.tr/ozgurluk-meydani/2017-temmuz/okuze-cilve-yap-demisler-yatmis-yuvarlanmis

    Icinde soyle bir cumle geciyor: “Ha bir de Gün Zileli müptezeli var ki, ona geleceğiz.”

    Geldiklerinde de, sunlari yazmis: “Demirağ’ın yazısında referans gösterdiği Gün Zileli gibiler mesela. Onlar da barınamaz. Çünkü Vatan Partisi’nde vatansız anarşistler, müptezeller olmaz.”

  23. Amerikancılar mı, neidiğübelirsizler mi?

  24. Yesinler birbirlerini. Hatta Amerikancılık ithamı ile yemeleri ne güzel.

  25. İhtiyar çoban

    Gün Zileli, ”Sarmış yine afakını…” şiiriiyle konuya girdiyse içten ve derinden…
    Ve ne güzel, kalbiyle bilinciyle, deneyimiyle çözüyor çözüyor..
    Bir isteğim var; İhtiyar çoban, sitesinde yazsın mı, yazmasın mı? Sessiz kalırsa, ”Giderim bu diyarlardaaaan……!”
    Sağlıkla, dostlukla İhtiyar ağaç koca Gün.

  26. Her zaman beklerim İhtiyar Çoban. Seviniriz ayrıca.

  27. evet, bir arkadaş göndermişti. Bir başka aydınlıkçı yazı daha var. Üçünün linklerini duyurular kısmından verdim. http://www.gunzileli.com/2017/07/29/fasist-cenahta-dusuk-duzeyli-atismalar/

  28. İkinci yazısını da okuyunca neyin nesi olduğunu nihayet anlayabildim. Eski bir faşist, sonra Ulmusal kanal’a iltihak etmiş. Şimdi Akşenerci. Perinçek ve Vatan Partisi’nden daha iyi bir noktada olduğu kesin. Bir de şu faşist yaveleri bıraksa bir kenara.

  29. EŞYANIN ADINI DOĞRU SÖYLEMEK GEREKİR. BİR İNSAN AYNI ZAMANDA TROÇKİST, AYNI ZAMANDA MAO’CU STALİNİST(EN KESKİN STALİNİSTLER) OLABİLİYOR? VE DOĞAL OLARAK AYDINLIK’A GİDİP KENDİSİNİN “TROÇKİST” OLDUĞUNU BEYAN EDEREK SÖZ KONUSU GRUBUN ÇEŞİTLİ FAALİYETLERİNE KATILABİLİYOR. VATANDAŞ HEM ” TROÇKİST” HEM DE AYNI ZAMANDA ” STALİNİST ” OLABİLİYORSA İKİ İHTİMAL VAR DEMEKTİR: 1- SÖZ KONUSU ŞAHSIN YA AKLINDAN ZORU VARDIR . 2- YADA ÜCRETLİ BİR ” KÖSTEBEK”DİR.
    AYRICA AYDINLIK KENDİ ÇEVRESİNDEKİ İNSANLAR HAKKINDA GENİŞ BİR ARAŞTIRMA YAPAN TARAFTARLARI VEYA “ELEMANLARI” ÜZERİNDE BÜYÜK “KISKAÇ” UYGULAYAN BİR ÖRGÜT VE SİYASET OLDUĞUNA GÖRE ,İLAVETEN Ö DÖNEMLERDE-1970-1980- KENDİSİ İÇİNDEKİ HER TÜR MUHALEFETİ VE KENDİ DIŞINDAKI HOŞLANMADIĞI HAREKETLERİ “KARŞI DEVRİMCİ TROÇKİZM” OLARAK ADLANDIRGI BİR ZAMANDA- ÖRNEĞİN AYDINLIK İÇİNDEN ÇIKAN HEM GARBİS HAREKETİ VE KAYPAKKAYA HAREKETİ DE AYDINLIK MERKEZİ TARAFINDAN ” KARŞI DEVRİMCİ TROÇKİZM” OLARAK TANIMLANMIŞTIR. KEZA DEVRIMCI YOL GİBİ İKİ HEGOMANYACI MERKEZ ( KREMLİN VE PEKİN) DIŞINDA HAREKET EDEN HAREKETLER DE AYDINLIK MERKEZİ İÇİN “TROÇKİST” HAREKETLER İDİ. BU DURUMDA NASIL OLUYOR DA AYDINLIK HAREKETİ KENDİ ÇEVRESİNE VE İÇİNE KENDİNİ RESMEN “TROÇKİST” OLARAK TANIMLIYAN BİR ŞAHŞ AYDINLIĞA ELLERİNİ KOLLARINI SALLAYARAK GİRMESİNE, HATTA TARTIŞMA VE EGİTİM ÇALIŞMALARINA KATILMASINA İZİN VERİYOR !!! ÖNCE BUNUN CEVAPLANDIRILMASI GEREKİR.
    DİĞER KONU İSE HALK ARASINDA ” GLADYO” OLARAK BİLİNEN , GERÇEK ADI ” STAY BEHIND” OLAN NATO GİZLİ ÖRGÜTÜ AVRUPADA Kİ MAOCU HAREKETLERİ RAHATCA AFRIKADA FALAN KULLANIRKEN, MAO ÇİN’İ İLE ABD ARASINDA SOVYETLERE KARŞI KURDUKLARI İTTİFAK ÇERÇEVESİNDE TÜRKİYEDEKİ RESMİ MAO’CU HAREKET OLAN AYDINLIK HAREKETİNİ AMERİKAN ALEYHTARI OLARAK GÖRDÜĞÜ TÜM SİYASİ ÖRGÜTLERE KARŞI NİÇİN KULLANMASIN? AYRICA ÇOK BİLGİLİ “YAVUZ ALOĞAN” CNT GİBİ BİR SENDİKAYI NASIL OLUR DA KÜÇÜMSEYEBİLİR. CNT MİLYONLARCA YOKSUL İŞCİ VE KÖYLÜ TARAFTARI OLAN BİR ANARŞİST SENDİKA İDİ. EKİM DEVRİMİNİ SAVUNAN VE 3. ENTERNASYONALİN İLKELERİNİ DE KABUL EDİYORDU. BU KADAR ÜNLÜ SOLCU VE ENGİN KÜLTÜRLÜ BİR İNSAN NASIL OLUR DA CNT’Yİ KÜÇÜMSER….. ANLAŞILMASI BİR YANDAN KOLAY BİR YANDAN ZOR. ŞİMDİ DE KALKMIŞ AKP İKTİDARININ YARDAKCILIĞINI YAPIYOR. DEVLET KASTI İÇİNDE BİR KLİĞİN AKP İKTİDARI İLE YAPTIĞI İTTİFAKIN DOĞAL BİR SONUCUDUR OLAN BİTEN…..

  30. Gün abi sizi tanidigim ve sevdigim için degil gercekten objektif olarak değerlendirdigimde böyle rezilliği kabul edemiyorum. tam tekil faşist ideolojinin sagi zaten vardı da bir solu olsun diye boşluğu yavuz alogan gibi insanlar dolduruyor. Topal osmana sahip çıkan biri ancak tam bir faşist olur. zaten kemalizm faşizmin
    bir sureti.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir